Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
sark

Mektubatçı Bayram Ali Öztürk Hocam

Recommended Posts

İnternette takılırken bir video izlemiştim geçen senelerde. Bir hoca sohbet veriyordu. Hz.Peygamberi öven bir konuşmanın sonunda "Hz.Muhammed eşittir Allah" gibi bir ifadeyi alıntı yaptı. İşte o an içimde bir sızı oluştu.

Share this post


Link to post
Share on other sites

O sohbeti ben de izledim ve evet o lafzı telaffuz da etti. Ve yine evet kötü etti. Bakınız siz de yanlış anlamışsınız işte.

 

Biz dış pencereden baktığımızda, olayları tam manasıyla idrak edemeyecek, mahdud bir seviyeye sahibiz değil mi? Mesela Hallacı Mansur'u ele aldığımızda "Ene-l Hakk" lafını küfür görürüz, İbni Arabi'nin "sizin taptığınız benim ayaklarımın altındadır!" sözünü de küfür sayarız. Bayezid-i Bistami'nin "Sübhanım! Şanım ne yücedir!" sözü de küfürdür.

 

Ama fakat diğer cihetten bu ani çıkışın arkasındaki hakikattan haberdar olmuş, derinine vakıf olmuşuzdur değil mi? Bu cezbe halleri aşikare yaşanınca, yahut muhabbette aşırılık olup sözde makuliyeti kontrol edemeyecek hal alındı mı böyle dik, yontulmamış karşı çıkışlar da olur. Neyse izah lazım.

 

Cübbeli Ahmet hocamız da bu cümlesinden ötürü Merhum Bayram Hocamı ikaz etmiş, yanlış anlaşılmalara sebebiyet vereceği için dikkatli olmasını söylemişti. Sonra haberler yaydılar, İsmail Ağa Cemaati birbirine girdi diye. Yalan efendim! İlk bakışta evet cümle yanlış, resmen Allah'a beden isnat ediyor, yiyen, içen, bakan bi etten kemikten kalıp yapıyorsun. Onu yaratılmış sayıyorsun. Elbet aşikare sapkınlıktır bu. Ama işin arka yüzünün açıkladığım gibi olduğu kanısındayım.

 

Bir de şu var, bir şeyin gayri, zıttı olmayan o şeyin kendisidir. Efendimiz de Allah-u Teala'nın emirlerinin kesinlikle nokta dışına çıkmadığı için, ve katında en kutlu makama sahip olduğu için, ahlakı tamamen O'nun kelamı olduğu için bir "benzetme" yapılmıştır ama evet haddi aşılmış bir iltifattır. Bunda mutabığız fakat kasıt aramamak lazım. O mübarek ciddi manada Allah dostu ve de bir veliydi, geceleri uyuyamaz, "Allah'ım sana geliyorum Allah'ım!" diye nara atarmış.

 

Ya neymiş, her beyaz olan un değilmiş.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tamam işte bakın, belki sizin yanlış tanıdığınız adamlar konusunda da yanılıyor olabilirsiniz. Yani insanız sonuçta, o hocalar da insan, her dediklerini araştırmadan kabul etmemek gerekir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

http://www.youtube.com/watch?v=t4iqTcGMwm8

 

Bakınız siz demişsiniz İmam-ı Rabbani Hazretlerine ait olduğunu. İşte videoda da geçiyor, ki sözden sonra "bir eti kemiği var farklı olarak" lafı aslında olayın düğüm noktası. Sizin baktığınız zaviyeden olmadığı kesin. Benim evvelki yazdıklarımı da çöpe atıverin.

 

E o zaman sizin dediğiniz hoca!lar da öyledir "seç-beğen-al" tarzı uslubunuzu kabul edemeyiz, zira biz onların sapkınlıklarına şahsi görüşlerimizle yaftalamış değiliz, onlar ehli sünnet ulemalarınca reddiye görmüş, ehl-i sünnet akidesi dairesinden çıkmışlardır. O isimler bizzat kendi memleketlerinde diret tekfir edilip sürgün edilmişlerdir. Milyonlar kendi zanni görüşleriyle davranmış değildir, dediğim gibi kümülatif bir görüş onların safları tahlil edilmiş ve de layık oldukları çukura yükseltilmişlerdir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

http://www.youtube.com/watch?v=t4iqTcGMwm8

 

Bakınız siz demişsiniz İmam-ı Rabbani Hazretlerine ait olduğunu. İşte videoda da geçiyor, ki sözden sonra "bir eti kemiği var farklı olarak" lafı aslında olayın düğüm noktası. Sizin baktığınız zaviyeden olmadığı kesin. Benim evvelki yazdıklarımı da çöpe atıverin.

 

E o zaman sizin dediğiniz hoca!lar da öyledir "seç-beğen-al" tarzı uslubunuzu kabul edemeyiz, zira biz onların sapkınlıklarına şahsi görüşlerimizle yaftalamış değiliz, onlar ehli sünnet ulemalarınca reddiye görmüş, ehl-i sünnet akidesi dairesinden çıkmışlardır. O isimler bizzat kendi memleketlerinde diret tekfir edilip sürgün edilmişlerdir. Milyonlar kendi zanni görüşleriyle davranmış değildir, dediğim gibi kümülatif bir görüş onların safları tahlil edilmiş ve de layık oldukları çukura yükseltilmişlerdir.

 

Ehli Sünnet ulemalarınca reddiye görmüş diyorsunuz da, ben de size hangi Ehli Sünnet? demek zorunda kalıyorum. Ehli Sünnet alimlerinin arasında o kadar çok ihtilaf vardır ki mesela belki bilmiyorsunuz ama Buhari'ye göre "büyük imam Ebu Hanife hz." güvenilmez bir adamdır. Ve güvenmediğinden dolayı ondan hiç hadis nakletmemiştir. İmamı Azam a çok ağır sözler söyleyen başta Buhari olmak üzere çok meşhur Ehli Sünnet alimleride sayarım size. Şimdi ikiside Ehli Sünnetin büyük imamlarıdır. Bakın MUKALLİTLERDEN hiç bahsetmiyorum. MÜCTEHİDLERDEN direkt olarak örnek verdim sizlere.

 

Yani açıkça söyleyeyim eğer İMAMI AZAM bu zamanlarda yaşasaydı, ya da onun tıpatıp aynı karakterinde ve bilgisinde bir alim gelseydi "vallahi billahi bile derim" kendisine bu zamanda da pek çok insan "haşa" sapkın, reformist, sünnet düşmanı gibi ithamlarda bulunacaklardı. Adım gibi eminim çünkü görünen köy kılavuz istemez derler.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Arkadaşlar yanlış anlamayın ama neden bunlar özellikle Efendi Hazretlernin yanında yürüyenlerin başına geliyor?Çok büyük bir haksızlık ve hadsizlik bence.Biri şehit edilir,diğeri son nefesine kadar mahkemede suçlanır bir diğeri resmen boş tehtidlere maruz kalır?En son şimdi yaşanana bakınız:Alim hapiste,zalim dışarda...Eee..Medrese-i Yusufiye diye boşa dememişler.Görelim Mevla neyler?Neylerse güzel eyler.RABBİM hayırlısını nasip etsin:)

Share this post


Link to post
Share on other sites

 

Buhari'ye göre "büyük imam Ebu Hanife hz." güvenilmez bir adamdır. Ve güvenmediğinden dolayı ondan hiç hadis nakletmemiştir. İmamı Azam a çok ağır sözler söyleyen başta Buhari olmak üzere çok meşhur Ehli Sünnet alimleride sayarım size.

 

.

 

Bana şu kısmı delilleriyle ispat ediniz. Güvenilmez adamdır derken kast edilen ne? Hadisteki rivayet usullerinden "zatp ve adl"den hangisinde ne kabahat görmüş? Allah'ın izniyle İmam-ı Azam'ın hiçbir kavlinde ve de içtihadında Efendimiz'in sözüne tenakuz teşkil edecek hele Kur'anla çelişecek hiçbir mevzu yoktur. Bulmaya çalışan gitsin evvela samanlıktaki iğneyi çıkarsın. Belki Buhari'nin şafi olması hasebiyle (hocam derste dedi) şafi mezhebinin görüşlerine yakın hadisleri, fıkhı bapları kaleme aldığı için kısmen Buhari'nni Sahih'inde İmam-ı Azam'ın içtihadına ters hükümler bulunabilir yahut İmam-ı Azam'dan hadis rivayet etmemiş olabilir. Asla rivayet edip etmediğini de hocamdan öğreneceğim. Siz de elinizdeki eserden midir nereden bu savınızı ortaya attıysanız rica ederim iyice arz edin. Zira biz biliriz ki aklın yolu birdir (mezhep farklılıkları, içtihadi konularda bir takım farklılıklar müstesna) Efendimiz'den rivayet edilen mütevatir, sahih bir hadis birinin kendi mezhep anlaşıyına uymuyr diye hele de adama garezi var, huylanıyor diye rivayet etmemezlik olmaz. Ki Buhari'nin hadis tespiti, tedvini gerçekten çok sıkı şartlar altında olmuştur. Kalkıp bu tarz bir iddiade bulunmanız gerçekten "vehamettir"!

Share this post


Link to post
Share on other sites

 

Bana şu kısmı delilleriyle ispat ediniz. Güvenilmez adamdır derken kast edilen ne? Hadisteki rivayet usullerinden "zatp ve adl"den hangisinde ne kabahat görmüş? Allah'ın izniyle İmam-ı Azam'ın hiçbir kavlinde ve de içtihadında Efendimiz'in sözüne tenakuz teşkil edecek hele Kur'anla çelişecek hiçbir mevzu yoktur. Bulmaya çalışan gitsin evvela samanlıktaki iğneyi çıkarsın. Belki Buhari'nin şafi olması hasebiyle (hocam derste dedi) şafi mezhebinin görüşlerine yakın hadisleri, fıkhı bapları kaleme aldığı için kısmen Buhari'nni Sahih'inde İmam-ı Azam'ın içtihadına ters hükümler bulunabilir yahut İmam-ı Azam'dan hadis rivayet etmemiş olabilir. Asla rivayet edip etmediğini de hocamdan öğreneceğim. Siz de elinizdeki eserden midir nereden bu savınızı ortaya attıysanız rica ederim iyice arz edin. Zira biz biliriz ki aklın yolu birdir (mezhep farklılıkları, içtihadi konularda bir takım farklılıklar müstesna) Efendimiz'den rivayet edilen mütevatir, sahih bir hadis birinin kendi mezhep anlaşıyına uymuyr diye hele de adama garezi var, huylanıyor diye rivayet etmemezlik olmaz. Ki Buhari'nin hadis tespiti, tedvini gerçekten çok sıkı şartlar altında olmuştur. Kalkıp bu tarz bir iddiade bulunmanız gerçekten "vehamettir"!

 

Kesinlikle burada katılıyorum.Yani bilen var bilmeyen var.Bu konuda açık olarak delille açıklanırsa eğer ona göre neyin ne olduğunu bilende bilmeye de anlar istifade eder.Çok yanlış bir cümle olmuş.Delil ve ispatı şart...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Buhari'nin Ebu Hanife'ye karşı taassubunun ulemâ nezdinde maruf ol­duğunu belirten Ebû Gudde, Zeylai’ den şu nakle yer verir:

 

Buharı şid­detli taassubu ve Ebu Hanife mezhebine aşırı hücumu yüzünden Sa­hihinde onun tek bir hadisine bile yer vermemiştir. Halbuki o, Ebu Hanife'nin görüşüne muhalif olan sünnetleri araştırmada çok dakiktir. Herhangi bir konuda, hadisi zikrederek, "Allah'ın Resulü böyle buyurdu, bazı in­sanlarsa şöyle dedi" diyerek Ebu Hanife'ye ve onun hadise muhalefetine işarettte bulunur.

Bana şu kısmı delilleriyle ispat ediniz. Güvenilmez adamdır derken kast edilen ne? Hadisteki rivayet usullerinden "zatp ve adl"den hangisinde ne kabahat görmüş? Allah'ın izniyle İmam-ı Azam'ın hiçbir kavlinde ve de içtihadında Efendimiz'in sözüne tenakuz teşkil edecek hele Kur'anla çelişecek hiçbir mevzu yoktur. Bulmaya çalışan gitsin evvela samanlıktaki iğneyi çıkarsın. Belki Buhari'nin şafi olması hasebiyle (hocam derste dedi) şafi mezhebinin görüşlerine yakın hadisleri, fıkhı bapları kaleme aldığı için kısmen Buhari'nni Sahih'inde İmam-ı Azam'ın içtihadına ters hükümler bulunabilir yahut İmam-ı Azam'dan hadis rivayet etmemiş olabilir. Asla rivayet edip etmediğini de hocamdan öğreneceğim. Siz de elinizdeki eserden midir nereden bu savınızı ortaya attıysanız rica ederim iyice arz edin. Zira biz biliriz ki aklın yolu birdir (mezhep farklılıkları, içtihadi konularda bir takım farklılıklar müstesna) Efendimiz'den rivayet edilen mütevatir, sahih bir hadis birinin kendi mezhep anlaşıyına uymuyr diye hele de adama garezi var, huylanıyor diye rivayet etmemezlik olmaz. Ki Buhari'nin hadis tespiti, tedvini gerçekten çok sıkı şartlar altında olmuştur. Kalkıp bu tarz bir iddiade bulunmanız gerçekten "vehamettir"!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Buhari'nin Ebu Hanife'ye karşı taassubunun ulemâ nezdinde maruf ol­duğunu belirten Ebû Gudde, Zeylai’ den şu nakle yer verir:

 

Buharı şid­detli taassubu ve Ebu Hanife mezhebine aşırı hücumu yüzünden Sa­hihinde onun tek bir hadisine bile yer vermemiştir. Halbuki o, Ebu Hanife'nin görüşüne muhalif olan sünnetleri araştırmada çok dakiktir. Herhangi bir konuda, hadisi zikrederek, "Allah'ın Resulü böyle buyurdu, bazı in­sanlarsa şöyle dedi" diyerek Ebu Hanife'ye ve onun hadise muhalefetine işarettte bulunur.

 

Bakınız benim dediğim işte, "mezhebine aşırı hücumu" diyorsunuz. Bu imam-ı azam'a değil mensup olduğu mezhebine bir ters bakıştır. Ki bunu kalkıp da Buhari İmam-ı Azam'a düşmandı, siz bilmezsiniz İmam-ı Azam güvenilmez adamın biridir demeye ruhsat vermez. Ayrıca bu misal keçi boynuzu tatlıdır ha siz bilmezsini glikoz da içerir der gibi ironik. Siz bana delil getirmemişsiniz ki, ben diyorum ki nerede bizzat İmam-ı Azam'a "bu adam güvenilmezin biridir" sözünüzü teyid edecek lafı, ya da hangi davranışında, içtihadında kendisiyle tezat düşmüş de bir kalemde silmiştir bunu deyin bana. Kalkıp adını sahih ravilerin arasında sayıplıp sayılamayacağı ihtilaflı olan(en azından cahil olan, yani pek şöhreti olmayan raviler ile) ispat etmeye çalışmanız af buyurun ama çok basit bir teknik.

 

Buhari dediğim gibi hadis tetkikinde çok dikkatliydi, subut-u lika bunun en sivri olanlarından. Rivayet ederken bizzat hocalarını buluyordu yani, iş böyle ince işlenirken yani hadis rivayetinde çok ince eleyip sık dokurken kalkıp da bir mezhebine, içtihadı kararına ufak tezatlıklarından dolayı İmam-ı Azam'ı silip atamaz, atmamıştır da. Efendimiz'in söylemediği mevzu hadisleri ne kadar elemekte dakik ise, söylediği bizzat sabit olan hadisi de sırf İmam-ı Azam söylemil diye Sahih'ine almamış olması bana akılı bırakın vicdanen de pek kabil gelmiyor. Buhari amatör bir muhaddis değildir. Siz öyle bir konuşuyorsunuz ki, "senin babanı da sevmezdim o yüzden dediğin lafa itibarım yok" kadar çocukça. Bir diğer yan, Resulullah şöyle dedi birileri böyle dedi de ne demek? Yani İmam-ı Azam hadiste değişme mi yapmıştır rötüş falan ha? Ya gidiniz Allahaşkına kiminle oynadığınıza dikkat edin lütfen.Bu resmen İmam-ı Azam mevzu hadis isnat ettirmektir. Şaşarım size ve dediklerinize.

 

Ve bana şunu getirin şunu şunu dediği için, yaptığı için Buhari İmam-ı Azam'ı silmiştir ve şu hadisin aslı şöyleyken İmam-ı Azam tahvil etmiştir. Çok askıda kalan, asılzı laflar sizin dediğiniz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

 

Bakınız benim dediğim işte, "mezhebine aşırı hücumu" diyorsunuz. Bu imam-ı azam'a değil mensup olduğu mezhebine bir ters bakıştır. Ki bunu kalkıp da Buhari İmam-ı Azam'a düşmandı, siz bilmezsiniz İmam-ı Azam güvenilmez adamın biridir demeye ruhsat vermez. Ayrıca bu misal keçi boynuzu tatlıdır ha siz bilmezsini glikoz da içerir der gibi ironik. Siz bana delil getirmemişsiniz ki, ben diyorum ki nerede bizzat İmam-ı Azam'a "bu adam güvenilmezin biridir" sözünüzü teyid edecek lafı, ya da hangi davranışında, içtihadında kendisiyle tezat düşmüş de bir kalemde silmiştir bunu deyin bana. Kalkıp adını sahih ravilerin arasında sayıplıp sayılamayacağı ihtilaflı olan(en azından cahil olan, yani pek şöhreti olmayan raviler ile) ispat etmeye çalışmanız af buyurun ama çok basit bir teknik.

 

Buhari dediğim gibi hadis tetkikinde çok dikkatliydi, subut-u lika bunun en sivri olanlarından. Rivayet ederken bizzat hocalarını buluyordu yani, iş böyle ince işlenirken yani hadis rivayetinde çok ince eleyip sık dokurken kalkıp da bir mezhebine, içtihadı kararına ufak tezatlıklarından dolayı İmam-ı Azam'ı silip atamaz, atmamıştır da. Efendimiz'in söylemediği mevzu hadisleri ne kadar elemekte dakik ise, söylediği bizzat sabit olan hadisi de sırf İmam-ı Azam söylemil diye Sahih'ine almamış olması bana akılı bırakın vicdanen de pek kabil gelmiyor. Buhari amatör bir muhaddis değildir. Siz öyle bir konuşuyorsunuz ki, "senin babanı da sevmezdim o yüzden dediğin lafa itibarım yok" kadar çocukça. Bir diğer yan, Resulullah şöyle dedi birileri böyle dedi de ne demek? Yani İmam-ı Azam hadiste değişme mi yapmıştır rötüş falan ha? Ya gidiniz Allahaşkına kiminle oynadığınıza dikkat edin lütfen.Bu resmen İmam-ı Azam mevzu hadis isnat ettirmektir. Şaşarım size ve dediklerinize.

 

Ve bana şunu getirin şunu şunu dediği için, yaptığı için Buhari İmam-ı Azam'ı silmiştir ve şu hadisin aslı şöyleyken İmam-ı Azam tahvil etmiştir. Çok askıda kalan, asılzı laflar sizin dediğiniz.

 

Hocam söyleyene değil delile bakın diyeceğim ama maalesef önyargıyla bakarsanız mesele çözülmez. Y.Nuri Öztürk'ün bu konudan genişçe bahsettiği kitabı bile var. Kitabın adı İmamı Azam, piyasada halen bulabilirsiniz. Orada alimlerin İmamı Azam hakkında neler dedikleri savunanları ve eleştirenleriyle birlikte güzel alıntılarda bulunulmuş.

 

Kitabı okuduğunuzda, kitaptaki delilleri ve alıntıları incelerseniz Buhari ve pekçok alimin İmamı Azam'a o kadar ağır ithamlarda bulunduğunu görürsünüz ki "İmamı Azam'a keşke sadece güvenilmez adam deselermiş" dersiniz.

 

Şunu iyi bilmeliyiz ki, İslam da akılcılığa önem veren her alim gelenekçiler tarafından suçlanmıştır. İmamı Azam da bunlardan biridir. Aslında Buhari ve benzerlerinin ona karşı çıkmalarındaki temel nedenin bu olduğunu düşünüyorum. İnsanların aklını kullanmasını engellerseniz onları istediğiniz gibi uyutabilirsiniz zaten.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yaşar Nuri Öztürk-Akıl-Ön yargı-Güvenilmez-Gelenekçi- bıla bıla bla

 

Üstü kalsın abi almiyim sağol.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Seviyeli bir tartışmayı huzur ile sukunetle okuyordum. Ta ki şu adamın ismi zikredilinceye dek. Ahh! Ebu Zerr bize getire getire bu adamı mı misal getirdin. Diline pelesenk olmuş taassup mefhumunu her yerde olduğu gibi burada da tekrar ber tekrar hatırlatarak bizlere bıkkınlık ve yılgınlık getirdin. Yani bizi bu taassup kelimesine boğarak bezdirdin.Çıkar lügatından bu mefhumu azad eyle zira senden çok sıkılmışa benziyor. Yeni bir fikrin empoze edilmesi yahut mürde gönüllerde yeni bir anlayışın inşa edilmesi için ve kendince zihnimizdeki istifhamların giderilmesi için bu yöntemi çok mu tesirli gördün. Ebu Zerr senin bu yaptığın iş çok tehlikeli bir iştir. Ve bu iş aşağısı uçurum olan bir yerde ip üzerinde parende atmaya benzer. Her an düşme tehlikesi ile karşı karşıyasın. Savunduğun fikrin babaları belki de cehennemin gayyasında feryad-u figan etmekteler.

 

Allahın talihsiz bir kulu olmalıyım ki Yaşar Nuri ismini 1999 yılında İmam Hatibin orta ikinci sınıfında Kur’an-ı Kerim hocamızdan duydum. Pırıl pırıl bir şahsiyetti o. Kendisine hayran olmaktan başka bir yol bulumadığımız bu adam o tarihte gündemi sallayan kalemi keskin ve kavi olmasının yanı sıra gözü kara bir o kadarda hakikat aşığı. Sol cenahın kulakları sağır edecek kadar borusunun öttüğü ağırlıklarının ve gölgelerinin üzerimize düştüğü o demlerde avazı çıktığı kadar hakikati gürül gürül haykıran adam. İmam Hatiplerin kapatılacağı kararının ardından neredeyse ayaklarımıza kapanacak kadar kendini paralayan ve yapılan bu haksızlığa tahammül edemeyişinden ötürü bu zulmün ızdırabını hücrelerinde yaşayan adam.

 

İşte bu adam zamanında bizi Yaşar Nuri’ nin öz kişiliği, karakteri, adamlığı hakkında bilgilendirmişti. Şöyle ki; Hocamız 95’li yıllarda bir eser telif etmiş zamanın akademisyenleri tarafından çok hacimli görülen bu eser takdir ve kabul görmüş ve bazıları bu eserden alıntı yaparak kaynak göstermiş ama Yaşar Nuri, hocamızın eserinden alıntı yaptığı halde bunun kaynakçasını göstermemiş sayfa adedini tam hatırlayamayacağım yirmi sayfalık bir araştırmayı alın terini kendisine mâl etmiş. Göz göre göre kul hakkına tecavüzün daniskasıdır bu. Başka izahı olabilir mi? Şimdi o adamdan misaller getirene şefkat nazarıyla bakamayacağım ve bir eserde bu terbiyesizliği yaptığı için bunu bütüne mal edip pire için yorgan yakacağım. Bize müsvette şahsiyetlerden beş paralık adamlardan misal getirmeyin ve kaale almamızı beklemeyin! Bu hüküm sadece hocamızın anlattıkları ile ortaya çıkmamıştır. Beş vakit namazı üç vakit olarak kabul etmesi ve anlatması, Kuran'a olan hürmetsizliği, İmamı Azam Hz. kendi zaviyesine göre anlaması ve anlatması, hadisleri reddetmesi daha bir çok sapkınlığa mahal verecek hal ve davranışlarda bulunması ile ortaya çıkmıştır.

 

Bir milletvekilinin seçiminde o vekile itimat edilmesi için geçmiş de yaşadıkları ne kadar ehemmiyet arz ediyorsa din adamları için bu durum daha vahimdir ve daha da hassastır. Birisi dünyevi istikbaliniz için ehemmiyet arz ederken bir diğeri ahirete müteallik meselelerde yön tayin eder ve akıbetimizi belirler. Söyledikleri ile amel etmeyen insanlara biz itibar etmeyiz isterse sırtında ordinaryüs yaftası ile dolaşsın. Kitap yüklü merkep kefesine koyar ait olduğu çöplüğe onu itekleriz. Ehli sünnet alimlerine mugayir her hal ve hareket aynı muameleyle tabidir.

 

Artık şu meseleye gelelim ve sizin sözlerinizle girizgah yapalım,

 

“Kitabı okuduğunuzda, kitaptaki delilleri ve alıntıları incelerseniz Buhari ve pekçok alimin İmamı Azam'a o kadar ağır ithamlarda bulunduğunu görürsünüz ki "İmamı Azam'a keşke sadece güvenilmez adam deselermiş" dersiniz.”

 

Durum o derecede vahim yani. Kim bilir o bilgiler alıntılar nereden hangi zihniyetteki şahısların eserlerinden devşirilmedir. Müsteşriklerin, Masonların ve localarının, Siyonistlerin fitneye sebebiyet vermek için yüzlerce eseri piyasaya sürdükleri malumumuz. Kaynak olarak bunlar tercih edilmişse kimin taassup içerinde hareket ettiği gün yüzüne çıkacaktır. Öncelikle şu bilinmelidir ki İmam-ı Azam R.Aleyh Gufran Hazretlerinin ismi desturla anılmalıdır. Büyük bir feraset ve takva sahibi olan imamımız herhangi bir şahıs muamelesine tabi tutularak avam seviyesine indirgenmemeli hele hele insanı şirazeden çıkaracak yakıştırmalarla “güvenilmez adam deselermiş” bu daha da yeğmiş gibi sözler sarfedilmemelidir. Kimden bahsediyoruz biz? O ulvi insanı tenzih ederim sarı çizmeli Mehmet ağadan bahsetmiyoruz kendimize gelelim kardeşim.

 

Size ömrümüz vefa ettiğince, değil bir ay bin ay daha tahammül ederiz ancak sadece polemiğe zemin hazırlar ve bizi gereksiz yere cedel ilminin bataklığına çektiğinizi anlarsak hakkınızda hiç hayırlı olmaz. Bunu tehdit olarak değil de temkinli hareket etmenizi ihtar eden bir söz olarak kabul edin.

 

Selam ile...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Zaten böyle cevaplar beklediğim için aklıma gelen ilk örneklerden biri olup bu konuyu anlatan kişilerden biri kendisi olduğu için "isim belki önyargıyla bakmanıza neden olabilir, delillere-kaynaklara bakın siz" falan demiştim.

Şimdi ben hiçbir kimseye (Peygamberler hariç) yüzde 100 her konuda katılırım demem. Ama bir insanın farklı hocaları veya ilahiyatçıları rahatça eleştirip kendi şeyhini,tarikatını,yolunu yüzde 100 haklı,doğru gibi görmeside tersten bir yanlış değil mi?

Ayrıca bazı iddiaların cevabı çok açık aslında.

 

Bildiğim konuları cevaplarsam eğer,

 

NAMAZ 3 VAKİT Mİ DEDİ, (Namaz 3 vakitte toplanabilir demekle namaz 3 vakittir demek arasında büyük bir fark yok mu sizce de?)

 

KURAN'A HÜRMETSİZLİK (Eğer abdestsiz tutulur denmesini kastediyorsanız ve bu sizce hürmetsizlikse peki öyle olsun ama katılmıyorum. Eğer hürmetsizlik olarak görüyorsanız tabi)

 

İMAMI AZAM'I KENDİNE GÖRE ANLATMASI (Bu konuda bir örnek vereyim. İmamı Azam'ı -daha iyi- anlatma açısından bir Y.Nuri Öztürk, İmam-ı Azam'ın 40 yıl yatsı abdestiyle sabah namazını kıldığını iddia edenlerden daha iyi anlatıyor. Zaten asıl olayda İmamı Azam gibi alimler için "kerametler" uydurup, asıl davalarını tam anlatamamaktan da kaynaklanmıyor mu? Hadi Y.Nuri Öztürk'ü geçtik diyelim, MISIR'IN BÜYÜK ALİMLERİNDEN EBU ZEHRA'NIN anlattığı "EBU HANİFE"yi anlatsalardı eğer bizlere, bugün onu(İMAMI) çok daha iyi tanıyor olacaktık.)

 

HADİSLERİ REDDETMEK (Şöyle düşünüyorum. Kuran'a aykırı bir hadis olamaz. Bize her hadis olarak anlatılanların iyi incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Herhalde Öztürk'de öyle düşünüyor olabilir.)

Share this post


Link to post
Share on other sites

İhtimaller üzerine fikir bina eden insanlar ne derecede ciddiye alınır bunu sizin insafınıza bırakıyorum. Bu meseleler gayet ciddi ve bir o kadarda hassas bu nedenle afaki konuşmuyorum kayda ve itibara değer kaynaklar doğrultusunda fikir serdediyorum. Cemaatlerin, daha doğrusu ucundan kıyısından dahil olmuş müntesiplerinin görüşlerini genele yada o cemaatin bütününe hamletmemek gerekir. Cemaatin önde geleni bir tespit yapmışsa bu durum müstesna. Hakiki manada bir Mürşid-i Kamilden kolay kolay isme matuf bir eleştiri duyamazsınız yada onlar ağızlarına bir isim almışsa muhakkak Hak katında mühürlenmiş kimselerdir. İlahiyatçılar hocalar vesair kişilerin dokunulmazlığı mı var? Akılcı yaklaşan bir insan için ne tuhaf bir görüş. Onları ve söylediklerini akıl süzgecinden geçirmeden, ölçmeden, biçmeden, tartmadan kabul edebilir miyiz? Bir Zekeriya Beyaz'ı düşünün mesela düşündükçe nevri dönüyor insanın. Bu adamı ve benzerlerini eleştirmeyelim mi? Bakın yaşar nuri İmam-ı Azamı eleştirmeye cüret edebiliryorsa avamdan bir kimsede onları rahat rahat eleştirebilir…

 

Şimdi okumaya ve araştırmaya meyyal bir şahıs olduğunuz için şu iktibası sizin için yapıyorum. Bende kitabı mevcut okudum sizin için de internetten indirdim. Kafanızda oluşmuş yada oluşması muhtemel soru işaretlerini giderecek nitelikte bir akademik araştırmayı takdim edeceğim. Muhtevası şu; Yaşar Nuri’nin hadisi reddi bu redde mukabil neyi ve neler kendisine mesnet edindiği ve ana saikleri, İmam-ı Azam ve Buhari’nin neden karşıkarşıya getirildiği hadis ekolü ve hadise riayetin önemi vb. konuların kemal-i hassasiyetle ele alındığı bir eserden kesit. Uzun fakat okunmaya değer tatmin edici bir yazı buyurunuz:

 

"Hadis Eğlencesi ve bir Kur'ân Mucizesi"

 

Burada Örnek olarak sunacağımız makale "Kur'andaki İslâmı" savunan bu yazarların önde gelen isimlerinden Yaşar Nuri Öztürk'e âit olup aynen bu başlığı taşıyor.119 Üzülerek ifâde edeyim ki, ben bu makaleyi okuduğumda islâmî bir sahada "Prof unvanı almış bir insanın bu denli yanılgısı ve baştan başa ihanet kokan ifâdeleri karşısında şaşırıp kalmıştım. Tabiî beni şaşırtan ve hayretler içinde bırakan hadisleri uydurma sayıp reddetmesi değil s bu husustaki hareket noktasıydı. Hattâ bu yazıyı yayınlayan ve yazarla aynı pareîeîde olan İktibas dergisinin sahibi ve yazı işleri müdürüne bu konudaki tepkimi ve teessürümü şifahen de ifâde etmiştim. Kendisi de bu konuda cevap vermemizi ve cevap verdiğimiz takdirde yazımızı aynen yayınlayacağını bildirmişti. Ancak biz bu hakkı söz konusu dergide değil, geç de olsa, yeri gelmişken burada kullanmak istedik. Aslında söz bu noktaya gelmeseydi ve yazarın bu makaledeki görüşlerini şu veya bu şekilde kitaplarında da yansıttığını görmeseydim belki burada buna ihtiyaç duymayabilirdim. Zîrâ makale biz bu kitabı yazmaya başladığımız sırada yayınlandığı için, kitap yayına girdiği zaman üzerinden hayli zaman geçmiş ve unutulmuş olacaktı. Fakat ilmî seviyeden yoksun oluşundan dolayı muhatap alınmak istenmemesinden ötürü olsa gerek ki, hiç kimsenin de bu konuda (bildiğim kadarıyla) bir cevabı yayınlanmadığı için hâlen cevâba; daha doğrusu müslümanlara teşhir edilmeye ve sünneti hangi mantıkla reddettiklerini göstermeye değecek bir ilginçliğe sahiptir. Şimdi sözü uzatmadan bu ekolün, hadisleri reddederek savundukları "Kur'an'daki îslâmı" ve hakikatleri nasıl saptırdıklarını bu makale eşliğinde görmeye çalışalım.

 

Yazar bu makalede ard niyetli bir senarist görüntüsüyle Allah Teâlâ'nın "İnsanlardan kimi de varki, bilgisizce insanları Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için lâf eğlencesi'ni satın alır. İşte onlara küçük düşürücü bir azâb vardır120 kavlini çarpıtmak suretiyle, Peygamber (s.a.v)'in hadislerine uyarlayarak Allah'la Peygamberini karşı karşıya getiriyor ve aynen şöyle diyordu: "Başlığımızdaki 'Hadis eğlencesi' (LehvelHadis) deyi-misKur'an'ın Lokman sûresi 6. âyetinden alınmış ve deyimin özünü oluşturduğu için 'hadis' kelimesi terim anlamıyla aynen korunmuştur. Anılan sûrenin 6. ve 7. âyetleri, hadis eğlencesi satın alarak insanları hiçbir ilme dayanmaksızın Allah'ın yolundan saptırıp dîni alay konusu hâline getirenleri korkunç bir sonun beklediğini duyurmaktadır. Âyetlere göre, hadis eğlencesi satın alanların bir özelliği de Kur'an'dan rahatsız olmak, onu dinlememek için bahaneler aramaktır. Bu âyetlerin sergilediği ürpertici haberi iyi kavramak için Yusuf sûresinin son âyetini de dikkate almak gerekiyor. Kur'an orada, kendisiyle ilgili mucize bir tesbit sunar:"Bu Kur'an, uydurulmuş bir hadis değildir. 121 Kur'an yine hadis kelimesini kullanarak, iki yerde de şunu soruyor :" Kur'andan sonra hangi hâdis'e iman ediyorlar ?" 122

 

Dikkat edilecek olursa, yazarın bu ifâdelerine göre, sanki Al-İah Teâlâ Peygamberini göndermiş ama herşeye rağmen, Resulünün risâletine güvenmeyerek onun sözlerine karşı insanları uyarmak ve sakın "hadis eğlencesi" türünden, onun boş ve gereksiz sözlerine uyarak bilgisizce benim yolumdan sapmayınız ve başkalarını da saptırmayınız demek istemiştir.

Kur'andan söz ederken sık sık "mucize" kavramını tekrar etme ihtiyacını hisseden yazar, bu cümlelerin hemen arkasından meramını net bir dille ortaya koymaktan kendisi de haya etmiş olmalı ki bütün hadisleri mi yoksa sâdece ehli kıble olan herkesin bildiği sonradan vaz' edilen uydurma hadisleri mi? kasteddiğini birbirine karıştırma ustalığını da elden bırakmamıştır.

"Görülüyor ki Kur'an, kendisinin başına dert açacak, üstelik de Allah elçisine isnad edilecek uydurma hadisler yıkımına dikkat çekerek bağlılarını mucize bir ihtarla uyarmıştır. Gerçekten de, Kur'an'm berrak ve erdirici yaratılış dîninin başına en büyük sıkıntılar, ilk günden itibaren hep bu uydurulmuş hadisler yüzünden gelmiştir...Târih içinde bütün tevhid erlerinin parmak bastığı bu gerçeği saklamak için, uydurma hadis sözündeki "uydurma " kelimesini yutarak "hadis ve sünnete karşı çıkılıyor" şeklinde yalanlar düzüle dursun..", ifadeleriyle sanki genelde hadisleri kabul ediyor da, sâdece herkesin anladığı ve karşı koyduğu ma'nâdaki uydurma hadislerden bah sediyomuş gibi ma'sum bir hava vermesine rağmen, âyette lügat anlamıyla kullanılan "hadis" sözcüğüne terim anlamını yüklemesi ve Hz. Ömer (r.a) ile îmam-ı A'zâm Ebû Hanîfe'ye nisbet ettiği bazı ifadeleri maksatlarının dışına taşıması hedefinin hiç de öyle olmadığını, daha doğrusu bize kadar ulaşan bütün hadisleri uydurma saydığını ortaya koyuyor.

"Uydurma kelimesini yutarak hadis ve sünnete karşı çıkılıyor şeklinde yalanlar düzüle dursun" diyerek hadis ve sünnet karşısındaki tavrını gizleme mecburiyyetini hisseden yazar, acaba şu cümleleri aktarırken neyi kastediyordu?:

"Kur'ânı tek ve şaşmaz din kaynağı yapmak uğrundaki kararlı tutumunun gerekçesini Hz. Ömer şöyle özetliyordu: 'Allah'ın ki-tabı yanında din kaynağına vücut veremeyiz; böyle bir şey, eski i ümmetlerin başına geleni bizim de başımıza getirir. Ve Kur'andan koparız. Allanın kitabı dışındaki kitaplar, Peygamberimize isnad edilen sözlerden de oluşsa, yok edilmelidir. Ve Ömer, valilerine genelge göndererek, bu tip kitapların tümünü imha ettirmiştir."

Hz. Ömer'e nisbet edilen bu ifâdeleri sunuş şekliyle âyete yüklediği ma'nâ birlikte mütâlâa edildiği zaman, yazarın maksadının sâdece uydurma hadislerle sınırlı kaldığı söylenebilir mi?. Bilakis Peygamber (s.a.v)'in ağzından çıkan bütün hadisleri muhatap aldığı gün gibi ortadadır. Ama yazar ne söylediğini ve ne yazdığını bilemeyecek durumdaysa ona sözümüz yoktur. Çünkü bu durumdaki insanlar söylediklerinden ma'zurdurlar!

Herşeyden önce yazara sormak lazım: Hz. Ömerin bu sözlerinin sıhhatini ne ile tesbit etti acaba? Hz. Ömer'le ilgili bu rivayetler sahîh yollarla geliyor, âyet onları ve onları satın alanları kapsamı dışında tutuyor da, sâdece uydurma belâsına mübtelâ olanlar ve âyetin kapsamına girenler Resulüilah (s.a.v)' in sözleri mi oluyor ?! Yazar araştırıp öğrenme zahmetine katlandı mı bilemem ama, Hz. Ömer (r.a.)'a nisbet edilen bu haberler Kasım b. Muhammed ve Yahya b. Cudeh tarafından rivayet edilmiştir. Bu iki râvînin söz konusu rivayetleri ise munkatı' olup bundan dolayı da zayıf ve itibar edilmeyecek seviyede görülmüştür.123 Hal böyle olunca, daha sahîh yollarla rivayet edilen hadisleri töhmet altına alırken, böyle bir haberle amel etmesi, yazarın kendi kendisiyle çelişki içinde olduğunu göstermez mi? Eğer da' vâsında samîmî ise bu haberlere dayanarak Peygamber 'in hadislerini şaibe altına almadan önce onların aslını araştırması ve herkesten ziyâde bunları kendisinin reddetmesi gerekmez miydi.? Ama sünneti ve hadisleri reddeden müsteşriklerin ve onların mektebinde yetişen seleflerinin görüşüne tabi olmak gibi kolay bir yol varken bunu niye yapsın ki?!

Hz. Ömer iddia edildiği gibi, hiçbir zaman insanları hadis rivayetinden menetmemiş, sâdece rivayetlerinde dikkatli olmasını istemiştir. Nitekim O'nun, hadis rivayetini büsbütün yasaklama-yıp bilakis insanların bu konuda temkinli hareket etmelerini istediğinin en güzel delili "İsti'zân" hadisini rivayet eden Ebû Mûsâ el-E§'ârî ile aralarında geçen olaydır. Ebû Mûsâ el-Eş'ârî söz konusu hadisi rivayet edince, Hz. Ömer, kendisinden bir şahit getirmesini istemiş, Ebû Mûsâ da Übey b. Ka'bi şahit olarak getirince: "Suphanallah! ben, seni yalancılıkla .itham etmek istemedim. Yalnızca bir şey işittim ve o konuda ihtiyatlı hareket etmek istedim, o kadar" demiştir. Buharı ve Müslim'in rivayetlerinde ise Hz. Ömer'in Ebû mûsâ'ya şöyle dediği nakledilmiştir: Ben seni itham etmek istemiyorum. Fakat insanların, Resulüilah (s.a.v)'e yalan isnat etmelerinden endişeleniyorum. 124 Yine Buhârî,el-Edebü'l-Müfred adlı eserinde, Ubeyd b. Hânîn'den yaptığı bir rivayette Hz. Ömer'in Ebû Musa'ya: Vallahi sen Resûlüllah'ın hadisleri konusunda güvenilir bir insansın. Fakat ben onu iyice tahkîîc etmek istedim." dediğini kaydetmiştir.125

 

Şam'da veba salgını başgösterdiği sırada Hz. Ömer, Şam yakınlarındaki, "Serğ" denilen mevkîye kadar varmışken, Abdur-rahman b. Avf in, Resûîüllah (s.a.v)'in:" Bir yerde veba zuhur ettiği zaman oraya gitmeyin. Bulunduğunuz yerde belirirse, o zaman da oradan dışarıya çıkmayın" buyurduğunu hatırlatması üzerine Şam'a girmekten vazgeçmiş ve geri dönmüştür.

Keza Misver b. Mahreme'nin rivayetine göre :" Hz. Ömer, kadının çocuğunun düşürülmesine sebeb olmanın hükmü hakkında halkla istişare etmiş. Muğîre b. Şu'be de: "Resûîüllah (s. a.v)'in bu konuda diyetin, ğurre, yâni, köle veya câriye olduğuna hükmettiğini haber vermiş. Ömer, senden başka buna şahit olan var mı ? diye sormuş, bunun üzerine Muhammed b. Mesleme ona şahitlik etmiştir126 Bu rivayetler Hz. Ömer'in insanları Kur'an'la yetinmeye ve onu tek kaynak yapmaya çağırmadığının en açık delilidir. Bu şekilde Kur'an'da hükmünü bulamadığı meselelerde, hadis ve sünnete baş vurduğu bilinip dururken, nasıl olur da O'nun yalnızca Kur'an'la iktifa etmeye çağırdığı iddia edilebilir? Bunun anlaşılması mümkün değildir. Üstelik, Hz. Ömer (r.a), sırf resmî mektuplar şeklinde 537 tane hadis rivayet etmiş, Kur'an ve sünnette hükmünü bulamadığı meselelerde Hz. Ebu Bekir'in tatbikatını dahi delîl olarak almıştır. 127

 

Şu halde Hz. Ömer iddia edildiği gibi hadisle ilgili kitapları irnhâ ettirseydi hem de resmî yazılar halinde bu hadisleri rivayet etmiş olur muydu? Aynı şekilde Hz. Ömer, Kur'andan başka bir şeyi kaynak saymasaydı, Kur'an ve sünnette hükmünü bulamadığı meselelerde Hz. Ebu Bekir'in tatbikatım esas alır mıydı? Bütün bunlar, O'na isnat edilen bu tür haberlerin asılsız olduğunun apaçık bir isbatıdır. Eğer mücerred bir mantıkla ya da kasdı mahsûsa İle bu kadar sağlam belgeleri tekzîb edip yukardaki zayıf belgeleri daha güvenilir buluyorsa, bilsin ki bu görüşü sadece kendisini bağlar.

Biz burada yazarın bu tür delillerinin detayına daha fazla inemeyeceğiz. Zira bu hem çalışmamızın maksadını aşar, hem de sünnet ve hadis münkirlerince Hz. Ömere izafe edilen bu iddialara yukarda bahsettiğimiz İslam da'vetçileri tarafından yeterli cevaplar verilmiş durumdadır. Dolayısıyla biz burada bu kadarla yetiniyoruz

Hadisleri reddetmek çabasıyla, Hakk ile batılı tamamen birbirine karıştıran yazar' in, kendi safına çektiği isimlerden biride; hadislerin, sahîh ve hasen statüsündekileri yanında zaman zaman zayıf olanlarım bile mezhebinde bol miktarda delîl olarak kullanan imam Ebû hanîfe'dir. Yazar, işine geldiği için A'zam sıfatını ihmal etmemeye özen göstermek suretiyle İmam Ebû Hanîfe'yi de, maksadına âlet ederek daha doğrusu baston yaparak çok usta ve planlı bir üslupla Peygamber (s.a.v)'in hadislerini dövmek için kullanıyor ve şöyle diyor: " İmam A'zam da "Kur'ân'a ters düşen hiçbir söz, Hz. Peygamber'in ağzından çıkmış olamaz" prensibini esas almıştır. Bu büyük imam'in bu tavrı, onun küfürle itham edilmesine bile sebep olmuş ye devrinin bazı fakihleri tarafından "İslâmı tahrib etmekle" suçlanmıştır. Ne ilginçtir ki îmamı A'zam'a cephe alanlar listesinde yer alan önemli İsimlerden biri de Kütüb-ü Sitte müelliflerinin en ünlüsü Buhârîdir..." (!).

 

Görüldüğü gibi yazar, îmam A'zâm'ın bu ifâdelerini tamamen kullanıldığı ortam ve maksadın dışında değerlendirerek düşüncesine âlet etmekte ve câhil halk nezdinde "Ebû Hanîfe hadisleri Kur'ân'a aykırı saymış" imajıyla hadislere gölge düşürmek, Buhârî ile Ebû Hanîfe'yi ve devrinin fakihlerini karşı karşıya getirmek gibi, bir taşla bir kaç kuşu birden vurmayı arzulamakta dır. Yoksa îmam A'zam'in bu İfâdesinde onun iddiasına delîl olabilecek herhangibir ma'nâ mevcut değildir. O, bu ifadesiyle sâdece Peygamber (s.a.v)'in ağzından çıkan bir ifâdenin Kur'âna ters düşmeyeceğini ve O'ndan Kur'âna aykırı bir haber nakledilir-se, bunun kabul edilemeyeceğini kastedmiştir. Aklı selim sahibi her insanın bu sözden çıkaracağı anlam budur. Bu ise sâdece onun değil bütün ulemânın görüşüdür. Ancak Peygamber (s.a.v)'in ağzından çıkan hadisleri yukardaki âyetlere muhatap kabul ederek Kur'ânı tahrif etmek, Hz. Ömer ile Ebû Hanîfe'nin de aynı çizgide olduğunu imâ ederek onları kendi safına dâhil etmek sâdece kendisinin kurumuşudur.

 

Yazar o derece planlı hareket ediyor ki kendi gibiler şöyle dursun, bizim dahi kabul etmediğimiz bir çok zayıf hadisi, hatta Sahabe ve Tâbiûn kavillerini bile mezhebinde delîl olarak kullanan bir imamı hem hadislere karşıymış gibi bir pozisyona sokuyor, hem de son derece ta'zîme delâlet eden bir üslub kullanarak sahip çıkar gözüküyor. Buna karşılık, eserine zayıf hadisleri almamak için hertürlü insanî gayreti sarfetmekten çekinmeyen bir imamı, ona cephe almış göstererek töhmet altına sokuyor. Zira, yazarın ifadelerine dikkat edilirse, İmam Buhârî, sanki Kur'an'dan ve onu dinlemekten rahatsız olduğundan uydurma hadislerin dîne sokulması için uğraşmış, İmam Ebû Hanîfe ise bu hadislere karşı savaş açmış, hattâ Kur'an'a aykırı oldukları için Peygamber (s.a.v)'in hadislerine hiç mi hiç iltifat etmemiş, bu yüzden de Buhârî, kendisine cephe almıştır.

 

Yazarın kastı gerçekten bu ise, böyle bir iddia, tek kelime ile her iki imam için de korkunç bir iftira olur. îmam Ebû Hanîfe'nin, yazar ve seleflerinin iddia ettiği şekilde hadislerin karşısında olmadığının, aksine mezhebinde çok miktarda hadis, sahabe ve tâbiûn kavlini delîl olarak kullandığının en açık delili İmam Ebû Yusuf un "Kitâb'ül-Âsâr", İmam Muhammed'in "Muvat'â"' ve "Kitâb'ül-Âsâr" adlı eserleri ile Hafız Zeylaî'nin "Nasbu'r-Râye" isimli dört ciltlik muhteşem eseridir. Zira bu eserler, Ebû Hanîfe'nin mezhebinde delil olarak kullandığı hadisleri, sahabe ve tâbiûn kavillerini bir araya toplamaktadır. Yazar'ın imâ ettiği gibi, İmam A'zam, hadise karşı çıksaydı ve mezhebini hadise da-yandırmasaydı bu kadar hadisle amel etmiş olur muydu.? İmam A'zamın hadise karşı bir tavrının olmadığı bilakis ona meftun olduğu biraz sonra müstakil olarak ele alacağımız başlıkta görülecektir.

Yazar, gerek bu makalede, gerekse genel anlamda iddia sında samîmi ve iyi niyetli olsaydı, îmamı A'zam'ı savunduğu (ya da savunuyor göründüğü) kadar, hatta ondan daha ziyâde Buhârî'yi savunması gerekirdi. Zîrâ îmam Ebû Hanîfe'nin hadiscilik yönü profesyonel anlamda kendisine muhaddis detirtecek ölçüde değildir. (En azından Buhârî seviyesinde değildir). Buna karşılık İmam Buhârî hem bir muhaddis -ki kendisinin de itiraf ettiği gibi muhad-dislerin en ünlüsü- hem de büyük bir fakihdir. Onun fıkıh sahasındaki büyüklüğünü ve üstün kabiliyyetini görmek için kitabına koyduğu bab başlıklarına bakmak yeterlidir. Zira o, sadece hadisleri nakletmekle yetinmemiş, onlardaki fıkhî hükümleri de istinbât ederek bu istinbatlan bab başlıkları halinde ortaya koymuştur. Üstelik bütün ilim ehli, onun Câmiu's-Sahîh'inde bir tane bile mevzu, hattâ bir kısım ta' liklerin dışında zayıf hadis dahi bulunmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. O halde hangi maksatla îmam Ebû Hanîfe'den bahsaderken Özellikle imam A'zam ismiyle bahsedip yanında görünmeye çalışıyor ve buna mukabil Buhân'yi ona muhalif biri olarak takdim edip karşısında yer alıyor?!

Gerçi bâzı hanefîlerin nakline bakılırsa İmam Buhârî'nin imam Ebû Hanîfe'ye karşı şahsî bir husûmetinden söz etmek mümkündür. Ancak İmam Ebû Hanîfe'nin hicrî 150 yılında vefat ettiği, İmam Buhârî'nin de hicrî 194 senesinde doğup 256'da vefat ettiği göz önüne alınırsa, birisi doğmadan 44 yıl önce vefat eden iki kişi arasında nasıl bir şahsî husûmet olacağını anlamak mümkün değildir. Bu iki imam arasında husûmet değil, olsa olsa bir ilmî ten-kid söz konusudur. Nitekim îmam Buhârî kendisine ulaşan deliller ölçeğinde İmam Ebû Hanîfe'yi, hadis ilmi açısından tenkid ederek kendi usûlüne göre zayıf saymıştır. Buna parelel olarak, rivayete göre Sahihinin onsekiz yerinde "Kale ba'dunnâs" diyerek

Ebû Hanîfe'nin ictihadlannı eleştirmiş ve zımnen onu hadislere aykın hüküm vermekle suçlamıştır. Bâzı Hanefî âlimler de onun bu tavrını husûmete, tarafgirlik ve taassuba hamletmişler ye bunu isbat için de bazı gerekçeler hazıriamişiardır. Kanaatimize göre asıl taassup ve tarafgirlik budur. Zîrâ biri hayatta, diğeri o doğmadan ölen iki imam arasında hiçbir maksatla husûmet olamaz. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Husûmet ancak akranlar, meslektaşlar ve çıkar ortaklan arasında söz konusu olur. İmamlar arasındaki ilmî tenkitleri husûmete yormak çoğu zaman, bu tenkitleri yapan kişilerin maksadını saptırmak olur.

 

Buhârî'nin eserlerine bakıldığı zaman îmam A'zam hakkında: "Ebû Hanîfe hadis konusunda kuvvetli değildir" 128 demekten öte bir üslub kullanmadığı görülür. Bu ise insaf sahibi herkesin kabul edeceği gibi, sırf ilmî bir tenkitten ibaret olup husûmet anlamına gelmez. Sonra İmam Ebû Hanîfe'yi hadis ilmi açısından tenkit eden sâdece Buhârî değildir. Aksine onu, İbnü mübarek, Ah-med b . Hanbel, İbnü Ebî Şeybe, İbnü Adiy, Dârakutnî, Hatip el-Bağdâdî ve daha başkaları da tenkit etmişlerdir. Hattâ mezhebinin üçte birlik kısmına yakın görüşlerinde sünnete aykın hüküm verdiği gerekçesiyle hanefî mezhebinin önde gelen İsimlerinden imam Ebû Yusuf, imam Muhammed, İmam Züfer ve daha başka talebeleri de hocaları Ebû hanîfeyi tenkit etmiş ve bu görüşlerini terketmişlerdir. 129 Meselâ İmam muhammed sâdece "el-Muvat tâ" adlı eserinde 20 kadar meselede imamına muhalefet etmiştir. 130

Hanefî kaynaklara müracaat edildiği zaman Ebû Hanîfe'nin görüş serdettiği bir çok konuda, Ebû Hanîfe'nin görüşüne muhalif olduğu halde "müftâbih kavil, imâmeynin kavlidir" ifâdesine rastlamak herzaman mümkündür. O halde denebilir mi ki, imam A'za-mı tenkid ettiklerine ve görüşleriyle amel etmediklerine göre talebeleri ve onların görüşlerini müftâbih kavil sayanlar da taassupla hareket etmişler ve ona cephe almışlardır.?! Bilakis, ne bunu ne de ötekini söylemek asla doğru değildir. O halde, bu iki büyük imam arasındaki içtihadı ihtilaftan taassup, tarafgirlik ve husûmet gibi gösterenler, kim olursa olsun, asıl kendileri bu duygularla hareket etmişlerdir. Onlarınki sâdece içtihadı bir ayrılıktır. Bu ihtilâfı gündeme getirmenin, mecramdan kaydırmanın ve iki tarihî şahsiyeti birbiriyle karşı karşıya getirerek üstünlük yansına sokmanın iyi niyete hamîedilebilir bir tarafı yoktur.

Yazar ne kastettiğini tam ortaya koymamaya Özen göstererek Nebevi hadisler'e karşı açtığı bu zehirli fikir savaşında muhatabının sadece uydurma hadisler olmadığını nihayet M. Ab-duh'a ait şu cümlelerle ortaya koyuyor ve maksadını büsbütün ele veriyor: "Müslümanlann bu asırda Kur'an'dan başka imamları yoktur... Ezherde okutulan ve benzeri kitaplar varolduğu sürece bu ümmet ayağa kalkamaz. Ümmeti ayağa kaldıracak ruh, ilk dönemde hâkim olan Kur'an ruhudur. Kur'an'ın dışında her şey* Kur'an'ı bilmek ve onu yaşamakla aramıza konmuş engeldir... Zihinleri-mizdekileri işe kanştırmadan inancımızı Allah'ın kitabına sunduğumuzda sapıtıp sapıtmayacağımız ortaya çıkacaktır... İslâmiyet, mensuplarının uydurduğu hurafe ler ve aşın gidenlerin bulaştırdıkları yalanlar kadar büyük bir musibete maruz kalmamıştır. Bunlar, müslümanlann akıllannı fesada uğratmış, yabancılann da islâmın temelleri üzerinde kötü düşünmelerine yol açmıştır."

Bu ifâdelere bakılırsa M. Abduh yazann kendisiyle aynı paraleldedir ve âyetlerin ifâde ettiği (!) gibi terim anlamıyla hadis kelimesinin kapsamına giren herşeye savaş açmıştır. Halbuki Ab-duh'un bu ifâdelerinde, kendisinin Allah'ın âyetlerine yamamaya çalıştığı bu iftiraya destek olabilecek hiç bir nokta mevcut değildir. Çünkü Abduh ve ekolünün genel olarak savunduğu felsefe; Kur'an'ı, geçmişten gelen kültür mîrâsına; önceki müfessirlerin görüşlerine, tefsirlere sokulan mevzu hadislere ve isrâiliyyât'a dâir haberlere bağımlı kalarak anlamaya çalışmanın yanlış olduğudur. Abduh ve ekolü sahîh hadisleri kabul eder ve onlarla herhangi bir sıkıntı içinde değildir. Asıl sıkıntısı olan yazann kendisidir.

Gerçi kendisine destek yapmaya çalıştığı isimler içerisinde bir dereceye kadar sâdece Abduh ve ekolü bu gerçeği yansıtıyor olsa da buna rağmen M. Abduh asla onun çizgisine düşmemiş ve Peygamber'in hadislerini Kur'ân'ın yukardaki âyetlerinin muhatabı yapacak kadar ihanet kokan bir görüş serdetmemiştir. O sâdece Tefsîri mezheblerin görüşlerinden, zayıf ve uydurma hadislerle isrâiliyyattan arındırmaya çalışmıştır. Bu arada mutezile imamları gibi akla geniş bir hürriyet bahşederek akılla çelişir gördüğü, Buhârî ve Müslim'de geçen bir kısım sahih hadisleri zayıf veya uydurma sayarak reddedmiş ve haberi âhâdı itikadda delil kabul etmemiştir. Bu yönüyle sünnete belli bir darbe vurmuş olsa da M. Abduh ve ekolü hadisleri ve sünneti hiçbir zaman reddetmemiş ve yazarla aynı görüşü paylaşmamıştır. Bunun delili, Abduh'un kendinden önce yazılan tefsirlere ihtiyaç duymayışının gerekçesini îzâh ederken söylediği şu sözleridir: "Allah teâlâ kıyamet gününde bize, insanların sözleri ve anlayışlarından sormaz. Ancak bizi hidâyet ve irşada sevketmek için indirdiği kitabından ve nazil olan şeyleri bize açıklayan Peygamber'in sünnetinden sorar." "Biz sana Kur'ânı indirdik, tâ ki, insanlara kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın". Size risâlet vâsıl oldu mu? size tebliğ edilen şeyi düşündünüz mü? Emir ve nehyolunduğunuz şeyleri teak-kul ettiniz mi ? Kur'ân'ın irşâdıyla amel ettiniz mi ? Peygamber'in hidâyetîyle ihtida ve O'nun sünnetine tâbi oldunuz mu ? diye sorar.131

Bu ifadelerden anaşılıyor ki, Abduh, Peygamber'in Kur'â n'ı beyân ettiğine ve onun bu beyânına uyup uymamanın âhirette sual konusu edileceğine îtikad ediyor. Şu halde hadisler sünnetin hazînesi olması sebebiyle sünnetten ayn düşünülemeyeceğine göre, onun, hadisle sırf hadis-olduğu için bir proplemi yoktur. O, nadis'in sâdece zayıf ve uydurma olanına îtibar etmemiştir. Din, zayıf temeller ve uydurma sözler üzerine bina edilemeyeceğinden bu nevî zayıf ve uydurma hadislere aklı selîm sahibi hiçbir kimse Öyle olduklarını bile bile zâten îtibar etmez. Şu halde bir insanın bâzı hadisleri zayıf veya uydurma sayarak reddetmesi başka, kendisinin deyimiyle hadis teriminin kapsanlına giren Peygamber (s.a.v)'in bütün hadislerini "İnsanlardan kimi de varki, bilgisizce insanları Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için lâf eğlencesini satın alır. işte onlara küçük düşürücü bir azâb vardır" ve "Bu Kur'an, uydurulmuş bir söz değildir." şeklindeki âyetlere muhatap kabul edip toptan reddetmek ve bu hadislere uyanları da hadis eğlencesini satın alanlarla eş tutmak başka bir-şeydir. Hiç kimse Abduh ve ekolünün bu çizgide olduğunu söyleyemez. Bu çizgide olan birileri varsa onlar da, yukarda bahsettiğimiz müsteşrikler ile Batıda doktora yapan İslam kökenli talebeleri ve yazarın kendisidir.

Sonra Abduh bütün hadisleri ve sünneti tıpkı kendisi gibi reddediyor olsa ne ifade eder? Sanki Abduh tek başına hakîkatin ölçüsü mü oluyor ki onu iddiası için delîl gösterme gafletine düşüyor? Şayet Abduh Öyle düşünüyorsa, bu, tıpkı kendisi gibi, pek azı hariç müslümanların kahir bir çoğunluğu tarafından görüşlerine itibar edilmeyen, hep ihtiyatla karşılanan ve hakyoldan ayakları kayan bir kimse öyle düşünüyor, demektir. Hal buki aklî ve naklî ilimlerde söz sahibi olan ve ümmetin tamamı tarafından otorite sayılan binlerce imam, sahîh ve hasen hadislerle amel edilmesinin zarurî olduğunda ittifak etmişlerdir. Abduh ve emsali onların yanında tıpkı kendisi gibi şâz kalır. Unutulmasın ki ma'sum olan Peygamber'den başka her insanın görüşlerinden bir kısmı alınır da, atılırda!..

Aslında bunları daha fazîa irdelemeye ve başka söze hiç lüzum yoktur. Hadislere savaş açarak Kur'an'daki İslâmı savunan yazarın ne kadar iyi niyetli ve maksadının ne olduğunu ortaya koyacak en önemli delil, âyette geçen "hadis" ifâdesinin terim (ıstılah) anlamıyla kullanıldığını iddia etmesidir. Şimdi yazarın ihanet değilse, ne kadar cehalet içinde olduğunu ortaya koymak için âyette geçen "Lehvelhadis" ifâdesinin hangi anlamda, (yâni terim anlamıyla mı yoksa sözlük anlamıyla mı?) kullanıldığına, muhatabının ne olduğuna ve hangi ortamda indirildiğine kısa bir göz atarak asıl mevzumuza dönelim.

LehveIhadis" terkibindeki" hadis" deyiminden maksat nedir? ve yazarın iddia ettiği gibi terim anlamıyla mı yoksa sözlük anlamıyla mı kullanılmıştır?

Selef âlimleri, bu terkipte geçen "hadis" sözcüğünün ne ma'nâya geldiği hususunda iki ayrı kanaate sahip olmuşlardır. Bu sebeple onlardan bâzıları: "Bundan maksat, şarkı-ttirkü söylemek ve onu dinlemektir^ demişlerdir. Bu görüşte olan selef âlimleri görüşlerine şu haberleri delil getirirler:

1-Said b. Cübeyr'in Ebu's-Sahbâ' el-Bekrî'den rivayetine göre el-Bekrî, Abdullah îbnü mes'ud (r.a)'a "İnsanlardan kimi de varki bilgisizce ihsanları Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için 'hadislâf eğlencesi'ni satın alır." âyetinde geçen hadis'ten maksat nedir? diye sorulurken işittim. Abdullah İbnü Mes'ud (r.a); arka arkaya üç kez tekrar ederek kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki bundan maksat şarkı (mûsikî)dir cevâbını verdi" demiştir.132 İbrahim en-Nehâî'den rivayete göre ise, Abdullah İbnü Mes'ud: "Bu, kalpde nifak tohumlan yeşerten şarki-türkü'dür," demiştir. Mücâhid de bu görüşü savunarak şunları ilâve etmiştir: "Ayette geçen 'lehvelhadis'ten maksat birçok para karşılığında şarkıcı erkek veya kadın satın almak, yâhud onları dinlemek veya bunun gibi bâtıl şeylere kulak vermek ve her türlü eğlencedir. 133

2-Saîd b. Cübeyr'in, İbnü Abbas (r.a)'tan rivayetine göre İbnü Abbas: "İnsanlardan kimi de varki ...lâf eğlencesi'ni satın alır." âyetindeki hadis'ten maksat;" şarkı ve benzeri şeylerdir," de Diğer bir rivayete göre İbnü Abbas Bundan maksat şarkı söylemek ve onu dinlemektir" 134demiştir. Keza İbnü Abbas (r.a)'tan "bundan maksad şarkıcı kadın satın almaktır" diye de rivayet edilmektedir. 135

3- Abdullah İbnü Ömer'den rivayete göre o da: "Bundan maksat, şarkıdır" demiştir. 136

4- İbnü Ebi Zıbyân'ın babasından, onun da Câbir b. Abdilîah (r.a)'tan rivayetine göre Câbir: " İnsanlardan kimi de var ki ...lâf eğİencesi'ni satın alır." âyeti hakkında; "Bundan maksat şarkı söylemek ve onu dinlemektir" demiştir. 137 Bu rivayetler esas alındığı zaman insanları Allah yolundan uzaklaştırıp zevk ve şehvet müptelâsı hâline getiren şarkı, türkü ve benzeri şeyleri dinlemenin ve bunun için alman kaset ve benzeri şeylere para vermenin haram olduğu da ortaya çıkmış olur.

Bu âlim sahâbîlerden başka onların talebeleri olan tâbiun ulemâsından Mücâhid, Hasan-ı Basrî, Saîd b. Cübeyr, Katâde, Nehâî, îkrime, Meymun b. Mihrân , Mekhul, Amir b. Şuayb ve daha başka âlimler de bu görüştedirler. 138 Diğer Selef âlimleri İse, "Lehvelhadis" ile şirk kastedilmiştir, demektedirler.

Nitekim İbnü Zeyd'den rivayete göre: "İnsanlardan kimi de varki, bilgisizce insanları Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için lâf eğlencesi'ni satın alır." âyeti hakkında şöyle demiştir: "Bu âyette kastedilenler kâfirlerdir. Allâhu Teâlâ'nın; 'Ona âyetlerimiz okunduğu zaman sanki onlan hiç işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak arkasını döner' kavlini görmüyor musun.?! Halbuki müslümanlar böyle değildir.139

Aynı şekilde Dahhâkda; "bununla kastedilen şirktir," demiştir. 140

İbnü Cerîr et-Taberî, bu görüşleri naklettikten sonra şöyle der : "Bu hususta doğru olan görüş: 'Lehvelhadis' sözü ile, Allah ve Resûlü'nün dinlenilmesini yasakladığı türden ve Allah yolundan alıkoyan hertüriü saz-söz kastedilmiştir, denilmesidir. Çünkü Allah teâlâ "lehvelhadis" kavlini umûmî olarak sevk etmiştir. Zîrâ O, bir kısmını bırakıp, bir kısmını husûsî olarak zikretmemiştir. Dolayısıyla husûsî olduğuna delâlet eden bir delîl bulunmadıkça bu söz umûmî ma'nâsına hamledilir. O halde şarkı (mûsikî) ve şirk' in her ikisi de bu sözün umûmî ma'nâsına dahildir. 141

Kurtubî, İbnü Kesîr ve daha başkaları ise birinci gurubun görüşünü tercih ederek şöyle derler: "Bu hususta söylenenlerin en güzeli birinci gurubun görüşüdür. Nitekim İbnü Mes'ud bu hususta üç kez, kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederek, şüphesiz bu, şarkı ve türküdür, demiştir. 142

Selef ulemâsının bu açıklamalarından anlaşılıyor ki, söz konusu hadis kelimesi "Peygamberin ağzından çıkan sözler" ma'nâsına terim anlamıyla kullanılmamıştır. Diğer bir ifâdeyle seleften hiç kimse bunu saygı değer yazarımızın metne uyarladığı gibi anlamamışlardır. Zâten öyle anlaşılması için imkan da yoktur. Zîrâ âyetin sebebi nüzulüne baktığımız zaman söz konusu âyetin muhatabı Peygamber (s.a.v) değil, Nadir b. Haris; âyette geçen eğlencesi" ifadesiyle kastedilende Peygamber (s.a.v)'in sözleri değil, Nadir b. Hâris'in, insanların dikkatini Peygamber'in da'vetinden başka yöne çevirmek ve tamamen kendi atmosferine çekmek için anlattığı masallar, asılsız hikâyeler, tarih kılıklı efsâneler, komik lakırdılar, sulu şakalar, saçma sapan gevezelikler ve tegannî (şarkı-türkü) türünden eğlendirici şeylerdir.143

 

Mekke müşrikleri ellerinden geleni yapmalarına rağmen, Hz Peygamber'in mesajının yayılmasını engelleyemeyince Nadir b. Haris Kureyşliler'e şöyle demişti: " Bu adama karşı çıkma yolunuz sizi bir yere götürmez. O sizin aranızda yaşamakta. Şimdiye kadar ahlaken en iyi olanınızdı; aranızda yaşayan en doğru, en dürüst ve en emîn kişi oldu dâima. Siz tutmuş onun bir kâhin, sihirbaz, şâir ve mecnun olduğunu söylüyorsunuz. Kim inanır buna? Ahâli, bir kâhin nasıl konuşur bilmiyor mu? Bir şâirin, bir mecnûnun hâlini tefrik edemez mi? Bu ithamların hangisini Mu-hammed (s.a.v)'e yamayabilirsiniz ki halkın dikkatini ondan çevi-rebilesiniz. Bakın! ben size onunla nasıl başedeceğinizi söyleyeyim. ..Sonra Mekkeden ayrılıp Irak'a gitti ve oradan İran Kisrâ'la-n, Rüstemve İsfendiyâr'la ilgili masalları, hikâyeleri derlemeyi başanp halkın dikkatini Kur'andan ayırmak ve onlan masallarla uyutmak için masal anlatma partileri düzenlemeye başladı. 144Getirdiği bu masallan Kureyş'e okuyarak" Muhammed size Ad ve Şemûd kavminin hikâyelerini söylüyor. Gelin ben size Rüstem'in, İsfendiyâr'ın ve Kisrâ'ların hikâyelerini anlatayım" diyordu. 145 İbnü Abbas'in rivayetine göre Nadir bu amaçla şarkıcı kızlar da getirmişti. Bir kimsenin Peygamber (s.a.v)'in etkisi altına girdiğini işittiği zaman, şarkıcı bir kızı şöyle bir talimatla ona musallat ederdi: "Onu yedir, içir, şarkınla öyle ağırla ki diğer taraftan kopup seninle hemhal olsun!" 146

 

Bu, küfür ve şer odaklarının her devirde baş vurmakta olduğu aynı araçtı. Fesadın bu elebaşıları sıradan insanlan sanat ve kültürel faaliyet adı altında eğlence, spor ve müzikle öylesine sarhoş ederler ki, hayatın ciddî proplemlerine eğilmek için hiç zaman ve istekleri kalmaz; zevk, sefa, nefse kulluk ve boş vermeşlik duygusu içinde sürüklenmekte oldukları bataklık ve felâketin farkına bile varamazlar. Onlar bu haldeyken diğerleri de sömürü çarklarım rahatça döndürmeye ve vurgunları vurmaya devam ederler.!

tşte yukarıdaki âyet Mekke müşriklerinin elebaşılarından olan Nadir b. Haris ve onun, insanları Peygamber'in çevresinden uzaklaştırıp tamamen kendi atmosferine çekmek için anlattığı bu eğlence türü ahlaksız ve sapık sözler hakkında inmiştir. Dolayısıyla bu âyette geçen "Lehvelhadis" deyimi iddia edildiği gibi terim anlamıyla Peygamber (s.a.v)'in hadisleri için değil sözlük anlamıyla Nadir b. Haris ve yaranlarının sözü için kullanılmıştır. Şayet âyetleri iniş ortamı ile ilgili rivayetlerden ve sevk olundukları ortamdan (Siyak ve sibak'ından) bağımsız olarak anlamaya kalkarsanız bu şekilde yanlış bir sonuca varırsınız. Bu da hadisler olmadan Kur'anı anlayamayacağınızı gösterir.

Esasen burada yapılanın, böyle bir hatadan kaynaklandığı da söyienemez. Bu tamamen kasıtlı ve ard niyetli bir çabanın ürünü gibi gözüküyor. Çünkü bu kadar bariz bir hataya düşmek, ancak Kur'an ve sünnet ilimlerinden haberi olmayan "ümmî" insanların yapacağı bir şeydir. "Kur'andaki İslam", "Kur1 anın Temel Kav-ramlan" ve daha başka iddialı eserlerin sahibi bîr yazarın işi değildir.!

Kur'an'da hadis sözcüğü müfred (tekil) ve cemi (çoğul) olarak yirmi üç yerde kullanılmış ve hepsinde de farklı ma'nâlar kastedilmiştir. Daha doğrusu hiçbirisinde terim anlamıyla Peygamber (s.a.v)'in ağzından çıkan hadisler ma'nâsına kullanılmamıştır. Eğer hadis sözcüğünün geçtiği her âyette, terim anlamıyla Pey-gamber'in ağzından çıkan sözler kastedilmiş olsaydı ve yazann ifadesiyle bu ma'nâda mucize tesbitler sunmaya devam etseydi o zaman: Ohaîde bana barak, bu hadisi yalan sayanları. Onları bilmedikleri yerden derece derece azaba yaklaştıracağız.147 âyeti de yazann bu davranışı hakkmda mucize bir tesbit yapmış olurdu. Ve o zaman bu hadisi satın alanlar değil, kendisi gibi hadisleri reddedenler bu ilahi tehdit karşısında sığınacak yer ararlardı. Keza Kur'anda geçen her hadis kelimesinden terim anlamıyla Peygamberin hadisleri kastedilmiş olsaydı "Bu millete ne oluyor ki? neredeyse hiçbir hadîsi anlamıyorlar148âyeti yazar ve emsallerinin anlayış seviyeleri hakJanda bir parça ipucu vermiş olurdu. Biz de hadisleri niçin reddettiklerini rahatlıkla anlama imkânı bulmuş olurduk.

 

Evet Kur'an'da geçen her hadis sözcüğü, yazann anladığı şekilde terim anlamıyla kullanılıp bu noktada mucize bir tesbit sunmuş olsaydı,"Böylece Rabb'in seni seçecek ve sana hadislerin te'vîlini öğretecek149 âyeti, yazann, bu îmâh tavrıyla sâdece hadisleri değil aynı zamanda ilâhî vahyi de inkar ettiğini gösterirdi!.

Ancak biz, yazann, Allah'la Resûlü'nü, Kur'an'la hadisi ya da Kur'an'la hadis'e uyanları karşı karşıya getirmek suretiyle haddini aştığı gibi, kendisini bu âyetlerle karşı karşıya getirerek onun tahribçi ve ifratçi tavnna ortak olma niyetinde değiliz. Zîra ne kendisinin delil olarak sunduğu âyetlerde, ne bizim serdettiğimiz âyetlerde ve ne de içerisinde hadis kelimesinin geçtiği diğer âyetlerde, hadis sözcüğü asla terim anlamıyla, yâni Peygamberin ağzından çıkan hadis'ler ma'nâsına kullanılmamıştır. Aksine tamamen bundan başka ma'nalarda ve lügat anlamıyla kullanılmıştır. Eğer yazann dediği gibi bu âyetlerdeki hadis sözcükleri terim anlamıyla kullanılmış olsaydı, hadisler, Kur'ân'ın başına dert açmış olmayacak, yazar kendi eliyle kendi başına dert açmış olacaktı!

Bilindiği üzere Kur'an'da geçen hadis sözcükleri genel olarak; dîni haber, mesaj, Kur' an, lâf, söz, tarihî kıssa, sır, güncel konuşma veya hikâye., gibi ma'nalarda kullanılmışlardır. Buna göre Peygamber'in ve hadislerinin teşrî'deki yerini inkar ettirmek için makalede delîl getirilen âyetler, asla yazarın tercüme ettiği ve avam halkın kabulüne sunduğu anlamlara gelmiyor. Buna göre söz konusu makalede geçen âyetlerin doğru meal leri şöyledir:

"İnsanlardan kimi de varki, bilgisizce (insanları) Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için 'lâf eğlencesi' ni satın alır. İşte onlara küçük düşürücü bir azâb vardır."

"Bu Kur'an, uydurulmuş bir söz değildir." "Kur'andan sonra hangi söze iman ediyorlar ?"

Yazar, Mu'tezîîî mantığı ve geçmişteki sapık fırkalarin yaptığı gibi "nokta tefsiri" yapmayı bırakır da Kur'ân'ı, istediği zaman kendisinin de çok İyi bildiği uygun şekliyle tefsîre çalışırsa savunduğu "Kur'an'daki İsİâma" daha ziyade yaklaşmış olur. Yoksa sünneti ve hadisleri inkar etmek için "Kur'an'daki İslam" diye diye Kur'ân'ı da tahrif edip tanınmaz hale getirir.. Tıpkı bu makalesinde yaptığı gibi.

 

Maksadını net bir dille ortaya koyamamanın sıkıntısını çeken yazar, umarız sünneti ve hadisleri inkar ettiğini söylediğimiz için, bizi de hakkında "yalanlar düzen" kimseler halkasına dahil etmez. Çünkü biz, katiyyen ne onun ne de başkasının hakkında yalanlar düzme niyetinde değiliz. Bundan Allah'a sığınırız. Nitekim biraz sonra "Kur'anın temel kavramları" adlı eserinin "sünnet" başlığı altındaki ifadelerinden bazı önemli noktalan alıntıladığımız zaman kimin, kimin hakkında yalanlar düzdüğü, hiçbir te'vîle mahal kalmayacak biçimde ortaya çıkacaktır. Zira yazar orada sadece hadisleri ve sünneti inkarla kalmıyor, Resulüllah (s.a.v)'in farklı maksad ve makamlar için söylediği hadislerini birbiriyle dövüştürerek Peygamber (s.a.v)'in teş rî'deki yerini tamamen inkar ediyor.

Şâtıbîbu düşünceyi savunanlar hakkında şöyle derken ne kadar isabet buyurmuş: "Sâdece Kur'ân'la yetinme düşüncesi ehl-i sünnetten olmayan nasipsiz kimselere aittir. Çünkü bunlar, bu aşın düşüncelerini 'Kitabın her şeyi beyan etmiş olduğu1 esası üzerine kurmakta ve sünnetin getirdiği hükümleri bir tarafa atmaktadırlar. Bu da onların Ehl-i Sünnet yolundan aynlmalan ve Kur'ân'ıjniş amacına uymayacak şekilde te'vîl etmeleri gibi bir tutuma girme sonucunu doğurmuştur.150

Şâtıbî'nin bu ifâdelerinden anlaşılıyor ki sünneti reddederek insanları Kur'an'daki islâma çağıranlar pek yeni değil. Patent öncekilere âit ve çok eski. Tâ sahabenin hayatta olduğu günlere kadar uzanmakta. Nitekim, Beyhâkı'nin Şebîb b. Ebî Feddâlet'il-Mekkî'den rivayetine göre İmran b. Hüseyn (r,a) şefaatten bahsetmişti. Bunun üzerine cemâatten biri: "Ey Ebû Nüceyd! Muhakkak siz bize bir takım hadisler naklediyorsunuz, ama biz onlann aslını Kur'an'da bulamıyoruz" dedi. İmran b. Huseyn (r.a) sinirlenerek adama: "Sen Kur'ân'ı okudun mu?" dedi. Adam: "Evet, okudum" dedi. îmran (r.a) "Sen, sabah namazının iki, öğle, ikindi ve yatsı namazının dört ve akşam namazının üç rekat olduğunu Kur'an'da gördün mü? "dedi. Adam: "Hayır, görmedim" deyince İmran, "o halde bunlan kimden aldınız? Biz bunlan Resulüllah'tan siz de bizlerden almadınız mı? Siz Kur'an'da her kırk koyundan bir tanesinin zekat olarak veriieceğini ve her şu kadar devede şu kadar deve; ve her şu kadar dirhemde şu kadar dirhem zekatın verileceğini gördünüz mü?"dedi. Adam, "hayır" dedi. İmran: "Öyleyse siz bunları kimden aldınız? Siz bunları bizden, biz de Resulüllah (s.a.v) den almadık mı? Keza siz Kur'an'da Kabe'yi yedi defa tavaf ediniz, makamı İbrahim'in arkasında iki rekat namaz kılınız, emrini gördünüz mü? Yahut siz Kuran'da sürgün ve uzaklaştırma cezasının ve şiğar evliliğinin yasaklandığına dâir birşey buldunuz mu? Siz Allah Teâlâ'nın, Kitâbı'nda 'Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir' buyurduğunu işitmediniz mi? Muhakkak ki biz Resûlüllah'tan bir takım şeyler öğrendik ki; sizin onlar hakkında hiçbir bilginiz yoktu." dedi. 151

Görüldüğü üzere sünneti ve hadisleri inkar etme cereyanı sanıldığı kadar yeni olmayıp sahabe elinde paçavraya çevrilmiş nostaljik bir hareket! Nitekim İbnü Mes'ûd (r.a) bu sünnet karşıtlarına işaret ederek der ki: "Öyle kavimler göreceksiniz ki, kendileri arkalanna atmış olduklan halde, sizi Allah'ın kitabına çağıracaklardır. O zaman geldiğinde siz sünnete sanlın ve bid'at çıkarmaktan sakının, ifrata düşmekten kaçının, köklü ve güzel olana yapışın. 152 Hz. Ömer (r.a) ise: "Sizin hakkınızda iki tip insandan korkarım: Biri, olmayacak şekilde Kur'ân'ı te'vîle kalkışan kimsedir. Diğeri de kardeşiyle mülk yarışına girendir." demiştir. 153Şâtıbî der ki: "Bu ma'nâda daha başka sözler de var ki âlimler onlan sünneti bir kenara iterek Kur'an'ı te'vîl etme ve re'ye başvurma konusuna yormuşlardır. Alimlerden birçoğu da Peygamber (s.a.v)'in şu buyruğunu ve benzeri hadisleri bu ma'nâya anlamışlardır"

"Yüce Allah, ilmi, insanlar arasından bir çırpıda çekip almaz. Aksine ilmi, âlimleri almak suretiyle alır. Nihayet hiçbir âlim kalmayınca, insanlar başlanna bir taİam câhil liderler edinirler. Bunlara sorular sorulur. Onlar da ilimsiz olarak cevap verirler. Sonunda hem kendileri sapar, hem de başkalannı saptırırlar.154

Şâtıbî devamla der ki: "Gerçekten bid'at sahiplerinin pek çoğu bu şekilde davranmışlar; sünneti bir tarafa atmışlar, Kur'ân'ı yersiz bir şekilde te'vîle yeltenmişler ve sonunda hem kendileri sapmış, hem de başkalannı saptırmışlardır. 155 Bunlar Peygamberin lanetine muhatap olmuş bedbaht kimselerdir. Nitekim Resûlüllah (s.a.v), sünnetini inkar ve terk edenler aleyhine şöyle beddua ediyor; "altı sınıf insan var ki onlara Allah lanet etmiş ve Allah katında duaları kabul edilen nebîler de lanet etmişlerdir. Bunlardan biri de benim sünnetimi terkedendir. 156

Güvenilir kaynaklara dayalı olarak hakikatleri bilmemeleri sebebiyle sünneti ve sahih hadisleri reddeden bu çevreler bir yana; bir kısım insanlar da var ki, sünneti kabul ettiği halde, sünnete ay-kın olduğu isbat edilse dahi, bağlı bulunduğu imamının görüşlerinde ısrar ederek sünnetten yüz çevirmekte ve sünnetin hazînesi durumunda olan hadisleri sâdece kültürel mirasımızın bir zenginliği gibi görmektedirler. Bunlara bağlı oldukları mezheb imamından herhangi bir görüş nakledildiği zaman hiç bir delil arama yahut bu görüşün aslının bulunup bulunmadığını sorma ihtiyacı duymadıktan (aksine imamımız böyle demişse muhakkak bir bildiği vardır mantığıyla hareket ettikleri ) halde, Resûlüllah (s.a.v)'den sahîh bir hadis veya sünnet nakledildiğinde onunla amel etmemek için bin dereden bir su getirirler. Onlan buna sev-keden âmil, kör bir taklîd ve mezhebî taassuptan başkası değildir. Halbuki onlar böyle hareket etmekle Allah ve Resulüne muhalefet ettikleri gibi, aynı zamanda mezhep İmamlarına ve mezheplerine de muhalefet etmiş oluyorlar. Zira bütün mezhep imamlan insanları Kur'an'a ve Resûlüllah (s.a.v)'in sünnetine uymaya çağınp ona muhalefet etmekten menetmişlerdir. O kutlu insanlar, Resûlüllah (s.a.v)'in sünnetinin hiç bir kimsenin görüşü sebebiyle terkedilemeyeceğini ve kendi görüşlerinin sünnete muhalif olduğu anlaşıldığı zaman, sünnete ve hadise uyarak görüşlerinin terke-dilmesini vasiyyet etmişlerdir. Buna mukabil aslını bilmeden görüşleriyle amel edilmesini haram saymışlardır. O halde mezhebinin herhangi bir görüşünün sünnete muhalif ya da asılsız olduğu sahih delillerle isbat edildiği zaman bir müslümanın bu görüşte ısrar etmesi kendisine helal değildir ve bu davranışında mezhebine uymakla ma'zur sayılamaz. Diğer taraftan mezhebinin sünnete muhalif olan bu görüşünü terketmekîe de mezhebinden çıkmış olmaz. Aksine imamının tavsiyesine uygun hareket ettiği için mezhebinde kalmış olur. Halbuki bu görüşte ısrar ederek sünnete muhalif hareket ederse,bir kısmını yukarda zikrettiğimiz pek çok âyet ve hadise aykın hareket ettiğinden Allah'ın azabına ve Peygamber (s.a.v)'in la'netİne muhatap olma tehlikesini düşerler. Kimden gelirse gelsin,sünnete muhalif olan ve sünnetle çelişen görüşleri terkedip sünnete uymanın şart olduğu sadece kendi düşüncemizin bir ürünü değildir. Bilakis biraz sonra ortaya konulacağı gibi mezheplerine ittibâ olunan müctehit imamlann tamamının vasiyyeti de böyledir. Ancak şunu da hemen belirtelim ki, bizim burada bu açıklamalarla hiçbir kimseyi tâbi olduğu mezhebinin görüşlerini kendi başına sorgulamaya, sünnete uyup uymadığını kontrol etmeye ya da onlan terkedip doğrudan doğruya Kur' an ve sünnetle amel etmeye çağırmak gibi bir niyyetimiz asla söz konusu değildir. Zira bunu yapabilmek için herşeyden önce Kur'ân'ın dili olan Arapça'ya hakkıyla vâkıf olmak, Kur'an ve sünnetle ilgili temel islamî ilimler yanında 'Usûl-ü Fıkh' alanında yeterli donanımı hâiz bulunmak ve ayrıca doğru bir anlayış ve iyi bir takdir gücüne sahip olmak gerekir. Bu ise bütün müslümanlara nisbetle imkansız bir şeydir. Herkesin din işlerinde âlim olması düşünülemeyeceği gibi, prensip olarak Kur'an da böyle birşey teklif etmemiştir. Nitekim Allah Teâlâ zımnen bu hususa dikkat çekerek "Mü'minlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onlardan her topluluktan bir grup dinde fıkıh sahibi olmak ve kavimleri döndüklerinde onları inzâr etmek için geride kalmalıdır.157 buyurmuştur. Bu âyet-i kerime bütün müslümanlann din tahsili yapmaya yönelmesinin mümkün olamayacağı; belki aralarından bir taifenin bu vazifeyi üstlenip sonra da din kardeşlerinin tâlim ve tedrisiyle meşgul olmaları gerektiği hususunda açık bir nastır. Şayet dînin fürûî meseleleri hususunda bütün müslümanlann derin anlayış sahibi, yâni fakih olmaları mümkün veya arzu ediliyor olsaydı Allah Teâlâ bunu, bu şekilde emretmezdi. Zira Allah Teâlâ'nın bu hitabı, hem bir milletin savaş zamanında dahi ilmi faaliyetlerini sürdürmesini, hem de onlardan dâima ilimle uğraşacak, sâdece bir zümrenin görevlendirilip bu işe tahsis edilmesini öngörmektedir. O halde bir milletin tamâmının, toptan sefere çıkması gerekmediği gibi, hepsinin din işlerinde ihtisas sahibi olması da gerekmiyor, demektir. Ama âyetle, her milletten de mutlaka bir zümrenin bu vazifeyi üzerine alması kifâye olmak üzere farz kılınıyor. Buna göre cemiyyet içerisinde dîni konularda ihtisasa çalışan ve dînî meselelerin çözümünü üzerine alan bir sınıf varsa bu sorumluk diğerlerinden kalkmış olur. Ancak hiç kimse yoksa o zaman bütün cemiyyet bundan mes'ul duruma gelir. 158

Allahu Teâlâ bütün mü'minleri Ku'ran ve sünnete uymaya çağırırken bu hususta âlimleri referans olarak gösterip "eğer bilmiyorsanız ilim ehline sorunuz." (Nahl, 43-Enbiya,7) buyurarak, Kur'an ve sünnetle amel etmenin yolunu ortaya koymuştur. Bu hitap, şer'î hükümleri bilmeyen kimselere, ilim ehlinden, yâni bilen kimselerden sormaları için bir emirdir. Emrin en aşağı derecesi ise, ibâhe (mübahlık) ifâde eder. Bu durumda ümmî bir kimsenin âlimlerden sorması ve onların görüşleriyle amel etmesi mubah olur.

Bu iki âyet birlikte mütâlâa edildiği zaman yukarıda ifâde ettiğimiz husus daha iyi anlaşılmış olur. Demek ki mü'minler Kur'an ve sünnete ulaşmak istediklerinde âlimlerle muhatap olacak, onların talimatlarına göre hareket edecek,âlimler ise direkt olarak Kur'an ve sünnete müracaat edeceklerdir. Aslında bu husus müstakil olarak ele alınıp incelenmesi gereken başlı başına bir inceleme konusudur. Ve günümüzde böyle bir inceleme mahsulüne şiddetle ihtiyaç vardır. Fakat burada konumuzun hacmi buna müsait değildir. Burada öz olarak söyleyebileceğimiz şey, ilmî ehliyete sahip olan kimselerin doğrudan Kur'an ve sünnete müracaat ederek onlarla; diğer müslümanlann ise, ilmî ehliyeti hâiz, îtikâdı sağlam, ilmiyle âmil, basiret sahibi ve takva ehli olan âlimlere sorup onlann görüşleriyle amel etmekle sorumlu olduklandır.

Bu âlimler geçmişte yaşayan kimseler olabileceği gibi hayatta olan kimseler de olabilir. Yeter ki bu vasıflan taşıyor ve görüşleri Kur'an ve sahih sünnetle birebir örtüşüyor olsun... Aksi halde sahibi kim olursa olsun, Kur'an ve sünnete aykın düşen görüşlerle amel edilmesi caiz değildir. İşte bizim baştan beri söylemek istediğimiz şey budur. Yoksa içtihada ehil olmadığı halde her müslü-mandan süneti baz alarak mezhebinin görüşlerinin sağlamasını yapmasını ya da direkt olarak Kur' an ve sünnetle amel etmesini istemek değildir. Rahatsızlığı olan bir kimseye tedâvî olmasını önermek başka, kendi kendisini tedâvî etmesini söylemek başka bir şeydir. Bu hususu böylece vurguladıktan sonra şimdi konuyla ilgili müctehit imamlann tavsiyelerine geçebiliriz.159

 

Kaynak: DEVLET SİYASET İBADET ÜÇGENİNDE CUMA NAMAZI / YAZAR: RECEP ÇETİNTAŞ

 

Diğer sorularınıza peyderpey vaktim elverdiğince cevap vereceğim inşallah...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Buhari'nin Ebu Hanife'ye karşı taassubunun ulemâ nezdinde maruf ol­duğunu belirten Ebû Gudde, Zeylai’ den şu nakle yer verir:

 

Buharı şid­detli taassubu ve Ebu Hanife mezhebine aşırı hücumu yüzünden Sa­hihinde onun tek bir hadisine bile yer vermemiştir. Halbuki o, Ebu Hanife'nin görüşüne muhalif olan sünnetleri araştırmada çok dakiktir. Herhangi bir konuda, hadisi zikrederek, "Allah'ın Resulü böyle buyurdu, bazı in­sanlarsa şöyle dedi" diyerek Ebu Hanife'ye ve onun hadise muhalefetine işarettte bulunur.

 

Evet bir aydınlık getirelim mevzuya.

 

1-Evet Buhari Sahihinde ve hiç Ebu Hanife'den hadis rivayet etmemiş ve hatta Kütübü Sitte'de de hiç kendisinden hadis rivayet edilmemiş. Buradaki asıl, benim de dediğim gibi tamamen mezhepsel farklılıktan kaynaklanmış olan bir 'kasıt'tır. Yoksa Ebu Hanife'nin şahsında yahut ele aldığı hadislerde bir şazz ve muallel olma söz konusu değil. Ve evet dediğiniz gibi cidi tenkitleri de varmış. Ama bu dile getirdiğimiz gibi tamamen Ebu Hanife'nin bağlı olduğu mezhep'in Şafii olmamasındandır. Dediğimiz gibi Buhari'nin Şafii mezhebinin kural ve kaidelerini benimsemesi, ona yakın olması doğal olarak Ebu Hanefi'ye de sanırım garez besletmiş. Yanlış tabi bu durum. Bu ne Ebu Hanife'yi ilim ve hadis sahasında itibarsız yapar ne de İmam-ı Azam'dan hadis rivayet edilmemiş diye Sahih-i Buhari'nin, Kütübü Sitte'nin kaynak teşkil etmede ehemmiyetini ekalleyite indirir. Bit yeniği aramaya lüzum yok bu hususta. Mevzu gayet açıktır.

 

2-Bir diğer başlıkta vardı sanırım, icmanın nesh etmeye yetkisi yoktur. Nesh yalnız ayette Efendimiz'e aittir. İcma-ı ümmet ne hadisi ne de ayeti nesh edebilir. Yalnız Efendimiz'in söylediği bir sözü hiç uygulamadığı görülürse;

 

Mesela içki içen kişi hakkında 3 uyarıda bulunun her defasında dinlemez ise dördüncüde öldürün mealine gelen hadisinde, Efendimizin hiç öldürdüğü görülmediği için, içtihad ile bu hüküm tercih edilmemiş, amel olunmamıştır. Amel edilmemesi tamamen yok sayıldığı anlamına gelmez burada sadece amel edilmediğine "işaret edilmiştir." Zira verdiğiniz sahabi durumuyla alakalı yani iddet olunmadan alınan hanımın durumunu nesh etme olmuyor. Doğru ya içtihad ile nesh edilebiliyordu diye bir ima ve kasıt olan sualinizi anlamış (!) bulunuyor, sorunu kısmen vazıha kavuşturduğumuzu umuyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Evet Ebu Zerr cevabını merakla bekliyoruz. Beslendiğin kaynaklar bu konular hakkında neler söylüyor?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Onun yokluğu bizler için büyük kayıp, zira onun gibi korkusuzca, göğsünü gere gere şeriat, hakikat diye haykıran osmanlı aşığı nadir bulunur.

 

şehadetinin 8. sene-i devriyesinde sevgi, rahmet ve hürmetle anıyorum. Rabbim şefaatlerine nail eylesin_

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...