Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Kureyşi

Editor
  • Content Count

    700
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    11

Kureyşi last won the day on December 22 2015

Kureyşi had the most liked content!

Community Reputation

61 İyi

About Kureyşi

  • Rank
    Müdavim
  • Birthday 01/13/1960

İletişim Yolları

  • Website URL
    http://

Profil Bilgisi

  • Cinsiyet
    Erkek
  • Nereden
    Fakr köyünden
  • İlgi Alanları
    sohbet-kitap-kediler
  1. İnsanların facebook gibi sayfalarda daha fazla beğeni alabilmeleri için veciz olmak için daha kırk fırın ekmek yemeleri gereken cümle kırıntılarının altına "nfk" yazmaları kadar şu aralar hiç bir şeye sinir olamıyorum.. Bundan sonraki en çok sinir olduğum şey ise bu paylaşımların altına bu söz üstada ait değildir demek geliyor
  2. İstanbul Anadolu Gençlik Derneği'nin düzenlediği; 250 000 şehide 250 000 hatim projesi için; hatim yahut cûz almak isteyenler olursa bu başlıkta bildirmelerini rica ediyorum... Allah razı olsun
  3. Nakşibendî terbiye okulu, hicri: 791, miladi: 1389 tarihinde vefat eden Hace Muhammed Bahauddin Nakşibend Hz.lerinin temel usullerini belirlediği bir manevi terbiye sistemidir. Onun adına nispet edilerek “Nakşibendîlik” diye anılmaktadır. Bu terbiye yolu ve usûlü, Şah-ı Nakşibend Hz.leri ile başlamış değildir. Kendisi bu yolun usûl, adap ve feyzini önceki büyüklerden almıştır. Bu terbiye yolunun usûl ve âdabı, silsile yolu ile Hz. Ebu Bekir Sıddık’a (r.a) ve ondan Hz. Resûlullah (s.a.v) Efendimize ulaşmaktadır. Terbiyenin başında ve merkezinde alemlere rahmet olan Hz. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz bulunmaktadır. Bu terbiye yolunun temel özelliği gizli zikir ve ilahi muhabbettir. Bu zikir ve terbiye yolu, tarih içinde gelen mürşidlerin ismiyle farklı adlarla anılmıştır. Hz. Ebu Bekir Sıddık’tan (r.a) sonra bu yola “Sıddıkiyye” ismi verildi. Hz. Beyazid-i Bistamî’ye (k.s) kadar bu isimle anıldı. Ondan sonra “Tayfûriyye” ismi verildi. Tayfur, Beyazid-i Bistamî’nin bir diğer adıdır. Hâce Abdulhâlik Gücdevanî Hz.lerine kadar bu isimle anıldı. Ondan sonra, “Hâcegâniyye” ismi verildi. Şah-ı Nakşibend Hz.lerine kadar bu isimle anıldı. Şah-ı Nakşibend Hz.lerinden sonra, “Nakşibendiyye” ismi verildi. Bu yol bu isimle İslam alemine yayıldı, meşhur oldu. Diğer kollardaki isimler zamanla unutuldu. Bu yol, Mevlana Halid Bağdâdi’den sonra “Nakşibendî Hâlidiyye” ismiyle de anılıp yayıldı. Bu gün Anadolumuzda yaygın olan kol “Halidiyye” koludur. Bu yol, günümüzde Şah-ı Nakşibend Hz.lerine nispet edilen meşhur ismiyle “Nakşibendîlik” şeklinde anılmaktadır. Nakşibend, “nakş” ile “bend” kelimelerinden oluşmuş bir terkiptir. Bir isim değil sıfattır; ancak isim gibi meşhur olmuştur. Nakş, bir şeyi bir yere nakşetmek, nakış gibi işlemek, hiç çıkmayacak hâle getirmek, mühür gibi kazımaktır. Bend, Farsça bir isim olup, dilimizde hem isim, hem sıfat olarak kullanılmaktadır. İsim olarak, bağ, kelepçe, baraj, bent, kemer gibi manalara gelmektedir. Sıfat olarak, sıkıca bağlı, iyice bağlayan, kuvvetlice bağlanmış manalarına gelir. Kalbe Allah zikrini hiç çıkmayacak şekilde nakış gibi işledikleri ve ondan hiç kopmadıkları için, gizli zikir sahiplerine Nakşibendî denmiştir. Tarikat yol ve usul manasındadır. Tarikat bir din ve mezhep değil, dini anlama ve yaşama şeklidir. İnsanı terbiye için kurulmuştur. Tarikatlar terbiye için tercih ettikleri usullere ve zikirlere göre farklı adlarla anılmışlardır. Tasavvufun kaynağı, doğunun felsefesi, batının batıl dinleri değil, Kur’an ve sünnettir Bütün manevi terbiye yollarına kısaca “tasavvuf” denir. Nakşibendi terbiyesi, gizli zikir usulü üzerine kurulmuştur. Bu usulü benimseyen büyük veliler tarafından geliştirilerek günümüze kadar gelmiştir. Bu usul ve adaplar bizzat Kur’an ayetlerinden, rahmet Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin sünnetinden ve O’nun şerefli Ashabının (r.anhüm) hâllerinden alınmıştır. Her şeyi ile Kur’an ve sünnete bağlıdır. Bu yolun usul ve âdapları, Kur’an ve sünnette ya açıkça belirtilmiş, ya da işaret, delalet ve sükût yoluyla kabul edilmiştir. Yani, İslam’ın ruhuna uymayan hiçbir şey yoktur. Fakihler nasıl fıkıh alanında içtihat yapma yetkisine sahiplerse kâmil mürşidler de, ahlak ve terbiye alanında içtihat etme, yeni usuller belirleme yetkisine sahiptirler. Bu terbiye sistemi yeni bir din değildir; dinin ahlak derslerini talim ve tatbik eden bir okuldur. Hedefi, insanı güzel ahlaka ve Allah rızasına ulaştırmaktır. Metodu, muhabbetle kalpleri Yüce Allah’a bağlamaktır. Temel usulü gizli zikir, toplu zikir, muhabbet, sohbet, rabıta, teveccüh, tasarruf, hizmet ve edeple nefsin çirkin sıfatlarını ıslah etmektir. Dinimizin bize öğrettiği amel ve edepler iki kısımda özetlenebilir: 1- Zahiri hâller: Vücudumuzun dış azaları ile yaptığı bütün ibadetleri içine alır. Yeme içme, temizlik, alış-veriş, aile hukuku gibi vazifeler de bu kısma girer. Bu vazife ve edepler fıkıh kitaplarında anlatılmaktadır. Hangi vazifeyi yapıyorsak, onunla ilgili ilahi emri ve edebi öğrenmemiz gerekir. 2- Batıni hâller: Kalbin gafletten uyanması ve zikirle ihya edilmesi, nefsin manevi hastalıklardan arındırılması, ruhun ilahi huzura yükselmesi, böylece insanın ilahi nur, ilim, aşk, edep ve güzel ahlaka ulaşmasıdır. Zahiren ve batınen terbiye olan insanın elde edeceği en büyük nimet güzel kulluktur. Bu hâle kısaca ihsan mertebesi denir. İhsanı yukarıda tarif ettik. Bu yol herkese açıktır. Bütün insanlar bu edeplere ve nimetlere davet edilmiştir. Zâhirî ve bâtınî edepleri koruyan kimse ihsan mertebesini elde eder. Bu mertebeyi elde eden kimse Yüce Allah tarafından sevilir, O’nun huzurunda kabul görür. Kalbi ilahi sevgi, huşu, haya ve haşyet ile dolar.
  4. Atatürk sağ iken, büyük İslam kongrelerinden birine biz de çağrılmıştık. Kongre Mekke’de toplanacaktı. Atatürk’ün bir delege göndermeye razı olup olmayacağını merak ediyorduk. Hiç tereddütsüz karar verdi. Türklüğünden kibir denecek kadar gurur duyan büyük adam, milleti ile aynı dinden olanları da gerilik ve kölelikten kurtulmuş görmek için elinden geleni yapmak istemiştir. Müslümanlık yeniden şereflendikçe nasıl Türklerin bundan manevi bir hissesi olacaksa, on milyonlarca Müslüman ya geri, ya köle kaldıkça bundan Türklere de bir utanç payı düşmemek ihtimali var mıydı? Biliyordu ki Mekke’ye şapka ile gidilemez. Fakat daha iyi biliyordu ki başlık ve kıyafet değiştirmekle din değiştirileceğini zanneden bir toplum ne gerilik, ne de kölelikten sıyrılabilir. Milletvekillerinden Edip Servet Tör’ü çağırdı: - Mekke’ye gidip beni temsil edeceksin, dedi. Türk’sün ve Müslüman’sın. Türklük, Müslümanlığın öncüsü ve kılavuzudur. Müslüman milletleri uygarlaşmaktan alıkoyan batıl inançları yıkmak için Mekke’ye şapka ile gireceksin. Kara taassup seni parçalamağa bile kalksa, başını vereceksin, fakat eğilmeyeceksin. Edip Servet Tör, Mekke’ye şapka ile girdi. Müslüman delegelerin en fazla itibarlısı o idi. Kongrenin sonuna kadar, Mustafa Kemal mucizesine hayranlık duyan heyetler arasında, Kemalist Türkiye’yi efendice temsil etti. Kaynak: B.K. ÇAĞLAR, Atatürk Denizinden Damlalar, s.245
  5. Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, ''Din hizmeti iyi verilmediği vakit o boşluklar hep yanlış hizmetlerle ve toplumun huzurunu bozan fikirlerle dolabiliyor'' dedi. Kütahya Belediye Başkanı Mustafa İça'yı makamında ziyaret eden Bardakoğlu, burada yaptığı konuşmada, hem vatandaşların gönül dünyasını imar etmenin hem de ülkede birlik ve beraberliğin hakim olmasının gayreti içinde olduklarını söyledi. Camiler ve din görevlilerinin, çevrelerinde huzur iklimi meydana getirmesini istediklerini belirten Bardakoğlu, ''Camilerimiz de diğer kamu binalarımız da bizim o asaletimizi, tarihi zenginliğimizi mutlaka yansıtmalı. Biz dün kurulmuş bir çadır devleti değiliz, arkasında şu kadar yılları, şu kadar büyük medeniyeti geride bırakmış bir milletiz'' diye konuştu. Bardakoğlu, fırsat buldukça illere gidip din görevlileriyle bir araya geldiklerini anımsatarak, karşılıklı bilgi alışverişiyle eksikleri görme imkanı bulduklarını anlattı. Her şeyi en iyi şekilde yaptıklarını iddia etmediklerini ifade eden Bardakoğlu, iyi ve güzel işler yapanları dinleyip onları örnek aldıklarını bildirdi. 100 BİNİ AŞAN PERSONELLE DİN HİZMETİ Bardakoğlu, ''100 bini aşan personelle Türkiye'nin din hizmetlerini yarınlara taşımaya ve 21'inci yüzyıla yakışan bir din hizmeti anlayışı oluşturmaya çalıştıklarına'' işaret ederek, şunları kaydetti: ''Bizim görevimiz insanımızın arzu ettiği, ihtiyacı olan din hizmetini en sağlıklı, en doğru şekliyle vermektir. Din hizmeti iyi verilmediği vakit o boşluklar hep yanlış hizmetlerle ve toplumun huzurunu bozan fikirlerle dolabiliyor. Din hizmetlerini en iyi şekilde vermek, bunun için kurulmuş olan Diyanet İşleri Başkanlığının en tabii görevidir. Diyanet İşleri Başkanlığı milletimizin kurumudur. Milletimiz dindar olduğu, dinini önemsediği, devletimiz dini önemsediği için ve din hizmetinin sağlıklı ellerle doğru şekliyle verilmesi önceliği için kurulmuştur. Biz de bunun bilinciyle bu gayret içinde olacağız. İnanıyorum ki, din görevlilerimiz bu birlikteliklerimizde mutlaka ortak bir heyecan ve motivasyon alacaklardır.'' İça da Bardakoğlu'na, yeni Müftülük Sitesi inşası için ayrılan yere ilişkin kroki üzerinde bilgi verdi, ardından porselen vazo hediye etti. Bardakoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlarından aralarında Kuran-ı Kerim Tefsiri de bulunan çeşitli kitapları İça'ya verdi. Ziyarette Diyanet İşleri Başkanlığı Din Eğitimi Daire Başkanı Dr. Ulvi Ata, Kütahya Müftüsü Mustafa Üskülüplü, belediye başkan yardımcıları Nejat Özturan ve Halil Toklu da hazır bulundu.
  6. Ölüm giz dolu, ne ayandır ölü Sükut çığıdır yatanların köyü Meyyit kalp ise nefese ne hacet? Bir çığlık kopar, ardından sükut et
×
×
  • Create New...