Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
zülcenaheyn

Yakın Tarihimize Damardan Giriş

Recommended Posts

Her şey Sultan II. Abdülhamid Han'ın Theodor Herzl huzurundan kovması ile başlıyor. Herzl, Siyonizm'in kurucusu bir Yahudi. Padişah'ın huzuruna gidip istediği şey ise para karşılığında padişahın Filistin topraklarını Yahudilere satması. Padişah, ecdadının kanla aldığı toprakları para ile satmayacağını söyleyerek bu adamı huzurundan kovuyor.

Selanik o devirlerde tam bir Yahudi ve Mason yuvası, adeta kaynıyor. Orada İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruluyor. Bu cemiyeti kontrol edenler Yahudiler ve Masonlar. Yahudilerin dünyadaki nüfusu az olduğu için Masonluğu kuruyorlar Yahudi emellerine hizmet etsin diye Yahudi olmayanlar da fakat alt dereceli Masonlar neye hizmet ettiklerini bilmezler. Nitekim bazı Osmanlı münevverleri de Mason olmuştur fakat iyi niyetle olmuşlardır.

Misal olarak Sultan II. Abdülhamid Han devrinde İslamcılar sultana karşıdırlar. Meşrutiyet yanlılarıdırlar ve İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne mensupturlar fakat sultan düştükten sonra çoğu pişman olup bu konuda şiirler yazmıştır.

Bu cemiyetin içindeki İslamcılar ve Yahudi ve Masonlar farklıdır.

İttihat ve Terakki'nin Yahudi güdümlü olduğu aralarında Selanik mebusu Emanuel Karası ile İtalyan tebası Metr Salem'in mevcudiyeti ile sabit olmakla beraber Resneli Niyazi de bunu hatıratında açıkça ifade etmektedir.

Sultan'ın siyonist emelleri reddetmesi ve dik durması sonrasında. Cemiyet kurulur ve Selanik'ten bu cemiyet önderliğinde yola çıkan Bulgar ve Rum çapulcuları İstanbul'u basıp darbe yaparlar. II. Meşrutiyeti ilan ederler.

Sultan neden bu çulsuzlara yol verdi diye hep tartışılmıştır çünkü ordusu vardı fakat müdahale etmedi. Bunu kendi ağzından okuyalım: "İttihatçıların geldiğini gördüğüm vakit müdahale etmeyi düşünüyordum fakat başlarında Cebrail aleyhisselamı gördüm ve müdahale etmemem gerektiğini anladım. Anladım ki millet bunlara müstahak olmuş."

31 Mart Vak'ası da şudur ki İttihatçılar ne zaman Taksim'de, Beyoğlu'nda halk ile karıştı o vakit insanlar uyandı çünkü bu İttihatçılar Kur'an'a saygısızlık yapıyor, içki içiyor, ahlaksızlıklar yapıyorlar. Kendilerinden olmadıklarını anladılar ve isyan ettiler. Bu ayaklanmaya Taksim'de mevcut bulunan Topçu Kışlasının dindar, molla askerleri de katıldı.

Bu Topçu Kışlası seneler sonra İnönü devrinde bizzat İnönü tarafından yıktırılır ve tam ortasına kendi heykeli diktirilir. Menderes devrinde Menderes bu heykeli kaldırıp attırır. Şimdi Erdoğan devrindeyiz ve tarihi eser olan bu Topçu Kışlası'nın yeniden aynı yere inşa edilmesi düşünülüyor.

Bu ayaklanmayı Hareket Ordusu bastırmıştır. Bu Hareket Ordusunun komutanı Mahmut Şevket Paşa, kurmay başkanı da Mustafa Kemal'dir.

Bundan seneler evvel sultan bir merasimde genç Mustafa Kemal'in huzuruna gelmesi ile onu ilk defa görür ve bir perde kalkar gözünden. Mustafa Kemal'e bakar ve "ya demek geldin" der. Mustafa Kemal buna bir anlam veremez ve bunu hatıratında ifade eder. Sultan Abdülhamid sadece sultan ve halife değildi, aynı zamanda evliya sınıfındandı ve Mustafa Kemal'i görünce onu ve gelecekte yapacaklarını tanımıştı. Osmanlı'nın sonunu getiren adamdı o.

Sultan daha sonra indirilmiştir. Sultan'ı haleden yani tahtan indiren kararın tebliği için huzuruna çıkan dört kişiden biri Selanik mebusu Emanul Karası yahudisidir.

Yönetimi ele geçiren İttihatçılar sultanın 33 sene boyunca memleketin koruduğu geniş sınırlarını 8 senede koruyamamışlardı. Kısa sürede memleketi cihan harbine soktular ve memleketi batırıp ülke dışına kaçtılar.

Enver Paşa Rusya'da iken şöyle der: "Biz başlangıçtan beri meğer hep Yahudi emellerine hizmet etmişiz!.." Yanındaki Kâhya da dizlerine vurarak: "Aman paşam, bunu bu kadar geç mi fark ettiniz?" der. Yahya Kaptan'ın fedailerinden biri olan Celeboğlu Mustafa bu sohbete şahit olmuştur.

Birinci Cihan Harbi mağlubiyeti sonrası bize Mondros'u imzalattılar, Almanlara da Versay Antlaşmasını imzalattılar. Daha sonra Almanlardan Hitler diye bir adam çıktı. Hitler dört sefer ressam olmak için güzel sanatlar akademisine başvurdu fakat her seferinde sınavlardan başarısız oldu. Şöyle der "Sınav sonucunu gördüğüm vakit açık bir gök yüzünde şimşek çakmış gibi şaşırdım"

Hitler, gençliğinde askere zamanında gitmez, bakaya kalır ve arından asker kaçağı kalır. Avusturya'dan Almanya'ya geçer. 25 yaşındayken, elinde celp dönemi kağıdı ile bir polise rastlar ve onu çağırırlar. Hitler kabul eder gitmediğini fakat bir sene sonra gidip başvuru yaptığını fakat geri cevap gelmediğini söyler. Bu konsolosluktaki Avusturyalıları ikna eder. Neyse, daha sonra hemen konsolosluğun kendisine verdiği para ile Almanya'dan Avusturya'ya gider ve çok zayıf olduğu için askere almazlar. Fakat bir sene sonra dünya savaşı patlak verir ve askere yazılır.

Alman aşığı olan İttihatçılar ile birlikte savaşa gireriz. Ve iki ülke olarak yeniliriz. İmparatorluklarımız yıkılır. Hitler savaş sonrası, yapacağı hiçbir şey olmadığı için ve tek tük resim yapıp da sokakta satış yapma hayatına da geri dönmek istemediği için herkes askerden ayrılırken Hitler orduda kalır çünkü orada bir düzen ve hayat amacı bulmuştur kendisine.

O devirlerde Sovyetlerin etkisi vardır artık Almanya üzerinde. Ve Alman (Yahudi) Karl Marx'ın geleneğini sürdüren Alman Marksistler. Neyse kısa keselim, Hitler orduda yarı askeri yarı sivil olarak kurulmuş Yahudi karşıtı ve Cermen ırkını yücelten bir cemiyete üye olur. Burada hayatının amacını bulur. Fark ettiği şey güzel ve etkileyici konuşabildiğidir. Artık hayatını buna adar ve birahanelerde konuşmalar yapar. İnsanların tıpkı bugün ekonomik kriz geçiren Yunanistan'da demokratlara saygısının pek kalmayıp bir Yunan nazi partisi olan Altın Şafak Partisi'ne yönelmeleri gibi gayet saldırgan ve basit olan Hitler'in söylemleri, bir de iyi söyleyebildiği için, toplumda karşılığını bulur. Kısa zamanda Hitler partisi ile seçimlere girer ve 1930'lara kadar oylarını arttırır. İlk başta bir darbe girişiminde bulunur, başarısız olur, hapis yatar ve orada Mein Kampf (Kavgam) kitabını yazar. Ardından çıkar ve kapatılan partiyi tekrar kurar.

1930'da iktidar olur, şansölye olur, cumhurbaşkanı ölünce cumhurbaşkanlığı makamını da kendi üzerine alır. Versay Antlaşmasını yırtar ve öç alma vaktinin geldiğini söyler. Çekoslovakya, Avusturya hep Almanya'ya ilhak olur. Sonunu biliyoruz. Bir çıkış yapmıştır Almanlar fakat yine yenilmiştir. Bugün beter durumdalar. Yahudilerin emilkatör oyunları ile Alman soyu tükenmektedir. 10 milyonu aşmış Türkler daha da artmaktadır Almanya'da. Yakında bir Türk özerk bölgesi kurulursa hiç şaşırmayalım.

Cihan Harbine birlikte yola çıkmıştık Cermenler ile. Onların hikâyesi bu kadar.

Bizim hikâyemize devam edelim...

Bizim çöküşümüz iç ve dış kaynaklıdır ve direk Yahudi eliyle gerçekleştirilmiştir. Selanik de merkezdir bu oyunda. Neden koskoca imparatorlukta hiçbir şehir darbeye girişmedi de sadece Selanik'ten çıkan bir ordu darbe yaptı ya?

Filistin Cephesi çöküşümüz Arap ihanetinden dolayı değildir. İslam birliğini yıkmak için Türk ve Arap arasına ayrılık sokmak gerekti bu yüzden de Şerif Hüseyin Paşa ve isyan eden 350 adamcığı tüm Araplar isyan etti şeklinde lanse edildi. Halbuki sayısız Arap Paşa ve toplumun geneli vardır isyan etmeyen. Sadece bunlar isyan etmiştir. Şerif Hüseyin'e halifelik teklif edilmiştir İngilizlerce.

Filistin'in elimizden çıkması Arap İhaneti sebebiyle değildir, Filistin havalisinde Yıldırım Orduları Cephesi'nin, mantıkla açıklanamayan, hezimeti sebebiyledir.

Filistin'de üç ordumuz vardı yan yana duran. Ortadaki ordu Mustafa Kemal Paşa'nın ordusu idi. Bu ortadaki ordu bir anda geri çekildi. Geri çekilince İngilizler saldırıya geçip diğer iki orduyu çember altına alıp imha etti. Ardından Mustafa Kemal Paşa istifa edip İstanbul'a geldi ve Pera Palas Oteli'ne yerleşti. Bu mağlubiyet sonrasında da devletimiz 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekenamesini imzalamıştır.

İttihatçıların A takımı imparatorluğu çökertmiştir. Ardından A takımı kaçmıştır. İttihatçıların B takımı ise kalıp Kemalist diktatörlüğü kurmuştur.

Nutuk'un sonlarında okuyan görür Mustafa Kemal Paşa Sevr'i gösterip kendi yaptıklarını karşılaştırır ve bak ben sizi kurtardım demeye getirir. Allah aşkına şu Nutuk'u bir alın ve baştan sona altını çize çize okuyun. Sadece onu değil, diğer hatıratları da okuyun.

Burada büyük bir katekulli vardır. İstanbul dahil olmak üzere imparatorluğun parçalarının maruz kaldığı işgal ve istilalar zannedildiği gibi Sevr Sulh Muahedesi Projesi'ne istinaden olmamıştır!!! O, müttefiklerce 10 Ağustos 1920'de bize tek taraflı olarak dayatılmış ve tasdik edilmeyerek "proje" halinde kalmıştır. Dikkat edilirse ondan Mustafa Kemal'in Nutku, İnönü'nün hatıraları ve diğer bütün kaynaklar dahi "proje" olarak bahsederler!

İşgaller, Filistin hezimeti dolayısıyla imzalamaya mecbur kaldığımız Mondros Mütarekenamesi'nin 7. maddesine göre vaki olmuştur. El-insaf!!!

Misak-ı Millî, 20 Ocak 1920'de son Osmanlı Meclis-i Mebusanınca kabul edilmiş bir vesikadır. Misak-ı Milli sınırları Mondros imzalandığı anda hukuken bizim ilan edilmiştir.

Batum, Batı Trakya, Ege Adaları, Kıbrıs, Antakya, Lazkiye, Halep ve Musul, Misak-ı Milli'ye dahil olduğu halde Lozan'da peşkeş çekilmiştir. Nutuk'ta Lozan'nın Sevr "PROJESİ" ile mukayese olunarak muvaffak olmuş gösterilmeye çalışılması abesle iştigaldir! Zira Sevr, Yunanistan hariç hiçbir devlet tarafından tasdik edilmeyip akim kalmış bir tekliften ibarettir. O halde kesinlikle ama kesinlikle Lozan'ın değerlendirilmesinde doğru olan Misak-ı Milli'nin miyar ittihaz edilmesidir!

Nutuk'un sonlarındaki Lozan ile karşılaştırmada Sevr Projesi'ni atın ve yerine Mondros'u koyun. Bakalım kim kurtarmış, kim satmış vatanı!

Bu Lozan görüşmelerinde bir mühim mes'ele de hilafetin peşkeş çekilmesidir tıpkı topraklar gibi.

Lozan'a Dr. Rıza Nur ve İsmet Paşa gitmiştir. Bir de ardından İttihat ve Terakki'nin başhahamı olan Yahudi Haim Naum Efendi. Lozan görüşmeleri ne olduysa İngilizler tarafından 6 ay beklemeye alınmıştı. Meclisteki İkinci Grup olan muhalifler neler döndüğünden habersiz olduğu için bu noktada bir eleştiride bulunamıyordu. Halbuki İngilizler halifeliğin kaldırılmasını istediği için Lozan'ı beklemeye almıştı.

Dikkat edilirse Mustafa Kemal hep o devirlerde İslamcı hocalar gibi konuşmuş ve hilafeti övüp durmuştur. Ta ki İzmir İktisat Kongresi'ne kadar (Kemalizme sempati besleyen anti-kapitalist komünistlerin kulakları çınlasın, hiç komünist birisi bu kongreyi görmemezliğe gelebilir mi?). Yahudi Haim Naum Lozan'dan çıkar ve İzmir'e gelir. Kemal Paşa İzmir yollarında hilafeti över durur. İzmir'de buluşurlar bir odada. Ve ne konuştularsa artık, Kemal Paşa İzmir İktisat Kongresi açılış konuşmasında hilafete, halifeliğe verir veriştirir. Hilafet sözde modernlik, batılılaşma, laiklik için ilga edilmemiştir. Yahudi kaynaklı İngiliz müdahalesidir bu. Bizim yönetimimizde de karşılığını bulmuştur.

Ardından Türkçülük abartılmıştır. Misal en bilinen örnek, Kürtlere siz Türksünüz ve Türkçe konuşacaksınız, Kürtçe yasak, baskısı gibi. Kemalizm İttihatçıların B takımı demiştik. Ya A takımı ne yapmıştı Osmanlı devrinde?

İttihatçılar sultanı devirip yönetime geçtikleri vakit. Bence haklı bir tehcir olan Ermeni tehicirini gerçekleştirmişlerdi. Fakat bir ahmaklığa imza atmışlardı, o da çok milletli ve çok hukuklu bir imparatorlukta ırkçılık yapmak. Arapların illallah demesi bunlar yüzündendir. Arap toplumuna Türkçe konuşacaksınız demişler ve illallah dedirtmişlerdi. Bugün tıpkı Kemalistlerin Kürtlere yaptıkları gibi. Arapların tepkisi haklıdır fakat tepki Osmanlı'ya değil İttihatçılaradır fakat yine de buna rağmen Osmanlı'nın birinci cihan harbi için yaptığı cihat çağrısına kulak vermişlerdir. Çanakkale Zaferi ne tek bir kişiye aittir ne de sadece Anadolu milletine aittir. Millet o devirde imparatorluk toplumunun hepsidir ki onun içinde Suriyeli, Filistinli, Arabistanlı, vs. vs. vardır.

Bir takım Arapların zulümkâr İttihatçı yönetimine isyan etmesi gibi Milli Mücadele devrinde Anadolu halkının da neredeyse her şehirde isyan etmesinin hikmeti sebebi de yine aynı nedenledir. İttihatçıkar yine memleketi ele geçiriyor korkusundan dolayıdır. Benim dedem de Yozgat'ta isyan edenlerden birisidir. Çerkez Ethem bastırmıştır bu isyanı da. Meclis'te daha sonra şöyle söylemler yükselir "Yunan'dan kurtulduk, bakalım Mustafa Kemal'den kurtulabilecek miyiz?!?" Nitekim Yunan'ın yapmayacağı zulümler bekliyordur daha sonra milletimizi yeni İttihatçıların B takımı ile. Bir örnek savaş gemilerimizin şapka takmayan Trabzonluları korkutmak için Karadeniz'den Trabzon'u bombalaması gibi. "Atma Hamidiye atma şapka da giyeceğuk, vergi de vereceğuk" Türküsü oradan kalmadır.

Millet dışlanmıştır, ırkçılık yapılmıştır, Lozan'da topraklar, hilafet peşkeş çekilmiştir ve ardından da müttefiklerin 4 teklifinden birincisi olan ve yürürlüğe girmeyen bir Sevr Projesi ile Lozan karşılaştırılmaya götürülerek bir uyanıklık yapılmıştır. Hilafet kaldırıldıktan sonra da bu millet ile İslamın liderliğini yüzyıllarca yapan aile ülke dışına sürülmüştür. Fakirlikten, açlıktan ve hatta intihardan ölen sayısız hanedan mensubu insan, şehzade var Osmanoğullarında. 150'likler var ülke dışına atılan. Sayısız muhalif var. 500.000 insanın öldürülmesi var İstiklal Mahkemeleri ile. Say say bitmez.

Kemalistlerin bütün dayandıkları Sevr teorisidir. Çünkü bununla "ben sizi kurtardım, atanızım, artık ne dersem uyacaksınız, ağzınızı açamazsınız, namusunuzu, şahsiyetinizi, dininizi, inancınızı, kültürünüzü, kıyafetinizi, vs. donunuza kadar karışırım, tek bir laf edemezsiniz çünkü ben sizi kurtardım!" gibi bir iddiası ayakta tutulmaktadır.

Lozan'ı makbul gösterebilmek için öteden beri onu Sevr Sulh Teklifi ile mukayese etmek gibi bir bâtılla iştigal edilmiştir. Nutuk'ta proje diye geçer. Hadi Nutuk'un çağdaş Türkçe çevirisi ile katekulliye getirilen anlamına değil direk olarak Mustafa Kemal'in ağzından Osmanlıca aslından hakiki anlamıyla bir alıntı yapalım:

"Efendiler, Mondros Mütarekenamesinden sonra Türkiye'ye muhasım devletler tarafından dört defa sulh şeraiti teklif edilmiştir. Bunların birincisi Sevr PROJESİ'dir. Bu proje, hiçbir müzakerenin mahsulü olmayıp Düvel-i İtilafiye tarafından Yunan Başvekili Mösyö Venizelos'un da iştiraki ile tanzim ve Vahdettin'in hükûmeti tarafından (VAHDETTİN DEĞİL!) 10 Ağustos 1920'de imza edilmiştir. Bu proje, TBMM'ince bir zemin-i münakaşa bile addedilmemiştir." (M. Kemal - Nutuk, Ankara, 1927, sh: 403-404)

Mustafa Kemal burada Sevr'i tam üç kere proje tasvifi ile bahsetmekte ve Sultan Vahdettin'in bu projeyi tasdik edip etmediğini meskut geçmektedir. Halbuki Vahdettin Sevr'i tasdik etmemek için vaki tazyiklere göğüs germiş ve böylece de onun tekemmül ederek tam bir muahede halini almasını önlemiştir! Sevr'den İnönü de hatıratlarında proje diye bahseder.

 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites
Tarihteki olayları bilmek ve tarihi şahsiyetleri tanımak için ulaşılan ilk kaynaklar bilmek istediğimiz zaman ve mekanda mevcut bulunan kişilerin tuttukları hatıra defterleridir.


Bir kişi kendi siyasi çizgisine göre ya da işine geldiği gibi şahit olduğu olayları ve şahsiyetleri yorumlayabilir. Bizim yapmamız gereken tek bir kaynağı mutlak gerçek olarak ele almamaktır. Farklı kaynakları yan yana koyarak tarihin en saf haline mantık yoluyla ulaşmaktır.


Bugün 1927'de CHP kongresinde M.Kemal tarafından okunmuş olan Nutuk metninin objektif bir tarihi kaynak olmadığını sadece o devirde yazılmış tamamen taraflı ve siyasi bir metin olduğunu algılayabilecek duruma geldik çok şükür.


Milli Mücadele günlerinde hükumet olan şahısların hatıra defterleri var, Anadolu'da M.Kemal dışında savaşan komutanların hatıra defterleri var. Savaş sonrası kurulan cumhuriyet rejiminde M.Kemal'den farklı görüşlere sahip olanların hatıra defterleri var. Fakat hiçbirisi o devirde yayınlanmadığı gibi Kazım Karabekir Paşa'nın İstiklal Harbimiz kitabı gibi yakıldı da. Ve sonuç itibariyle tek tarihi gerçek olarak Nutuk ele alındı.


M.Kemal Milli Mücadele'de birlikte yola çıktığı isimlerin hepsini tasfiye edip yanına yeni isimleri almıştı. İstanbul'u zaten iftiraları ile vatan haini ilan etmişti. Yanındakileri ise "uygulamak istediğim modernizasyon projesine karşı oldukları için" bahanesi ile tasfiye etmişti. Halbuki bu isimlerin hepsi tam tersini söyler, modernizasyonda hem fikir olduklarını, sadece uygulama yöntemlerinde farklı düşündüklerini fakat M.Kemal'in tek adam olmak istediğini, kendilerinin ise otoriter modernizasyondan değil demokratik modernizasyondan yana olduklarını ifade ederler.


Nitekim Birinci Meclis cumhuriyet tarihinin en demokrat, renkli, çeşitli meclisidir. O meclisi herkes över. Fakat meclis kapatılır ve diktatörlüğe gidilir. Halide Edip bile iki oğlunu Amerika'ya yollayıp içini rahatlattıktan sonra Anadolu'ya mücadeleye geldiği vakit M.Kemal'in herkese emir veren tek adam olma istediğini görür ve "biz millete hizmet etmeye geldik, bir kişiye hizmet etmeye gelmedik" der. Halide Edip bu anlamda hayal kırıklığına uğramıştır.


Nitekim daha sonra dikta rejimi sağlamlaştırıldıktan sonra yabancı düşmanlığının başlamasıyla popüler olan onu bunu mandacı ilan etme hedeflerine Halide Edip de maruz kalmıştır. Halbuki bu akımdan evvel mandacılık ayıplanan bir şey olmadığı gibi sanıldığı gibi vatanı satmak anlamına da gelmiyordu. Tam tersine mandacılık ülkenin bağımsızlığını savunan fakat bir büyük devlet tarafından da gelişme sürecinde destek görme ülküsünü savunuyordu. Hatta Anadolu'daki kongrelerde mandacılık tartışılırken M.Kemal sert bir itirazda bulunmadığı gibi, Samsun'a çıkmadan evvel Pera Palas'ta M.Kemal "eğer İngilizler Anadolu'da sorumluluk sahibi olursa Türk valileriyle anlaşmaları gerekir. Ben de hizmet etmek isterim." diyerek direk kendisi bile İngilizlerden görev istemiştir. Aksi halde Kemalistlerin iddia ettiği gibi İngilizler onu yakalamak istese İstanbul'dan bile çıkamazdı ve Anadolu'ya bile gidemezdi çünkü çıktığı Samsun İngilizlerin kontrol ettiği tek liman olduğu gibi, Samsun'a gitmek için bile İngilizlerin kendilerinden vize almıştı.


Yıl 1927'ye geldiği vakit artık M.Kemal'in tek adam olduğu, en güçlerini geçirdiği vakittir. Ve Nutuk'ta da M.Kemal önceki birkaç senenin hesabını verir ve kendisini korur. Kendisine çok geniş yetkiler verip Milli Mücadele için görevlendiren devlete karşı çıkarak Ankara'da Paralel Devlet kurar yani kısaca savaş sonrasında darbesini gerçekleştirir ve gerek mevcut devletin başkanını ve hükumetini iftiralarla vatan haini ilan eder ve gerekse de Milli Mücadele'de kendisiyle savaşmış olan tüm komutanların tasfiyesini yine çirkin iftira ve hakaretlerle meşrulaştırmaya çalışır. Anadolu kongrelerindeki manda tartışmalarını gölgeler ve Nutuk metninden bu belgeyi çıkarır. Herkes vatan haini iken bir tek kendisini vatanı kurtarmak için bir Mesih gibi gösterir ve Anadolu'ya en son çıkan komutan olmasına rağmen bunu gölgeleyerek mücadeleyi başlatan kişi olduğunu iddia eder.


Ve bu iftiralar ve yalanlar ortaya çıkmasın diye de tüm muhalefeti ve medyayı susturur. Sayısız insan öldürülür. Yaşayanlardan Kazım Karabekir Paşa bile evinden sokağa çıkamaz, sürekli polis gözetiminde yaşar. Hatıraları yakılır. Çünkü farklı sesler hep farklı şeyleri söyler.


5 sene boyunca İngiliz işgali altında olan İstanbul hükumeti İngiliz süngüsü altında bazı fetvalar ve idam kararları çıkarmıştır. Fakat buna rağmen direk devlet başkanı Milli Mücadeleyi başlatıp komutanları Anadolu'ya gönderdiği gibi, el altından da hükumeti silah yardımında bulunmuştur.


Demokratik Birinci Meclis üyelerinin ve komutanların gerici, mandacı, vesaire gibi olduğu iftiralar ise külliyen yalandır. Onlar da modernizasyonu desteklemiştir, onlar reform yanlısıdır çünkü neredeyse hepsi Abdülhamid devrine karşı idi ve M.Kemal'den en büyük farkları bu reformları diktatör sistemi ile değil demokratik sistem ile yapmak.


M.Kemal bu seslere rağmen Birinci Meclis'de kamplaşmaya, bölücülüğe gitmiş ve kendisinden yana olanları belirtmek için Birinci Grubu kurmuştur. Kendisinden yana olmayanlar ise kendiliklerinden İkinci Grubu kurmuş değillerdir. Kendileri dışlandıkları için "bize İkinci Grup dediler biz de öyle olduk" demişlerdir. Nitekim meclis kapatılınca bu İkinci'lerin hepsi tasfiye edilir.


İkinci Meclis'e ise M.Kemal söz verdiği gibi seçimle milletvekili seçtirmez, tam tersine kendi eliyle bu isimleri seçer. Fakat kendisinin seçmesine rağmen yine muhalif sesler duyunca bu meclisi de kapatır ve yeni meclis kurar.


M.Kemal'i desteklemeyen Birinci Meclis üyeleri Milli Mücadele'yi, reformları ve demokrasiyi destekliyorlardı. Fakat M.Kemal tarafından kötü görülmeleri iki sebepledir: 1. Tek adam diktatörlüğü istememek, 2. Lozan Antlaşması'nın imzalanmasına karşı çıkmak.


Bazıları diyecek ki onlar meşrutiyet yanlısı idi. İyi güzel de cumhuriyet ile demokrasiye geçemedik ki tam aksine monarşiden daha katı bir diktatörlüğe geçtik. Ama mesela bugün 'demokrasinin beşiği' olan İngiltere'de meşrutiyet vardır. O yüzden bu bir bahane olamaz.


Birinci sebep olan diktatörlüğü geçelim ve ikinci sebebe gelelim. Lozan Antlaşması.


M.Kemal'e mecliste muhalif olanların hemen hemen hepsi Lozan'a karşıydılar. Savaş ile kazanılan vatanın masa başında haince düşmanlara satılması olarak görüyorlardı çünkü.


Hakikaten M.Kemal'in bu antlaşma için Türkiye'yi temsilen gönderdiği heyetin bu görüşmelerde diğer devlet liderlerince nasıl aşağılandıkları ortadadır. Bir tek İ.İnönü'nün ensesine tokat atmadıkları kalmıştır bu görüşmelerde. İ.İnönü de "ne istedilerse verdik" diyerek ülkeye geri dönmüştür.


Burada bir gariplik yok mudur? Bir savaş yaşanıyor ve bitiyor. Bunun sonucunda antlaşma imzalanırken toplantıda zafer kazanan tarafın üstün, söz sahibi ve saygı gören taraf olması gerekmez mi?


Ama tam tersi oluyor ve biz bugün T.C. devletinin sınıflarının çevresinin çok daha geniş olması gerekirken (çünkü savaşı kazandığımızda vatan sınırları bellidir, savaşın galibiyeti sonrasında kazandığımız toprakların tamamı bugünkü T.C. sınırları değildir, çok daha geniştir) biz o toprakların hepsini masa başında veriyoruz. Toprak dışında hilafet de İngilizlerin isteği üzerine veriliyor. M.Kemal'in başta hilafeti kaldırmak gibi bir derdi yoktu oysa ki.


Toparlarsak M.Kemal diktatörlüğe ve Lozan'a karşı çıkan meclisin kendisine engel olacağını düşünerek bu meclisi kapatıyor ve diktatörlüğe de gidiyor, Lozan'ı da imzalıyor. Lozan'ın imzası karşılığında da Kemalist rejim kurulmuş oluyor. Zaten dert vatanı kurtarmak değil, rejim büyük devletlerce tanınsın, diktatörlük kurulsun da ötesi kolay.


Zaten ondan sonra güç tek elde toplanınca tüm olaylar çarpıtılıyor, herkes hain ilan ediliyor, mandacı ilan ediliyor ve kendisinin görev istemesi örtülüyor, başından sonuna kadar M.Kemal'in tek başına mücadele edip, Kurtuluş Savaşı'nı başlattığı ve vatanı kurtardığı yalanı yaratılıyor.


Muhalif sesler susturulup diktatörlük sağlamlaşınca yalan tarih algısı da güçlü bir propaganda ile zihinlere nakşediliyor. Aksi ses çıkaranın kellesi gidiyor. Bunu nitekim en başında dillendirdiğini ifade ediyor M.Kemal Nutuk'ta: "...fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir!"

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ulusalcı zihniyete karşı olan neden ulusalcı zihniyet ile oluşturulan tarih algısını kabul eder? Nutuk CHP'den çıkma siyasi bir kitaptır.

Bugün ulusalcıları, gezicileri, kemalistleri ve yorumlarını beğenmiyoruz.

Bugünkü absürt yorumlarını madem ciddiye almıyoruz peki neden 30 sene boyunca tek başlarına iktidar iken oluşturdukları tarih algısını ve yarattıkları kahramanlar ve vatan hainleri algısını beğeniyoruz?

Bugün onlara göre mevcut hükumet ve devlet adamları vatan haini.

Bunu kabul etmiyoruz da neden aynı kişilerin tarihteki şahsiyetler için aynı tarz yorum ve görüşlerini kabul ediyoruz?

Devrin devlet başkanı Vahdettin, başbakanı Damat Ferit Paşa, İç İşleri Bakanı Ali Kemal, Dış İşleri Bakanı Ahmet İzzet Paşa, vesaire ve diğer bakanlar vatan haini ilan edilir.

Bugün devlet başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan'ı daha mı az vatan haini ilan ediyorlar? Atatürk'ün cumhuriyeti yıkıldı, devlet elden gitti, vesaire diyorlar.

Nutuk kitabı objektif bir tarih kitabı değil sadece 1927'de CHP toplantısında milletvekillerine okunmuş tamamen taraflı ve siyasi bir kitaptır. M.Kemal kendisini korumak için, temize çıkarmak için, tarihi çarpıtmak için açıklamalarda bulunmuş ve hem Milli Mücadele devrinin Osmanlı hükumetinin tüm bakanlarını padişahıyla birlikte hain olarak anıp çirkin hakaretlerde bulunmuş, hem de Milli Mücadele'de kendisiyle beraber çarpışan komutanlarımıza hakaretlerde bulunmuştur.

Halbuki görevli olarak gönderildiği Anadolu'da görevini ifa ettikten sonra darbe yapıp devleti ele geçirmek yerine devletin hükumetini ve devleti yıkılmaktan kurtarmalıydı. Devlet devlet başkanına iade etmeliydi.

Düşünün Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının darbe yaptıklarını. Bugün Deniz Gezmiş terörist olarak anılıyor.

Şahsiyetli muhafazakarlar, liberaller, solcular, milliyetçiler zihinlerindeki Kemalizm tümöründen arınmalı ve kendilerine ve dedelerine dayatılan, tamamen siyasi amaçlar güden tarih algısından kurtulmalıdırlar.

Vahdettin Sevr'i imzalamamıştır, Anadolu'nun dört bir yanına son çare olarak komutanlarını yollamıştır mücadele için ve İstanbul'da İngiliz süngüsü altında yaşarken el altından da hükumetine verdiği talimatlarla Anadolu'ya silah yardımı yapmıştır.

Fakat kendisine geniş selahiyetler verilip Anadolu'ya gönderilen M.Kemal örgütlenme kurup mücadele etmek ve devleti teslim etmek yerine İngiliz antlaşması sonucu İstanbul'u işgal etmiş olan İngiliz'in meclis-i mebusan'ı kapatmasının hemen ardından kendisi Ankara'da meclis kurmuş ve İngiliz Yunan'dan desteğini çekip İstanbul'a değil Ankara'ya destek vererek Kemal Paşa'nın darbesini desteklemiştir. Nitekim bu süre zarfında Lozan'da tamamen İngiliz'e teslim olup her dediğini yapan (savaşla kazanılan Anadolu çevresindeki toprakların verilmesi ve hilafetin peşkeş çekilmesi) Kemal Paşa hükumetine de karşılığında Anadolu'da kurulan devlet teslim edilmiştir.

Ardından da kurulan yeni rejimin propagandası ile de kahraman kurtarıcı kültü yaratılmış, İstanbul hükumeti ile kendisini birlikte görevlendirdiği tüm komutanlar vatan haini ilan edilip tasfiye edilmiş ve tek adam diktatörlüğü altında millete seyyar infaz birlikleri (istiklal mahkemeleri) ile zulüm edilerek tamı tamına 500.000 insan asılmış, kesilmiş, katledilmiştir.

M.Kemal öldükten sonra da İnönü Faşist İtalyan sistemini getirerek devlet ile CHP'yi adeta bütünleştirmiş ve bu zulme devam etmiştir. Tek bir zaferi olmayan İnönü kahraman gibi gösterilmiş haliyle ve Milli Şefliğe kadar bu sayede gelmiş. Filistin hezimetleri ve çatışma mahiyetinde olan olaylar İnönü Savaşları görmemezliğe gelinerek okullarda tarih kitapları halkı uyutmuş ve 7 düvel masalının altında sadece tek bir Yunan düşmanı ile olan savaştan da yüzlerce bayram çıkarılarak rejim adeta milletin zihnine kazınmıştır.

Adeta mevzu o olmasaydı biz olmazdık, o olmasaydı savaşı kazanamazdık, o olmasaydı demokrasi olmazdı, o olmasaydı eğitim olmaz cahil kalırdık, o olmasaydı bugünkü nimetlerin hiç birisine sahip olamazdık noktasına getirilmiştir.

Halbuki o olmasaydı olurduk, o olmasaydı savaşı kazanırdık çünkü tek bir komutan olmadığı gibi milyonlarca milletten de tek bir kişi olan o savaşmamıştır ve ayrıca onu görevlendiren de bir baş vardır, o olduğu için demokrasi olmadı, o olmasaydı eğitim de olurdu, modernlik de...

Bu milleti adam yerine koymamaktır, aklı başında hiçbir insan yoktu Türk milletinde demektir onu putlaştırıp o olmasaydı şu bu o hiç olmazdı demek.

Bugünkü tarih algısını yaratanlar bugün beğenmediğimiz ulusalcılardır. Madem öyle, o vakit onların hain dediklerine hain demeyi ve kahraman dediklerine de kahraman demeyi bırakalım da objektif bir şekilde tarihe ve farklı ağızları okuyup hakikatleri görelim. İşte o vakit anlaşılır kimler gerçekten vatan haini imiş kimler gerçekten kahraman imiş.

Saygılarımla.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...