Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
mumin

Endülüs Mersiyesi

Recommended Posts

Çıkan iner,'kalkan düşer, her yükselişin var bir sonu.

Niçin bunca gurur maldan, mülkten, addan sandan insanoğlu.

 

Oluşta ne var ki olduğu gibi dursun, hiç değişmesin.

Sen de gök gibisin, bir gün masmavi güneşlik, bir gün bulutlu.

 

Bu dünya kime kalmış, yaramış ki kalsın yarasın sana da.

Yok hiçbir çizgisinde bu yeryüzünün ölmezlik rengi ve ölmezlik ,

kokusu.

 

Zaman değişmek bilmez kesin ölçülü ve hükümlüdür :

Geri döner, paralar sahibinin zırhını, kılıçlar ve kargılar iIeri

doğru işlemez oldu mu.

 

Zaman bu, ona ne kılınç kını dayanır, ne meşhur kaleleri

sultanların.

 

Kınlar eskir, kaleler çürür, o kaleler dünyanın en sarp yurdu

Gımdan olsa da; Gımdan, şahin bakışlı ve kartal duruşlu.

 

Nerede, de bana, o taçlı hükümdarları Yemen'in?

De bana, onların taçlar içinde bile taç olan taçları ne oldu?

 

Şeddad'ın cennet diyerek kurduğu saraylar ülkesi İrem,

Sasanilerin ebedî sanılan devleti ne oldu?

 

Altınları yığdı yığdı da bir dağ yaptı Karun, hani o dağ?

Hani Âd, hani Adnan, hani Kahtan, dünya nimetlerinin köpüren

yurdu?

 

Reddi mümkün olmayan bir hâle uğradılar. '

Bir masal oldu onlar. Bir varmış bir yokmuş. Bir toz toprak bulutu.

 

O taçlar, o devletler, o mülkler saltanatlar, bir rüyadır' artık.

Her biri, hayalden geçen gölge gibi, zamandan geçip durdu.

 

Gün oldu, zaman denen yaman er, sağa döndü Dara'yı uçurdu bir

vuruşta ;

 

Sola döndü Kisrayı. Kisrayı ne takı, ne sarayı kurtarabildi, korudu.

 

Saltanatının yeller esti yerinde yellere hükmeden Süleymanın;

Şiddetinden ötürü Sâb denen Münzirse, don vurmuş ağaçlayın

kurudu.

 

Zamanın fâciaları çeşit çeşit türlü türlüdür : O ne zengin fâcia

bezirgânı!

İki burçlu bir kaleyse o, sevinç bir burcu, hüzün bir burcu.

 

Her fâciayı unutmak mümkün, olup biten bütün bunları unutmak

olabilir.

Ama İslâmın başına geleni avutacak ne bir neşe olabilir, ne

unutturacak bir korku.

 

Endülüse öyle bir felâket çöktü ki, yok bir eşi.

Dehşetinden Medine'de Uhud, Neciddeki Şehlan dağları yerinden

oynadı, bir deprem ki yer yarıldı arz boyu.

 

Ah! Yarımadada İslâma göz değdi. Yağdı belâ yağmur gibi.

Şimdi o canım Endülüs şehirlerinde, İslâmın ne namı var ne

nişanı! ; sanki hiç olmamıştı, sanki baştanberi yoktu.

 

Belensiyeye bir sor, Mursiyenin hali nicedir?

Şatibenin başına gelenler? Ceyyan ne oldu?

 

Toprağı buram buram bilgi tüten Kurtuba.

Bilginlerinin adı ta u2aklarda çınlayan Kurtubaya ne oldu?

 

Nerede Hıms'ın o ışıklı, o aydınlık bahçeleri, güneşi tazeleyen

bahçeleri.

Tükendi mi çılgın çılgın akan şeker gibi tatlı nehirlerinin suyu?

 

Endülüs binasının temelinde birer köşe taşıydı bunlar.

Bu güzelim vatan köşeleri kül haline geldikten sonra yaşamak

boşun boşu, insan yaşamaya ne borçlu?

 

Yüce Şeriat, yârinden ayrılmış bir genç gibi.

Güçlü bir genç gibi, sessiz fakat gözünde gözyaşı dolu.

 

İslâmdan boşalıp inkâr karanlığıyla dolan

Endülüs için, Ulu Şeriat, karalar bağladı, gece gündüz yas tuttu.

 

Cami kilisedir artık, hilâl yerine haç asılı.

Nur yüzlü ezan yerine, bitmeyen bir çan sesi, bir baykuş uğultusu...

 

Mihraplar ki taştandır, minberler ki ağaçtan,

Canlı cansız ne varsa bu hâle inledi durdu.

 

Ey ibret dolu geçmişten ibret alacak yerde, günübirlik işlere

dedikodulara batmış kişi!

Sen uyu bakalım; ama zaman için ne demek dinlenmek, ne demek

uyku!

 

Ey göğsünü gererek "benim ülkem, saltanatım" diyen, kurumundan

geçilmiyenler!

Siz Hıms'ı gördünüz mü? Hıms'tan sonra hangi vatan verir insana

vatan fikrini, duygusunu?

 

Endülüsün başına gelen felâket tarihin bütün felâketlerini

unutturdu;

Ama dünya durdukça unutulmayacak, yâd edilecek bir felâkettir bu!

 

Ve siz ey yarış yerlerinde şahin gibi uçan.

Yay gibi gergin arap atlarının üstüne kurulu

 

Süvariler! Ve siz savaşın karanlığı toz dumanı içinde

Pırıl pırıl kılıçlarını savuran kahramanlar ordusu!

 

Ve hele siz denizaşırı ülkelerde, bin nimet içinde,

Saltanat içinde muhteşem bir hayat sürenler; bir hayat kesiksiz

bir ömür boyu!

 

Endülüsten, Endülüsün zavallı halkından var mı haberiniz?

Her yer, onların felâketini duydu, sizin kulağınız sağır, gözünüz

kör, kalpleriniz mefluç mu?

 

Ölen asker, esir kadın, ufuklara bakıp bizden

İmdad ummuş beklemişti, son ana dek. Hiç düşündünüz mü bunu?

 

Onların sesi, insan olanın yüreğini eritirken,

Siz müslümanlar, onların kardeşi, kayıtsız, halinden memnun ve

haz maymunu !

 

Yürekli, utanan, alçalmaktan korkan, kardeş için can veren kimse

kalmadı mı yeryüzünde?

Hakkın yardımcısı, hak peşinden giden, kendini hakka adamış tek

kişi yok mu?

 

Dünyanın efendisiydi bu millet, şimdi dünyanın kölesi.

Neler çekiyorlar? Yüzleri bile tanınmaz hâle geldi. Yarabbi ne

kaderdir bu!

 

Kendi yurtlarında bey idiler, şimdi küfr ülkesinde uşak.

Ululuğun doruğundan eziliş uçurumuna yuvarlanan bu halka

acıyan yok mu?

 

Alçalışın örtüsü kalın bir gece gibi sarmış dört yanlarını.

Başsız, şaşkın, olup bitene hayrette, gözleri büyümüş, bakışları

korkulu.

 

Sen de şahit olsaydın benim gibi onların .

Yurtlarından koparılıp satılışlarına pazarda, ey Tanrı kulu.

 

O hıçkırıklar senin de aklını komazdı yerinde benim gibi.

Canı vücuttan çeker gibi ayırdılar anadan yavrusunu.

 

Ya o kızlar ki, yakuttan ve mercandan dökülmüşlerdi sanki.

Ve sabah bir dağ ucundan yeni çıkan bir güneşin masumluğu

 

İçindeki o Meryem yüzlü kızları da saçlarından sürükleyip

götürdüler:

 

Kirli yataklarına. Haykırışları yırttı gökleri. Yürekleri parça parça,

babalarsa kan kustu.

 

Daha ne anlatayım, yüreklerin erimesi için bir, tanesi yeter

anlattıklarımın :

 

Eğer o yüreklerde İslâmdan ve imandan bir eser varsa elbet ey

Tanrı dostu !

 

 

Ebu'l Beka

 

Çevirmen: Sezai Karakoç

Share this post


Link to post
Share on other sites

Milâdın 15., Hicretin 8. yüzyılındayız. Haçlı seferleri,

Cengiz ordularının akını, Doğu Napolyonu Timurun yürüyü-

şü, İslâm ülkelerini kökünden sarsmış, harap etmiş, yarala-

mıştır. Rüyaların bile hülyasına cesaret edemiyeceği O ca-

nım, güzelim, o büyük medeniyet yakılıp yıkılmıştır. Ruh

ve fikrin en canlı ve en doğurgan olduğu ilk vakitlerden de

oldukça uzaklaşmış bulunuyoruz. Her yanda, bir kavgadan

yeni çıkmış bir insanın durumu gibi sızlayan yaralar... Daha

yeni, yaralar sarılıyor, ülkeler onarılıyor. İslâm Âlemi yeni-

den kuruluyor. Yeniden kuruluşun inşaat şartları. Ne yapı-

lırsa yapılsın, ne olursa olsun ölüme yenilmeyen müslüman-

lar, yer yer, küçük küçük de olsa, devletlerini kuruyorlar,

onarıyorlar. Bunların içinde yalnız bir tanesi vardır ki, en

kısa zamanda, Timurun öldürücü vuruşunu da tattığı hal-

de, dünyanın en büyük devleti olmuş ve olma yolunda : Os-

manlı Devleti. Ama, o da, henüz islâm dünyasının merkez

çatısını kurmaya çalışıyor ve denizaşın ülkelere büyük çap-

ta ve sonucu değiştirecek ölçüde yardım etmek imkânından

veya zamanından mahrum. Başta Sultan II. Bayazıt, Fatih

hareketini sabitleştiriyor, toprağın derinliğine işliyor. Her

taarruzla, her fetihle kazanılan, bir tedbirle, bir ihtiyatla

korunur. Bu tedbir ve bu ihtiyat, yeni taarruz ve fetihlerin

hazırlanış dönemidir de. Bayazıt'ın önemi küçümsenemez.

Çünkü Onunladır ki, Fatihle gelen gitmemiş, kalmıştır. Ve

Onunladır ki, Yavuz ve Kanuniyle gelen gelebilmiştir. Bir

de ortalıktaki sulh ve sükûn ihtiyacı hesaba katılsın. Ve

Cem'in, talihsiz, büyük şartların kurbanı şehzadenin Devlet

başına açtığı iş düşünülsün. ,

İşte, İslâmın merkez alanı bu durumdayken, parlak is-

lâm medeniyetinin en seçkin dönemlerinden biri, en kanlı

bir akşamın son levhalanndan biri gibi, tarihte örneksiz bir

facianın son günlerindedir. Eşya ve ruhun birbirine en ya-

kın olduğu, birinin öbürünün diline en çok çevrilebildiği bir

nüanslar, incelikler, zariflikler medeniyeti olan Endülüsün

son dakikaları, hatta son saniyeleridir. Kanlı hıristiyan, kı-

zıl inkâr, onmaz barbarlığın mahv ettiği Endülüsün... Kur-

tuba, Belensiye, Mursiyeden. eser yok. İslâm Endülüste,

kendi üstüne katlana katlana, kendi içine sığışa sığışa, ken-

di içine çekile çekile, kendine doğru çekile çekile, Gırnata-

dan ibaret kalmıştır. İşte, onun da kapılan, Korkunç Fer-

dinandın omuzları, ordusuyla zorlanmaktadır. Artık, sağ, sol,

ön, arka, dört yan düşmandır. Avrupada merhamet. Afrika-

dan ümit yoktur. Endülüs İslâm Devleti yıkıldıktan sonra,

kalan beylikler, kendilerini bekleyen korkunç sonu hiç dü-

şünmeksizin, küçük hesaplar, kıskançlıkiar içinde, birbirle-

rini yiyip bitirmişler, bundan faydalanan hıristiyan kırallık-

lar herbirini teker teker almış, eşsiz medeniyeti imha etmiş,

sarayları, medreseleri, kütüphaneleri, evleri, yuvaları yık-

mıştı. Kitapları ateşe vermiş, insanları ateşe vermişti. Koca

Endülüsten geriye, bir toz toprak bulutu içinde çığlık atan

kadınlar ve çocuklar, kaçışan hayaletler ve çağın kulağında

çınlayan, asırlarca çınlayan feryatlar uğultusu kalmıştı. Ve

daha insanı acıdan boğan nice gerçekler, nice fâcialar... Ka-

lan son şehir Gırnatanın hükümdarı bir elçiyle, Sultan Ba-

yazıttan yardım istemişti. İstanbul'a gönderilen elçi ve he-

yetin Padişaha sunduğu Kaside de, işte, Endülüsün o tra-

jik çağ şairlerinin en büyüklerinden Elbülbeka Salih Bin Şe-

rifin Endülüs Mersiyesidir. Fakat yukarıda söylenen sebep-

ler ve o zaman deniz gücümüzün henüz yeteri kadar geliş-.

memiş olması yüzünden yeteri kadar yardım yapılamamış

ve Gırnata da sırtlana taş çıkartan kan düşkünü Ferdinand

ve isterik İzabel'in eline geçti. Artık onların işlediği cina-

yet, anlaşmalara aykırılık, yakıp yıkmayı düşünmek, bir ta-

rih kitabında, en soğuk bir ışık altında okumak bile insanı

küle çevirebilir. Ancak daha sonra ve Barbarosun çalışma- .

sıyladır ki, birçok müslümanı kurtararak Afrikaya taşıya-

bilmişizdir.

 

İşte bu Kaside, o günlerin bir medeniyetin mersiyesi-

dir. Muhteşem bir medeniyet ki, son sayfasını bu üstün ka-

side teşkil etmektedir. Son yaprağı budur. O medeniyeti göz-

den geçiren bir insan, bu kasideyi de okur ve kitabı kapar.

Böyle bir medeniyete lâyık anıt bir mezartaşıdır bu.

Bu kaside, ateşle pişen bir çelik gibi yüce ve sağlam. Bu

kaside, bu acı deneyi geçirenlerin büründüğü tevekkül için-

de zamanın ve tantananın, her türlü fâni saadetin geçicili-

ğini dile getiriyor ve Endülüsün başına gelenleri anlatarak

iyi durumda bulunanları uyarıyor, çağırıyor. Endülüs örne-

ğinde bir tarih felsefesi modeli gibi gelecekleri haber veri-

yor. Hatta denebilir ki, Endülüsün kurtarılma vaktinin geç-

tiğini görüyor da, sadece bir ibret dersi veriyor. Hatta yal-

nız müslümanlara değil, bütün insanlara. Evet, bütün gele-

cekleri haber veriyor.

 

Ne yazık ki, o gelecekler bir kaç kere daha geldi.

 

Sezai Karakoç

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...