Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
mukarrabin

Tesettür'e Dair...

Recommended Posts

Üstâd'ın mâlum (Sâmiha Ayverdi) ve meçhul (Kenan Rifai) hakkında bazı düşüncelerini içeren, Sâmiha Ayverdi'nin Mülâkatlar adlı eserinden iktibas edilmiş bir bölüm... Kendi sitemizden edindiğimiz bu bölümü aktarmakla kastımız; söylediğimiz sözlerin ve içine daldığımız düşüncelerin kişi merkezli olmamasını sağlamak... İnsan, başka bir insanın herhangi bir düşüncesini, hayat tarzını vesaire kabullenmeyebilir... Ama tepki ve duruş (belli bir daire içinde) faile değil fiile olmalı... Bu tepkiyi ve duruşu gösterirken de edep dairesinin içinde kalmaya azami özen göstermeli...

 

Ve ilgili bölüm:

 

 

N. F. Kısakürek- Ben hiçbir muharriri ziyarete gidip tebrik etmiş değilim; size adetâ sürüklenerek geldim. Ben dindar bir adamım. Fakat bunu bir fantezi telâkki ederek inanmayanlar pek çoktur. Paradoks yaptığımı sanırlar, alay, mizah mevzuu yaparlar. Ziyanı yok. Ben, başkalarını beni itham eder görmekten zevk alır, tekzibe lüzum görmem. İslâm'daki şiir ve felsefe hiçbir yerde yoktur. Hazreti Muhammed en büyük İnsan; o, her asrın büyüğüdür. Fakat bilmek lâzım... Kitaplarınızı okudum. Hayran oldum. Buna emin olun. O kadar ki benim için pek kıymetli olan Paskal'ın eserleri ile ve dâima elimin altında, gözümün önünde duruyorlar. Fakat belki canınızı sıkacağım, lâkin söylemeden, hattâ üstünde ısrarla durmadan geçmek istemediğim nokta şu ki, bu inzivanız çok zararlı bir şey... Ortaya çıkın, inin artık saklandığınız kuleden...

 

S. Ayverdi— Ben münzevî değilim ki... Hem prensip olarak inzivadan pek hoşlanmam da... Eğer bir tecerrüd lazımsa, bunu kesret dalgalarının çalkantısı ortasında yapmak da mümkündür.

 

N. F. Kısakürek— Oh, hem de öyle münzevîsiniz ki, darılmayın bayağı kızıyorum size.

 

S. Ayverdi- Eğer bu dediğiniz vaziyet için bende bir meyil olsaydı, muhakkak ki tekâzâ eder ve çoktan cemiyetin bir koluna sürüklerdi. Fakat mademki buna bir lüzum hissetmiyorum; şu halde zorla kendi kendimi şevketmem gayri tabîi bir hareket olur. Ben hayat vazifemi kendi âlemimin hususî havası içinde kurmuşum, kâfi işte.

 

N. F. Kısakürek— Yanlış düşünüyorsunuz. Cemiyet size muhtaç. Kendi zevkiniz, kendi sükûn ve inziva ihtiyâcınız nâmına bu hareketinizi tasvîb etmeniz asla doğru değil. Bu biraz da hodbinlik. Hakkınız yok buna. Ben, gece yarılarına kadar çalışan ve uykularımı üstüne düştüğüm kitapların, yazıların arasında geçiren, pek ziyâde meşgul bir adamım. Böyle iken işte size gelmeye bir vakit ayırdım. Şimdi size, faraza beş dakika matbaaya uğramanızı rica etsem yapar mısınız?... Bakın susuyorsunuz, olmadı işte.

 

S. Ayverdi- Bence bu dünyada her işi ehline bırakmak ve her kâr sahibini, üstüne almış olduğu vazifesi içinde seyretmek lâzımdır. Binaenaleyh ben de size hak vereyim, siz de bana...

 

**

 

4 KASIM 1945

 

 

N. F. Kısakürek- Af buyurun Hanımefendi, saatimden erken geldim. Fakat şuraya gelebilmek için ne müşkülleri, ne işleri geride bıraktım. Sizi görmeği cidden istiyordum. Bu benim için tasavvurunuzun üstünde bir zevk. Mecmuanın işleriyle o kadar bunalmış, onların içine o kadar batmış bir haldeyim ki arzularıma ve istirahatıma bir dakikamı ayıramıyorum. Artık bundan da anlarsınız ki şurada bulunabilmek için ne içten bir kuvvet sarf etmiş bulunuyorum. Mecmuayı bu defa nasıl buluyorsunuz?

 

S. Ayverdi- Mükemmel bir orkestrasyon göze çarpıyor. Cidden muvaffak oluyorsunuz.

 

N. F. Kısakürek— Matbaa ile uğraş, makine ile, mürettible, muharrirle uğraş... Hiç durup dinlenmeden uğraş. Fakat asıl mesele, muhtelif imzalara, muhtelif mevzulara, çeşit çeşit düşüncelere bir manevi hiza temin etmekte. İşte asıl orkestrasyon, bu saf birliğinde. Faraza Mustafa Şekib'de kokladığınız hava, Salih Murad'da da kuvvetli, hattâ Burhan Belge'de bile aynı çeşni. İlâhî bir bütün kuramadıktan sonra neden yorulup uğraşmalı ki, hayat demek bu demektir. Mecmuanın hangi köşesi alakanızı daha fazla çekiyor?

 

S. Ayverdi- Tabiî Adıdeğmez'in Halkadan Pırıltılar'ı...

 

N. F. Kısakürek— (Gayet samîmi, adetâ ağızdan kaçarcasına): Zaten mecmua da o sahifenin aşkına çıkıyor. İnsanoğlu tasavvufu hakîki mânâsında bilmiş olsa, kendi için de dünya için de bundan üstün bir iş yapmış olmaz. Onlar, ama hakiki onlar, herşeydir. Her şey onlar içindir. İnsanoğlu için hakîki nesesite budur.

 

(Bir sözden başka bir söze atlamak ihtiyaciyle.)

 

Size garib bir hissimden bahsedeceğim. Az evvel şu salona girdiğim zaman bir tuhaf oldum. Olmamalı idim, fakat oldum. Evvelki sene biraderinizin benim İngilizlerden para aldığım rivayetini söylemesi hatırıma geldi. O gün ne kadar üzülmüş, kendimden geçmiştim, hatırlarsınız tabîi. Halbuki sonradan bu hareketimden ne kadar utandım, kendimi ne kadar tâ'yib ettim. Pek tabîi ki bu frensizlik hoş bir kâr değildi.

 

S. Ayverdi- Kardeşim gayet temiz kalpli bir insandır. Olduğu gibi konuşur. Esasen bu türlü rivayetleri takbih zımnında böyle bir söz açmıştı.

 

N. F. Kısakürek- Ben neye üzüldüm biliyor musunuz? Hakkımda söylenenlere değil, asla asla değil. Kendi tahammülsüzlüğüme. Halbuki tasavvuf bir fantezi değildir; onun icâblarıyle âmel etmek lazımdır. Ben bu cihetten biraderinize müteşekkirim; zîra bu acıyı tattırmakla, beni bir nefs muhasebesine sevk etmiş oldu.

 

S. Ayverdi- Siz, Halkadan Pırıltılar'da demek suretiyle, bürünmek istediğiniz manevî şekli ve ilahi kıvamı anlatmış oluyorsunuz. Şu halde üst tarafıyle alakadar olmamalı...

 

N. F. Kısakürek- Hanımefendi, ben hakkınızda birbirinden üstün sözler dinlemiş bir adamımdır; fakat benim senseritemden şüphe etmemenizi rica ederek bir tecessüsüme cevap isteyeceğim. Bunu ağzınızdan dinlemek istiyorum. Siz, şüphesiz ki bir müntesibsiniz.

 

S. Ayverdi- Evet.

 

N. F. Kısakürek- Bu besbelli. Ve ben sizin yukarıdan aşağıya, evsafınızın hayranı ve hürmetkârıyım. Ancak sizin kime bağlı olduğunuzu öğrenmek isterim. Bu benim için pek ehemmiyetli bir nokta. Gerçi ben herkesin maddî manevî setrine ehemmiyet verir ve hürmet ederim; fakat sizi yetiştireni görmek istiyorum, bu hususta benim önüme düşünüz, beni kendisiyle görüştürünüz...

 

S. Ayverdi- Hocam kimseyi kabul etmez; fakat bir fırsat bulursam bu arzunuzu arz ederim.

 

N. F. Kısakürek- Ama beni af buyurun, bu hiç tanımadığım zât hakkında en küçük bir rivayet duymuş değilimdir. Ben meçhule de hürmetkarım. Kendisini hiç, ama hiç tanımıyorum. Tanımak isteyişim, sırf sizi yetiştirmiş olması itibariyle bu derece ehemmiyetlidir. Şu anda bu zât, benim için bir (x)dir o kadar.

Arada şunu da söylemek isterim ki, insanoğlunda bütün meçhuller için ihtimaller gizlidir. İşte ben affınızı isteyerek bu ihtimallerden bahs edeceğim. Bazen mürşid iktidâ edilecek büyük bir kıymet, mürid, iktidâ etmesini bilmeyen bir heykel olur. Bazen mürşid iktidâya değmez bir zavallı olur da mürid onu o gözle gürürse, neticede mürid kazançlı çıkar. Ama bazen mürşid de mürid de birbirlerini ikmal ve itmam eden kıymetler olur ki nûrun ala nûr. Ama dediğim gibi ben sizin bağlı olduğunuz zâtı tanımıyorum. Bu yüzden de kendisine payânsız hürmetim var. Ancak hatırıma geleni söylüyorum.

 

S. Ayverdi- Söyleyin, istediğinizi söyleyin. Görüyorsunuz ki bunlara cevap bile vermiyorum. Adamın biri: Benim Allah'ın varlığına bin bir yerde delilim var... deyince, dil ehlinin biri de: Öyle ise bin bir yerde şüphen var, diye cevap vermiş. Ben hocamı, tenzihten de tenzih ederim. O her türlü sena ve sitayişin fevkindedir.

 

N. F. Kısakürek- Bir müridin bir insan-ı kâmil için söyliyeceği söz... Ama bakın size gene ne diyeceğim: bir kâmil insan, kendisini görmek talebinde bulunan bir kimseyi nasıl reddeder?

 

S. Ayverdi- Bir fikir veya fiil, çok defa bizim tefsirimize göre mânâ ve renk kazanır. Binaenaleyh, bir büyüğün ihtiyar etmiş olduğu hayat tarzını da kendi zaviyemizden değil, kendi zâviyesinden seyretmemiz daha doğrudur.

 

N. F. Kısakürek- Mürşidiniz Nakşı midir?

 

S. Ayverdi- Hayır Rifâî.

 

N. F. Kısakürek- Mühim nokta. Siz Naksiliği bilir misiniz?

 

S. Ayverdi- Ben bu işlerin içinde büyümedim. Esasen Üstadım da Tekke âleminden yetişmemiştir. Kendisi münevver bir Galatasaraylıdır.

 

N. F. Kısakürek— Asıl münevverlik tasavvuf ehlindedir. Bakarsınız koyunun sütü ile geçinen köylü ile kulübesi arasında yaşayan adam, bu hilkatten maksud Peygamberin vücudu olduğunu ve Allah'ın her yerde sârî olduğunu bilmekle, âlim geçinenlerden daha üst, daha aşinadır.

 

S. Ayverdi- Size şunu söylemek isterim ki, Üstadımın bu cihanda hiç bir dâvâsı yoktur.

 

N. F. Kısakürek- Ama asıl dâva da dâvâsızlık değil midir? (Bir sözden bir söze atlıyarak.) Bizim dâvamızı mukaddes bulmuyor musunuz? Bizim dâvamız, bir dâvasız kimse için mukaddes değil midir?

 

S. Ayverdi- Üstadım, her oluşu, her istidadı kendi mahiyeti itibariyle hürmete şayan görür. Fakat kendisi her kayıddan, her alâka ve arzudan beridir. Bir derviş, mürşidinin ahvali sahifesi olmak itibariyle, eğer bende, benim iç ve dış gidişimde, bir yoldan çıkmaklık görüyorsanız, aynı hâli Üstadımda da arayabilirsiniz.

 

N. F. Kısakürek- Hayır, hayır böyle üzüntülü düşünmeyin. İnanınız bana ki hiç tanımadığım ve hakkında tek kelime duymadığım bir meçhule, ancak hürmet beslemekteyim. Ancak ellerinden öperim, beni lütfen kabul etsin, kendisi ile görüşmek istiyorum. Yahut isterseniz, pek yakında tekrar sizinle görüşelim, kendisini görmek sonraya kalsın.

 

S. Ayverdi- Ben de öyle düşünüyorum.

 

N. F. Kısakürek- Bu gün sizinle görüşmemiş gibiyim. Tasavvuf bahsi üstünde sormak istediğim geniş bahisler var ki, bu dar saate sığmaz. Şoför durmadan korna çalıyor. Bekletmiye mecburum; zira dostum Burhan Toprak hastadır, onu ancak bugün hastahanede ziyaret edebilirim. Kendisi hoş ve kıymetli bir insandır.

 

S. Ayverdi- Evet Güzel Sanatlar Akademisi'ne müdür olmak hayli yorucu, bilgi ve zevke dayanan bir iş.

 

N. F. Kısakürek- Ben estetiğe son derece ehemmiyet veririm. İslâmiyet, sonsuz incelikler ve nüanslarla doludur. Birbirinin içinden geçe geçe birbirine zıd görünen ahenkler ve barışlardan yapılmış bu güzellik âbidesi. İşte Büyük Doğu'da bunları tebarüz ettirimeğe gayret ediyorum.

 

S. Ayverdi- Fakat ne yazık ki gün günden anlayıcı ve mubatab azalıyor. Cemiyet, gerek idrâk ve irfan, gerekse fikir ve zevk seviyesi cihetinden sür'atte sükut ediyor.

 

N. F. Kısakürek- Ne yapayım. Benim vazifem, elimden geleni yapmak. Ötesine karışmam. Beni tasavvuf fantezisi yapmakla zan edenler çoktur. Ama inanınız ki ben içimden içimin tâ erişilmez derinliklerinden gelen bir mistikim... Bütün gayem Allah...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad, Samiha Ayverdi hanımın tesettüre dair bu şeriate aykırı fikirlerini bilseydi, onun bu yönünü eleştirirdi. Üstad'ın her yönden şeriat aşığı, şeriatin kıymetini bilen bir insan olduğunu biliyoruz ve şeriate mugayir laf edenlere de kalemiyle nasıl cevap verdiğini de biliyoruz. Samiha Ayverdi hanımın bu görüşleri içeren mektuplarının ilk defa yayınlandığı özellikle belirtilmiş ki bir Samiha Ayverdi okuru ve severi olarak da ben de bu fikirleriyle ilk defa karşılaşıyorum. Böyle sapık fikirleri olduğu öğrendiğim yazarları sevmekten vazgeçiyorum. Arkadaşımız, Üstad'ın S.Ayverdi hakkındaki görüşlerini, karşılıklı konuşmalarını eklemiş ama Üstad'ın takdir ettiği S.Ayverdi'nin o zamanlar bu görüşleri bilinmiyordu. Diyanet İşlerine kadar nerede yanlışlık ve sapıklık görürse eleştiren Üstad'ın S.Ayverdi'nin bu görüşlerini beğenmesi ve eleştirmemesi düşünülemez.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer.Perdesiz ev ise ya satılıktır ya da kiralık...

 

o zaman neslihan hanım bu sözün sınırları içine giriyor...bi de bu sözü üstada itham eden ahmaklar var onlara acıyorum...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Neslihan Hanım yahut bir başkası... Ne fark eder ki? Günah herkese günahtır.

 

VE hakikaten Üstad'da fasığın fıskını cemiyete soyma seciyeti varsa; babası dahi olsa fark etmez...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hiç tahmin etmediğim seyirde gelişen bir konu olmuş. Samiha Ayverdi gibi harikulade bir şahsiyetin üstad ile sohbetini okumak ve iki büyük insanın karşılıklı tutumlarını görmek önemli bir nokta oldu. Kendisini son derece ehemniyetli gören ben, Samiha Ayverdi'nin örtü bahsindeki genel bakışını radikal bulmamaktayım. Ehli sünnetin çizdiği daire karşısında Samiha hanımın açıklamaları sınırları aşıyor olabilir, aşmıyor da olabilir. Sıradan bir insan olsa belki çok keskin bir biçimde cevap hakkımı olumsuzluk yönünde kullanırdık, ama Samiha Ayverdi gibi duayen bir şahsiyet, manada üst seviyenin ehli olan bir insan olunca, onun bakış zaviyesine ulaşmadan eleştirmeyi doğru bulmuyorum. Onlarca eser veren, fakat bu eserleri üstün çile ve ızdırap denizinin içinde yazan bir insanın mütefekkir kafası ve tasavvufla yoğrulan ruhu elbetteki yanılabilir ama köklü bir yanlış yapma ihtimalini zayıf buluyorum.

 

Okuyarak istifade etmiş olduğumuz bu parçalardan ötürü murai muhib'e teşekkür ederim. Reyhan adminimize ve ortaya fikir koyan üyelerimize de teşekkür ederim.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Firefox'tan ötürü art arda ikinci mesajı atmak durumunda kalıyorum. Önemli bir suali açıklamam lazım. Bu konuda, sitemizde ve internetin çeşitli yerlerinde geçen bir söz var: "Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer, perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralık." Bu sözü üstada mal ediyorlar. Ortalığı boş bulan bazı mankafalar bilmişcesine(sitemizde de rastladım) "evet üstadın", ya da sözün altına "NFK" yazıyorlar. Bu söz üstada ait değildir. Uydurulup üstada mal edilmiştir, itibar etmeyiniz. Zaten sözün ne kadar alçakça olduğunu da görebilirsiniz. Böyle bir sözle üstadı karalamak gayesini gütmeleri çok yüksek bir ihtimaldir. Lütfen aldanmayınız. Kaynak olarak bizim siteyi kullanabilirsiniz. Bu konu olsun bunun dışında üstadla ilgili başka konular olsun, tereddütte kaldığınız herşeyi bize sorabilirsiniz. Bizler size kaynaklar ışığında cevap veririz.

 

Saygılarımızla...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Anlatılır ki; Hz. Râbia bir gün cezbe halinde iken kendini Bağdat sokaklarına atar yahut içinde bulunduğu hal, onu takdir edilen bir meydana doğru sürükler. Yolda kendinden geçmiş, kılık-kıyafeti şeriate aykırı bir şekle girmiş, belki kolu, belki saçı, ama muhakkak bir uzvu, haram bir erkeğe görünmemesi icab eden bir uzvu görünür bir vaziyette yürürken; sağdan-soldan, önden-arkadan sesler duyulur.

-Ya Râbia!... Bu halde nedir böyle!...

-Aman ya Râbia!... Şu haline bir bak!...

-Eyvah eyvah!... Ya Râbia ne yapıyorsun?...

-Ey Allah'ın eri!... Onca erkek var çevrede, hepsi namahrem... Görmüyor musun?

 

Sesler işitilir ve cevap verilir...

-Erkek mi?... Hani nerede erkek?...

 

Bağdat!... Şehir meydanının ortası... Meydan ana-baba günü... Yüzlerce erkek, hepsi de yabancı... Ama yok!... Var ama yoklar... Herkeste hayret... Ve bir müddet sonra bir ses!... Bir haber... Ses, onun; Râbia'nın ve herkesin dikkatini meydana inen bir sokağa davet ediyor...

 

-Bakın, bakın!... Abdulkadir Geylani geliyor...

Ve hayret!... Bir onda hayret!... Gelene gözü ilişen Râbia, derhal kendine gelir ve üstüne çekidüzen verir ve kalabalığa seslenir:

 

-İşte!... İşte erkek O'dur!...

 

 

Çok özür diliyorum. Konudan biraz uzak ama.

Bu yazının iki kahramanı olan Abdulkadir Geylani Hz. ve Hz. Râbia arasında 350-400 senelik bir zaman dilimi mevcud. Abdulkadir Geylani Hz değil de Hasan-ı Basri Hz. olabilir mi acaba?

Affınıza...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Pek âlâ olabilir!...

İşin mânâsını örselemese de hakîkat noktasında doğrusundan bahis edilmeli elbet!...

Ama dediğimiz gibi netice değişmez, anlatmak istediğimiz bâki kalır zira "İkisi" de erkek!...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Vukuu kesin midir, değil midir bilmemekle beraber, yer-zaman-şahıslar meselem değil. Meselem hisse, "netice".

Herhalde sualim gözünüzden kaçtı. Anlayışsızlığıma verin, anlatılmak isteneni yani kasdı, maksadı anlayamadım.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Allah Rasulü'ne ümmet olmak vasfı ile vasıfların en güzeline namzet olan sevgili vasıfsız!...

Sana tek cümle: "Erkeklik, her şeyi bir kenara bırakarak, Allah'a yalnızca Allah için kul olma derdine düşmüş ve dert ile beraber gayret kemerini kuşanmış ve gereken ne ise; Allah yolunda işin gerekleri her neyse onları tastamam yapmış yahut yapmaya azmetmiş; ve her an Allah ile olmuş, Allah ile yaşamış, Allah ile ölmüş ve nihayet Allah ile dirilmiş erlerin vasfıdır..."

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Kara kargalar gibi bürünün"...

Bu cümleyi hadis şerif diyerek piyasaya süren Kureyşi adlı üyeyi Allaha ve sevgilisine havale ediyorum.Yazık.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sevgili vasıfsız yukarıdaki (sana yazdığım bir önceki) mesaj öylece kalsın ama sana (soruna ve merakına) yaptığım haksızlık için senden özür diliyorum, yaşıma ver olur mu?... Yaşlılık işte... Nerede ise bir yıl önceki sorunu yeni gördüm dersem şu ihtiyar halime verin dediğim gibi ve gülün geçin...

 

Tabi kuru kuru bir özür beni de tatmin etmez... Devam edelim...

 

"... erlerin vasfıdır... Allah nazarında erliğin (erkekliğin) cinsiyeti yoktur... Alt cins olan insanlar içinden yani kadın yahut erkek her kim olursa olsun, Kuran ve sünnet ölçülerini hayatına aksettiren ve biricik davanın peşinden bıkmadan, yılmadan ve artan bir istikamet tavrı ile devamlı olarak sefer eden herkes erkektir... Bu manada bir erkeklik bir üst cinstir ki; başka bir cinsin olmadığı bu tür, ruhun vasfıdır... Yine aynı anlama gelen "adam, adamlık" da aynı kapıya çıkar... Kısaca Hasan-ı Basri gibi, Abdulkadir Geylani gibi Hazreti Rabia da erkektir ve Allah Adamı'dır... Bu zamanda da erkek ve kadından Allah davasına gönül vermiş Allah Adamları olduğuna imanımız aynel yakîn derecesindedir... Dua et... Et ki; ateşe atlayalım... Büyüklerin duası üstüne olsun... Muhabbetle vesselam...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Uzun olursa mazur görünüz.

 

İlk olarak, menkıbenin aslına, kaynağına ulaşmanız mümkün müdür?

 

Belki satıhta kalıyorum, bilmiyorum. Aktardığınız menkıbeden anladığım kadarıyla; Hz. Rabia "cezbe halinde iken", mahrem olmayanların görmesiyle İslam şeriatına/hükümlerine/emirlerine ters düşen giyiminin, kuşamının farkında olmadan sokağa çıkıyor. Halinin etkisi ile erkekleri/namahremleri farketmiyor ve sorulduğunda "Erkek mi?... Hani nerede erkek?" cevabını veriyor. Etrafındaki erkekleri farkedememesinden, bu beyanının cezbenin etkisi ile ağızdan çıktığını, doğru bir beyan olmadığını anlıyoruz.

 

Ardından, Abdulkadir Geylani Hazretleri yahut Hasan-ı Basri Hazretleri'ni gördüğünde ise şeriatın erkeğin karşısında, ol dediği kılığa bürünüyor. Yani gerçek erkeği görüyor ve gerçek erkek karşısında nasıl olmalı ise öyle davranıyor.

 

Fakat -kim olduğunda emin olmadığımız- Hazreti/eri/sahih erkeği gördüğünde -aktardığınız şekilde- "İşte!... İşte erkek O'dur!" demesi ve bunun üzerine tesettürünü tamamlaması, yanlızca bazı "erkekler" karşısında örtünülmesi gerektiği sonucuna vardırıyor.

 

Yani "İşte!... İşte erkek O'dur!" demesinden, Tesettüre bürünmesinin sebebinin, -bütün- erkekler karşısında olması gerekilen hali farketmesi değil; diğerleri değil, yanlızca sahih olan "erkeği" görmesi olduğu ortaya çıkıyor.

 

"Cezbe halinde iken" başka bazı İslam büyüklerinin dışarıdan bakıldığında şeriata muhalif görünen geçici beyanları, tavırları olduğunu duyuyoruz, biliyoruz. Bu hal ve beyanların yanlızca o ana ve şahsa ait olduğunu, herkes tarafından idrak edilemeyeceklerini ve her ana şamil olmadıklarını öğreniyoruz.

 

O halde, Hz Rabia'nın ikinci beyanı da birinci beyanı gibi cezbe halinde mi söylenmiştir, onunla amel edilemez, ondan hüküm çıkarılamaz mı; yoksa Hazret'i gördüğünde cezbe halinden sıyrılmış, etrafından haberdar, halinin farkında, beyanı hak, dolayısıyla da müslüman kadın yanlızca "erkek" sayılabilecek erkekler karşısında mı örtünmelidir?

 

Eğer bu kıssanın bir de hissesi/kasdı var ise, bugüne kadar öylesine anlatılagelmiyor ise, yani hüküm çıkarılacak ise; insanlar -en azından yanlış anlayarak ben- bayanların herkes karşısında örtünmekle mükellef olmadıkları neticesini çıkarmazlar mı?

 

Halbuki biz, İslam'ın kadına, yanlızca şu şu şu vasıfları sayılan gerçek "erkekler" karşısında tesettüre bürünün şeklinde bir emri olmadığını biliyoruz.

 

Hem aynı şekilde bu anlayışla, kadın karşısında/münasebetlerinde erkeğin olması/takınması gereken hali uyması gereken hükümler/kurallar, kadının "kadın" olması şartına bağlanamaz mı? "Erkeğin gözü ve elinin tesettürü, sadece şu şu kadınlara mahsustur" denilemez mi?

 

Örtü ayetinin inişini dönemim hanımlarının "göğüsleri gerdanları iyice açıkta kalmasına" bağlama şeklindeki büyük bir hataya düşen Semiha Ayverdi Hanım hakkında fikir belirtirken, -hazin bir hataya düştüğünü söylemenize rağmen- Hz. Rabia hakkında -kaynağını bilmediğimiz- bu kıssayı nakletmenizin sebebi, bundan kasdınızı nedir?

 

______

Son olarak, -hangi- "ateşe" neden atlamalı/atlayalım?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Şimdi anlaşıldı... Keşke daha kestirmeden derdini söylese idin... İşin zevk ve mânâ boyutunu kavrayamayan akıl için bir kaç kelam edelim... Ama evvela hisseni yazalım... Hisse: Adamlık ancak Allah Dostları'nın tavrına bürünmektir... Asıl erlik Allah ve Rasul tavrı içinde, istikamet üzre bir hayat yaşamak ve O'na hakkı ile kul olmaktır... Ve erkeklik de onların yaptığından ibarettir...

 

Ve detay: Samimiyetine itimat ile diyelim ki; İmam Şafii tarafından "acayip taife" olarak adlandırılmış ve İmam Hanbel'i hayretler içinde bırakmış tasavvuf yolunun büyüklerine dair hadiselerin pek çoğu, akıl denen nokta gözlü süzgeçten geçmez... Aklın işi görünen, tasavvufun ve hali ile ehlinin işi ise görünmeyenden ibarettir... Hal böyle olunca akıl gözlüğü ile bu hadiselere bakanlar takılır, kalır... Bu normal... Akıl ile okuduğu, duyduğu hadiseleri şeriat hükmüne vururak çıkarılması gereken sonucu çıkaran ve durulması icab eden noktayı bulup orada duran ahali kârdadır... Zira Hallac-ı sevenlere bir, taşlayanlara iki ecir vardır... Hüsnü zanna karşılık şeriatin hükmünü tasdik ve icra... Bu arada bir hadis-i şerifi not düşerek: (Şüphesiz Allah, sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Ancak amellerinize ve kalplerinize bakar...) devam edelim; Allah'ın baktığı yere bakanlar için Hallac'ın dili bir ecir varsa da gerçek ecir ancak Allah'ın katındadır.. Malum menkıbenin kaynağına ulaşırsam iletirim ama senin adına bir şey çıkmayacağına seni temin ederim... Çünkü ne kadar yazılırsa yazılsın, ne kadar konuşulursa konuşulsun, gönül olmadığı sürece "Tasavvuf" ilminden insan istifade edemez... Bu bir haldir ve anlamak için de o hale bürünmek gerekir... Gönül ehlini anlamak daha doğrusu daha çabuk anlamak için ilk iş itiraz makamından inmek ve iman etmek: Allah Adamları'nın hiç bir hal ve hareketlerinin, Kuran ve Sünnet dışında olmayacağına iman etmek... Şayet bu edaya bürünürse bir insan, zamanla anlaşılmaz olan her şey anlaşılır hale gelebilir... Belki de gelmez... Ama ziyanı yok...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu yazınızı okumadan evvel Semiha Ayverdi Hanım'ı işitmemiştim. Hayatı ve eserleri hakkında bilgi sahibi olmadığımdan onun kendisini, şahsiyetini eleştirecek hak ve haddim olmayabiilir, fakat bir sözündeki, azıcık bilgi ile farkedilebilecek büyük bir hatanın altında hikmet aramam gerekir mi? İslam'ın müslümana çizdiği kırmızı çizgilere taban tabana zıt vaziyetteki bir söz, -kime ait olursa olsun- reddedilmeli değil mi?

 

Misallendireyim.. "Nur Suresinin 31. âyetinde..." şeklinde başlayan tehlikeli beyan mazur görülebilir mi? Bu ve bu gibi yorumlar, insanların zihinlerine şüphe tohumları ekmez mi? Günümüzde televizyon ekranlarından yapılan tahrifatın farkında değil miyiz? Ekranlara çıkanlar, ayetleri ve hadisleri İslama muhalif şekilde istedikleri gibi yeniden yorumlamalarına, bilgisiz müslümanların zihinlerini allak bullak etmelerine şahit değil miyiz?

 

Bir hata işlenildiğinin farkında olup, bundan duyulan sıkıntının beyanı farklıdır; hatayı değil, hükmü -art niyetle olmasa bile- değiştirecek yorum yapmak farklıdır.

 

"Asıl erlik" "Rasul tavrı içinde, istikamet üzre bir hayat yaşamak ve O'na hakkı ile kul olmaktır... Ve erkeklik de onların yaptığından ibarettir..."

 

O ideal tavır ve istikamet, nasıl milim kadar olsun Kuran ve sünnetten ayrı düşer? Yahut şöyle sorayım, Allah'ın hükümlerine muhalif -aklımızın ve idrakimizin almayacağı fakat kabul ettiğimiz bir cezbe/hal içerisinde iken sarfedilmemişse- bir beyanın sahibi, "Allah Adamı" olabilir mi?

 

Yahut en azından, Hz. Rabia'nın aktardığınız -idrak edemediğim- tavrı ile, Semiha Hanım'ın -yanlızca- o duruş ve beyanı benzer kabul edilemeyeceği de söylenemez mi?

 

Kadın ve erkeğin vasıflarını sordum, çünkü Hz. Rabia'nın tavır ve duruşunu anlayamadım.

Hissemizi sordum, çünkü bu kıssayı, Semiha Ayverdiyi tartışırken paylaştınız.

Share this post


Link to post
Share on other sites

'-Her şeyde olduğu gibi örtünmede de kıstas,hududa riayet meselesidir ve din bu hududu HENDESE AÇIKLIĞİYLE çizmektedir.

-<Avret> denilen örtünmesi mecburi yerler,erkekte.....Kadında,YÜZÜ,ELLERİ VE AYAKLARI HARİÇ HERTARAFI...Bu ölçülerden hiçbir fedakarlığa imkan yok ve kadına saçından tek perçem bile göstermeye müsaade mevcut değil...

-Çizdiğimiz örtünme sınırı bütün yabancı gözlere şamil.....

.

.

.

-Hazreti Aişe kendisini ziyarete gelen ama bir sahabiyi kabul etmek için başörtüsünü isterken sahabinin şu sözüne muhatab oldu:<Ben körüm ya Aişe ,hiçbir şey görmüyorum;ne örtünüyorsun?>Ve şu cevabı aldı:<Ben seni görüyorum ya!>...Örtü sırrını bundan daha derin kucaklayıcı ne söylenebilir?İş nihayet fiil sınırını taşırıyor ve ruhta karar kılıyor.İslam serapa inceliktir.'

 

NFK , İMAN VE İSLAM ATLASI , 12. BASIM SH:101

 

Edeb nedir? Edebli giyinmek nasıl olur? Aişe anamıza mı bakarız Samiha Hanıma mı? Üstadın Samiha Ayverdi'ye muhabbet etmesi yahut kendi eşinin açık olması neyi değiştirir?

 

Ben meydanda ne erkek görüyorum ne Rabia...Öyleyse nasıl halka teşmil edebiliriz?..

Bu tasavvufi mevzular her yerde konuşulur oldu ya..onuda pek aklım almıyor doğrusu gönlüm kaldırmıyor...

Tasvvufi derinliğin varsa kardeşim gizle..Başkasının aklının alamadığını fehmetmişsen gizle..gizlediğini de gizle..

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Kara kargalar gibi bürünün"...

Bu cümleyi hadis şerif diyerek piyasaya süren Kureyşi adlı üyeyi Allaha ve sevgilisine havale ediyorum.Yazık.

 

Müdahale etmemiz gereken bir durum gözlemliyorum. Kureyşi kardeşimizi dediğiniz laf ile ağır töhmet altında bırakmaktasınız. Zira kendisi buraya edille-i şeriyye'ye tezat teşkil edecek herhangi bir söz nakletmemiş. Bahsi geçen "kara kargalar gibi büründüler/oldular.." hadis-i şerifi gerçektir. Bu hususu bizzat ehl-i sünnet alimlerimizden Mahmud Ustaosmanoğlu'nun şerhinden de biliyorum.

 

"Hz. Aişe'den rivayet edilmiştir ki; "Ensar kadınlarına Allah rahmet etsin. Bu "Ey Peygamber hanımlarına kızlarına bütün müminlerin kadınlarına da söyle" âyeti indiği zaman mırtlarını yardılar onunla başlarını sardılar da Resulullah'ın arkasında öyle namaz kıldılar ki sanki başlarında kargalar varmış gibi..." demiştir."

 

Elmalı'lı M.Hamdi Yazır Ahzap 59. ayet-i kerimesinin şerhinden bir kısım yukarıda iktibas ettiğim şekilde. Ki hepimiz Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinin rüştünü ispatladığını bilmekteyiz.Bu bahiste sanıyorum soru işareti kalmamıştır.

 

Ayrıca bir diğer konu; hani Rabiya-tül Adeviyye Hazretleri'nin vuku bulan hadisesi üzerine tesettür prensibimize yeni bir çığır kazandıran, "ne yani hakiki erkeğe mi tesettür gerek?" lafzına bir yanıtım olacak. Burada gerçekleşen mevzu kesinlikle bildiğimiz akıl sınırları dahilinde düşünülmemelidir. İdrak için tasavvufî ahlak ve de aklı perdelemek elzemdir. Aksi takdirde bunu salt akıl zaviyesiyle düşünürsek dolaylı değil, direk Kelamullah'da geçen örtünme ayetlerinin hükmünü katletmiş oluruz. Buna kimin gücü yeter? Nitekim bu konuya mura-i muhib ve de kübraa gönüldaşlarım çok muazzam açıklamalar getirmişler Allah razı olsun.

 

Bu arada kübraa kardeşim, bu gibi konuların sukut katline uğramaması naçizane kanaatimdir. Konuşalım, mülahazasını edelim ki benim gibi fakirler de nasiplensin, bir şeyler öğrenelim. Soru işareti olan kardeşlerimizi de sağlam senetlere dayanarak iknasına uğraşırız, kani olmazsa kendi bilir. İstişarede bereket vardır. Birimizin vakıf olduğuna diğerinin kulağı sağır kalmış kalmış olabilir.

 

Nitekim gizlemeyelim, bildiğini duyurmak ilmin zekatıdır. Bu konuda yorumları ile bizleri aydınlatan tüm kardeşlerimden Allah razı olsun.

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Müdahale etmemiz gereken bir durum gözlemliyorum. Kureyşi kardeşimizi dediğiniz laf ile ağır töhmet altında bırakmaktasınız. Zira kendisi buraya edille-i şeriyye'ye tezat teşkil edecek herhangi bir söz nakletmemiş. Bahsi geçen "kara kargalar gibi büründüler/oldular.." hadis-i şerifi gerçektir. Bu hususu bizzat ehl-i sünnet alimlerimizden Mahmud Ustaosmanoğlu'nun şerhinden de biliyorum.

 

"Hz. Aişe'den rivayet edilmiştir ki; "Ensar kadınlarına Allah rahmet etsin. Bu "Ey Peygamber hanımlarına kızlarına bütün müminlerin kadınlarına da söyle" âyeti indiği zaman mırtlarını yardılar onunla başlarını sardılar da Resulullah'ın arkasında öyle namaz kıldılar ki sanki başlarında kargalar varmış gibi..." demiştir."

 

Elmalı'lı M.Hamdi Yazır Ahzap 59. ayet-i kerimesinin şerhinden bir kısım yukarıda iktibas ettiğim şekilde. Ki hepimiz Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinin rüştünü ispatladığını bilmekteyiz.Bu bahiste sanıyorum soru işareti kalmamıştır.

 

Ayrıca bir diğer konu; hani Rabiya-tül Adeviyye Hazretleri'nin vuku bulan hadisesi üzerine tesettür prensibimize yeni bir çığır kazandıran, "ne yani hakiki erkeğe mi tesettür gerek?" lafzına bir yanıtım olacak. Burada gerçekleşen mevzu kesinlikle bildiğimiz akıl sınırları dahilinde düşünülmemelidir. İdrak için tasavvufî ahlak ve de aklı perdelemek elzemdir. Aksi takdirde bunu salt akıl zaviyesiyle düşünürsek dolaylı değil, direk Kelamullah'da geçen örtünme ayetlerinin hükmünü katletmiş oluruz. Buna kimin gücü yeter? Nitekim bu konuya mura-i muhib ve de kübraa gönüldaşlarım çok muazzam açıklamalar getirmişler Allah razı olsun.

 

Bu arada kübraa kardeşim, bu gibi konuların sukut katline uğramaması naçizane kanaatimdir. Konuşalım, mülahazasını edelim ki benim gibi fakirler de nasiplensin, bir şeyler öğrenelim. Soru işareti olan kardeşlerimizi de sağlam senetlere dayanarak iknasına uğraşırız, kani olmazsa kendi bilir. İstişarede bereket vardır. Birimizin vakıf olduğuna diğerinin kulağı sağır kalmış kalmış olabilir.

 

Nitekim gizlemeyelim, bildiğini duyurmak ilmin zekatıdır. Bu konuda yorumları ile bizleri aydınlatan tüm kardeşlerimden Allah razı olsun.

 

 

Arkadaşım mevzu bahis hadisi şerifi kim rivayet etmiş kim nakletmiş.Kaynak gösterin.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Arkadaşım mevzu bahis hadisi şerifi kim rivayet etmiş kim nakletmiş.Kaynak gösterin.

 

 

Kaynaktan muradın nedir efendi?

Hem ithamın ölçüsüz hem talebin muhal...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kaynaktan muradın nedir efendi?

Hem ithamın ölçüsüz hem talebin muhal...

 

Hangi hadis kitabından hangi hadis aliminden nakledilmiştir.Soruyorum...Bunun neresi muhal?

 

 

Kişinin malayani (boş) şeyleri terki İslam'ının güzelliğinden ileri gelir.(Tirmizi, Zühd 11)

 

Örnek olarak verdiğim hadisi şerifin sonunda kalın puntoyla yazılmış ifade talebime misaldir.

Kara kargalar gibi bürünün hadisi şerifinin sonunada da kalın puntolu ifadeyi görmek muradımdır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

kureyşi abi yakın zamanda gelemeyebilir diye ben cevap veriyorum.kısa bir araştırma yaptım.o şekildeki haline rastlamadımsa da şu hadise rastladım.sanırım meseleyi açıklamaya yeter.

 

 

ümme seleme (r.a.) anlatıyor." cenabı hakkınn şu kavli şerifleri indiği zaman (mealini veriyorum)" Ey peygamber hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar."(ahzap 59) ensar kadınları başlarından siyah örtüden kargalar taşıyor oldukları halde dışarı çıkarlardı."(ebu davud, libas 32, (4101).)

 

bir de kaynak istiyorsanız eğer insan gibi sorun.durduk yerde kimseye hakaret etmeyin.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

kureyşi abi yakın zamanda gelemeyebilir diye ben cevap veriyorum.kısa bir araştırma yaptım.o şekildeki haline rastlamadımsa da şu hadise rastladım.sanırım meseleyi açıklamaya yeter.

 

 

 

 

bir de kaynak istiyorsanız eğer insan gibi sorun.durduk yerde kimseye hakaret etmeyin.

 

hakaret mi.pes

Share this post


Link to post
Share on other sites
"Kara kargalar gibi bürünün"...

Bu cümleyi hadis şerif diyerek piyasaya süren Kureyşi adlı üyeyi Allaha ve sevgilisine havale ediyorum.Yazık.

 

evet hakaret.hatta iftira.kureyşi abiyi hadis uydurmakla suçlamışsınız.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...