Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
deniz_mavidir

Nurullah GENÇ

Recommended Posts

YÜRÜYELİM SENİNLE İSTANBUL'DA

 

 

 

Kırmızıyı sevdiğini bilseydim

 

hayallerim kıpkırmızı olurdu

 

 

 

İstanbul hala güneşin ardında

 

ufuklarında birkaç kara leke

 

birkaç kan pıhtısı dudaklarında

 

İstanbul hala sevimli mi sevimli

 

ve hala bir tomucuk tadında

 

yürüyelim seninle İstanbul'da

 

 

 

korkusuz bir rüyadır

 

bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da

 

birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü

 

yenilgisiz bir muamma gibidir

 

arar buluşmayan ellerimizi

 

deli rüzgar yine sarhoş, hovarda

 

 

 

tam orada, Çamlıca yokuşunda

 

birkaç bulut çekelim gökyüzünden

 

damarlarımızdan geçirelim ve birden

 

bırakalım suların üzerine

 

sen bir defa konuş, sen bir defa gül

 

kumlu ebrular yapalım seninle

 

serpmeli ebrular, bülbülyuvası

 

hercaimenekşe, gonca ve sümbül

 

 

 

yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında

 

yürüyelim seninle İstanbul'da

 

boğaziçi mağrur türkülerini

 

gözlerine baka baka söyleyin

 

martılar üşüyünce

 

denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi

 

 

 

anlayabilir misin

 

neden çıban gibi büyür bağrımda

 

büyür de kelebek olur bu sızı

 

kırmızıyı sevdiğini söyledin

 

bu yüzden mi günlerdir

 

İstanbul'da gül kokusu yayılan

 

tepeler kırmızı, sular kırmızı

 

 

 

İstanbul bilmeli ki, sahillerine

 

mehtabı taşıyan senin bakışlarındır

 

İstanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler

 

önce senin yüreğine açılır

 

uzaklarda bir yerde

 

toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın

 

parmaklarında hüzün

 

sana doğru akan nehrin

 

ağlayan suretidir

 

 

 

bir elimizde umut

 

bir elimizde sevda

 

yürüyelim seninle İstanbul'da

 

musiki kesilsin, tükensin yazı

 

çaresiz kalınca mızrap ve şiir

 

ozan bir kenara bıraksın sazı

 

ressam fırçasına neden mi kızgın

 

tuvalde çizgiler, renkler kırmızı

 

kırmızıyı sevdiğini bilince

 

çekilir mi artık güllerin nazı

 

 

 

Anadolukavağı'nda her akşam

 

burcu burcu bir rüyadır hayalin

 

karanlık, hüznünü düşürür dağa

 

kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar

 

endamın her sabah iner toprağa

 

 

 

hasret, yanlızlığı çoğaltan deniz

 

ayrılık acıyla süzülür kandan

 

nefesin fermandır Topkapı Sarayı'nda

 

dönüşünü bekliyor rıhtımda şehzadeler

 

öylesine yorgun, mahzun ve candan

 

 

 

İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda

 

uykusundan uyanınca fırtına

 

dalgalar türkümüze aşina olur

 

yüzümüze bakınca deniz fenerleri

 

sahibini arayan gemilerin

 

çığlığıyla vurulur

 

 

 

tarih heyelandır hainlerin ardında

 

İstanbul tarihin soylu anası

 

biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız

 

sevdayı kız kulesi'nden

 

yalıların burukluğu altında

 

geçiyoruz sokaklardan delice

 

 

 

anlayabilir misin

 

beyoğlu'nda gezinen

 

hayal kırıklığının benden türediğini

 

anlayabilir misin

 

kırmızı neden böyle

 

doldurur aynalara inleyen yüreğimi

 

 

 

sana giden yolların kavşağında

 

bir adam direniyor izini bulmak için

 

siliyor tanyerine akan alın terini

 

ufkunda sapsarı umudun rengi

 

mavi yitik, beyaz kızgın ve siyah

 

arıyor sessizce kaybolan günlerini

 

 

 

Gülhane'de simit satan çocuklar

 

nasıl anlasınlar ellerimizin

 

neden böyle çekingen olduğunu

 

Ayasofya önünde tramvay bekleyenler

 

gökyüzüne dokunurken bu acı

 

kimdir diye sorsunlar içlerinden

 

birlikte yürüyen iki yabancı

 

 

 

biz gitsek de, İstanbul'da yine de

 

yıllar yılı gezinmeli bu sızı

 

benden bir yaralı şiir kalmalı

 

senden bir tebessüm, bir de kırmızı

 

 

NURULLAH GENÇ

Share this post


Link to post
Share on other sites

Keman gene muzdarip,ney gene gam yüklüdür,

Tambur bir muammayı çözüyor tellerinde,

Çizgiler biraz isyan,biraz ilham yüklüdür,

Necip Fazıl okuyan genç kızın ellerinde....

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yağmur

 

Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur

Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından

Toprağı kirlerinden arındırır bir yağmur

Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından

Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat

En müstesna doğuşa hamiledir kainat

 

Yıllardır bozbulanık suları yudumladım

Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

 

Hasretin alev alev içime bir an düştü

Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü

Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde

Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü

 

İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin

Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla

Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin

Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla

Evlerin anasına dikilir yeşil bayrak

Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak

 

Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım

Heyula, bir ağ gibi ördü rüyalarımı

Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım

 

Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü

Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü

Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe

Her sayfada talihsiz binlerce kurban düştü

 

Bir güzide mektuptur, çağların ötesinden

Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına

Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden

Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına

Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin

Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin

 

Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım

Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış, mazide

Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım

 

Sensiz kaldırımlara nice güzel can düştü

Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü

Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin

En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü

 

Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan

Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar

Mutluluk nağmeleri işitirler Hira'dan

Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar

Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri

Paramparça, ateşler şahinin hayalleri

 

Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım

O mücella çehreni izleseydim ebedi

Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

 

Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü

Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü

Katil sinekler deldi hicabın perdesini

İstiklal boşluğuna arılar nadan düştü

 

Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında

Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin

Ebedi aşka giden esrarlı yollarında

Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin

Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü

On asırlık ocağın savururdum külünü

 

Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım

Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak

Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

 

Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü

Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü

Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara

Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü

 

Badiye yaylasında koklasaydım izini

Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar

Seninle yıkasaydım acılar dehlizini

Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihar

Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya

Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya

 

Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım

Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu

Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

 

Haritanın en beyaz noktasına kan düştü

Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü

Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi

Hakların temeline sanki bir volkan düştü

 

Firakınla kavrulur çölde kum taneleri

Ahuların içinde sevdan akkor gibidir

Erdemin, bereketin doldurur haneleri

Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir

Şemsiyesi altında yürürsün bulutların

Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların

 

Devlerin esrarını aynalara sorsaydım

Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler

Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

 

Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü

İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü

Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer

Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü

 

Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini

Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir

Yıldırımlar parçalar çirkefin gölgesini

Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir

Yağmur, birgün kurtulup çağın kundaklarından

Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından

 

Madeni arzuların ardında seyre daldım

Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini

Senin için görülen bir düş de ben olsaydım

 

Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü

Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü

Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali

 

Hazindir ki, dertleri aşmaya umman düştü

Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır

Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur

Sensiz doğrular eğri, beyaz bile karadır

Sesini duymayanlar girdabında boğulur

Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin

Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin

 

Saatlerin ardında hep kendimi aradım

Bir melal zincirine takıldı parmaklarım

Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

 

Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü

Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü

Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül

Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü

 

Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde

Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay

Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde

Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray

Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin

Mekanın firçasında solmayan resim senin

 

Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım

Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme

Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

 

Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü

Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü

İniltiler geliyor doğudan ve batıdan

Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü

 

Islaklığı sanadır ahımın, efganımın

İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler

Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın

Nazarın ok misali karanlıkları deler

Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin

Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin

 

Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım

Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar

Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

 

Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü

Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü

Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün

Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü

 

Nefesinle yeniden çizilecek desenler

Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek

Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler

Anneler çocuklara hep seni içirecek

Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin

Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin

 

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım

Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın

Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

 

Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü

Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü

Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın

İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü

 

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım

Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım

Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

Senin için görülen bir düş de ben olsaydım

Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım

Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın

Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

İşte olay budur... Uluslararası bir naat yarışmasında derece yapmış bir şiir ve gerçekten bunu hak ediyor bence. Nurullah Genç gibi kaliteli bir şairin ortaya çıkışındaki yegane sebep... O'na duyulan sevginin en güzel ifadelerinden. Arada sırada döner döner okurum.

 

Paylaştığınız için teşekkür ederim.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Rüveyda

 

fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına

bir güvercin uçurup kıtalar arasından

çağırdın beni

geçerek birer birer sürgün kanyonlarını

derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına

yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı

yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı

yetim çığlıklarımı duyurmak üzere sana

koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına

 

adını söylemek istemiyorum

her hecesi amansız bir kor dudaklarımda

her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım

zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım

adını söylemek istemiyorum

Rüveyda dediğim zaman

anla ki, senin için yürüyor kelimeler

çığlığımın atardamarlarından

 

hangi yıldızdır bilmem, gözlerin

kayar da üzerime Rüveyda

önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime

sonra açılır önümde ıstırab vadileri

silik renkleriyle adımlarıma

çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir

hayalin bittiği menfeze doğru

alaca bir at koşar içimde

zamansız, mekansız nefese doğru

 

uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair

yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda

oysa Rüveyda

baştan başa ben

kevser akan, gül kokan bir kalbin filiziyim

 

kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden

bir anlatsam nasıl utandığımı

bir doğrulsam eğrildiğim yerden

ağarır tanyeri nilüferlerin

alaca bir at koşar içimde

ezer toynaklarıyla anılarımı

 

sular köpürmemeliydi Rüveyda

kırılmamalıydı ıslak dalları hasret selvilerinin

ben zehire alışkınım, şerbete değil

rüyalar nefret eder avare duruşumdan

kabuslar çekerek ancak derdimi yeryüzünde

sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber

ben her gece bir mehdi türküsüyle çilekeş

yargılamak için zeval kayıtlarını

inkilap bekliyorum

 

hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin

uzanır da gönlüme Rüveyda

derinden bir ok saplanır bağrıma

beynimi çağıran bir sese doğru

alaca bir at koşar içimde

zamansız, mekansız nefese doğru

 

varlığın cinayettir memleketimde işlenen

akıtır kanını asil pehlivanların

yokluğun sükunettir kuşatır evrenimi

varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın

 

artık eskisi gibi bakamıyorsun

göklerinde bir belkıs otururdu Rüveyda

binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin

güneş bir ane gibi dururdu başucunda

artık dokunamıyor kakülün bulutlara

karalara bürünmüş saçlarında dolunay

BEN BU KADAR ZULME LAYIK MIYIM RÜVEYDA

 

hangi ressamı vurur bilmem, endamın

sarar da benliğimi

ben beni tanımam kaldırımlarda

kafesleri yutan kafese doğru

alaca bir at koşar içimde

zamansız, mekansız nefese doğru

 

kırmızı bir kurdela bağlayarak alnına

duydun mu orkideye dua eden birini

bu ısmarlama yüzler yok mu Rüveyda

bu yapmacık bebekler

gözyaşı akıtırken gülenler yok mu

beni kahrediyor geceler boyu

 

hangi çağın gelişidir bilmem, gülüşün

soluk bir dünyanın mezarlarına

gömerek gurbetimi

kapadı karanlığa Yesrib, kapılarını

meydan okuyuşun çağın ordularına

bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır

doruklarından öte hevese doğru

alaca bir at koşar içimde

zamansız, mekansız nefese doğru

 

yasını tutuyorum kararttığım düşlerin

yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda

amansız bir ütopya üfleyen pencereler

lif lif yoluyor dram seyyahı bedenimi

önümde, haksızlığın hesaba çekildiği

hiç kimsenin kimseyi tanımadığı mahşer

arkamda, kare kare ömrümü belirleyen

hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler

 

söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını

yeniden bir Nil olup taşar mıyım çölllere

kim giydirir başıma tacını nihayetin

kim takar bileğime hürriyet künyesini

karada balık gibi nasıl yaşarım, söyle

Rüveyda, seziyorum; tahammülün kalmadı

ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı

asırlardır köhne barınaklarda

küflenen, çürüyen çığlıklarımı

 

at vuruldu içim paramparça Rüveyda

gölgelerin ardına sakladım kusurumu

sen orada kayıtsızca gülümsüyor gibisin

ben burda damla damla eriyip akıyorum

yine de, çiğnetmem kimseye gururumu

istenmediğim yeri sessizce terk ederim

hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu

mahzun bir derviş gibi boyun büker, giderim

 

 

Nurullah Genç

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Siyah Gözlerine Beni De Götür

 

daha dokunmadan kurudu irem

çöllere bir türlü yağamıyorum

yeni bir koşuşun başlangıcında

biraz deprem sonrası

biraz şehir hülyası

bir kalp yangınından geriye kalan

siyah gözlerine beni de götür

artık bu yerlere sığamıyorum

 

pembe uçurtmalar yollandığından beri

sarardı tiryaki menekşeleri

sonbaharın tozlu kafeslerinde

sevgi turnaları yakalıyorum

turnalar gidiyor; ben kalıyorum

avareyim, asûdeyim, yorgunum

bilmiyorum neden sana vurgunum

erzurum garında banklar üstünde

uyku tutmuyor karanlıkları

yitik düşlerimi kovalıyorum

gölgeler gidiyor; ben kalıyorum

 

binbir türlü kokuyorsa yaylalar

siyah gözlerine beni de götür

baharın koynundan koparıp sana

ipek bir mendile sardığım yüreğimle

şehzade gülleri gönderiyorum

umutlar kalıyor; ben gidiyorum

 

bütün yelkenlileri, deniz fenerlerini

kaptanları sorgulayan

yanından geçen küheylanların

korku tûfanına yakalandığı

siyah gözlerine beni de götür

güneş ülkesinden gelen yiğitler

benzeri olmayan bir dünya kursun

cellat, ayrılığın boynunu vursun

 

usul usul intizârı çürüten

bu hercai diken, bu çılgın arzu

sürüklüyor imkânsız muştuların

eşiğine gönül vâdilerini

bir ağaçtan düşen yapraklar gibi

düşüyorum tanyerine

ya topla yaralı kırlangıçları

ya da bu vefâsız şarkıyı bitir

özgürlüğe giden tutsaklar gibi

siyah gözlerine beni de götür

 

SON ŞARKI

ey mona liza’nın kıskandığı el

bu kaçıncı bekleyiş trenlerin ardında

bin pâre olduğum kaçıncı bozgun

bir gün bu esrârlı hikâye biter

erzurum garında banklar üstünde

kalem bana kızgın, kitaplar kızgın

hasret katar katar uzayıp gider

içimde bir figân her düdük sesi

her vagon efkârlı bir uzun hava

göçmen kuşlar hâlâ dönmedi geri

kurumuş, evlerin karanfilleri

ey mona liza’nın kıskandığı el

sihrine bir defa dokunmak için

hep aynı şarkıyı söyleyip durdum

başımı umutsuz taşlara vurdum

vermedin bir siyah fotoğrafını

ya da bir hatıra parmaklarından

beni bir kaygısız neron mu sandın

hangi düşmanımın sözüne kandın

götür, senin olsun bütün ihtişâm

gece mahkûmuna kalır mı akşam

 

erzurum garından ayrılıyorum

banklar mütereddit bakıyor ardımsıra

abdurrahman gazi yokuşlarında

mecnun’la, kerem’le buluşacagiz

bu çâresiz derdi konuşacagiz

yollar kivrim kivrim, çetin ve uzun

daglar melânkoli, dereler hüzün

takvimleri görmek istemiyorum

karanliga dönmek istemiyorum

 

ey mona liza’nın kıskandığı el

bu kar yığınları cehennemden mi

bu sokaklar mahşerden mi geliyor

gürcükapı ihtirazı bilmezdi

altın kalpli zambakların

filizlendiği taşmağazalar

ilmek ilmek bileklerine

geçirmezdi nefret urganlarını

nerede dadaşın gür bıyıkları

aziziye neden böyle derbeder

solan renkler kimin, kaldırımlarda

ya bu erzurum erzurum değil

ya ben başkasıyım bu erzurum’da

 

ey mona liza’nın kıskandığı el

belki de o eski sinemalarda

hâlâ bir çin filmi oynamaktadır

çifteminareler mum ışığında

sonsuzluğa geçit aramaktadır

küskün çinileri yakutiye’nin

yine sessiz sessiz ağlamaktadır

ıssızlığa kurşun sıkan tabyalar

başına karalar bağlamaktadır

 

abdurrahman gazi yokuşlarında

ne mecnun ve kerem, leyla ve aslı

ne de çin filmlerinden kalan görüntü

alevli bir köpük sadece dünya

erzurum garına, banklar üstüne

dönüyorum çıplak ayaklarımla

yine kuşlar, yine rüzgâr ve yağmur

zavallı gözlerim kırmızı, mahmur

unutuyor sevda resimlerini

ey mona liza'nın kıskandığı el

o eşsiz, ebedî sılâdan mahrum

şarkıları sana bırakıyorum

 

Kaynak: Şegrayin Şarkıları

Nurullah Genç

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

.............evet nurullah genç.......yürüyelim seninle istanbul'da en sevdiğim şiirlerinden.....ve daha bi çoğu..tarzı uslubu.............off ya....böle dedikçe....yeteneksizliğimi hatırlıyorum :lol:

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hıçkırıklar

 

Saatler bitmiyor yapayalnızım

Gülmek istiyorum,gülemiyorum

Sensiz olmak mıdır hep alınyazım

Bilmek istiyorum,bilemiyorum.

 

Esirgedin nazlı,hilal kaşını

Harap ettin çiçek kokan başını

Yüreğime akan gözüm yaşını

Silmek istiyorum,silemiyorum.

 

 

Sanki her şey efsaneydi,masaldı

Ayrılık ruhumu elimden aldı

Gözlerim yollara takılıp kaldı

Gelmek istiyorum,gelemiyorum.

 

 

Göğüs germek için acılarıma

Titreyişlerime,sancılarıma

seni bir kez olsun avuçlarıma

Almak istiyorum,alamıyorum.

 

 

Saçılan bir köpük olmak dilinde

Boğulmak saçının ince telinde

Sır gibi sonsuza değin kalbinde

Kalmak istiyorum,kalamıyorum.

 

 

Unutuyor beni sırlı gözlerin

İçimde bir yara işliyor derin

Kulakların,dudakların,ellerin

Olmak istiyorum,olamıyorum.

 

 

Bölerek uykunu rüyalarına

O kucak dolusu hülyalarına

Gece gündüz uçup aynalarına

Konmak istiyorum,konamıyorum.

 

 

Deli gibi aşık olsa da güle

Kim acır çöllerde öten bülbüle

Bir gün alev alev yanıp da küle

Dönmek istiyorum,dönemiyorum.

 

 

Hıçkıra hıçkıra ağlamaktansa

Başına karalar bağlamaktansa

Bu yüreği her gün dağlamaktansa

Ölmek istiyorum ölemiyorum.

 

nurullah genç

 

 

Bu şiirin İçinde biraz ben varım biraz da siz varsınız :D :D

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yalnızsın

 

Bir akşam ışıkların dağlara güldüğünü

Bir akşam bulutların seyre döküldüğünü

 

Görürsün hasretiyle sabah ezgilerinin

Bir akşam gözlerin ufka dalar pek derin

 

Kuşlar öter, uçuşur yeşil dallara konar

Umutlar yaprak yaprak alevlenir de yanar

 

Son mutluluk sesleri dökülür dudaklardan

İnsanlar gölge gibi çekilir sokaklardan

 

Rüzgar okşamaktayken anne gibi tenini

Gecenin kolları sessizce yakalar seni

 

Anlarsın gözlerinin dolup boşaldığını

Anlarsın yalnızlığı ve yalnız kaldığını...

Share this post


Link to post
Share on other sites

O esrarlı yangına bu can nasıl dayandı?

Sahile vurdu kalbim,su yandı,kum da yandı.

Bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum,

Ölüme başkaldıran dertli uykum da yandı.

Yurdundan mahrum edip dolaştırdın Cem gibi.

Ruhumla söndü alev,sonra ruhum da yandı.

Kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut.

Bülbülün küllerine konan puhum da yandı.

Böylesi bir yangını görmedi Nemrut bile.

Kaktüsün gölgesinde nazlı âhım da yandı.

Âhımdır zannederdim en belalı kıvılcım,

Kirpiğine dokunan kanlı âhım da yandı.

Bir damla su ver bana ey çöl! Bari sen küsme.

Kalmadı hiçbir şeyim bak,günahım da yandı.

Yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme.

Ülkem yıkıldı heyhat!

Ordugâhım da yandı.

Köleleri her akşam duman kıldı gözlerin,

Başıma tâc ettiğim padişahım da yandı.

İlk defa böylesine tutuştu gökkuşağı.

Renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı.

O'ndan başka ne varsa yandı,

Yandık sen ve ben.

O'nu göreyim diye,kıblegâhım da yandı.

 

Nurullah Genç

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

DİKEN DİKEN

 

 

 

zembilcide büyüyen, dal üstünde uyuyan

 

gülmek sende gül olur, sen bende diken diken

 

elmas beşik içinde kundağını öptüğüm

 

sevmek tende gül olur, ten bende diken diken

 

inci döker gözlerin asil kirpiklerinden

 

umut kanda gül olur, kan bende diken diken

 

kezzap akıtsan bile filizlenir yüreğim

 

ölüm canda gül olur, can bende diken diken

 

maverayı bulunca kapında süvariler

 

kılıç kında gül olur, kın bende diken diken

 

kafdağından öteye gidenler birgün döner

 

hasret handa gül olur, han bende diken diken

 

hasadı diriliştir tarlasında sevginin

 

buğday unda gül olur, un bende diken diken

 

acıların birikir, birikir de içimde

 

her şey bende gül olur, ben bende diken diken

 

 

 

bir televizyon programında Nurullah genç bu şiirini okudu yazım yönünden bir benzeri daha yokmuş şiiri farklı şekillerde okuyunca beş anlamlı şiir oluşuyormuş.

Share this post


Link to post
Share on other sites
DİKEN DİKEN

 

 

 

....

bir televizyon programında Nurullah genç bu şiirini okudu yazım yönünden bir benzeri daha yokmuş şiiri farklı şekillerde okuyunca beş anlamlı şiir oluşuyormuş.

Selamlar,

 

Öncelikle Nurullah Genç ile ilgili açılmış bulunan iki başlık, tek başlık haline getirilmiştir.

 

Bu şiirin hangi şekillerde okunduğunda anlamlı hale geldiğini (Dümdüz okumak hariç :) ) bilen bir arkadaşımız, biz cahillere yardım edebilir mi?

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ulu Tanrı'ya

 

ey sineği kanadıyla uçuran

ey kulları Sırat'ından geçiren

sevenlerin zikrindeki görünmez

bilgelerin fikrindeki görünmez

ey gülümü bana özgü yaratan

dallarını baharıyla donatan

ırmağa yaklaştım; akarak gitti

servi gözüyaşlı bakarak gitti

gece, tenha koydu beni dünyaya

kanlı çığlığımı duyurdum aya

acıdı halime gökte her yıldız

 

 

 

sabah, saçlarımı okşadı yalnız

güneş bile derman olmadı bana

son bir ümid ile yöneldim sana

boynumu kırdım da kapına geldim

garipler otağı yapına geldim

nerde gülüm, hayal hücresinde mi

mor salkımlı evin bahçesinde mi

ülkemde en güzel hakandır gülüm

beni bu ateşte yakandır gülüm

kanımın rengini taşır yüzünde

götür beni O'na, koyma güzünde

ey ayrının hasretini bitiren

ey yolcuyu sılasına yetiren

Ulu Tanrı, Ulu Sahip, Ulu Rab

Yardım eyle; ruhum harab; ten harab

 

Nurullah Genç

Share this post


Link to post
Share on other sites

Benim Şiirim

 

Bakmayın çevremi kuşatanlara

Hüznün,yalnızlığın şairiyim ben

Issız ovaların nehiriyim ben

İçimde işliyor derin bir yara

Aşkın öldürmeyen zehiriyim ben

Bakmayın çevremi kuşatanlara

Hüznün,yalnızlığın şairiyim ben

 

Kapattım kalbimin son kapısını

Dokunun;boşlukta bir taş gibiyim

Hafızası ölü nakkaş gibiyim

Çekiyorum mutsuzluğun yasını

Ayaklara mahkum bir baş gibiyim

Kapattım kalbimin son kapısını

Dokunun;boşlukta bir taş gibiyim

 

Ölümü yaşadım ölmeden önce

Bana sonsuzluğu beklemek düştü

Mazide benim de yüzüm gülmüştü

Uyandım,mutsuzluk geri dönünce

Ölümü yaşadım ölmeden önce

Bana sonsuzluğu beklemek düştü

 

Gelsene,nerdesin,ey sessiz ölüm

Adını yazsana dudaklarıma

Zaman kan süzüyor kulaklarıma

Hıçkırığa mahkum biçare gönlüm

Haydi takılıver ayaklarıma

Gelsene,nerdesin,ey sessiz ölüm

Adını yazsana dudaklarıma

 

Bulsam Kafdağı'nın eteklerini

Başımı çevirip gitsem mi bilmem

Ben ki yaranamam,şakaya gelmem

 

Kuruttum bengisu peteklerini

Karanlık dolu bir dünyada gülmem

Bulsam Kafdağı'nın eteklerini

Başımı çevirip gitsem mi bilmem

 

Umutlar sultanı anlayamadı

Sizler beni asla anlamazsınız

Biraz sevdasınız,biraz nazsınız

Kimse benim gibi ağlayamadı

Belki gülersiniz,inanmazsınız

Umutlar sultanı anlayamadı

Sizler beni asla anlamazsınız

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

GÜLNARE

 

 

 

ben, yıpranmış sokaklar ortasında avare

 

sen, kırgın bir ülkenin süreyyası: Gülnare

 

honçalı novroz gelir; bir de siyah ve sarı

 

dalgalanır göklerde bir kuşun kanatları

 

her nağme, dudağında çarpılmış karanfil

 

sana tutkun atlılar şimdi yorgun ve sefil

 

göğsünde, kıskandığım bir rüyadır kırmızı

 

nerdesin, ey masallar ülkesinin son kızı

 

 

 

dokunmuyorsa kalbim o mazlum kitabeye

 

ayışığı düşer mi kanlı bir harabeye

 

sensiz çöl, ıssızlığın kahrıyla zehirlendi

 

yalnız bulutlar değil, vahalarda kirlendi

 

mahşeri bir serabın ardından yürüyorum

 

gözlerini kaybeden bir kervan görüyorum

 

geride, okunmayan silik izler kalıyor

 

kaktüs hala toprağı uykuda yakalıyor

 

 

 

tarihin her sayfası soluyor pare pare

 

karasevda burcunu yıkıyorsun, Gülnare

 

Azerbaycan ufkunda bir divanedir gönül

 

böylesi tarümar olmadı belki de gül

 

toprak, bir bakışınla kızıl renge büründü

 

yıldızlar ülfet için gündüz vakti göründü

 

gözlerin binlerce yıl ötesinden yadigar

 

nerdesin, ey Bakü’den, Gence’den esen rüzgar

 

 

 

yaldızlı perçemlerin ıslandıkça uzuyor

 

yalnızlık damla damla şakağından sızıyor

 

bazen öfke, kavgayı sevenlerin ardında

 

mahülya ve hüzün; bazen korku ve sevda

 

çiçeklerin yurdunda yalnız senin kokun var

 

bazen uzaktan uzak, bazen yakın bir duvar

 

 

 

karanlığa mahkumdur gökte sensiz, sitare

 

ruhumu zevalinle buuşturma, Gülnare

 

soluğun ab-ı hayat mıdır; filizlendi kül

 

siyah bir lale gibi aynaya düştü kakül

 

kırdın yüreğimdeki saatin akrebini

 

kuruttun düşlerimin hayal mürekkebini

 

hangi ırmağa baksam akıyorsun derinden

 

Hazar, acılarınla ağlıyor kederinden

 

 

 

kuduran bir denizde benziyorsun şikare

 

görebilseydi seni ejderhalar, Gülnare

 

gözlerinden fışkıran yanardağlar sönerdi

 

o ısırgan bakışlar balmumuna dönerdi

 

oysa şimdi su sarhoş; balıklar geldi dile

 

dalgalar son bir umut vuruyor sahile

 

Nahcıvan, hasretinle alevlenen sır çerağ

 

seninle firakını unutuyor Karabağ

 

göğsünde, kıskandığım bir rüyadır kırmızı

 

nerdesin, ey masallar ülkesinin son kızı

 

bırakıp gittin beni umarsız bir efkare

 

haber gönder, nerdesin, nerdesin ey Gülnare

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

ARTIK İLGİLENMİYORUM SENİNLE

 

 

 

Bunca yıkılmış dağlar üstüne

 

Kalbimin kanını buharlaştırdı gözlerin

 

 

 

Oysa kaç güvercin havalanmıştı içimden

 

Konarak pervazlarına gülüşlerinin

 

Kaç mermi sıyırmıştı ruhumu

 

Acımasız yürüyüşlerinin mevzilerinde

 

Dayanmıştım

 

Ağlamıştım saatlerce parçalanan düşlerime

 

Ta ki sevgilim

 

Kızaran bir gök bulutu

 

Ölümü

 

Bir yıldırımla düşürdüğün ana değin

 

Kalbimin haritasına

 

 

 

Artık ilgilenmiyorum seninle

 

Demiştin barut kokan kelimelerle

 

Demiştin de hayat ölü bir bıldırcın gibi

 

Tutuşup yanmıştı yanan bir tahta içinde

 

Tarla küllerle dolu, ortasında yumurta

 

Çatladıkça yeniden doğuruyor kanımdan

 

Fışkıran harflerle kalbim olan cümleyi:

 

Ben ancak bir tarih kitabı kadar

 

İlgileniyorum seninle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

SENSİZ KALAN BU ŞEHİR

 

 

 

 

Sensiz kalan bu şehri yakmayı çok istedim

Mavi bir aleve dönüştürdün kalbimi bir anda

Tutuşturmak istedim

Beni böyle umarsız bırakıp gittiğin

Zalim bu şehri yakamadım

 

Gözlerin dikildi karşıma bir caddenin tam ortasında

İnanılmaz güzel bakıyordu gözlerime hafif ıslak

En özel en bilinmeyen türleri açmıştı papatyaların

Hatıralarınla titriyordu içim

Kuşlar kanatıyordu gönlümü

 

Gri bulutlar geçiyordu göğümden

Anlamak üzreydim Neronun Romayı neden yaktığını

Karanlık bir koridor açıldı önümde anlayamadım

Yenik düşmüş bir Napolyon kadar mutsuzdum aslında

İntihara kalkışan Hitler kadar çaresiz

Yakmak üzreydim ki bu şehri

Hatıraların içli bir yağmur gibi boşandı üzerime

 

Kediler geçti birden kavşaklarından şehrin

Acı acı miyavladılar gözlerime baktılar

Kızgındılar kırgındılar

Onlarda tutulmuşlar anladım sana bendeki kadar

Onlarda terk ettiğin bu şehri çaresiz yakmak istiyorlar

Yakamıyorlar

 

Saçların dikildi karşıma bir sokak köşesinde

Her telinde parmaklarımın izleri parlıyordu

Benzersiz kokunu alıyordu kıvrımlarından rüzgar

Gözleri doluyordu saçlarına bakan kedilerin

Her biri bir kenarda darmadağın

Çömelip kalıyordu yutkunuyordu

Rengi kaçıyordu pencerelerde perdelerin

 

Nereye yürüdüysen bakışın, duruşun, sesin

Anladım söndürmeliyim tutuşan yüreğimi

Kendimi yakmış olurum yakarsam bu şehri

Çünkü sen her şeyinle bendesin

 

Sensiz kalan bu şehri yakmayı çok istedim

Share this post


Link to post
Share on other sites

HİCRANNAME

 

Aynalarda seni hissediyorum,

Hayal ırmağının çağıltısında

Umutların mecnun parıltısında

Rüyalarda seni hissediyorum..

.

Ey dost en güzelin nakışındasın,

Nurun karanlığa akışındasın,

Bir denizin sehla bakışındasın

Dalgalarda seni hissediyorum...

 

Şuledar eyleyip sundun elini,

Tayfuna çevirdin sevda yelini,

Tutuşturdun yüreğimin külünü,

Nevalarda seni hissediyorum...

 

Yürürken gecenin kalbine doğru,

Gönlümden beynime vuruyor ağrı,

Yalnızlık bir çöldür, ayrılık uğru,

Tenhalarda seni hissediyorum...

 

Akşamın renginde ay ışığında,

Bir gül yaprağının kırışığında,

Bulutta, yağmurda, gökkuşağında,

Semalarda seni hissediyorum...

 

Hüzün gözlerinden ruhuma düşer,

İçim acılarla yoğrulur pişer,

Ey hicran yıldızı ahsen-i beşer,

Dualarda seni hissediyorum…

 

NURULLAH GENÇ

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

BENİ ANLAMAYIŞINA

Sana bir uygarlığı getirdim; anlamadın

Yavuz kahramanları, şiirin burçlarını

Ayak ucuna koydum gecenin saçlarını

Urganmış boynumda taşıdığın gerdanlık

Sana hükümdarlığı getirdim; anlamadın

 

Sevda suya karışır, sızar kan dağlarına

Köpüren yüreğimde zıpkınlanır umutlar

Yüzün tunç gibi çöker ülkemin bağlarına

Irmaklar bilmediğin kadar hülyalı akar

Her vadi bir yanıyla senin yüzüne bakar

Bir yanında münzevi hıçkıran Leyla kuşu

Sen henüz tanımadın sevda denen yokuşu

Sen henüz yorulmadın yokuşta devler gibi

Yıkılmak üzre olan çaresiz evler gibi

Sen henüz vurulmadın uçarken göklerinde

Sen henüz bir oltaya takılmadan derinde

Karalar bağlamadın; beni anlayamazsın

O kalp sende oldukça gülüm, ağlayamazsın

 

Seni bir yıldız gibi koyacağım göklere

Her gece ışığını ruhumdan alacaksın

Aldanma gururunu okşayan çiçeklere

En güzel güllerini ruhumla alacaksın

 

Kopacak sanıyorsun bu ip ince yerinden

Bu ipin her çizgisi yaralı bir dev gibi

İnecek sanıyorsun bu bayrak gönderinden

Bu sevda tükenecek sönen bir alev gibi

 

Sen hala anlamadın sevginin en hasını

Sen hala çözemedin ırmağın dünyasını

O, coşkun bir denizin sularına yürürken

Sen hasta bir çeşmeden doldurmuşsun tasını

Gittiği her iklime sevdanı götürürken

Gözyaşı çukuruna gömmüşsün deltasını

 

Henüz bir tokat gibi inmedi yüzüne aşk

Kalbine çivilerle gömülmedi ayrılık

Görmedin bir arslanın can çekişen resmini

Yalnızlık kitabında okumadın ismini

Bir takvim yaprağında yanmadı bakışların

Dökülen tüylerine tutunmadın kuşların

Karanlık köşelerde acı acı gülmedin

Sen henüz kovulduğun kapılarda ölmedin

O Celali uykudan uyanmadın, uyanma

Düşlerimin rengine boyanmadın, boyanma

 

Bir kuş gibi çırpınan kalbimin kafesine

Bir avuç yem bıraksan ölür müsün, a gülüm

Feryadı kayaları parçalayan sesine

Ömür boyu yabancı kalır mısın, a gülüm

Sen henüz bir zindanın küflü duvarlarına

Çarpmadın gözyaşıyla boğulan gözlerini

Sen henüz diken diken saplamadın göğsüne

Dudağında kuruyup dağılan sözlerini

Sen henüz dokunmadın yalnızlığa kan gibi

Acıyı kaynatmadın içinde volkan gibi

Karalar bağlamadın beni anlayamazsın

O kalp sende oldukça gülüm, ağlayamazsın

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...