Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
mumin

Struma

Recommended Posts

struma1.jpg

 

Struma Olayı veya Struma Fâciası:

II. Dünya Savaşı sırasında Nazilerden kaçan Yahudileri Filistin'e götürmek üzere Romanya'dan yola çıkan Struma gemisinin İstanbul açıklarında bir Sovyet denizaltısı tarafından batırılması. İstanbul açıklarında motoru bozulan ve yolcularının karaya çıkmasına izin verilmeyen geminin batırılması sonucu 769 kişi hayatını kaybetti. Struma'nın batışı, II. Dünya Savaşı'nın denizde en fazla sivil kayba yol açan olayı olarak tarihe geçti.

 

Dokuz yıllık araştırmasının sonucu “Struma” bu hafta raflarda yerini aldı. “Tüm gerçekleriyle dünyada ilk kez” Struma faciasını anlatıyor Halit Kakınç bu “belgesel roman”ında. Yazar ile Burgazada’daki evinde konuştuk.

Kaç senedir Struma konusuyla içiçesiniz?

- Artık ben de unuttum ama 8-9 yıl diyelim. Asıl hikaye yönetmen dostum Veli Çelik’in bir önerisiyle başladı. 40’lı yıllarda geçen bir aşk hikayesi, içinde casusluk falan da var; bunu senaryolaştırmamı istemişti. O zamanlar Struma’yı sadece duymuşluğum var ama ne olup bittiğini tam olarak bilmiyorum bile. Konuyu incelemeye başladım. Sonra Struma ile bağlantılı iki paralel aşk hikayesini yazmaya karar verdim. Birisi casusluk ile alakalı diğeri ise gemide geçen bir aşk hikayesi. Yazdık ancak yapımcıdan olumlu yanıt alınamadı, proje kaldı. Ben sonra Struma olayının üzerine gittim. Böylece birinci hikaye kafamdan tamamen gitti ve zihnimde sadece Struma kaldı. Araştırmam böylece başladı. Konuyla ilgili yazılmış 8-10 tane kitap vardı; yeterli-yetersiz tartışılır. Eşim Zeynep “bunu roman yap” dedi. Ama ben romancı değilim! Israr etti. “Yaparsın! Belgesel bir roman yaz”. Yazdım.

"...David, yüzerek karaya çıkmaya karar verdi. Denize atladı ve kemiklerini donduracak kadar soğuk olan suda kulaç atmaya başladı. Biraz yüzdü, uzaklarda belli belirsiz bir kara gözüktü. Nefesi kesildi. Gözleri suyun tuzundan yanmaya başladı. Donacağını hisetti ve yeniden geriye doğru yüzerek son bir gayretle sıranın üstüne tırmandı. Üzerine iyice halsizlik çöküp gözleri kararınca, cebinden çakısını çıkararark bileklerini kesmeye karar verdi. ‘Bu kopkoyu sularda ölmektense, böyle can vermek çok daha iyidir’ diye düşündü.” Struma, Halit Kakınç

Kitabınız Yahudi cemaatine gecikmiş bir özür olarak nitelendirilebilir mi?

- Benim niyetim ilk planda o değildi. Siyasi yönden bakılırsa Türkiye’nin geçmişiyle hesaplaşıp özür dilemesi gereken çok konu var. Struma özürlük bir şey mi değil mi tartışılır. Aslında uygar bir devlet her konuda yaptığı hataları itiraf edip hesaplaşır. Ama ben bu konuya öncü olayım da devlet Struma’dan ötürü bu cemaatten özür dilesin diye girmedim böyle bir şeye. Sonuç oraya gider gitmez bilemem ama neticede ben bir siyasi tarihçi olarak her olayın kendi koşulları çerçevesinde o güne göre değerlendirilmesi yanlısıyım. O gün uygulanan politikayı tabii ki kesinlikle savunmuyorum. Türkiye’nin çaresizliği, güçsüzlüğü, tek şef “İsmet İnönü” dönemi. Tüm bunlar başka tartışmaların konusu. Bu yüzden “özür” olayı benim tamamen dışımda çünkü o cemaatin insanı da değilim ben. Sonuç olarak o cemaat böyle birşeyin özrünü ister, istemez; bu tamamen bambaşka bir konu.

Dönemin başbakanı Refik Saydam’ın olayın hemen ardından yaptığı şu açıklamayı biliyoruz: “Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlar için vatan hizmeti göremez. Bizim tuttuğumuz yol budur. Kendilerini bu sebepten İstanbul'da alıkoyamadık."

- Samimi konuşmak gerekirse Türkiye Cumhuriyeti’nin o dönemki hükümeti o yıllarda son derece şahsiyetsiz. O şahsiyetsizliği o dönemki güçsüzlüğünden ya da yönetimin basiretsizliğinden geliyor, bunları bilemem. Ancak biliyoruz ki 1942 yılına kadar Cumhuriyet gazetesi son derece faşizan, Hitler yanlısı yayınlar yapıyor. Mecliste Hitler ve Mussolini’ye övgüler düzülüyor. Ne yapacağını bilemiyor hükümet. Meşhur “varlık vergisi”nden önce sanki bir tür toplama kampıymışcasına iki yıl askerlik yapmış insanları –ki bunların yüzde 95’i gayri müslim, çoğunluğu da yahudi- “amele taburları” diye tekrar askere alıyor. Nedir; bir şekilde Bulgaristan’dan Almanlar girerse “işte biz bunları zaten enterne ettik” denmek mi isteniyor, bilemiyorum. Ama o devrin hükümetinin kişiliksizliği çok ortada. Ne zaman ki 1942 yılında Almanlar bozguna uğramaya başlıyor, Rusların karşısında geriliyorlar, o zaman bizimkiler inanılmaz demokrat olarak ortaya çıkıyorlar ve 180 derece ters yayınlar yapıyorlar. Bu, o dönemin değerlendirmesinde söylenmesi gereken bir şey. Artı doğuda ya da Alevi meselesinde olduğu gibi kendileri dillendirmeseler de Yahudilere de çok şeyler yapıldı. Çanakkale’de, Gelibolu’da, Edirne’de ırzına geçilen haham kızları, dükkanların yağmalanması. Şimdi biz sustuk, sanki bunlar hiç olmamış gibi davranıyoruz. Türkiye bu konularda biraz mahirdir, kol kırılır yen içinde! Kurcalamaz, irdelemez, incelemez, üzerinde konuşmaz. Yani tarihin yapılanmasına katkıda bulunur ama tarihi yazmaz.

(İshak Alaton yazıyor: “Ben Struma cinayetini bire bir yaşadım. 1941 yılında, 15 Aralık’ta Struma gemisi Sarayburnu açıklarına demir attı. Rıhtıma yanaşmasına izin verilmedi. Gece gündüz polis nezaretinde, 769 insan 72 gün boyunca deniz ortasında hapsedildi ve sonra katledildi.”)

Kitabınız Anadolu Ajansı’nın olay üzerine yaptığı açıklama ile bitiyor. Çok yakın zamanda biliyorsunuz Hatay’daki Apaydın kampına muhalefet partisi milletvekilleri ve gazeteciler alınmazken hükümet yetkilileri ve sadece Anadolu Ajansı muhabirleri buyur edilmişti.

- Yıllar yılı gazetecilik yapmış bir adam olarak bu benim için çok acı bir örnek tabii ki. 12 Eylül öncesinde de aynı dramatik örnekleri yaşadık. Malum; kan gövdeyi götürüyor, insanlar birbirlerini vuruyor, şu ya da bu ekipten gençler kurşunlanıyor ve her gün on, onbeş, yirmi ölü. O dönemde iki büyük ajans var: Anadolu Ajansı ve Türk Haberler Ajansı. Ben o zaman fiili gazeteciyim. Birisi haber geçiyor, aynen şöyle bir başlık görüyorsun: “Komünistler saldırdı, 35 kişi öldü.” Öbür ajansı okuyorsun: “Faşistler saldırdı, 35 kişi öldü.” Peki 35 kişi öldü de yapan kim? Saldıran kim? Bugün halâ buna benzer örnekleri yaşıyor olmak çok acı. Gazetecilik açısından en dramatik olay medyanın politize olması. Yazık! Bunun biran önce değişmesi lazım. Baştaki hükümet kim olursa olsun gazeteci gazeteciliğini, ajans ajanslığını yapmalı.

Size bu kitaptan sonra nasıl yaftalar yapıştırılacak?

- İsrail’in adamı denecek. Zaten bu İzmir’li, Selanik dönmesi denecek. Şu denecek, bu denecek. Ama ben hayatım boyunca sağcıların bana komünist, solcuların faşist demesine çok alıştım.

Kitabın üzerinde “Tüm gerçekleriyle dünyada ilk kez” diye bir ibare var. Daha önce bu konuda yazılmış kitaplar var oysa ki. Sizin kitabınızı “ilk” yapan nedir?

- Daha önce yazılmış tüm kitaplaların listesini kitabımda verdim. Hepsini de okudum. Tamamına yakını araştırma. “Struma” dünyada ilk kez belgesel roman tarzında bu kitapta ortaya çıkıyor

 

 

odatv.com

 

 

 

İktibas yaptığım kaynağı ben de sevmiuorum onlardan değilim. :) Yalnız dün bir programda sayın Kakınç'ın eseri üzerine konuşmasını dinledim ve haberiniz olsun istedim. Bu Yahudiseverlik midir onu da anlamış değilim. Eser ilgimi çekti.Ha bir de baştaki hükümetimizin tavrı var ortada, ne kadar insanî tartışılr..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...