Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Maslahatgüzâr

Üye
  • Content Count

    33
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    3

Maslahatgüzâr last won the day on October 24 2014

Maslahatgüzâr had the most liked content!

Community Reputation

10 Nötr

About Maslahatgüzâr

  • Rank
    Sessiz Üye

Profil Bilgisi

  • Cinsiyet
    Erkek
  • Okunan bölüm veya meslek
    maslahatgüzar dedik.
  1. Zekeriya Öz bugün twitter hesabından Necip Fazıl imzasıyla şunu paylaştı: "Bir nar ağacı var bir de dar ağacı, Namerde nar düştü yiğide dar ağacı" Zaman da bu haberi, Öz, Necip Fazıl Kısakürek'in "Bir nar ağacı var bir de dar ağacı, Namerde nar düştü yiğide dar ağacı" beyitini yazdı. şeklinde verdi. Ben hatırlamıyorum, bu beyite rastlayan var mı?
  2. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Haliç Kongre Merkezi'nde gerçekleştirilen Necip Fazıl Ödülleri Takdim Töreni'nde yaptığı konuşmada, "Bugün eğer 'Yeni Türkiye, Büyük Türkiye' diyebiliyorsak, bunda Necip Fazıl'ın izi, eseri, alın teri, gayreti, mücadelesi vardır. O kadar azimliydi" ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Necip Fazıl bugün bile Türkiye için genç nesiller için Türkiye'deki hak mücadelesi için çok büyük bir talihtir çok büyük bir imkandır" dedi. ... "Kimse yokken Necip Fazıl vardı" Necip Fazıl'ın bir selefinin olmadığına dikkati çeken Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Belki 'Mehmet Akif' diyeceksiniz. Mehmet Akif, Osmanlı cihan devletinin son münevverlerindendi. Ne yazık ki cumhuriyet döneminde fikirlerini özgürce ifade edebileceği yeni bir fikir iklimi inşa edebileceği bir zemin olmadı, olamadı. Cumhuriyetle birlikte ortada yeni bir devlet vardı, sadece yeni bir devlet değil, yeni bir alfabe, dil, kültür, sanat, fikir anlayışı vardı. Özellikle tek parti döneminde kültür, sanat ve fikir belli kalıplara hapsedilmişti ve bu kalıpların dışına çıkabilme imkanı da yoktu. Yani mazi ile köprüler atılmış, irtibat koparılmış gelenek adeta baltalanmıştı, Necip Fazıl işte böyle bir atmosferin insanıydı. Her şey yeniden başlarken, her şey bir anlamda yabancılaşırken, Necip Fazıl yerli olmayı, bize özgü olmayı mazi ile irtibat kurmayı başarmış üstelik de tüm saldırılara karşı bu mücadelesini kararlılıkla devam ettirmişti." Bunun az şey olmadığını ifade eden Erdoğan, "Bakın özellikle genç kardeşlerimin şunu bilmesini isterim, Necip Fazıl bugün bile Türkiye için genç nesiller için Türkiye'deki hak mücadelesi için çok büyük bir talihtir, çok büyük bir imkandır. Kimse yokken Necip Fazıl vardı. Her türlü saldırının karşısında, tüm o saldırıları üzerine çeken ve o saldırıları püskürten bir Necip Fazıl vardı. Bir abi arayan, bir rehber bir yol gösterici arayan fikir açlığı içindeki genç nesiller için önlerinde dimdik, azametle duran bir Necip Fazıl vardı, o öyle bir kalemdi" şeklinde konuştu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Bugün eğer 'yeni Türkiye' diyebiliyorsak, 'büyük Türkiye' diyebiliyorsak, bunda Necip Fazıl'ın izi vardır, eseri vardır, alın teri, gayreti, mücadelesi vardır" dedi. Erdoğan, Star Gazetesi Necip Fazıl Ödülleri Takdim Töreni'nde yaptığı konuşmada, Necip Fazıl Kısakürek'in statükonun gölgesinde kendisine itibar ve şöhret devşirenlere karşı adeta yapayalnız kaldığını, arkasına Türkiye'deki hatta dünyadaki ideolojileri alıp oradan kendisine şöhret devşirenlere karşı kendi milli değerlerine sımsıkı sahip çıkıp ayakta kalabildiğini söyledi. Necip Fazıl Kısakürek'in "Su, elektrik, telefon, gaz, ilaç yok. İman, ahlak, insaf, idrak lügatlerde bile yok. Mektep, kitap, disiplin, bilen, yazan, aldıran yok. Umumi manzara: Her sahada mecnun kemiyet, mazlum keyfiyet, mahkum fazilet, mestur felaket, mezun hıyanet, meşum akıbet, heceleyen yok ama bir şey var: Büyük Türkiye hayali" sözlerini aktaran Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti: "İşte Necip Fazıl budur. Bütün yokların arasında, bahanelere sığınmayıp büyük Türkiye idealinin peşinde mücadele veren bir büyük mütefekkir. İşte bu azim, bu kararlılık, bu özgüvendir ki yoklukların içindeki bir Türkiye'yi varlık içinde bir Türkiye'ye tahvil etmiş, büyük ve yeni Türkiye'ye giden yola başını koymuştur. Bugün eğer 'yeni Türkiye' diyebiliyorsak, 'büyük Türkiye' diyebiliyorsak, bunda Necip Fazıl'ın izi vardır, eseri vardır, alın teri, gayreti, mücadelesi vardır. O kadar azimliydi, o kadar dimdik ve o kadar heybetliydi ki görünce dahi 'işte kaybettiğimizi bulduk' diyebileceğiniz bir şahsiyetti. Düşünün ki cümlelere, kelimelere, harflere en ağır baskıların uygulandığı bir dönemde kahramanca öne çıkıp, 'Ben varım' diyebilen, 'Madem ki ben varım o zaman Türkiye vardır' diyebilen, hatta 'Benim olmadığım yerde kimse yoktur' diyebilen bir özgüven abidesiydi. Bakın bazıları onun şiirlerini hiç okumamış olabilir, bazıları onun yazılarını hiç okumamış, fikirlerini hiç dinlememiş olabilir ama inanın bugün sahip olduğumuz fikir, aksiyon, dimdik duruş ve özgüven onun verdiği mücadelenin, onun kararlı duruşunun, onun diklenmeden dik duruşunun bir eseridir. Necip Fazıl, bir nesle, şiirden, hikayeden, yazıdan ziyade özgüven aşılamıştır. İşte o özgüven, bugünleri inşa etmiştir. Diyordu ki Necip Fazıl: 'Bize kuru akıllar değil, ulvi divaneler lazım. Bize babasından meccanen devşirdiği iman ruhunu kilitli dolabında ekşitenler ve kokutanlar değil, onu her an ocak üzerinde tutan ve fıkır fıkır kaynatanlar lazım. Bize mafsal yerlerindeki maddi alışkanlıkla kıbleye dönüp, Allah'ın huzurunda iskelet kıvamı halinde duranlar değil, ruh şahlanışı içinde dizilenler lazım' İşte hayatı boyunca bu idealin mücadelesini verdi." Kısakürek'in şiiriyle, hikayeleriyle, yazılarıyla, tiyatro eserleriyle, konferanslarıyla bu ruhu aşılamanın mücadelesini verdiğini kaydeden Erdoğan, "Öksüz, hor, yetim ve garip bir davanın dizleri üzerinde doğrulabilmesi, ayağa kalkabilmesi, öne eğip başını kaldırıp 'Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!/Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!' talimatını veren, 'Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!/Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir' denilebilmesi için tüm hayatını davasına vakfeden bir insandı. İnanın, kendisine çok ama çok şey borçluyuz. Necip Fazıl'a, farkına vardıklarımız kadar, onun mücadelesi sayesinde ulaştığımız ve fakat farkına varmadıklarımız için de borçluyuz. Bugün eğer dünün ezilmişleri, mazlumları, ötekileştirilmişleri, siyasette 'Ben de varım' diyor, adaletle yönetmenin mücadelesini veriyorsa, bunda Necip Fazıl'ın aşıladığı özgüvenin eseri vardır. Bugün eğer, yerli, milli değerlerle örtüşen şiirler yazılıyor, romanlar, hikayeler yazılıyor, filmler yapılabiliyorsa bunda Necip Fazıl duruşunun etkisi vardır. Bugün eğer Türkiye'nin belli bir kesimini, sessiz yığınlarını, köylü, taşralı, cahil, geri kafalı diye tahkir eden mütekebbirlerin karşısında 'Hadi oradan. Sen de kimsin?' diyebilen bir cesaret varsa, bir kendine güven varsa, bunda Necip Fazıl'ın çok büyük katkısı bulunuyor. İşte böyle büyük bir fikir ve mücadele insanı adına ödül dağıtılmasını çok çok önemsiyorum. Tekrar ediyorum, üstat Necip Fazıl adına verilen ve inşallah uzun yıllar verilecek bu ödüller, tekellerin kırılması, belli alanlarda da statükonun güç kaybetmesi, kültür, sanat ve fikir dünyasında vesayetlerin son bulması anlamına gelir" diye konuştu. "Elif gibi dimdik duracağız" Necip Fazıl Kısakürek için "fikir çilesi" ve "fikir namusu"nun son derece önemli kavramlar olduğunu, Kısakürek'in hata yaptığında hatasını kabul eden ama doğru bildiğinden, hak bildiğinden asla vazgeçmeyen bir fikir namusuna sahip olduğunu anlatan Erdoğan, şunları kaydetti: "Şu anda esen her rüzgarın önünde eğilen, çıkarlarına göre tavır belirleyen, dün söylediğinin tam tersini bugün söylemekten kaçınmayanlara bakınca, Necip Fazıl'ın ve onun geçmişten alıp bugüne miras bıraktığı fikir namusunu daha iyi anlıyoruz. İşte en son birisi çıktı, yazdığı bir makalede devletin geleceği adına seküler güçleri sorumluluk almaya davet etti. Bundan 7 yıl önce kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayan ırkçı kesimler, 'Ordu göreve' diye çağrılar yapıyorlardı. Zamanın cilvesine bakın ki bugün de aynı şekilde kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayan, aynı şekilde ırkçı zihinler devletin geleceği adına seküler güçleri göreve davet ediyor. Eğer, fikrin namusu yoksa, ahlakı yoksa, fikrin ruhu yoksa işte böyle insan en uçlarda döner durur. Bir gün bakarsınız devlet düşmanı olmuş, bir gün bakarsınız darbecilik yapıyor. Bir gün bakarsınız barış güvercini olmuş, bir gün bakarsınız eline taş almış askere atarak teröristlik yapıyor. Bir gün bakarsanız ırkçılıktan şikayet ediyor, bir gün de bakarsanız kendisinden nefret eden ırkçılardan darbe dileniyor. Bununla da asla bir tek kişiyi kastetmiyorum, Türkiye'nin son 12 yılına bakın, fikir gelgitlerine bakın orada çok sayıda böyle örnek göreceksiniz. En uç fikirlerin ortak çıkarlar söz konusu olunca nasıl da fikri ve fikir namusunu bir kenara bırakıp ittifaklar kurduklarını göreceksiniz. Necip Fazıl, kendisinden öncekiler gibi bize ahlakı olmayan her mücadelenin yanlış olduğunu öğretti. İnşallah bizler de bizden sonraki nesiller de mücadeleyi ahlakla, namusla, adaletle sürdürmenin gayreti içinde olacağız. Başkalarının yanlış yapıyor olması, bizim yanlış yapmamızı mazur ve meşru hale getirmez. Onlar ne kadar eğilirse eğilsin, biz elif gibi dimdik duracağız." haberin tamamı: http://haber.stargazete.com/sanat/necip-fazil-odulleri-verildi/haber-960444
  3. Geçenlerde bir arkadaşım PhiloSophiaLoren'i okuyan -artık evlilik çağına gelmiş bulunan- erkek kardeşinin, yengesine "Ben reçel yapmayı bilen bir kızla evlenmek istiyorum" dediğini aktarınca tebessüm etmekten kendimi alamadım. Çünkü "reçel yap(a)mamak" kavramına -tıpkı "babaannelerden utanmak" kavramsallaştırmasında yapmaya çalıştığım gibi- birbiriyle ilintili anlamlar yüklemiştim: msl. geleneksel aile'nin hızla çözülmeye başlaması, günümüzde 'kadın'la 'ev' sözcüklerinin birbirlerini iter hâle gelmeleri, kızlarımızın sorunlarını ev(leri) dışında çözmeye yönelmeleri, ileride çocuklarına aktaracakları tecrübeleri ailelerinden tevarüs etmekteki isteksizlikleri, imkânsızlıkları, vs. "Reçel yap(a)mamak" kavramına yüklediğim anlamların okur tarafından hiç değilse bu düzeyde olsun sezinlenmesi, işaret ettiğim noktanın anlaşıldığını gösteriyordu. Nitekim Konya sokaklarına gençlerin "Reçel Yapamayan İslâmcı Kadınlar" diye afişler astıklarını işitince bir kez daha tebessüm ettim. Doğrusu, meselenin böylesine abartılacağını tahmin edemezdim. İslâmcı kadınların "Allah kuru iftiradan saklasın" deyip her fırsatta pekâlâ reçel de, aşure de yapabildiklerini anlatmak ihtiyacı hissetmelerine yol açması bakımından bu tür abartıların tamamen yararsız olduklarını söyleyemem. Söylenebilecek olan sadece şu: Kavramların kendileri, taraflarca bir hakikat gibi algılanıyor ve onlar, gösterilen yere bakmak yerine o yeri gösteren parmağa odaklanarak mecazî ifadeleri hakikate dönüştürüyorlar. Reçel yapabilmesi veya sofrada rengârenk reçel çeşitlerinin bulunmasına ihtiyaç duyabilmesi için bir çocuğun öncelikle ailesiyle birlikte kahvaltı masasına oturması ve reçeli kendi evinde, yani aile sofrasında görmesi gerekiyor. Kendi evinde, kendi yatağında uykuya dalıp kendi evinde gözlerini açamayan çocukların mahrum olacakları tek şey reçel midir? Oysa reçel benim nazarımda anne sevgisini, yuva sıcaklığını, aile terbiyesini temsil eder. Yurt odalarında veya bekâr evlerinde sadece doymak için sofraya oturan, annelerinin hazırladıkları sofralarda kahvaltı yapmak imkânı bulamayan, aile sofrasının sıcaklığını yeterince tatmadan büyüyen çocuklar okullarını bitirip mezun olsalar n'olur, olmasalar n'olur? Reçelden mahrum olmanın, aile içinde yaşamak zenginliğinden mahrum olmak anlamına geldiğini bu kadar mı açıklıkla vurgulamam gerekiyordu? Kız çocukları çokluk ninelerini veya annelerini örnek alamıyorlar; zira onlarla ayrı dünyaların insanları olduklarına inanıyorlar ki tamamen haklılar. Annelerinin kurdukları sofralarda annelerinin elleriyle yaptıkları o güzelim reçelleri (!) yiyemeden büyüyen bu kızcağızlar için ev ortamı sıkıcı geliyor ve tabiatıyla onlar da dışarıda yemek yemeyi ya da sokakta abur-cubur bir şeyler atıştırmayı modernlik sanıyorlar. Çalışarak hayatını geçirecek olan bu iş kadını adaylarının hafta sonları dışarıda yemek yemeyi arzulamalarından, bu tür bir hayatı sağlayacak bir geçim standardına ulaşmayı ise köylülükten kurtulmak gibi algılamalarından daha tabii ne olabilir? Aile ortamında yetişen çocuklar aile kurabilirler; reçel yiyerek büyüyen çocuklar reçelin eksik olmadığı sofralara ihtiyaç duyarlar; zira insanlar ailelerinden aldıklarını ancak kendi ailelerine verebilirler. Aile havasını teneffüs etmemiş kimselerin ailevî değerlere karşı kayıtsız kalmaları, dolayısıyla anne yemeklerine duyulan özlemi hafife almaları gayet tabiidir. Ben başından itibaren reçel kavramını ailevî değerleri (aile ortamını) sembolize edecek şekilde kullandığım halde kimileri bu konudaki sözlerimi yanlış anlayıp reçeli hakikî mânâsıyla yorumluyorlar. Gerçi bu yanlış anlama sebebiyle hanımların ikide bir reçel pişirme becerilerini ortaya sermelerinden şikayetçi olduğum düşünülmesin; bilâkis bu gelişmelerden memnuniyet duyuyorum. Lâkin asıl soru(n) şu: Çocuklarını iyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir ev hanımı olarak yetiştirmek cesaret ve kabiliyetini yitirmiş bulunan yorgun anneler, kendilerinin kızlarına vermediklerini onların kendi çocuklarına vereceklerini mi sanıyorlar? Böyle sanıyorlarsa yanılıyorlar; zira anneleri (babalarıyla birlikte olup) onları yurtlara, bekâr odalarına gönderdikleri için, onlar da daha erken davranıp çocuklarını kreşlere gönderecekler. Anneleri zahmet edip mesela reçel yapmadıkları, börek açmadıkları için, hatta onları cola-hamburger kültürüyle yetiştirmeyi köylülükten kurtulmak gibi algıladıkları için onlar da çocuklarına annelerinden öğrendiklerini öğretecekler; meselâ su böreğine tenezzül etmezlerken hamburger veya pizzayı çağdaş zevklerinin arasına katacaklar. Sözün özü, modern müslüman kadın mezarlık ziyaretlerini terkettiği için reçel yapmayı da terketti; ölülerine Kur'an veya Yasin okumayı hurafe, hatim indirmeyi ise anlamadan yapılan lüzumsuz bir tekrar, Ramazanlarda cami ziyaretlerini 'anlamsız geziler' olarak telakki ettiği için kurduğu sofralara reçel yerine nutella koymaya başladı. Geleneği pirinç ayıklar gibi ayıklayacağını sanıp Kitap'ta yerini bulamadıklarını ritüel, kült vb. terimlerle tanımladığı için annesini, babaannesini örnek almayı başaramadı; üstelik onları "babaları ve dedeleri tarafından ezilen zavallılar" olarak tanımlamanın nelere malolacağını hesaplamadı. Belki birileri, "Peki ya erkekler? Onlar bu arada neler yaptılar?" diye sorabilirler. Hemen söyleyeyim: Erkekler pişkin pişkin sırıtıp "Biz masumuz; çünkü o sırada bakkala nutella almaya gitmiştik, evde neler olup bittiğinden hiç haberimiz olmadı" diyecekler. Dücane Cündioğlu
  4. "Hakkımda yazılmış tek harika kitap." Necip Fazıl Kısakürek "... Umumiyetle bilinmeyen ve adabına mâlik olunmayan bir hususiyettir ki, bir mütefekkirin yanına eğlenmek ve zevk duymak için değil, kurtaran ızdırabı yüklenmek için gidilir; zevk bu zevk olursa ne âlâ!... Bu “âlâ”dan payımın ne olduğunu, eserin başlığındaki mânâya denk İbda kütüphanesi söylesin!.. Lâf değil, hakikat hâlinde, pek genç yaşımda ruhumun idrak ettiğini, seneler boyu açık hava ve güneşe hasret şartlarda kelâmla zarfladım; ve zamanın tecelli zarureti olan hadiseler serisinin vesileleri üzerinde eserimi örgüleştirdim... Demem o ki, Necip Fazıl’ın yanına gidip gelmek gövdeyi taşımaksa, gittim ve geldim... Eğer bir ruh ve keyfiyet davası ise, ne gittim ve ne de geldim; dirsek temasının ne öncesi ve ne de sonrasında, ondan hiç ayrı omadım ki!.. Öyleyse, tamamlık ve kifayet davası, bu esere mahsus!.. Necip Fazıl’la başbaşa... En has ve hususi ve yalnız ona ait mânâsıyla, ömrümün memuriyet ve mesuliyet bileti!.."
  5. CEVÂB VEREMEDİ nam muhteşem eserin İngilizce tercümesi: GOULDN'D REBLY http://postimg.org/image/jz434vhdf/
×
×
  • Create New...