Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Muvazene

Babıali'de Sabah Gazetesi

Recommended Posts

Ergun Göze anlatıyor:

 

Gazeteye sermaye koyanların ve yardım edenlerin hepsi de Necip Fâzıl'ı tanıyor ve seviyorlardı. Fakat baskısından korktukları için yazı yazdırmıyor, teması kesmiş gözüküyorlardı. O da, nasıl olur da böyle bir teşebbüs bensiz olur diye haklı olarak öfkeleniyordu. Dahası öfkesini de benden çıkarıyordu.

 

Necip Fâzıl'la ilk tanışmamız 1951 senesinde Hilâl diye bir günlük gazete çıkartırken, onu ziyarete gittiğimde vuku bulmuştu. Henüz İstanbul Hukuk Fakültesinde öğrenciydim. O, benim Sivaslı olduğumu duyar duymaz beni benimsemiş, sen benimsin diyerek asker ocağına kaydeder gibi beni de kendi livasına kaydetmişti. Doğruydu, kendisinden çok tesir almıştım ama bunlar ilk ve tek tesirler değildi. Ama beni ona bugüne kadar minnetle bağlamıştır. O minnetle dostluğumuz 1965'e kadar sürmüştü. Ve daha yıllarca sürecekti. Bu sebeple çok mahcuptum. Bir formül olarak onun cok sevdiğim Halkadan Pırıltılar isimli eserini kim ne derse desin tefrika etmeye karar verdim. Maksadım hiç olmazsa bir ödeme yapmaktı. Fakat bu onu elbette tatmin etmedi. Gazete, Güneş Matbaacılık'ta basılıyordu. Büyükdoğu da burada çıkıyordu. Onun için matbaaya sık sık geliyor ve gazeteye de uğruyordu. Tabiatıyla etrafında hayranı bir gençlik halkası ile... Odama girince de elini bana doğru kaldırıyor ve haykırıyordu: Nâdân! Tabii susuyordum. Ama ertesi gün aynı seremoni tekrarlanınca bunu kesmek gerektiğini anladım. Üstadı çok iyi biliyor ve tanıyordum. Mukavemet görünce direnemez çok vakit teslim olurdu. Hele haklı bir mukavemet olursa...

Üçüncü gün yanında Ali Biraderoğlu ve birkaç genç ile kapıyı açıp girdi ve haykırdı:

- Nadan!

Başım önümde bir metin üzerindeydim. Derhal başımı kaldırıp aynı makamdan cevap verdim:

- Buyur Adanalı Şadân!

Bu isimde bir türkücü vardı. Üstad derhal haksızlığını anladı ve sustu. Sataşma faslı bitti. Dostluğumuz devam etti. Ama ben üzülüyordum. Üstad niçin böyle yapıyordu? Her şeyden beni sorumlu tutuyordu. Ben o görevde mecburi askerlik yapar gibi duruyordum. Bir müddet sonra, vilayet karşısındaki Cağaloğlu yokuşu başında karşılaştık. Ayaküstü konuşmaya başladık. Suç bende, aşılmaz duvar bendedir diyen Üstad, kendi yaptığı târifi unutmuş, suç bende değil sende diye beni suçluyordu. Yine mukavemet etmekten ve direncini kırmaktan başka çâre yoktu. Derdimi ve ıztırabımı anlatabilmek için dedim ki;

- Üstad, on dön yaşımdan beri seni okuyorum. O zaman, benim için öl desen ölürdüm.

- Ya şimdi?

- Şimdi ayak yoluna bile gitmem.

Harika cevaplar bulmasıyla ünlü Üstad haykırdı:

- Sevgilim, bu da bir ilan-ı aşk!

Elbette öyleydi, ama hicran dolu... Gerçi ben bundan da şahsım adına şikayetçi yetçi değildim ama İş içtimâileşince zorluk tepemize biniyordu. Birkaç saat geçmeden, Yahya Oğuz geldi. Yanımızdan geçmiş farkında olmamışız.

- Yahu Üstad'la hararetli hararetli neler konuşuyordunuz öyle?

- Şurdan buradan.

- Yok öyle değil. Ben sizin yanınızdan geçerken beni görmedin bile. Ben Hocapaşa Camii'ne ikindiyi kılmak için girdim. Biraz sonra da Üstad geldi, dikkatle gözledim. Namazdan sonra öyle yana yakıla dua etti ki ne konuştunuz merak ettim.

 

İşte Üstad'ın büyük tarafı burasıydı. Nefsinin sefâletiyle ruhunun asaleti cenge girince bir ıztırap çağlayanı altında kalıyor ve 'Nurtopu günlerin kanına girdim / Kudsî emaneti yedim bitirdim' gibi insanın yüreğini eriten mısralara döküyordu duygularını ve macerasını. Üstad ıztırabın da üstadıydı. İnsanoğluna ayrılan ilâhî ıztırap payından, ona herkesten fazla ayrılmıştı. Iztırapsız yüzlere tükürmek istiyorum demekte de haklıydı. Bunun içindir ki o kendisinden sonra ortalığı dolduran ıztırapsız fakat işbilir, işbilir fakat ıztırap bilmez Müslümanlarla kıyas kabul etmeyecek kadar ihtirama lâyıktı. İslâm'ın kara gününde çilesine talip olmuştu. Hiç kimse onunla bu konuda kıyas edilemezdi. Sanatı mı yoksa ıztırabı mı büyüktü? Hangisi daha çok tebcile şayandı? Bilmiyorum. Bu bakımdan bir gencin kendisine yönelttiği bu ağır ve acı sözdeki ıztırabı ve kendi payını görmüş, ona iştirak etmişti.

 

**

 

Bu devreden hatırımda kalan birkaç husustan birincisi, Reşat Mater'in Afyon Dazkırı'daki Kur'an kursunda çocukların iplikle bağlanarak hadım edildiğine dâir Meclise kadar akseden iddiasıydı. Albay Reşat Mater, Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı'ydı. Akıl almayan bu iddiayı araştırmak gerekiyordu. Yol parasını zorla denkleştirerek Hasan Korkmazcan'ı Dazkırı'ya gönderdik. İstihbarat Hasan iyi iş çıkardı. Kaymakam dâhil herkesle görüşerek, fotoğraflar çekerek döndü. Necip Fâzıl Kısakürek de aynı binada Büyükdoğu'yu çıkarıyor demiştim. O da neticeyi merak ediyordu ve gelen habere çok sevinmişti. Manşetimiz bu sefer özeldi. Haber, fotoğraflarıyla, konuşturulan yetkililerle tamamdı. Fakat meseleyi iki üç kelimeyle manşete taşımak kolay değildi. Necip Fâzıl'dan bu röportajı manşetlemesini rica ettim, bir an düşündü ve söyledi: 'Hava Kuvvetleri Aldatıldı' Üç kelimeyle her şeyi anlatan bir manşet, üstelik nâzik bir konuda tedbirli. Ertesi gün gazete bu manşetle çıktı.

 

Bir hafta geçmedi, İstanbul Milletvekili Abdurrahman Şeref Laç gazetede ziyaretime geldi. "Evvelki gün meclisle kürsüye gazetenizle çıktım ve gazetenizi bütün meclise göstererek konuşmamı yaptım. Meclise kadar getirilen meselenin ne büyük bir iftira olduğunu anlattım. Yaptığınız hizmetin ne kadar büyük olduğunu bilemezsiniz. Meclisin havası değişti. Size teşekkür ederim." diyordu. Hasan Korkmazcan yıllar sonra çıkacağı meclis kürsüsüne ilk o gün çıkmış oldu.

Bu bana ufacık bir gazetenin bile, dürüst gazetecilik yaptığı takdirde ne kadar tesirli ve başarılı olacağını anlatmıştır.

 

(Ergun Göze - Yaşasın Hatıralar - Sh. 30-33)

Share this post


Link to post
Share on other sites

....koca bir makaleye bedel.

 

İslâm'ın kara gününde çilesine talip olmuştu. Hiç kimse onunla bu konuda kıyas edilemezdi. Sanatı mı yoksa ıztırabı mı büyüktü? Hangisi daha çok tebcile şayandı?

 

 

çok şey yaptı dini için milleti için

onu kısaca anlatabilecek,

çok az cümleden biri

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ziyaretçilerimize evvela teşekkür etmeliyim. Böyle geçmişte kalmış konuları okuyarak bizim de fark etmemizi sağlıyorlar, ve keyifle okuyoruz. :)

 

 

- Üstad, on dön yaşımdan beri seni okuyorum. O zaman, benim için öl desen ölürdüm.

- Ya şimdi?

- Şimdi ayak yoluna bile gitmem.

 

Harika cevaplar bulmasıyla ünlü Üstad haykırdı:

 

- Sevgilim, bu da bir ilan-ı aşk!

 

Gerçekten muazzam cevap. Bir zeka ürünü..

 

Ayrıca Üstad'ın bir zamanlar düştüğü entelektüel yalnızlığı okumak üzüntü verici tabi. Mekanın cennet olsun sevgili fikir babam..Düştüğün fikri ve dava yalnızlığında şimdilerde cemiyet olarak varız.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...