Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
yunuscoskun

95 Yıl önceydi... Yer Sarıkamış...

Recommended Posts

95 yıl evveli , Iraktan çekilen askerler çöl kıyafetleri ile gaflet dolu emir ile Allahuekber dağlarına sürülüyor... Emri veren kaputlar içinde ama neferler yırtık çarık , yazlık kıyafet ile dondurucu kış ve emir geliyor hedef sarıkamış... Türk yiğidi durur mu ? Emir sorgulanmaz yapılır deniyor ve tırmanış başlıyor. Adımlar yavaş yavaş seyrekleşiyor , azalıyor ve hazin sona doğru önlenemez bir hızla yaklaşılıyor. Emri verenin keyfi yerinde iken emri alanların ilikleri donuyor. Uzun bir zaman geçtikten sonra Allahuekber dağlarına tırmanan kolordu inen ise birkaç manga oluyor 90,000 yiğit tek kurşun atmadan komutanı keyfini bozmadan kaputlar içinde iken , kaputsuz , çarıksız rabbine yürüyor... Allah buna sebep olanların cezasını dünyada vermiştir ve inşallah ahirettede verecektir... 6 yıl evvel büyük sultanı tahttan indirenler türk askerini düşmana değil... Sinada sıcağa , Sarıkamışta soguğa kurban veriyor... Kurbanınız mübarek olsun ama unuttuğunuz bir şey vardı... Allah yolunda ölenler , ölü değildir onlar diridir ama siz bilmezsiniz... siz ise birer leşten ibaretsiniz. Boynunuzda binlerce şehidin , bütün milletin ve büyük bir sultanın hakkıyla cehennem çukuruna yuvarlanırsınız... Onların hakkından sonra bende size hakkımı helal etmiyorum. Kendi nefsimden ötürü değil sizin bu millete verdiğiniz zarardan ötürü... Cenab-ı hakk size kahhar ismi ile muamele etsin inşallah...

Share this post


Link to post
Share on other sites

abi ellerine ve yüreğine sağlık çok güzel bir paylaşım olmuş senin gibi şairane birinden böyle paylaşımlar görmek artık beni şaşırtmıyor alışıyorum galiba abi herşey gönlünce olsun.Allah (cc.) daima yolunu açık etsin inşAllah

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hakkını helâl etmeyen kervanına bir ah da kurşunkalem den.

Yunuscoşkun kardeşim teşekkürler,bu hazin olayın gündem de olmasına vesile olduğun için.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tarihte saysız askeri ve siyasi hamleler başarısızlıkla sonuçlanmıştır.Hatta bu hamleler devletlerin yıkılmasına ,binlerin milyonların ölmesine neden olmuştur.Sarıkamışta bunlardan birisidir.Ancak bu hamlenin sahibini günah keçisi yaparak dinimizin ölüye saygı hudutlarını aşmak ta bir o kadar da hatalıdır.Zira Yezid'e bile tövbe etmiş olabilir seziyle yaklaşan ve fazla dil uzatmayı hoş görmeyen alimlerimizi de biliyoruruz.Enver Paşanın askerlerim soğuktan ölsün diye bir kastı da komik geliyor bana.Neyse sözü uzatmayalım şehitlerimiz rahmetle analım.Vesselam...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Tarihte saysız askeri ve siyasi hamleler başarısızlıkla sonuçlanmıştır.Hatta bu hamleler devletlerin yıkılmasına ,binlerin milyonların ölmesine neden olmuştur.Sarıkamışta bunlardan birisidir.Ancak bu hamlenin sahibini günah keçisi yaparak dinimizin ölüye saygı hudutlarını aşmak ta bir o kadar da hatalıdır.Zira Yezid'e bile tövbe etmiş olabilir seziyle yaklaşan ve fazla dil uzatmayı hoş görmeyen alimlerimizi de biliyoruruz.Enver Paşanın askerlerim soğuktan ölsün diye bir kastı da komik geliyor bana.Neyse sözü uzatmayalım şehitlerimiz rahmetle analım.Vesselam...

Enverin kimlerle birlikte hareket ettiğini görürsek anlamamız daha kolay olur. İttihat ve terakkinin bu ülkeye verdiği zarar sadece bununla sınırlı değil. Bu dünya savaşına bizi ite kaka sokan enver herhalde kafası bir nebze olsun çalışıyorsa biliyordur çöl kıyafetiyle dağa , kara kışa karşı durulmaz....

Share this post


Link to post
Share on other sites

Elbette ki dinimizde ölüye saygı vardır,şeytan bile ölüden elini eteğini çekmiştir.Bunda bir ölçü vardır ben ise bu ölçüye inanarak boyun eğiyorum.

Enver Paşa'nın lüzumsuz ihtirasına asileşiyor,yaptığı haksızlığın karşısında kişisel olarak hakkımı helal etmiyorum...

Sarıkamış bir faciadır...

Askerlerimizin, Allah'a, Vatana olan inancının bir suistimaliyesidir.Suistimaldir çünki; "İslam aleminin bütün ümidi sizsiniz"diyerek bir emir verilmiş ve askerler gözlerini kırpmadan Allah için düşman üzerine yürümüşlerdir ve elleri tetikte zaten düşmana teslim olmadan, gözlerini kırpmadan Allah'a teslim olmuşlardır.

 

 

SARIKAMIS'I BILIR MISINIZ?

 

 

Tarihimiz ihtisamli zaferler kadar facialarla da dolu. Zaferlerimizle övündügümüz kadar, yasadigimiz hezimetlerden de dersler çikarmak zorundayiz. Bunu yapmadigimiz sürece tarih bizim için ne ölçüde anlamli olabilir?

 

Facialardan söz ederken, Sarikamisi özellikle dikkate almamiz gerekir. Orada, hiç de uzak olmayan bir zamanda 100.000e yakin yigidimizi karlara gömdük. Üstelik tek kursun atamadan... Üstelik sadece bir hayalperestin kisisel ihtirasi ugruna...

 

Ihtiras... Bu kavrami iyi düsünmeliyiz. Kimi kendi ebediyyetini bu atesle yakip kül ederken, kimileri de koca memleketi harabeye döndürebiliyor.

 

Almanlar, Türkiyeye giden trenlerin üzerine Enverlanda (Enverin Ülkesine) gider yazmaktadirlar. Kibir ve ihtiras demistik ya! Pasanin su ifadelerine bakin: Beni Napolyona benzetmislerdi. Kabul etmem. Çünkü ben ikinci adam olamam.

 

Tarih, 16 Aralik 1914. Soguk bir kis günü. Talebesi ögretmenini azarlamaktadir: Hatali davrandiniz! Basarili olamadiniz! Rus ordusu burada yok edilmeliydi. Simdi hemen harekete geçip, Rus ordusunu Sarikamista yok edeceksiniz!

 

Cephelerin ve harp okulunun emektar komutani Hasan Izzet Pasa, küstahlasan ögrencisine pervasizca cevap verir: Olmaz! Havalari görüyorsunuz. Her yerde kar var. Karakis baslamistir. Bu sartlar altinda, bu mevsimde harekât bir faciaya dönüsebilir. Kis siddetini kaybetsin, yollar açilsin, düsmana haddini bildiririz.

 

Her verdigi emrin hemen yerine getirilmesine aliskin padisah damadi ve ordularin baskomutan vekili 34 yasindaki Enver Pasa, asabileserek su tehdidi savurur: Eger hocam olmasaydiniz, sizi idam ettirirdim!

 

Bir facianin esiginde, Hasan Izzet Pasa istifa ederek ordudaki görevinden ayrilir.

 

Çöl atesinden Köprüköy ayazina

 

Çok geçmeden, tarihler 21 araligi gösterirken, tarihe Sarikamis Faciasi olarak geçen harekât baslatilir. 125 bine yakin iman abidesi insan, kis kiyamette paltosuz, postalsiz, gömlekle, çarikla cehennemî tipinin ortasina sürülürler. O günlere sahit olan bir askerin mektubu, facianin küçük bir boyutunu günümüze söyle tasir:

 

Bu yaz, iki alayimizla Yemenden buraya naklonulduk. Yola koyulmamizdan dört ay sonra buraya ulastik ki, Arabistanin cehennemî sicagi Köprüköydeki ayaz yaninda nimet-i ilâhi imis. Burada çadirin perdesi buza kesmis oglak kulagi gibi kirilmakta ve kopmakta. Bölük kumandanim, beni sihhiyeye nakletmis ise de, tabip ve ilaç yoklugundan çaresiz kalip tekraren takimima döndüm. Aksam yaklasinca Köprüköye civar daglardan tipi bosanir. Kumandanimiz, gelecek cuma Baskumandan Enver Pasa Hazretlerinin teftis ve hücum için gelecegini müjdeledi. O gelinceye kadar da yün içlik, çorap ve paltolarin verilecegini ve Yemen yazliklarini atacagimizi müjdeledi. Allah, devlete ve millete zeval vermesin. Baskumamandan Pasa Hazretlerinin gelmesi ile, Moskofun kahrolacagindan ve kâfirin, karsimizdaki tepelerde geceleri seyrettigimiz ocakli ve mutfakli karargâhlarini ele geçirecegimizden subaylarimiz çok emin. Safak söktügünde 2059 rakimli Kizkulagi Tepesinden Moskof obüs yagdirir ama sükrolsun, zafer bizim olacak. Gece bastirdiginda, tepelerdeki Moskof ocaklarinin atesi gözlerimizdeki ayazi tandir közüne tebdil eyler. Baskumandan Pasa Hazretleri acele gelse ki, atese kavussak...

 

Igdirli Ali Çavus yazlik giysiler içerisinde titreye titreye bu mektubu yazip Istanbuldan gelecek olan kislik giysileri beklerken, Karadenizde baska bir facia yasaniyordu. Ruslar Osmanli ordusuna erzak, mühimmat ve giyecek getirmekte olan gemileri sulara gömmüslerdi. Bu durumu askere bildirmeyen Enver Pasa, ihtiraslarina maglup olarak bütün birliklere su mesaji çeker:

 

Askerler! Hepinizi ziyaret ettim. Ayaginizda çarik, sirtinizda paltonuz olmadigini gördüm. Lâkin karsinizdaki düsman sizden korkuyor. Yakin zamanda Kafkasyaya girecegiz. Orada her türlü nimete kavusacaksiniz. Islâm Aleminin bütün ümidi sizsiniz.

 

Böylece Turan Fatihi, Sarikamis Fatihi olma ugruna, binlerce insan dehsetli bir can pazarina sürülür.

 

Üç beyinsizin ugruna üç milyon halk

 

Koca bir cihan devleti olan Osmanli, sahsi ihtiraslar ugruna böylesine yanlis kararlarla askeri harekâta girme asamasina nasil gelmisti?

 

Sultan Abdülhamid Hanin bir entrika sonucunda darbe ile tahtindan uzaklastiran Ittihatçilar, 1914 yazinda Avrupada esmeye baslayan savas rüzgarlarinda Almanlarin yaninda yer alirlar. Sultan Abdülhamit Hanin Avrupada yillarca emek vererek sagladigi dengeler bir anda alt üst olur ve Ingiltere ve Fransanin sömürgecilik yarisindan pay kapmak isteyen Almanyanin aleti oluruz. Almanlar, Fransiz ve Ingilizlerin yaninda yer alan Ruslara karsi Osmanli askerini kullanarak bati cephesinde rahatlamanin plânlarini yapmaktadirlar. Bunun için Kayserin Alman ordusuna eklenen bir süngü olarak tasvir ettigi Osmanli neferleri kullanilir. Sömürgecilik yarisinda hiçbir çikari olmayan Osmanli, felaketlerle sonuçlanacak olan bir macereya sürüklenmektedir.

 

Darbe ile iktidara gelmis, ayak oyunlariyla rütbe almis ittihatçi subaylar, milletin gelecegini, refahini, kalkinmasini degil, gazete sayfalarina kahraman olarak geçmeyi düsünüyorlardi. Hiç yoktan girilen Birinci Cihan Harbinde, 1 Kasim 1914te Kafkas Cephesi açilir ve Ruslar Dogu Anadoluya girerler.

 

Ziya Gökalpin melekler bu milletin kurtulacagini ona fisildarlar diye yücelttigi hürriyet kahramani Enver Pasanin halkin dini duygularini galeyana getiren beyannamesi ile Seyhülislamin mukaddes cihad fetvasi yayinlanir. Ziya Gökalpin turancilik fikriyle yazdigi siirler üniversite gençliginin slogani olmustur:

 

Düsman ülkesi viran olacak Türkiye büyüyüp Turan olacak!

 

Ama Türkiye büyümek bir yana gün geçtikçe erimekte, küçülmekte ve parça parça koparilmaktadir.

 

Devlet-i Ebed Müddetten Enverlanda

 

Turan Fatihi olmanin hayallerini kuran Baskumandan vekili Enver Pasa (baskumandan pasidahtir), padisah damadi olarak birçok yetkiyi elinde tutmaktadir. Padisahin bir çok seyden haberi bile olmamaktadir. Enver Pasa, verdigi harekât emrinde hedef olarak Tahran ve Aksabati gösterir. Tahran harekat merkezine 1350 km. Askabat ise 2000 km. uzakliktadir.

 

Almanlar, Türkiyeye giden trenlerin üzerine Enverlanda (Enverin Ülkesine) gider yazmaktadirlar. Kibir ve ihtiras demistik ya! Pasanin su ifadelerine bakin: Beni Napolyona benzetmislerrdi. Kabul etmem. Çünkü ben ikinci adam olamam.

 

Etrafinda bulunan subaylar da ihtiras ve hayalcilikte ondan geri kalmiyorlardi. Çetecilikleriyle meshur Dr. Bahaeddin Sakir ve arkadaslari Erzuruma gelirlerken, yol kavsaklarina Turana buradan gidilir! diye isaret levhalari koyuyorlardi. Alman Von der Goltz Pasa bunlar için söyle demisti. Kafkasyada maalesef Napolyon Bonapart oldugunu iddia eden ve cahil yetisen birçok adam vardir. Bunlar, ordularina güçleriyle bagdasmayan görevler vermislerdir ve bu yüzden ordularini büyük zarara ugratmislardir.

 

Zararin asil sorumlularindan biri, ihtirasta Enverden geri kalmayan Hafiz Hakkiydi. Bu adam hiçbir arazi arastirmasi yapmadan Enver Pasanin ihtiraslarini kamçilayacak su telgrafi çekmisti: Daglar üzerindeki yollari kesfettim. Bu mevsimde bu yollardan hareketin mümkün olduguna inandim. Buradaki kolordu ve ordu komutanlari yeterli ölçüde inançli ve kararli olmadiklarindan böyle bir saldiriya samimiyetle taraftar olmuyorlar. Bu saldiri vazifesi rütbem düzeltilerek bana verilirse ben bu isi yaparim.

 

Enver Pasa, Hocasi Hasan Izzet Pasayi azlederek görevi sekiz gün önce yarbayliktan albayliga terfi eden Hafiz Hakki Pasaya verdi. Hafiz Hakki Pasa artik tümen komutani olmustu ama gözü ordu komutanligindaydi.

 

Niçin olmasindi? Orduyu politikalarina alet eden bu darbecilerin basi Enver, 18 gün içinde yarbayliktan pasaliga yükselmemis miydi? Bunun yani sira harbiye naziri (savunma bakani) olmamis miydi? Ondan neyi eksikti?

 

Politika ile rütbe alan bu komutanlar arazi ve yol incelemesini yanlis yapmis ve sonuçta tekerlekli araçlarin geçmesine uygundur raporu verilen yollardan askerler yaya zor geçmislerdi. Tekerlekli araçlar ve kisitli mühimmat karlara saplanip kalmis, tek tek birerli siralarla yürüyen askerler, güçleri tükenmis, hasta ve mecalsiz olarak Ruslarin karsisina dikilmisler çogu kursun bile atamadan donarak ölüp gitmislerdi.

 

Kardan heykeller

 

22 aralikta Enver Pasanin emriyle 120-125 bin civarinda Osmanli askeri dondurucu soguga ragmen yollara sürülmüstü. Bölge çogu senenin dört ayi boyunca karlarla örtülüydü. Kar yükseklikleri kimi yerlerde bir metreyi geçiyordu. Zemheriler diye bilinen en soguk günlerdi. Sifirin altinda kirk dereceye düsen soguk, düsmandan daha düsmandir. Yapilan harekât plânina göre 9. Kolordu Sarikamis Daglarini, 10. Kolordu ise Allahuekber Daglarini asarak Ruslari Sarikamista kusatip imha edecekti.

 

Gündüz baslayan yürüyüste çariklari yumusayan askerlerin çariklari gece donmaya, bir mengene gibi ayaklarini sikmaya baslar. Adim atmak neredeyse imkansizdir. Askerler oldugu yerde ziplar, atlar, kendini karlarin içine vurur ve ayaktan baslayan donma yavas yavas tüm vücuda yayilir. Düseni kaldirmamak için emir vardir. Zaten kimsede de kimseyi kaldiracak güç kalmamistir. Neferler ordunun isaret taslari gibi yollara dizilirler. Kimi çömelmis, kimi oturmus, kimi yuvarlanmis, kimi bir agacin gövdesine dayanmis kardan heykellere dönüsürler.

 

90.000 sehit. Tek kursun atmadan...

 

O yil kurtlar insan etine doyar. Birçok cesedin gözlerini kuslar oymustur. Arkadan gelenler, gördükleri korkunç manzara karsisinda moralmen yikilmaktadir. Ayrica açlik da son haddine ulasmistir.

 

Onbes saatlik yürüyüsün sonunda, 16.300 kisilik 30. tümenden geriye 1.400 asker kalir. Ölenler, düsmana karsi tek bir mermi atamamislardir. Diger birliklerin de bunlardan farki yoktur. Kayiplarin sayisi, en iyimser rakamla 70 bin kisidir. Bazi kaynaklarda bu sayi 90 bin kisiye kadar ulasir. Sonuçta, sadece bir gecede binlerce asker beyaz karlarin üzerine cansiz serpilmisti. Kalanlar ise açlikla, bitlerle, tifüsle, sogukalginligi ve kangrenle ugrasiyorlardi.

 

Tarih ne böyle bir faciayi yazmis, ne de görmüstü. Oysa Istanbula çekilen telgraflarda inanilmaz ifadeler vardir: Kafkasya daglari ve tepeleri beyaz bir örtüyle örtülüdür. Kar hemen hemen bir metreyi geçmistir. Harekâttaki sessizlik bundandir. Kahraman askerlerimizde ilerleme istegi o kadar çoktur ki, ellerinden gelse soluklariyla karlari eritip yol açacaklardir. Kari daha az olan kesimlerde kahramanlarimiz basarilar elde ediyorlar. Dün süngü saldirisiyla düsmandan iki mevzi ele geçirilmistir.

 

Enver Pasa inadindan dönmedi. Son bir gayretle Sarikamisa yüklenmek istiyordu. Acimasiz emrini verdi: Saldiri sirasinda her üst, bir adim geri atani derhal tabancasi ile öldürecektir. Askerler, bu durum karsisinda dillerinde kelime-i sehadet ile bir kere daha bile bile ölüme yürümeye basladi. Sonuçta Sarikamisa ancak bir avuç kahraman ulasabildi. O da geçici bir süre için.

 

Onlari teslim alamadim. Çünkü...

 

Rus Kurmay Baskani Pietroroviç, anilarinda Sarikamisa kavusan o bir avuç kahramani söyle anlatacaktir:

 

Ilk sirada diz çökmüs bes kahraman. Omuz çukurlarina yasladiklari mavzerleri ile nisan almislar. Tetige asilmak üzereler. Ama asilamamislar. Kaput yakalari, Allahin rahmetini o civan delikanlilarin yüreklerine akitabilmek istercesine semaya dikilmis, kaskati... Hele biyiklari, hele hele biyiklari ve sakallari! Her biri birer fütuhat oku gibi çelik misal. Ya gözler?.. Dinmis olmasina ragmen su kahredici tipinin bile örtüp kapatamadigi gözleri!.. Apaçik!.. Tabiata da, baskumandana da, karsisindaki düsmana da isyan eden ama Allahina teslimiyetle bakan gözler... Açik, vallahi apaçik!..

 

Ikinci sirada öyle bir manzara ki, hiçbir heykeltras benzerini yapmayi basaramamistir. O ürkütücü ayaza ragmen, saglarinda fisekleri debelenerek üzerlerinden atmaya tenezzül etmemis iki katirin yaninda baslari semaya dönük, alti masal güzeli Mehmed... Sandiklari bir avuçlamislar ki, hayati biz ancak böyle bir hirsla avuçlayivermisizdir. Öylesine kaskati kesilmisler.

 

Ve sag basta binbasi Mustafa Nihat. Ayakta... Yarabbi, bu bir ayakta durustur ki, karsisinda düsmani da, kâfiri de, lanetlisi de Allahin huzurunda diz çöküs halinde gibi. Endami, düsmani dize getiren bir tekbir velvelesi gibi. Belinde, fiseklerinin yuvalarini tipi ile kapatmaya bütün gece düsen kar bile razi olmamis. Sol eli boynundaki dürbünü kavramis. Havada donmus, Kale sancagi gibi... Diger eli belli ki, semaya uzanip rahmet dilerken öylesine taslasmis. Hayrettir, basi açik. Gür erkek kömür karasi saçlari beyaza bulanmis...

 

Ve Moskovadaki askeri müzede sergilenen bu satirlarin sonu söyle biter: Allahuekber Daglarindaki Türk müfrezesini esir alamadim. Bizden çok evvel Allahlarina teslim olmuslardi. 24.12.1914 Persembe.

 

Ve bitisimizin itirafini olayin bas sorumlularindan Hafiz Hakki Pasa, baskumandan vekiline su sözlerle özetler: Bitti pasam, ordumuzun kism-i küllisi mahvoldu.

 

Enver Pasa hiçbir sey olmamis gibi Istanbula döner. Arkasinda binlerce kefensiz kar çiçegi birakarak... Basini ele geçirmis bu darbeci güruh siki bir sansür uygulayarak halkin Sarikamis cephesinde olup biteni ögrenmesine engel olurlar. Faciayla ilgili bilgiler Ruslar vasitasiyla Avrupa ve Dünyaya yayilir ama hersey için artik çok geçtir. Bir sohbet sirasinda Harbiye Nezareti Ordu Daire Baskani Behiç Beye bu facia için Enver Pasa söyle der: Bunlar nasil olsa birgün ölecek degiller miydi!

 

Birinci Cihan Harbinin alevleri, Sarikamistan Çanakkaleye, Galiçyadan Trablusgarpa kadar binlerce kilometre karede müslüman kaninin ihtiraslar ugruna akmasina sebep olur. Ve Akif gözyaslari içinde söyle inler:

 

Gitme ey yolcu beraber oturup aglasalim,

 

Elemim bir yüregin payi degil, paylasalim.

 

Karsimda vatan namina bir kabristan yatiyor!

 

Ihtiras demistik ya! Bazilarinin ihtirasi sadece kendilerini degil, milyonlarca vatan evladini ve tarihin gördügü en ihtisamli cihan devletlerinin birini yakabiliyor.

 

 

Muzaffer Tasyürek

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sarıkamış,Enver Paşa'nın hezeyanı olarak tarihe geçmiş,göz göre göre onbinlerce askerimizin düşmana kurşun sıkamadan şehit olduğu bir facia.

Tabii bu faciada levazım subaylarına'da pay çıkarmak lazım,o kadar sürede bu askere nasıl kışlık kıyafet temini yapılamadı.

İhtirasları,maceraperestliği,Turan Turan diye heyecanlı ve hayalperest inleyişleri,1.Dünya Savaşı'na gereksiz yere Devlet-i Aliye'yi sokan aptalca tutumu,bağımsız hareket etme iseği,aşırı Alman hayranlığı ile bir Enver Paşa portresi çizilir genelde.Doğrudur da.

(Ülkücü taifenin kanı hızlı akan deli zurna gençleri bu zatı pek severler,'Hedef Turan,Rehber Kuran' gibi içi boş bir dövizle naralar da attıkları bilinir.)

Amma bu adam bir halta yaramasa da pişman olmuştur,bir hayrını göremesek de vatanını sevmiştir.Ruslara emrindeki birkaç bin derme çatma türkmen birlikleriyle(Basmacılar) saldıran,hücum komutu verdiği gibi şehit olan (bu komuta askerlerin uymaması trajik bir olaydır) bir Enver Paşa daha vardır.

Hepten şerefsiz herif demenin ve garibanın günahını almanın faidesi yok.

(Bu adam Talat ve Cemal andavallarıyla takılmasaydı,belki adam gibi bir icraatını görürdük.Lakin Manastır'da,Selanik'te,Resne'de dağlarda eşkıyalık yapıp sonra çöpçü ihtilaliyle asitane'ye gelip 31 Mart güruhunu ayaklandıran,İttihatçıların askeri önderi olan birisidir.Talat'la Cemal'la kankadır.

Körle yatan şaşı kalkarmış,Talat masonuyla kanka olandan ne beklenir ki?)

Haa,ama şunu da ilave etmek lazımdır ki,orduya getirdiği yeni Alman modeli hususunda tebrik edilmeye layıktır.Böyle biline.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Siz Enver Paşa Hazretleri kadar Erkek olunda ondan sonra onun adını ağzınıza alın.Ölü dedikoducuları.

Buyrun gerçekler, okuyun, yeşil solcuların kaynağı değil bunlar, Müslümanların kaynakları:

 

SARIKAMIŞ HAREKÂTI VE ENVER PAŞA

 

 

 

Sarıkamış Harekatı'nı gerektiren nedenler

- Ordu mu zayıf idi, düşman mı kuvvetli?

- Hayır! Düşman hiç kuvvetli değildi ve orduda şayanı kayıt bir zaaf yoktu.

- O halde nasıl oldu?

- …….!"

Bakî ihtiram."

 

1912 yılında yeni seçilen Amerika Başkanı Wilson'a, Türkiye'ye atanacak büyükelçinin kim olacağı sorulduğunda,"Türkiye yok ki, elçi göndermeye ihtiyaç olsun" demiştir.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Osmanlı'ya bakış işte bu şekildeydi. Dolayısıyla, Birinci Dünya Savaşı'na niçin girdik, girmesek ne olurdu gibi tartışmalar, Wilson'un cümlesi karşısında anlam ve önemini yitiriyor.

Birinci Dünya Savaşı'nın bir parçası olan Sarıkamış Harekatı, milli bellekte silinmez izler bırakan ve ilk günkü tazeliği ile vicdanları bugün de kanatan bir mücadelenin adıdır.

 

Sarıkamış Harekatı, Rus işgali altındaki Kars, Sarıkamış ve Ardahan'ı kurtarmak; baharda başlayacak Rus taarruzunu engellemek ve Kafkaslar ile Orta Asya'daki Türk illerinin kapısını açmak amacıyla başlatılmıştır. Bu harekatın bir diğer amacı da, Birinci Dünya Savaşı'na parlak bir başlangıç yapmaktı. (Rusların, Kars ve Ardahan civarında tahrik ettikleri Ermeniler, otuz binden fazla Türk erkeğini işkencelerle öldürmüş, Müslüman kadınlara da yapmadıkları kötülük kalmamıştı. Ermenilerin ellerinden kaçabilen çoğu kadın ve çocuk binlerce insan karlı dağlarda perişan bir haldeydi. Ermeni askerlerinin muhafazasına verilen Türk esirler acımasızca işkencelere maruz kalarak öldürülüyordu. Artık buralardaki Müslümanların kurtarılması da vicdanı bir yükümlülük haline gelmişti.)

 

Neredeyse bütün askeri uzmanların ortak görüşü, Rus kuvvetlerinin arkasına sarkmayı hedef alan bu harekatın, başarılı bir plan olduğu yönündedir.

Burada, Enver Paşa'nın "acele ettiği" iddiasına da bir parantez açmak gerekiyor: Ziya Nur Aksun, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekatı isimli eserinde şu tespiti yapmaktadır: "Diğerlerinin ayak sürümelerine rağmen, Enver'in harekatta ısrar etmesi, vukuata göre haklı ve çok isabetli görünmektedir. Çünkü, harekatta yapılacak her gecikme, Ruslar'ın Sarıkamış'taki vaziyetini kuvvetlendirecektir."

 

Çünkü Rusların, sınırsız insan kaynakları vardı. Neredeyse her gün, yeni takviye birlikler geliyordu. Türk ordusu ise, dört bir cepheye dağılmış vaziyette olduğundan, sınırlı imkanlara sahipti.

İstanbul'dan Erzurum'a gelip Üçüncü Ordu Komutanlığı görevini de üzerine alan Enver Paşa, yayınladığı şu beyanname ile 18 aralık 1914 tarihinde, birliklere taarruz emri verdi: "Askerler! Hepinizi ziyaret ettim. Ayağınızda çarığınızın, sırtınızda paltonuzun olmadığını gördüm. Lakin, karşınızdaki düşman sizden korkuyor. Yakın zamanda taarruz ederek Kafkasya'ya gireceğiz. Siz orada her türlü nimete kavuşacaksınız. Alem-i İslam'ın bütün ümidi, sizin son bir himmetinize bakıyor."

 

Şartlar zorludur. Enver Paşa, askerin sıkıntılarını bilmektedir. Fakat vatan, onlardan bir fedakarlık daha beklemektedir.

Liman Von Sanders, "Üçüncü Türk Ordusu'nun (Köprüköy'de) Rusları geri çekilmeye mecbur etmesi, Enver'in hırsını tahrik etti" diyerek; taarruz harekatını, Enver Paşa'nın şahsi ve nefsi hırslarıyla yapılmış gibi göstermesi, pek kabul görmez. Nitekim, Enver Paşa'ya muhalif olan ve onu pek sevmeyen Miralay Şerif, "Bu düşünce yanlıştır. Enver, Hasan İzzet Paşa'nın Ruslara kati darbe vuramadığını düşündüğü için Üçüncü Ordu'ya geldi" demektedir.

 

Burada bir konunun daha altını çizmek gerekir: Anadolu'yu kasıp kavuran salgın hastalıklar yüzünden, her ay, Üçüncü Ordu mevcudunun % 18'i hastalanıyordu. Bir an önce harekata geçilmezse, ordu, durduğu yerde eriyecek ve bir güç unsuru olma özelliğini yitirecekti.

 

Sarıkamış Harekatı'na 83. Alay Komutanı olarak katılan Tuğgeneral Ziya Yergök, anılarında bu gerçeği tüm açıklığı ile ortaya koyuyor: "Orduyu hareketsiz, boşu boşuna durdurmak, tatbikatla uğraştırılsa bile iyi bir şey olmazdı. Muharebeye giren ordu, sonuna kadar muharebe ile uğraşmalıdır. Ordu uygun olmayan şartlar altında bekletilirse, her türlü bulaşıcı hastalıktan erir, mahvolurdu.

 

Düşmanlarımızın yiyecek, içecek, giyecek, yakacak ve cephane kaynakları bitmez tükenmez derecede bol olduğu için, muharebeyi uzatarak kazanmak istiyorlardı. Bu kaynaklar bizde ve müttefiklerimizde az olduğu için, istiyorduk ki bir an önce zafer kazanalım. Bu yüzden taarruz yaza bırakılamaz, sınırlı kaynaklarla muharebe uzatılamazdı." Sayfa 122

 

Ve Sarıkamış Harekatı

Üçüncü ordunun üç kolordusu, 24 Aralık 1914 günü, eksi kırk derece soğukta, Büyük Sarıkamış Çevirme ve Kuşatma Harekatı'na başladı. Ayrıca, gerilla harbi yapan yarı resmi Türk çeteleri de Ardahan'a hareket etti. Üçüncü ordunun bazı kıtaları, 24-25 aralık gecesi Sarıkamış'a ulaşmayı başardı. Ancak, Allahü Ekber dağlarını aşarken çetin zorluklar ve kış şartları sebebiyle çok zaiyat verildi.

 

Türk ordusunun ne kadar zorlu bir işe giriştiği, Rus Kafkas Ordusu Başkumandanının, Fransa ve İngiltere'ye çektiği şu telgraftan bellidir: "Telefon konuşmalarını bile durduran soğuk ve kış, Türk ordusunu engellemiyor. İkinci bir cephe açarak, Türk ordusunun ilerlemesi durdurulamaz ise, Bakü petrolleri Osmanlı-Alman ittifakının eline geçecek ve Hindistan yolu onlara açık bulunacak."

 

Kış, bu sırada daha da şiddetlendi. Fırtına ile yağan kar yolları kapatıp çadırları yıktı. Arkasından da dondurucu soğuklar bastırınca, kayıplar artmaya başladı. 25/26 Aralık gecesi, 10. Kolordu Sarıkamış'ı kısmen işgal etmeyi başarsa da, savaş sonunda bu kolordu da erimiştir.

 

Sarıkamış Harekatı sonucunda ağır bir bedel ödendiği doğrudur. Fakat, bazılarının iddia ettiği gibi, bu bedel, "düşmana tek kurşun sıkmadan" gerçekleşmiş değildir.

Vatani görevimi, 3. Ordu'da taarruz piyadesi olarak yaptım. Bize öğretilen ve askeri kitaplarda yer alan, taarruz ile savunma oranının ikiye bir olduğudur. Yani, savunan taraftan bir asker ölürse, taarruz eden taraftan iki askerin ölmesi kaçınılmaz gibidir.

 

150 bin kişilik 3. Ordu'nun (Harekata katılan: 75 bin) kaybı, harp tarihi arşivine göre 23 bin şehit, 7 bin esir ve 10 bin yaralıdır. Liman Paşa'nın kitabında, asker kaybımız 42 bin olarak ifade edilir. Birçok tarihçi de, toplam olarak 50 bin rakamını doğru kabul eder. Rus ordusunun kaybı ise, kendi resmi rakamlarına göre 32 bindir. Resmi kaynakların dışına çıkıldığında, Rusların kaybı da artmaktadır.

 

Sarıkamış Harekatı'nda 90 bin zaiyat verdiğimiz, sadece Rus kaynaklarında yazılıdır. Bu rakam, propaganda amaçlı olduğundan abartılıdır. Ve resmi ideolojinin sözcülüğünü yapan bazı tarihçiler, Rusların verdiği bu rakamı doğru kabul edip kullanmıştır.

 

Rus ordusunun da 32 bin kayıp verdiğini hesaba katarsak, ortada, yoktan yere şehit olan askerler yoktur. Mesela Mustafa Müftüoğlu "Enver Paşa'nın hataları yüzünden, 100 bin kişilik 3. Ordu'dan 10 bin asker sağ kaldı" diye yazmıştır. Geride 10 bin asker kalmış olsaydı, bu kadar küçük bir kuvvetle ancak bir il veya ilçe savunulabilir ve Ruslar, İç Anadolu'ya kadar rahatlıkla ilerleyebilirdi. Yine, "90 bin askerin yoktan yere öldüğü"nü söyleyen yazarlar bulunmaktadır. Böyle bir cümleyi dile getirmek, Sarıkamış'ta şehit düşen askerlere yapılacak en büyük haksızlıktır, diye düşünüyorum.

 

(Sarıkamış Harekatı'nda yaşananların bir benzeri de, İngilizlerin başına gelmiştir. Somme Savaşı, Birinci Dünya Savaşı'nın en kanlı çarpışmalarından biridir. Somme'de, Alman savunma hatlarını yarmak için taarruz eden İngiliz ordusu, akıl almaz hatalar ve bazı talihsizlikler yüzünden, ilk gün, 58.000 asker kaybetmişlerdir. İlerleyen günlerde, bu sayı hızla artmıştır. Ve Somme Savaşı, Britanya İmparatorluğu ordusunun bir tek günde en çok kaybı verdiği savaş olarak tarihe geçmiştir.

 

Sarıkamış ile Somme arasındaki tek fark ise, İngilizlerin, bu ağır kayıplar ve sonuçsuz taarruzlara rağmen, hiçbir komutanlarını suçlamamasıdır.)

 

Sonuç olarak, 75 bin askerin katıldığı bir savaşta 90 bin kayıp vermek, bazı askerlerin iki kere ölmesi anlamına gelir ki, bu da tıbben mümkün değildir. Ayrıca, Trablusgarp'ta kendisine hediye edilen bir ceylanın hastalanması üzerine, başucuna oturup ağlayacak kadar duygusal olan Enver Paşa'nın, binlerce vatan evladını "gözünü kırpmadan ölüme göndermesi" düşünülemez.

 

Soğuk, açlık ve hastalık

Sarıkamış Harekatı'nda soğuktan ve açlıktan ölmelerin başlıca iki nedeni var:

1- Taarruza katılan birliklerin hatırı sayılır bir kısmı, özellikle Arabistan'dan geri çekilen ve Güneydoğu Anadolu'ya sevk edilenlerdir. Bu askerler, sıcak iklime alışık olup teçhizatları yönünden de kış şartlarına hazırlıksızdır.

2- Harekat başlayacağı zaman, Üçüncü Ordu'nun mevcudu 190 bin insan ve 60 bin hayvan idi. Bu mevcudun altı aylık iaşesi için takriben 88 milyon kilogram buğday, çavdar ve arpaya ihtiyaç varken, ordu ambarında yalnız 1 milyon 250 bin kilogram erzak ve zahire mevcuttur. [Kaymakam Şerif Bey'in Sarıkamış Anıları, sayfa 56]

 

Yine, 5. Kolordu'ya bağlı 31. ve 32. fırkalar, feci bir yanlışlık eseri olarak, havanın da sisli olması yüzünden, birbirlerine ateş etmişler ve 2 bin asker zaiyat vermişlerdir. (Buna benzer bir yanlışlığın Kıbrıs Barış Harekatı'nda da yaşandığını hatırlatmakta fayda var.)

Ayrıca, 3. Ordu'ya en büyük darbeyi Rusların değil, tifüs, çiçek, humma, dizanteri, kolera, sıtma gibi salgın hastalıkların vurduğu, birçok tarihçinin ortak görüşüdür. Sözgelimi, Mart 1915'te 3. Ordu'nun % 45'i hastalanmış, % 11'e yakın kısmı da hastalıktan vefat etmiştir. (Kaynak: Tarihin Sarıkamış Duruşması, Dr. Ramazan Balcı, sayfa 103)

Sarıkamış Harekatı'na katılan askerlerin, "bizi Ruslar değil, bitler yendi" sözü, hiçbir zaman yabana atılmamalıdır.

 

O feci gece ve geri çekilme

O feci geceyi yaşayanlardan biri olan Kaymakan Şerif Bey, hatıratına şunları yazar: "Hava soğuk idi. Saatler pek uzun olarak geçiyordu. Gece oldu. Keskin bir soğuk ve şiddetli tipi başladı. Efrad, ayağındaki çarıkla diz boyu karlı orman yamaçlarında, zabitinin gözünden kaybolmuş ve şurada burada istirahate koyulmuştu. Bunların içinde ateş yakmaya muvaffak olan vardı. Fakat birçokları da orada ebedi bir uykuya dalmıştı. Yol boyunca perakende olarak kıtasından geri kalıp da donan efrad ile ormanlar içinde kalan bedbahtlar, gündüz olduktan sonra anlaşıldı ki, fırkaların mevcutlarından daha fazla idi."

 

Ve son gece… 3-4 Ocak gecesi.

"Karanlık bastı. Asker düşmanla karşı karşıya, karlar içinde ve avcı halinde sabahladı. Bu askerler bu gece ne yedi? Bilmiyorum."

 

Ve geri çekilme…

Sarıkamış Harekatı'nın son anına kadar, her iki tarafın da kaybetme ve kazanma ihtimali vardı.

Ruslar, kesin hücuma 4 Ocak 1915'de geçmişlerdir. 9. ve 10. Kolorduların mevcutlarının çok azalması, bir avuç insanı, çok geniş bir cepheyi müdafaa etmek zorunda bırakmıştır. Kendilerinden sekiz kat üstün bir düşmana karşı dayanmışlar; fakat 11. Kolordu'dan beklenen yardımı alamamışlardır.

 

Enver Paşa, en ön saflardayken, vasiyetini şu şekilde yazmıştır: "Ruslara taarruz edildi, fakat mağlup edilemedi. Şimdi, 11. Kolordu ve süvari fırkasını bekliyorum. Gelir ve yetişirse, düşmanı bozacağım. Fakat gelmeden düşman, zayıflamış kıtalarımıza taarruz eder ve taarruzda muvaffak olursa, o vakit ordu mahvolmuş demektir. Şimdiye kadar asker ve zabitler, hiç kusursuz harp ettiler. Her manevrayı yaptılar. Bu halde vasiyetim: Ben vazifemi yaptığımı sanıyor ve öyle ölüyorum. Düşmana, sonuna kadar karşı koyunuz. Her halde sonunda muvaffak olacağız. Ben, kalben müsterih olarak ölüyorum. Yaşasın dinim, vatanım, padişahım!"

 

5 Ocak'taki Rus taarruzunda, düşman, birkaç yerden girme yapmasına rağmen; Enver Paşa çekilme emri vermemiş, kendisi de yerinden ayrılmamıştır.

 

Miralay Şerif, Enver Paşa'nın yanına gelerek, "9. ve 10. Kolordulardan hayır kalmadığını, neticenin esaret olduğunu" söylemiş ve "Burada kalmakla hiçbir fayda temin edemezsiniz, fakat 11. Kolordu'nun olduğu Kötek'e gider ve bu birliği harekete geçirirsiniz, durumumuzu düzeltebilirsiniz" isteğinde bulunmuştur. Yani Enver, İstanbul'a kaçmak için değil, 11. Kolordu'yu harekete geçirmek için cepheden ayrılmıştır. Bardız'a yaklaştığında ise, bir düşman keşif kolunun ateşine maruz kalmış, kurmaylarından biri de kolundan yaralanmıştır.

 

Enver Paşa, 9. ve 10. Kolordulara Hafiz Paşa'yı komutan olarak atar. Yeni kumandan durumu anlamak için 9. Kolordu karargahına gider ve orada, "şereften başka her şeyin bittiğini" söyleyerek geri çekilme emrini verir. Türk ordusunun başarılı çekilme harekatı, Rus Başkomutan Vekilini kızdırınca, Kafkasya Genel Valisi'nin oluru ile Sarıkamış Grubu Komutanı Berhman'ı görevden alarak, yerine 2. Türkistan Kolordusu Komutanı Yudeniç'i tayin etti.

 

Büyük Rus baskısı ve ciddi kayıplara rağmen, Üçüncü Ordu, oldukça zor şartlar altında; Narman, Yeniköy, Kaleboğazı, Tortum hattında tutunmayı başardı. Enver Paşa ise, 11. Kolordu ile yardıma koşmak istemiş, felaket haberini yolda almıştır. Artık yapacak bir şey yoktur. Ve aşağıdaki beyannameyi yayınlayarak, 10 Ocak 1915'te İstanbul'a dönmeye karar verir.

 

"Askerler! Hemen bir ay oluyor ki, içinizde bulunarak günlerce devam eden muharebelerde, düşmana nasıl saldırdığınızı gördüm. Bu uğurda sarfettiğiniz gayretler, hiçbir vakit kaybolmayacaktır. Bundan dolayı sizi, Padişahınız ve Halifeniz başta olduğu halde, bütün millet tebrik ediyor. Ben yine İstanbul'a dönüyorum. İnşallah, bundan sonra da büyük muvaffakiyetler kazanarak, düşmanı bir daha baş kaldırmayacak derecede kahreder ve şehidlerimizin ruhunu şad edersiniz. Sizi Allah'ın birliğine havale ederim. Unutmayınız ki, Allah her an yardımcınızdır."

 

Bu beyanname, Enver Paşa'nın bir an bile olsun ümidini yitirmediğini, çok derin bir iman ile dolu olduğunu göstermesi açısından da önemlidir. Yine, Miralay Şerif, "Sarıkamış, tarihimizin şerefli sayfalarından biridir. Türk ordusu, kara kışın tipisiyle, düşmanın kurşun ve güllesiyle uğraşa cenkleşe mahvoldu da, bir neferi arka çevirmedi" demektedir.

 

General Wavel de, Sarıkamış'tan sonra, şu sözleri söylemiştir: "Türk ordusu, hiçbir dünya ordusunun yerinden kıpırdayamayacağı şartlar altında muharebe eden bir ordudur."

Bir bozgun söz konusu değildir. Fakat yine de, Sarıkamış'ın Türk milletine verdiği zaaf, senelerce sürmüştür. Irak ve Filistin orduları bile, Sarıkamış'ın sonuçlarından etkilenmiştir. Devletin en güzide ordusu, bir iki gün içinde sarsılmış, ağır bir darbe almıştır.

 

Tarafsız bir bakış

Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Ordusu isimli önemli bir kitaba imza atan Edward J. Erickson ise, daha iyimserdir. Sarıkamış Harekatı'nı onun kaleminden okuduğumuzda, içimiz pek kararmaz. O halde okuyalım:

 

"Sarıkamış Harekatı, 22 Aralık sabahı kar ve sisin az olduğu, umut veren ılımlı bir havayla başladı. 10. Kolordu sabah saat 4'te Oltu istikametinde harekata başladı. 9. Kolordunun tümenleri sabah saat 6 ile 8 arasında hücum ederken, 11. Kolordu sabah saat 9'da hücuma geçti. Enver Paşa sabah saat 8'de harekatı izlemek üzere ileri hatlara gitti ve öğleden sonra saat 3 sularında Hahor'a geldi. Başarılı bir gündü ve 3. Ordunun akşam raporları son derece ümit vericiydi. Ertesi gün de işler iyi gitti ve 24 Aralık tarihinde Türk sol kanadı Oltu'yu geçmiş ve hâlâ ilerlemeyi sürdürüyordu.

 

11 Kolordu ile 2. Süvari Tümeni de ilerliyordu. 24 Aralık'ta 9. Kolordu Sarıkamış'ın dış mahallelerine ulaşmış, 10. Kolordu da güneydoğuya dönerek Sarıkamış'ın kuşatılacağı noktaya varmıştı. Bu ana kadar taarruz büyük bir başarı kazanmış, 10. Kolordu sadece üç gün içinde 75 kilometrelik çok zor bir yürüyüş yapmıştı. 25 ve 26 Aralık tarihinde yapılan bir gece hücumunda 29. Piyade Tümeni Eski Sarıkamış'a girdi. 28 Aralık günü 10. Kolordu Sarıkamış-Kars yolu üzerinde tıkama mevzilerini ele geçirdi. Şimdi hava koşulları kötüleşmekteydi ve 10. Kolordu 1 buçuk metre karın bulunduğu ve ısının - 26 derece olduğunu bildiriyordu.

 

Ne yazık ki 11. Kolordunun hücumları yeterince etkili olamamıştı ve kolordu Rusları ileri mevzilerinde tespit etme görevini yerine getiremedi. Ruslar derhal bundan yararlandılar ve Erzurum önündeki hatlarından birkaç piyade ve süvari alayı çekip Türkler gelmeden önce Sarıkamış'a geri gönderdiler. Bu kuvvetler son anda yetiştiler ve art arda gelen Türk hücumlarına karşı şehri elde tutmayı başardılar. Rus ordu ve kolordu karargahları, gelişmeler cesaret kırıcı olmasına rağmen duruma iyice hakim oldular ve kuvvetleri üzerindeki etkin komuta ve kontrolü yitirmediler. Ayrıca 10. Kolordunun daha fazla ilerlemesini engellemek için Rus takviyeleri hızla Benliahmet'e gelmekteydiler.

 

29 Aralık, 3. Ordunun başarılarının son noktasına eriştiği gün gün oldu. Enver Paşa ordunun ileri harekatına katılmış ve operasyonun doğrudan komutasını üstlenmişti. Kuşatmanın tamamlanması için Çerkezköyü'nün kuzeyindeki sahra karargahından topyekün bir gayret gösterilmesini emretti. Ne yazık ki Türk hücumları bir sonuca ulaşacak gibi görünmüyordu ve Ruslar, çöküşün eşiğinde görünmüyorlardı. Ertesi gün Rusların Kars ve güneydoğudan taze takviye kuvvetleri getirmekte oldukları apaçık görüldü. Ayrıca yıpranma ve kayıplar Türk tümenlerini zayıflatmakta, askerler tükenmiş durumdayken hava da giderek kötüleşmekteydi.

 

Kuvvetlerin yeni yılı karşıladıkları ve 1915 yılının başladığı sırada harekata ilişkin taktik inisiyatifler karşı tarafın eline geçti. 10. Kolordunun kanatlarına ve 11. Kolordunun karşısına büyük Rus kuvvetleri getirilmişti. 2 Ocak 1915 günü Ruslar kendi taarruzlarını başlattılar. Bu tuzak içinde bir tuzaktı ve kuşatma yapan 9. ve 10. Kolordular şimdi ezici bir Rus kuşatmasının hedefi oldular. Türklerin durumu bir gecede değişti ve umutsuz hale geldi.

4 Ocak günü Rus hücumları 9. ve 10. Kolorduları giderek daha küçük bir bölgeye sıkıştırırken, Türkler felaketin eşiğine gelmişlerdi. Türklerin ya ricat ya da imha ile karşı karşıya oldukları açıktı ve Enver Paşa çekilmeyi onayladı." (Sayfa 84, 85, 86)

 

Sansür meselesi

Bazı tarihçiler, Enver Paşa'nın "başarısızlığını gizlemek için" sansür uygulattığını ve Sarıkamış Harekatı'nın sonuçlarını halktan sakladığını söyler.

Böyle feci bir haberin yurdun her yerine yayılması, hem cephelerden güzel haberler bekleyen halkı, hem de cephelerde savaşan Türk ordularını olumsuz etkileyecekti. Yine, o dönemin koşulları böyle bir haberin duyrulmasına müsait değildi. Sansürün nedeni bunlar olsa gerek.

 

Şimdi bile, Doğu illerindeki terör olayları ve asker kayıplarının önemli bir kısmından haberdar olmuyoruz.

 

Enver Paşa ve Birinci Dünya Savaşı

Enver Paşa'nın yaptığı şu konuşma, Birinci Dünya Savaşı'na niçin girdiğimizin en açık göstergesidir: "Bizi doğrudan doğruya boğazlamak isteyen Çarlık Rusyası ve İngilizlere karşı, yalnız hayatımızı bağışlamaya razı olan Almanlarla yan yana harp ettik."

 

Sarıkamış'la ilgili kaynakların ve tanıkların ortak noktalarından biri de; Enver Paşa'nın gece gündüz ayrımı yapmadan, çok tehlikeli olan avcı hatlarına kadar gittiği, en ön mevzilerde bulunduğu ve uyarıları, ricaları dinlemediğidir. Yine, "Soğanlı ormanlarının vahşi dereleri içinde bütün karargâhıyla beraber aç kaldığı" bilinen bir gerçektir. Yani, kendisi keyif çatarken, askerleri ölüme atmamıştır. O da emri altındaki askerler gibi üşümüş, aç kalmış, en ön saflarda savaşmıştır.

 

Enver Paşa'yla ilgili "hainlik" tartışmaları, biraz da yeni rejimin ürünüdür. Enver Paşa'nın dindar olması, hilafet müessesesine ve padişaha sıkı sıkıya bağlı bulunması, kimileri için "tehlikeli" bir durumdur. Sözgelimi, Çanakkale'de ordulara "ölmeyi emreden" Mustafa Kemal kahraman olmuştur; ordulara "taarruz" emri veren Enver Paşa ise "hain"…

 

Enver Paşa hakkında uzman kabul edeceğimiz isimlerden biri olan Ziya Nur Aksun; onu, şu cümlelerle değerlendirir: "Enver Paşa, Osmanlı neslinin son büyük temsilcisidir. Bu neslin özelliği, gerilimlerinin yüksek ve bağlanışlarının derin olmasıdır. Bütün varlıklarıyla sever, bütün varlıklarıyla bağlanırlar. Ama, ne yazık ki, cumhuriyet nesilleri bu derin bağlanışlardaki güzelliği kavrayamamış, politik, günlük çıkar çatışmalarını aşamayan değerlendirmeler içinde bu değerleri yok saymış, yahut küçültmeye uğraşmıştır. Oysa, Osmanlının bu son nesli, ellerinden gelenin en iyisini yapabilmek için, hayatlarını vermekten hiçbir zaman çekinmemişlerdir."

 

Osmanlı'nın bu son nesli, üzerine düşeni yapmıştı; her şeyi unutsanız bile, bu nesil yüzbinlerce şehit vermiştir. Tarihte, bu kadar yücelen bir nesil az bulunur. Ya sağ kalanlar? Onlar, devletimizin parçalanan toprakları üzerinde ve çoğu Anadolu'da olmak üzere, emperyalist güçlerle sonuna kadar dövüşmeye devam ettiler. İslam dünyasının en onurlu toprakları, onların diktiği bayrağın gölgesinde olanlardır.

 

İşte Enver Paşa, bu emsalsiz neslin simgesi idi. Kendisini, inandığı mukaddesler uğruna feda edişin en parlak örnekleriyle yaşamış, öncü ve örnek bir insandı.

Enver Paşa, İtalyanlara karşı savaşmak için Trablus'a giderken, bir mektubunda şöyle der: 'Trablus artık kaybolmuş sayılır. Buna rağmen neden gidiyorum? Bütün Müslüman dünyasının bizden beklediği bir vazifeyi yerine getirmek için gidiyorum.' Aynı insan, Osmanlı Ordularının sâbık baş komutanı ve damad-ı Halife-i İslam olarak hiçbir başarı umudu olmayan Türkistan'ın bağımsızlık mücadelesine atılırken de, böyle, insanı ürperten bir gerekçe söyleyecektir."

 

Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı bittikten ve Osmanlı çöktükten sonra, pekala, Avrupa'nın herhangi bir şehrine yerleşip rahat bir hayat sürebilirdi. Fakat o, İslam davası için mücadele etmeye devam etti. Mesela, Sakarya Savaşı öncesi, mahiyetiyle birlikte Batum'a geldi. Amacı, Milli Mücadele Birlikleri bu savaşı kaybederse, Anadolu'ya girip ordunun başına geçmek ve Milli Mücadele'yi yürütmekti. Hakkında yazılan ve konuşulanlar, Birinci Dünya Savaşı'nın kaybedilmesine rağmen, Enver Paşa'nın ordu ve halk üzerindeki etkinliğini azalmadığını gösteriyordu. Bu "tehlike"yi sezenler, Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir'e şifreli telgraf çekerek, Anadolu'ya gelmesi halinde, Enver Paşa'nın tutuklanmasını isterler. Ve hakkındaki malum kampanyalar da o saatten sonra başlar.

 

İlk günden son güne kadar Sarıkamış Harekatı'nda bulunan Kaymakam Şerif Bey de, Enver Paşa'nın "hain" olmadığını söyler. Şerif Bey'in yazdıklarında Enver'le ilgili birçok olumsuz cümle olmasına rağmen, şu satırlar dikkat çekicidir: "Maksadı hizmet idi, her gün ateş içinde bulunduğu için, on defa yaralanabilirdi. Allah onu hiçbir şeyden korkmaz, hiç kimseden çekinmez bir şekilde yaratmıştır."

 

Enver Paşa'nın hataları elbette yok değildi. Tarihçi Niyazi Akşit'e göre, "Enver Paşa büyük bir vatanseverdi. Fakat gerçekleştiremeyeceği büyük işlere girişti."

 

Enver Paşa'nın Almanlara sıcak baktığı doğrudur. Fakat bu bakış, körü körüne değildir. Enver, Almanlar savaşı kazandıktan sonra, sıranın Türkiye'ye geleceğini biliyordu. Bu yüzden, Almanya'nın verdiği silahların bir kısmını cephelere göndermemiş, Anadolu'nun derinliklerinde depolamıştır. Nitekim, bu silahların mühim kısmı, Kurtuluş Savaşı sırasında kullanıldı. (791 bin tüfek, 4 bin makineli tüfek ve 945 top… Kaynak: Edward j. Erickson, Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Ordusu, sayfa 278)

 

Bu bölümdeki son sözü, Enver Paşa'yı yakından tanıyan tanıklara bırakalım: "Onu yakından tanıyan herkesin üzerinde birleştiği nokta, Enver'in bir insan olarak mükemmel ahlaki değerlere sahip olduğudur." Emir Şekip Arslan, Şehit Enver Paşa ve Arkadaşları

 

"İffet ve namus timsali, feragatin en üst sınırında, hayat ile ölüm arasında fark görmeyecek derecede idealist olarak yaşamıştır." Muallim Fuat Gücüyener, Büyük Harpte Tanıdığım Kumandanlar

"Bir insanın çıkabileceği en üst makamlara yükseldiği halde, samimiyetini kaybetmemiştir. Keskin bir zeka, salim bir muhakeme, muhatabını iyi tanıma gibi yaşından beklenmeyen edep ve terbiye sahibidir." Golç Paşa'nın Hatıraları.

 

Olumsuz kampanya

Enver Paşa'yla ilgili olumsuz kampanya siyasidir ve daha daha çok Cumhuriyet'ten sonra başlamıştır. Nitekim, Eric Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye'nin Tarihi isimli 'bağımsız' kitabında, 1920'li yılları değerlendirirken, "İttihat ve Terakki Cemiyeti'nden sadece Enver Paşa, savaş sonrası Türk siyasetinde önemli bir rol oynadı" demektedir. Eserin 207. sayfasındaki şu cümle de dikkat çekicidir: "Mustafa Kemal'in Enver'le olan kişisel ilişkileri çok gergindi."

 

Zürcher'e göre; "Enver Paşa, savaşın sadece ilk aşamasının kaybedilmiş olduğuna ve tıpkı 1913'te Balkan Savaşı'nda olduğu gibi, ikinci bir raunt için fırsat çıkacağına ve bu rautta Osmanlıların saldırıya geçeceklerine inanıyordu." [sayfa 197] Nitekim, Enver Paşa, sık sık, "Arabistan, Suriye, Mısır, Filistin, Kafkaslar ve Trablusgarb'ın tekrar Osmanlı'nın eline geçeceğini" söylemekteydi.

 

Ona göre, Türkiye'nin hür ve tam bağımsız bir devlet olabilmesi, ancak, Anadolu'nun dışına taşan bir coğrafyayla mümkündü. Tabii böyle bir şeyi en başta İngilizler istemezdi. Ki, Enversiz Kurtuluş Savaşı'na İngilizlerin pek müdahale etmemesi, kafalarda hep soru işareti bırakmıştır. Bunun nedeni, Kurtuluş Savaşı'nı yürüten kadronun, sınırlı topraklara [Anadolu ve Trakya'nın bir kısmı] razı olması, olabilir.

Zürcher, Milli Mücadele'nin 19 Mayıs 1919'da başlamadığını da delilleri ile ortaya koyuyor. [ Ki, Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, dünya çapında saygın bir eserdir.]

 

"İttihat ve Terakki Cemiyeti, bir taraftan Anadolu'da silahlı direniş hareketi hazırlarken; aynı zamanda da Rum, Ermeni, Fransız, İtalyan ya da İngilizler tarafından işgal edilme tehlikesi olan bölgelerdeki Müslüman Türk kesiminin haklarını savunmaya hazırlanıyordu. Bu girişim, yerel 'Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'nin kurulması şeklini almıştı, ki bu örgütler savaş sonrasında Anadolu ve Trakya'da ulusal direniş hareketlerinin oluşturulmasında hayati bir rol oynayacaklardı. [Kasım 1918]

 

Ömer Lütfi Mete, Cumhuriyet'ten sonra başlatılan Batılılaşma hareketini ima ederek, "Avrupa, Türkiye'yi şartlı tahliye etmiştir" demektedir. Bunu da bir kenara not etmekte fayda var.

 

Birinci Dünya Savaşı'na kimin yüzünden girdik?

Enver Paşa'ya isnad edilen suçlardan biri de, Osmanlı'yı Birinci Dünya Savaşı'na sürüklediğidir. O dönemin en önemli isimlerinden biri olan Said Halim Paşa, "Türkiye'nin Birinci Cihan Harbi'ne Katılmasının Sebepleri" başlıklı makalesinde, devletin bu savaşa girmekten başka çaresinin kalmadığını en açık delilleri ile anlatır. Said Halim Paşa, "Büyük Avrupa Harbi'nin patlamasının Türkiye için taşıdığı derin tehlikeleri idrak etmeyen kimse yoktu" dedikten sonra, bu savaşın asıl gayesinin, "Türkiye'nin paylaşılması" olduğunu söyler.

 

Yine, özellikle İngiltere, Fransa ve Rusya'nın amacı, Türkiye'yi yalnız ve çaresiz bırakmaktır. "Üçlü İtilaf, ta Güney Amerika hükümetlerine varıncaya kadar her tarafta kendine müttefik arıyor, fakat bütün bunların yanında, Türkiye ile ittifaka girmiyorlardı. Türkiye, kendi varlığının çok ciddi tehlikelere maruz kaldığını anlamış bulunmaktaydı. Ve, tarafsızlık, yalnızlık demekti."

 

Said Halim Paşa'ya göre, İstiklal Harbi, Birinci Dünya Savaşı'nın devamıydı ve bu savaş, adeta, Enver Paşa ve ekibinden kaçırılmıştı. Said Halim Paşa'nın sözkonusu makalesinden bir bölüm okumak, meseleyi daha iyi kavramamıza yarayacaktır.

 

"Türkiye, kendi varlığının çok ciddi tehlikelere ve ithamlara maruz kaldığını anlamış bulunmaktaydı.

İtilaf Devletleri, bizimle bir ittifaka girmiyorlardı. Çünkü böyle bir anlaşma, onların gizli maksatlarına aykırı düşmekte idi. Bu devletler, harbin sonunda 'Hasta Adam'ın hayatına son vermek ve onun mirasını paylaşmak istiyorlardı. Bu muharebede, İtilaf Devletlerinin esas gayelerinden biri de bu idi.

 

Nihayet Üçlü İtilaf'ın elçileri ile devam eden görüşmeler, üçünün müşterek verdikleri nota ile sona erdi. Bu notaya göre üç devlet, bütün Harb-i Umumi müddetince tam ve mutlak bir tarafsızlık halini muhafaza etmesi şartıyla, Türkiye'nin toprak bütünlüğünü ve istiklalini tekeffül ediyorlardı. Öyle ki, bu müşterek notaya göre, Türk devletinin sadece harbe girmemesi "bîtaraflık" olarak kabul edilmiyordu. Böyle bir tarafsızlık, Türkiye'yi, milli müdafaası için kurmaya mecbur olduğu kuvvet ve teşkilat için muhtaç bulunduğu dış yardımdan tamamen mahrum bırakıyordu.

 

İtilaf Devletleri'nin teküffülünü geçerli kılabilmek için tatbik edilecek bir tarafsızlık, Türkiye'yi kendi kendini müdafaa edemeyecek bir geriliğe ve acze mahkum ediyordu. Rusya'nın ihtirasları ve İngiltere'nin kötü niyetleri ile bir kat daha şüpheli hale gelmiş olan bir tekeffüle memleketin talihi bağlanamazdı. Esasen bize çok pahalıya oturmuş bir acı tecrübeler silsilesi, bizi ikaz etmekte idi.

 

Sulh zamanlarında bile Osmanlı bütünlüğüne ve istiklaline en öldürücü darbeleri vurmuş olanların, hele bir de savaştan zaferle çıktıktan sonra, verdikleri sözlere riayetlerinin daha öncekilerden başka türlü olacağına nasıl inanabilirdik? Geçmişte olanlar, gelecek için tatlı hayaller beslememize imkan bırakmıyordu.

 

İtilaf Devletleri'nin Sevr Muahedenamesi ile açığa vurulan kötü niyetleri, suikastleri, karanlık ve kanlı ihtirasları, ne dün doğan şeyler, ne de Harb-i Umumi'nin neticeleridir. Onlar, Harb-i Umumi'yi doğuran sebeplerin en mühimlerinden oldukları gibi, bugün devam eden savaşın da sebebidirler. Yine onlar, Türkiye'nin son asırlarda, elîm bir mecburiyetle girişmek zorunda kaldığı üzücü harplerin de sebeplerini teşkil eder.

 

Bundan başka, 1914 senesi ile 1919 arasındaki fark, 1914'te aynı millî tehlikenin şimdi olduğu kadar açıklıkla görülmeyişidir. 1914'te Sevr Muahedenamesi yazılmamıştı; onun için 1919'da olduğu gibi, tehlike, kitap şeklinde okunamazdı.

Türkiye'nin tarafsız kalabilmesi, ancak varlığını korumaktan vazgeçmesi şartıyla mümkün olabilirdi. Türkiye savaşa vakitsiz girdi. Fakat bu, onun harpte takip ettiği yolun yanlış olduğunu göstermez.

 

1914'te Türkiye'nin Almanya ile akd ettiği ittifakı ve Avusturya-Macaristan ile işbirliğini bir hata, bir suç olarak görmek; bugün Bolşevik Rusya ile Türk devletinin akd etmiş olduğu ittifakı bir hata, bir suç saymak kadar, hatta ondan daha büyük bir yanlışlığın eseridir. Türkiye'yi harbe katıldığından dolayı itham etmek, milli varlığını korumak için mücadeleye giriştiğinden dolayı itham etmek demek olur.

 

Eğer Türk milleti bugün hâlâ mücadele edebiliyor ve Cenab-ı Hakk'ın inayeti, muazzez ve mübeccel evladlarının fevkalade fedakarlığı ile kendisine hür ve imanlı bir gelecek temin edebiliyorsa; bu sırf, 1914'te kendisine terettüp eden ulvi vazifeyi idrak ederek, mücadele edeceği kuvvetlerin büyüklüğü önünde herhangi bir tereddüde düşmeden, vazifesini elinden geldiği kadar güzelce ifâ eylemiş olmasındandır."

 

Denize düşen yılana sarılır

Toktamış Ateş de Siyasal Tarih isimli geniş kapsamlı kitabında, bu konuya değinmektedir: "Babıali, Birinci Dünya Savaşı öncesi gelişmelerin ve kendini bekleyen tehlikelerin farkındaydı. Ve Abdülhamid'in başlattığı 'denge politikası'ni İttihatçılar da sürdürüyorlardı. Avrupa'da savaş patlak verince, Babıali Londra'ya başvurmuş ve Boğazlar ve toprak bütünlüğü konusunda güvence verilirse, Almanya ile yapmış olduğu anlaşmaya rağmen, savaşa girmeyebileceğini bildirmişti.

 

Ancak İngiltere bu öneriye ilgi duymadı. Zira, Rusya ile yaptığı gizli anlaşmalarla, Osmanlı topraklarının paylaşımını çoktan yapmıştı. Kısaca belirtmek gerekirse, Osmanlı savaşa girmese bile, eğer savaşı İngiltere-Rusya-Fransa kazansaydı, imparatorluk parçalanacaktı. Bu koşullar altında savaşa Almanya'nın yanında girmekten başka çare yoktu." [sayfa 412]

 

Enver Paşa'nın Bakü Kongresi'nde yaptığı konuşma, Birinci Dünya Savaşı'na niçin girdiğimizin en açık göstergesidir: "Bizi doğrudan doğruya boğazlamak isteyen Çarlık Rusya'sı ve İngilizlere karşı, yalnız hayatımızı bağışlamaya razı olan Almanlarla yan yana harp ettik."

 

Tuğgeneral Ziya Yergök de, hatıralarında şöyle demektedir: "Boğazlar bizde idi. İngiliz ve Fransızlar İstanbul'u Ruslara verme sözü vermişti. Bunun için bizi ittifaklarına almıyor, isteklerimizi kabul etmiyorlardı. Açıkça anlaşılıyor ki, harbe girmesek bile İstanbul elden gidecek, ülkemiz parçalanacaktı. Artık doğal olarak Almanların tarafına geçmemiz gerekiyordu. Denize düşenin yılana sarılması gibi…" Sayfa 22

Bu bölümü özetleyecek olursak; Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na girip girmeme konusunda iki şıklı bir tercihi olmamıştır.

 

Sarıkamış Harekâtı'nın doğurduğu sonuçlar

Sarıkamış Harekatı'ndan sonra Ruslar da en az Türkler kadar yıpranmıştı. O güne kadar Türkleri pek ciddiye almayan Ruslar, o günden sonra Türkleri ciddiye almış ve Doğu cephesinde bir buçuk milyon asker kullanmıştır.

 

Sarıkamış Harekatı'ndan sonra, Ruslar da en az Türkler kadar yıpranmıştı. O güne kadar Türkleri pek ciddiye almayan Rusların, o günden sonra Türkleri ciddiye alması, bilinen bir gerçektir. Türklerin en zor şartlarda bile böylesi bir harekata girişmesi, Rusları şaşkına çevirmiştir. Ve Ruslar, bir yıl boyunca, kendi ordusunu cepheye sürmek yerine, Ermeni çetelerini kullanmıştır. Ermeni çeteleri de geniş ölçekli bir katliam harekatına girişirler

 

(21 Mart 1918'de Erzincan ile Erzurum arasındaki bölgede aralarında çocukların da bulunduğu çok sayıda Müslüman Türk ölü bulundu. Ne var ki, Üçüncü Ordu henüz ana yollardan çıkıp köylere ulaşmamıştı ve buralarda daha büyük sayılarda ölü bulunması bekleniyordu.

 

1 Nisan 1918'de Erzurum'da 2127 Müslüman Türk erkek cesedi bulunmuştu. Olay tarihinde orada sadece Ermeniler bulunuyordu.

1 Mayıs 1918'de Trabzon ile Erzincan arasındaki köylerde, Müslümanların sadece katledilmediği, öldürüldükten sonra parçalandıkları kaydediliyordu." Genelkurmay Başkanlığı Arşivi'nden…

Denilebilir ki, Sarıkamış Harekatı, Ermenilerin de kaderine tesir etmiştir. Harekat Türk ordusunun zaferiyle sonuçlansaydı, muhtemelen, Ermeniler katliam yapma fırsatı bulamayacak ve ileride karşılaştıkları olumsuzluklarla karşılaşmayıp yerlerinde kalacaklardı.

 

Bu konuda daha geniş bilgi edinmek isteyenler, Talat Paşa'nın anılarından yararlanabilirler.

 

Sarıkamış'tan sonra

Sarıkamış Harekatı'ndan sonra hiçbir şey bitmiş değildi. Ruslar, sadece 1916/1917 kışında 100 binin üzerinde kayıp vermişti. Bu rakam, sadece soğuk havaları ve salgın hastalıkları değil, aynı zamanda bölgedeki Türk gücünü de gösterir.

 

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun Türkiye'deki askeri ateşesi olan Pominakowski, kitabının 1917 tarihli bölümüne, "Durum oldukça ciddi olmasına rağmen, Enver Paşa hâlâ ümidini yitirmemiştir" notunu düşer. Nitekim, 1918 yılında, Doğu Anadolu'daki şartlar Türkiye lehine değişmeye başladığında, Enver Paşa, Rusların boşaltmaya karar verdiği Kars, Ardahan ve Batum vilayetlerinin zaptı için 3. Ordu'ya emir verir.

 

Sarıkamış'ta "tek kurşun atmadan" savaş dışı kaldığı söylenen 3. Ordu; Rus, Ermeni ve Gürcü gönüllülerden oluşan bütün mukavametleri kırarak, 14 Şubat günü Erzincan'ı, 24 Şubat'ta Trabzon ve Nenehatun'u, 12 Mart'ta Erzurum'u geri aldı. 4 Nisan'da da Ardahan ve Sarıkamış'ı. Sonra Van, 18 Nisan'da da Beyazıt Türklerin oldu.

Rus-Gürcü müdafaa kıtaları tarafından savunulan Batum'da 600 subay ve 3 bin asker esir alındı. Nihayet, 26 Nisan'da Kars kalesi zapdedildi.

 

Mayıs başlarında, Kafkas Cumhuriyeti'nin delegeleri, Türkiye ile barış yapmak için Batum'a geldiler. Vehip Paşa, Ahilkelek, Gümrü, Nahcivan gibi bölgelerin boşaltılması karşılığında, barış yapılabileceğini söyledi.

Türk tarafının bu talebi, Ermeni topraklarının dörtte üçü demekti. Kafkas Hükümeti, bu talebi kabul etti. Fakat, Ermeniler kararsız kaldığından dolayı, Türkler mütarekeyi feshettiler. Yakup Şevki Paşa, Gümrü'de bulunan 17 bin kişilik Ermeni ordusuna hücum etti. Ermeni ordusu mağlup oldu. Şevki Paşa, Ermenileri takip etti ve Erivan önlerinde iken, Ermeni tümeni yok edildi.

 

Bu sırada, Gürcüler, Almanların akıl vermesiyle, Kafkas Federasyonu'ndan ayrılmaya karar verdiler. Halil ve Vehip Paşalar, müttefikleri Almanlar ile Gürcülerin çevirdiği oyunlara çok kızmışlardı. Ültimatom verilir ve Gürcülerin Türklerin şartlarını kabul etmemesi halinde, 30 Mayıs sabahı saat 4'de Türk ordusunun Gürcü sınırını geçeceği bildirilir. Bunun üzerine, Gürcüler de Türk tarafının şartlarını kabul ettiler.

 

Enver Paşa, 5 Haziran günü, Vehip Paşa ile durumu müzakere etmek ve ileri harekat için gerekli tespitleri yapmak için Batum'a gelir. Türk birlikleri, 10 Haziran'da Gümrü'den Gürcistan'ın başşehri Tiflis'e doğru yürüyüşe geçti. Tiflis'in Türklerin eline geçmesini istemeyen Almanlar da buraya birlik gönderirler. Ve Waronzovka bölgesinde, Türk ordusu ile Alman birlikleri karşı karşıya geldi. Yapılan savaşta Almanlar geri çekilmeye zorlandı ve bir kısmı da Türklere esir düştü.

 

Ve Türk ordusu, Ermenistan topraklarından geçerek, 20 Haziran'da Gence'ye varır. Ayrıca, Enver Paşa'nın emriyle Azerbaycan Ordusu'nun "İslam Ordusu" şeklinde teşkilatlandırılmasına başlanır.

Türk Ordusu Bakü'ye girdiği gün, Almanya, 1. Dünya Savaşı'nı kaybettiğini kabul edip ateşkes ister. Ve barış görüşmeleri için İtilaf Devletleri ile masaya oturur. Böylece, Osmanlı Devleti henüz yenilmemesine rağmen, kaybedenler safında yerini alır. Yani, gerçek anlamda bir yenilgi sözkonusu değildir.

 

Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Ordusu isimli eserde, savaşın bittiği gün bile, Osmanlı Ordusu'nun cephelerdeki asker sayısının 1 milyon olduğu yazılmaktadır. Bu, çok ciddi bir rakamdır.

Bütün gelişmeleri tek tek yazmanın imkanı yok. Burada anlatılmak istenen, Türk ordusunun Sarıkamış'taki kaybını telafi ettiği ve kaybettiklerini fazlasıyla aldığıdır. Ve yenilginin baş aktörü nasıl Enver Paşa ise, bu galibiyetlerin de baş aktörü odur. Üstelik, bunu, Birinci Dünya Savaşı'nın en kritik günlerinde başarmıştır.

 

Sonuç olarak

Sarıkamış Harekatı'nın üzerinden 80 yıl geçti. Bu yazı, ne Sarıkamış'ta yaşanan acıyı hafifletmek, ne de Enver Paşa'yı aklamak niyetiyle yazıldı. Sadece, olaylara resmi tarihin penceresinden bakılmadı, o kadar.

 

Evet, Sarıkamış'ta binlerce vatan evladı şehit oldu. Kimi donarak, kimi vurularak. Aynı evlatlar, diğer cephelerde de canlarını feda etmekten çekinmediler. Bu asil davranışın üzerinden ideolojik hesaplar yapıp bir dönemi veya bazı kişileri karalamak, merhametle bağdaşmayan bir davranış biçimi olacaktır.

 

O dönem, Türk milletinin ölüm kalım yıllarıydı. Üstelik; düşman hem sayı, hem silah olarak üstündü. Ve Müslümanlara karşı, bitmek tükenmek bilmeyen bir nefretle doluydular. Mesela, Trablusgarb ve çevresinde Türk ve Araplara karşı savaşan General Nelson, bir mektubunda şöyle diyordu: "Ayaklananları yakmakta veya diri diri derilerini yüzmekte bizi serbest bırakacak kanunlar çıkartmalıyız. Çünkü içimizde yanan intikam ateşi yalnız idam etmekle sönmüyor."

 

Müslümanlar, işte böylesi kin ve nefret ile karşı karşıyaydılar. Ve, şöyle ya da böyle, bu nefret çemberinden kurtulmayı başardılar. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı Devleti'ne 6 milyon düşman askerinin saldırdığını düşünmek bile, insanın tüylerini diken diken etmeye yetiyor.

Dr. Ramazan Balcı'nın deyimiyle; "Osmanlı Devleti, sömürgeci devletler gibi dünyayı paylaşmak için değil, varlığını sürdürebilmek ve bağımsızlığını koruyabilmek için savaşmıştır."

 

Sarıkamış Harekatı da, bu dört yıllık sürecin başlangıcıydı. Birinci Dünya Savaşı bittiğinde, sadece Üçüncü Ordu ayakta kalmış ve bu ordunun askerleri, Kurtuluş Savaşı'nın özünü teşkil etmiştir. Çarlık Rusyası'nın çökmesinde de, Doğu cephesinin önemli bir rolü vardır. Zira Ruslar, Fevzi Çakmak'ın verdiği rakamlara göre, Doğu cephesinde 1,5 milyon asker kullanmıştır.

 

Evet, Sarıkamış Harekatı, bir dram değil, bir kahramanlık destanıdır. Orada, savaş tarihinde benzeri görülmemiş bir emre itaat yaşanmıştır.

İbrahim Tenekeci

Share this post


Link to post
Share on other sites

SAİD NURSİ: “ENVER’E VURMAM!”

 

 

Dünkü sorumu tekrar ediyorum: Devletin sınırlarını ihtimamla koruyan Abdülhamid Han'ı önce meşrutiyet belasıyla zaafa düşüren sonra da onu büsbütün alaşağı eden kadronun önde gidenlerinden değil miydi Enver Paşa?

 

- Abdülhamid Han'ın devrilmesi ve özellikle de devrilme şekli hazindir. Fakat şunu sormama izin ver: Abdülhamid devrilmeseydi İtalyanlar Trablusgarp'ı işgal etmeyecekler miydi? Abdülhamid devrilmeseydi Balkan Harbi çıkmayacak mıydı? Abdülhamid devrilmeseydi İngilizler, Fransızlar, Ruslar Osmanlı'dan geriye kalanı paylaşmak için harekete geçmeyecekler miydi? Dün anlattığım süreci hatırla; bunlar kaçınılmaz değil miydi?

 

- Ama Abdülhamid Han Avrupalıları birbirine karşı kullanarak etkisiz hale getiriyordu…

 

- Tamam, Abdülhamid Han Avrupa'daki dengelerle oynayarak devletimizi bir süre rahatlatmıştır, ama bu tarz-ı siyasetle ancak bir yere kadar gidilebileceğini, Osmanlı'nın er veya geç büyük bir taarruza uğrayacağını ve belki de paramparça olacağını o da görüyordu. Öyle olmasaydı, 'Petrol bölgelerini mutlaka ele geçirmek isteyeceklerdir, bari bu bölgelerin tapularını ailemizin üzerine geçireyim de Avrupalıların dokunulmaz saydığı özel mülkiyet silahını kullanarak petrolün elden gitmesini önlemeye çalışayım' der miydi?

 

- Olabilir, ama senin gibi bir Abdülhamid hayranının Enver Paşa gibi bir Abdülhamid düşmanına muhabbet duyması yine de enteresan!

 

- Abdülhamid düşmanı demeyelim istersen… Enver Paşa, Abdülhamid idaresine muhalefet etmiştir, bu idarenin sona ermesine katkıda bulunmuştur, ama Abdülhamid'in şahsına daima hürmetkâr olmuştur.

 

- Ama…

 

- Ne aması? “Abdülhamid muhalifi Enver Paşa'yı nasıl seversin?” diye soruyorsan, Said Halim Paşa'ya, Mehmed Akif'e ve Bediüzzaman Said Nursi'ye duyduğum sevgiyi de sorgulamalısın. Malum, onlar da Abdülhamid rejimine muhalifti.

 

- Said Halim Paşa için mason diyorlar…

 

- Bütün İttihad ve Terakki için mason diyorlar. Yahudi, dönme, gizli İslam düşmanı da diyorlar. Enver Paşa hakkında bile böyle iddialar var. Bu iddiaları ilk ortaya atanlar kimlerdi, biliyor musun? İngilizler! İngiliz basını! İngiliz propaganda aygıtı!

 

- Ne yani, İttihad ve Terakki'de Yahudiler, dönmeler, İslam düşmanları yok muydu?

 

- Onlar da vardı, ama İttihad ve Terakki'nin onlardan ibaret olduğunu düşünmek ve Enver Paşa'yı onlardan bilmek, İngiliz propagandasının oyununa gelmektir. Büyük İslam mütefekkiri Said Halim Paşa da İttihat ve Terakki'dendi, tıpkı Enver Paşa gibi.

 

- Said Halim Paşa'nın masonluğu kesin diyorlar…

 

- Masonlara katılmışsa onları kullanmak için katılmıştır. Talat Paşa da öyle.

 

- Ne yani, İttihad ve Terakki'ye laf etmeyecek miyiz şimdi?

 

- Tabii ki edeceksin. Abdülhamid Han'ın devrilmesini eleştireceksin, Cemal Paşa'nın Bilad-ı Şam'daki diktatörlüğünü eleştireceksin, Şerif Hüseyin'e “Bizim savaşımız halifeye karşı değil bozkurda tapan İttihad ve Terakki'cilere karşı” diye propaganda yapma fırsatını veren kavmiyetçi unsurları eleştireceksin, Ermeni tehcirini eleştireceksin, Enver Paşa'ya da eleştiriler yönelteceksin, ama Osmanlı'yı savunmak için varını yoğunu ortaya koymuş olan serdengeçtilere düşman ordusu muamelesi yapmayacaksın. Enver Paşa'yı, Said Halim Paşa'yı gavurla aynı kefeye koymayacaksın. Bediüzzaman gibi insaflı olacaksın. “Sen Selanik'te İttihat ve Terakki ile ittifak etmiştin, neden ayrıldın?” diye sorulduğunda, şöyle demişti Bediüzzaman: “Ben ayrılmadım, onların bazıları ayrıldılar. Niyazi Bey ve Enver Bey gibi adamlarla şimdi de beraberim; fakat bazıları benden ayrıldılar, bataklık yoluna saptılar.” Senin mason dediğin Said Halim Paşa'ya da sonuna kadar sahip çıktı Bediüzzaman. Hatta, Cihan Harbi'ndeki büyük yenilgiden sonra herkes İttihad ve Terakki'ye söverken bu partinin lider kadrosuna genel olarak da sahip çıktı.. “Onlara şiddetli bir karşı koyuş içerisindeydin, şimdi neden susuyorsun?” diye sorulduğunda, dedi ki: “Suskunluğumun nedeni, düşmanların onlara şiddetli hücumlar yapmasındandır. Düşmanın saldırı hedefi, onların iyi tarafları olan dirençleri ve İslâm düşmanlarının zehirleme vasıtası olmaktan uzak durmalarıdır. Bence yol ikidir. Terazinin iki kefesi gibi… Birinin hafiliği ötekinin ağırlığını geçer. Ben tokadımı Antarik'e patlatırken Enver'e, Venizelos'a yapıştırırken de Said Halim'e vurmam! Nazarımda vuran da sefildir (alçaktır)!” Demek ki neymiş? Enver Paşa'ya vurmayacaksın kardeşim!

 

- Ama…ama… Sarıkamış faciası?

 

- O konudaki yanlışını da Cumartesi günü düzeltelim.

 

- Böylece köşeni bütün hafta boyunca Enver Paşa'ya ayırmış olacaksın.

 

- Onun aziz hatırası bundan çok daha fazlasını hak ediyor.

 

 

Hakan Bayraktar

Share this post


Link to post
Share on other sites

“TEK KURŞUN ATMADAN 90 BİN ŞEHİT” EFSANESİNE SON

 

- Çarşamba günü kaldığımız yerden devam edelim Hakan efendi. Enver Paşa'yı canla başla savunuyordun, bakalım Sarıkamış faciası için ne diyeceksin? Enver Paşa'nın maceraperestliği ve kafasızlığı yüzünden 90 bin askerimiz orada bir tek kurşun bile atmadan soğuktan dondu…

 

- Sen Çarlık Rusya'sının propaganda bakanı mısın?

 

- Hı?

 

- 90 bin efsanesi o günlerin Rus propagandasından geliyor. Propaganda bir yana; Rus generali Maslovski'ye göre ölen Osmanlı askerlerinin sayısı 23 bindir ve bu sayıya Hamamlı'daki esir Rus esir kampında can veren 5 bin askerimiz de dahildir. Düşman general 23 bin derken senin 90 bin demem biraz tuhaf değil mi? “Tek kurşun atmadan” teranesine gelince: Bu konuda zır cahilsin. Ordumuz Ruslarla birçok çatışmaya girmiş ve önemli başarılar elde etmiştir. Türk ve Alman askeri otoriteleri, Enver Paşa'nın hazırladığı harekât planının mükemmel olduğunu, başarısızlığın büyük ölçüde bu plana uyulmamış olmasından kaynaklandığını ifade ediyorlar. Mesela 10. Kolordu'nun Oltu'dan kuzeye sapmadan Sarıkamış üzerine yürümesi ve 25 Aralık'ta (1914) orada 9. Kolordu'yla birleşmesi gerekiyordu. Albay Hafız Hakkı Bey bu emri dinlemedi, Allahuekber Dağları üzerinden gitmeyi tercih etti. Birliklerimiz orada tipiye yakalanınca da 10. Kolordu'nun Sarıkamış önlerine intikali 4 gün gecikti. Buna rağmen zafer kazanabilirdik. 25 Aralık gecesi 10. Kolordu'nun yardımı olmadan Ruslara ağır zayiatlar verdiren ve onları Sarıkamış'a çekilmeye zorlayan -hatta Sarıkamış'tan da çekilme hazırlıkları yapmaya zorlayan- 9. Kolordu o gece Sarıkamış'a taarruz etseydi, Allah-u Alem, zafer bizim olacaktı. Enver Paşa ısrarla bunu söylüyordu. 'Baskın basanındır, Sarıkamış'a hemen bu gece girelim, yarın çok geç olabilir' diyordu. Ne var ki 9. Kolordu'nun komutanları Enver Paşa'yı dinlemeyip ertesi günü beklemeyi tercih ederek Sarıkamış'taki zayıf Rus kuvvetlerinin takviyesine imkân tanıdılar ve 11. Kolordu da takviyenin önüne geçmekte yetersiz kalınca zafer gerçekleşemedi. “Enver Paşa'nın aceleciliği” deyip duruyorlar ya; keşke onun aceleciliğine ayak uydurulmuş olsaydı. Nevzat Kösoğlu hocamızın kitabından (“Şehit Enver Paşa”) okuyalım: “Rus harp tarihçilerinin de ittifak ettikleri gibi, o gece Sarıkamış'a girilmemesi, savaşın yönünü değiştirdi. Artık sabah saatlerinde Rusların takviye birlikleri Sarıkamış'a girmeye başlamıştı. Rus general Maslovski diyor ki. '29. Tümenin Sarıkamış'a hücum etmemek suretiyle vakit kaybetmesi bizim için gerekli olan zamanı kazandırmıştır…'”

 

- Ne olursa olsun, başarısızlığın sorumlusu, Osmanlı ordularının fiili başkomutanı konumundaki Enver Paşa değil midir?

 

- Enver Paşa'nın torunu Osman Mayatepek'in sözleriyle cevap vereyim: “Sarıkamış felâketinin sorumluluğu Osmanlı ordularının fiili başkumandanı Enver Paşa'ya ait ise, Çanakkale Zaferi'nin şerefi de aynı şekilde ona aittir. Zira her iki muharebe sırasında, ordunun başkumandanı odur!” Bir iktibas da Ahmet Özcan'dan: “Tarih, yenenlerin lehine yazılır ve ayakta kalanlar ölenleri suçlar. Hiç kimse de gerçeği merak etmez. Artık dışarıda kazanan İngiltere'nin, içerde ise İttihatçıların tasfiyesi sonrası egemen olanların kendilerine yonttukları bir tarih vardır. Artık 'Enver' deyince “Sarıkamış'ta 90 bin asker” yalanı tekrarlanır. Gerçekte 26 bin askerimiz şehit olmuştur ve bunun sorumlusu Enver ya da başkası değil, Savaşın acımasız gerçekliğidir. Çanakkale, zaferle bittiği için orada 250 bin şehidden gururla bahsedilir. Ama 'Sarıkamış'ta soğuk ve hastalığa yenilip kayıp verince, herkes abartılı rakamlarla ve askeri strateji uzmanı edasıyla yalanlara sarılır…”

 

- Ne yani, Enver Paşa el attığı her işi yüzüne gözüne bulaştırmadı mı? Yalan mı bu?

 

- Yuh be kardeşim! Trablusgarp'ta istiklal meşalesini başarıyla ateşlemedi mi Enver Paşa? Başına üvey kardeşi Nuri Paşa'yı geçirdiği Kafkas İslam Ordusu'yla Azerbaycan ve Dağıstan'da destan yazmadı mı? İngilizleri, Bolşevikleri ve Ermeni çetelerini hallaç pamuğu gibi atarak Bakü'yü fethetmedi mi? Azerileri Şaumyan rejiminin soykırımından kurtarmadı mı? Selman Mümtaz o şiiri durduk yerde mi yazdı?

 

- Hangi şiiri?

 

- Şu şiiri: Müselman gayretin çekdin, gözetdin Türkün namusun, / Dağıtdın haver-i İslamdan küffar kabusun. / Mesacidden dilerdi Rus asa öz nehs nakusun, / Güneşden parlak amalın olup Şark ehline ezher, Yaşa, ey gazi-yi azam, yaşa, ey muhteşem Enver!

 

- Ama sonuçta Osmanlı yenildi ve Kafkas İslam Ordusu da geri çekildi. Enver Paşa'nın Türkistan macerası da bir işe yaramadı.

 

- Enver Paşa'ya isyanın sakın kadere isyan olmasın?

 

- Ne alâka?

 

- Bunu Pazartesi günü konuşalım. O gün son noktayı da koyacağız inşallah.

 

 

Hakan Albayrak

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mezarlarını arayan Sarıkamış şehitlerinin

gizli kalmış günlüğü

 

 

 

Kars ve Ardahan, 93 Harbi diye bilinen 1876-1877 Osmanlı-Rus Savaşında Rusların eline geçmiş

ve

Sarıkamış kasabasına kuvvetli bir Rus garnizonu yerleştirilmişti.

 

SARAYIN DAMATLARI

Birinci Dünya Savaşına girmemizden hemen sonra, o günlerde devletin en güçlü adamı olan ve

 

Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili ünvanını taşıyan Enver Paşa, Anadolunun doğusunu Rus

işgalinden

kurtarıp Kafkaslara uzanabilmek için Sarıkamışı hedef alan bir harekát hazırlığına girişti. Paşayı bu

harekáta

yönlendirenlerin başında, onun gibi sarayın damadı olan bir başka asker, Albay Hafız Hakkı Bey vardı.

 

Ve, çoğumuzun hálá bilmediği bir husus: Türkiyenin o günlerdeki genelkurmay başkanı Türk değil,

bir Alman generaliydi: General Bronsart von Schellendorf!

 

Enver Paşa, diğer kumandanların ordu hazırlıksız, üstelik kış bastırmak üzere yolundaki uyarılarına dinlemedi,

Erzuruma gitti, komutayı üstlendi, 10. Kolordunun başına Albay Hafız Hakkı Beyi getirdi ve

harekát 22 Aralık 1914te başladı. İşin sonunun kötü olacağını kestiren bazı komutanlar, o günlerde ardarda istifa etmişlerdi.

 

 

 

 

DAĞLARA TIRMANDILAR

Paşanın savaş plánına göre, üç kolordudan meydana gelen 3. Ordunun bir bölümü Allahuekber Dağlarını yürüyerek aşacak ve Sarıkamış kuşatılacaktı. Ama bazı komutanların Sarıkamışa ilk giren olma hayaliyle kendi başlarına harekete kalkışmaları, Hafız Hakkı Beyin kaçan Rus birliklerini takip ederek kuşatma hattını lüzumsuz yere genişletmesi ve onbinlerce askeri kışlık elbiseleri olmadan karlarla kaplı Allahuekber Dağlarına tırmandırması büyük feláketi getirdi.

 

Birliklerimizden bazıları Sarıkamışa girmeyi başarmalarına rağmen Ruslar tarafından yokedildiler ama asıl facia dağlarda yaşandı: Ruslara karşı henüz tek bir kurşun bile atmamış olan onbinlerce askerimiz soğuktan donarak sonsuz bir uykuya daldı, binlercesi de tifüsten kırıldı. 25 ve 26 Aralık günlerinde vaziyetimiz çok daha kötüleşti ve 3 Ocakta artık herşeyin bittiğini anlayan Enver Paşa, Albay Hafız Hakkı Beyi Paşa yaparak 3. Ordunun başına geçirdikten sonra Erzuruma döndü. Daha birkaç gün önce onbinlerce askeri Allahuekber Dağlarına süren Hakkı Paşa 4 Ocakta geri çekilme emri verecek ve Sarıkamış harekátı böylesine büyük bir hüzünle noktalanacaktı.

 

 

 

 

 

GÖRÜLMEMİŞ SANSÜR

Enver Paşa, Erzurumdan İstanbula dönüşünde Türkiyede örneğine bugüne kadar bile rastlanmamış olan bir sansür uyguladı ve basında Sarıkamış harekátı ile ilgili olarak tek bir satır haber yahut resim çıkmadı. Sansür öylesine yoğundu ki, halk, Sarıkamışta nelerin yaşandığını seneler sonra öğrenebilecekti.

 

 

 

BU OLAYI TARAFLI GÖRMEK ZANNEDİYORUM BİR VİCDAN MESELESİ...

BEN KABUL ETMİYORUM SİZİN YAZDIKLARINIZI...

üSTAD DEYİMİ İLE HATTA CEVAP VEREYİM:

MANTIĞIM KABUL ETSE DE ŞU YAZDIKLARINIZI VE DE "ÖLÜ DEDİKODUCULARI" GİBİ BASİT BİR ELEŞTİRİYİ RUHUM KUSUYOR...

Share this post


Link to post
Share on other sites

herşey bır tarafa...kimin ne olduğunu mevla biliyor hamd olsun...hepsi ebedi alemdeler şimdi...hesaplarını vermeyı beklıyorlar...ancak bu konuda bugünlerde oldukça duyarlı davranan AGD yı gönülden muhabbetle tebrik ediyorum.sarıkamışta bir program düzenliyorlar.hatimler ve dualarla anacaklar o eşsiz kardelenleri..mevla bızlerdende rahmet duamızı kabul buyursun müberek ruhlarına...ve cezasını versin kim sorumsuz ve vicdansız davranmışsa alemi ukbada...selam ve dua ile..

Share this post


Link to post
Share on other sites
Siz Enver Paşa Hazretleri kadar Erkek olunda ondan sonra onun adını ağzınıza alın.Ölü dedikoducuları.

Buyrun gerçekler, okuyun, yeşil solcuların kaynağı değil bunlar, Müslümanların kaynakları:

 

İslam edebinden nasip alma konusunda size düşen payın ne derece az olduğunu görüp sizn adınıza gerçekten üzülüyorum. Eğer tarihi bir konuyu tartışmak ölü dedikoduculuğuyla Enverin ve yanındaki çapulcu sürüsünün tahtan indirdiği Ulu hakan 2. Abdülhamit hanın adını hiç bir yerde ağzınıza almayın , Şehitlerimizi hiç ağzınıza almayın safınız belli olmuştur ittihat ve terakki zihniyeti ile şehadet mertebesi bilmem ne kadar yan yana durabilir. Mason kankalarıyla birlikte ülkeyi mahveden ülkenin yiğitlerini çölde ve dağda mahveden zihniyet ile konuşacak neyimiz olabilir ki diye düşünüyorum... Gelelim ipe sapa gelmez hakaretlerinize duymuyoruz , görmüyoruz ama ilk sizden duyduğum yeşil solcularda ne oluyormuş çok merak ettim... Solculuk renk ve şekil mi değiştirdi acaba ? Sözlerinize kaynaklarınıza saygı duymakla beraber kardeşçe bir hatırlatmada bulunmak istiyorum....

 

''İnsan sevdiği ile birliktedir'' Hadis-i şerifine binaen , Siz enver ile aynı yerde olacaksınız , biz ise inşallah Ulu hakan Abdülhamit han ve 90.000 şehidimizin dizlerinin dibinde... Allah sizede ve sizin gib düşünenlerede Merhametiyle muamele etsin inşallah...

Share this post


Link to post
Share on other sites
İslam edebinden nasip alma konusunda size düşen payın ne derece az olduğunu görüp sizn adınıza gerçekten üzülüyorum. Eğer tarihi bir konuyu tartışmak ölü dedikoduculuğuyla Enverin ve yanındaki çapulcu sürüsünün tahtan indirdiği Ulu hakan 2. Abdülhamit hanın adını hiç bir yerde ağzınıza almayın , Şehitlerimizi hiç ağzınıza almayın safınız belli olmuştur ittihat ve terakki zihniyeti ile şehadet mertebesi bilmem ne kadar yan yana durabilir. Mason kankalarıyla birlikte ülkeyi mahveden ülkenin yiğitlerini çölde ve dağda mahveden zihniyet ile konuşacak neyimiz olabilir ki diye düşünüyorum... Gelelim ipe sapa gelmez hakaretlerinize duymuyoruz , görmüyoruz ama ilk sizden duyduğum yeşil solcularda ne oluyormuş çok merak ettim... Solculuk renk ve şekil mi değiştirdi acaba ? Sözlerinize kaynaklarınıza saygı duymakla beraber kardeşçe bir hatırlatmada bulunmak istiyorum....

 

''İnsan sevdiği ile birliktedir'' Hadis-i şerifine binaen , Siz enver ile aynı yerde olacaksınız , biz ise inşallah Ulu hakan Abdülhamit han ve 90.000 şehidimizin dizlerinin dibinde... Allah sizede ve sizin gib düşünenlerede Merhametiyle muamele etsin inşallah...

Ben ikisinide seviyorum:Abdulhamid Han İstanbulda baskı yapıyordu.2 erkek yanyana sokağa çıkamıyordu.O dönemin gençliğinin üstelik idealist gençliğinin böyle birşey yapması oldukça doğal.2.Abdulhamid devrinden kalanlarla görüşenler İstanbulun erkeklerinin hala onu sevmediğini söylerler.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yazık ki Abdülhamit hanın bunları yapma sebebini hala anlamıyorsunuz ne diyelim... Allah sizede bildirsin bunları...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Ben ikisinide seviyorum:Abdulhamid Han İstanbulda baskı yapıyordu.2 erkek yanyana sokağa çıkamıyordu.O dönemin gençliğinin üstelik idealist gençliğinin böyle birşey yapması oldukça doğal.2.Abdulhamid devrinden kalanlarla görüşenler İstanbulun erkeklerinin hala onu sevmediğini söylerler.

İdealist gençlik?

Şuna Masonların elinde maşa olmuş,salyaları aka aka Batı medeniyetine özenen,ruhu pörsümüş,memleketi hakkında hiçbir fikre malik olmayan gençlik diyelim.

Jön Türk gençliğini bilmiyor muyuz yahu? Bizi mi yiyecen.

(iyileri de iyidir amma.)

Share this post


Link to post
Share on other sites
İdealist gençlik?

Şuna Masonların elinde maşa olmuş,salyaları aka aka Batı medeniyetine özenen,ruhu pörsümüş,memleketi hakkında hiçbir fikre malik olmayan gençlik diyelim.

Jön Türk gençliğini bilmiyor muyuz yahu? Bizi mi yiyecen.

(iyileri de iyidir amma.)

Tek kelimeyle muhteşem sadece imza atılır altına... teşekürler yavuzlenk kardeşim...

Share this post


Link to post
Share on other sites
İslam edebinden nasip alma konusunda size düşen payın ne derece az olduğunu görüp sizn adınıza gerçekten üzülüyorum. Eğer tarihi bir konuyu tartışmak ölü dedikoduculuğuyla Enverin ve yanındaki çapulcu sürüsünün tahtan indirdiği Ulu hakan 2. Abdülhamit hanın adını hiç bir yerde ağzınıza almayın , Şehitlerimizi hiç ağzınıza almayın safınız belli olmuştur ittihat ve terakki zihniyeti ile şehadet mertebesi bilmem ne kadar yan yana durabilir. Mason kankalarıyla birlikte ülkeyi mahveden ülkenin yiğitlerini çölde ve dağda mahveden zihniyet ile konuşacak neyimiz olabilir ki diye düşünüyorum... Gelelim ipe sapa gelmez hakaretlerinize duymuyoruz , görmüyoruz ama ilk sizden duyduğum yeşil solcularda ne oluyormuş çok merak ettim... Solculuk renk ve şekil mi değiştirdi acaba ? Sözlerinize kaynaklarınıza saygı duymakla beraber kardeşçe bir hatırlatmada bulunmak istiyorum....

 

''İnsan sevdiği ile birliktedir'' Hadis-i şerifine binaen , Siz enver ile aynı yerde olacaksınız , biz ise inşallah Ulu hakan Abdülhamit han ve 90.000 şehidimizin dizlerinin dibinde... Allah sizede ve sizin gib düşünenlerede Merhametiyle muamele etsin inşallah...

 

 

yunuscoskun 1. si enver paşanın nereye gittiği konusunda size haber mi verildi? 2.si ise sizi cennetle mi müjdelediler? o kadar emin olmayın hadisi şerifi de öyle salt bir şekilde yorumlamayın.

Enver paşanın hiçbir zaman savunucusu olmadım.Zaten temsil ettiği zihniyet te tamamen bana ters ama başkalarına islam edebini öğretirken ne olursa olsun ölünün arkasından futursuzca konuşmanın o edebin neresinde olduğunu öğrenmek istiyorum.ben yezide bile beddua etmekten sakınmayı öğrendiğim bir dinin mensubuyum.acaba siz...

Share this post


Link to post
Share on other sites
İdealist gençlik?

Şuna Masonların elinde maşa olmuş,salyaları aka aka Batı medeniyetine özenen,ruhu pörsümüş,memleketi hakkında hiçbir fikre malik olmayan gençlik diyelim.

Jön Türk gençliğini bilmiyor muyuz yahu? Bizi mi yiyecen.

(iyileri de iyidir amma.)

Söveydin?Batıya özenen adamın Türkçülükle işi olmaz.Batının ilmine özeniyorlardı.Üstelik JönTürkleri kastettiğimi nerden biliyotsun?JönTürkler grup gruptur.Arasında Turan fikirliside var, Batı fikirliside vs.İkinciside git Masonluk neymiş öğren.Komplo teori kitaplarından değil.Masonluk her tür okult faaliyeti öğrenme ve öğretme teşkilatıdır.Siyasetle falan ilgisi yoktur.

Artık size hiçbirşey demeyeceğim.Türk milleti için Tacikistanda Rus mitralyözlerine yalın kılıç atılarak canını vermiş bir adamında arkasından çekiştiriyorsunuz ya neyse.Keşke bir ittihatçı yaşasydı şuan diyorum.Kendi yöntemleriyle size yaptıklarının ne olduğunu öğretirlerdi.Eğer şuan Ülkemizde Ermeni yoksa onlar sayesindedir.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Söveydin?Batıya özenen adamın Türkçülükle işi olmaz.Batının ilmine özeniyorlardı.Üstelik JönTürkleri kastettiğimi nerden biliyotsun?JönTürkler grup gruptur.Arasında Turan fikirliside var, Batı fikirliside vs.İkinciside git Masonluk neymiş öğren.Komplo teori kitaplarından değil.Masonluk her tür okult faaliyeti öğrenme ve öğretme teşkilatıdır.Siyasetle falan ilgisi yoktur.

Artık size hiçbirşey demeyeceğim.Türk milleti için Tacikistanda Rus mitralyözlerine yalın kılıç atılarak canını vermiş bir adamında arkasından çekiştiriyorsunuz ya neyse.Keşke bir ittihatçı yaşasydı şuan diyorum.Kendi yöntemleriyle size yaptıklarının ne olduğunu öğretirlerdi.Eğer şuan Ülkemizde Ermeni yoksa onlar sayesindedir.

Bak bak ittihatçı artığı görüyor gibi oluyorum.Son ittihatçı...Ne de havalı he.

Batının ilmine özenen türkçü,turancı jönlerimizin Avrupa'da ne haltlar yediklerini,nerelerde takıldıklarını,neler yazdıklarını söylemesi ayıp iyi bilirim.Abdülhamid'in merhameti sayesinde yine affedilen bu uslanmaz güruhun yediği naneler ve başımıza sardıkları mason belası yüzünden oldu ne olduysa.

İttihatçılar mason güruhudur.Yemin törenlerinden teşkilatlarına kadar tamamiyle mason adetlerinin çakma versiyonudurlar,başındakilerin alayı masondur,maddi manevi destekçileri masonlar,onların arkalarında da siyonistlerdir.

Bu jön şahsiyetler,Avrupa'da Abdülhamid'e karşı gençlik heyecanı ve mason kışkırtması ile savaş açarlar,sonra gelip ittihat ve terakki'yi kurarlar.

Ermeni tehcirini gerçekleştiren İttihatçılar bir çırpıda Yahudileri Filistin'e sokmuşlardır,hazineyi boşaltmışlardır,misyonerlerin ve masonların devletin her köşesine kadar sinmelerine izin vermişlerdir,Balkan devletleri arasındaki Abdülhamid'in ustalıkla yürüttüğü denge siyasetini bir çırpıda bozarak Yeşilköy'e kadar Rus ordusunun gelmesine sebep olacak Harbe katılmışlardır,cihan harbine katıldıktan sonra durum vahim deyip kaçmışlarıdır.

Sayayım mı daha?

Enver Paşa Ruslar'a karşı Türkistan'da savaşarak kahramanlık yapacağına masonlara,siyonistlere dur demesini bilseydi,ülkeyi onlardan temizleseydi daha bir kahraman olurdu.

Makedonya'da eşkıyalık yapmaya benzemez Devlet yönetmek Basmacı.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Konuyu bu raddeye getirmenin bir anlamı yok herkes kendi hesabına iyi şeyler yapıyordu yapmaya çalışıyordu. elbette insan hata yapar enver paşa da hata yapmıştır ama adamı diğer ittihatçılarla aynı kefeye koymak büyük bir haksızlık olur. Yiğidi öldür hakkını ver demişler enver paşa'nın hesapları tutsa yapmak istediğini yapabilseydi şimdi çok farklı bir ülkede yaşıyor olacaktık.

Başaramadı başaramadığı için bütün suçları hadi yükleyelim enver paşa ya günah keçisi enver paşa olsun. Bu işin kolayına kaçmak olur. Sorgulamak ve düşünmek lazım nerde yanlış yapılmış kim yapmış neden başarıya ulaşamamış? Yaftalamakla bir yere kim varmış? O mason şu siyonist. İttihat ve terakkinin içinde masonda vardı ermenide siyonistte bunu inkar etmiyor kimse. Şu an Türkiye'de müslüman geçinen insanlar arasında ittihat ve terakkinin içinde bulanandan çok daha fazla ajan siyonist mason vardır. Bu ölçüt değil yaftalamak için yeter değil.

 

Abdulhamid'e yanlış yapan mithat paşa ayrıca enver paşa değil.

 

Enver paşa'nın yapmak istediklerine mustafa kemal'e verilen desteğin onda biri verilseydi eğer şimdi bu ''kendimizi özgür sanıp boynumuzdaki tasmaları(bir tane de değil) görmeme'' halimiz olmazdı.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Türkiye'de Masonluğun tarihi çok eski zamanlara, 18.yüzyılın sonlarına kadar uzanır. Bu dönemlerde, Osmanlı toprakları üzerinde çok sayıda İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, İskoç ve İrlanda Locasının varlığı bilinmektedir. İlk başlarda sadece yabancılardan oluşan bu localar, zamanla aralarına Türkleri de kabul etmeye başlamışlar ve belirli sayıya ulaşan Türkler kendi Localarını kurmaya başlamışlardır. 1861 yılında Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti ilkeleri ile çalışmaya başlayan Şûra-î Âlî-i Osmanî (Osmanlı Yüksek Şurası) kurulur ve ilk Hakim Büyük Amirlik görevini Prens Mehmet Abdülhalim Paşa üstlenir. Mithat Paşa da üyeler arasındadır ve 1876 yılında Sultan Abdülaziz'e karşı, 1908 yılında da Sultan II. Abdülhamit'e karşı gerçekleştirilen askeri darbeler bu mason locasında planlanmıştır.

 

İttihat ve Terakki'nin iktidara gelmesinden sonra kısa sürede çoğalan bu Türk locaları yeterli sayıya ulaşarak kendi obediyanslarını oluşturmaya başlarlar ve 1909 yılında da, bugün Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası olarak bilinen ilk Türk Büyük Locası'nı kurarlar. Kurucular olarak, tamamı 33. derecede olan Mehmet Talat Bey (Talat Paşa), Mehmet Cavit Bey, Rahmi Bey, Mithat Şükrü Bleda, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Nesim Mazliyah, Mişel Noradunkyan, David Kohen, Osman Adil, Asim Bey, Mehmet Arif, Fuat Hulusi Demirelli, Mehmet Galip, Hüseyin Cahit Yalçın, Osman Talat, Sarım Kibar, Katipzade Sabri, Emanuel Karasu, Mehmet Ali Baba ve Faik Süleyman Paşa isimleri günümüze ulaşmıştır.

 

http://tr.wikipedia.org/wiki/Masonluk

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yeniceri38 adlı kardeşime gerekli cevabı verebilirim lakin tartışma uzayacak ve birilerinin kalbi kırılacak. İşin gittiği nokta beni üzüyor sadece bu olaya dikkat çekmek istemiştim. Eğer konu daha uzayacaksa böyle bir durum olacaksa sayın yöneticilerimden rica ediyorum konunun kilitlenmesini istiyorum. Kendilerine hakaret ettiğimi düşünenlerden hakklarını helal etmelerini rica ediyorum... saygılarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Arkadaş bana Masonların siyasi bir grup oılduğunu ispat et!Onlar tamamen mistik faaliyetlerle uğraşran bir grup.Yogayla Reikiyle, Akapunturla, Breatherianismle vs.Kendi kafanıza göre bir tarih oluşturmuşsunuz, bilimsel verisel tarihten uzak.Yürü babam yürü gidiyorsunuz.Nereye kadar bakalım...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...