Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
NFK-Fan

Ayın Kitabı-Ocak 2013: En Kötü Patron

Recommended Posts

Selamlar,

 

Biraz gecikmeyle de olsa, Ayın Kitabı aktivitemizde Ocak 2013 ayının ilk kitabını tartışmaya başlıyoruz. Geçtiğimiz ay, daha önce düşmeye başlayan katılımın artış göstermesi durumu umarım bu ay da devam eder.

 

Bu kez, vaktin de daralmasını göz önünde tutarak fazla gündemde olmayan, küçük hacimli, Üstad'ın bambaşka bir yönünü yansıtan ve Üstad'la yeni tanışanların dahi zevkle okuyabileceği bir eser belirledik. En Kötü Patron

 

Eserle ilgili değerlendirme, bilgi ve diğer paylaşımlarınız için şimdiden teşekkürler.

 

--- Önceki Kitaplar ---

* Aralık 2012 - Aynadaki Yalan

* Kasım 2012 - Benim Gözümde Menderes

* Ekim 2012 - Reis Bey

* Eylül 2012 - Bir Adam Yaratmak

* Ağustos 2012 - O ve Ben

* Temmuz 2012 - Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad'ın okumadığım bir eseriydi. Senaryo roman olarak sınıflandırmış "büyük doğu yayınevi" bu kitabı. İlk basım tarihi 1972. Bendeki baskı 2009 tarihli 5. baskı. Kitabın "En Kötü Patron" kısmını okudum. Ayrıca yarım kalmış olan "Battal Gazi" diye de ikinci bir bölüm mevcut.

 

Önemli gördüğüm bazı cümleleri aktarmak istiyorum:

 

-"Makinanın beyni,yüreği ve ciğeri Batılıda kaldıkça karasaban yeğdir."

 

-"Devlet, makinaları kadar memurlarına da yedek parça arasın."

 

-"Yedek parça ve akaryakıt kaynağı olmadan sanayileşmek esarettir."

 

-"Makineyi yapan makine yapılmadıkça, makine ezer."

 

-"Demokrasi yalanından daha büyüğü söylenemedi."

 

-"En kötü patron, nefsini fikir ve hakikatin üstünde görendir.En iyisi de kafasını vicdanının koluna sıkıştırıp murakabe edebilen."

 

-"Şimdi iş dedelerimizin toprak muvazenesinden sonra onların ruh ve ahlak dengelerini elde etmekte...

Bu dava hepsi beş heceli iki kelimeye sığar:Allah,Peygamber...(sav)"

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

İroni kelimesinin karşıt manasını taşıyabilme iddiasında bana kalırsa bu eser. Daha önce okumamış hatta arşivimdeki varlığına rağmen ihmal etmiş olmama üzüldüm. Huxley’in Cesur Yeni Dünyası’nı anımsattı çok az bana. Ama maalesef kuru kuruya bu da Necip Fazıl’ın distopyası diyemiyorum. Tarkistan’la yüce Tark ulusuyla Aytark’ıyla tamamen her hücremizle bir zamanki bizi anlatmış çünkü Üstad. Tarkün ise tüm hatlarıyla onun beklediği gençlik. Kitabın analizini yapmayı diğer arkadaşlara bırakıp özellikle altını çizdiğim birkaç iktibası aktarıyorum sizlere.

 

“(Hoparlörden boşalan müthiş alkış sesleri içinde Aytark parlamento kürsüsünde.

Kocaman levha... «Egemenlik ulusundur». Sağında ve solundaki oturma yerlerinde Bakanlar...

Mebuslar arada kaldığı için görülmüyor... Alkış, alkış... )

(Aytark, alkış kesilir kesilmez heybetle doğrulur.)

AYTARK — Şimdi Tarkistan Cumhuriyetinin bu yüzde yüz devletçi tutumuna aranızda tek kişinin bile muhalif olmadığını görmek ihtiyacındayım. Politikamıza «evet» diyenler ellerini kaldırsın!

(Mebuslar tarafı... Mebusların yerinde kelli felli insanlar şeklinde yüzlerce teneke figür... Bir düğmeye basılmış gibi, madeni bir ses çıkararak hemen havaya kalkan eller... En önde oturanlardan birinin kolu kalkmaz... Aytark kürsüden.)

AYTARK — Acaba bu el neden kalkmadı?

(Plânlama Bakanı yerinden fırlayıp kürsünün arkasındaki bir raftan büyük bir yağdanlık alır, koşar, eli kalkmayan figürün yanına girer ve figürün şakağındaki delikten yağdanlıkla yağ döker. Figürün eli hemen havaya kalkar.)

AYTARK — Demek yağı tükenmiş!...”

 

“MEBUSLARIN BAŞI — Soylu Tark ulusunu yalnız devletçilik kurtarır!

TARKÜN — Bahtsız Tark ulusunu, yalnız devletçiliğin böylesi batırır!..

MEBUSLARIN BAŞI — Köylüye «Efendi» ismini biz verdik!..

TARKÜN — Biz isim değil, hakikat istiyoruz!..

MEBUSLARIN BAŞI — Toprak reformunu getiriyoruz!..

TARKÜN — Ekilmeyen toprağın reformu... Gömleği parçalayıp herkesin eline bir parça vermek, sonra da onu bütünleyecek ağa yerine devleti koymak.

MEBUSLARIN BAŞI — Makineleşiyoruz. Kara sabana, çıkırığa, yel değirmenine paydos.

TARKÜN — Makinenin beyni, yüreği ve ciğeri Batılıda kaldıkça karasaban yeğdir!

MEBUSLARIN BAŞI — Dışarıya işçi çıkarıyoruz. Memlekete iş bilgisi ve döviz sağlıyoruz!

TARKÜN — Bizim işsiz bıraktığımız İnsanları, dışarısı, ham beygir kuvveti diye alıp çalıştırıyorlar! Onlar arabacı, biz beygir...

MEBUSLARIN BAŞI — Köylüye açtığımız krediler, dağıttığımız basmalar?...

TARKÜN — Krediler bizi yedi, basmaları da keçiler!..

MEBUSLARIN BAŞI — Avrupai usullerimiz, modern aletlerimiz?

TARKÜN — Hepsi Avrupalının oyuncakları... Kullanmasını bilmiyoruz!.. Vidası düşünce apışıyoruz! (Mebusların başı Tarkün'e dikkatle bakarak...)

MEBUSLARIN BAŞI — Sen şehre git. Köy adamı değilsin!

TARKÜN — Niçin?

MEBUSLARIN BAŞI — Çok uyanıksın da onun için...

TARKÜN—Demek köy sizce uykudakilerin yurdu.”

 

 

 

“Heykelde, şahısların değil, fikir sembollerinin kafası bulunmalı... Fikir yerine şahısların etrafında toplananlar, şahıs güme gidince heykeline kaside okumaktan başka birşey yapamazlar. Buna zaten büyük fert müsaade etmez. En kötü patron, nefsini fikir ve hakikatin üstünde görendir. En iyisi de kafasını vicdanının koluna sıkıştırıp murakabe edebilen... “

 

“Şimdi iş, dedelerimizin toprak muvazenesinden sonra onların ruh ve ahlâk dengelerini elde etmekte... Bu dâva, hepsi beş heceli İki kelimeye sığar: Allah, Peygamber...”

 

Kitaplarla arası pek iyi olmayan arkadaşlara, ideal, fazla göz korkutmayan bir Üstad başlangıcı olacaktır zannımca. Sonunda incecik bir eserin nasıl bu kadar etkileyebildiğine de şaşıracaklarını garanti edebilirim.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

İroni kelimesinin karşıt manasını taşıyabilme iddiasında bana kalırsa bu eser. Daha önce okumamış hatta arşivimdeki varlığına rağmen ihmal etmiş olmama üzüldüm. Huxley’in Cesur Yeni Dünyası’nı anımsattı çok az bana. Ama maalesef kuru kuruya bu da Necip Fazıl’ın distopyası diyemiyorum. Tarkistan’la yüce Tark ulusuyla Aytark’ıyla tamamen her hücremizle bir zamanki bizi anlatmış çünkü Üstad. Tarkün ise tüm hatlarıyla onun beklediği gençlik. Kitabın analizini yapmayı diğer arkadaşlara bırakıp özellikle altını çizdiğim birkaç iktibası aktarıyorum sizlere.

 

“(Hoparlörden boşalan müthiş alkış sesleri içinde Aytark parlamento kürsüsünde.

Kocaman levha... «Egemenlik ulusundur». Sağında ve solundaki oturma yerlerinde Bakanlar...

Mebuslar arada kaldığı için görülmüyor... Alkış, alkış... )

(Aytark, alkış kesilir kesilmez heybetle doğrulur.)

AYTARK — Şimdi Tarkistan Cumhuriyetinin bu yüzde yüz devletçi tutumuna aranızda tek kişinin bile muhalif olmadığını görmek ihtiyacındayım. Politikamıza «evet» diyenler ellerini kaldırsın!

(Mebuslar tarafı... Mebusların yerinde kelli felli insanlar şeklinde yüzlerce teneke figür... Bir düğmeye basılmış gibi, madeni bir ses çıkararak hemen havaya kalkan eller... En önde oturanlardan birinin kolu kalkmaz... Aytark kürsüden.)

AYTARK — Acaba bu el neden kalkmadı?

(Plânlama Bakanı yerinden fırlayıp kürsünün arkasındaki bir raftan büyük bir yağdanlık alır, koşar, eli kalkmayan figürün yanına girer ve figürün şakağındaki delikten yağdanlıkla yağ döker. Figürün eli hemen havaya kalkar.)

AYTARK — Demek yağı tükenmiş!...”

 

“MEBUSLARIN BAŞI — Soylu Tark ulusunu yalnız devletçilik kurtarır!

TARKÜN — Bahtsız Tark ulusunu, yalnız devletçiliğin böylesi batırır!..

MEBUSLARIN BAŞI — Köylüye «Efendi» ismini biz verdik!..

TARKÜN — Biz isim değil, hakikat istiyoruz!..

MEBUSLARIN BAŞI — Toprak reformunu getiriyoruz!..

TARKÜN — Ekilmeyen toprağın reformu... Gömleği parçalayıp herkesin eline bir parça vermek, sonra da onu bütünleyecek ağa yerine devleti koymak.

MEBUSLARIN BAŞI — Makineleşiyoruz. Kara sabana, çıkırığa, yel değirmenine paydos.

TARKÜN — Makinenin beyni, yüreği ve ciğeri Batılıda kaldıkça karasaban yeğdir!

MEBUSLARIN BAŞI — Dışarıya işçi çıkarıyoruz. Memlekete iş bilgisi ve döviz sağlıyoruz!

TARKÜN — Bizim işsiz bıraktığımız İnsanları, dışarısı, ham beygir kuvveti diye alıp çalıştırıyorlar! Onlar arabacı, biz beygir...

MEBUSLARIN BAŞI — Köylüye açtığımız krediler, dağıttığımız basmalar?...

TARKÜN — Krediler bizi yedi, basmaları da keçiler!..

MEBUSLARIN BAŞI — Avrupai usullerimiz, modern aletlerimiz?

TARKÜN — Hepsi Avrupalının oyuncakları... Kullanmasını bilmiyoruz!.. Vidası düşünce apışıyoruz! (Mebusların başı Tarkün'e dikkatle bakarak...)

MEBUSLARIN BAŞI — Sen şehre git. Köy adamı değilsin!

TARKÜN — Niçin?

MEBUSLARIN BAŞI — Çok uyanıksın da onun için...

TARKÜN—Demek köy sizce uykudakilerin yurdu.”

 

 

 

“Heykelde, şahısların değil, fikir sembollerinin kafası bulunmalı... Fikir yerine şahısların etrafında toplananlar, şahıs güme gidince heykeline kaside okumaktan başka birşey yapamazlar. Buna zaten büyük fert müsaade etmez. En kötü patron, nefsini fikir ve hakikatin üstünde görendir. En iyisi de kafasını vicdanının koluna sıkıştırıp murakabe edebilen... “

 

“Şimdi iş, dedelerimizin toprak muvazenesinden sonra onların ruh ve ahlâk dengelerini elde etmekte... Bu dâva, hepsi beş heceli İki kelimeye sığar: Allah, Peygamber...”

 

Kitaplarla arası pek iyi olmayan arkadaşlara, ideal, fazla göz korkutmayan bir Üstad başlangıcı olacaktır zannımca. Sonunda incecik bir eserin nasıl bu kadar etkileyebildiğine de şaşıracaklarını garanti edebilirim.

 

 

Okumadım ama, daha önce sanırsam, bu forumda olması gerekir, bu eserle ilgili açılan başlığı okumuştum.

Orda, ne yalan söyleyeyim Üstad'ın beni en çok etkileyen, konuda kitaptan bazı bölümler paylaşılmıştı.

Hakikaten, Üstad bizi ve bizi medeniyet seviyesine çıkardığını iddia edenlere ironik bir şekilde çok güzel cevap vermiş.

İnşallah bu hafta içerisinde, kütüphanemde mevcut olmayan bu Üstad'ın bazı yerlerini okuyupta çok beğendiğim eserini alma fırsatım olur.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Eser için tamamlanmamış Tarkistan destanı da diyebiliriz.Anadolun ücre köşesinde yaşarken çıkıp kendisini bir anda şehrin içerisinde bulan Tarkün ,mebuslar için köyde kalacak biri değildir.Zira köydekilere göre oldukça zekidir.

Üstad Tarkün'den örnekle batılılışmanın hayatımızda ki yerini de gözler önüne sermektedir.Makineleşme,toprak reformu ve daha nice konular.

 

İşte Yüce Tark Ulusunun hali !!! Tarkün'ün dilinden...

 

Yüce Tark ulusu! Sana böyle derler, değil mi?... Halbuki sen... Tek lâfları yüreğe ve kulağa girmez, bu sahte çobanların güttüğü bir koyun sürüsünden başka nesin ki?

 

Devletçilik dedikleri, senin tepene geçirilmiş bir zindan... Hükümet de gardiyanlık dairesi!...

 

İşte son sözüm. Ben köyden geldim. Köy ölmüştür! Şehirler felâket... Yüce Tark ulusu! Seni cüceleştirdiler. Cüce Tark ulusu! Yüceleşmeye bak!...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çok enteresan bir eser. İçinde geçen bazı tanımlamaları yazmak istedim;

 

Tarkün

Aytark

Tarkina

Tarkistan

Külli Şef

Yamanya

Alerika

Lark

Dumanistan

Tark ulusu

 

Hiciv sanatı üstadın zekasıyla harmanlanınca böyle bir eser ortaya çıkmış. Sonu iyi bitmiş ama. Külli Şef yola gelmiş!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Atıl, saldır, davran, başar! Yaşayanlar böyle yaşar! ( Tarkün’ün şarkısı)

 

Tarkün’ün dillendirdiği bu şarkının sözlerini merkeze oturtarak, içine kendimizi de dahil edip şöyle bir etrafımıza, eşimize, dostumuza, tv ekranına, kısacası dünyaya bakalım. Bakalım bu şarkının sözlerinden herhangi bir hisse kapmamış kaç kişi çıkacaktır karşımıza. Toplum diliyle bir daha söyleyelim : kaç enayi çıkacaktır karşımıza. Hak yememenin enayilik, sessiz durmanın pısırıklık, kuyu kazmamanın aptallık olarak algılandığı bir insanoğlu hapishanesinde, neredeyse herkesin atılıp, davranıp, saldırıp, başarılı olması ve bu şekilde yaşamasının neresi tuhaf? Elimize fırsat geçince (bence pek azımız müstesna) hepimiz ortak bir noktada buluşan insanlarız. Masum, gururlu, hilekar, bonkör, kibirli, alçakgönüllü olabiliriz ama elimize o cazip, o intikam bulutları yüklü, o bir daha gelmez fırsat geçtiğinde bakmışsın bir zalim olmuşuz.

 

Şimdi aklıma geldi, Tarkün bu şarkıyı belki de Batı için yazmış olabilir. İlk harfinden son harfine kadar bu düstura uyuyor adamlar. İngiltere bir atılmaya görsün bütün Afrika’nın ümüğünü sıkıyor; Amerika bir saldırmaya görsün İslam Ülkelerinin yer altını, yer üstünü birbirine geçiriyor; Fransa bir davranmaya görsün mali buhranlarını Mali’den çıkarmaya çalışıyor; ve Batı başarıyor. Böyle yaşadığı için yaşıyor. ‘Diş geçir, kan em, yok et, parçala, böl, birbirine düşür, başar! Yaşayanlar böyle yaşar!’ Batı böyle şarkılar bulmakta zorlanmayacak tek yerdir.

 

“Batı’da kardeşlik duygusu yoktur.” (Dostoyevski)

“Batı’lı savaşarak almaktan yanadır daima.” (Dostoyevski)

“Seni seviyorum Dostoyevski.” (Ceket)

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Yüce Tark ulusu! Seni cüceleştirdiler. Cüce Tark ulusu! Yüceleşmeye bak!..."

 

kitap sadece bu cümleden oluşsa bile, tek başına bu cümle bin cilt esere bedel değil mi? Biz ki güneş dolu tarihi ceketimizin astarı içerisinde kaybetmedik mi? 1000 yıl Batının önündeydik şimdi adamlar 150 yıldır teknolojik olarak önümüzdeler diye eziklikten dolayı şekilden şekile giriyoruz. Batı bizim için nasıl bir tabu haline gelmişki geçmişimizin önüne adeta set çekmekte. Bu milletin potansiyelini körletmek üzerine bütün bize okutulan bir tarih...

 

en basitinden Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri İstanbulu 21 yaşında fethetti ama İstanbula girişinin resmedildiği tablolarda Fatih en aşşağı 35 yaşında(al sana subliminal mesaj). Niye 21 yaşında İstanbula giren bir Fatih yok? Gençliğin düşünce dinamiklerinin önüne set çekmek için...Sizden hiçbirşey olmaz mesajı vermek için. Hiçbirşey olmaya çalışma mesajı vermek için...vs...

 

sahip olduğumuz geçmişe bakıldığında evet tam olarak cüceleşmiş haldeyiz. Koskoca dev ne hale getirilmiş! İnşallah yeniden devleşip yüceleşeceğimiz günler yakındır...

 

Bunu defaatle kullandım ama kullanmayı çok seviyorum,Üstad diyor ya Ayasofya Hitabesinde:

 

"Bekleyin,biraz daha rahmet yağsın sel yakındır"

 

diye,beklemeye devam...

Share this post


Link to post
Share on other sites

İlginç hakikaten çok ilginç ve düşündürücü bir kitap diyebilirim.

Üstadın şuana kadar okuduğum en güzel kitaplarından diyebilirim.

Tabiki her kitabın konusu ve içeriği farklı olduğundan dolayı, insana verdiği lezzet de farklıdır.

Ne bileyim, bu kitab çok ince ve küçük hacimli olmasına rağmen, insanı kendisine çeken birşeyler içeriyor.

Konuyu fazla dağıtmadan kitaba gelirsek, Üstadın bu kitabı başlı başına sistemi mükemmel bir şekilde ironi tarzında eleştiriyor.

Söylediği şeylerin düşündüğünüz zaman, insan hakikaten günümüzde bile yapılsa bir ülkenin gelişmesi için gerekli olan elzem şeylerdir diye düşünür.

Zaten Üstadın vermek istediği mesaj da, budur bence!!

Kitaptan ayrıca iktibas yapmaya gerek görmüyorum.

Zaten arkadaşlar gerektiği kadar, alıntı yapmışlar.

 

Bu eserle ilgili benim özel bir sorum olacak?

Üstad bu eserle baktığımız zaman, sistemimizi iyice eleştiriyor.

Hemde ironik bir şekilde. Bu kitabı okuyan herkes Üstadın ne demek istediğini net bir şekilde anlar.

Eleştirilmesi yasak olan şahısları bile eleştiri var.

Acaba diyorum Üstad bu yazdığı kitap yüzünden mahkumiyet kararı aldı mı???

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kitabı okuduğumda Üstad'ın mizah sahasını bu kadar boş bırakmış olmasına hayıflandım önce. Çünkü eser, o dönemlerde açıkça anlatılamayacak olan çürümeyi öyle güzel aşağılıyordu ki, kitapta tebessümler içinde ilerlerken hayranlık duymamak elde değildi. Fakat sonra, Üstad'ın diğer alanları doldurmakla uğraşırken, mizaha fazla vakit ayıramamasının kaçınılmaz olduğunu fark ettim. Mizahi bir üslup kullanarak da anlatmak istediklerinizi gayet güzel aktarabiliyorsunuz ve bu tarz zaman zaman düz yazmaktan daha da etkili olabiliyor. Keşke Üstad'ın yanında, onun doldurmak zorunda kaldığı boşlukları birlikte doldurabilecekleri arkadaşları olsaydı ve Üstad'ı Efendi Hazretlerinin övdüğü zekasının ışıltısıyla mizah gibi alanlarda daha fazla görebilseydik. Üstad gibi biri varken bu saha tamamen solcu ve fikirsizlerin eline kalmasaydı. Şatonun efendisi olan üstad, keşke mutfak işlerinden biraz daha uzak kalabilseydi... Fakat malesef onun elini diğer yerlere atması mecburiydi, ve o bu fedakarlığı göstererek bir uyanışı başlattı.

 

Bu kadar kısa bir eserde, insanı sıkıcı mesajlarla asla rahatsız etmeden köyün bitirilmesi, devletçilik zulmü, büst putçuluğu, jandarma baskısı, vekil kültürsüzlüğü, endüstrileşmedeki köksüzlük, sanayileşmenin eksikliği, ahlaki çöküş, memurluğun sistemsizliği, şakşakçılık, kurucu kadronun bönlüğü, sefalet, seçim sahtekarlıkları, matbuat köleliği gibi pek çok zaafın başarıyla gösterilmesi karşısında söylenebilecek bir söz yok. Keşke bugünün rahatlamaya başlayan siyasi ortamında, bu filmi çekecek birisi çıksa ve aynı keyfi hep beraber sinemalarda da hissetsek.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Atıl, saldır, davran, başar! Yaşayanlar böyle yaşar! ( Tarkün’ün şarkısı)

 

Tarkün’ün dillendirdiği bu şarkının sözlerini merkeze oturtarak, içine kendimizi de dahil edip şöyle bir etrafımıza, eşimize, dostumuza, tv ekranına, kısacası dünyaya bakalım. Bakalım bu şarkının sözlerinden herhangi bir hisse kapmamış kaç kişi çıkacaktır karşımıza. Toplum diliyle bir daha söyleyelim : kaç enayi çıkacaktır karşımıza. Hak yememenin enayilik, sessiz durmanın pısırıklık, kuyu kazmamanın aptallık olarak algılandığı bir insanoğlu hapishanesinde, neredeyse herkesin atılıp, davranıp, saldırıp, başarılı olması ve bu şekilde yaşamasının neresi tuhaf? Elimize fırsat geçince (bence pek azımız müstesna) hepimiz ortak bir noktada buluşan insanlarız. Masum, gururlu, hilekar, bonkör, kibirli, alçakgönüllü olabiliriz ama elimize o cazip, o intikam bulutları yüklü, o bir daha gelmez fırsat geçtiğinde bakmışsın bir zalim olmuşuz.

 

Şimdi aklıma geldi, Tarkün bu şarkıyı belki de Batı için yazmış olabilir. İlk harfinden son harfine kadar bu düstura uyuyor adamlar. İngiltere bir atılmaya görsün bütün Afrika’nın ümüğünü sıkıyor; Amerika bir saldırmaya görsün İslam Ülkelerinin yer altını, yer üstünü birbirine geçiriyor; Fransa bir davranmaya görsün mali buhranlarını Mali’den çıkarmaya çalışıyor; ve Batı başarıyor. Böyle yaşadığı için yaşıyor. ‘Diş geçir, kan em, yok et, parçala, böl, birbirine düşür, başar! Yaşayanlar böyle yaşar!’ Batı böyle şarkılar bulmakta zorlanmayacak tek yerdir.

 

“Batı’da kardeşlik duygusu yoktur.” (Dostoyevski)

“Batı’lı savaşarak almaktan yanadır daima.” (Dostoyevski)

“Seni seviyorum Dostoyevski.” (Ceket)

Biri İngilizler mi dedi? İki dakika insanı rahat bırakmıyosunuz ya. İki dakika zeytin saydırmıyosunuz adama. Neyse hemen geldim. Benim aziz dostum, beyin kıvrımlarındaki kanı yaradana kurban olduğumun ceketi, ayın kitaplarının elleri öpülesi müdavimi, doğru söylüyorsun. Doğru söylüyorsun da, gel biz bu şarkıyı böyle 'pis batılı'ya bağlamayalım. Mevzuya aksiyon penceresinden bakalım. Hamle eden kazanıyor, Allah bu dünyayı böyle yaratmış. Sebepler halk etmiş, sebepleri kullanacak irade vermiş. Doğruyu yanlışı görmek isteyene göstermiş. Kuralımız bu. Evet son birkaç yüzyıldır zalim olan hamle etmiş. Tarih boyunca hamle edenlerse, bazen güçleri ile çekildikleri imtihanlarını veremeyerek zalimleşmiş, bazen zalimleşmeyip Hak yolunda kalabilmiş. İslam'ın yayılması sadece gönül fethiyle olmadı bilirsin. Adına Mehmet derler ufaklık (biz kadayıf olalı beri hazreti böyle anıyorum) İstanbul'u oturduğu yerden düşüncenin kozmik gücüyle paldır küldür indirmedi aşağıya. Allah Efendimize 'çık oradan' emrini verdi ve efendimiz Medine'ye yürüdü. Endülüs'lere uzandık, Hz. İbrahim baltayla putları devirdi. Evet kronolojiyle kafa bulduğumun ben de farkındayım, seni konuya bağlamak için yapıyorum pis pis gülme ordan. Demem şu ki bunların hepsi bir hamle, hepsi bir aksiyon. Bunu yapmazsan oturduğu yerde mızmızlanan bir mıymıntıdan farkın mı kalır? Hamle etmeden ne kendini geliştirebilir, ne bir başkasına fayda sağlayabilirsin. Şarkıdaki 'saldır' kelimesi senin canını sıktı fark ettim, ama o saldırmayı sadece Allah ne verdiyse dalmak olarak anlamayalım biz. İştahla bir işe girişmek diye belleyelim. Haydi bi şeyler yapalım, kurtlarımızı dökelim, oturmaya mı geldik? Niye bu başlıktan başka bir yere yazmıyorsun lan sen de beni bu sitelerde yapayalnız, kör kuyularda merdivensiz, bir başıma bırakıyorsun? Hacivatsız Karagöz, Edi'siz Büdü, tıngırsız mıngır olur mu hiç? Bu arada Fener Ziegler'i geri almış ama havalar soğumaya başladı. Bu yüzden Michael Porter gibi hastası olduğum bir adamın kendi danışmanlık şirketini batırmasına anlam veremiyorum. İnanılır gibi değil yahu! Fakat biri au revoir diye bitirmiş mesajını. Resmen hava atmış, senin bu mesajını bitirişindeki kadar olmasın, artistlik yapmış böyle. Neyse ben yatıyorum.

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest
This topic is now closed to further replies.
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...