Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
SiyahCeket

"serçe Sandım Karga Çıktı" Kitapları

Recommended Posts

Evet dostlar. Bundan bir süre önce aklıma bir fikir gelmişti. Öyle bir fikir ki neden daha önce kenarından geçmedi diye aklımdan şüphe etmeye başlamıştım. Sonra bu fikrin ne olduğunu unuttum. Hatta şimdi bile aklımda değil. Fakat konumuzun bu olmadığı konusunda hemfikir olduğumuz kanaatindeyim. Hayat ne kadar tuhaf. Aslında tuhaf olan hayat mı yoksa hayatı tuhaf bulan mı (her ikisi mi) diye kara kara düşünceler sarar ya zihni.. Kara kara düşünceler Düşüncelerin rengi olur mu yau! Eğer böyle bir şey varsa, daha çok hangi renk ile düşündüğümü biliyorum sanırım. Pembe pembe. Toza bulanmış pembe Demek düşüncelerin rengi oluyormuş ki siyah siyah düşünüyor insan. Hayat mı, hayatı tuhaf bulan mı tuhaf? Burası henüz açıklığa kavuşmuş değil. Ara sıra hayattan zevk almıyorum tarzı teraneler tutturur, yaşamaya küsmüş penguenler gibi (penguenler beni dava etmeli) her şeyden elimi eteğimi çekmek ister, hayatta kalmayı fakat hayatta kaldığımı kimsenin hissetmemesini, bilmemesini arzular, konunun seyrinden saptığını düşünürdüm. Düşünürdüm değil de düşünüyorum sanırım. Ne fark eder, düşünüyorum da gün gelip düşünürdüme dönüşmeyecek mi! Hep bu hayat yüzünden. Hayattan zevk almıyormuş. Oldu cicim. Ne verdin ona da ne bekliyorsun karşılığında. Bir ünlünün konserine mi gittin bugüne dek. Sana hayranım, elini tutmak.. Ah, bırakın yamyam herifler diye zırlayarak çılgınca üstünü başını mı yırttın orada. Ve o konserden sonra bakın ben bir insanım diye üstünde bir ok işaretiyle dolaştın mı şehrin sokaklarında. Ne verdin bu hayata da ne bekliyorsun. Hem nedir bu karşılık bekleme isteği. Neyse.. Konumuz bu değil aslında. Fakat sen Bu hayat midemi bulandırıyor derken, ne demeye çalıştığını senden başka kimsenin bilmediğinin, bir senin bildiğinin, aslında bu lafının doğrudan hayata olmadığının, kötü saydığın ve nefret ettiğin onlarca şeyi tek bir kelimede hayat ta topladığının ve bunu yaparken de, bir kötü nasıl olur da kötülüklerden nefret eder diye, enteresan düşüncelere daldığının farkındayım. Geçen yılı hatırla : Ben kötülükleri sevmeyen bir kötüyüm.

 

Evet dostlar, bir türlü toparlayamadığımı, asıl konuya hala gelemediğimi fark ettiniz sanırım. Eee ne demişler, konu konuyu açar, konu konuyu açınca doğal olarak konudan konuya geçme ihtimali doğuyor ve evet dostlar. Son günlerini yaşayan İpolit gibi kopuk kopuk yazmaya başlarsam (hatta öyle yazdığımı da düşünmüyor değilim) lütfen kusuruma bakmayın. Hayat demiştik. Hayat. Zorluklarla dolu, çileli bir yol. Aslında biz fark etmesek de, hayatı güzelleştiren, ona bir değer biçen o zorluk diye nitelediğimiz arayışlar, çırpınışlar, kaybedişler, vazgeçmeyişler değil mi? Kavuşmak mı, kavuşana kadar geçen arayış, çırpınış, vazgeçmeyiş mi? Olmak ya da olmamak. Bir kitapta okuduğum kayda değer bir söz vardı : Kolomb Amerikayı keşfedince değil onu ararken mutluydu Evet dostlar. Bu fikre ek olarak dile getireceğimiz bir husus varsa o da, Kolombun Amerikayı keşfedince değil de onu ararken daha mutlu olduğuna bizimde katılmamız; fakat Kolombun bu mutluluğu Amerikayı keşfettikten sonra fark ettiğine inanmamız ve kitabın yazarına saygılar sunmamızdan ibarettir. Bu arada bir süre önce aklıma gelen fikri hatırlar gibi oluyorum. Konu hayli dağıldı galiba.

 

Efendim, bu çetrefilli, çetrefilli olduğu kadar marazi, marazi olduğu kadar hususi ve hususi olduğu kadar şehrin neredeyse tüm sokaklarında, tüm köşe başlarında bayrağını dalgalandıran konuya değinmeden önce, başlıkta belirttiğimiz cümlenin içerdiği manayı izaha çalışma gayreti içinde bulunacağımızı, fırından yeni çıkmış bir pide hararetinde ilan eder; konunun bir daha seyrinden sapmaması için elimizden geleni yapacağımızı vaat ederiz. (Büyük laf ettin Horatio! Pek ihtimal vermesem de umarım dediğin gibi olur..)

 

Serçe sandım karga çıktı (eee neresini izah edeceksin bunun? Gün gibi ortada zaten) Madem başlığı izaha yeltenmiyoruz, o zaman bu başlığı vücuda getirme sürecinde hangi iklimlere yol aldığımızı göstermesi için; düşündüğümüz, kayda değer bulduğumuz ve son anda vazgeçerek kendisini hayal kırıklığına uğrattığımız bir başlıktan, Kartal sandım karga çıktı başlığından biraz olsun bahsetmeliyiz. Evet efendim, serçe mi olsun kartal mı? diye karar vermesi zor düşüncelere dalarken, kendisi bakan yeğeni olduğundan yedek kalmayacağını bilen ve bir köşede bize kıs kıs gülen karganın, tahammül sınırlarımızı Hüseyin Bolt hızıyla aşması sonucu Serçe de karar kıldık Yalnız, Neden kartalı seçmediğin için sende böyle bir ukde kaldı? diye sorduğunuzu varsayarak, hemen bu merakınızı Puşkinin (Yüzbaşının Kızı) adlı eserinde geçen şu hikayeyle gideriyorum efendim :

 

Bir kartal kargaya sormuş : Karga kardeş söyle bana, sen nasıl olur da 300 yıl yaşarsın da benim ömrüm topu topu 33 yıldır? demiş. Karga da : Çünkü sen canlı kanı içersin, bense leşle beslenirim. demiş. Kartal düşünmüş, bunu bir de ben deneyeyim demiş kendi kendine. Bir gün kartalla karga uçmuşlar. Birden yolda ölü bir at görmüşler. İnip üzerine konmuşlar. Karga bir yandan gagalamaya koyulurken, öbür yandan da yediklerini övüyormuş. Kartal bir kere gagalamış, iki kere gagalamış; sonra, kanatlarını çırparak kargaya : Hayır, karga kardeş demiş. Leşle beslenip 300 yıl yaşayacağıma, taze kan içer 33 yıl yaşarım daha iyi.

 

Evet dostlar, fazla söze ne hacet Bir kutu var, kapalı bir kutu Gökkuşağının renklerine boyanmış, dış çizgilerine tonlarca parfüm sıkılmış, görünümü harika, göze hoş gelen cazibeli bir kutu Bu, insanı yapıştırma ahengiyle cezbeden kutunun yanına gidip, onu hayranlıkla seyredip, bir kuzuyu okşar gibi narin temaslarla okşayıp, kapağını açtığımızda Çöp kutusuymuş lan bu! dediğimiz kim bilir neler var neler

 

İşte ele aldığımız bu mevzuunun mahiyetinin hacmi de bu noktadan feveran ediyor.. Her şey bir sene kadar önce, soyadı bana eski telefonumdaki (Hurdy gurdy) melodisini hatırlatan Thomas Hardy adlı İngiliz yazarın (Adsız Sansız Bir Jude) ismindeki kitabını okumamla başladı.. Bir tepeden yuvarlanan kayanın, yüzlerce metre yuvarlanarak son sürat hızlandıktan sonra birdenbire bir kulübeye çarpması ve bu kulübeyi yerle bir etmesini andıran bir sertlikle diyebilirim ki : Bu kadar iğrenç, bu kadar basit, bu kadar sığ, aklıma gelmeyen yüzlerce (bu kadar) la müteşekkil; bunca saati, şunca dakikayı buna mı ayırdım? diye insanı boşa geçmiş zamanların inkisarına iten bu kitabı, yüreğimin sadağındaki bütün şiddet oklarıyla kınıyorum. Ah.. Bu kitap Yani dostlar, bu kitap yüzünden başıma gelenleri bilseydiniz, sadece kınamakla mı yetiniyorsun tembel herif! diye bana sitem ederdiniz. Kitap baştan sona bu Judenin, yavuklusuyla beraber sürdükleri dost hayatından müteşekkil, dersek tek cümleyle özetlemiş oluruz sanırım. Bu, desti izdivaç programlarından bile utanması gereken sevgililerin bir de evlenememek diye, yanlış duymadınız aynen böyle bir sorunları var. İkisi de daha önce birer evlilik geçirdiklerinden pişman, evlenirsek büyü bozulur, biraz daaa düşünelim, büyük büyük babam da evlenmişti ama bak şimdi toprağın altında, ya da evlensek mi yahu! gibi derin fikirlerle aynı evi paylaşıp, üç tane falan çocuk peydahlayıp, tam da okunması gereken bir kitaba konu olurlar! Evliliğin, meşru ilişkinin kökünü kesmeye çalışması, ahlak adına dile getirilecek bütün cümlelere nokta koyması, zaten batıda dibe vurmuş olan ahlaki değerlerin kulaklarına yapışıp onu daha da aşağılara sürükleme denyoluğu muydu canımı sıkan? Tam olarak değil. Dedik ya, batının meşru ilişki çerçevesinde sırıtan ablak yüzünü de az çok biliyoruz. Neyse, bu ayrı bir mevzuu. İşin, aynı zamanda hem enteresan olan, hem de enteresan olmayan tarafı; Jude piyasaya çıktıktan sonra, yazarının büyük tepkilerle, protestolarla, geniş halk kitlelerinin sokakları savaş alanına çeviren eylem yürüyüşleriyle (bunu kafamdan uydurdum) karşı karşıya kalmasıdır. Aferin İngilizlere, demek de ne derece doğru olur bilmiyorum. Cemiyeti kucakladığı halde, çatı katına saklanmış aykırı davranışların, sokak ortasında, Thomas Hardy adındaki bir işportacı tarafından sergilenmesi miydi Manchester Unitedlileri kızdıran? (Dur bakalım Jude, seni övmeye kadar gideceğe benziyor konu!) Her neyse. Durgun suyun bile yanında daha akıcı kalacağı ve bir asır sonra meydana gelecek olan (Pembe Dizi) faciasına önayak olan derin eserlerden biri olduğundan, gözler yarı uykulu; ağız, dünya esneme rekoruna namzet; kulak, iki kapılı han; burun, oralı bile değil, diyebileceğimiz bir halde okunacağı muhakkak olan bu kitabın bir de D.H Lavrence adında bir yazarın yazdığı son sözü vardır ki; 400 küsur sayfayı hadi öyle böyle okursunuz, buna dayanmayı başarırsınız fakat 15 sayfalık bu son sözü, midenizin de kaldırmayacağını göz önünde bulundurarak, okumaya katlanmanız muhal diyebiliriz. Şahsen, 400 küsur sayfayı kelime atlamadan, 15 sayfayı ise sayfa atlayarak okuduğum için, ejderha ile boğuşup, fare yavrusundan kaçtığımı zannetmeyin. İkisi de aynı büyüklükte bu deve dikenlerinin. Yani dostlar, Anahtar şarkısında geçen, Sınıfın en güzel kızı o yalnız geziyor, kimse ona yaklaşamıyor, yine koltuğunda koca koca kitaplar, yine kütüphaneden geliyor diye tasvir edilen kızın koltuğunda bu bahsi geçen Adsız Judede bulunsaydı şayet, Barış Manço dinlemeyi bile bırakırdınız. Zorumun adı neydi de bu kitabı okudum hala anlamış değilim. (Zorumun adı ne acaba?)

 

Bir de, evet Konunun en can alıcı noktası Bu kitaba bu kadar düşmanlık beslememin, farklı ve ateşi oldukça yüksek bir sebebi daha var. Kitabı okumadan 3 ay kadar önceydi Hiç rahat değildim. Ne şatomda, ne sokakta, ne de aliceyi incir dalıyla dövüp, yeter be, bunca vakittir buradasın dingil diye evine gönderdiğim harikalar diyarında Buz gibi bir kış gecesinde, üstünden, zaten incecik olan yorganı çekip alınmış bir kedi yavrusu gibi titriyor; yol yordam bilmeyen bir buzağının ağzında, rengarenk ve narin bir çiçek gibi, henüz tam olarak açmadan hunharca koparılmış olmanın dikkatsizliğe kanca atan münasebetsizliğiyle, sakız gibi çiğneniyordum. Hiç rahat değildim. Bunu az önce de söylemiştim. Yaşlanıyorum galiba. Unutkanlıktan ziyade aradaki birkaç satırın birkaç dakikayı uçurduğundan söylüyorum. Hiç rahat değildim, demiycim artık. Hiç rahat değildim, diyerek, hiç rahat olmadığımı kast edeceğime; dilimi toprağa gömer, toprağa gömdüğüm dilimin başında, ölene kadar sessiz ağıtlar yakarım daha iyi. Ölene kadar dedim de; hakikaten bigün öleceğiz ulan. Yani, cidden, şu nefes alan, hayal kuran, zırlayan, takla atan, şınav çeken, manasızca gülüp nedensizce ağlayan, gelen aramaya evet diyip telefonu açacağına hayıra basan, Metin, Mine, Hasan, herkes ölecek dostlar. Kendine gel, silkelen, derin bir nefes al, cama çık, atla aşağı, dur atlama, düşün artık. Öleceksin ulan. Üstadın, Yanarım, sorarlarsa ne getirdin değerli? cümlesini düşün. Çıldır, yapabilirsen. Dur bi sepetine bakiyim, naz yapma aç işte. Hah. Oha lan, bu ne? Canına kıymadığın hiçbir güzellik kalmamış. Bi kendini öldürmemişsin bu hayatta. Rahmanın o sınırsız rahmeti olmasa, düşün ne olurdu. Haa, bu rahmete güvenip diye bi açıklama yapmana gerek yok zaten. Konuyu saçların gibi dağıttın gene. Kızlar, dağınık saçlı erkekleri sever derdi zibidinin biri. Ne hallere kaldık. Kaldık ne hallere. Hallere ne kaldık. Nerde kalmıştık. Evet, tam, hiç rahat değildim, demiştim ki, yoğun bir tepki almıştım kimliği belirsiz, karanlık gölgelerden. Hiç rahat değildimden devam edelim. Ne şatomda, ne sokakta Hoop, gazdan çek elini acemi şoför. Diğer, hiç rahat değildimden başla. Tamam abi kızma. Bak senin için paragraftan başlıyorum şimdi.

 

Nefes almamı güçleştiren boğucu duyguların soluğunu rüzgar gibi ensemde hissederken, kitaplarla teselli ediyordum biraz olsun kendimi. Bilhassa romanlarla. İşte o sıralar, bir roman arıyordum. Öyle bir şey olmalıydı ki, içinde tam manasıyla kendimi, hayatımı, öfkemi, hüznümü, hayallerimi, kaybettiklerimi, kısacası bana ait olan her şeyi bulmalıydım. Biraz olsun bulsam da yeterdi gerçi. Yeter miydi? Tam manasıyla olsa da yetmezdi ya İşte bu düşüncelerle birkaç ay dünyayı dolaştım. Birkaç hafta Londra, sonra Milano, ardından Madrid Ne o, inanmadınız değil mi? Ne yani, evimdeki odalara bu şehirlerin isimlerini yakıştırmamın neresi gerçeği yansıtmıyor? En sonunda, bir yerde, bir şekilde bu kitabın varlığından haberdar oldum. Adsız sansız bir Jude Mükemmel, dedim birden. Harika, diye tazeledim. İşte bu, diye not düştüm. Sonra, balkonda beslediğim devekuşunu okşadım. Jude, benim için bambaşka bir mananın habercisi gibiydi. Judeden çok, adsız ve sansız oluşuydu beni cezbeden. Öyle şeyler düşünmüştüm ki, hepsini anlatsam mı acaba, diye düşünmüyor değilim. Bir kere güçlü bir karakterdi bu. Kendi başına ve dimdik ayakta. Kalabalıkların bomboş yapısına uymayan asil bir yalnızlığı vardı. Güçlüydü fakat hiçbir şeydi. Kendisi hariç hiçbir şeye tutunamayan, ıstıraplar içinde kıvranan beyninin ıstırabını kimseye anlatamayan, cinnetiyle baş başa biriydi. Fakir ama gururluydu.( Ühü ühü, burayı hemen geç Ayy yazamiycim. Geçel Olmuyor ühü. Geçe, geçi, keçi, keçe, geçel, geçelim) Daha böyle, şuan aklıma gelmeyen trilyonlarca düşünce Çok büyütmüştüm gözümde. Kitabın ismi güzeldi be mübarek. Ben napiyim. Bu kadar esrarlı ve güzel bir isim, böylesine saçma bir kitaba nasıl verilir, diye, yazarına tekme tokat giresim, mezarı başında sabah akşam torpil patlatasım var. (Aynı münasebetsizliği 'Çılgın Kalbalıktan Uzak' ta da yapmış mıdır acep?) Olmadı be Hardy. Bak bu hiç yakışmadı gerçekten. Sana dava açmıştım ya hani, heh, aferin, unutmamışsın, işte o sonuçlandı. Mahkemenin kararını dinle şimdi : Sanığa verilen, 2543 ay 17 gün 21 saatlik top sektirme cezası; kendisi öbür dünyayı boyladığından, mezarı başında kıyamete kadar, bir salise bile ara verilmeden, son ses Gülşen şarkıları çalınmasına çevrilmiştir. Al bakalım Hardy. Bundan büyük ceza olamaz. Dur açiyim bi tane de, ne tür bi acı çekeceğini zevkle müşahede edeyim. İğğğğğğ kapat kapat Yalvarırım hakim bey, düşmanım da olsa, acıyın şu adama. Affet beni Hardy.

 

Buldum buldum; Dinazor

 

Hayrola komşu ne buldun; Dinazor da ne?

 

Zorumun adı.

 

Evet dostlar. Sizin de serçe zannettiğiniz fakat karga çıkan kitaplarınız olmuştur illaki. Sobada yaktığınız, sayfalarını hınçla yırttığınız, balkondan ok gibi fırlatıp, yoldan geçen masum bir kedinin başına çarpınca, korkuyla içeri kaçtığınız, televizyonu açıp saftirik programları bile izlesem bu kadar sıkılmazdım dediğiniz, gıcık kaptıklarınıza hediye etmeyi düşündüğünüz kitaplar geçmiştir elinize. Piyasadaki milyonlarca kitabı düşününce, yanan sobaya dokunma ihtimali sebebiyle korkuyor, uyuyamıyor, yerinde duramıyor insan. Bu konuda birbirimize yardımcı olmamız gerektiğini düşünüp; yapacağınız paylaşımları, kana susamış bir vampir iştiyakıyla beklediğimi söyleyerek, huzurlarınızdan, bu pek de güzel olmayan benzetmeyle ayrılıyorum efendim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

kardeşim uyku sersemi bu çok kısa yazının tamamını okuyamadım :D

ama şu sondaki iğrenç benzetmene de kayıtsız kalamadım doğrusu :)

oh mondiyö..konumuz kitaplarsa orda duracağız efem..

neler geldi onlar yüzünden başıma..

sanırım bir kitaba yüklüce para bayılmadan kıymete bindiremiyoruz xD kenarda köşede,eski sayfalarıyla duran bir kitap kesinlikle ilgi çekici olmuyor...yani en azından ben kendimde bu acı gerçeğin farkına vardım...

yada birkaç kişiden ille adını duymamız gerekiyor kitabın..yoksa hiç şansı yok...

oh mondiyö..konumuz kitaplarsa orda duracağız efem..

neler geldi onlar yüzünden başıma..

şu kitap arayışınız ve mutlu son üzerine bişiler söylemek isterim .)

soru:bir kitap hayat değiştirir mi?

cevap:kesinlikle evet...

suç ve ceza kitabı malumunuz...herkeste aynı etkiyi yapmadığına adım gibi eminim ..ama nedendir bilmem raskolnikov denen psikolojisi bozuk fakat edepli (katil) şahsiyette kendimi buldum okurken...

yanlış anlaşılmaya mahal vermeyeyim..katil,psikolojisi bozuk falan ehm yani o ben değilim xD

neyse işte bu ruh halinden kurtulmak cidden zor..bu yüzden bir kitap arayışı içine düştüğümüzde gerçekten fikirlerine güvendiğimiz birinden tavsiye almalıyız azizim ...(gerçi suç ve ceza tavsiye üzerine okunmuştuya neyse :D)

filozoflara yani zeki,dağınık,hovarda,akıllı insanlara yatkınlığı olan kişiler kesinlikle böyle kitapları okumamalılar bence xD çünkü bizim olmamız gereken; zeki,edepli,akıllı,toplu...vesaire bir şahsiyet...

yabancı romanların birçok yararı olduğu gibi bu yönden hafif olumsuzluğuda oluyor işte..

şimdi bir diken için koca gül dalını yakmalı mı bilmem ...:)

uzattım ben yaa.birde konunun dışına taştıysam rezil oldum demektir.ama baştan söyledim tamamını okumadığımı . :D

selametle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

ve ayrıca birkaç cümleyi kopyalyp tekrar yapıştırmış olmamıda uykuszluğuma verirsn kardeşim çok mutlu olurum :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mevzuu ile alakalı olarak, 9 sene evvel okuduğum Mina Urgan'ın Bir Dinozorun Anıları kitabında geçen bir sözünü nakletmek istiyorum (ateşi bol olsun, kendisini sevmiyoruz ama bu husustaki söz güzel smile.gif )

Diyor ki Urgan: Bir karpuz -veya kavun, tam hatırlayamıyorum- aldınız, eve getirdiniz, kestiniz, baktınız ki kelek çıktı, yer misiniz onu, tabi ki yemezsiniz, kitap da böyledir, baktınız ki kelek çıktı, okumaya devam etmeyeceksiniz.

 

Kelimesi kelimesine hatırlayamasam da bu mealde bir sözdü. Gayet hoşuma giden ve mantıklı bulduğum bu söz üzerine; başladığım bir kitabı muhakkak bitirme takıntısından vaz geçmiş, fikrî faydası ve edebî zevki gayri kabil kitapları yani kelek çıkan kitapları ruhuma yedirmemem gerektiğinin farkına varmıştım. Hakikat şu ki, kitap okuma hususunda istikamet gösteren, yol aydınlatan, elimden tutan olmadığı için; başladığım kitabı da bitirmem gerektiği, bitirmezsem kitaba haksızlık olacakmış gibi lüzumsuz bir duygusallıkla kitaba baktığım için, zaman kaybettirmekten başka işe yaramayan, yanlış fikre sürükleyici, bakış açısını yamultucu, kavram kargaşasından müteşekkil bir bataklığa itici bir çok lüzumsuz kitabı okumayı bu söz üzerine terk etmişimdir.

 

Henüz fikriyatın tam olarak yerleşmediği, kitabiyat dünyasında menfi ve müspet ölçünün yapılamadığı bir yaş devrinde, her kitabın okunmaması gerektiği, bilhassa da kelek çıkan kitapların sonuna kadar götürülmemesinin elzemliği ya bir rehber eşliğinde yahut da kitapta geçen yol gösterici bir ifade sayesinde anlaşılıyor. İnsan belli bir merhaleyi aştıktan sonra zaten bunun ayrımını yapabiliyor. Ama maalesef ki yaşı epey ilerlediği halde bu merhaleyi aşamayıp da vaktini kelek kitap okumakla geçirenler de yok değil.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ya rabbi şükür, bitirdim. Fenerin son beş dakikasına berabere girdiği Avrupa maçları gibi işkenceye döndü yahu, yılda ortalama 50 kitap bitiren ben bunu 3 yılda ancak bitirebildim. Her mısrada erkek-erkek dokuz doğurmaktan iflahım kesildi afedersiniz. Bir de en çok öz canımı yakan bir mükemmeliyetçilik, bir tamamlık sevdası var ki başta yüce benliğimi inim inim inletiyor zaten. O kitaba başladım ya, illa bitecek; yok başka çaresi. Öyle ki sırf bu iş için okuduğum kitapların çetelesini tutmaya başladım ne zamandır. Okuduğum kitap bitmeden, isim çeteleye yazılmıyor. Çeteleye yazılmayan kitabı da okunmuş saymıyorum. Bir kere başlandı ve kitap bitmediyse, geçen zaman beynimde bir 'kayıp' olarak yaftayı yiyor. Halbuki saçmalığa bakın, o kitap bittiğinde vaktimin daha da fazlası çöpe gitmiş olacak halbusem. Siz Türkler hani var demek ona 'kendi kaşınmak'. Akl-ı selîm yanım 'at şu kitabı' dese de, yarım okunmuş kitaba 'Kayıp!' yaftasını yapıştıran da aynı beyin. Yoksa, yoksa? Beynime müdahale eden sizseniz aklınızı alırım sizin, adam olun!

 

İlahi Komedya (Enferno)'dan bahsediyorum. Ya rabbi, bu ne saçma sapan bir kitaptır? 'Niye yazmış ki bunu, oturup da 800 sayfa bayık bayık laf geveleyeceğine hele eline bir iğne alıp sondaja başlasaydı en azından onca insanın saatini yemeyeceği için hem zarardan kazandırmış olur, hem de belki sulak Floransa'da, insanların istifade edip de hayrat sahibinin sefil ruhuna onüçüncü babı okuyup üfleyeceği bir fırsat doğururdu diye düşünmeye başladım. Birileri, bu kitabın sürekli harika olduğu söylendiği halde, kimsenin tenezzül edip okumadığından söz ediyordu bir yerde. Kimdi, hatırlamıyorum. Arkadaşa acizane buradan ve şu an içerisinde cevap veriyorum: Sevgili arkadaşım, insanlar niye okusun bu çirkin eşek yavrusunu yahu? Bakınız şahsen mitolojiden galatasaray kadar nefret ederim, ama mitoloji okumak bile buna katlanmaktan daha zevklidir, birbirinin ırzının peşinde koşan tanrı uydurmacalarını okumak en azından aksiyon hissiyatı verir be kardeşim.

 

Cemil Meriç ismindeki yarı dengesizin gazına geldik, 'Vaay bee, acaba elin oğlu Cehennem'i ve Cennet'i nasıl görüyor? Hele hele o doğru dürüst bilmediğimiz Araf'ı nasıl hayal ediyorlar acaba? Allah'ım, yarin gül cemali ve ruh okşayan sedası refakatinde cennette gezen bir adam aşkın en tatlısının içinde kim bilir ne kadar da mutludur! Eser eser değil de boru olsaydı 800 yılda dörtyüz kere patlar, onbeş kere çürürdü' fikriyle saldırdım kitaba. Heyhat, ne kadar aptalmışım. Bir de peşinden koştum ya ona yanıyorum. İtalyan milli şairi, bayrak şairi, vatan şairi ve hürriyet şairi Dante Alighieri'nin yavuklusuyla Cennet sokaklarında gezmesi kim bilir ne de güzel bir tasvir olurdu. Bakınız azizan, bu eserden öğrendiklerimin hülasasını geçiyorum. Okumaya başladığınızda 15 saatinizi alacak olan Cehennem, Araf ve Cennet'i size en kısa şekilde, bırakabildiği bütün izlenimlerle anlatacağım:

 

1. Dante iğrenç bir adam. Ben bu kadar çirkef bir yazarı daha önce ne duydum, ne okudum. Pis herifin önde gideni. Eşeğin sıpaladığı. Soyunda kesin azılı bir çingenenin damlası vardır, aha buraya yazıyorum, öbür tarafa gidince sorar öğreniriz. Adam şahsi husumet duyduğu akranlarını göz göre göre zebanilerin işkencesi altına atmaktan utanmayan laubali, bulaşık birisi. Atıyorum, Venedikli Maximilyano bu herifle siyasi mücadeleye mi girişmiş? Gençliğine yazık etmiş toprağım. Yeri hazır, cehennemin dibinde bi ateş havuzu. Sağa sola sallarken kendini kaybedip cümle ümmeti cehenneme tıkan Ömer Öngüt tarzı hocaefendilerden hiçbir farkı yok bu ağabeyimizin. Fakat kitabı bitirince benim de kafamda bir şimşek çaktı. Acaba dedim, şundan bi tane de ben yazsam da, başkası araba koyacak olsa zır zır zile basıp milleti çağırarak arabayı çektirirken, yaya gariplerin arabaların arasında rahat bi manevra yapacağı boşluktan bile ahaliyi mahrum bırakan apartmanın önündeki gavur ahlaklı laz galericileri cehennemin yedi kat dibine sokuversem nasıl olur? Olur da attığım taş kuyuyu bulursa, 1000 yıl sonra dahi her okuyan benim iddialarımı tekrarlar, benim beddualarımı mırıldanır, bu haysiyetsiz şehir eşkiyaları da öbür tarafta inim inim inlerdi inşaaallah!..

 

2. Malzeme sıkıntısından, Dante işlediği kimselerin bir kısmını Yunan mitolojisinden ithal etmiş. Mitolojinin hikayelerinden bahsetse yine problem değil, isme dokunup geçince mevzuun cahilleri olan bizler çıldırıyor ve tercüme yapabildiğini zanneden edebi zevk katili Rekin Teksoy'un insanı çileden çıkaran üslubundan, geçen isim hakkında kısa bir malumat devşirmek zorunda kalıyoruz.

 

3. Rekin Teksoy denilen adamdan mecbur kalmadıkça bir defa daha çeviri okursam, beni dağ başında eşekler kovalasın. Müstehaktır. Revadır.

 

4. Bir aşk destanı okumak istiyorsanız, rica ediyorum azizan, gidiniz ve Leyli vü Mecnun okuyunuz. Hani Beatrice Cennet kısmında bu abiye mihmandarlık ederken aşkı yakalayacağınızı düşünüyorsanız ahmak fakir gibi, avucunuzun tuzunu dilinizle damıtmak zorunda kalırsınız. Beatrice Kadınefendi'nin, Dante'ye lâlâlığında ulvi aşk mefhumunun içine girmeyi bırakın, bu mefhumun uzağından yakınından bile gezilmiyor. Aman şey, geçilmiyor. Ulvisinden geçtim, suflisi bile yok yahu. Hristiyanların uyduruk ve maddi melek telakkisi etrafında bir kadın çizilmiş, bu mide bulandıran meleğe de Beatrice denilmiş, hepsi bu kadar. Kesinlikle, hiçbir esprisi yok. Faust'ta, şeytanın (Mefisto) aşk hakkında söyledikleri bile İlahi Komedya'daki aşka basar geçer yemin ederim, bana güvenin, pişman olmazsınız!

 

5. Dante, kafası karışık bir adam. Ne söylediğini, ne savunduğunu tam olarak bilmiyor. Politik duruşu itibarıyla fanatik bir galatasaray taraftarı kadar çirkef olabileceğini düşmanlarına reva gördüğü yakıştırmalarla ispatlayan Dante, din telakkisi hususunda Hıristiyanlık anlayışını hangi şekliyle savunduğunu bir türlü veremiyor ve ortada kalmış bir reformist gibi davranıyor. Dante iyi bir Hristiyan'dan çok, beni hiç mi hiç ilgilendirmeyen Venedik veya Sicilya'nın 800 yıl önceki taht kavgalarının sürüklediği, doğru dürüst bir fikri ve ağırlık verdiği sağlam bir görüşü olmayan, politik bir figüre benziyor. Maslahatı aşan bir ideali yok. Anlayacağınız beş para etmez, malın teki diyeceğim. Utanmasam yani.

 

Kafası karışan insan düşünen insandır, kafası karışık kalan insan problem çözemeyen bir zavallıdır. (Mustafa Kemal Trradomir)

 

6. Cennet ahalisi Hristiyan azizlerinden, zalım mitoloji tanrılarının hışmına uğrayan Yunan bakirelerinden ve Dante Efendi'nin sevdiği politik şahsiyetlerden oluşuyor. Allah -haşa- bu şerefsizi cennetin, cehennemin kapısına bilet kontrol memuru dikmiş, baba Deli Dumrul gibi oturduğu yerden 'sen içeri, sen dışarı' diye tasnif yapmış. Mitolojik, güncel ve dini şahsiyetlerden bir kısmını Cehennem'e gönderirken, 9. kantoda kendisinden bir kere daha nefret ettirerek midemi bulandırmaktan geri kalmadı. Yaradılışının sebebini cehenneme gönderip, yanına da Hazret-i Ali'yi vermeye kalkmak gibi yazması bile giran gelen bir sicil bozukluğu bulunan bu adam, Cennetmekan II. Abdülhamid Han dönemine memleketimizde sansüre uğramıştı. Ben padişah olsam(ah, nerede o günler) ben de sansürlerdim.

 

7. Eserin hiç ama hiç hiç hiçbir tefekkür değeri de yok iyi mi? Bomboş, bomboş. Yemin ediyorum benim için bi atasözleri sözlüğünün iki sayfası koca İlahi Komedya'dan daha hikmetlidir. Hiç ama hiçbir kıymetli diyalog, vurucu nükte, tatlı bir espri, 'aa evet' dedirtecek bir fikir, yani hiçbir şey yok bu kocaoğlanda.

 

8. Bu kadar orijinal bir konu ancak bu kadar rezil anlatılabilirdi. Aha bizim Fakir Baykurt, Behçet Kemal gibi sığ değil, kum tiplerin eline versen onlar bile daha iyisini yazardı herhalde diyeyim, anlayın faciayı!

 

Okumayın, okutmayın! Yazıktır, günahtır! 3 yıl uğraştım, en sonunda bitirdim ama gelin bir de neler çektiğimi bana sorun. Anacığımın Yasin sureleri refakatinde verdiği süt burnumdan geldi. Kitabı bir daha okursam Budist rahiplerine imamette bulunan nirvana padişahı olurum, o çileyi çeken adamda dünyanın kiri pasağı kalır mı sanıyorsunuz siz ey azizan?

Share this post


Link to post
Share on other sites
''Bize her yer Trabzon'' Kitabını öneririm...

İkincisi de çıkıyor... Yakında...

 

Neyse...

 

Cemil Meriç'i severim ama, ne yalan söyleyeyim onun bir kaç kitabına başladım ama, bitiremedim... Çok kısa cümleler kullandığından mı, noktalama işaretlerini fazla kullandığından mı olacak, bilemiyorum, düz yolda hızla giden arbanın ikidebir frene basması gibi oluyorum... Ama Cemil Meriç'in kitaplarının "serçe Sandım Karga Çıktı" kıvamında olduğunu söylemek istemiyorum... Demek ki bazen kitaplar değerli de olsa, kitabın yazılış şekli de, bazı okurların mizacına hitap etmiyor... Buda işin bir başka boyutu olsa gerek...

 

Mesela Necip Fazıl'ın Senaryo Romanlarını da sonuna kadar okuyamadım... Sonuna kadar okuyamadığım tek eseri de budur efendim...

Share this post


Link to post
Share on other sites
 Mevzuu ile alakalı olarak, 9 sene evvel okuduğum Mina Urgan'ın Bir Dinazorun Anıları kitabında geçen bir sözünü nakletmek istiyorum (ateşi bol olsun, kendisini sevmiyoruz ama bu husustaki sözü güzel  :) )

Diyor ki Urgan: Bir karpuz -veya kavun, tam hatırlayamıyorum- aldınız, eve getirdiniz, kestiniz, baktınız ki kelek çıktı, yer misiniz onu, tabi ki yemezsiniz, kitap da böyledir, baktınız ki kelek çıktı, okumaya devam etmeyeceksiniz.

 

Kelimesi kelimesine hatırlayamasam da bu mealde bir sözdü. Gayet hoşuma giden ve mantıklı bulduğum bu söz üzerine; başladığım bir kitabı muhakkak bitirme takıntısından vaz geçmiş, fikrî faydası ve edebî zevki gayri kabil kitapları yani kelek çıkan kitapları ruhuma yedirmemem gerektiğinin farkına varmıştım. Hakikat şu ki, kitap okuma hususunda istikamet gösteren, yol aydınlatan, elimden tutan olmadığı için; başladığım kitabı da bitirmem gerektiği, bitirmezsem kitaba haksızlık olacakmış gibi lüzumsuz bir duygusallıkla kitaba baktığım için, zaman kaybettirmekten başka işe yaramayan, yanlış fikre sürükleyici, bakış açısını yamultucu, kavram kargaşasından müteşekkil bir bataklığa itici bir çok lüzumsuz kitabı okumayı bu söz üzerine terk etmişimdir. Bu düsturu öğrenmek de bir ateistin kitabından nasip olmuştur.

 

Henüz fikriyatın tam olarak yerleşmediği, kitabiyat dünyasında menfi ve müspet ölçünün yapılamadığı bir yaş devrinde, her kitabın okunmaması gerektiği, bilhassa da kelek çıkan kitapların sonuna kadar götürülmemesinin elzemliği ya bir rehber eşliğinde yahut da kitapta geçen yol gösterici bir ifade sayesinde anlaşılıyor. İnsan belli bir merhaleyi aştıktan sonra zaten bunun ayrımını yapabiliyor. Ama maalesef ki yaşı epey ilerlediği halde bu merhaleyi aşamayıp da vaktini kelek kitap okumakla geçirenler de yok değil.

 

  İnsanın romanlarda kaybolarak boğucu duygularından kaçmak veya kurtulmak veya onları unutmak istediği demlerde en iyi giden kitap türü polisiyedir. Bu meyanda Jean Editistophe Grange tavsiye edeceğim ilk yazar. Evet, Jean'ı tek geçerim polisiyede.   :)

 

Hakikaten öyle. Kitap okumak insanın önemli bir vaktini aldığından, dünya hayatı da öyle sandığımız kadar uzun olmadığından, okuyacağımız kitaplar konusunda seçici olmamız, içtiğimiz suyun temiz olmasına verdiğimiz önem kadar gereklidir. Şuan piyasada birmilyon kitap olduğunu varsayalım. Bunun en fazla bin tanesinin üst düzey; doksandokuzbin tanesinin eh işte; dokuzyüzbin tanesinin de sobalık veya sopalık olduğu bir hakikat. Mesele kaliteli ellerden çıkmış bin kitabı bulabilmekte. Aklıma Edmond Dantes'in İf şatosunda esirken tanıştığı Rahip Farya'nın (Deli Farya) söyledikleri geldi : "Beşbin cilde yakın kitabım vardı. Hepsini tek tek okuduktan sonra şu sonuca vardım : insan, iyi seçilmiş yüzelli kitapla bilgilerin bütününü öğrenebilir. Kendim için seçtiğim yüzelli cilt kitabı üç sene müddetle defalarca okudum. Tutuklandığımda kitapları hemen hemen ezberlemiş bulunuyordum."

 

Deli Farya'nın söylediklerine katılmamak imkansız. İyi seçilmiş yüzelli kitap... Ben de böyle mi yapsam acaba? Yüz kitap zaten hazır. Üstad sağolsun :D

 

Bir kitabın; üslubunun güzelliği ya da çirkinliği, konusunun kayda değerliliği ya da basitliği ilk sayfalarda anlaşıldığından; maçın sonuna kadar ofsayt pozisyonunda sabit durarak gol atmayı bekleme durumundan sıyrılıp, kitabı bir daha açmamak üzere kapatmak en uygunu. Gerçi bazı istisnalar da yok değil. Mesela Graziella... İlk yetmiş sayfasında 'bu ne lan' diyor; yüzkırkıncı sayfada kitap bittiğinde ise, "Allah cezanı vermesin Lamartine!.. Misafire yemek en başta verilir. Vaktinde Türkiye'ye gelmiştin. Lakin hiçbir şey öğrenemeden gitmişsin Fransız herif! Eğer Raphael'i yazmamış olsaydın, mezarını açıp kemiklerini kırardım senin." diyorsunuz resmen.

 

Kitap seçme konusunda verdiği kelek örneğinden hareketle kendisine katıldığım, kendisini haklı bulduğum, (zorumun adını çalmaya teşebbüs eden) Dinazor Mine için; kara bir yas, derin bir keder, dağlar kadar büyük bir üzüntü içerisindeyim şuan; zira dile getirdiği bu gerçek, kendi yazmış olduğu kitabı da okumamış olmasının maalesef en büyük kanıtıdır efendim :D

 

Bugüne kadar iştahıma çekici gözükmüş olmasa da, polisiye türü dikkatimi çimdiklemiyor değil. İyi seçilmiş yüzelli kitaptan iki tanesinin polisiye olması bence gayet uygun. Bu tür kitaplarla alakalı, ilgi çekici bir de söz var : "İyi bir polisiye romanı, nefis bir yemeğin ardından yenen krema gibidir."

 

 

 

Okumayın, okutmayın! Yazıktır, günahtır! 3 yıl uğraştım, en sonunda bitirdim ama gelin bir de neler çektiğimi bana sorun. Anacığımın Yasin sureleri refakatinde verdiği süt burnumdan geldi. Kitabı bir daha okursam Budist rahiplerine imamette bulunan nirvana padişahı olurum, o çileyi çeken adamda dünyanın kiri pasağı kalır mı sanıyorsunuz siz ey azizan?

 

Şehre yağmur inende

Bi hüzün başlar bende

Allah cezanı versin

Bu yapılır mı Dante!..

 

Ben en azından bu işkence, bu ızdırap, bu faciayı birkaç gün çekmiştim azizim. 3 yılda bitirdim deyince sen, 'benim derdim dert midir senin derdin yanında' şarkısını Hardy'nin de katıldığı bir koro halinde seslendirdik şu dakika. Kenardan Dante zebanisinin de ilişmeye çalıştığını görende, İlahi Komedya'mı, Vallahi Izdırap'mı ne olduğunu anlamakta idrak sıkıntıları çektiğimiz eserini yüzüne çarpıp; 'Hardy bile bu kadarını yapamadı, de get ordan çirkin eşek yavrusu' deyu reddettik iğrenç adamı. Kemiklerin sızlasın, karaciğerin guruldasın, östaki borun çatlasın ey Dantelalı Dante.

 

Trradomir, Allah senden razı olsun yahu… Bir de bu kitabı okumayı düşünüyordum. Bi yerlerde övgüyle bahsedildiğini hatırlıyorum. Hatta bi kaç yerde. Meymenetsiz herifler.

 

Dante'ye yediği bu darbelerden dolayı 'geçmiş olsun' diyor; yaşarken İlahi Komedya olarak nitelendirdiği hayali serüveninin, toprağın altında İlahi Dram'a dönüştüğü gerçeğini yüzüne bir kez daha çarpıyoruz efendim. İlahi Dante! nihahaha

Share this post


Link to post
Share on other sites
''Bize her yer Trabzon'' Kitabını öneririm...

Tavsiyen için teşekkür ederim azizim hüdayim. 'Bize her yer Trabzon' ve 'Bir dakika 61 saniye olsun' gibi orijinal çıkışlarla gündeme renk katan, Doğu Karadeniz'in asil insanlarını tanıma yolunda bir adım olur hem bu. Gerçi o taraflarda, kıymet verdiğim, hakiki manasıyla sevdiğim, kendime yakın hissettiğim insanlar da yok değil.

 

Bakalım, ilerde bir gün okuruz inşallah. Yeter ki karga çıkmasın.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Mevzuu ile alakalı olarak, 9 sene evvel okuduğum Mina Urgan'ın Bir Dinozorun Anıları kitabında geçen bir sözünü nakletmek istiyorum  
Mahut söz Urgan'a ait değilmiş. Hatalı bilgiye sebep olmamak için ilgili kitaptan ilgili sözü iktibas ediyorum:

 

'Başladığım kitabı, kötü de olsa bitirmek huyumdan Fethi Naci’nin bir sözü sayesinde kurtuldum. “Karpuzu kestin. Baktın ki kabak. Gene de zorla yiyecek misin o karpuzu?” demiş Fethi Naci.'  S.146

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...