Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
müznib

Necip Fazıl'ın Hissedilen Yokluğu

Recommended Posts

Necip Fazıl'ın hissedilen yokluğu

Mehmet KURTOĞLU

27 MAYIS 2011

CUM 03:10

- - - - -

 

 

"Tohum saç bitmezse toprak utansın

Hedefe varmayan mızrak utansın

Hey gidi küheylan koşmana bak sen

Çatlarsan doğuran kısrak utansın"

 

Mayıs ayının benim sanat yaşamımda önemli bir yeri vardır zira 1983 Mayıs ayında Üstad Necip Fazıl'ın vefatını duymuş, ardından Çile ile tanışmış ve ilk İslami duyarlılıkta şiirlerimi onun vesilesiyle kaleme almıştım. 1983'ten itibaren Necip Fazıl'ın eserleri ve sanatı üzerine yazılan her şeyi okumaya çalıştım. Özelikle Çile'yi ezberlercesine okuduğumu, henüz on beş an altı yaşlarında olmama rağmen varoluş sancısıyla hafakanlar geçirdiğimi ve marazi bir halet-i ruhiyeye kapıldığımı söylersem yanlış olmaz sanırım. Bugün o dönemde yazdığım şiirlere baktığımda birçoğunun ölüm, yalnızlık, hafakan ve bunalım çevresinde dönüp durduğunu görüyorum. Üstadın metafizik ürpertisi bir yanıyla ruhuma varoluş kaygısı taşırken, diğer yanıyla İslami söylem ve tasavvuf ile tanıştırıyordu. Üstad varoluş sancısını İslam tasavvufu ile yatıştırırken diğer yandan bu sancıyı konu edinen eserlere imza atıyordu. Üstad Necip Fazıl'ın eserlerini okuyup da onunla bütünleşmeyen yazar çok azdır. Örneğin 'Bir Adam Yaratmak'ta ölüm hayat üzerine kafa yoran ve 'kurtarın beni düşünmekten' diyen oyun kahramanı Hüsrev ile özdeşleşmiştim adeta. İnsan gençliğinde okuduğu eserlerle daha çok bütünleşiyor sanki. İnsanı merkeze alan Üstad, bu oyununda kafaları kurcalayan sorunları sanatın diliyle ortaya koyuyordu...

 

Aslında varoluş felsefesi veya metafizik ürperti toplum olarak bizde yaşanması mümkün olmayan, ancak derin felsefi metinler okuyarak kafa patlatanlarda görülmesi gereken bir olgudur. Batı'nın özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrası varoluş sancısı yaşaması kaçınılmazdı. Hatta İmparatorluğun çözülme döneminde yaşamış, Cumhuriyetin ilk dönem kuşağı içinde yer alan Necip Fazıl vb. sanatçı ve dehalar için de bu geçerli olabilirdi ama daha sonraki kuşaklar için varoluş sancısı batıdan emaneten alınmış fikirler gibidir. Acısını çekip, bedelini ödemediğiniz fikirler ve felsefelerin sancısı ve edebiyatı olmaz. Bu yüzden Cemil Meriç; 'üzerimize giydirilmiş deli gömlekleri' diye tarif eder Batıdan emanet aldığımız fikir ve düşünceleri.

 

Ortaokul sıralarında elime geçirdiğim Çile kitabıyla adeta büyülenmiştim. Ondan sonra da onun ruh dünyasına girmenin verdiği zevkle birçok kitabını okudum. Üstadın her doğum ve ölüm yıl dönümlerinde gazetelerde hakkında boy boy yazılar yayınlanıyordu o dönemlerde. Ama kimse onun asıl büyüklüğünün sanatından öte, yaşadığı metafizik trajedi, inandığı davaya teslimiyet ve samimiyet saklı olduğunu göremiyordu. Bugün kendimizi en rahat ifade edebildiğimiz bir süreçte, onun gösterdiği samimiyeti acaba kaç kişi gösterebilir? Gerektiğinde inancı için kendini feda eden Üstad'ın en büyük meziyeti işte burada yatmaktadır. Aslında Üstad çağının adamıydı, çağının imkân ve sıkıntılarının farkında biri olarak meydana çıkmış ve en yüksek sesle inandığı davasını haykırmakla kalmamış, yeni ufuklar açmıştı.

 

Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman

Görürler nasılmış, neymiş kahraman

Yer ve gök su vermem dediği zaman

Sular her tarlayı arkımız bizim

 

Çeyrek asrı aşkın bir zamandır aramızdan ayrılan Üstad Necip Fazıl'ın metafizik ürpertiyle yazdığı şiirleri haricinde, 'Büyük Doğu' fikrinin kahramanı olarak eylem ve aksiyon adamlığı yönünün ağırlığını kimse taşıyamamıştır. Onun bıraktığı boşluğu henüz kimse dolduramamıştır, bugünün şartlarında doldurmalarına da imkân yoktur. Türk edebiyatının bu marazi ruhlu, hafakanlı, metafizik şairi aynı zamanda "yiğit ve kararlı" keskin kalemiyle adeta bir şövalye, bir kahraman gibi hareket etmiştir. Medyanın birinci güç olduğu, köşe başını tutmuş ürkek ve satılık kalemlerin "halka rağmen halk adına"bir takım işlere giriştiği günümüzde sukutun bağrına gömülen aydınları görünce, Üstad'ın o tavizsiz ve kırılmayan kaleminin eksikliğini daha bir hissediyoruz. Tek Parti iktidarının baskısı altında Büyük Doğu'yu çıkardığı, hapislerde yatıp sürgünlere gönderildiği ve parasal cezalara çarptırıldığı yıllar... Üstad Necip Fazıl gibi metafizik ürpertiyle sarsılan bir ruhun, Tek Parti iktidarının baskıcılığına rağmen korkmadan, çekinmeden yiğitçe sözünü söylemesi üzerinde durulmaya değerdir. Zira kendi kendisiyle hesaplaşan bir ruhtan, böylesine yiğit ve kahramanca bir duruş sadır olması ilginçtir!

 

İçinde fırtınalar kopan, en büyük işkence dediği fikir çilesi çeken, kendi kendisiyle hesaplaşan bu adamın, dışa dönük işlerle, toplumun derdiyle ilgilenmesi, doğru bildiği noktalarda sözünü esirgememesi ve sırf bu yüzden başını belaya sokması üzerinde durulmaya ve düşünülmeye değerdir. Kendi kendisiyle hesaplaşırken -buna Büyük Adamların yalnızlığı veya fikir sancısı da diyebilirsiniz- bir de topluma önderlik etmek acaba nasıl bir şeydir?

 

Bugün demokratik özgürlüğün bize sunduğu nimetlere rağmen, tolumu aydınlatma, onları bilinçlendirme endişesi daha azalmış, edebiyatın samimiyetinin yerini iki yüzlülük almıştır. Özgürlük ve kendimizi ifade etme anlamında bugün kimsenin hayal edemeyeceği bir noktaya ulaşmamıza rağmen ne yazık ki, idealizm ve samimiyeti kaybetmiş bulunuyoruz. Ve en büyük handikabımız hiç kuşkusuz idealizm ve samimiyeti kaybetmemizdir. Neyi kaybettiğimiz sorusuna verilebilecek cevap işte burada aranmalıdır. Dün medyanın sınırlı imkânları çerçevesinde bütün Anadolu'yu dolaşan, konferanslar veren Üstad'ı tanımayan, dinlemeyen kimse yoktur. Onun yalnız aydın ve sanatçıların değil, halkın gönlünde taht kurmasının nedeni samimiyeti, dürüstlüğü ve yiğitliğidir... Zira o tek başına bir muhalif, tek başına bir Parti görevi görmüştür...

 

Bugün Üstad'ın o güzelim hitabelerine, şiirlerine, yazılarına o günden daha çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. "ya hep ya hiç" diyen Üstadın, cesur çıkışlarına karşı bugün ürkek ve tatlı su aydınlarının tavırlarını gördükçe yazılan yazılardan insanın utanası geliyor. Özellikle Allah demenin yasak olduğu tek parti döneminde, muhalefet yapacak ne parti ne dernek ne de bir vakıf vardır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Üstad bir parti liderinden daha lider, bir dernek başkanından daha başkan gibi davranmıştır. Avamından aydınına herkesi kucaklayıp, cemaatler üstü kalabilmiştir. O Avrupa görmüş bir aydın olarak kendi topraklarına bağlı yerli bir sestir. Sesinin yankısı toplumun tüm kesimlerinde rahatlıkla işitilebiliyordu. Ülkesinin dertleriyle dertlenen, halkının problemlerine çözüm arayan bir fikir adamıdır.

Tabi bütün bunların ötesinde aksiyon adamıdır Necip Fazıl. Yaşatmak istediği ideali vardır. Bu idealin oluşumu için bütün ömrünü vakfetmiş, bütün zorluk ve acıları göğüslemiştir. Ardında bugün Türkiye'yi yönlendiren, bürokrasiyi yöneten yüzlerce insan bırakmış. İslami duyarlılıkta yazan, çizen, sanat icra eden herkesin üzerinde Necip Fazıl'ın hakkı ve emeği vardır... Hayatının çoğu hapishanelerde mahkeme koridorlarında geçmiştir. Eserlerini bir baştan bir başa okuyunuz karşınıza Necip Fazıl çıkar. Fikir çilesi çeken, vicdan azabı duyan, ötelere takılan, dahası Sakarya'nın sırtına mukaddes fikir çilesi yükleyen; bazen Yunus gibi bir derviş, bazen Spartaküs gibi bir devrimci ile karşılaşırsınız. Tarihin sahte kahramanlarını tarihten temizlemeyi aziz bir borç bilip, büyük mazlumların acılarına ortak olmuş biridir. Tarihin saklı kalan sayfalarını aralar bize Abdülhamid Han'ı, Vahdettin'i daha gerilerden Hallac'ı Hüseyin'i anlatır...

 

Üstad hayatında anlatılmayacak hiçbir şey bırakmamış. O yaşarken dahi, hayatı üzerine yazılan yazılar, eserlerin birkaç katıdır. Ama ne yazık ki, onun duyduğu metafizik ürpertiyi duyup sarsılan, onun gösterdiği cesaret ve kahramanlığı ruhunda hissederek kaleme alan gerçek bir biyografi yazılmış mıdır bilemiyorum. En azından onun romanı yazılabilir, hayatı filme çekilebilir. Tabi en zor şey belki de Necip Fazıl hakkında yazmak. Bütün yaşamı didik didik edilmiş bir insanı anlatmak kolay değildir elbette... Özellikle hakkında yazılanların etkisinde kalmak gibi bir büyük açmaz ortada iken.

 

Yaşadığımız bu süreç içinde her geçen gün bayağılaşan dünyada, Üstad gibi muhalif ve yiğit şair ve sanatçıların yokluğu daha bir hissediliyor. Zira her geçen gün değerlerinden kopan toplumu uyaracak ve kendine gelmesini sağlayacak kahramanlara ihtiyaç vardır. "Uyuşuk toplumları ancak tokatlayarak uyandırabilirsiniz" diye yazar Cemil Meriç. Yaşadığı dönemde yalnız uyuşmuş toplumu değil, iktidarı da tokatlayarak uyunmasına çaba gösteren Necip Fazıl'ın sayesinde bugün bir siyasetten, bir edebiyat bir sanattan söz edebiliyoruz... O, bütün yaman çelişkilerine, ruhi sıkıntılarına ve trajedisine rağmen halen çağın nabzını tutuyor, halen okunuyor. Çünkü bize bizi, yani insanı ve İslami yanımızı anlatıyor. Her şeyden önce bize, bizim ruhumuza ayna tutuyor, gönlümüze söylenmedik şarkılar söylüyor. Hatta nerede ve nasıl duracağımızı bize klâs duruşuyla gösteriyor. İnsani değerlerin törpülendiği bir zaman sürecinde bize varoluş kaygımızı, insan olduğumuzu en çok onun eserleri hatırlatıyor. Ve en çok onun yokluğu hissediliyor...

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...