Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
emir abdulkadir

Bilad-I Şam İslam İnkilabına Hazırlanıyor

Recommended Posts

İhsan ŞENOCAK hoca bu ay "Hüküm Dergisi"ni çıkarmaya başladı.Derginin ilk sayısı müthişti.İhsan hocanın ilk sayıdaki köşe yazısının giriş kısmını aktarıyorum.

 

"

Bilad-ı Şam İslam İnkilabına Hazırlanıyor

 

Onlarca yıl Nusayri zulmüne maruz kaldılar.Malları talan edildi, camilerdeki ders halkaları tehdit olarak algılandı.Çocukları yüksek binaların tepelerinden yollara savruldu.Anne karnındaki çocukları katledildi.Hama'da on binlercesi şehid oldu.

 

Baas rejiminin katliam ajandasını bilen Müslümanlar yola, "her şeye hazırız." diyerek çıktı.Bir anda "Özgür Suriye Ordusu" oluştu.İslam gençliği ÖSO'nun tugaylarına koştu.

 

Arkasına İran, Rusya ve adına Hizbullah denen örgütü alan Beşşar, babası ve amcası gibi zafer kazanacağını düşündü fakat her gün yeni yenilgi haberleri aldı.Taburları, tugayları düştü, şehirlerde hakimiyeti kaybetti.Elinde sadece hava gücü kaldı.

 

Şam, Halep, Hımıs, ... şimdilerde insanlık tarihinin, en şen'i katliamlarından birine tanıklık ediyor.Çocuklar, kadınlar, yaşlılar feryad ediyor.Okullar, çarşılar boşalmış.Atölyeler, fabrikalar çalışmıyor.şu fikir inhitatına bakın ki, tek bilgi kaynağı İran ve Hizbullah olan bazı Müslümanlar , bu vahşete duyarsız kalmakla yetinmiyor, mazlumları da Amerikancı olmakla itham ediyor.Aşağıdaki mısra sanki tam da bu hadiseyi izah etmek için söylenmiş:

"Sorsalar mağdurunu gaddar kendin gösterir."

 

Müslümanlara hitap eden gazete ve televizyonları idare eden yazar-çizer taifesinin bir kısmı, açıkça Esed'ten yana taraf alarak sadece zahiren İslam'la alakası olduğunu bir kez daha tescil eden İran'ı tezkiye etmeye devam ediyor.(Hiçbir hadiseyi küçümseme amacımızın olmadığını, bütün bir alem-i İslam'ı misak-ı milli olarak kabul ettiğimizi ilanen söyleyelim.)Bilad-i İslam'da birkaç şehid için nümayişler düzenleyenler günde yüzlerce kişinin şehid olduğu suriye cihadına karşı sukut orucuna büründü; hissetmiyor, görmüyor, duymuyor, konuşmuyor.Kuran-ı Hakim'in ifadesiyle sağır, dilsiz ve kör oldular.Diğer bir grup ise hakikati tahrif ediyor, gaddarı mazlum; mazlumu da gaddar olarak gösteriyor.Camileri bombalayan, ulema, avam ayrımı yapmadan Müslüman'ın boğazını kesen ya da kurşuna dizen İran, Beşşar ve Hizbullah'ı hakperest; mazlum ümmetin , yıkılan camilerin, ırzına geçilen kadınların hesabını soran Özgür Suriye Ordusu'nu ise Amerikancı olarak haber yapıyor: "Müşkül budur ki suret-i haktan zuhur ede."

 

Hakikat, ancak bu kadar çarpıtılabilir.Hz. İsa adına iseviliği tahrif edenler, şimdi İslam adına hakikati tahrif etmekle meşgul.En zor zamanlarda dahi kardeşlerinin yanında yer alan, varını yoğunu onlarla paylaşan, kıtalar arası yardım kafileleri düzenleyen bu ümmet, evi bombalanan muzdariplere, eşini ve çocuklarını kaybeden biçare kadınlara, yavrusuna süt bulamayan babalara karşı kayıtsız kaldı, onları acılarıyla başbaşa bıraktı.

 

Suriye'de kardeşlerimiz acılar mahşerinde kaç bin defa bir buçuk milyarlık ümmeti hesaba katarak, "Bizi kurtarın\bize yardım edin" diye çağrıda bulundu fakat çığlıkları İran severlerin dehlizlerinde ya da onları ehli beyt olarak tanıtan taifenin studyolarında kayboldu.İslamcılar daha önemli (!) bahisleri olduğundan haber bültenlerinde, manşetlerinde onlara yer ayırmadı.Ya da 500 ölümlü bir katliamı bir trafik kazası çapında haber yaptılar.Onlar aslında bu tavırlarıyla kendileri katında hangi sözün daha bağlayıcı olduğunu gösterdiler.Kur'an'ın, "Size ne oldu da Allah yolunda ve " Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen zavallı erkekler kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!"(nisa 75)) çağrısına mutaassıb bir Ayetullah'ın sözü kadar önem atfetmediler.

 

................

 

İHSAN ŞENOCAK

 

Hüküm Dergisi

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

inşallah tez zamanda esed in zulmü son bulur. Yıllardır acı ve baskı altındaki kardeşlerimizde huzur bulurlar. bazen esedin askerlerinin yaptığı işkence videolarına rastlıyorum da yarısında kapatıyorum. insan değil bunlar. "belhum adal" yani "hayvandan aşağı" seviyenin zavallı nasiplileri. insan insana bunu nasıl yapar?birinde adamları delik deşik ettiler, bıçaklarla, acı çektirip yavaş yavaş öldürüyorlar ve bundan zevk duyuyorlar. işte eli,gözü,fikri,beyni kanlı esed ve askerleri...

 

bu dünyada firavunlara,karunlara,hamanlara,şeddatlara,nemrutlara kalmadı sana da kalmayacak...

 

öleceksin de nasıl öleceksin çok merak ediyorum...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bence bu olaylarda, Müslüman tarihi için faydalı şey, İran denen ülkenin maskesinin aşağıya kadar düşmesidir.

Malesef, o da Müslümanlara bayağı pahalıya patladı.

Allah Suriye'de ölen bütün kardeşlerimizi hakiki şehit mertebesine layık eylesin.

Malesef bazı şeyler kansız olmuyor.

İnşallah en kısa sürede zafer gelirde, çekilen zulümlerin tedavisine başlanır.

Rabbim, şuan orada savaşanlara yardım etsin.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ey Esed Düşmen Çok Yakın

 

Ebu Abdullah ET-TÜRKMANİ

 

 

Ey Esed! Düşmen Çok Yakın!

 

Suriyeliler, Şam’da şan ve şeref yolunu kanları ve canları ile açıyorlar, yalpalanan ve umutları boşa çıkan zalimlerin ayaklarının bastığı yerleri, Allah’ın yardımıyla yıkmak için sarsıyorlar.

 

Bu eli kanlı, zalim ve hain rejim tamamen iflas etmiş durumdadır. Bunun kanıtı da yasaklanan ve öldürücü silahları kullanmasıdır.

Mücahitler, bütün dünyanın maddi ve manevi desteğini alan bu zulmü azimetleri, sebatları, sabırları ve fedakarlıkları ile eziyorlar. Onlar, imanları ile batılı yenilgiye uğratmaya kararlı oldukları gibi Allah’ın vaadine güveniyorlar, nitekim Allah’u Teala sözünden asla caymaz.

 

Şam, zulüm ve zorbalığa kafa tutmuştur. Küfür ve dik başlılığa karşı ayaklanmıştır. Şam ehli, özgürlük ve aydınlık yolunu kanları ile çizerek bu yollarında yürümeye devam ediyorlar. Yüce Allah’ın, şan, üstünlük, şeref ve onuru hakedenlere bahşettiği o gelecek safak ile seviniyorlar.

 

Kasyon dağı eteklerinde, bu Ümmetin hainleri ve yahudi ajansları yalpalanmaktadır. Emevilerin başkentinde mecusiler yerle bir ediliyor, küfür ve zulüm başı, siyonistlerin hizmetkarı zalim Esed’de yerle bir edilecektir. Zulmün başları, İslam şehri Şam’da ayaklar altına alınacaktır. Acımasız ve saldırgan mihrakların bozguna uğratılması, Devrim şehri Şam’da kan ile yazılmıştır. Çok yakında ve Allah’ın izniyle evlatlarımız bu yazıyı aydınlık içinde okuyacaktır. (Her halde o topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklardır.)

 

Bu katil insanlar, Beşşar’a kul olmaktan tek ve ortağı olmayan Allah’a kul olamaya çağırmak için Allah yolunda ölmeyi göze alanların karşısında, hangi yol ile olursa olsun dünya hayatına sarılan zalimlerin duramayacağını hala anlayamadılar mı?! Ölüm ve zulüm silahlarının, onurlu insanlar yaratamayacağını ve zafer kazandıramayacağını, batıllarının İman Hakkını yenemeyeceğini, onurlarını kazanmak için savaşan halkaların yenilemeyeceğini, Allah’ın bu halklara sabır ve sebat, güçlü irade ve yalnızca Allah’a tevekkül, Allah’a güvenmek ve Onun yolunda fedakarlık yapmak ile yardım ettiğini, onları koruduğunu hala anlayamadılar mı?!

 

Tüfek ve hafif silahların, kelepçeleri kırabileceğini, Esed rejiminin başllarını yok edebileceğini hala anlayamadılar mı?

Bütün dünyanın, Şam’daki bu işgalci düşman ile 2 yıla yakın bir süredir suç ortaklığı yaptığını görüyorsunuz. Arap ve İslam alemi ile Dünyanın işbirlikçi ve çelimsiz açıklamalarını dinliyorsunuz. Çocuk, kadın ve insan haklarını koruma adına yapılan açıklamaları duyuyorsunuz, ancak bizim gençlerimiz, kadınlarımız ve çocuklarımız savunmanın, fedakarlığın ve cihadın en mükemmel tablosunu sergilediler. Dünyayı, sabırları, güçleri ve fedakarlıklarıyla şoke ettiler. Bu yüce halk, Allah’a güvenerek ve: (Ey Rabbimiz! Senden başkamız yoktur. Allah’ın izniyle zalimlerin ve saldırganların başları yok edilecektir. Direniş ve mukavemet maskesi arkasında saklanan şarlatanlık ve yalan sayfaları kapatılacaktır.) diyerek zaferi o tertemiz elleriyle yaşayacaktır. İşte mücahitler, Ümmete özgürlük ve işgalden kurtulma müjdelerini taşıyorlar. İşte onlar, Rusya ve Tahran’dan Şam’a uzanan zararı, Ümmetlerinden defediyorlar. İşte onlar, sahtelik maskelerini, küfür ve nifak sembollerini yerlerbir ediyorlar.

 

(O halde sakın Allah'ın peygamberlerine olan vaadinden cayacağını sanma! Şüphesiz Allah her şeye galiptir, intikam sahibidir.)

 

İNKİŞAF HABER

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

iranın kuçukuçuları bu sefer de suriyedeki mazlumlar için yardım çağrısı yapan alimleri vahhabilikle, selefilikle suçlamaya başlamış.

 

sırf iktidara muhalefet için hakkı batıl batılı hak gibi göstererek bu oyuna alet olan büyükdoğuhaber an itibariyle gözümden düşmüştür.

 

iktidarın benim de hoşuma gitmeyen uygulamaları var, benim bilmediğim ciddi yanlışlar yapmış ve yapıyor olabilirler ancak bu kimseye suriyedeki katliama ortak olma hakkı vermez.üstelik kadir mısıroğlu, ebubekir sifil, talha hakan alp, ihsan şenocak gibi türkiyede ehli sünnetin kalesi sayılabilecek alimleri vahhabilik ve selefilikle suçluyorlar.nasrallatın kuçukuçularına soruyorlar, bütün bu alimleri hangi sözlerine dayanarak vahhabilikle ve selefilikle suçluyorlar, bütün bu alimlerin kendilerinin "isyancılar" diyerek yaftaladığı "özgür suriye ordusu"nu desteklediğini bilmiyorlar mı yoksa amaçları hem suriyedeki direnişi kırmak hemde türkiyedeki ehli sünnet alimlerinin itibarını bitirerek şia'nın türkiye hamlelerine yeni fırsatlar açmak bu sayede ehli sünnetin belini kırmak mı?

 

hanginiz şimdiye kadar selefiliğe talha hakan alp seviyesinde bir tenkid yöneltebildiniz.hanginiz modernistliğe karşı ebubekir sifil seviyesinde bir mücadele sergilediniz.zahidül kevserinin talebelerine selefi demek kadar komik bir iddia varmıdır. kusura bakmayın kuçukuçular arkalarında emin saraç gibi bir komutan olduktan sonra bu alimler ordusunu susturamayacaksınız. elhamdulillah ehli sünnet ve cemaat mezhebine mensub müslümanlar da bu kahramanlar er meydanındayken ne yönden geldiği belli olmayan köpek seslerine kulak asmayacaktır.ne kadar havlasanız da bu kervan yürüyecek.

 

bu basiretsizlikle bırakın büyük doğu adına konuşmayı o ismi ağzınıza almayı bile hak etmiyorsunuz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Emperyalizmden İran’a: Düşman Görünelim...

 

"Emperyalizmden İran’a: “Düşman Görünelim Sen Müslüman Dostlar Kazan!”

 

Ümmetin siyasi, ve ictimai manada yek vücut olduğunun muşahhas sureti olan Osmanlı’nın mirasına sahip çıkan bir Türkiye ile İran’ın karşı karşıya geleceği malumdu. Bu malumiyet belli çevrelerin hakikati tahrif ameliyelerine rağmen, bugün o derece zahir olmuştur ki, en basit nazarla dahi iki devlet arasındaki derin ihtilafı görmek mümkündür.

 

 

Aynı idealleri taşıdığımızı zannettiğimiz, bütün olanlara rağmen kucakladığımız İran gördük ki bir yüzüyle ümmet coğrafyasında, diğeriyle ise şer cephesinde yer almakta. Yani sahnede farklı, mahfilde farklı bir İran var. Surette ABD ve İsrail’le derin bir anlaşmazlık içerisinde olan fakat ABD’nin işgal ettiği yerlerde her nasılsa sürekli kazanan, kendisine atiyyeler verilen bir İran…

Emperyalizma, kendi menfaatleri çerçevesinde kurduğu dengeyi koruyabilmek için, elini sahnede Ehl-i Sünnet Müslümanların yaşadığı devletlere, mahfilde ise İran’a uzatmakta. Fakat zaman zaman da iki yüzlülüğünü örtememekte. Emperyalizma, geçen asırda Anadolu’yu, Mısır’ı, Şam’ı, Hindistan’ı işgal etti fakat Şii nufusun yoğun olduğu yerlere neredeyse hiç müdahil olmadı. (Ehl-i Sünnet tarafından ehl-i kıble olarak görülen ve İslam dairesi içerisinde kabul edilen Şiilere emperyalizmanın müdahil olmaması her Müslüman için sevindirici bir durumdur.) Çünkü Batı için asıl tehlike İslam coğrafyasındaki büyük çoğunluğu temsil eden Ehl-i Sünnet’tir. Bu yüzden emperyalizma planlarını azınlık olan Şiilere yeni yayılma alanları hazırlamak ve Ehl-i Sünnet Müslümanlarını farklı değerleri öne çıkararak yeni parçalara ayırabilmek esası üzerine tasarlamaktadır. Bunun için hemen her kesimden müslümanın nefretini kazanan ABD ve İsrail, İran’la düşman görünerek, İran’ın Ehl-i Sünnet Müslümanları nezdinde itibar kazanmasını temin etmektedir. Yani emperyalizma icraatlarıyla İran’a, “Sürekli düşman görünelim ki sen yeni dostlar kazan.” demektedir.

 

İran ve Şia ile alakalı bu değerlendirme Müslümanların mevcut algılarına aykırı olduğundan bazı zihinlerde idrak sıkıntısına yol açabilir. Bu yüzden hadiseyi örnekler bağlamında muşahhaslaştıralım:

 

ABD, zahirde İran’a nisbetle Ehl-i Sünnet Müslümanların çoğunlukta olduğu devletlere daha yakın duruyor. Ne var ki aynı ABD işgal ettiği Irak’tan çekilirken yönetimi İran’la her nevi birlikteliği olan Şiilere bıraktı. Nuri el-Malikî’nin hukuksuz uygulamalarından bunalan halk Saddam’ı arar hale geldi. İhvan-ı Müslimin’e yakınlığı ile bilinen Tarık el-Haşimî idama mahkum edildi. Sunnilerin yaşadığı bölgelerden sürekli katliam haberleri geliyor.

 

Lübnan, İran devrimini desteklemek için kurulan Hizbullah’ın kontrolünde. Suriye’de iktidar onlarca yıl önce azınlık olan Nusayriler’e teslim edilmişti. En zalim idarecilerin dahi yapmaya cüret edemeyeceği katliamları Batı, Nusayriler eliyle yaptı. Dün Hama, Hıms yerle bir edildi. Bugün aynı azınlık kendisini iş başına getiren emperyalizmanın gizli, İran’ın ise açık desteğiyle Müslüman katliamına devam ediyor.

 

Ehl-i kıble nazarıyla baktığımız Şia hakkında böyle bir mütaala, “ümmet bilincine ne kadar uygun?” diye sorabilirsiniz. Aslında bu soruyu, yazıyı yazmadan önce ben de kendime sordum. Fakat bina çökerken çatlayan duvarlara mücamele yapmanın büyük kayıplara yol açacak olması beni bu satırları yazmaya icbar etti. İsterseniz hadiseye Şam’da, Halep’te ya da Hama’da “Özgür Suriye Ordusu” saflarında savaşan mücahitler zaviyesinden bakalım. Geçen yıla kadar onların araba, ev ve işyerlerinin camlarında Hizbullah lideri Nasrallah’ın posterleri asılıydı. Şii olduğuna bakmadan onun zaferiyle iftihar ederlerdi. Hatta Butî’nin duasından etkilenip, “Ya Rab! beni Nasrallah’ın bedeninde bir parça yap” diye dua edenler de vardı. Fakat aynı Nasrallah, aynı Müslümanları Lübnan’da mülteci, kendi topraklarında ise mukim olarak hunharca katletti. Şimdi onlar, muzaffer olması için dua ettikleri “Hizbullah”a “Hizbuşşeytan”, Nasralllah’a “Nasrallât” diyorlar.

 

Ehl-i Sünnet, Şia’yı her şeye rağmen tarihin hemen her döneminde defalarca kucakladı. Yakın dönemde Ehl-i Sünnet’e mensup bazı alimler, “Mukaren Fıkıh” kapsamında Şia Fıkhını da okuttu. Son dönemde telif edilen İslam Fıkhı kitaplarının bir kısmında Şia fıkhı’na yer verildi. Mustafa es-Sibaî (rahimehullah) akademik hayatı boyunca gerek dersleriyle, gerekse de eserleriyle rıza-i ilahi için bu oluşumu destekledi. Fakat Merhum, Şii alimlerin gerçek hayatta, ittihad-i İslam gündemli meclislerdeki konuşmalarının zıddına davrandıklarına şahit olunca yine ilah-i rıza için desteğini çekti. Hoca, Şia’nın söz-amel farklılığına müşahhas bir örnek olarak 1953 yılında Sur şehrindeki evinde ziyaret ettiği Şii alim Abdulhüseyin Şerefuddin’den bahseder. Evde, ittihad-ı İslam için neler yapılabileceği konuşulur. Belli esaslarda anlaşma da sağlanır. Her iki taraftan alimlerin birbirlerini ziyaret etmeleri ve bu yakınlaşmayı temin edecek eserlerin telif edilmesi öncelikle yapılması gerekenler olarak not edilir. Sibaî bu çerçevede bir takım girişimlerde bulunur, Beyrut’ta Şia’nın önde gelen isimlerini ziyaret eder. Ne var ki bir zaman sonra ittifakın müessisi kabul edilebilecek Abdulhüseyin’in, Ebu Hureyre (radiyallahu anh) hakkında sövgülerle dolu bir kitap neşrettiğini görür. Sıbaî’nin başlattığı, Şia ile Ehl-i Sünnet’in ittihad-ı İslam ameliyesi öncekilerde olduğu gibi yine Şiilerin sözlerine muhalif amelleriyle inkıraza uğrar (Sibaî, es-Sünne ve Mekânetuha fi’ş-Şeriati’l-İslamiyye, Beyrut, 1985, s. 8-10).

 

Şia, amel planında muahede esaslarını değil, gizli ajandasını esas aldı. Muhammed Takî el-Kummi adındaki Şii bir alim 1945 yılında Kahire’de “Dâru’t-Takrib beyne’l-Mezahibi’l-İslami”yi kurdu. Kurumun amacını, Ehl-i Kıble’yi tevhit etmek olarak açıkladı. Sunni alimlerin bir kısmı da zahirde iyi niyet taşıyan bu kurum içerisinde görev alarak katkı sağladı. Dâru’t-Takrib’in yayın organı olan “Risaletü’l-İslam” mecmuası Ezher Rektörü Mahmud Şeltut’un verdiği bir fetva ile kurumun gizli ajandasını deşifre etti. Sahabeye sövmekten vazgeçmeyen Şia, Ezher Rektörü olan Şeltut’a; “Ehl-i Sünnet mezhepleri gibi İmamiyye ya da İsna Aşeriyye Şiası olarak anılan Caferiyye mezhebinin hükümleriyle de amel etmek caizdir. Müslümanlar bunu bilmeli ve bazı mezhepler hakkında taassuptan kurtulmalıdırlar.” (Mahmud Şeltut, Fetva Tarihiyye, Risaletü’l-İslam, XI, 1378/1959 s. 227) şeklinde fetva verdirmeyi başardı. Pek çok Şii, bu fetvayı kitaplarının ilk sayfalarına aldı. Fetvanın etkisiyle bazı sunni gençler şiî oldu.

 

İran devriminden sonra İslam gençliği, şiileri, “Ne Sünniler ne Şiiler yaşasın İslam ümmetinin birliği” ifadesiyle kucakladı.

Hadiseye dair hükmü, realite yerine, sadece emperyalizmanın surette İran’la kesintisiz bir krizi tercih etmesine bakarak tayin edenler, ray değiştirdi. Şia’nın gizli ajandası çerçevesinde yaptığı ihanetlere bakmadan onu desteklemeyi tercih etti. Filozofların Yunan Felsefesi’ne ait metinleri Arapçaya aktarırken “felsefe” kelimesini “hikmet” olarak tercüme etmeleri gibi, onlar da, Şia’yı, Ehl-i Beyt olarak isimlendirdi. İran’dan etkilenen yazar-çizer taifesi Suriye’deki katliama ya sessiz kalarak ya da bizzat İran’ın dolayısıyla da katil Esad’ın yanında yer alarak destek oldu. Hama,’da, Hımıs’ta, Şam’da her gün yüzlerce Müslüman şehit olurken, Suriye davası Filistin, Arakan ya da Somali için oluşan komuoyu desteğinin çok gerilerinde kaldı. Mazlumlarla dayanışma için düzenlenen mitinglerde Suriye gündeme bile alınmadı. Bütün bunların arkasında Türkiye’deki İran sever yazar-çizer taifesinin önemli bir rolü vardır. “Ehl-i Sünnet sabır ve temekkün okuludur. İhtilali benimsemez. Dolayısıyla meşru otoriteye başkaldıranlar desteklenemez.” diyen Müslümanlara gelince, onlar, emperyalizmanın Müslümanları katletme karşılığında kendisine iktidar verdiği Esad rejimini hangi esaslara dayanarak meşru addediyorlar ki ona başkaldırıyı gayr-ı meşru görüyorlar."

 

Halit İSTANBULLU

 

Hükümdergisi

Share this post


Link to post
Share on other sites

ilk başta giriş kısmını eklediğim yazının tamamını ekliyorum şimdi.

 

Bilad-ı Şam İslam İnkilabına Hazırlanıyor

 

Onlarca yıl Nusayri zulmüne maruz kaldılar. Malları talan edildi, camilerdeki ders halkaları tehdit olarak algılandı. Çocukları yüksek binaların tepelerinden yollara savruldu. Anne karnındaki çocukları katledildi. Hama’da on binlercesi şehid oldu.

Son olaylar üzerinden ise bir buçuk yıl geçti. Butî’nin cennetlik olduğunu yeminle tevsik ettiği(!) Hafız Esed’in oğlu Beşşar, masum insanların üzerine bomba yağdırmaya devam ediyor. Halkın hak arama mücadelesi karşısında, hadiseyi yeniden düşünmesi gereken Beşşar, tam zıddı bir ameliyeyle içerde ve dışarıdaki hakperest müslümanları silahla susturmakta ısrar ediyor.

 

Rejimin katliam ajandasını bilen Müslümanlar yola, “her şeye hazırız.” diyerek çıkmışlardı. Bir anda Özgür Suriye Ordusu oluştu. İslam gençliği ÖSO’nun tugaylarına koştu. Arkasına İran, Rusya ve emperyalizmayı alan Beşşar babası ve amcası gibi zafer kazanacağını düşündü fakat her gün yeni yenilgi haberleri aldı. Taburları, tugayları düştü, şehirlerde hakimiyeti kaybetti. Elinde bir hava gücü kaldı. Onunla vurmaya devam ediyor.

 

Şam, Halep, Hımıs, … şimdilerde insanlık tarihinin, en şeni’ katliamlarından birine tanıklık ediyor. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar feryat ediyor. Okullar, çarşılar boşalmış. Atölyeler, fabrikalar çalışmıyor. Şu fikir inhitatına bakın ki, tek bilgi kaynağı İran ve Hizbullah olan bazı Müslümanlar, bu vahşete duyarsız kalmakla yetinmiyor, mazlumları da Amerikancı olmakla itham ediyor. Şu mısra sanki tam bu hadiseyi izah etmek için söylenmiş: “Sorsalar mağdurunu gaddar kendin gösterir.”

 

Müslümanlara hitap eden gazete ve televizyonları idare eden yazar-çizer taifesinin bir kısmı, açıkça Esed’ten yana tavır alarak sadece zarfıyla İslam’la alakası olduğunu bir kez daha tescil eden İran’ı tezkiye etmeye devam ediyor. Hiçbir hadiseyi küçümseme amacımızın olmadığını, bütün bir alem-i İslam’ı misak-i milli olarak kabul ettiğimizi ilanen söyleyelim ki, bilad-i İslam’da birkaç şehit için nümayişler düzenleyenlerin bir kısmı, günde yüzlerce kişinin şehit olduğu Suriye cihadına karşı sükut orucuna büründü; hissetmiyor, görmüyor, duymuyor, konuşmuyorlar. Kur’an-ı Hakim’in ifadesiyle, sağır, dilsiz ve kör oldular. Diğer bir grup ise hakikati tahrif ediyor, gaddarı mazlum; mazlumu da gaddar olarak gösteriyor. Camileri bombalayan, ulema, avam ayırımı yapmadan Müslüman’ın ya boğazını kesen ya da onu kurşuna dizen İran, Beşşar ve Hizbullah’ı hakperset; mazlum ümmetin, yıkılan camilerin, ırzına geçilen kadınların hesabını soran, Allah Azze ve Celle’nin adını yücelten Özgür Suriye Ordusu’nu ise Amerikancı olarak haber yapıyor: “Müşkül budur ki, suret-i haktan zuhur ede.”

 

Hakikat, ancak içerdekiler tarafından bu derece çarpıtılabilir. Hz. İsa adına İseviliği tahrif edenler, şimdi İslam adına hakikati tahrif etmekle meşgul. En zor zamanlarda dahi kardeşlerinin yanında yer alan, varını onlarla paylaşan, kıtalar arası yardım kafileleri düzenleyen bu ümmet, evi bombalanan muzdariplere, eşi ve çocuklarını kaybeden biçare kadınlara, yavrusuna süt bulmayan babalara karşı kayıtsız kaldı, onları acılarıyla baş başa bıraktı.

 

Suriye’de kardeşlerimiz acılar mahşerinde kaç bin defa bir buçuk milyarlık ümmeti hesaba katarak, “Bizi kurtarın/bize yardım edin!” diye çağrıda bulundu fakat çığlıkları İran severlerin dehlizlerinde ya da onları Ehl-i beyt olarak tanıtan taifenin sütüdyolarında kayboldu. İslamcılar daha önemli(!) bahisleri olduğundan haber bültenlerinde, manşetlerinde onlara yer ayıramadı. Ya da 500 ölümlü bir katliamı bir trafik kazası çapında haber yaptılar. Onlar aslında bu tavırlarıyla kendileri katında hangi sözün daha bağlayıcı olduğunu gösterdiler. Kur’an’ın, “Size ne oldu da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!’ diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!” (Nisâ 75) çağrısına mutaassıb bir Ayetullah’ın sözü kadar önem atfetmediler.

 

Düşünceleri Ehl-i Sünnet dışı havzalarda teşekkül edenler, “Bu bizim mücadelemiz değil” dedi. Hımıs’ta, “komutanımız Hz. Muhammed” diye yürüyen İslam gençliğine emperyalizmadan aidiyet noktaları buldular(!). Beşşar’ın lojistiğinde onunla birlikte “Bunları ABD sokağa çıkardı.” diye kulis yaptılar. Yani yıllarca “En büyük cihad zalim sultanın yanında hakkı söylemektir.” diyenler, “Esed’ten başka ilah yoktur.” diyen Şebbiha’yı İslam gençliğine tercih etti. Müslümanları Amerikancı olmakla itham etti.

 

Okuma yazma bilmeyen, dağlarda yıllarca çobanlık yapan, köyündeki kızlara şebbihanın tecavüz ettiğini, Esed’in askerlerinin köy camisini tankla yakıp yıktığını duyunca, koyunlarını bırakıp, Özgür Suriye Ordusu’nun saflarına katılan, cihad ederken şehid düşen genç mi Amerikancı?

 

Kötürüm dedesinin gözleri önünde 18 Suriye askerinin ırzına geçtiği, yaşadıklarının etkisinden kurtulamayıp gazla kendisini yakan Hama’lı kız mı Amerikancı?

 

Şam’da Ebû İsa komutasındaki Liva-u Sukuri’ş-Şam (Şam şahinleri tugayı)’nın bir bölüğünde nöbet bekleyen, kendisine hangi taburdan olduğu sorulduğunda, “Nereye ait olmamızın ne önemi var. Biz, İslam’ın askerleriyiz. Allah’ın dinini yüceltmek için cihat ediyoruz.” diyen genç mi Amerikancı?

 

Haleb’in, Şam’ın minberlerinde şehadeti anlatan mücahit imamlar mı; Okullarını terk edip Özgür Suriye Ordusu saflarına katılan muazzez İslam gençleri mi, kim Amerikancı?

 

Liva-u Sukuri’ş-Şam komutanına gelip cihad etmek için tabura alınmasını isteyen silah yetersizliğinden talebi karşılanamayınca yere kapanıp ağlamaya başlayan, bir müddet sonra toparlanıp komutana, “Neden cennete girmeme engel oluyorsun? Vallahi Cennetin kokusunu alıyorum.” diyen, ısrarları üzerine kendisine bir silah temin edilen ve ilk çatışmada şehit olan 15 yaşındaki genç mi Amerikancı?

 

Gayeleri Allah Azze ve Celle, düsturları Kur’an-ı Kerim, komutanları Hz. Muhammed, idealleri büyük İslam inkılabı, yaşadıkları ise kah Bedir, kah Uhud… onlar mı Amerikancı?

 

Onlar Kadisiye’de değiller fakat anaları Allah Resulü’nün övgüsüne muhatab olan büyük İslam kadını Hz. Hansa gibi… Kadınları, kızları ölüme meydan okuyor; erkeklerinin şehadetleriyle iftihar ediyorlar. Bilad-ı Şam’da Umm-u Halid’ler, Ümm-u Ali’ler destanlar yazıyor.

 

Umm-u Davud adında bir İslam kadını… Ziyaretçilerine oğullarının şahadetlerini anlatıyor, o konuşuyor dinleyenler ağlıyor. Onda ise tek damla yaş yok, tam bir teslimiyet hali… Kendisine, “bütün bunlardan elem duymuyor musun?” diye sorulduğunda? “Elbette acı çekiyorum… Anneyim ben, yüreğim yanıyor fakat ağlarsam mücahitlerin moralleri bozulur, ecrim azalır. Bu yüzden sabrediyorum. İntizar halindeyim. Her an bana da sefer emrinin gelmesini ve yavrularımla Cennet-i A’la’da bulaşmayı özlüyorum.”

 

Belki de Ümm-u Davud hiç okula gitmedi. Cihadın ne olduğunu bir kitaptan da öğrenmedi. İman ve amel-i salih ona öyle bir makam verdi ki bizzat kendisi kitap oldu. Şimdi siretiyle okumasını bilene İslam’ın ne olduğunu ve nasıl anlaşılması gerektiğini öğretiyor.

 

Bilad-ı Şam’da şehirlerin en uğrak yeri makberler... Makberlerde bölük bölük içtimalar var. Defin esnasında gençler Abdullah b. Cahş (radiyallahu anh) gibi dua ediyor: “Ya Rabbi! Şahadeti, kardeşimize nasip ettiğin gibi bize de ikram et, bizi o büyük devletten mahrum etme!”

 

Müslümanların yaşadığı mahallelerde dükkanlar kapalı, açık olanlarda ise hemen hemen satacak mal kalmadı. Rejim, hava bombardımanında ekmek fırınlarını ilk vurulacak hedefler arasında gördüğünden milyonluk şehirlerde vurulmamış birkaç fırın var. Halk temel besin kaynağı olan ekmeğe dahi ulaşmakta güçlük çekiyor. Bir kişiye yetecek bir çorbayı altı kişi yiyor. Yine de sofralardan hamdederek kalkıyorlar.

 

Türkiye’de birilerinin varlıklarından rahatsızlık duyduğu konteyner kent… Her bir konteynerda ayrı bir acı, ayrı bir hikaye var. Kimi eşini, kimi oğlunu, kimi bütün bir ailesini kaybetmiş. Kimi tecavüze uğramış, şuurunu yitirmiş. Kiminin korkudan dili tutulmuş. Evleri, mülkleri yerle bir olmuş.

 

Konteyner kentte ak sakallı bir ihtiyar... Yüzünde iman ve tevekkülün izleri var. Bir kenarda oturmuş elinde tesbih evradıyla meşgul oluyor. Yanına varıp selamdan sonra halini soruyorsunuz. Yaşadıklarını ve yaşananları anlatıyor. Sonra müftehir bir eda ile oğullarının şahadetinden bahsediyor. Allah ve Resul davası için geride kalan çocuklarını da meydana gönderdiğini söylemeyi ihmal etmiyor. Akla gelebilecek muhtemel sorulara cevap babında ise şunları söylüyor: “Muhallefundan değilim. Şehit yavrularımın emanetleri olan kadın ve çocukları himaye etmek için buradayım.”

 

Konteyner kentte bir Perşembe günü… Çocuklara çikolata ve helva dağıtılıyor. On yaşlarındaki bir kız çocuğuna da helva uzatıyorlar. Israrlara rağmen geri çeviriyor. Sonra öğreniliyor ki muazzeze kız, nafile oruç tutuyor.

 

***

 

Bir tarafta ‘idealimiz İslam inkılabı’ diyen gençler, dört şehid anası Umm-u Halid, konteyner kentteki aksakallı derviş, on yaşında, kampta nafile oruç tutan kız çocuğu; karşıda ise yüzde sekizlik bir kemiyetle Müslümanlara hükmeden, camileri yıkan, ulema, avam ayırımı yapmadan Müslüman katleden rejim, İran ve Amerika’nın işgal ettiği yerlerde hep kazançlı çıkan İran severler, Sizce kim Amerikancı?!

 

Müslüman! Sen kimden tarafsın? Eğer ümmetten tarafsan, ‘bizi kurtarın!’ diye feryat eden kardeşlerin için, Türkiye’ye iltica edenler için ne yaptın?

 

Bütün cepheler dağılsa da, maaşlı aydınlar gürühu doğruya yanlış, yanlışa doğru etiketi vursa da, bilad-ı Şam büyük bir inkılaba hazırlanıyor.

 

 

İhsan ŞENOCAK

 

HUKUM DERGİSİ

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kadir Gecesinde Camide Cinayet

 

Bu başlık, “Muhsin Ertuğrul Sahneleri”nde izleyebileceğiniz bir tiyatronun adı değil… Metin yazarları arasında müseccel İslam düşmanlarının yer aldığı bu mezalim, bütün yeryüzü halklarının seyrettiği bir sahnede, Suriye’de oynanıyor.

 

Her şey Deyr-i Zor’da birkaç çocuğun duvara, “الشعب يريد اسقاط النظام /Halk rejimi düşürmek istiyor.” yazmasıyla başladı. Polis yaşlarına bakmadan etraftaki bütün çocukları toplayıp gece boyu sorguya aldı. Olmayan bir örgüt icat edip daha sonra da onları, o örgüte isnat etmek için her nevi işkenceye baş vurdu; darb etti, tırnaklarını çekti, yine de istediği yalanı onlardan duyamadı. Müslüman yavruları “Yezid” gibi gören “Nusayrî” iradenin öfkesi yatışmak bilmedi. Bu defa karakola çocuklarının akıbetlerini araştırmak için gelen babalara hiçbir şey sormadan kurşun yağdırdı. Anneler iki acıyı birden yaşadı: Bir tarafta tırnakları çekilen, özgürlük savaşçıları olan yavruları diğer tarafta ise kaybettikleri eşleri…

 

Nusayrî terörü kısa zamanda birkaç şehir haricinde bütün bir Suriye’yi kuşattı. Her yaştan binlerce Müslüman geride acı hatıralar bırakarak Rabbi’ne gitti. Kimi bu yıl okuldan mezun olacak, kimi yakında evlenecek, kiminin de çocuğu olacaktı. Ne ki zulüm onlarla bayramları arasına girdi.

 

Şam’da, olayların başladığı tarihten birkaç ay sonra evlenecek bir mühendis kardeşimiz vardı. Kendisine mütevazi bir düğün hediyesi göndermeyi planlıyorduk. Ona ulaşamayınca İshak Karali kardeşim ağabeyini aradı. Ağabey, kardeşinin şüheda kadrosuna dahil olduğunu bildirdi: Bir Cuma yürüyüşünde tutukladılar, öldürüp bir yol kenarına bıraktılar.

 

Geçenlerde Hıms’tan Halit kardeşim aradı, olayların hangi noktada olduğunu sorunca, telefonların dinlendiği endişesiyle zulmü sadece: “Allah’ım bizi bu cehennemden kurtar, bize merhamet et!” gibi dua cümleleriyle dile getirebildi.

 

Dünyanın gözü önünde yaşanan bu vahşet ülkenin farklı şehirlerinde aylardır devam ediyor. İnsan haklarını savunmak üzere kurulan kuruluşlar hayvan hukukunu müdafaa için gösterdikleri çabanın öşrünü Suriye’nin mazlum milletinden esirgediler. Polis müdahalelerine karşı etten bariyer oluşturanlar, el ele tutup barış köprüleri kuranlar ne vahşeti gördü ne de feryatları duydu.

 

Bir zamanlar Sunnî coğrafyadaki İslam gençliğinin,"لا شيعية لا سنيةوحده وحده اسلامية

 

" /Ne Sünniler ne Şiiler yaşasın İslam ümmetinin birliği” sloganlarıyla kucakladığı Şiiler, kendilerine yapılan insaniyeti unutup; halkına, “’Lâ ilahe illâ esed/Esed’ten başka ilah yoktur.’ söyle.” diye baskı yapan dinsiz idareyi desteklemekte. Son Siyonist saldırıda ümmetin malı ve canıyla yanında yer aldığı Hizbullah da bir takım yalanların ardına sığınıp mezhepsel yakınlık duyduğu Nusayrî Esad’ın tarafında olduğunu ilan etti.

 

Doğudan ve batıdan destekçileriyle Müslüman katliamına devam eden Nusayrî Esed, çocuklara işkence etmekle başladığı kirli oyunun en son perdesinde, “kadir gecesinde cami cinayeti”ni sahneye koydu. Muhterem Mehmed Savaş Hocamız’ın üstadı Alimi Rabbâni merhum Abdulkerim er-Rifâî adına yaptırılan camide cinayet şebekesi sahur vaktinde en az beş müslümanı şehit etti[1].

 

Şam’ın büyük mabetlerinden olan bu cami, Suriye’nin en mutedil İslamî hareketi diyebileceğimiz Üstat Usame er-Rifaî’nin görev yaptığı bir irfan merkezi olarak da biliniyor. Üstad’ın vaaz formatındaki Cuma hutbelerini irat ettiği cami, özellikle entelektüel kesimin ilgi odağı…

 

Katliamın son perdesi, kadir gecesinde ülkenin en mutedil hareketine mensup Müslümanların irşat merkezi olarak da kullandığı camide sahnelendi. Bu, vahşetin “sidre-i münteha”ya ulaştığının resmidir.

 

***

 

Çaresiz bir halde vahşeti seyreden sizler, kardeşlerinizin kurtuluşu için yaptığınız dualara, dinsiz idarenin hak ile yeksan olması için beddualarınızı da ekleyin. Zira her durumda düşmanlarının hidayeti için dua eden Allah Resulü (sallalahu aleyhi ve sellem), Kabe’nin avlusunda ve Hendek’te namaz kılmasını engelleyenlere beddua etmiştir. Sahur vaktinde camiye baskın yapan idare de aynısıyla Ebû Cehil’in misyonunu devam ettirmektedir. Dolayısıyla aynısıyla da mukabele görmelidir.

 

Beddualar er ya da geç karşılığını bulacaktır… Libya’da, Mısır’da olduğu gibi mazlumlar Esed’in yıkılışını da seyredecektir. Allah Teala Hz. Musa’ya bedduasının kabul olduğunu bildirdikten kırk yol sonra Fravn’u Kızıl Deniz’de helak etmişti. Çağdaş Fravunların kimi zulümde kırkı doldurdu, kimi de kırka yakın gitti. Niyazımız odur ki sünnetüllah Esed Ailesi için de tecelli edecek...

 

***

Suriye ziyaretimizde Üstat Usame er-Rifâî’yi saldırının gerçekleştiği caminin bitişiğinde yer alan evinde ziyaret etmiş, Üstat da bir sonraki yıl Samsun’da İfam’ın misafiri olmuştu.

 

 

Hoca’yı ve hizmetlerini daha yakından tanıyabilmek için, “Doğu’nun Cenneti’nde Zamanı Aşan Gerçekler” başlığıyla İnkişaf’ta neşredilen yazının ilgili bölümünü dikkatlerinize arz ediyorum:

 

Usame er-Rifaî

 

“Şam’ın büyük mürşidlerinden Abdulkerîm er-Rifai’nin oğlu ve Furkan Akademisi’nin baş hocası olan Şeyh Usame er-Rifai’yi öğrencilerinin refaketinde evinde ziyaret ettik. Sade bir odada Suriye ve Türkiye’deki ilmî faaliyetler hakkında uzun bir konuşma yaptık.

 

 

Camilerin mabed olduğu kadar okul da olduğunu söyleyen er-Rifai, irşad çalışmalarını cami merkezli yürütüyor. Hayatı; ilim, ibadet ve İslam’a davet olarak özetleyen Şeyh’in farklı meslek dallarında hizmet veren Müslümanlara yönelik olan çalışması camilerin namaz dışında da faal olarak kullanılmasını temin ediyor. Şeyh ve onunla gönül birlikteliği olan hocaların işrafında yürütülen cami dersleri kişilerin mesleklerine göre planlandığından, katılımcılar sırası geldiğinde ders mevzularının İslam’la münasebetini mukayese ve tahlil ediyorlar.

 

Şeyh cami derslerinin gayesini; mesleğini müslümanca ifa edebilen mümin mühendis, doktor, öğretmen, tüccar… yetiştirmek olarak açıklıyor.

 

İslamî ilimleri cami derslerinde tahsil eden mühendis, doktor, tüccar ünvanına sahip öğrenciler içerisinde vaaz-hutbe gibi hizmetleri yürütmenin yanında hatimle teravih kıldırabilen gayretli Müslümanlar da var.

 

Suriye’nin bir çok bölgesinde etkili olan bu hizmet tarzı aynı şekilde ülke dışında da her geçen gün varlığını hissettirmekte.

 

Şeyh’in farklı hizmet tarzlarını benimseyen Müslümanlara karşı müsamahakar bir tavır içerisinde olması sözünün tesir gücünü artırdığı gibi, selefi ve modernist fikirlerin etkisinde kalan gençlerin de gerçekle daha çabuk iletişime geçmesine katkı sağlıyor.

 

Müslümanların yaşadığı akide ve düşünce kirliliğinin ardında oryantalizmin olduğunu söyleyen Şeyh, bu yüzden esaslı tenkitlerin de oryantalizm çevresinde oluşması gerektiğini ifade ediyor.

 

Müslümanları gelenekçi ve yenilikçi olarak iki farklı şekilde sınıflandırmanın dıştan yapılan bir tanımla olduğunu, bu yüzden zihin kirliliği ve tefrika ürettiğini söyledi.

 

Abbasiler zamanında zirveye çıkan akide ve düşünce kirliliğinin Kur’an ve Sünnet esas alınarak temizlendiğini söyleyen Şeyh, modernitenin etkisiyle oluşan kaosun da aynı şekilde İslam’ın iki esasına dönerek giderilebileceğini belirtti.

 

Şeyh’in irşad çalışmalarının önemli bir rüknü ise Cuma hutbeleri… Şeyh’e hutbelerinin içeriğinden sorduğumda; konuşmaların, mustağrib ve müsteşrik ittifakının yol açtığı tahribatın tesbit ve izalesi, maddi ve manevi istiklalin nasıl kazanılacağı, ilahi hükümlerin değişmezliği gibi hassasiyetlerin şekillendirdiği güncel konulardan oluştuğunu ifade etti.

 

Muasır Sibeveyh: Mehmed Savaş

 

Şeyh’in babası Abdulkerîm er-Rifaî de (1905-1977) Şam bölgesinde bilinen bir alim ve davetçi. Şeyh, Mehmet Savaş Hocamız’ın, babasının öğrencisi olduğunu; kendisinin de İstanbul'a geldiğinde Üstad’ı ziyaret edip eski günleri yad ettiğini ifade etti. Üstad’ın Şam yıllarını sorduğumda ise şunu söyledi; “Mehmet Savaş 1970’de Türkiye’ye dönünce buradaki ulema; ‘Şam Sibeveyhi’ni kaybetti.’ demişti.”

 

Üstad Şam’dan ayrıldığında henüz 32 yaşında genç bir ilim adamıydı. Fakat Şam uleması nazarında o, muasır bir “Sibeveyh”di. Hakikaten Hoca, modern zamanların. “Sarıksız Ebussud’u, Sakalsız İbn Kemali”dir. Ulema bezmine ahir zamanda gelen en kudretli beş on muasır fakihden biridir. Fıkhın ruhuna nüfuz eden bir “Fakihu’n-Nefs”tir. Ne var ki Türk ilim dünyası Hoca’yı yeterince tanıyamamıştır. Bunda, Hoca’nın talebelerinin yazı yerine konuşma dilini kullanan müftü-vaizlerden oluşmasının etkisi, azınsanmayacak kadar büyüktür.

 

Ayrılırken bizi kapıya kadar uğurlayan Şeyh er-Rifai mahcubiyetimizi ifade edince “Bilakis sizi Türkiye kadar yolcu etmeliyim.” diyerek nezaketini gösterdi.”[2]

İNKİŞAF.ORG

2011-08-28 13:03:19

[1] www.youtube.com/watch?v=IFIyPxKuh2M.

[2] İhsan Şenocak, Doğu’nun Cenneti’nde Zamanı Aşan Gerçekler, İnkişaf Dergisi, Kış/Bahar, 2008-2009, sy. 10, s. 76-7.

Share this post


Link to post
Share on other sites

suriyede ki katliamı gündeminden düşürmeyen inkisaf haberin güncel haber kodunnu ekliyorum.kod çalımazsa diye aşağıya da linkini koyacağım.inşaallah medyanın dikkat dağıtma çabalarına rağmen suriye gündemimizde kalır.

 


 

www.inkisafhaber.com

Share this post


Link to post
Share on other sites

 

Müslümanlara hitap eden gazete ve televizyonları idare eden yazar-çizer taifesinin bir kısmı, açıkça Esed’ten yana tavır alarak sadece zarfıyla İslam’la alakası olduğunu bir kez daha tescil eden İran’ı tezkiye etmeye devam ediyor. Hiçbir hadiseyi küçümseme amacımızın olmadığını, bütün bir alem-i İslam’ı misak-i milli olarak kabul ettiğimizi ilanen söyleyelim ki, bilad-i İslam’da birkaç şehit için nümayişler düzenleyenlerin bir kısmı, günde yüzlerce kişinin şehit olduğu Suriye cihadına karşı sükut orucuna büründü; hissetmiyor, görmüyor, duymuyor, konuşmuyorlar. Kur’an-ı Hakim’in ifadesiyle, sağır, dilsiz ve kör oldular. Diğer bir grup ise hakikati tahrif ediyor, gaddarı mazlum; mazlumu da gaddar olarak gösteriyor. Camileri bombalayan, ulema, avam ayırımı yapmadan Müslüman’ın ya boğazını kesen ya da onu kurşuna dizen İran, Beşşar ve Hizbullah’ı hakperset; mazlum ümmetin, yıkılan camilerin, ırzına geçilen kadınların hesabını soran, Allah Azze ve Celle’nin adını yücelten Özgür Suriye Ordusu’nu ise Amerikancı olarak haber yapıyor: “Müşkül budur ki, suret-i haktan zuhur ede.”

 

Haleb’in, Şam’ın minberlerinde şehadeti anlatan mücahit imamlar mı; Okullarını terk edip Özgür Suriye Ordusu saflarına katılan muazzez İslam gençleri mi, kim Amerikancı?

 

Liva-u Sukuri’ş-Şam komutanına gelip cihad etmek için tabura alınmasını isteyen silah yetersizliğinden talebi karşılanamayınca yere kapanıp ağlamaya başlayan, bir müddet sonra toparlanıp komutana, “Neden cennete girmeme engel oluyorsun? Vallahi Cennetin kokusunu alıyorum.” diyen, ısrarları üzerine kendisine bir silah temin edilen ve ilk çatışmada şehit olan 15 yaşındaki genç mi Amerikancı?

 

Konteyner kentte bir Perşembe günü… Çocuklara çikolata ve helva dağıtılıyor. On yaşlarındaki bir kız çocuğuna da helva uzatıyorlar. Israrlara rağmen geri çeviriyor. Sonra öğreniliyor ki muazzeze kız, nafile oruç tutuyor.

 

Müslüman! Sen kimden tarafsın? Eğer ümmetten tarafsan, ‘bizi kurtarın!’ diye feryat eden kardeşlerin için, Türkiye’ye iltica edenler için ne yaptın?

 

Bütün cepheler dağılsa da, maaşlı aydınlar gürühu doğruya yanlış, yanlışa doğru etiketi vursa da, bilad-ı Şam büyük bir inkılaba hazırlanıyor.

 

 

 

Hüküm Dergi yayın hayatına bu ay başladı. Bu dergiden emir abdülkadir kardeşim vasıtasıyla haberim oldu. cumartesi günü temin ettim ve ilk 3 yazıyı okudum. İhsan Şenocak ismini "İnkişaf" adlı dergiden hatırlayanlar olacaktır. Çok uzun soluklu olmadı bu dergi 10 sayı civarı çıktı. Ancak ehli sünnet çizgisine gönül vermiş müslümanlar tarafından ilgiyle takip edilmiştir. O dergi şayet inceleme fırsatınız olursa gerçekten ilimle dolu bir dergiydi. Hem ehli sünnet büyüklerini anlatırken hem de ehli sünnet düşmanlarına cevap veriyordu. Günümüzün ehli sünnet alimleri ile röportajlar yapılıyordu. Derginin en son sayfaları ise Üstad Necip Fazıla ayrılmıştı. Büyük Doğulardan alıntılar ve Üstadın fikirlerinden paylaşımlar da ayrı bir hava katıyordu dergiye. Bu derginin tadı damağımda kalmıştır kısacası.

 

Şimdi İnkişaf ekibinden Ebubekir Sifil Hocayla beraber derginin yükünü omuzlayanlardan İhsan Şenocak "Hüküm" adı altında bahsi geçen mecmuayı çıkartıyor.

 

Ehli sünnet çizgisinin, ehli sünnet kaleminin, ehli sünnete uygun düşüncenin ve ehli sünnete uygun basiret ve bakış açısının ne olduğunun ve nasıl olması gerektiğinin örneklerini bu mecmuada görmek mümkün.

 

Suriye ve İran ile ilgili tespitler kusursuz.

 

Okuduğum 3 yazıda gördüğüm tek kusur ama tek olduğu kadar da önemki kusur bazı yerlerde Peygamber Efendimizin sav adı anıldıktan sonra "sav" yazılmamasıydı.(Bunu da belirtmek lazım)

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...