Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
mukarrabin

Gündem – Necip Fazıl Kısakürek / Hasan İhsan Kırçiçek

Recommended Posts

Şair...

 

Fikir ve dava adamı...

 

Üstad...

 

1905 yılında İstanbul’da doğdu...İstanbul Edebiyat fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Yurt dışında tahsil gördü. Üniversite hocalığı ve müfettişlik yaptı...

 

Şiir yazmaya küçük yaşta başladı.

 

Bunu kendisi hatıratında şu şekilde aktarır:

 

 

 

“şairliğim on iki yaşımda başladı.

 

Bahanesi tühaftır:

 

Annem hastahanedeydi. Ziyaretine gitmiştim...Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı küçük ve eski bir defter... Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde... Haberi veren annem, bir an gözlerimin içine bakıp:

 

-senin dedi; şair olmanı ne kadar isterdim!

 

Annemin dileği bana, içimde besleyip de on iki yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü... Gözlerim, hastahane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgara karşı içimden kararımı verdim:

 

- Şair olacağım!

 

Ve oldum...”

 

 

 

12 yaşında şiir yazmaya başlayan -veya kendi ifadesiyle 12 yaşında şair olan- Necip Fazıl, 23 yaşına geldiğinde, yazdığı “kaldırımlar” isimli şiiriyle, sanat çevrelerinin takdirini toplamış ve bundan sonra adı bu şiirle anılmıştır: “kaldırımlar şairi”

 

Kimsesiz, yalnız bir insanın ruh halinin anlatıldığı bu şiirin ilk dört kıtasını buraya alıyoruz:

 

Sokaktayım, kimsesiz, bir sokak ortasında;

 

Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.

 

Yolumun karanlığa saplanan noktasında,

 

Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

 

 

 

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;

 

Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.

 

İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;

 

Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

 

 

 

İçimde damla damla bir korku birikiyor;

 

Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...

 

Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor

 

Gözüne mil çekilmiş bir âma gibi evler.

 

 

 

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi,

 

Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.

 

Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;

 

Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. (Çile)

 

 

 

Necip Fazıl, şairliği; tiyatro, hikaye, roman yazarlığının yanısıra, çıkardığı dergilerdeki düşünce ve fikir yazılarıyla düşünce hayatımıza büyük katkıda bulunmuş, zenginlik katmıştır.

 

Şairin, 1934 yılında (29 yaşında), Şeyh Abdulhakim Arvasi ile tanışması, fikir hayatında ve yaşantısında büyük değişikliklere sebep olmuştur. Bu tesir, bir zamanlar karşısında olduğu bir dâvayı savunmasına, bu dâvanın bayraktarlığını yapmasına sebep olacak kadar etkili olmuştur. (Necip Fazıl’ın fikir hayatındaki değişim herkes tarafından kabul edildiği halde, özel yaşantısında tam manası ile bir değişimin olup olmadığı nedense tartışmalı kalmıştır)

 

Necip Fazıl, İsmet Paşa ve tek parti yönetimine karşı şiddetli bir muhalefet sürdürmüş, bu partiye karşı ezilen, horlanan, sıkıntıya maruz bırakılan ülke insanının yanında yer almış, bunun sonucunda defalarca cezalandırılmış, mahkum olmuş ve hapis yatmıştır.

 

Şairin, tutuklu bulunduğu cezaevinden oğlu Mehmet’e mektüp olarak gönderdiği; Zindan iki hece Mehmed’im lafta!..

 

Baba katili ile baban bir safta!..

 

Şeklinde başlayıp;

 

Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte!

 

Ölsek de sevinin, eve dönsek de!...

 

Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!

 

Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!

 

Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir!...

 

Mısraları ile son bulan “Zindandan Mehmed’e Mektüp’ isimli, hapishane hayatını anlattığı uzunca bir şiiri vardır...

 

Necip Fazıl hayatında o kadar fazla mahkemelik olmuştur ki, artık kendisinden bıkan hâkim, bir gün Necip Fazıl’a ;

 

-“Bak, seni bundan böyle bir daha huzurumda görmeyeceğim!..” der.

 

Necip Fazıl, hâkimin bu uyarısını anlamamış gibi sorar:

 

-“Hâkim bey, yoksa istifa mı ediyorsunuz?..”

 

 

 

İsmet Paşa ve zihniyetiyle hiçbir zaman barışık olmayan N. Fazıl, sonraları kurulan hemen her sağ partiye, zaman zaman yakınlık duymuş ve yakınlık duyduğu her partiyle de bir vesile bulup yollarını ayırmıştır. Fikir ve düşüncelerini ülke insanına aktarmak maksadıyla kurduğu dergilerin, yayın hayatına devam etmesi için maddi ihtiyaçları olan Necip Fazıl, kendisinin bu ihtiyacını karşılayan kişiyi, övüp göklere çıkarmış; buna mukabil, her ne sebeple olursa olsun ödeneği kesen kişilerin karşısında yer almaktan çekinmemiştir. Bir gün; “muhteşem adam” , “beklenen kurtarıcı sensin” dediği kişiye, bir başka gün; “sen gül diyarının yapma gülüsün” , “davuldan ziyade gümbürtülüsün” , “Türk’e Amerikan püskürtülüsün” , “sen o belaların son püskülüsün” şeklinde hitabetmiş, “dâva adamı” diye hitabettiği bir başkasına, bir başka gün; “sen ey din lüpçüsü, rezil ettin dâvayı” diye seslenmiştir. Bu mesele için, “zamanın şartları öyle gerektirmiştir” deyip geçmek veya olayı ahlaki açıdan tahlil etmektense, “bu başka bir konu” demeyi daha uygun buluyoruz.

 

 

 

Necip Fazıl Kısakürek; daha çok hiciv şiirleri (taşlamaları) ile tanınan bir şairdir. Yaşadığı dönemdeki kötü gidişata karşı çıkan, buna engel olmaya çalışan Necip fazıl, bu kötü gidişatın faillerine karşı mücadele vermiş, bu yolda tutuklanmış, mahküm olmuş, ızdırap ve sıkıntı çekmiş ama yine de doğru bildiği yoldan geri dönmemiştir...Onun bu yönüne “Edebiyatımızda Hiciv Şiirleri ve Hiciv Ustaları” isimli yazı dizimizde yer vermiştik. Yine de yeri gelmişken onun hiciv şiirlerinden örnek vermeden geçmeyelim:

 

 

 

Necip Fazıl, hayat pahalılığını şöyle anlatıyor;

 

Ölsen kefen pahalı,

 

Bilmem kaça patiska?

 

Yaşasan kaça pişer,

 

Bir tencere kapuska? (Öfke ve Hiciv)

 

 

 

İslam’a irtica, Müslüman’a mürteci diyenlerin, hayatı yaşanmaz hale getirdiklerini, onların ilerleme ile gerileme, yükselme ile alçalma arasındaki farkı anlamaktan dahi âciz olduklarını, şu beyitle dile getiriyor;

Zamanı kokutanlar, mürteci diyor bana,

 

Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana... (Öfke ve Hiciv)

 

 

 

Milletin lüzumsuz işlerle oyalandığını, “Olacak” , “yapılacak” , “düzelecek” şeklindeki boş laflarla aldatıldığını şu mısralarıyla ifade ediyor;

 

Ya baş derdi konuşun yahut hiç toplanmayın,

 

Kurultay kapısında tokaları neyleyim?

 

Bahsetme sayın bayım, beş yıllık planlardan,

 

İki ucu kavuşmaz yakaları neyleyim? (Öfke ve Hiciv)

 

 

 

Adaletsizliğin çirkinliğini şu beyitle ortaya koyuyor;

 

Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul,

 

Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul!.. (Öfke ve Hiciv)

 

 

 

 

 

Necip Fazıl’ın şiirlerinde “ölüm” konusu, işlenen konuların başında gelir. “ÇİLE” isimli şiir kitabında, ölüm konulu şiirlerin bulunduğu ayrı bir bölüm vardır.

 

Şair, insanların ecelleri belli olduğu halde, ölüme çare aramalarındaki gülünçlüğü şöyle anlatıyor;

 

Gökte zamansızlık hangi noktada?

 

Elindeyse yıldız yıldız hecele!

 

Hüküm yazılıyken kara tahtada

 

İnsan yine çare arar ecele!

 

 

 

İnsanlar bir bir öldüğü halde, yaşayanlar, nedense ölüme bir türlü inanamamaktadırlar;

 

Minarede “ölü var” diye bir acı selâ...

 

Er kişi niyetine saf saf namaz...Ne âlâ!

 

Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ!

 

Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan...

 

 

 

Şair, tabutu şöyle tarif ediyor;

 

Tahtadan yapılmış bir uzun kutu:

 

Baş tarafı geniş, ayak ucu dar.

 

Çakanlar bilir ki bu boş tabutu,

 

Yarın kendileri dolduracaklar...

 

......

 

Cılız vücuduma tam görünse de,

 

İçim bu dar yere sığılmaz diyor.

 

Geride kalanlar hep dövünse de,

 

İnsan birer birer yine giriyor.

 

......

 

 

 

Kişi öldükten sonra, parası pulu hiçbir değer ifade etmeyecektir. Mesele; “orada” geçerli olan akçeyi biriktirmektir;

 

Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir!

 

Mezarda geçer akçe neyse onu biriktir!

 

 

 

Hüner;

 

O dem ki, perdeler kalkar, perdeler iner,

 

Azrail’e “hoş geldin” diyebilmektir hüner...

 

 

 

...Ve ölüm şiirlerinde son söz;

 

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...

 

Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?...

 

 

 

Necip Fazıl’ın şiirlerinde Allah ve Peygamber konusu da, sıkça işlenen konulardandır:

 

Her şeyin yaratıcısı Allah’tır;

 

Kursa da boşluğa asma köprü, fen,

 

Allah derim, başka hiçbir şey demem!

 

 

 

Her şeyin sahibi O’dur, O her şeye kadirdir;

 

Ne sen varsın, ne ben, ne yâr, ne kimse; O var!

 

Bütün sevdiklerin elden gittiyse; O var!

 

Sana daha yakın şahdamarından; O var!

 

Arama, ilaç yok eczahanede; O var!

 

Gayede, sebepte ve bahanede; O var!

 

Yıkılmaz dayanak, kırılmaz destek; O var!

 

Tekten de tek, bir tek, tek başına tek; O var!

 

 

 

Necip Fazıl’a göre sanat, Allah’ı aramaktır;

 

Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;

 

Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış...

 

 

 

Allah’ı seven kişi, her türlü hürmete layıktır;

 

Ellerime uzanan dudakları tepeyim,

 

“Allah” diyen, gel, seni ayağından öpeyim!

 

 

 

Peygamber (s.a.v)’ in getirip bildirdiği her şeye iman etmek gerekir;

 

Sende insan ve toplum, sende temel ve bina;

 

Ne getirdin, götürdün, bildirdinse; âmennâ!

 

 

 

Ona göre, ölçü peygamber ölçüsü olmalıdır, Peygamber’in ölçülerine ters olan her şey, sonunda ölüm dahi olsa, reddedilmelidir;

 

Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim;

 

Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!

 

 

 

Necip Fazıl’ın Meşhur şiirlerinden biri de “Sakarya Türküsü” isimli şiiridir:

 

Şair, bu şiirde, Anadolu’nun ortasından akan Sakarya Nehri ile, bu vatanın inanan insanları arasında bir benzerlik kuruyor; Sakarya Nehri, nasıl ki bu vatanın içinden doğan ve bu vatanın içinde akan bir nehirdir, nasıl ki bu vatanın bir parçasıdır, bizler de bu vatanda doğan, bu vatanda yaşayan insanlar olarak bu vatanın bir parçasıyız. Fakat, nedense, Sakarya Nehri de, bu vatanın öz evlatları da, bu vatanda yabancı gibi, garip kalmıştır:

 

“Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!”

 

Şair, bu uzun şiirini, çile ve ızdırap çeken, horlanan, ‘sürünen’ bu vatanın, ‘kaderleri aynı’ olan bu evlatlarına şu çağrıyı yaparak bitiriyor:

 

“Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..”

 

 

 

 

 

Necip Fazıl, lisan ve tarih bozguncularının yaptıkları ifsat çalışmalarıyla ilgili olarak;

 

Bülbüllere emir var, lisan öğren vakvaktan,

 

Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!..

 

 

 

Şair, çektiği bütün sıkıntı ve işkencelere rağmen ümitli olmayı becerebilmiştir;

 

Kırılır da bir gün bütün dişliler,

 

Döner, şanlı şanlı çarkımız bizim.

 

Gökten bir el, yaşlı gözleri siler,

 

Şenlenir evimiz, barkımız bizim.

 

 

 

Yokuşlar kaybolur, çıkarız düze,

 

Kavuşuruz, sonu gelmez gündüze,

 

Sapan taşlarının yanında füze,

 

Başka âlemlerden farkımız bizim.

 

Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman;

 

Görürler, nasılmış, neymiş kahraman!

 

Yer ve gök su vermem dediği zaman,

 

Her tarlayı sular, arkımız bizim...

 

......

 

 

 

...Ve son sözü o söylüyor:

 

“Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes,

 

Ey kahpe rüzgar artık ne yandan esersen es!..”

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...