Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
MÜNZEVİ

Ebubekir Sifil'den

Recommended Posts

ebubekir_sifil.jpg?w=281&h=300

 

Hıristiyanlıktaki Protestanlık benzeri bir anlayışın İslâm inancı içine yerleştirilmeye çalışıldığını söyleyen Dr. Ebubekir Sifil ESAM’da verdiği konferansta önemli uyarılarda bulundu. Sifil Hıristiyanların aynı İncil’e inanmasına rağmen Protestanlık mezhebiyle kilise ve papayı devreden çıkararak herkesin İncil’den ne anlıyorsa onu yaşamasının istendiğini anımsatarak “İslâm’ı dönüştürme çabalarının da varmak istediği nokta burasıdır. Protestan İslâm oluşturmak isteniyor. Müslümanların bunu iyi görmesi gerekiyor” dedi.

 

 

Dr. Ebubekir Sifil İslam’ı dönüştürme çabalarının tehlikeli boyutlara geldiğini belirterek “asıl tehlike ise dışarıda değil içeriden kaynaklanıyor” dedi. Kanaat önderlerinin İslam’ı dönüştürme çabalarına nasıl katkıda bulunduklarını çarpıcı örnekleri ile anlatan Sifil bu çabaların asıl hedefinin ise Protestan İslam oluşturmak olduğunun altını çizdi.

 

 

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi’nin (ESAM) bu haftaki konferansına Dr. Ebubekir Sifil konuşmacı olarak katıldı. ‘İslam’ı Dönüştürme Çabaları’ konulu konferansta çarpıcı değerlendirmelerde bulunan Sifil İslam üzerindeki dönüştürme faaliyetleri incelendiğinde insanlık tarihinde en önemli kırılmanın modern dönemde yaşandığına dikkat çekti. Modernizm dünyevilik gibi kavramlarla din de dahil her şeyin değişime tabi olduğu yönündeki anlayışın bu kırılmanın en önemli noktasını oluşturduğunu söyleyen Sifil Müslümanların da bilinçaltında bu değişimin izlerinin görüldüğünü kaydetti. İşin en tehlikeli tarafının da burası olduğunu ifade eden Sifil “Sembollerimize karşı yapılan saldırıları hemen red ediyoruz ama bilinçaltımızda bizi biz yapan kodlarımızla oynanmasını ise kabul ediyoruz” dedi.

İnanç değerlerinin kodlarının da kanaat önderleri vasıtasıyla oynandığının altını çizen Sifil “Dinimize dil uzatanlara hemen refleksimizi ortaya koyarak red ediyoruz ama aynı safta namaz kılanların söylediklerini de ‘esas İslam bu’ diye içselleştiriyoruz” şeklinde konuştu. Bu durumun çok tehlikeli boyutlara geldiğini vurgulayan Sifil “Din kodlarımızı çağdaş terminoloji ile çarpıştığı yerde hemen red ediyoruz” dedi.

 

 

Modern değerlerin ön plana çıkarılması hayatın bu çerçevede değerlendirilmesi anlamına gelen dünyeviliğin Protestanlık mezhebinin bir ürünü olduğunu bunun sac ayaklarının da gelişme-ilerleme-kalkınma gibi kavramlardan oluştuğunu ifade eden Ebubekir Sifil “Gelişme-ilerleme-kalkınma kavramlarının arkasında da sömürge kölelik ve rasyonalite vardır” dedi. “Bugün sömürgeleşmeden uzak kalarak gelişen bir tane bile Batı ülkesi yoktur. Hepsinin gelişmesi ilerlemesi ve kalkınması sömürerek ve köleleştirerek mümkün olmuştur” dedi.

 

(Milli Gazete 18.04.2008

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sifil hocam çok değerli açıklamalarda bulunmuş. malesef ki dinler arası diyalog denilerek fitne ateşinde yanan İslam alemini iki kat daha fitneye atmış durumdalar.

 

Allah (c.c.) bu derin fitneden bizleri korusun. Rabbim kendimize zulmediyoruz. Sen, bizi bize bırakma. Sen, bizleri affeyle doğru yolda sabit kıl (amin).

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Amin.amin.amin...

Share this post


Link to post
Share on other sites

DINDAR_BIR_NESIL_YETISTIRMEK-260x200.jpg

Ebubekir Sifil

Dindar nesil yetiştirmek

 

Dillendirmesi zor, gerçekleştirmesi daha zor bir husus “dindar bir nesil yetiştirmek”…

Dillendirmesi zor, çünkü bu milletin bu topraklardaki varlığını 1923′ten başlatmayı alışkanlık edinmiş seçkinci “beyazlar” bakımından hazmedilmesi mümkün olmayan bir mesele bu. Bu dünyada var olabilmenin asgari şartının Allah’la bağları koparmak olduğuna iman etmiş, ezan sesi duymaktan rahatsız olan, Ramazan, Kurban, Hacc ve diğer İslamî şeair söz konusu olduğunda rahatsızlığı tavan yapan, ölüm anıldığında psikolojisi bozulan çevrelerin dindar insanların damgasını vurduğu bir toplumsal yapıya tahammülsüzlük göstermesi eşyanın tabiatından. Bir de bu milletin ensesinde boza pişirmeye alışmış bu kesimin “buyurgan” konumunu kaybetmekten kaynaklanan rahatsızlığını da hesaba katarsak, “dindar bir nesil yetiştirmek”ten söz etmenin hayli netameli bir alanda dolaşmak anlamına geleceği aşikâr…

İçinden geçmekte olduğumuz süreçte pek çok zihnî kalıp, pek çok algı tarzı ve pek çok siyasal-toplumsal refleks yerini yenilerine bırakıyor. Toplumsal çapta bir değişim/dönüşüm yaşıyoruz hep birlikte. Ancak yaşadığımız bu değişimin/dönüşümün istikameti, daha da önemlisi mahiyeti, üzerinde durulması gereken en önemli mesele…

Postmodern aşamada modernitenin “hard” tarzı yerini “soft” bir yapıya bırakıyor. Modernitenin “din afyondur” algısı gidiyor, onun yerine postmodernitenin “afyon da dindir” algısı geliyor.

Böyle bir ortamda “dindar bir nesil yetiştirme”nin neye tekabül ettiğini netleştirmek, en az bu düşünceyi dillendirmek kadar önemlidir.

İşbu dindar nesil “İbrahimî dinlerin birliği” söyleminin çerçevelendirdiği bir dindarlık anlayışıyla mı, yoksa Hak Din hakikatiyle mi yetişecek?

Namaz kılarken olduğu kadar çalışıp kazanırken, üretim ve yatırım yaparken de Allah’a ve Ümmet’e karşı sorumluluklarının bilincinde bir dindar bireyden mi söz edeceğiz, yoksa bireysel dinî mükellefiyetlerinde müslüman, ekonomik, siyasî vb. alan söz konusu olduğunda seküler ve makyavelist bireyden mi?

İçinde yaşadığımız dünyaya el’an verilmiş nizamat doğrultusunda, onunla uyum içinde yaşamaya şartlanmış birey mi söz konusu olan, yoksa bu topraklarda yaşıyor olmanın tarihî-ontolojik anlamını müdrik birey mi hedeflenecek?

Küresel kapitalist sistemin dişlilerine yağ olmayı “yeni dünya düzeninin gereği” olarak amentü gibi ezberleyip tekrar eden birey mi, yoksa adalet üzere dönen bir dünya için bugünden elli yıl, yüz yıl ötesini hedefleyerek yola çıkar birey mi?

Esas mesele bu soruların cevabında düğümleniyor.

İmam-Hatip liseleri için, kesintisiz uygulamasının ortadan kalkması için, Kur’an kursları için… mücadele refleksiyle hareket eden mütedeyyin insanlar bakımından, bu alanlarda mevcut adaletsizlikler giderildiği zaman her şey yoluna girmiş mi olacak?

İmam-Hatip liselerinde, hatta ilahiyat fakültelerinde çocuklarımıza nasıl bir dindarlığın öğretileceği konusunda bir fikrimiz yoksa, refleksif olarak hassasiyet gösterdiğimiz bu alanlarda elde edilecek kazanım, gerçek anlamda “kazanım” olarak değerlendirilebilir mi?

Çocuklarımıza, gelecek nesillere gösterdiğimiz hedefin büyüklüğü, bugün attığımız adımın değerini ifade edecektir. Sahabe, Medine etrafına hendek kazarken kıramadıkları bir kayayı gösterdiklerinde, evet tam da öyle bir zorlu anda Efendimiz (s.a.v), kayaya vurduğu balyozun çıkardığı kıvılcımda 800 sene sonrasını işaret ediyordu ümmetine, “Konstantiniyye’nin fethini görüyorum” buyurduğunda…

Yetiştireceğimiz dindar neslin uzak hedefi, “kızıl elması”?…

Share this post


Link to post
Share on other sites

''Kur'an'da şefaat yoktur. Şefaat konusu modern dönem İslam araştırmalarında en önemli gündem maddelerinden birisini oluşturmaktadır. "Kur'an İslamı" söyleminin ne kadar "Kur'anî" bir söylem olduğunu test etme imkânı sağlayacağı, aynı zamanda itikadî bir boyuta da sahip bulunduğu için bu meseleyi Kur'an merkezinde biraz detaylı olarak ele almakta fayda var.


Evet, Kur'an'da şefaatin kabul edilmeyeceğini, (2/el-Bakara, 48, 123), fayda vermeyeceğini (74/el-Müddessir, 48), Allah Teala'dan başka dost ve şefaatçinin bulunmayacağını (6/el-En'âm, 51, 70; 32/es-Secde, 4; 39/ez-Zümer, 43) ifade eden ayetler mevcut olduğu gibi, esasen "şefaat" diye bir şeyin hiç söz konusu olmayacağını ifade eden ayetler de vardır (2/el-Bakara, 254).


Ancak mesele bu kadarla sınırlı değildir. Burada işaret edilen ayetler mutlak ifadelidir ve başka ayetler tarafından takyid ve tefsir edilmiştir. Söz gelimi, şefaatin hiç söz konusu olmayacağını bildiren ayet, bu cümleden sonra okuyacağınız cümleler içinde işaret ve zikredilecek olan ayetler tarafından takyid ve tefsir edilmiştir. Bu demektir ki ahirette şefaat vardır ve fakat bir kısmı geçersizdir. ("Geçerli olan şefaat var mıdır?" sorusunun cevabını ise biraz daha aşağıda göreceğiz.)


Yine bu çerçevede şefaatin fayda vermeyeceğini haber veren ayet, 36/Yâ-sîn, 23 ve 43/ez-Zuhruf, 86. ayetler tarafından tefsir edilmiştir. Buna göre şefaati fayda vermeyecek olanlar, Allah Teala dışında ilah edinilen varlıklardır. Dolayısıyla şefaate malik olmayanlar da bunlardır. Aynı şekilde şefaatin fayda vermemesi de mutlak değildir. Şefaat, belli bir kesim için fayda vermeyecektir. Kendileri için şefaatin fayda vermeyeceği kimselerin "inkârcılar ve zalimler" olduğunu, 7/el-A'râf, 51 vd.; 40/el-Mü'min, 18 gibi ayetlerden öğreniyoruz.


Keza, Allah Teala'dan başka şefaatçinin bulunmadığını ifade eden ayetler de, bir kısım varlıklara diğerlerine şefaat etme konumu vermenin münhasıran Allah Teala'ya mahsus bir hüküm ve iş olduğu anlamındadır. Bunu, 39/ez-Zümer, 44. ayetin ifadesinden anlıyoruz.


Bütün bunlar gösteriyor ki, ahirette "şefaat" diye bir şey söz konusu olacak ve fakat bir kısım şefaat talepleri ve beklentileri karşılıksız kalacaktır.


Bu durum, şefaatin bir kısmının Allah Teala nezdinde geçerli/muteber olacağının tersinden anlatımıdır aynı zamanda. Bu gerçeği sadece bu durum değil, şefaatin fayda vereceğini doğrudan ifade eden ayetler de açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Peki bu nasıl olacaktır? Bu noktayla ilgili ayetleri üç grupta toplayabiliriz:


1. Şefaatin Allah Teala izin verdikten sonra gerçekleşeceğini ifade eden ayetler: 2/el-Bakara, 255; 10/Yûnus, 3; 34/Sebe', 23 bunlardandır.


Bu ayetler hakkında şöyle denebilir: "Bu ayetlerde sadece "şefaatin Allah Teala'nın iznine bağlı olduğu" haber verilmektedir. Söz konusu iznin verilip verilmeyeceği belli değildir. Dolayısıyla bu ayetlerden hareketle Kur'an'da şefaatin yer aldığı söylenemez."


Ancak aşağıda işaret edilen ayetler böyle bir itirazın yerinde olmadığını göstermektedir:


2. Şefaatin, sadece Allah Teala'nın şefaat etme izni vereceği varlıklarca yerine getirileceğini bildiren ayetler: 19/Meryem, 87; 20/Tâ/hâ, 109; 43/ez-Zuhruf, 86; 34/Sebe', 23. Bu son ayet, Allah Teala'nın şefaat yetkisi tanıdığı varlıkların şefaatinin fayda vereceğini açık bir şekilde ifade etmektedir. Keza Meryem suresindeki ayet, şefaat edecek olanların, bunun için Allah Teala'dan söz aldıklarını ifade etmesi bakımından dikkat çekicidir.


3. Yalnızca Allah Teala'nın şefaat edilmesine rıza gösterdiği kimselere şefaat edilecektir. 21/el-Enbiyâ, 28 ve 53/en-Necm, 26. ayetleri bu durumu ifade etmektedir.


Durum buyken, "Kur'an'da şefaat yoktur" demenin, önyargıdan ve kasıttan kaynaklanmıyorsa, cehaletten kaynaklanan bir çarpıtma olduğunu söylemek zorundayız?''


(Ebubekir Sifil)


  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...