Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
nedmanün

Hikayeler, Kıssadan Hisseler

Recommended Posts

zayıflama ilacı

 

imam Şafiî Muhammed b. İdris Hazretleri anlatıyor: <

<

Eski zamanda pek şişman bir kral varmış. Şişko kral zeki hekimlerden birinden kendisini zayıflatacak ilaçlar talep etmiş. Doktor onu görünce şöyle demiş: <

- Allah seni ıslah etsin! Ben ilerisini gören bir doktorum. Sana bakınca anladım ki, senin ancak bir aylık ömrün kalmış! İlacın sana bir faydası olmaz ki! <

Bunun üzerine kral, söylediklerinin doğru olup olmadığını anlamak için hekimi hapsettirir. Kral da bu süre içinde halktan gizlenir. Fakat içini öyle bir üzüntü sarar ki, bir ay içinde iyiden iyiye zayıflar.

 

Bir aylık zaman geçince kral sağ salim ortaya çıkar ve hapisteki hekimi de yanına çağırır. Der ki:

- Yalanın ortaya çıktı. İşte ben ölmedim. Bu yalanın sebebiyle seni fena halde cezalandıracağım. Hekim ise telaşlanmadan cevap verir:

- Allah kralı ıslah etsin! Ben geleceği bilmede Allah'ın en düşük kuluyum. Fakat ben anladım ki, senin şişmanlığını gidermenin tek ilacı, ancak keder ve üzüntüdür. İşte bu sebepten dolayı, sana söylediğimi söyledim!

Bunun üzerine kral onu serbest bırakır ve kendisine iyiliklerde bulunur

Share this post


Link to post
Share on other sites

Her markanin bir öyküsü var.

 

BEYMEN: Boyner Grubu'na ait olan bu markanin isminin geçmisi de

ilginç: Erkek giyimi üzerine bir üretim ve magazacilik yapma karari

verildiginde konu ile ilgili toplantiya katilanlarin hepsi erkek yani 'bey' imis.

Hem de marka o dönemde sadece erkekleri düsünerek konumlandiriliyor. Bir de global bir hüviyet kazandirmak için Ingilizce adam anlamina gelen

'men' kelimesi ile birlestirilerek Beymen markasi ortaya çikiyor.

 

SONY: ismi uzun bir Çalismanin ardindan konulmustur. Ürün global

ölçekte tasarlandigi için bütün dünya dillerinde çok rahat söylenen bir

kelime aranmis ve Japonca'da günes anlamina gelen Sony kelimesinde karar kilinmistir.

 

 

FENDİ: Dünyaca ünlü elbise markasi olan Fendi ismi Izmirli bir levanten

aileden gelme. Atalari Izmir'de Efendizade ailesine mensup olan bu sahis,

Efendi kelimesinin basindaki ' e' harfini atarak Fendi markasini vermis

ürünlerine.

 

 

ENKA: Eniste ve kayinbirader unvanlarinin ilk heceleri

birlestirilerek olusturuldu. Eniste Sarik Tara, kayinbirader de Sadi Gülçelik. Bu ikili 1957'de ENKA Kollektif Sirketi'ni kurarak müteahhitlik

faaliyetlerine basliyor.

 

 

K. V. K: 1993 yilinda kurulan K. V. K. Mobil Telefon Sistemleri Ticaret

AS, Türkiye'nin en büyük cep telefonu distribütörü. Kuruculari olan

Mehmet Emin Karamehmet, Murat Vargi ve Osman Kavala'nin soyadlarinin bas harfi biraraya getirilerek olusturulmus bir isim.

 

 

DYO: Durmus Yasar ve Ogullari Boya ve Vernik Fabrikalari A. S. nin

 

 

AKBANK: Adana-Kayseri Bankasi. Sakip Sabanci'nin geçmisi Babasi Haci

Sabanci'nin memleketi Kayseri'ye uzaniyor. Aslen Kayserili olmakla

birlikte is dünyasindaki devlesmeleri Adana'da gerçeklesti. Sabanci

ailesi 1959 yilinda Adana ve Kayseri'nin bas harflerini birlestirerek Akbank'i kurdular.

 

 

ABBATE: Türkiye'de kalitesi ile taninan ve üst sinifa hitap eden bir

gömlek ve kravat markasi. Italyanca bir kelime. Italyanca'da zirvedeki adam ve basarili isadami anlamina geliyor.

 

 

YUMATU: Bir televizyon markasi. Ilk planda herkesin aklina Sony ya

da Yamaha gibi bir Japon markasi çagrisimi yapmasina ragmen bir Türk

markasi. Açilimi Yusuf, Mahmut ve Tuncer kardesler.

 

 

VAKKO: Vitali ve Alber adli iki kardesin isimlerinin bas harflerini

ve Hakko soyadinin 'kko' kismini birlestirerek olusturdugu bir marka.

 

 

YIMPAS : Yozgat Ihtiyaç A.S Maddeleri Pazarlama Anonim Sirketi'nin

kisaltilmis hali

Share this post


Link to post
Share on other sites

güzel bir hikaye :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ø Mutfak esyalarinin üzerindeki etiket izlerini yok etmek için, üzerlerine mobilya cilasi serpip yumusak bir bezle silin

 

Ø Firininiza sinmis kötü yemek kokulari için; yemek yapmadan önce firininizin ortasina yarisi sirke yarisi su ile doldurulmus bir tava koyun. Firininizi birkaç dakika için isitin daha sonra sogumaya birakin.

 

 

 

Ø Gömlek yakalarindaki kirleri gidermek için, gömlegi makineye atmadan önce yaka kismina sabun sürüp 15 dakika bekletin.

 

 

 

Ø Tutkal lekelerini çikarmak için, sirke ile islatip, bol su ile durulanmalidir.

 

 

 

Ø Masanizin üzerine damlayan mumlari çikarmak için lekenin üzerine neft döküp 5 dakika bekleyin sonra nemli bir bezle silin.

 

 

 

Ø Ellerdeki sogan ve sarimsak kokularini giderebilmek için yapilacak en iyi sey, haslanmis patatesle ovmaktir.

 

 

 

Ø Çay lekesi: pamuklu ve yünlülerde: leke taze ise, ilik suya batirilmis bir bezle ovulur.

 

 

 

Ø Eskimis ise, içine limon suyu katilmis ilik suda islatilmis bir pamuk parçasi ile silinir.Ilik su ile çalkalanir.

 

 

 

Ø Bir yerdeki sigara dumanini yok etmek için hemen mum yakin

 

 

 

Ø Ütüde sararan elbise hemen oksijenli su ile silinirse sararan yerler kaybolur.

 

 

 

Ø Kuru bakliyatlari bir gece önceden ilik suya koyun ve haslarken içine biraz karbonat ilave edin

 

 

 

Ø Sürahinizin dibi kir tutmus ise, içine bir avuç tuz ile sirke koyup çalkalayiniz

Tertemiz olacaktir.

 

 

 

Ø Buzdolabindaki nemi almak için, dolaba içi tuz dolu bir kap konur.

 

 

 

Ø Pisirdiginiz kek kalibindan çikmiyor ise, kabin altina islak bir bez yayarak biraz bekletin

 

 

 

Ø Konserve açildiktan sonra cam kavanozda saklanirsa daha dayanikli olur.

 

 

 

Ø Kristallerin isil isil parlamasi için, yikadiktan sonra durulama sirasinda sirkeli suya batirin. Bu islem kristalleri parlatacaktir.

 

 

 

Ø Sararan teflon tava ve tencerelerin içerisine bir miktar su ve birazda çamasir suyu koyduktan sonra atesin üzerinde kaynatin . Indirincede önce sicak suyla daha sonra soguk su ile iyice durulayin

 

 

 

Ø Parlakligini yitirmis bir sürahiye eski görünümünü kazandirmak için yarisina kadar yirtilmis gazete kagidi doldurun, üçte birine de sicak suy doldurup siki siki sallayin

 

 

 

Ø Dibi tutan tencereleri bir gece suda bekletin, tencere daha kolay temizlenecektir.

 

 

 

Ø Musluklarinizi temizlemek için bez yerine eski bir naylon çorabi tercih edin sonuç daha mükemmel olacaktir.

 

 

 

Ø karni baharin haslama suyuna bir miktar süt katarsaniz kar gibi beyaz oldugunu, hem de kötü kokmadigi fark ederisiniz.

 

 

 

Ø Kullandiginiz salçalarin bozulmamasini istiyorsaniz üzerini düzleyerek biraz zeytin yagi ilave ederek uzun süre saklayabilirsiniz.,

 

 

 

Ø Yumurta lekesini çikarmak için önce soguk suda bekletmeli sonra ilik sabunlu suda yikamalisiniz.

 

 

 

Ø Pirinç ve bakliyatlarin saklanmasi için cam kavanozlari tercih edin.

 

 

 

Ø Balik kokusunu çikarmak için yikama suyunun içine bolca kahve telvesi atin.Sonra bolca durulayin.

 

 

 

Ø Rafadan pisireceginiz yumurtalarin çatlamamasi için kabin içine fincan tabagi koyarsaniz,çatlamasini önlersiniz.

 

 

 

Ø Domatesi kolay soymak için,biçagin sirtiyla kabuklar,soyulacak yönün tersine sürtülür,veya kaynar suda bir dakika bekletilir.

Patlicanlarin acisini almak için,soyunca tuzlu suda bekletilir.

 

 

 

Ø Buzdolabindan çikardiginiz yumurtanin aki ve sarisinin birbirine karismamasi için hemen kirin.

 

 

 

Ø Sebzeleri tuzlu suda yikamayi aliskanlik haline getirin. Tuzlu su sebzeleri daha etkili ve çabuk temizler.

 

 

 

Ø Sosislerin patlamasini önlemek için: firin yada izgaraya koymadan önce soguk süte batirmani yeterli olacaktir.

 

 

 

Ø Çaydanliginizin içinde biriken kireç tortusunu temizlemek için, 15 dakika kadar içinde sirke kaynatin

 

 

 

Ø Taze ceviz lekesini elden çikarmak içi, eller önce bir – iki dakika sirkeye batirilmis bir pamukla ovulur, sonra soguk suyla ovulur ve yikanir.

 

 

 

Ø Çamasirdaki pas lekesi için lekenin üzerine limon damlatilip ütülenir.

 

 

 

Ø Çikolata sosu hazirlanirken içine biraz kahve konursa tadi çok daha degisik olur.

Kus üzümlerini ayiklamak için, onlari bir avuç unla ovusturunuz ve kalin delikli bir süzgece atiniz. Unla beraber çöplerde düser.

 

 

 

Ø Zeytin yagi lekesini çikarirken bir lokma ekmek içi yuvarlanip lekenin üzerine gezdirilmelidir.

 

 

 

Ø Soganlarin üzerine biraz un serpilirse kavururken kararmaz.

 

 

 

Ø Yemeginizin tuzunu fazla kaçirinca tencereye birkaç parça çig patates atin, fazla tuzu çekecektir.

 

 

 

Ø Sogan soymaya baslamadan önce parmaklarinizi sirkeye batirirsaniz , sogan kokusunun elinize sinmedigini göreceksiniz.

 

 

 

 

Ø Yumurtalari kolayca soymak için, kaynar sudan çikardiktan sonra hemen soguk suya tutulup biraz bekletilir.

 

 

 

Ø Evde ortaya çikan karincalari yok etmek için kahve telvesi kullanmaniz iyi sonuç verecektir.

 

 

 

Ø Parlakligini kaybeden çelik tencereler isitilmis sirke ile ovulup sonra iyice durulanir, ve bir bez parçasi ile parlatirsaniz tencereniz piril piril olur.

 

 

 

Ø Etleri limon suyu ile pisirirseniz hem çabuk hem de lezzetli olur.

 

 

 

Ø Mantar sotelenirken tencerenin kapagi açik olursa, hem mantarlarin suyunu vermesi hem de kararmasi önlenir.

 

 

 

Ø Süte biraz karbonat atarsaniz hem çabuk bozulmaz hem de kolay hazmedilir.

 

 

 

 

Ø Ekmegin küflenmemesi için ekmek kutusuna biraz tuz koymayi ihmal etmeyin

 

 

 

 

Ø Pastalarin daha gevrek olmasi için hamurun içerisine bir çay kasigi tuz atin (tatli – tuzlu farketmez)

 

 

 

 

Ø Bir kumasi benzin yada baska bir leke çikarici ile silmeden önce oldukça tuzlu bir su ile silerseniz leke çikarici iz birakmaz.

 

 

 

 

Ø Eger örtünüze meyve suyu dökülürse hemen tuz serpin ilk yikamada çikacaktir.

 

 

 

 

Ø Agiz kokusu için kahve çekirdegi çigneyin.

 

 

 

Ø Cam tencerede yemek pisirirken kapagin buharlasmamasi için iç yüzeyi limon kabugu ile silinir.

 

 

 

 

Ø Teflon tavanizda olusan lekeleri temizlemek için bir bardak suya iki çorba kasigi karbonat ve yarim su bardagi sirke karistirin. Bunu tavanizin içine dökün 10 dakika kaynatin

 

 

 

 

Ø lavaboyu temizlerken tuzla bastirarak silince hem iyi temizler hem de kokulari giderir

 

 

 

 

Ø Uzunca bir süre kullanilmayan eski çaydanliklarin kötü kokusunu gidermek için içine bir parça kesme seker koyun

 

 

 

 

Ø Pilavinizi tekrar isitirken bir kabin içine su koyup bu kabin üzerine pilav tenceresi koyularak isitilirsa pilav taneli kalir tazeligini muhafaza eder.

 

 

 

 

Ø Patates pisirirken suyuna bir kasik sirke konursa hem rengi sari kalir hemde daha lezzetli olur.

 

 

 

 

Ø Halinin rengini canlandirmak için en son suyuna sirke konur.

 

 

 

 

Ø Çizik zeytin yag ve limonla servis esilirse daha lezzetli olur.

 

 

 

 

Ø Sütü ocaga koymadan tencere soguk suyla çalkalanirsa süt kaynarken dibine yapismaz.

 

 

 

 

Ø Bulasik suyunuza bir kasik sirke katmakla bulasiklarinizin daha kolay ve temiz yikandigini göreceksiniz.

 

Ø Renkli gömlekler yikanmadan önce iki saat sirkeli suda birakilirsa renkleri canli olur.

 

Ø Yogurdu sulandirmak isçin tahta kasikla üstten almak gerekir.

 

 

 

 

Ø Elbiselerin fermuarlari yikarken bozuluyorsa makineye atmadan önce kapatrilir.

 

 

 

 

Ø Kapilariniz veya çekmeceleriniz bir müddet sonra itsenizde çeksenizde kapanmalari zorlasir: Kapinizin, çekmecenizin sürten kismina vazelin sürün.

 

 

 

 

Ø Bas agrisi için:Kahve çekirdegine limon suyu sikin yavas yavas yiyin.(Birkaç tane)

 

 

 

 

Ø Mantar kapakli siseleri yatik vaziyette saklamalisiniz.

 

 

 

 

Ø Sarap siselerinin mantarini tekrar siseye geçirmek için:Mantari kaynar suyun içine atin.

 

 

 

 

Ø Içkilere güzel tat ve görüntü vermek için: Buzu dondururken buz kabinin içine kiraz, nane yapragi, yesil zeytin vs. koyup dondurun.

 

 

 

 

Ø Buz dondururken: Suyu kaynatin, soguyunca buz kaliplarina koyup dondurun. Buzlar daha canli kristal gibi görünür.Kaynamis suda oksijen azalir.. Buda buzun mat görünmemesini saglar.

 

 

 

 

Ø Dislerinizi dogal temizleyin: Çilegi ezin dis firçanizin üzerine koyun dis etlerinize kompres yapin. Sonra dislerinizi firçalayin.

 

 

 

 

Ø Küçük yaniklar için: Temiz bir süngeri hafifçe islatin buzdolabinizin derin dondurucu bölümüne koyun. Yanmis yerin üzerine hafif hafif kompres yapin.

 

 

 

 

Ø Agiz kokusu için: Kahve çekirdegi çigneyin.

 

 

 

 

Ø Ari, sivri sinek sokmalarina karsi: Kesme sekeri hafif islatin sokulan kismin üzerine hafifçe bastirin zehir'i alir ve kasinmayi sismeyi önler.

 

 

 

 

Ø Fermuarlar sikisirsa: Kursun kalemle fermuar dislerinin üzerini karalayin.

 

 

 

 

Ø Gözlük camlari: Gliserin ile silerseniz bugulanmadigini göreceksiniz.

 

 

 

 

Ø Ayakkabilariniz ayaginizi sikiyorsa: Bir bardak saf alkolü ayakkabinizin içine dökün. Iyice derisine yedirin ve giyin. Derisi ayaginiza göre açilacaktir.

 

 

 

 

Ø Cam sil ile deri ayakkabilarinizi silmeyi hiç denediniz mi

 

 

 

 

Ø Çiçekleriniz için: Hasladiginiz yumurtanin suyunu saksiya dökün.

 

 

 

 

Ø Gülleriniz boyunlarini bükerse: Ilk önce sicak suya sonra soguk suya batirin.

 

 

 

 

Ø Saksi çiçekleriniz için : Sigara küllerini saksiniza koyarsaniz yapraklardaki kurt böcek vs. yok edersiniz.

 

 

 

Ø Kapilarinizi vs. cila yaparken : Cila olmamasini istediginiz yerlere vazelin sürün buralara cila tasarsa bile kuruyunca çok kolay çikarabilirsiniz.

 

 

 

Ø Akü Baslari oksitlenirse : Cola sürerseniz oksitlenmeyi önlersiniz

 

 

 

 

Ø Fareleri kaçirmak için : Nane yagini bir karton parçasinin üzerine sürün farelerin geldigi yere koyun.

 

 

 

 

Ø Boya firçalari sertlesmis ise : Kaynamis sirkeli suda bekletin yumusadigini göreceksiniz.

 

 

 

Ø Elinize uhu yapistirici bulasirsa : Asetonla silin

 

 

 

Ø Mangal izgaranizi temizlemek zordur : Ilikken cam sille temizleyin veya ilikken nemli gazete kagidina sarin bir müddet sonra sertlesmis artiklarin yumusadigini göreceksiniz.

 

 

 

Ø Boya kokusunu gidermek için : Iki büyük bas sogani soyup ikiye bölün suyun içine atin bunu da kokulu odaya koyun.

 

 

 

 

Ø Cam kiriklarini : Temizlersiniz fakat kiymiklari göremezsiniz bunu da temizlemek için islak pamuk imdadiniza yetisir.

 

 

 

 

Ø Agzi dar sise kavanoz temizlemek için : Biraz deterjan biraz su bir kasik pirinç çalkalayin

 

 

 

 

Ø Balikli tava kokusu : Tavayi limonla bir güzel ovalayin ve yikayin.

 

 

 

 

Ø Kesik Limonu nasil saklarsiniz : Küçük bir tabaga toz seker serpin, kesik tarafi sekerin üzerine gelecek sekilde koyun iki hafta limon kurumadan saklanir.

 

 

 

 

Ø Ampülün üzerine biraz parfümünüzden sıkınız yakildiginda mis gibi kokar odaniz.

 

 

 

 

Ø Patates haslarken : Haslama suyunun içine bir kasik margarin koyun patateslerin vitaminlerini kaybetmemis olursunuz.patatesler daha çabuk piserler ayni zamanda.

 

 

 

 

Ø Soyulmus patateslerin kararmadan saklanabilmesi için: Saklanacak kabin içine su, bir tutam tuz koyun. Buzdolabinda saklayin gerektigi zaman suyla yikayip kullanin.

 

 

 

Ø Pastalarin daha gevrek olmasi için:(tatli*tuzlu farketmez): Hamurun içine bir çay kasigi tuz atin.

 

 

 

Ø Dereotonu saklamak için: Temiz bir havluya kaplayacak sekilde sarin, bu sekilde naylon torbaya koyup buzdolabina saklamaya birakabilirsiniz.

 

 

 

Ø Tazeligi gitmis pörsümüs yesillikleri canlandirmak için: Iki kasik limon suyu karistirilmis buzlu su dolu kabin içine koyun 1 saat buz dolabinda bekletin.

 

 

 

Ø Yesil sebzelere renk veren, klorofil maddesidir. Pisirdiginizde sebzelerin bu yesil rengi daha az kaybetmeleri için, önce bol buzlu suda bekleterek,klorofilin sabitlesmesini saglayin.

 

 

 

 

Ø Soganlari kizartmadan üzerlerine biraz un serperseniz, kavururken kararmazlar.

 

 

 

Ø Börek üzerinin kizarmasi için üzerine yumurta sürülür,evde yumurta kalmamissa, biraz yogurdu bir yemekkasigi yagla karistirip sürün, güzel bir renk oldugunu göreceksiniz.

 

 

 

 

Ø Domates’in kabuklarini kolay soymak için, biçagin sirtiyla domateslerin kabuklarini soyacaginiz yönün tersine sürtün ve daha sonra soyun ya da domatesleri kaynar suda 1 dakika bekletin.

 

 

 

 

Ø Patlicanlarin acisini almak için , patlicanlari soyduktan sonra tuzlu suda bir müddet bekletin. Sari su çiktiktan sonra, patlicanlari sikarak sudan alin.

 

 

 

 

Ø Yesil salata ve marulun yapraklarini yikadiktan sonra biçakla keserek dogramak yerine, elinizle koparin. Böylece vitamin kaybini önlemis olursunuz.

 

 

 

 

Ø Reçel yapacaginiz meyvalari iyice yikayip kurulamalisiniz.Karistirirken mutlaka tahta kasik kullanmalisiniz. Sekerlenmeyi önlemek için limon tozu yerine,limon suyu kullanin. Kavanozlara koydugunuzda iyice sogumadan ve üzerindeki hava kabarciklarini kagit havlu ile almadan kavonozun agzini kapatmayin.Reçellerinizi serin ve karanlik yerde saklayin.

 

 

 

 

Ø Çikolata sosu hazirlarken içine koyacaginiz bir tutam tuz, çikolata sosunun kokusunu daha da belirgin kilar.Çikolata sosun içine biraz kahve eklediginizde, tadinin çok degisik oldugunu göreceksiniz.

 

 

 

 

Ø Kati haslanan yumurtalari kolayca soymak için,kaynar sudan çikardiktan sonra hemen soguk suya tutun ve bir süre soguk suda bekletin. Su kabugun gözeneklerinden girerek soymayi kolaylastirir.

 

 

 

 

Ø Mantar sote pisirirken, tencerenin kapagini açik birakirsaniz, hem mantarlarin su koyuvermesini hem de kararmasini önlersiniz.

 

 

 

 

Ø Pisirip sakladiginiz yumurtalari , çig yumurtalarla ayni yere koyuyorsaniz, bunlari ayirmanin en kolay yolu çig yumurtalar döndürdügünüzde kolaylikla dönmezken, pismis yumurtalar kendi ekseni etrafinda rahatlikla dönerler.

 

 

 

Ø Tavuk eti çabuk bozulan gidalardandir. Son kullanici olan müsteriye ulasincaya kadar hijyenik ortamlarda saklanmasi bir zorunluluktur. Denetim altinda kesildikten sonra bakteri üretimine yol açmamasi için +40 C’ de saklanmalidir. Tavuk eti müsteri tarafindan satin alindiktan sonra buzdolabinda en fazla 1 gün bekletilip tüketilmelidir. Derhal tüketilmeyecek ise,temizledikten sonra tavuk plastik folyoya sarilarak derin dondurucuda bekletilebilir. Bu sekilde dondurulmus etler *180 C’ de 3 ay kadar saklanabilir.Ayrica, tavuk eti tahta et tahtasi üzerinde kesilmemelidir. Siyah etten farkli olarak mikro organizmalara karsi daha dayaniksiz olan tavuk etininmermer veya plastik üzerinde kesilmesi gerekir.

 

 

 

Ø Yogurttan daha fazla yararlanmak için suyunun atilmamasi gerekir.Yogurdun tüm vitamin ve mineralleri bu suda bulunmaktadir. Ayrica, bu su yemeklere eksi bir tat kazandirmak istenildiginde de kullanilabilir.

 

 

 

Ø Satin alinip buzdolabinda saklanan yesil sebzeler bir süre sonra canliliklarinin yitirirler. Tekrar canli hale getirmek için ise, yikanip 10*15 dk. Kadar 2 litrelik

suya katilmis 1 yemek kasigi limon suyunda bekletilmesi yeterli olacaktir.

 

 

 

 

Ø Ekmeginiz durup dururken dolabinda küfleniyorsa,ekmek kutusunu 15 günde bir sirkeli suyla silmek yeterlidir.

 

 

 

Ø Evinizde mayonez yaparken:Zeytinyag yerine susam yagi kullanin. Mayonezinizin daha uzun zaman bozulmadigini göreceksiniz.

 

 

 

 

Ø Yesil salatalik malzemelerinizi elinizle koparirsaniz vitaminlerini öldürmezsiniz.

 

 

 

Ø Balik çorbasi yaparken:Suyunun daha lezzetli olmasi için baliklari en az 45*60 dakika kaynatin.Bas ve kuyruk kisimlarinin en lezzetli yerleri oldugunu unutmayin.

 

 

 

 

Ø Karnabahar pisirirken eve yayilan kokudan kurtulmak için:

Pisirme suyuna bir parça tuz ve iki kasik sirke ilave edip, suyun üzerinde

köpük olusumunu bekledikten sonra, içine sebzeleri atmayi deneyin. Evi saran kötü kokudan eser kalmadigini göreceksiniz.

 

 

 

Ø Mutfaginiza sinmis kizartma kokusunu yok etmek için:

izgaranin üzerine defne yapragi, ada çayi yapragi ve kekik yapragi koyun.

 

 

 

 

Ø Sosislerin patlamasini önlemek için: firin ya da izgaraya koymadan önce soguk süte batirmaniz yeterli olacaktir.

 

 

 

 

Ø Meyvelerin arasina serpistireceginiz herhangi bir türden yapraklar onlari uzun süre taze tutacaktir.

 

 

 

 

Ø Nane, adaçayi ve çekilmis cevizin pek çok yemekte kullandiginiz besamel sosa çok hos lezzet kattigini biliyor muydunuz ? Fakat bu aromali otlari, sos pisip atesin söndürülmesine yakin tencerenin içine ilave etmeye dikkat edin.

 

 

 

 

Ø Bayat ekmegi ince ince dilimleyin üzerine az miktarda süt serpin ve kizgin yagda bir yüzünü kizartin. Ters çevirip üzerine domates ve taze kasar peyniri koyun. Peynirler erimeye baslayinca üzerlerine kekik ve karabiber serpip sicak sicak servis yapin.

 

 

 

 

Ø Sıkılmadan önce bir süre soguk suda bekletilen portakallarin daha fazla verdiklerini biliyor muydunuz ?

 

 

 

 

Ø Et ya da balik yaptiginizda yemeginizin suyunun daha lezzetli olmasini istiyorsaniz birkaç damla 95ºC’lik alkol serpistirin. Tadi damaginizda kalcak.

 

 

 

 

Ø Tavuk etinizin daha yumusak, daha güzel kokulu ve daha lezzetli olmasi için pisirmeden önce tavugu yarim limon ile iyice ovalayin ve sonra tavugun üzerine ve içine rendelenmis limon kabugu koyun.

 

 

 

 

Ø Kis aylarinda hepimizin vazgeçilmez içecegi C vitamini deposu portakal suyudur. Eger portakallari sikmadan önce yarim saat soguk suda bekletirseniz siktiginizda daha çok portakal suyu elde edersiniz.

 

 

 

 

Ø Sarimsaklarin daha çabuk ezilmesi için cam bir kavanozda ve buzdolabinda saklamaniz yeterli olacaktir.

 

 

 

 

Ø Patlican kabuklarini soyduktan sonra içine sirke ve çok az zeytinyagi konmus suda bir süre haslayin. Daha sonra istediginiz küçüklükte dilimleyin ve pilav yaparken içine karistirin.Göreceksiniz pilaviniz çok leziz olacak.

 

 

 

 

Ø Firininiza sinmis kötü yemek kokularini temizleyip yerine güzel kokular biraksin diye satin aldigimiz o pahali ürünler istediginiz gibi ferah bir koku birakmiyorsa, size daha pratik ve ucuz bir önerimiz var. Yemek yapmadan önce firininizin ortasina yarisi sirke yarisi su ile doldurulmus bir tava koyun. Firininizi birkaç dakika için isitin. Daha sonra sogumaya birakin. Firininiz umdugunuzdan da güzel kokacak.

 

 

 

 

Ø Eskilerin yöntemleri her zaman en iyi, en dogrudur. Bisküvilerin ve kurabiyelerin taze kalmasi için, teneke bir kaba koyun ve yanina bir avuç pirinç birakin; bayatlama sorunu ortadan kalkacaktir.

 

 

 

 

Ø Elmanin faydalari bitmez. Lahana yemegi yaptiktan sonra evinize sinen ve pencereleri açsaniz da çikarmayi basaramadiginiz lahana kokusundan kurtulmak artik çok kolay. Bir elmanin kabugunu soyup lahanin pisme suyuna ekleyin. Hem koku çabucak yok olacak,hem de lahananin hazmi daha kolay olacak.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hiç Düşündünüzmü Anneler Bebeklerini Niye Sallar?

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

Bir haftalık bebekler günün yaklaşık yüzde 80'ini kısa aralıklarla uyuyarak geçirirler. Bir aylık olduklarında, uyku zamanları günde 3 ila 4 kestirmeye ve 5-6 saatlik kesintisiz bir gece uykusuna dönüşerek gittikçe azalır.

 

Bebeklerin geceleri uykudan uyanmaları annelerin en çok zorlandıkları hususlardan biridir. Günümüzde uzmanlar 'bebek ağladığında karnının tok, altının kuru olduğundan ve sancısının olmadığından eminseniz, yattığı odanın kapısını kapatıp yanından kararlı bir şekilde uzaklasın, bir süre sonra sesi kesilip uyuyacaktır' diyorlar.

 

Annelerin çocuklarını kitaplara bakarak büyütmeye çalıştıkları 20. yüzyılın son çeyreğinden önce doğan bebekler annelerinin kucaklarında, ayaklarında veya bir beşikte sallanıp uyutularak büyüdüler.

 

Bebeklerin sallanarak uyutulmalarına, bilim adamları 'vestibular uyan' adını veriyorlar. Gerçi anneler binlerce yıldır bebeklerini sallıyorlar ama konu araştırmacıların daha yeni ilgisini çekiyor. Anneler sallamanın bebeği sakinleştirdiğinden ve uyuttuğundan eminler ancak uzmanlar bunun ayrıca bebeğin gelişimine de çok faydalı olduğu hususunda dikkati çekiyorlar.

 

İç kulak, işitme ve denge organlarını içeren iki bölümden oluşur, işitmede hiçbir rol oynamayan ikinci bölüm yalnızca dengeyle ilgilidir. İçi sıvı dolu yarım daire biçiminde üç kanaldan oluşan bu bölüme 'vestibular labirent' denilir.

 

Buradaki hücreler, başın en küçük hareketi ile çalkalanan iç-kulak sıvısının çırpıntılarıyla uyarılarak başın açısal hareketini anında beyne iletirler. Görme duyusunun da yardımıyla dengenin sağlanmasına yardımcı olurlar. Çok hızla dönüp aniden durduğumuz zaman, iç kulak kanallarındaki sıvı hala dönmekte olduğundan baş dönmesi denilen durum meydana gelir.

 

Vücut sallanırken gözler sabit bir noktaya baktığında onlardan beyine hareket olmadığı sinyali gider. Bu iki sinyal arasındaki fark, araba tutmasında olduğu gibi bir çeşit baş dönmesi yaratır ve uyku getirir. Uykunun gelmesi vücut ihtiyacı olarak değil tamamen beyinde oluşur. Devamlı hareket halinde olan, başka şeyle meşgul olan bebeğin sallanarak uyutulması zordur.

 

Araştırmalar içkulak vestibular sistemi düzenli olarak uyarılan bebeklerin daha hızlı geliştiklerini, daha erken oturup, ayakta durabildiklerini gösterdiler. Salıncakta, kucakta veya ayakta sallanan bebeklerdeki reflekslerin uyarı almayan bebeklerden daha hızlı gelişmeleri araştırmacıları bir başka yöne, önemli bir çocuk sorununa yöneltti.

 

Hiperaktif denilen aşırı hareketli, sürekli hayal gören ve yeteneklerini geliştiremeyen çocukların vestibular sistemlerinde bazı bozukluklara rastlandı. Yapılan çalışmalar, mongoloid olan veya beyin felci geçirmiş olan çocukların vestibular uyarı ile daha iyi gelişebildiklerini gösterdiler.

 

Araştırmacıların daha yeni farkına vardıkları bebekleri sallayarak büyütmenin faydalarını anneler insanlığın ilk günlerinden itibaren annelik içgüdüleri ile hissetmişlerdi. Tabii burada bebeğin annesinin kucağında sallanırken, onun sesi ve kokusu ile duyduğu mutluluğun etkisini de unutmamak gerekir.

__________________

Share this post


Link to post
Share on other sites

ÖLÜ TAMİRCİ ( Tüğlerim diken diken oldu )

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

Bir Ölüden Yardım: 17 Ağustos depreminde ve sonrasında meydana gelen bir çok olayı televizyon ve gazetelerden tanık olmuşsunuzdur. Ben de televizyonda seyrettiğim bir olayı size anlatmak istiyorum. Depremden sonra bir çok insan evsiz kalmış ,ailesini yitirmiş ve yardıma muhtaç hale gelmişti işte böyle bir durumda hayır severler hemen bölgelerdekilerin yardımına koşmuştu. İstanbul'da oturan orta halli bir ailenin çocuğu olan Mustafa babasının arkadaşının yardım göndermek istediğini bölgedeki insanların her türlü yardıma muhtaç olduğunu duyunca ve de babasının yoğun ısrarlarına dayanamayınca arabasının bakıma vermekten vazgeçip hemen yola koyulmak üzere hazırlıklara başladı fakat bilmediği bir şey vardı arabasının çok önemli bir kusuru vardı ve bu kusur onu ölüme bile götürebilirdi. İnsanlara yardım etmek için arabayı bakıma sokmadan gittiği için bu arızayı öğrenememişti. Ve yola çıktı hiç durmadan gidiyor ve içinde insanlara yardım etme hazzını hissediyordu. Yolda arıza gittikçe arttı fakat arıza arabanın tekerlerinde olduğu ve çok hissedilir olmadığı için farkına varamadı. Hava karamak üzereydi lastiğinin kabaklaştığının farkına vardı hemen indi arabasının arkasına gitti ve yedek lastiği aradı daha fazla yük alabilmek için çıkardığını hatırladı ve kahroldu kim bilir kaç insan bu yardımı dört gözle bekliyordu. Birden yolda tamirci elbisesi giymiş bir adamın geldiğini gördü ve de elinde bir lastiğin olduğunu adam az ileride lastiği patlamış birine ???ürdüğünü söyledi. Mustafa ona derdini anlattı adam istersen bu lastiğini sana verebilirim ben daha sonra yine getiririm dedi . Ve tamirci arabaya lastiği taktı arabanın tekerlerindeki hayati derecede önemli arızayı da görüp onardı. Mustafa isterse onu gideceği yere kadar bırakabileceğini söyleyecekti ki arkasını döndüğünde adamın olmadığını gördü hayretler için yola devam etti yaklaşık 5 dakika gitti veya gitmedi bir kazanın olduğunu ve içinden çıkarılan cesedin kendisine yardım eden kişi olduğunu gördü çevredeki adamlara sordu ve kazanın yaklaşık 1saat kadar önce gerçekleştiğini öğrendi adeta nutku tutulmuş kul sıkışmış ve Hızır yetişmişti.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Allaha İnanmıyorum Dedi!! Adamin biri her zaman yaptigi gibi saç ve sakal trasi için berbere gitti. Onunla ilgilenen berberle güzel bir sohbet basladilar.

Degisik konular üzerinde konustular. Birden Allah'la ilgili konu açildi...

 

Berber: " Bak adamim, ben senin söyledigin gibi Allah'in varligina inanmiyorum."

 

-Adam: " Peki neden böyle düsünüyorsun?"

 

-Berber: " Bunu açiklamak çok kolay. Bunu görmek için disariya çikmalisin. Lütfen bana söylermisin, eger Allah olsaydi, bu kadar çok hasta insan olurmuydu, terkedilmis çocuklar olurmuydu? Allah olsaydi, kimse aci çekmezdi. Allah olsaydi, bunlarin olmasina izin verecegini sanmiyorum..."

 

-Adam bir an durdu ve düsündü, ama gereksiz bir konuya girmek

istemedigi için cevap vermedi. Beraber isini bitirdikten sonra disari çikti. Tam o anda caddede uzun saçli bir adam gördü. Adam bu kadar daginik göründügüne göre tras olmayali uzun süre geçmisti. Adam berber dükkanina geri geldi.

- Adam: " Biliyor musun ne var, bance berber diye bir sey yok.

 

-Berber: " Bu nasil olabilir ki? Ben buradayim, berberim."

 

-Adam: " Hayir, yok. Çünkü olsaydi, caddede yürüyen saçli ve sakalli adamlar olmazdi."

 

- Berber: "Himmm... Berber diye birsey var ama; onlar bana gelmiyorlarsa, ben ne yapabilirim ki?"

 

-Adam:"Kesinlikle dogru! Püf noktasi bu! Allah insanlar ona gitmiyorsa, o ne yapabilir ki? Iste dünyada bu aci ve keder olmasinin nedeni!"

Share this post


Link to post
Share on other sites

BEŞ DAKİKA DAHA BABA

 

Güneşli bir gündü. Kadın parkta yanında oturan adama "Bakın,

salıncakta sallanan şu kırmızı kazaklı çocuk benim oğlum" dedi.

Adam gülümseyerek "Güzel bir oğlunuz var" dedi. "Diğer salıncaktaki

mavi kazaklı çocukda benim oğlum"

Sonra saatine baktı ve "Heyyy, Todd, sanırım artık gitme zamanı" diye

seslendi oğluna.

Çocuk salıncakta yükselirken "Beş dakika daha baba, lütfen yalnızca

beş dakika daha" diye karşılık verdi babasına.

Adam başını "peki" anlamında sallayınca çocuk neşeyle sallanmaya devam

etti.Dakikalar sonra adam ayağa kalkarak tekrar seslendi oğluna "Todd,

artık gidelim mi, ne dersin?"

Çocuk yine gitmeye isteksiz "Ne olur baba, beş dakika daha, lütfen,

beş dakika daha" diye bağırdı babasına.

Adam" Tamam" deyince çocuk kahkahalar atarak sallanmaya devam etti.

Sonunda kadın dayanamadı ve sesinde gizli bir hayranlıkla "Ne kadar

sabırlı bir babasınız" dedi .

Adam gülümsedi kadına. "Sabır değil yaptığım bayan" dedi. "Büyük oğlum

Tommy 'yi geçen yıl burada sarhoş bir sürücünün çarpması sonucu kaybettim.

Buraya yakın yolda bisiklet sürüyordu. Tommy'e hiç yeterince zaman ayırmamıstım.

Oysa şimdi onunla beş dakika daha fazla birlikte olabilmek için herşeyi

yapardım. Todd'la ayni hatayı yapmayacağıma söz verdim kendi kendime..

O her "Beş dakika daha baba" dediği zaman , oyun oynamak için beş

dakika daha kazandığını düşünüyor, oysa işin gerçeği ne biliyor musunuz? Ben

onu oyun oynarken beş dakika daha fazla izleyebiliyorum, asıl kazanan benim"

Share this post


Link to post
Share on other sites

Simit Tahtası

 

 

--------------------------------------------------------------------------------

Ünlü basketbolcu eşiyle birlikte,Emiönü'nde geziyordu.Önce Kapalıçarşı,Topkapı Sarayı,Gülhane Parkı derken,Yeni Caminin önüne kadar geldiler.

Orada bağıra bağıra simit satan bir çocuk vardı.Basketbolcu birden durakladı.Sonra simitciye yaklaştı:

-Simit'in kaça koç?

-300 bin abi çıtır çıtır...

-Tezgahda kaç simit var?

-70-80 tane herhalde...

-Hepsini alsam ne tutar?

-Seksen desek 24 milyon

-Al sana 30 milyon...

Farzet ki hepsini aldım...

-Sağol abi...Sağol...

Basketbolcu üç onluk çıkarıp simitcinin önüne bıraktı.Eşi şaşkındı... Üç beş adım yürümüşlerdi ki kocasına yaklaşır fısıldadı.

-Suat, sen deli misin?

-Yooo.

-Peki,yemediğimiz simitlerin parasını niye verdin?

-Boşver sorma...

-Diyelim ki soruyorum.

Hem ısrarla soruyorum.

-Öyleyse söyliyeyim.Tablanın kenarı dikkatini çekti mi?

-Hayır.

-Didikkatli baksaydın,görecektin.Tahtaya bir isim kazınmıştı.

-Nasıl bir isim?

-Suat!

-Yoksa?

-Evet,o tezgah, eskiden benimdi...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Acele Karar Vermeyin

 

--------------------------------------------------------------------------------

Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş."Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler."Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkçn ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeyeçalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara."Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş."O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şnssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."

 

Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:

 

"Acele karar vermeyin.Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir.Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.Buna rağmen akıl,insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar.Bir kapı kapanırken, başkası açılır.Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."

Share this post


Link to post
Share on other sites

esrarı çözülemeyen 20 olay

 

--------------------------------------------------------------------------------

Geleceği gören harita :

Coğrafya ve harita uzmanı ünlü Türk denizci Piri Reis'in 1513'te çizdiği Afrika, Amerika ve Güney Kutbu'nu gösteren harita, ortaya çıkarıldığı 1929 yılında ortalığı karıştırdı. Çünkü Güney Kutbu'nun keşfi, haritanın çizilmesinden çok sonra, yani 1818'de gerçekleşmişti. Dahası, Piri Reis'in haritası, kıtanın buz altında kalmış sahil kesimlerini de gösteriyordu. Ancak kıta üzerindeki buzlar, haritanın çizilmesinden tam 6 bin yıl önce erimişti.

 

2000 yıllık pil :

Alman arkeolog Wilhelm Konig tarafından 1938'de Irak'ın başkenti Bağdat'ın yakınlarında bulunan 2 bin yıllık pil, bilim adamlarını şaşkına düşürdü. Konig, 13 santimetre boyundaki toprak bir kabın içine monte edilmiş bir bakır silindir, onun etrafındaki demir çubuk ve testinin ağzını kapatan asfalttan oluşan bu nesneyi "dünyanın en eski pili" olarak tanımladı. Pilin 2 volt enerji ürettiği saptanırken, 1800'lü yularda modern pili icat eden Alessandro Volta adlı İtalyan kontunun da şöhretine gölge düştü.

 

Antik çağ bilgisayarı :

1900 yılında Girit açıklarındaki bir batıkta araştırma yapan bilim adamları ilginç bir cisme rastladı. Tahta bir muhafazanın içine yerleştirilmiş bir dizi bronz dişliden oluşan bu garip nesnenin kasası, yüzeye çıkarıldığı anda dağıldı ve cihazın içindeki karmaşık yapı ortaya çıktı. Yapılan çalışmaların ardından, bu aygıtın Ay, Güneş ve diğer gezegenlerin konumlarını hesaplamak ve istendiği anda bunların pozisyonlarına yönelik tahminlerde bulunmak için geliştirildiği anlaşıldı.

 

Kristal kuru kafa :

Maya dönemine ait 1000 yıllık bu kristal kuru kafa, tek bir blok kristal üzerine oyma olarak yapılmış. Nasıl yapıldığı hala anlaşılamayan kuru kafanın altından tutulan ışık, doğrudan göz çukurundan yansıyor. Bu teknolojinin bugün bile mümkün olmadığı söyleniyor.

 

Generalin kemer tokası :

M.S. 300'lü yıllarda ölen Çinli general Çou Çou'nun mezarında 1956 yılında bulunan kemerin tokası, yüzde 85 oranında alüminyumdan yapılmış. Ama doğada sadece bileşik olarak bulunan alimünyumun diğer maddelerden ayrıştırılarak tek bir madde olarak kullanılabilmesi ilk kez 19. yüzyılda mümkün olmuştu.

 

1000 yılda yapılan kent :

Pasifik Okyanusu'ndaki Mikronezya adası yakınlarına kurulu antik Nan Madol kentinin inşası, M.Ö 200'de başladı ve 1000 yıl sürdü. 250 milyon tonluk dev bazalt bloklar kullanılarak yapılan bu kent, 100 yapay adayı kanallarla birbirine bağlıyor. Bu kadar bazaltın bölgeye nasıl getirildiği ise hâlâ sır.

 

Uzaylılar için iniş pisti :

Peru'nun Pampa sahilindeki 450 kilometrekarelik alan üzerine çizili motifler, M.O. 300 üe M.S. 600 arasındaki dönemi kapsayan hayvan ve bitki şekillerini resmediyor. Nazca medeniyeti tarafından yapıldığı düşünülen bu garip motiflerin, uzaylılar için bir iniş pisti vazifesi gördüğü öne sürülüyor.

 

Concorde'un atası :

M.Ö 200'de yapıldığı sanılan bu nesne, 1898 yılında Mısır'da bir lahitte bulundu. Ancak gerçek uçaklar icat edilene kadar ne olduğu konusunda kimse bir fikir beyan edememişti. 1972'de arkeolog Halil Mesiha bunun bir model uçak olduğunu, mükemmel bir aerodinamiğinin bulunduğunu ve kanatlarının Concorde'u andırdığını iddia etti.

 

Kayaya gömülü çekiç :

Tahta sap ve demir tokmaktan oluşan bu çekiç, 1936'da Teksas'ta 400-500 milyon yıllık bir kayanın içine gömülü olarak bulundu. Modern bir aletin tarih öncesi bir kaya kütlesinin içine nasıl girdiği bir yana, çekiçte kullanılan demirin günümüz demirlerinden bile saf olması bilim adamlarını hayrete düşürdü.

 

Harçsız taş set :

Peru'nun Cusco bölgesindeki bir İnka kalesinin etrafını 360 metre boyunca zikzak yaparak saran 9 metrelik setlerin yapımında, tanesi 300 tona varan kireçtaşı blokları kullanılmış. Ancak hiç harç kullanılmamasına rağmen bu kayalar, arasına bıçak bile sokulamayacak kadar mükemmel yerleştirilmiş

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Uzaylılar için iniş pisti :

Peru'nun Pampa sahilindeki 450 kilometrekarelik alan üzerine çizili motifler, M.O. 300 üe M.S. 600 arasındaki dönemi kapsayan hayvan ve bitki şekillerini resmediyor. Nazca medeniyeti tarafından yapıldığı düşünülen bu garip motiflerin, uzaylılar için bir iniş pisti vazifesi gördüğü öne sürülüyor.

 

Evet gerçekten hoş, paylaştığınız için teşekkür ederim. Yukarıdakini ise nazar boncuğu kabul ediyorum.

 

Tekrar teşekkürler...

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Erkeklerin Melek Olduğunun Kanıtı(mı acaba)

 

--------------------------------------------------------------------------------

Bir gün ormancının biri dalları nehrin üzerine sarkan ağacın dallarını

keserken baltasını suya düşürür.

 

"Aman tanrım" diye bağırdığında bir peri belirir ve "Ne diye bağırıyorsun ?"der.

 

Ormancı baltasını suya düşürdüğünü ve yaşamını sürdürebilmek için o

baltaya ihtiyacı olduğunu söyler.

 

Peri suya dalar ve elinde bir altın balta ile tekrar belirir. "Baltan bu

muydu ?" diye sorar. Ormanci "hayır" diye cevaplar.

 

Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde gümüş bir balta ile tekrar

belirir ve yine sorar. "Baltan bu muydu ?"

 

Ormancı yine "hayır" diye cevaplar. Peri suya tekrar dalar ve bu sefer

elinde demir bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar. "Baltan bu muydu

?" Ormancı "evet" der. Ormancının dürüstlüğü perinin çok hoşuna gider ve

baltaların üçünü de kendisine verir. Ormancı mutlu bir şekilde evine

döner. Bir zaman sonra ormancı esiyle birlikte nehir boyunca yürürken

karisi suya düşer. Ormancı "aman tanrım" diye bağırır. Peri yine belirir

ve sorar: "Ne diye bağırıyorsun ?"

 

Ormancı" karim suya düştü der. Peri suya dalar ve Jennifer Lopez ile

birlikte geri döner."Senin karin bu mu?" diye sorar. Ormancı "evet" der.

Peri sinirlenmiştir, "Yalan söylüyorsun, gerçek bu değil" der.

 

Ormancı "özür dilerim peri, ortada bir yanlış anlaşılma söz konusu. Eğer

Jennifer Lopez için hayır deseydim bu sefer Catherine Zeta-Jones ile geri

dönecektin, ona da hayır deseydim karımla dönecek ve her üçünü de bana

verecektin. Ben fakir bir adamım ve üç karimin sorumluluğunu taşıyabilecek

durumda değilim. Jennifer Lopez'e evet dememin sebebi budur...

 

 

 

Bu hikâyeden alınacak ders: Ne zaman bir erkek yalan söylüyorsa bunun iyi ve

saygın bir nedeni vardır ve bu başkalarının yararı içindir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

kırmızı leptoplu kız

 

--------------------------------------------------------------------------------

Bir zamanlar yeni üye varmış. Annesi ona üzerinde kırmızı kapağı olan bir laptop almış. Kız bu laptopu çok seviyormuş ve nereye gitse onunla gidiyormuş. Bu nedenle de herkes ona Kırmızı laptoplu Kız diyormuş.

Bir gün “Kırmızı Laptoplu Kız!” diye özel mesaj atmış kızın annesi. “Büyükannen hâlâ hasta. Hadi nete gir de, ona yaptığım şu ilaç tarifini yolla .”

Kırmızı Laptoplu Kız da laptopunu almış , ve nete girmiş.

“seni biri msn e eklerse sakın kabul etme demiş annesi.ama kızın listesi bomboşmuş!çok üzülüyormuş buna

“eklemem anne,” demiş Kırmızı Laptoplu Kız.

Tam nete girmiş, bikaç saniye olmuş ki kurt nickli birinin msne eklediğini görmüş. Kırmızı Laptolu Kız heyecandan az kalsın elindeki mauseyi düşürüyormuş. eklemeye karar vermiş kurt'u. “napıosun nette güzel kız'' demiş kurt.

“Büyükanneme bi dosya göndermeye uğraşıyorum ,” demiş Kırmızı Laptoplu Kız. “adresi büyükanne@....... Büyükannemin sağlığı pek iyi değil. Bu arada adım ‘güzel kız’ değil, ‘Kırmızı Laptoplu Kız.’ ”demiş

“Özür dilerim Bilmiyordum.”demiş kurt!ardından hemen büyük annenin msnı kackleyıp oturum açmış.

Kırmızı Laptoplu kız büyükannesinin oturumu açtığını görünce çok sevinmiş.

merhaba büyükanne, demiş

“senmisin ?”demiş kurt.

“Benim, Kırmızı Laptoplu Kız.”

“hoşgeldn kızm” demiş kurt. “noldu neden nettesin?”demiş ardından

sana ilaç için tarif yaptı annem onu yollıacam demiş.Kırmızı Laptoplu Kız şüphelenmiş neden böyle kısaltmalarla yazıo büyükannem diye düşünmüş!sonra büyükannesinin hasta olduğu aklına gelmiş ondan kısaltmalar falan yapıo herhalde demiş

Kurt,büyük annenin avatarından bulup koymuş!

“yolla dosyayı” demiş kurt.

Kırmızı Laptoplu Kız , yollamış dosyayı!ama aktarım hızı çok düşükmüş

kurt da bı dosya yollamış sen bunu yükle daa cabuk ındırırım o zaman ben senın yolladıgın dosyayı demiş

kabul etmiş Kırmızı Laptoplu Kız

“bu dosya niye rar'lı Büyükanne?”

“daa cabuk yükle diye kızım” demiş kurt.

“bunun da aktarım hızı yavaş neden yükleyip zaman kaybediyoruz”

“ilerde yollıacağın dosyalar hep hızlı gelcek de ondan” demiş kurt.

“neden bu dosyanın üstünde hack prog yazıo?”

“Seni haclemek için ” demiş kurt.

aktarım tamamlanmış ve kurt bizim Kırmızı Başlıklı Kızın laptopuna girmişşşşş

dosyalara falan bakmış .Kırmızı Laptoplu Kızın resimlerini falan çalmış!!öleee oyalanıomuş bizim kurt

Ama ne var ki Kırmızı Laptoplu Kızın büyükannesi ünlü hacker HACER ANAymış

“Aylardır senin peşindeyim pis yaratık,” diye mesaj yollamış HACER ANA.çaldığı tüm dosyaları geri almış.ve kurdun hard disc'ini yakmış

Büyükanne, Kırmızı Laptoplu Kız’ın ona yolladığı dosyayı almış!. tarife göre hazırlamış ilacı ve içmiş.büyük anne iyileşmiş!Kırmızı Laptoplu Kız da bı daa tanımadığı kımselerı msn'e eklemeyecegıne söz vermiş.

Share this post


Link to post
Share on other sites

PAZARTESİYİ BEKLERKEN

Bir salı günüydü.

‘Yoğun bir iş temposuyla geçen günün akşamında eve varmak ne güzel… Daha da güzeli elini yüzünü hoş kokulu sabunlarla yıkayıp, üstüne rahat ev kıyafetlerini geçirmek… Sonra şöyle güzelce televizyonun başına kurulup eline kumandayı almak..’

 

Oturduğu yerde sızlanmalarını dindirmek için ayaklarını yüksekçe bir yere

kaldırıp uzandı. Yorgunluğu şimdi çok daha belirginleşmiş, külçe gibi üzerine çökmüştü. Oh! Tam şekerlemelik bir andı. Gözlerini yumdu, televizyonun sesini kıstı.

 

Sabah geç kalkmasına rağmen çok iş yapmış, çok yere gitmişti. Geç yatması da cabası… Şöyle bir düşündü:

‘Evi silip süpürmek, çarşıya çıkıp sayısını hatırlamadığı kadar mağaza gezmek, alışveriş yapmak, bu arada faturaları unutmamak, her biri için saatlerce sıra beklemek, sonra o eşyaları elleriyle taşımak…’

 

Çok, çok zahmetli bir gün olmuştu bugün.

 

Ayakları, kolları, her yeri sızlıyordu. Burnuna sabunun güzel kokusu geldi. Leylâk gibi, insana eflâtun rengini hatırlatan ferahlatıcı bir kokuydu bu... Derin derin içine çekti. Galiba bu kokunun uykuya da tesiri vardı. Davetiye çıkarmış gibi, uyku hemen başucunda bitiverdi. Tam kendini uykunun o tatlı tatlı dalgalanan, masmavi ve ılık denizine atacak, imkânsızın mümküne dönüştüğü yerlerde gezecek hattâ uçacaktı ki, aklına akşam namazını kılmadığı geldi. Düşünmemeye çalıştı.

 

Yok, hayır! Akşam namazını kılmamıştı. Ama çok yorgundu. Olsun, yine de kılmamıştı. Ama kıpırdayacak hâli kalmamıştı, her yeri sızlıyordu, zaten namazını kılsa bile huşuyla değil, bir an evvel kılmış olmak için kılacaktı. Biraz düşünüp aklına gelen birkaç önemli önemsiz bahaneyi de sıraladı. İçindeki uzlaşmaya yanaşmayan o inatçı ses tek cümleyle cevap verdi: Kılmamıştı işte, kılmamıştı, kılmamıştı…

 

Bahanesini geçerli hâle getirmek, inatçı sesin inadını kırmak için daha çok düşündü:

‘Zaten bu sene üniversite imtihanına giriyorum. Gece yarılarına kadar ders çalış, okul, dershane, etütler… Sabah namazlarına da genelde kalkamıyorum, öğlenleri okulda kılamıyorum, hattâ bazen, yok yok, genellikle ikindileri de… Ne öyle bölük pörçük... Bir şey yapıldı mı tam olmalı. Seneye hayırlısıyla üniversiteyi bir kazanayım… Hepsini beş vakit kılmaya başlarım. Hayatım nasıl olsa düzene girer. Şimdiki kadar yoğun da olmam. Bu sene geçiş yılı. Olmuyor işte bu yoğunluğun içinde!’

 

Üniversiteli olmakla, yepyeni bir pazartesiyle yepyeni bir hayata başlayacaktı... düzenli bir hayata. Tabii, namazları tam bir hayata..

 

Ah pazartesi, bir gelse!

 

………

 

Ve üniversite yılları

 

Bir salı günüydü.

 

Artık şubat tatilinin yaklaştığı, insanların kayıp düşmesini bekleyen buzlarla kaplı, soğuk yollarda geçirilen koşturmacalı bir günün akşamında kendini eve zor atmıştı.

 

Yoğun bir günün bitiminde evine varmak ne güzel bir duyguydu.

‘Bir de mor veya mavi renkli, kokulu sabunlarla yıkanıp, yüzüne gözüne, eline ayağına yapışıp onun yorgunluğunu artırmak için ağırlık yapan tozdan kirden kurtulmak herhalde dünyanın en güzel duygularından biriydi.’

 

Gerçi sabun evindekiler kadar kaliteli değildi. Bazen yüzünü tahriş de ediyordu; ama olsun. Öğrencilik hayatı işte…

 

Oturduğu koltukta hemen uyuyabileceğini biliyordu.

 

Çok yorgun ve uykusuzdu. Gece sabaha kadar ders çalışmış, erkenden deneme imtihana gitmiş, yetiştirmesi gereken ödevi yapmak için kütüphanede bir hayli vakit geçirmişti.

 

O kadarla kalsa yine iyi… Eksik ders notlarını tamamlamak için koşuşturup fotokopicilerde epey ter dökmüştü… ‘Üff ne tempo ama!’ diye düşündü.

‘Hiç de öyle bir kere kapağı atmakla bitmiyormuş… Asıl zorluk üniversitedeymiş meğer. Şimdi çalıştığım kadar üniversite imtihanına hazırlansaydım en yüksek bölümü kazanırdım alimallah…’

 

Başını yastığa koydu. Üzerine sıcacık bir battaniye aldı. Burnuna ikinci sınıf da olsa güzel kokan sabunun kokusu geldi. Bir an evini hatırladı.

‘Az kaldı. 2-3 imtihan sonrası, yaklaşık 2 hafta sonra evdeyim.’

 

Annesinin mis gibi yemeklerinden yiyecek, yüzünü evlerinin güzel ve kaliteli sabunlarıyla yıkayacaktı.

 

Bu düşünce onu keyiflendirdi. Gözlerini kapadı, yüzünde ailesini düşünmenin verdiği tebessümle, bedeninde uzun zamandır süren koşuşturmanın yorgunluğuyla, uykunun insanı uçurup yorulmaksızın gezdirdiği değişik âlemlere yola çıkmaya hazırlanıyordu...

 

Birden aklına akşam namazı geldi. Eskisi kadar inatçı olmasa da, o ses yine konuşmaya başlamıştı: ‘Oooo, bu yorgunlukla çok zor bir iş şimdi bu. Kalkacak, ağrıyan bacaklarıyla yürüyecek, sızlayan kollarınla, ellerinle abdest alacaksın… Soğuk suyu da hesaba kattın mı? Sıcacık battaniye terk edilip namaz kılmak...’

 

Kılmalıydı!!!

 

İnatçı sese karşı, o da inat etti:

‘Yarım yamalak, bu yoğun temponun içinde, hızlı hızlı kılınacak namazın ne hayrı olur ki... Koşturmanın içinde böyle geçiştirilmiş namazlar… Yok yok, olmaz öyle. Şu imtihanlar bir bitsin, şu okul bir bitsin, mesleğimi elime bir alayım. Adam gibi kılmaya başlarım…’

 

Pazartesi bir gelse.

 

Yeni bir hayatın ilk günü olacaktı... Artık mesleğini eline almış çok daha düzenli ve stressiz hayata başlamış olacaktı. ‘O zaman kılarım, hem bugünlerin kazasını da yaparım.’ diye düşündü. Sonra içinde feryatlar koparan o sesi duymamak ve hattâ onu da rahatlatacak bir çözüm bulabilmek için, yarın bir gün çalışacağını, sabah erken kalkıp namazını kılıp hattâ çok sevdiği sabah uykularından vazgeçip, namazdan sonra yatmayıp Kur’ân okuyacağını, öğle tatillerinde namazını rahatlıkla kılabileceğini, ikindiyi kısa günlerde iş yerinde, uzun günlerde evinde, akşam ve yatsıyı evinde sakin ve huşuyla kılacağını hayal etti. Nasıl olsa kılacaktı.

 

Yeter ki şu yoğun tempolu, stresli okul günleri bir geçsin… İşe başlayacağı, yeni bir başlangıç yapacağı pazartesi bir gelse..

 

……..

 

Ve iş hayatı

 

Bir salı günüydü.

 

İşten yorgun argın eve gelmişti. Gelen fakslar, yapılan görüşmeler, arananlar, arayanlar… İnsanlara laf anlatmak cidden çok zordu. Hele bir de iş yerinde dönen ayak oyunları. Çekememezlikler, kavgalar.. hadi hepsi bir yana, işten çıkıp da eve gelmek için çekilen trafik çilesi... Bazen caddede yolun ilerisinin göründüğü yerlerde kilometrelerce uzayan tıkanık yolu, bekleşen arabaları görünce ağlayası geliyordu.

 

Sonunda varabildiği evinde olmanın mutluluğuyla elini, yüzünü güzel kokan bir sabunla yıkadı. Yorgunluktan dile gelmiş ayaklarını yüksekçe bir yere koyarak uzandı.

 

Gözlerini kapadı. Bugün ayaklarının sızlamasına baş ağrısı da eşlik ediyor, Bremen mızıkacılarınınkine benzeyen uyumsuz bir koro gibi kendilerince bağrışıyorlardı.

 

Sabunun hoş kokusunu duydu. Uyku, güzel kokulu yumuşacık mavi bir bulut gibi onu sarıp sarmaladı.

 

Tam o bulutun üzerinde yola çıkacaktı ki, ‘namaz’ dedi içindeki ses, her

geçen gün biraz daha kısılan ses tonuyla..

 

İster istemez uyku bulutu aralandı, zihni yeni bahaneler üretmek için harekete geçiyordu ki, içinden bir başka ses daha geldi.

‘Evde yemek yok ve akşama yemeğe arkadaşlarını çağırdın…’

 

Üç saniye içinde uyku kalmadı gözlerinde. O sevimli bulut kuvvetli bir rüzgârla karşılaşmışçasına kaçıverdi geldiği bilinmeze. Hâlâ ayakları sızlıyor ve başı ağrıyordu; yine de telâş içerisinde mutfağın yolunu tuttu, telâşını bastıracak kadar kuvvetli değildi bu ağrılar.

 

Öyle bir telâştı ki namazı da unutturuvermişti.

 

......

 

İşte aile…

 

Bir salı gecesiydi.

 

Oturduğu koltuğun üzerinde kâh uyuyor, kâh uyanıyordu. İşin gerçeği, uykuyla uyanıklık arasında bir bölgede, ‘âraf’ta duruyordu.

 

Ârafın bu yanına geçip gözlerini, uykusuzluktan sızlayan gözlerini aralayıp çocuğunun ateşini kontrol etti. Biraz düşmüş gibi olması ârafın öbür tarafına daha rahat geçebilmesi için bir biletti sanki. İçi rahatlayarak başını koltuğa dayadı.

 

Camiden yükselen sabah ezanı, hasta çocuğu soğuktan korumak için her zamankinden daha sıkı kapatılmış evde açık cam bulamamasına rağmen, onun ârafın öbür yanından bu yanına yaklaşmasına sebep olmuştu.

‘Çok bitkinim. Sabaha kadar uyutmadı çocuk. Aman ne çileymiş bu. Zaten her şeyden hasta oluyorlar. Şimdi namaza kalkmak.. uzun iş. Çocuk da ağlar. Yok yok şimdi olmaz.

 

Hep erteliyorsun ama..

Şu çocuk düzelsin başlayayım artık namaza. Aman düzelse ne ki, bu defa öbürü hasta olur. Yok yok. bu çocuklarla namaz falan kılınmaz. Pek bir zor olur, böyle bir vakit kıl, üç vakit kılma. Hoş değil zaten. Hayırlısıyla şöyle biraz büyüsünler. Kendi işlerini görür hâle gelsinler.

 

Onların yürüdüğü, okula başladığı pazartesi günü başlayacaktı namazlarına.. çok düzenli, bol dualı ihlâslı namazlar kılacaktı. Hayırlısıyla bir gelseydi o pazartesi.

 

………………….

 

Yine bir salı günüydü.

 

Bugün yıllık izninden bir gündü. Yorgun değildi, sabah da geç kalkmış, ağır ağır aklına gelen bütün kahvaltılıklardan oluşan bir sofra kurmuş, öğle yemeğiyle birleşen bir kahvaltı yapmıştı. Evin odalarında yavaş adımlarla yürüdü. Televizyonu açıp elinde kumandasıyla koltuğa kuruldu. Bu anın, bu mutluluğun tadını doya doya çıkarmak için eline bol miktarda Erzurumluların deyimiyle sımışka, yani ayçiçeği almıştı. Çıt çıt.. kanalları dolaştı. Hangisinde karar kılacağını düşündü. Çıtır çıtır çitletilen çekirdeklerle önce bir film, sonra eski bir film seyretti. Dışarıdan gelen yeni bir ezan sesi yine onu kımıldatamadı.

 

“Namaz” dedi içindeki güçsüzleşmiş ses. “Namaz!”

 

Hiç yerinden kalkası yoktu. Zaten yarım yarımdı bütün namazları.

‘Hangi gün beş vakit kılıyorum ki.. bir vakit daha neyi değiştirecek… İş hayatında çok zordu namaz kılmak. Hem ev, hem iş. Bu koşuşturmada çok zordu. Çok zor. Zaten emekliliğime de fazla bir şey kalmadı. Ah hayırlısıyla emekli olayım. Artık gerçekten her şeye yeni bir başlangıç yapacağım. Benim yeni pazartesim olacak.’

 

Kendini ibadete verecekti. Her namazını vaktinde huşu ile kılacak, peşinden kazalarını kılacak, tesbihatları yapacaktı. Dahası gece namazlarına bile kalkabilirdi.

 

O gün yeni bir başlangıç olacaktı. Yeni bir hayatın ilk günü, bir pazartesi

olacaktı. Ah o pazartesi bir gelse…

 

Çay demledi; bir süre çekirdek çitletti, çay içti. Sonra yavaş yavaş bir uyku bastırdı. Kanepeye uzandı. Başının altına bir yastık aldı. Elinde kumanda bir-iki kanal daha gezdi. Yeni bir programda karar kıldı.

‘Oh be, tatilde olmak koşuşturmamak ne güzel! Ama tatilden sonra iş başı yapmak hiç güzel olmayacak. Off, Allah vere de bu sene resmî tatiller hep hafta içine denk gelse!’ diye düşündü.

 

Uzanıp masanın üzerindeki takvimi aldı. Yıllık tatilleri gösteren sayfalara baktı. 23 Nisan Salı, 19 Mayıs Salı, Ramazan Bayramı Salı, Kurban Salı… Keyiflendi. Sonra öylesine karıştırmaya başladı takvimi. O günün tarihine baktı: ..ağustos salı. Çocuklarının doğum günlerine baktı: ..mart salı, …haziran salı...

 

Takvimin ilk sayfalarını açtı: 1 Ocak Salı, 2 Ocak Salı, 3 Ocak Salı, mart salı, nisan salı…

 

Haziran, temmuz, ekim, kasım.. hepsi salı..

 

Dün salı, bugün salı, yarın salı.

‘Bir gariplik var bu işte! Acaba?’ demeye kalmadan iyice yoğunlaşan sabun kokulu uykuya daha fazla karşı koyamadı.

 

Esnedi, battaniyesini iyice üzerine çekti.

 

Günlerin, ayların, yılların, kısacası hayatın sadece salı günlerinden ibaret olduğunu anlayamadan uykuya daldı…

 

…………..

 

Uykuda mıydı, rüyada mıydı anlayamadı. Kıpırdamak istedi; fakat hiçbir yerini

oynatamadı, sonra gözlerini açmaya zorladı ve gözünü açtığında bir anda çok şaşırdı. Nasıl olabilirdi bu iş? Kendisini seyrediyordu. Biraz yaşlıca bir hanım kazandan bir tasla aldığı suyu bir tahta üzerinde yatan yarı çıplak bedenine döküyor, diğer hanım da güzel kokulu bir sabunla bedenini oğuşturuyordu.

Share this post


Link to post
Share on other sites

BİR GÜL EKİN...

 

 

Ama bu sefer kalbinize ekin bu gülü.

 

Bir sevda tutun,

 

Ama bu sefer kalbinizde tutun sevdanızı.

 

Bir hayal kurun,

 

Mutluluk vadisinde, gül bahçesinde, sevgi şehrinde, insanlara huzur saçan, mutluluk yayan, insanların kalbinden hüznü alıp yerine sevdayı, sevgiyi, Allah aşkını yerleştiren bir yerin hayalini kurun…

 

Bunlar hayal ama mutluluk uzakta değil ki…

 

Aşk, sevda uzakta değil ki…

 

Kapatın kalbinizi madde alemine, açın gönlünüzü mana alemine, çıkın seyahate…

 

Ama bu seyahat madden uzak, gül bahçesinde, sevda mahallesi, aşk sokağı,

 

Namazgah hanı, seccade döşeğinde gözyaşlarıyla ıslanan seccadenizin üstünde…

 

Ötelere adım atın, Çırpın kanatlarınızı, uçun göklere, varın semalara, tanışın peygamberlerle, uzanın göklere yaklaşın cennete, girin Sidretül müntehaya, hani me’va cennetinin yanında, için orda gözyaşlarıyla doldurduğunuz mana sütünü, işte bakın sevgiliniz tam karşınızda, sizlerin selamını bekliyor mukabele etmek için. Şahitler de hazır sizlere tanıklık etmek için.

 

Daha ne beklersiniz işte geldiniz kab-ı kavseyne hadi, şimdi işte alın seccadenizi, açın kalbinizi, dökün gözyaşlarınızı, varın sevgilinizin yanına, sevgilinize yalvarın, yakarın affınızı ve affımızı isteyin. Sevgililer naziktirler bir şey istendiği zaman geri çevirmezler. Hadi sunun dualarınızı, göz pınarlarınızdan ayrılan mana sütünün, mana aleminde ki yükselişinizin yanında…

 

Daha ne beklersiniz işte sevgili bizleri bekliyor

 

Evet, şimdi işte yalvarıyorum ve yalvaracağım

 

Ey benim sevgilim, Rabbim yalnız sana yalvarır ve yalnız senden dilenirim…

 

Sana mana kasesini gözyaşlarıyla doldurmaya çalışan aşıklarının yüzsuyu hürmetine bizlere senin sevgini, senin aşkını tatmak ve bu tatla son nefesimize kadar yaşamak ve senin aşkınla senin huzuruna varmak nasip eyle… Amin...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hayatımıza dair SORULAR

 

 

*Bu sabah hayat defterini nasıl açtın? Sana yeni bir gün lütfettiğini düşünerek Rabbine şükrettin mi? Bu yeni günde Rabbine kulluk ahdini yeniledin mi?

 

 

*Canab-ı Hak seni seher vakitlerinde istiğfara davet ederken, sen o vakitte çoşup taşan ilahi rahmet ve mağfiretten ne kadar nasiplenebildin? Yoksa yağmur damlalarının kayaların üzerinden boşa akıp gittiği gibi, o hususi lutüf anını zayi mi ettin?

 

 

*Bugün hayatın ne kadar zikrullah ikliminde geçti? Ne kadar Rabbini hatırlayabilmenin ruhaniyeti içinde oldun?

 

 

*Müezzin "hayya ale's-salah!" davetine uyarak kaç vaktini cemaatle kılabildin? Namazların tekbirleri, kıyamları, kıraatları, rüku ve secdeleri

Hakk'ın istediği kıvamda, yani huşu içinde, ruh ve bedenen ahengiyle eda edebildin mi?

 

 

*Bu gün seni pençesine düşürmüş veye düşürebilecek tiryakiliklere, karşı koyma iradesini gösterebildin mi? Allah'ın nehyettiği halde sende bulunan kötü hal ve tavırlardan vicdanen bir raharsızlık duydun mu? Bunlar yüzünden nedamet göz yaşları döktün mü?

 

 

*Bugün dilini boş ve laubali konuşmalardan, yalan ve dedikodudan, gıybet ve münekaşadan ve bir gönle diken batırmaktan koruyabildin mi?

 

*Bugün senin için yaratılan bu kainattaki billur bir avize teşkil eden yıldızları, semanın sonsuzluğunu, yeryüzüne hayat veren güneş ve ayı, sermayesi eynı topraktan olan bitkilerin rengarenk yaprak ve çiçeklerini, renk koku, lezzet ve şekilde sonsuzluk arz eden meyvelerini, ancak bir iki haftalık ömrü olduğu halde kelebeğin kanatlarındaki harika desenleri, insanın yayadılışındaki ibretlisafları tefekkür edip ilahi tecelli ve hadiseleri gönül gözüyle seyredebildin mi?

 

 

selam ve dua ile............

Share this post


Link to post
Share on other sites

15 dakikanız var mı?

 

 

 

Yorucu bir okul gününün sonuna gelmişti Ahmet, oysa ki saat daha 15:25 idi. Kadıköy-Kartal minibüslerine bindi, Maltepe'ye eve gidiyordu. Minibüs her zamankinden daha boştu, öyle ki oturacak yer bile vardı. Bir cam kenarına oturdu, kibarca parasını uzattı ve taşıtla dolu E-5 karayolunu seyrekoyuldu.

 

Zehra okuldan çıkmıştı, eve gitmek için minibüse bindi ve parasını uzattı. Şaşkındı, çünkü Kadıköy-Kartal minibüsünde boş oturacak yerler vardı. Tam birine oturacaktı ki arka sıradaki eski lise hocasını farketti. Ahmet Hoca öylece dışarıyı seyrediyordu. Zehra, yavaşça yanına oturdu ve:

 

-Tanışıyor muyuz acaba? dedi sessizce.

 

Ahmet Hoca önce ürktü, sonra Zehra'ya dönüp gülümsedi ve:

 

-Pek sanmıyorum, dedi.

 

Zehra: Rahatsız ettim, özür dilerim, dedi, sessizce gülüştüler. Ahmet Hoca:

 

-Nasılsın bakalım, nerden?

 

-İyi diyelim iyi olsun hocam, okuldan çıktım, eve gidiyorum,siz nasılsınız?

 

-Aynı, dedi sadece Ahmet Hoca. Bir süre sustular. Sonra Ahmet Hoca sessizliği bozdu ve:

 

-Okul nasıl gidiyor, diye sordu.

 

Zehra:

 

-İyi gitmiyor, dedi kibarca.

 

Ahmet Hoca:

 

-İngilizce o kadar zor değildir ki, dedi. Fakat Zehra'nın neyi kastettiğini anlamamıştı. Zehra, dersler iyi, okul iyi gitmeyen, diyerek sözünü düzeltti. Ahmet Hoca cevabın güzel olduğunu düşünerek gülümsedi ve devam etti:

 

-Peki hayat nasıl gidiyor o zaman?

 

Zehra beklenmedik anda beklenmedik bir soruyla karşılaşmıştı aslında fakat çok doğal bir soru olduğunu düşünerek sakin bir şekilde cevap verdi:

 

-Hayat yarım bardak su. Kimi zaman dolu tarafı gözüme çarpıyor, kimi zaman boş tarafı. Dolu tarafı beni az da olsa mutlu ediyor, gülümseyebiliyorum. Ama boş taraf bana bu gülümsemeyi unutturabiliyor.

 

Ahmet Hoca: O halde hep dolu tarafını görmeye çalış., dedi gülümseyerek.

 

Zehra devam etti:

 

-İstediğimiz her an dolu tarafı gözümüzün önünde tutamıyoruz. Boş tarafta bulunması gereken su damlalarının hesabını, bulunan su damlalarından soramam ki, ya da boş tarafın görevini mevcut damlalardan istemeye hakkım yok. Bu, biraz bencillik olur. Ama genel düşünürsek, memnunluk oyunu her iki tarafı da anlık sevindirir. Ben iyiyim hocam, peki ya sizin hayatınız nasıl gidiyor?

 

Ahmet Hoca aslında Zehra'nın düşüncelerine çok önem veriyordu, bu lisede de böyledi fakat bunu hissettirmekten daha doğrusu düşüncelerini paylaşmaktan hep kaçmıştı, yine aynı şeyi yaptı ve ilgilenmiyormuş gibi kendisine yöneltilen soruya düşünmeden cevap verdi:

 

-Benim bardağım da az da olsa doluydu ama birileri bardağımı düşürmüş olmalı ki artık boş, hiç su kalmadı. Peki ben şimdi boş alanların, olmayan damlaların hesabını nasıl soracağım?

 

Aslında böyle bir cümle kurmayı kestirememişti Ahmet Hoca, sanki konuşan kendisi değildi, şaşırdı kendi söylediklerine, fakat söylemişti bir kere ve sonunda da soru sormuştu. Olduğu yerde biraz doğruldu ve cevap beklemiyormuş tavırlarına girdi, fakat Zehra çoktan konuşmaya başlamıştı:

 

-Tabi ki de paylaşarak, hocam!

 

-Ahmet Hoca, anlamadığını belli eden bakışlarla: Nasıl yani? dedi.

 

Zehra:

 

-Evet paylaşarak istediğiniz hesabı sorabilirsiniz. Benim yarısı dolu bir bardağım var, isterseniz hesap sormak için kullanın, isterseniz dolu tarafını görmek için, ama yarım bardaklık suyumun yarısı sizindir, dedi gülümseyerek.

 

-Ahmet Hoca, böyle bir cevap beklemiyordu aslında. O an düşününce aslında paylaşmanın sorunlara çözüm de ışık da olabileceğini anladı. Bugüne kadar problemlerini hiçkimseyle paylaşmamıştı, üstelik "bu benim sorunum,öyleyse yalnızca ben çözebilirim" düşüncesini benimsemişti. Fakat şimdi, eski bir öğrencisi ona paylaşmanın yoklukları azaltacağını, acıları hafifleteceğini öğretiyordu. Ahmet Hoca, şaşkın ve duyduklarından memnun bir ifadeyle:

 

-İlginç ve bir o kadar da doğru bir çözüm. Peki ama azalan suyun için sana borçlu olmayacak mıyım?

 

Zehra masum bir tebessümle:

 

-Bana 3sene boyunca öğrettiklerinize saysanız ve ben de hakkınızı az da olsa ödemiş olsam, ne dersiniz? dedi.

 

-Ahmet Hoca gülümseyerek:

 

-Çok güzel olur derim, 3 senelik alacağıma 15dk da kavuşmuş olmak beni sevindirir., dedi, sessizce gülüştüler. Aslında ikisi de birbirlerinden çok şey öğrenmişlerdi o güne kadar ve öğrenecekleri daha çok şeyin olduğuna çoktan inanmışlardı. Öyle ki, Ahmet Bey ineceği yere geldiğinde:

 

-Bir başka tesadüfte, bir yerden tanıştığımızı hatırlarsak, bir 15dk'nı yine bana ayırabilir misin?, dedi. Zehra:

 

-Seve seve, ama karşılığında 3 senenizi daha alırım., dedi ve ayrıldılar.

 

Eğer siz de yaşadığınız her 15dk nın değerini anlamak ve kaybetmemek istiyorsanız, paylaşımlarınızı esirgemeyiniz. Unutmayınız ki, paylaştıkça sizden hiçbir şey eksilmez, aksine; kaybedenlerden değil, kazananlardan olursunuz...!

Share this post


Link to post
Share on other sites

ne komedi ne zeka sorusu nede bilmece

 

--------------------------------------------------------------------------------

''BENİM İŞİM DEĞİL Kİ''

 

Herkes, Birisi, Herhangi Biri ve Hiç Kimse adlı dört kişi hakkında.

 

Yapılması gereken önemli bir iş vardı ve Herkes,Birisi'nin bu işi yapacağından emindi.

 

Gerçi işi Herhangi Biri de yapabilirdi, ama Hiç Kimse yapmadı.Birisi buna çok kızdı, çünkü iş Herkes'in işiydi.

 

Herkes, Herhangi Biri'nin bu işi yapabileceğini düşünüyordu ama Hiç Kimse, Herkes'in yapamayacağının farkında değildi.

 

Sonunda Herhangi Biri'nin yapabileceği bir işi Hiç Kimse yapmadığı için Herkes, Birisi'ni suçladı.

 

Sen! Ne anladın bu yazıdan Cevaplarmısın

Share this post


Link to post
Share on other sites

Nalıncı Baba

 

Sultan Murad Han o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:

 

- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?

 

- Akşam garip bir rüya gördüm.

 

- Hayırdır inşallah?..

 

- Hayır mı şer mi öğreneceğiz.

 

- Nasıl yani?

 

- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.

 

.....

 

Ve iki molla kılığında çıkarlar yola.

 

Görünen o ki padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt’a çıkar, döner Vefa’ya, Zeyrek’ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Sorarlar;

 

- Kimdir bu? Ahali:

 

- Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın meyhuşun biri işte!..

 

- Nerden biliyorsunuz?

 

- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.

 

Bir başkası tafsilata girer;

 

- Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkardır. Azaplar Çarsısı’nda çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine..

 

Hele yaşlının biri çok öfkelidir.

 

- İsterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?..

 

Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tedbili kıyafet mollalar kalırlar mı ortada!..

 

Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah yolunu keser:

 

- Nereye? - Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.

 

- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem... Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlasak gerek.

 

- İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar kurtuluruz vebalden.

 

- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.

 

- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?

 

- Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.

 

- Aman efendim, nasıl kaldırırız? - Basbayağı kaldırırız işte.

 

- Yapmayın etmeyin sultanım, bunun yıkanması paklanması var. Tekfini, telkini...

 

- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.

 

- Şurada bir mahalle mescidi var ama...

 

- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?

 

- Ne bileyim, Ayasofya’dan Süleymaniye’den, en azından Fatih Camii’nden...

 

- Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii’ni iyi dedin. Hadi yüklenelim...

 

Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü şâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur dudaklarında.

 

.....

 

Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza... Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha...

 

Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.

 

- Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba...

 

- Nasıl yani?..

 

- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?..

 

- Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim. Vezir cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar.

 

Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur.

 

Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.

 

- Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar. Şakaklarına dayar... Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...

 

- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim efendi bir âlemdi, vesselam... ..... Akşamlara kadar nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!..

 

- Niye? - Ümmeti Muhammed içmesin diye...

 

- Hayret... - Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinleseniz gerek... O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara... Mızraklı İlmihal. Hucceti islam okurdum...

 

- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki... - Milletin ne sandığı umrunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe’yi görmeli...

 

- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi? - İşte bu yüzden Nişancı’ya, Sofular’a uzanırdı ya... Hatta bir gün;

 

- Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada...

 

- Doğru, öyle ya?..

 

- Kimseye zahmetim olmasın, deyip mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. İş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?

 

- Peki o ne dedi? - Önce uzun uzun güldü, sonra;

 

- Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?

 

Allahü tealanın öyle kulları vardır ki, halk onları bilmez.

 

Hoş, bazen kendileri de makamlarının farkında değillerdir. Hulus-u kalp ile boyun büker ümmeti Muhammed’e, halifeyi müslimine dua ederler. Samimi niyazları ile zırh olurlar sultana... Bir seher vakti gözyaşı ile yapılan dua, binlerce topun yapamadığını yapar. Kralları yıkar, kaleleri paralar.

 

İşte NALINCI BABA o adsız sansız Allah dostlarından biridir.

 

Asıl adı Muhammed Mimi Efendi’dir. Bergama’lıdır.

 

1592 yılında vefat etti. Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü. Ve mübareği evine defnetti. Kabri üzerine bir kubbe, içine bir çeşme koydurdu. Dahası bir tekke ile yaşattı adını. Türbesi Unkapanı’nda, Cibali Tütün Fabrikası’nın arkasında, Harabzade Camii karşısındadır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Avrupa bizi neden sevmez hocam?

 

"istanbul universitesi'nde ogretim uyesi Alman asilli Prof. Naumark ile bir

kısım talebesi Bogazicinde geziye cikarlar. Talebelerden biri Prof.

Naumark'a su soruyu sorar:

Avrupa bizi neden sevmez hocam?

 

Prof. Naumark su cevabi verir:

- cok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupali Turkleri sevmez ve sevmesi de

mumkun degildir. Asirlardir kilisenin Turk ve islam dusmanligi Hiristiyanlar

in hucrelerine sinmistir.

Sebeplerine gelince:

 

1. Musluman oldugunuz icin sevmez. Ama faraza laik soyle dursun,Hiristiyan

olsaniz da size dusman olarak bakmaya devam eder.

 

2. Sizler farkinda degilsiniz ama, onlar su gercegin farkindadirlar: Tarihten Turk cikarilirsa tarih kalmaz. Osmanli arsivi tam olarak ortaya

cikarsa, bugunku tarihlerin yeniden yazilmasi gerekir.

 

3. Avrupa'nin pazari idiniz. simdi Avrupa'yi pazar yapmaya basladiniz.

 

4. En az 400 yil Avrupa'da sirtimizda ve ensemizde at kosturdunuz.

 

5. Selcuklular Anadolu'yu, Osmanlilar ise orta Avrupa ve Balkanlari Hacli

ordusuna mezar ettiler.

 

 

6. Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet

sagladilar. once ahlaki degerlerinizi yipratmaya basladilar. Giyiminizden

yasantiniza kadar...Sonra kendi icinizde sizi bolmeye basladilar. A-B-C-D

gibi...

 

7. Selcuklu ve bilhassa Osmanli, islamiyet ugruna her seyini feda

etmeseydiler, islamiyet bugun belki sadece Hicaz'da varligini devam

ettirirdi. Kaldi ki Vehhabiligi kuranlar da, ingiliz Dominyon Bakanligi'nin

adamlaridir. Bati her yerde islamiyet'i, sapik inanclara kanalize etti. Ama

Osmanli, Asr-i Saadet'i devam ettirdi.

 

8. Kilise size kin kusmaktadir. Ve sebepleri yukaridadir.

 

9. Ben Turkiye'ye geldigimde 2 universiteniz vardi, simdi 119 universite var

Osmanli zamaninda ise her yerde bir medrese vardi, tarihinize bakin her

medresede bilim egitimi vardi. ilk denizaltini Osmanlinin yaptigini cogunuz

bilmiyorsunuzdur belki de ama Avrupa bunu biliyor..

 

10. Sizler, gercek huviyetinize dondugunuz an Avrupa'nin refahi ve

medeniyeti yikilir.Ama sizde bunun olmasi bu sartlarda cok zor.

 

11. Yine sizler, Avrupa'nin tarihi dusmanisiniz ve daima dusman olarak

kalacaksiniz.

 

Evet, almasini bilene ders ve ibretlerle dolu bir itirafname...

 

KaynaK

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dünyanın en zor sorusu

 

Bu soru çocuk pisikoloğu adaylarına öğrenciyken sınavda sorulmuş.

''uçurumun dibindesiniz bir elinizle küçük çocuğunuzu diğeriylede büyük çocuğunuzu tutuyorsunuz eğer bi müdet daha böle kalırsanız üçünüz birden düşeceksiniz.hangisinin elini brakırdınız''

 

şu anda neler hissetiğinizi biliyorum ama lütfen cevaplayın bu soruyu teşekkür ederim

 

soru bir bilmece yada bir zeka testi sorusu değil istenilen çocukların piskolojisi açısından soruyu yanıtlamanız

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...