Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Kalemdar

Sen Benim İfadem Ve Hızımsın

Recommended Posts

Habererk’dan Afşin Selim, “Çiledeki İnsan Necip Fazıl” isimli bir kitabı da bulunan değerli yazar dostumuz İhsan Kurt ile Necip Fazıl’a dâir bir mülâkat gerçekleştirmiş. HaberKültür de bu önemli söyleşiyi okuyucularıyla paylaşmaktan mutluluk duyuyor: İhsan Kurt. 1956 Yozgat doğumlu. Çeşitli alanlarda, değişik yayın organlarında yazılarına yer verilen yazar, şu ana kadar 27 kitap yayımlattı. İlk nesir yazısı Ortadoğu Gazetesi’nde, şiirleri ise Millet ve Hergün Gazeteleri, Çağdaş Genç Şairler ve Şiirleri Antolojisi’nde görüldü. Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi’nin 6.cildinde kendisine yer verildi. Konuyla irtibatlandırılması açısından, İhsan Kurt’un, “Çiledeki İnsan Necip Fazıl” isimli bir kitabının olduğunu da hatırlatmış olalım. Yazı hayatına halen devam eden İhsan Kurt ile Necip Fazıl’a dâir bir mülâkat gerçekleştirdik. İstifadenize sunuyoruz.

 

Afşin SELİM / habererk.com Necip Fazıl, 1975’de, Milletlerarası İslâm Talebe Teşekkülleri 3. Genel Konferansı’nda diyor ki: “Benim ve hamurunda parmak izlerim bulanan yepyeni ve dipdiri mukaddesatçı Türk Gençliğinin ırkçılık ve kavimcilik diye bir dâvâsı olamaz!” Necip Fazıl’ın, ırkçılığı dâvâ edinmediğini bazı konferanslarında ve eserlerinde özellikle belirtmesine rağmen, niçin ısrarla ırkçılıkla itham ediliyor sizce?

 

Üniversitelerde psikoloji, psikolojik danışma ve rehberlik hocalığı yaptım yıllarca. Bu uzmanlık alanımdan hareketle diyebilirim ki Necip Fazıl’ı “ırkçılıkla” suçlamanın gerisinde bazı şuuraltı birikimler ve aynı zamanda bu birikimlerden kaynaklanan kinler ve başka hesaplar yatmaktadır. Nasıl ki Necip Fazıl’ın “bir dönemini” (1934 öncesi hayatı) “büyük şair” olarak ya da “şair olmadığı” dönem olarak kabul edenler olmuşsa aynı çarpık anlayışların ya da değerlendirmelerin iki ayrı kolu zamanımızda da düşüncelerini sürdürmektedirler. Bunlardan birisi güya “İslamcılık(!)” adına bunu yaparken, diğeri de “izmlerin” herhangi bir versiyonu adına Necip Fazıl’a “ırkçılık” damgasını vurma kolaycılığını göstermektedirler. Bunu yaparken ne doğrudan Necip Fazıl’ı anlama ne de eserlerini hakiki anlamda okuyup irdeleme gibi bir zahmete girmeyenler kafalarındaki şablonu şaire kimlik olarak giydirmektedirler. Hoş, okusalar da pek bir şey değişmeyecektir, bir kere düşüncelerini önceden belirlemişlerdir.

 

Bu arada, malûm konu hakkında Büyük Doğu Yayınları’ndan bir açıklama yapıldı: “Necip Fazıl, Taraf yazarının mensub olduğu ırkın tarihi kimliğini ve rolünü, olduğu gibi tespit etmeyi zaruret bilmiştir” diye… Fakat söz konusu yazıdan sonra saldırıların arttığına şahit olduk. Özellikle “köşeci” diye tabir edilen kalemlerden, yazıya iştirak edenler oldu. Eleştiri bir yana, Necip Fazıl’a aşağılayıcı ifadeler kullanıldı?

 

Oldum olası magazinleşmeye, magazinleşenlere, bir fikri, hangi kulvarda olursa olsun bir tefekkür adamını magazine, güncele, hadi ifade ettiğiniz tabirle “köşeci”lerle tartışmanın yanında olmadım. Çünkü bunlar bir fikrin, bir düşüncenin, bir sanatın kendisini tartışmak yerine bunları üretenlerin kişiliklerine yönelik hakaretlerle ortalığı bulandırmaktan medet umarlar. Bir fikri, düşünceyi tartışmakta, eleştirmekte dayanakları ve güçleri olmayanlar hazımsızlıklarını doğrudan o fikrin sahibinin şahsiyetine yöneltirler. Zamanımızda da öyle olmuyor mu? Görseli ve basılısıyla bu gün de medyada dayanağı olan hangi fikir ya da fikri temeller tartışılıyor? Tartışılabiliyor mu? Yoksa “dedim”, “dedin”, “dedi” gibi dedi kodular mı avaz avaz dile getiriliyor? Yani o “köşeci” dediklerin açıkça “köşe kapmaca” oyunlarını, saldırganlıklarını “fikir” sanabiliyorlar… Doğrudur, Necip Fazıl bazılarının “mensup olduğu ırkın tarihi kimliğini ve rolünü“ tespit etmiştir. Bu tespitinden dolayı da saldırıları daima üzerine çekecektir. Necip Fazıl’ın, geneli itibariyle, milliyetçilik anlayışının ırkçılığa yatkın olabilmesi mümkün mü, ya da elverişli bir zemin hazırlamış mı buna? Şairin kendi ifadesiyle söyleyecek olursak, böyle düşünenler olsa olsa “kaba softa ham yobazlar”dır. O, eserlerinde nasıl bir “milliyetçilik”, nasıl bir “İslam” anlayışı olduğunu gayet açık ve anlaşılır olarak ortaya koymuştur. Fikirlerinden alıntılar yaparak bir savunmaya geçmeyi uygun görmediğim gibi, gerekli de görmüyorum. Sorunuzun muhtevasında ifade edilen şekilde düşünenler doğrudan onun eserlerine müracaat edebilirler. Ancak eserleri okumaya çalışırken kendilerini “peşin yargılardan”, “ön kabullerden” uzaklaştırmaları gerekir. Yoksa Necip Fazıl ne yazmış olursa olsun bunlar yine kendi anlayışları doğrultusunda düşünceleri cımbızla çekeceklerdir.

 

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ndan Osman Yüksel Serdengeçti’ye, Tanpınar’dan Nurullah Ataç’a, Mirzabeyoğlu’ndan Aziz Nesin’e, Çetin Altan’dan Ziya Osman Saba’ya, Ataol Behramoğlu’ndan, Haydar Ergülen’e varana değin, hakkı ve emeği teslim edilen Necip Fazıl, nasıl oluyor da, ırkçılık yapmakla suçlanıyor hocam?

 

02_Kasim_2010_11_35_45_2297632098.jpg

Söyledik… Zavallılar düşünce zahmetinin gereklerini külfet saydıkları gibi “fikir üretme”, “anlamaya gayret gösterme”cehdinden de çok uzakta bulundukları için “ırkçılık”ta takılıp kalıyorlar. Bunlar biraz da “Türk’ten Türk’ü seven, ama İslam’dan asla taviz vermeme çabası içinde çile çeken bir şair nasıl çıkıyor?” hayretinin şoku içinde olanlardır. Hangi ideoloji ve düşüncede olursa olsun konuya biraz böyle bakanlar her dönem olmuştur, şimdi de olacaktır elbette.

 

Avni Özgürel bey’in tespitiydi zannedersem… Gazetecilerin aydın addedildiği bir ülke burası demişti. 60 civarında eseri bulunan bir yazarın, bir nevi cımbızla sökülen cümlelerini, gazete ve internet köşelerinde üstünkörü polemik konusu yapmak, gayri ahlaki bir durum olsa gerek?

 

Necip Fazıl’ın savunduğu ve aynı zamanda Türk Milletinin çoğunluğunun da inandığı değerlere doğrudan saldırmayı göze alamayanların sıkıntılarıdır bunlar. Aslında doğrudan dertleri Necip Fazıl ve onun gibiler değildir. Onların bir “insan” olmalarından dolayı eksikliklerinden kaynaklanan bazı tespitleri kendi amaçları doğrultusunda şekillendirdikten sonra saldırı dayanaklarını çoğaltmak istemeleri de bu köşecilerin her zaman yaptıkları bir davranış kalıbıdır. Aslında dünden bugüne pek değişen bir şey olmamıştır. Son yüzyıl içerisinde benzer teraneler, maalesef dozajını artırarak, dolayısıyla seviyelerini de giderek düşürerek ahlaki zafiyetlerini zenginleştirme çabası içerisindedirler. Açıkça fikir, sanat bunların hiç umurunda olmamış, bundan sonrada olmayacaktır. Çünkü hangi adla olursa olsun önemli olan köşelerini ya da koltuklarını korumaktır. Düşmanına, “sen benim ifadem ve hızımsın” diyerek sesleniyor, Necip Fazıl? Zıtlıklar her zaman kötü, hatalı olarak değerlendirilemez. Değerlendirilse dahi ondan iyi ve doğruyu çıkarma gayreti ortaya konursa mesele farklılaşacak, bazen zenginleşebilecektir. Çünkü ona, yani zıtlıklara, çelişkilere ve hatta saldırılara nereden baktığımıza göre anlam kazanırlar. Bunun için Necip Fazıl da “düşmanını” olumsuz bir unsur olarak değerlendirmek yerine onu kendisini ifade etmesine, hızının artmasına, bir anlamda gelişmesine yarayan bir faktör olarak değerlendirmektedir.

 

02_Kasim_2010_11_39_26_7585718035.jpg

 

Özellikle fikirde, düşüncede yeni ufuklar aralayabilmek, pörsümeyen, eskimeyene sahip olabilmek için de bazen belki düşmana değilse de “karşı” olan, “karşıt” olan fikirlere ihtiyaç doğabilir. Necip Fazıl’ın ifadesinde olduğu gibi doğabilmektedir de…

 

Seveni çok olmakla birlikte, sevmeyeni de çok olan bir yazar Necip Fazıl… Bir şiir mısraından, bir köşe yazısından, bir nüktesinden ziyade; tespitlerini, teşhislerini ve meseleler karşısında sunduğu tedavi yöntemlerini bir bütün olarak okumadan sevmek yahut okumadan sevmemek, trajikomik değil mi?

Birçok alanda böyle yapılmıyor mu? Aslında yılların, asırların süzgecinden geçmiş bir söz de işaret edilen durumu çok güzel ifade eder. “Okumadan âlim, yazmadan kâtip” denmesi hiç boşa olmadığı gibi, gelecek açısından, benzer çarpık değerlendirmeler için de mesaj veren bir sözdür bu. Sonra malum Bektaşi fıkrasını da hatırlatır… Maalesef bu tür insanların çoğu beynindeki zincirleri kıramadan ayak bileklerindeki zincirlerden boşanmışlardır. Cahilliğin cesaretinin yanında peşin yargılarının esareti sağlıklı düşünme durumunu dumura uğratır bu kişilerin. Bütünü görme ve idrak etme kabiliyetlerini aslında hiç kazanamadıkları için durumları Gazali’nin âmâlarından da beterdir. Türkçemizdeki “bakar kör” tabiri bu tür yaklaşımları olanları çok güzel ifade eder.

 

Beğenilir yahut beğenilmez, netice itibariyle, Türk düşünce hayatının şekillenmesinde katkıları olan bir mütefekkirden bahsediyoruz, değil mi?

 

Şüphesiz… Şairin kendi ifadesiyle söyleyecek olursak, Necip Fazıl’ın yanında diğer okunanları da “anlar gibi olmak” yerine “anlamak” çabasının gösterilmesiyle mümkündür bunlar… “Şair” diye Necip Fazıl’a sadece “hamasi” bakanların da onun mütefekkir tarafını görmeleri mümkün olmadığı gibi, bir bütün olarak anlamaları da beklenemez. “Düşünce” gibi bir gailesi olmayanlar Şairin düşünce hayatına katkıları konusunda da pek kafa yoracaklarını sanmıyorum. “Türk düşünce hayatı” yerine artık Türk güncel hayatı, Türk magazin hayatı, Türk komplo hayatı, günü kurtarma hayatı vs. başını alıp gitmiştir. “Türk düşünce hayatı” şimdilerde “Zümrüdü Anka kuşu” gibi… Ulaşmak zor olduğu gibi, ulaşmak isteyenleri de çok azaldı. Kaldı ki Necip Fazıl ve Türk düşünce hayatının şekillenmesine katkıları… Zihinlere yapılan çok çeşitli saçma sapan bombardımanlar karşısında bunu akıl etmek bile, düşünce hayatı açısından umut var olmak demektir. Çünkü Necip Fazıl ile ilgili yazılmış olan mevcut yazılar, kitaplar bir bütün olarak incelenmeye çalışıldığında, bir çoğunda “ya hep, ya hiç”, “ya övgü, ya yergi” gibi değerlendirmelerin ağırlıkta olduğu dikkat çekmektedir. Bu durum da şairinden kaynaklanan değil, değerlendirmecilerden kaynaklanan eksiklilerden dolayı Necip Fazıl’ın Türk kültür hayatına katkıları hususunda sınırlı bilgilere ulaşabilmekteyiz.

 

Kendisinin talebelerinden olan Mustafa Miyasoğlu aktarmıştı… Fransa’daki Sorbonne ÜniversitesiFelsefe Bölümünde ders veren Henry Bergson, ki filozoftur kendisi, Necip Fazıl’ı daha o dönemlerde cins bir beyin olarak tespit ediyor?

 

Katılır veya katılmayız. Ölçüleri olanların değerlendirmeleri düşünce ve anlama hassasına sahip insanları her zaman düşündürür. Aslında önemli olan “Batıdan ayetler!” getirme ihtiyacını hissetmeden ki bizde filozof var ise bunların Şair hakkında ne düşündükleridir. Maalesef birçoğu Şairi birkaç şiiri ile ya över ya da yerer. Oysa Necip Fazıl sadece “Sakarya Türküsü”, sadece “Kaldırımlar”, sadece ”Canım İstanbul” ve benzeri değildir. Bizde öncelikli olarak ya ölçüyü kaçırdığımızdan ya ölçüleri eksik belirlediğimizden ya da tamamen ölçüsüzlükten dolayı Necip Fazıl gibi benzer birçok “cins” kafaların ürettiklerini anlamakta ve anlatmakta sıkıntı çekebiliyoruz.

 

Yalnızca şair olarak adlandırılıp geçiştirilmesi de, kusurlu bir yaklaşım tarzı o zaman? Çünkü romanları, tiyatro oyunları, hikâyeleri, tarihî ve fikrî eserleri yazmış birisi kendisi… Elbette… Diğer sorulara vermeye çalıştığım düşünceler içerisinde de bu sorunun cevabını bulabilirsiniz. Arık bu raddede bu sorunun tartışılması bile abes kaçar. Sadece Necip Fazıl’ı bir bütün olarak çok iyi ve dikkatli okuyan herkesin görebileceği bir hususu belirtmek isterim. O, bazı eserlerinde, şiirlerinde aynı düşüncelerini farklı şekillerde tekrar ederek bir mesaj vermek ister gibidir. Tarih, geleneklerle devam etmekte olan bazı yaşama şekilleri, çarpıklıklarımız, değer addettiklerimiz, hassasiyetlerimiz, madde ve mana kavrayışımız ve de küçük amaçlar/ büyük hedefler bir bir işaret edilmiştir.

 

Frekans yüksekliğinden kaynaklı mı acaba, Necip Fazıl tastamam anlaşılamıyor gibi?

Yirmi yıl önce kaleme almış olduğum kitabıma “ÇİLEDEKİ İNSAN Necip Fazıl” adını vermemde de bu hassasiyet var zaten. Hatta daha sonra çıkan, çıkarılan “itibar Kitapları”nda(!) dahi lütfen adı bile anılmayan, görmezlikten gelinen bu

 

02_Kasim_2010_11_36_47_5206567645.jpg

 

kitabımız da galiba Necip Fazıl gibi anlaşılmamıştır. Necip Fazıl gibi “cins kafaları” anlamak biraz da onun, onların “çilesini” anlamakla başlar denirse pek de büyük bir iddia olmasa gerek. Aslında “Necip Fazıl anlaşılamıyor” değil anlamak istenilmiyor da olabilir. Amiyane tabirle “birilerinin işine öyle geldiği için” bu yolun seçilmesi de saldırganlığın, aşağılamanın ayrı bir çeşididir çünkü… İkincisi özellikle kendilerini herhangi bir hizbin emrine vermiş olanlar veya o hizip gruplarının içinde olanlar ya da bir “fikri sabitleri” bulunanlar Necip Fazıl’ı anlamakta elbette sıkıntı çekeceklerdir. Şırınga edilen düşüncelerine takılan at gözlükleri onları Necip Fazıl’ı anlama ufuklarına götüremeyecektir elbette. Aslında bu diğer tefekkür sahibi olanlar için de geçerlidir. Üçüncüsü Necip Fazıl’ı sadece bir uzmanlık alanının sınırlı bilgisiyle de anlamak kolay değildir. Çünkü Necip Fazıl’ı anlamak; hepsinden azar da olsa, biraz tasavvuf, biraz psikoloji, biraz felsefe, biraz sosyoloji, biraz tarih bilmekle başlar. İşte bu “birazlar” arttıkça ümit ediyorum Necip Fazıl daha iyi anlaşılacaktır.

 

Necip Fazıl’ı bir şahıs olarak değil de, şahsında örgütlenen bir fikrin ıstırap numunesi olarak adlandırabilir miyiz? Zaten Necip Fazıl’a yapılan saldırıların sebeplerinden biri de buradan kaynaklanmıyor mu? Sanırım “İslamcı” olarak adlandırılan camianın bazı yayın organlarında da, Necip Fazıl’a yönelik bir sansür uygulanıyor?

 

Bilirsin ki bir “işporta gözlükçüler” bir de sağlıklı gözlük sattıkları varsayılan “optikçiler” var. Neticede her ikisi de “satıcı”dır. Yani sattıklarından her ikisi de az veya çok bir kâr sağlarlar. Bunlar mevcut durumdan bir kazanç elde edemediklerinde herhalde başka kazanç alanlarına yönelebilirler. Hatta böyle bir tercih yapanlar eski mesleklerini de kötüleme, daha ileri bir basamak olarak “yok sayma” davranışları gösterebilirler. Arif olan anlasın. Gelelim sadede… Tabii ki o söylediklerin “liboşların” kocaman kocaman fotoğraflarını vitrinlerinde sergilerken, kitaplarını basarken “Necip Fazıl da kim oluyor !..” Daha düne kadar başta din olmak üzere bütün değerlerime küfredenler ve küfredenlerin çocukları adını “…..cı” koyduklarınız, Şairin “marka Müslümanları” dediği kişiler tarafından inadına gündemde tutulmaya çalışılıyor. Maalesef sadece devir ve devran değişmedi, o “…..cılar” da değişime uğradı. Anlayacağın yeni bir tür geçim alanlarına kaydılar, yeni “sembol” isimler peşindeler artık. Kasalarını dolduracak isimler, pazarlayacakları isimler…

 

Necip Fazıl, özellikle “Türklük” vurgusu itibariyle rahatsızlık veriyor olabilir? Malûm “Türk’ün tarihi misyonu” üzerine tespitleri mevcut… Burada bize bir görev düşüyor mu bilemem… Hani son yıllarda moda haline gelmiş bir söz var ya. Ben de işaret edilen vurgudan rahatsızlık duyanlar için bu sözü kullanacağım; Bu durum onların sorunu… Birileri rahatsız oluyor diye Necip Fazıl’ı mezarından kaldırıp, “Üstat, eserlerinden şu ‘Türk’ü ve Türk’e ait ne varsa siler misin?” mi diyeceğiz? Bu bizim için dert değil, dert edinenler düşünsün! Çünkü bunların zaten hiçbir zaman Necip Fazıl’ı anlamak gibi bir çabaları olmamış, niyetleri belli olduğu için de bundan sonra da olmayacaktır.

 

Günümüzde, her iki olgunun da, yâni Türklüğün ve İslâmlığın çatıştırılması ve ayrıştırılması modalaştı galiba?

Fikir imal etme peşinde olmayanlar, bu yeteneğe ulaşamayanlar, fikri zenginliklerden bihaber olanlar, seçme hakkı olarak “güdümlülüğü” tercih edenler dünden bugüne hep çatıştırma ve ayrıştırma peşinde koşmuşlardır. Çünkü bu anlayışın zihni yapısının gerisinde “şuuraltı” denilen örtüyle örttükleri her türlü fikrin yanında her konudaki tevhide bayrak açmak gizlenir. Aslında bu durum dün de vardı, bu günde var. Belki son çeyrek yüzyılda çatıştırma ve ayrıştırma eylem planında daha çok yaşanır olmaya başlamıştır.

Hocam, Necip Fazıl’a ve günümüzdeki hâl ve gidişata dâir son sözlerinizi alabilir miyiz? Zamanımız fikrin, tefekkürün, düşüncenin ne derseniz deyin zamanları olmaktan dışlanmaya doğru itilmektedir. Magazinleşmek, magazin peşinden gitmek, hep güncelin peşinden sürüklenip, günceli tartışmak ilim, fikir ya da sanat sanılmaya başlanmıştır. İşte bu “sanılar” giderek yaşama ve yaşatılma imkânı bulduğu için her alanda olduğu gibi düşüncede de asıl olan, deruni olan, köklü olan, has olan hiçbir pazarda müşteri bulamamakta ya da çok az müşterisi çıkmaktadır. Önce bu beladan nasıl kurtulabiliriz, bunun çarelerinin aranması gerektiğini düşünüyorum. Teşekkürler.

 

Asıl ben teşekkür ediyorum

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...