Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
nedmanün

Hikayeler, Kıssadan Hisseler

Recommended Posts

Hikayeler, Kıssadan Hisseler vb. konular bu başlık altında yazılacaktır.

Bu başlık altına atılmayanlar silinecektir.

 

 

 

Kasabanın birinde zengin bir tüccar yaşarmış. Öleceği vakit

vasiyetinde: 'Ben mezara konulduğum gün kim gelir benimle bir

gece mezarda kalırsa ona servetimin yarısını bırakacağım.'

demiş.

 

Çoluğu çocuğu, akrabaları servetin yarısı bırakılmasına rağmen

bunu yerine getiremiyeceklerini düşünüyorlarmış. Kısa bir

müddet sonra adam ölmüş.

 

Adamın vasiyeti kasabada zaten meşhurmuş. Bunu duyanlardan

biri de kasabanın en ücrâ köşesinde yaşayan hamalmış. Adamın

öldüğü haberini duyunca yakınlarına kendisinin bir gece

mezarda kalabileceğini söylemiş. Bunun üzerine cenaze

merasiminden sonra hamalı da adamla birlikte kabre koymuşlar.

 

Hamal: 'Zaten bir tane ipim bir tane de küfem var. Kaybedecek

bir şeyim yok. İyi ettim de bu adamla buraya girdim.

Çıktığımda kasabanın hatırı sayılır insanlarından biri

olacağım.' diye düşünüyorken bir gürültü kopmuş ve dünyada

daha önce hiç karşılaşmadığı yüzlere orada rastlamış.

 

Gelen melekler aralarında konuşuyorlarmış: 'Bu ölü olan zaten

elimizde. Onu istediğimiz vakit hesaba çekebiliriz. İlk önce

şu canlı olandan başlayalım.'

 

Adam tir tir titriyorken başlamış melekler art arda sorular

sormaya: 'Söyle bakalım ey falan oğlu filan. Küfenin ipini

nereden buldun? Satın aldıysan ne kadara aldın? Kimden aldın?

Aldığın kişiyi dolandırdın mı? Hakiki değerinde mi verdin

ücretini?'

 

Adamın dili dolanıyor sorulan sorulara cevaplar bulmaya

çalışıyor ancak, o cevap verdikçe ip ile ilgili bir başka soru

ile karşılaşıyormuş.

 

Gün ağarırken zengin adamın akrabaları gelmiş ve adamı

mezardan çıkarmışlar:

- Artık kasabanın sayılı zenginlerindensin. Anlat bakalım bir

gece mezarda kalmak nasıl bir duygu?

 

Hamal:

- Aman, lanet gitsin! İstemiyorum! Bütün mal mülk sizin olsun!

Ben bir ipin hesabını sabaha kadar veremedim, o kadar malın

hesabını kıyamete kadar veremem herhalde...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Buna benzer bir olay da Hz. Ömer için anlatılır. Hz. Ömer'in Şehadetinin ardından 6 ay geçer ve bir kişi onu rüyasında görür (kim olduğunu şimdi hatırlayamıyorum). Ona nasıl bir durumla karşılaştığını sorunca çetin sorgusunun yeni bittiği cevabını alır.

 

Allah hepimize hesabını verebileceğimiz ameller işletsin ve hesap anında tek yardımcımız olsun.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dolmuş

 

 

Bir acelesi olduğunu, onu görür görmez anlamıştım. Sağanak hâlinde yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş beline rağmen sağa sola koşuşuyordu.

 

Yanına sokularak:

 

-Hayrola teyzeciğim, dedim. Bir derdiniz mi var?

 

Sıcak bir tebessümle:

 

-Buraların yabancısıyım evlâdım, dedi. Hastahane tarafına gidecek bir araba arıyorum.

 

-Biraz beklerseniz aynı dolmuşa binebiliriz, dedim. Oraya geldiğimizde size haber veririm.

 

-Teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyemin altına girdi. Nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve yanacıkları pembe pembe olmuştu.

 

-Torunlarımdan biri menenjit geçirdi, diye devam etti. Ziyaret saati bitmeden dolaşmak istemiştim.

 

Saatime baktıktan sonra:

 

-20 dakikanız var, dedim. Hastahane yakın ama, bu havada pek araba bulunmuyor.

 

Durağa herkesten önce geldiğimiz için dolmuşa da rahatça bineceğimizi zannediyordum. Ancak araba yanaştığında, arkamızda duran 4-5 kişinin bir anda hücum ettiğini gördüm.

 

İçeriye doluşan ve arkadaş oldukları anlaşılan adamlara:

 

-İlk önce biz gelmiştik, dedim. Sırayı bozmaya hakkınız var mı?

 

Ön koltukta oturanı:

 

-Hak istiyorsan Hakkâri?ye gideceksin arkadaşım, dedi. Hem oradaki haklardan K.D.V. de alınmıyormuş.

 

Bu lâf üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve sinirlerim allak bullak olmuştu.

 

Sakinleşmeye çalışarak:

 

-Ben biraz daha bekleyebilirim, dedim. Ama şu ihtiyar teyzenin hastahaneye yetişmesi gerekiyor.

 

Bu defa şoför lâfa karışıp:

 

-Teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim, dedi. Okuyup üfledi mi hastahaneye uçuverir.

 

Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklaşıp gitti. Yaşlı kadına baktım, tevekkülle susuyordu.

 

5-10 dakika sonra gelen bir başka dolmuşa onunla beraber bindim ve şoföre, teyzeyi hastahanede indirmesini söyledim. Yaşlı kadın, yapacağı ziyaretten ümitsiz görünmesine rağmen şikâyet etmiyordu. Üstelik trafik de yarı yolda tıkanıp kalmıştı.

 

Şoför:

 

-Yolun bu durumu hayra alâmet değil, dedi. Sebebini anlasam iyi olacak.

 

Arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileriye doğru yürüdü ve biraz sonra döndüğünde:

 

-Kısmete bak yahu, dedi. Bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış.

 

Heyecanla:

 

-Bir şey olmuş mu, diye atıldım. Yâni yaralı falan var mı?

 

-Herhalde, diye cevap verdi. Dolmuşta bulunanları, teyzenin gideceği hastahaneye kaldırmışlar.

 

Göz ucuyla yaşlı kadına baktım. Solgun dudaklarıyla birşeyler mırıldanıyor ve sanki onlar için dua ediyordu.

 

Şoför, koltuğuna yavaşça otururken:

 

-Kısmet işte, diye tekrarlayıp duruyordu. Sen kalk koca bir kamyonla çarpış. Hem de Türkiye?nin öbür ucundan gelen Hakkâri plâkalı bir kamyonla. §

Share this post


Link to post
Share on other sites

Evinizde verdiğiniz bir davetin ardından yapacak çok işiniz mi var? Sakın üzülmeyin. Bu, çok arkadaşınız olduğunu gösterir.

 

Akşamları iş dönüşü otobüsten indiğinizde iki durak yürümek zorunda mı kalıyorsunuz? Sakın üzülmeyin. Bu, sizin sağlıklı olduğunuzu gösterir.

 

Pantolonunuzun beli sıkmaya mı başladı. Sakın üzülmeyin. Bu sizin aç kalmadığınızı gösterir.

 

Hafta sonları yıkanacak çok çamaşır sizi mi beliyor? Mutlu olmalısınız. Çünkü bu, çok kıyafetiniz olduğu içindir.

 

Akşam olunca ayaklarınız çok ağrıyorsa sakın üzülmeyin. Bu sizin boş durmadığınızın anlamına gelir.

 

Her ay bir sürü fatura ödemek zorunda kalıyorsanız bu, sizin düzenli bir işiniz olduğunu gösterir.

 

Bütün bunların farkındaysanız mutluluğu yakalamışsınız ve hayattan zevk almışsınızdır.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mutluluk Dediğin…

 

 

Hayatımda ilk önce SEVMEyi öğrendim, çünkü sevdikçe kendimi hissettiğimi gördüm.

 

AFFETMEnin ne olduğunu anladım ve affetmenin aslında yeni insanlar kazandırdığını gördüm.

 

Bir gün geçmişime baktığımda PİŞMANLIĞIMdan üzülmediğimi gördüm, bunları ben yaşadım çünkü…

 

Birisini HATIRLAMAnın aslında ufak bir telefon görüşmesi kadar basit olduğunu biliyorum artık.

 

Aslında BANA DEĞER VEREN İNSANLARın çok yakınımda olduğunu, fakat gözlerimin hep uzaklarda olduğunu anladım.

 

Birisinin kırdıktan sonra ÖZÜR DİLEMEnin aslında beni ben yaptığını anladım.

 

SEN BENİM İÇİN ÖNEMLİSİN sözcüklerinin verilebilecek en büyük hediye olduğunu buldum.

 

Bir yerden sonra SÖZCÜKLERin anlam ifade etmediğini biliyorum.

 

Sahilde yürür ve düşünürken birinin de beni DÜŞÜNDÜĞÜ duygusu beni sevindiriyor.

 

MUTLU OLMAnın aslında bir kedinin güzel bir anını yakalamak kadar basit olduğunu anladım.

 

KAÇIRDIĞIM FIRSATLARın aslında bana yeni fırsatlar yarattığını gördüm. Yıldızların benim için parladığını görmeyen gözlerimin, gün geldi HAYATSÖZCÜKLERİNİN VEREBİLECEK EN BÜYÜK HEDİYE OLDUĞUNU BULDUM. IMDAN KAYAN YILDIZLARın gömüldüğü maziyi unutması gerektiğini anladım.

 

GÖZLERin sözcüklerden daha önemli olduğunu ve yalan söylemediklerini biliyorum.

 

Hayatımda YANIMDA GÖRMEK istediklerimi yanımda göreceğim, çünkü onların bana değer verdiklerini biliyorum.

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

MASALLAR BİZE NELER ÖĞRETMİŞ

 

>>> >Sinderella: Hatun kısmının gece 12.00’den sonra sokakta işi

>>>yoktur .

>>> >

>>> >Uyuyan güzel: Bir kız kendisini öpen ilk erkekle evlenir ve

>>>onunla

>>> >sonsuza kadar mutlu yaşar.

>>> >

>>> >Hansel ile gretel: Masal kahramanlarının sayısı arttıkça IQ'ları

>>> >düşer... Çikolatadan evler yenmemelidir.

>>> >

>>> >Kırmızı başlıklı hanım kız: Sokakta her gördüğün zibidiyle

>>>konuşma.

>>> >

>>> >Çirkin ördek yavrusu: Ortaokulda size imalı bakışlar atan

>>>gözlüklü

>>> >tombul kızla/çocukla dalga geçip aşağılamayın, bir beş sene

>>>sonra

>>> >afet olur ağzınız açık kalır, ağlarsınız. (favorim)

>>> >

>>> >Ali baba ve kırk haramiler:

>>>Password'ler iyi saklanmalı onun bunun

>>> >yanında bağırarak söylenmemelidir.

>>> >

>>> >Alice harikalar diyarında; Her bulduğunu ağzına sokma

>>> >

>>> >Heidi; Akıllı kızlar patikalarda neyin keçi kovalamazlar.

>>> >

>>> >Alaaddin: Sokakta her bulduğunu karıştırma..

>>> >

>>> >Pamuk Prenses: Hiç tanımadığınız biri size elma verirse sakın

>>> >yemeyin!

>>> >

>>> >Rapunzel: Bi kuleye kapatıldıysanız kaçmak için saç uzatmayın

>>>uçmayı

>>> >öğrenmek daha kısa sürer.

>>> >

>>> >Pinokyo: Baban marangozsa asla yalan söylemeyeceksin.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

GELİNCİK

Bir dağ köyünde yaşayan yeni evli bir kadının,ilk hamileliği esnasında eşi vefateder.Kadın,üzüntüsünden bir süre dere tepe dolaşır.Bu esnada bir gelincik yavrusu bulur.(Gelincik,kurt gibi vahşi birhayvandır.)Onu alıp eve getirir.Kendi yediklerinden yedirip büyütür.Hayvan ehlileşmiş bir şekilde bu genç kadınla yaşamaya başlar.

Günü gelince kadın doğum yapar.Güzel bir bebeği olur.Artık o sessiz yuvasında bir şenlik vardır.Bebeğinin meşgalesiyle günlerini geçirmeye başlar.

Günlerden bir gün,dışarı çıkmak durumunda kalır.Bebeğini uyutup kapıyı kilitleyip gider.İşlerini bitirip kısa süre içerisinde geri döner.Dış kapıyı açmasıyla birlikte karşısında ağzı kanlı gelinciği görür.Gelinciğin bebeğini parçalamasının hayali gözlerinin önünde canlanır.Beyni döner, çıldırır ve kapının arkasındaki kalın sopayı alıp vura vura gelinciği öldürür.

Bu esnada içeriden bebek ağlaması sesi gelir.Koşarak içeri giren kadın,beşiğin etrafında kocaman,parçalanmış bir yılan cesedi görür.

 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Genç kız, el aynasında makyajını kontrol etti; "-Gayet iyi." dedi. Güzelliğinden emindi.Çevresindeki erkeklerin pervane olmasından zaten biliyordu güzel olduğunu. Hayatın tadını çıkaran, rahat yaşayan biriydi.

 

Cep telefonu çaldığında, akşam arkadaşlarıyla hangi eğlence yerine gideceğine karar vermeye çalışıyordu. Telefondaki numaraya baktı, arayan annesiydi.

 

- Alo.kızım, nasılsın?

 

- İyiyim anne. Ne oldu *

 

- Sana bir surprizim var.

 

- Surpriz mi?

 

- Evet.Çok eski bir arkadaşım, dostum şehrimize gelmiş..

 

- Eee kimmiş.

 

- Kim olduğu surpriz. Fakat, onu senin almanı istiyorum.

 

- Ben mi?

 

- Evet, senin iş yerine yakın olan parkı biliyormuş. Parka gitmesini ve seninle buluşmasını söyledim. Senin de parka gidip onu almanı istiyorum.

 

- Anne, ben böyle şeyleri sevmem, kendin halletsen.

 

- Kızım 1-2 saatlik bir işim var. Ayrıca seni bebekliğinden tanıyan bir arkadaşım. Seni görünce mutlaka çok sevinecektir.

 

- Amaaan. Peki peki. Nasıl tanıyacağım.

 

-Evden çıkarken üzerine giydiklerini tarif ettim.O parkta bazı oturaklar piknik masası şeklinde. Parkın sinema tarafı girişindeki ilk piknik masasına otur. O gelince seni bulacak.

 

-Tamam anne..tamam.

 

- Kızım senden her gün mü bir şey istiyorum.Üniversiteyi bitireli, hele de işe gireli bir fatura yatırmaya bile göndermedim.

 

- Hemen darılma, tamam dedim ya.

 

O nasıl tamam demekse. neyse, hadi o zaman, izin al da çık, bekletme. Ben de işlerimi bitirip hemen geleceğim.

 

**** **** **** **** **** **** **** **** **** ****

 

Genç kız, izin alıp çıktı.Kısa bir yürüyüşten sonra parka vardı. Bu parkta daha önce hiç oturmadığını farketti. Arkadaşlarıyla hep paralı,lüks eğlence yerlerine giderlerdi.

 

Annesinin tarif ettiği, girişteki ilk masayı buldu, boş olan kısmına oturdu. Masanın diğer tarafında bir köylü kadınla, küçük kız oturuyordu. Onlarla aynı yerde bulunmaktan utandığını hissetti. "-Annemin arkadaşı çabucak gelse de, şunlardan kurtulsam" diye düşündü.

 

Köylü kadın çekinerek seslendi;

 

- Afedersin kızım, bir şey sorabilir miyim?

 

"Kızım" diye seslenmesi iyice sinirlerini bozdu.

 

- Ne var, adres mi soracan! ..

 

Sert çıkış karşısında kadın sesini alçalttı;

 

- Hayır kızım, başka bir şey soracaktım.

 

- Sizin gibi cahiller ya adres sorar, ya para ister.

 

Köylü kadının kızaran yüzüne aldırmadı bile. O sırada şık ve lüks giyimli, orta yaşlı bir kadının uzaktan yaklaştığını gördü.

 

"-Nihayet." diye düşündü. Ayağa kalkıp kadını karşılamaya çalışırken, kadın yanlarından geçip gitti. Somurtarak geri oturdu.

 

Yanındaki küçük kıza daha sıkı sarılmış köylü kadının gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü gördü.Kadın gözyaşını saklamak için diğer tarafa dönünce bir yüzündeki büyük yanık izi göründü. Genç kız manalı manalı güldü;

 

- Bak kolayca gözyaşı dökebiliyorsun, yüzünde de çirkin bir yanık izi var. Burda ne bekliyorsun geç bir köşeye aç mendilini ağla. Fakat ağlamayla benden bir şey koparacağını sanma, tamam mı.

 

Kadın dayanamadı;

 

- Cahil deyip duruyorsun. Ne cahilliğimi gördün. Tanımadığım bir kadına, torununun yanında hakaret mi ettim! .

 

- Oooo... laf yapmayı da biliyormuş

 

-Anlaşıldı kızım, sen üniversite bitirmiş, çok şey öğrenmiş olabilirsin ama insanlıktan sınıfta kalmışsın. Torunumu okutmak için uğraşacaktım. Fakat seni görünce vazgeçtim.

 

Yaşlı kadın, küçük kızı alıp masadan kalkarken, boşalan yere doğru şık giyimli bir kadın yaklaştı. Cevap vermek için hazırlanan genç kız zengin giyimli, şık kadını görünce uzaklaşan yaşlı kadına cevap vermekten vazgeçti. Yaşlı kadın geriye bakmaya çalışan küçük kızın başını eliyle engelledi.

 

**** **** **** **** **** **** **** **** **** ****

 

Bir süre sonra, genç kızın annesi parkta yanına geldi.

 

- Merhaba kızım, Zeynep teyzen nerde?

 

- Kimse gelmedi anne. En son bir bayan geldi, yanıma oturdu. O da sadece dinlenmek için gelmiş biriymiş.

 

- Allah Allah! ... giyindiklerini çok iyi tarif etmiştim, seni nasıl bulamadı anlamadım. Yanında küçük bir kız olacaktı.

 

Genç kız bir an durakladı.

 

-Küçük bir kız mı?

 

- Evet

 

- Anne! . biz zengin, kültürlü insanlarız. Herhalde arkadaşın da zengin, kültürlü biridir, değil mi?

 

- Kültürsüz değil ama zengin değil.

 

- Sakın bana köylü bir kadın olduğunu söyleme.

 

- Köyden gelen kadına ne denir ki! ..

 

- Oh. iyi iyi, köylü kadınları karşılmaya beni gönderiyorsun.

 

- Kızım, o kadına bir borcumuz vardı. O zamanlarda borcumuzun karşılığı bir şey veremedik. ' - Gün gelir, bir ihtiyacım olduğunda, ben kapınızı çalarım'. Dedi ve işte bu gün kapımızı çaldı.

 

-Ne istiyormuş?

 

- Torununu okutmamızı istiyor. Baban şimdi arabayla gelip hepimizi alacak, kayıt için okula götürecek.

 

- Anne, o köylü kadına ne borcun olabilir ki, anlayamadım?

 

Annesi, kızının öfkeli ses tonuna dayanamadı;

 

- Kızım, sen bebekken biz köydeydik.

 

- Eee.

 

- Sana yıllar önce bahsetmiştim, köydeyken evimiz yandı, biz de inekleri,atları,tarlaları neyimiz varsa hepsini satıp köyden göçtük, demiştim.

 

-Evet, hatırladım.

 

- O yangınla ilgili bir ayrıntıyı, seni üzülebilir veya seni evde yalnız bıraktığımız için darılabilirsin korkusuyla anlatmamıştık.

 

- Herhalde şimdi anlatacaksın.

 

- Baban evde yoktu, ben de su doldurmaya köy pınarına gitmiştim. Lodos mu ne diyorsunuz, işte o rüzğar bazen ters esiyormuş, yukardan aşağı filan. Sen beşikte uyuyorken rüzğar bacadan içeri esince közler ocaklıktan tahtalara sıçramış, yangın başlamış. Pınar yerinden dumanları görüp koştuğumda alevler heryeri sarmıştı. Birazdan yıkılacak gibi görünen eve yine de girmek için atıldığım anda Zeynep teyzen kucağına seni almış olduğu halde dışarı fırladı. O sahneyi hiç unutamam; onun kucağından seni aldığımda o çığlıklar atıyordu.

 

- Niçin?

 

- Seni kurtarırken, sağ tarafı yanmıştı. Gelince görürsün sağ yanağında ağır bir yanık izi var. Çok acı çekti çook. Dur ağlama, seni bu kadar üzeceğini bilmiyordum. Tamam kızım, bak makyajın akıyor, ağlama. Hah! .. baban da geldi. Fakat Zeynep teyzen hala bizi bulamadı.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Iyi kalpli bir kadin,kor sagir ve dilsiz cocuklardan olusan bir grubu sirke goturmustu.Sirk dönüşünde kör çocuklardan biri,duygularini soyle açıkladı:"Birlikte gittigimiz sagır arkadaşlara cok acıdım" dedi.Sirk orkestrasının müziğini, aslanların kükremesini, fillerin yürürken çıkardıkları ayak seslerini ve insanlarin alkişlarını duyamadılar onlar."

 

 

 

 

GUZEL GOREN GUZEL DUSUNUR, GUZEL DUSUNEN HAYATINDAN LEZZET ALIR.

Share this post


Link to post
Share on other sites

siz hangi fincani tercih ederdiniz

 

 

 

Önemli yerlere gelmis bir grup eski mezun arkadas grubu universitedeki

hocalarindan birini ziyarete gitmis. Cesitli konular konusulduktan sonra

sohbet, isin neden olduğu strese ve hayatin zorluklarina gelmis . Yasli

universite hocasi ziyaretcilerine kahve ikram etmek uzere mutfaga gitmis

ve degisik boy, renk ve kalitede bir cok fincanin bulundugu bir tepsiyle

geri donmus. Kimi porselen, kimi seramik, kimi cam, kimi plastik olan

fincanlari ve kahve termosunu masaya koyup kahvelerini oradan

almalarini soylemis. Tum eski ogrenciler kahvelerini alip koltuklarina

dondugunde hocalari onlara sunu soylemis: "Farkina vardiniz mi bilmem,

zarif gorunumlu, guzel, pahali fincanlarin hepsi alindi, masada yalnizca

ucuz ve basit gorunumlu fincanlar kaldi. Elbette ki kendiniz icin en

guzelini istemek ve onu almak cok normal ama iste bu demin bahsettiginiz

problemlerinizin ve stresin nedeni. Hepinizin istedigi fincan degil,

kahve iken, bilincli olarak her biriniz birbirinizin aldigi fincanlari

gozleyerek daha iyi olan fincanlari almaya ugrastiniz. Yasam kahveyse,

is, para ve mevki fincandir. Bunlar yalnizca Yasam'i tutmaya yarayan

araclardir, ama Yasam'in kalitesi bunlara gore degismez. Bazen yalnizca

fincana odaklanarak, icindeki kahvenin zevkini cikarmayi unutabiliyoruz

 

//Edited

"Yaratmak" Allah c.c Mahsustur!

Çile//

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Soba tüm hararetiyle yanıyor. Saat, dokuza doğru yol almakta. Duvardaki tüfek eski av günlerinin hatırlatıcısı. Şimdi o günleri hatırlamaktan, hüzünlenmekten başka elden bir şey gelmiyor. Kararmaya yüz tutmuş çaydanlığın içinde kaynayan su; bir parça teselli verse de insana mutlu bir yuva adına, mutluluk biraz da yaptıklarının getirisi. Veya yapmayıp da ardında bıraktıklarının.

 

Kar kalınlığı yarım metreyi çoktan aşmış olmalı. Dışarı çıkıp kapı önünde biriken karları küremek lazım. Gece için birkaç parça daha odun getirmeli bir de.

 

Sobanın üzerindeki portakal kabuklarının yaydığı koku, geçmişe çağırıyor beni. Nedir bunca geçmişe saplanmak, bilmem ki. Biraz da önüne bakmalı insan. Yanılıyor muyum?

 

Dışarı çıkıp karda yürümenin tadını çıkarmak gerek. Böyle havaları felaket değil de rahmet telakki etmek en mantıklısı.

 

Buz gibi bir hava beklerken, nispeten ılık bir havayla karşılaşmak memnun edebiliyor demek ki insanı. Bembeyaz olmuş çam ağaçlarındaki durgunluk ay ışıltısında tuhaf bir ürpermeye sebep oluyor. Yürümek kıymetini ne de az bildiğimiz bir ruhu dönüştürme meşgalesiymiş meğer. Harekette diyor, bereket vardır. “Yat aşağı” derken içindeki canavar, sus beni öldüren sensin zaten. Miskinlik içten içe kemirirken adamı, gençlik de gidiyor elden. Gençlik mi kaldı. “Yoo, insan hissettiği yaştadır” filan deme bana. Dur da düşün ömrünü nerede harcadın?

 

Tabii, vakit geç olmuş değil. Hayata çeki düzen vermek son ana kadar mümkün. Sen yeter ki gayret et.

 

Yaktığın ateş gecenin şu vaktinde ısıtır mı yüreğini? Düşündürür mü, niye geldi bunca insan şu dünyaya? Bir amacı olmalı değil mi insanın, madem ki yaratılmışız. Şu evren, şu denge… Parmak uçlarındaki bu estetik. Bitirebilir misin Rabbinin nimetlerini saymakla? Yok diyebilir misin, ben bu nimetlerin hiç birinden faydalanmak istemiyorum.

 

“Küçük kavgalar mahvetti bizi” mi diyorsun? Olmamalıydı, kardeş kardeşe düşmemeliydi. Öyle ya, girdi mi şeytan devreye, alıp götürüyor insanı.

 

Fedakarlık yaptığın kadar kazanırsın. Tevazu gösterdikçe yükselirsin. Elinden kaçana üzülme. Kazandığına da fazla sevinme. Öyle diyor Allah. Her şeyi bir kitapta yazdık.

 

Üzülmede de sevinmede de ölçülü ol. Hani dolayıp duruyorsun ya diline “üç günlük dünya” diye. Öyle işte.

 

Kimseyi küçük görme, kınama. O kınadığın insanın senden daha değerli olabileceğini aklından çıkarma. Büyük laf etme, “benim başıma gelmez” deme. Kapına gelen ihtiyaçlının niyetini sorgulama. Hızır belle onu. Niyettir önemli olan.

 

Biri sana derse ki, “Din, hayatı yaşamaya engel”. Neyleyim dinsiz bir hayatı? Neyleyim dünyayı; bir yardım eden, işleri yoluna koyan, gözetleyen olmayınca, O’nun yardımı gelmeyince.

 

Ateş söndü işte. Karanlık oldu gördün ya. Soğumaya başladı hava. Eve dönmeli tekrardan. Soba hızını kesmiştir şimdi. Portakal kabukları kömür olmuştur. İçeri girince sıcak bir hava karşılar, az sonra ona da alışırsın. “Bu sefer soğuk oldu” der bir odun daha atarsın. Uykun gelir, bir battaniye alır kıvrılırsın köşeye. Gündür biten işte. Bir gün daha başlar. Böyledir bu, hayata gelmek bir fırsattır kimilerine, kimilerine göre ise “keşke toprak olsaydım” dedirtecek bir nasipsizlik. Sen hangilerinden olmak istersin ya da kazananlardan olmak çok mu zor?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Normal Olmanın Ölçüsü

 

Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:

 

-Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?

 

Doktor şu cevabı verir:

 

- Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Ben de size sorayım. Siz ne yapardınız?

 

Adam hemen atılmış:

 

- Bundan kolay ne var? Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova, kaşık ve fincandan büyük.

 

Doktor başını sallayarak cevap verir:

 

- Hayır, normal bir insan küvetin tıpasını çeker.

 

Kısaca: Bazen çözüm, bize sunulan alternatiflerin dışındadır. O yüzden hiçbir zaman sadece önümüzdeki şıklara takılıp kalmamalı, farklı düşünebilmeyi öğrenebilmeliyiz. Bir de şu atasözünü hiç aklımızdan çıkarmamalıyız: Akıl akıldan üstündür.

Share this post


Link to post
Share on other sites

En Pahalı Hediye

 

Adam 3 yaşındaki kızını, pahalı bir hediyelik kaplama kağıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı. Küçük kız ertesi sabah paketi getirip "Bu senin babacığım" dediğinde çok üzüldü. Acaba gereğinden fazla mi tepki göstermişti kızına? Bir gece önce yaptığından utandı. Ne var ki paketi açınca yeniden öfkelendi. Kutunun içi bomboştu. Kızına yine bağırdı:

 

- Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?

 

Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı:

 

- O kutu boş değil ki baba! Dedi. İçini öpücüklerimle doldurmuştum!

 

Adam öyle fena oldu ki, kızına sarıldı, beraberce ağladılar. Sonra adam o kutuyu ömrünün sonuna kadar yatağının baş ucunda sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuyu eline alır, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerinden birini çıkarırdı.

 

 

Kısaca: Aslında bütün anne ve babalara çocukları böyle bir kutuyu hiçbir karşılık beklemeden, sevgi ve öpücüklerle doldurup vermişlerdir. Unutmayalım ki o kutu hep yanımızda, sıkılıp, üzülüp daraldığımızda açıp ferahlamak ve şükretmek için hep başucumuzdadır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Harika Şeyler

 

 

 

Harika’ deyince adından da anlaşılacağı üzere olağanüstü, insanda hayranlık uyandıran şeyler akla geliyor. Bir şey harika olması için elbette normalin üstünde olmalı. Yoksa harika olmaz.

 

Harika şeylerden söz edilince bugüne kadar hep Dünyanın 7 harikası akla gelmiş. Tabii ki, bu harika şeyleri 7 rakamıyla sınırlamak doğru değildir. Daha bilinen ve bilinmeyen nice harikalar da vardır.

 

Bir sınıfta öğretmen: “dünyanın harika şeylerini yazınız, nedenlerini de açıklayınız.” demiş. Çocukların ilk aklına gelenler, genelde hep bilinenler olmuş. Görkemli yapılar, tarihi ve antik nitelik taşıyanlar v.s.. Bunlar: Sizin de aklınıza geldiği gibi; Mısır Piramitleri, İskenderiye Feneri, Efeste’teki Artemis tapınağı, Babil’in asma bahçeleri, Olimposta’taki Zeus Heykeli… Bunlara Çin Seddini, İngilizlerin donmuş şiir diye adlandırdıkları Taç Mahal Türbesini ve Mimar Sinan’ın Süleymaniye ve Selimiye camileri gibi eserleri de ilave edenler olmuş..

 

Fakat öğrencilerden biri; harika şeyler deyince bunları değil de insanı ele alıp bazı azaları hakkında da şu gerekçeleri göstererek yazılısını tamamlamış: İlim adamlarının tespitine göre:

 

• İnsan vücudunda 220 kibrit çöpünün başını kaplayacak kadar fosfor, 6 kalıp sabuna yetecek kadar yağ, yaklaşık 380 gr. lık kok kömüründeki kadar karbon, 2.5 cm.lik bir çivideki kadar demir vardır. Bunlar vücut yapısını dengede tutan cevherlerdir. Oluşması en hassas ölçülerle gerçekleşir. Allah’ın yerleştirdiği kanun durmadan işleyip hedefine doğru yol alır.

 

• Yapılan tespitlere göre parmaklarımız, bir metrenin 50 milyonda biri kadar küçük bir titreşim olayını sezebilecek kadar duyarlıdır. Öksürmeden hemen önceki nefeste normalin 5 katı hava çekilir. Öksürükle çıkan havanın hızı; saatte 100 mildir.

 

• Biz, çevremizde olup bitenleri duygu organlarımızla algılıyoruz. Bizim bu organlarımızın algıladıkları dışında daha nice varlıklar mevcut olup bunların çoğunu öğrenemeden hayata veda ediyoruz. Mevcut duyu organlarımızı da tamı tamına öğrenmek ne mümkün?

 

• Kemiğe işittiren, yağ gibi bir maddeden oluşan göz yuvarlağına gördüren, et olan dili konuşturan kimdir? Ayrıca dilimiz olmasaydı tatlıyı ve tuzluyu ne bilecektik? Dil için 4 türlü tat vardır: Tuzlu, ekşi, acı, tatlı. Bir et parçası olan dil, bunların karışımlarını ve farklılıklarını nasıl bilebiliyor? Gözlerimiz olmasa renkleri anlayamazdık. Mesafeleri ölçemezdik. Varlıkların şekillerini anlayamazdık. Göz için 4 renk olduğu söylenmektedir. Kırmızı, sarı, mavi, siyah.. Bütün renkler bunların karışımından meydana gelmektedir. Göz bunları görüyor ve ayırt ediyor. Kulağımız olmasa sesin ne yandan geldiğini bilemezdik. Zaten sesleri duyamaz, söylenenleri anlayamazdık. Burnumuz koku almasaydı gülü koklayamazdık. Kozmetik sanayii gelişmezdi. Gül gibi hoş, limon gibi meyvemsi, karanfil gibi baharatlı, çam gibi reçineli, yanık kokusu gibi kokular.. Bir et parçası olan burun bunları nasıl biliyor? Bütün bu uzuvlarımız birer deryadır ki,uzmanlar içinde boğulmaktadır. Ağzımız olmasaydı yaşayamazdık. Parmak izlerinin anlamını parmak izlerinden netice çıkaranlara sorun. Dokunma duygumuz olmasaydı pamukla demiri fark edemezdik. Derimiz neleri anlar? Soğuk-sıcak, ıslak-kuru, katı-yumuşak...

 

‘Sinirlerim bozuldu’ diyen sinir sisteminden habersiz. Sinir hücresine nöron adı verilmektedir. Bir telefon santralı olan beyinde bunlardan milyonlarca vardır. “Vücudumuz; bir ülke. Beyin baş şehir, hücreler teker teker asker.. Organlar bölük bölük tabur.”

Share this post


Link to post
Share on other sites

Aslan, kurt ve tilki, üçü birlikte avlanmak için ormana gitmişlerdi. Aslında aslan'in dengi olmayan tilki ve kurtla arkadaşlık etmesi doğru değildi. Fakat "cemaatle birlikte olmak rahmettir" sözüyle hareket etmek istiyordu.

Üç kişi olunca bir başkan gerekiyordu. O da elbette kendisiydi.

Üçü beraber bir yaban sığın, bir keçi ve iri bir tavşan avladılar. Avlan güzel gitmişti. Avla-nnı sürükleye sürükleye bir mağaraya getirmişlerdi. Çok da acıkmışlardı. Sofraya oturdular.

Avlannı taksim etmeyi başkan olan aslanın yapması gerekirdi. Fakat aslan sınamak için kurda dönerek:

- "Söyle bakalım, benim tecrübeli dostum. Şu hayvanları aramızda taksim ette, senin cevherin niyetin ortaya çıksın." dedi.

Kurt hemen atıldı:

- "Memnuniyetle sultanım. Yaban sığın senin payındır. O büyüktür, sen de büyük ve gövdelisin. O sana layıktır. Keçi benim hissemdir. Tilkiye de şu semiz tavşan düşmektedir." dedi.

Aslan, onun bu haddini bilmezliğine, kendini ilk fırsatta öne çıkaran tavrına çok kızdı. Kendi gibi emsalsiz bir aslan karşısında benlik davası gütmesine son derece hiddetlendi.

Aslan:

- "Sen kim oluyorsun budala! Unutma ki, ormanlar kralı aslanın a. Ben varken sana pay ayırmak düşer mi? Bunu hak ettin" diyerek kurda yaklaşıp öyle bir pençe vurdu ki, kurt kan-revan içinde yere yıkıldı.

Aslan bir yerde iki başkan olmaz, düşüncesiyle kurdun kafasını kopardı.

Ondan sonra korkudan tir tir titreyen tilkiye dönerek:

- "Ne bakınıp duruyorsun orada! Haydi şimdi de sen pay et bakalım şu avlan." dedi.

Tilki son derece tevazu ve alçak gönüllülük içinde:

- "Ey büyük sultanım! Pay etmek benim haddim değil ama, mademki emrettiniz söyli-yeyim. Şu büyük sığır kuşluk yemeğiniz olsun. Keçi ise nefis bir öğle yemeği, tavşan da sultanımızın gece çerezi olsun." dedi.

Aslan, tilkinin bu pay taksiminden pek hoşlanmıştı.

- "İşte adil paylaşma... Böyle bir taksimi nerden öğrendin sen?' diye tilkiye sordu.

Tilki boyun bükerek, yerde cansız yatan kurda bir göz attı. Sonra:

- "Şu haddini bilmez kurdun halinden ve başına gelenden öğrendim sultanım." dedi. Bunun üzerine aslan tilkiye:

- "Madem ki sen kendine pay ayırmayıp benim büyüklüğümü takdir ettin. Ben de sana büyüklüğümü göstereyim. Var git, bu avların üçü de senin olsun, afiyetle ye" diyerek bütün avlan tilkiye bağışladı.

Tilki o zaman, aslan iyi ki av taksimini kurddan sonra bana emretti. Ya önce bana em-retseydi, benim halim nice olurdu? diye haline şükretti.

ÖĞÜTLER:

* Arkadaşlarımızı iyi seçmeliyiz,

* İnsan için en lazım olan şey, haddini bilmesi ve ona göre hareket etmesidir.

* Akıllı insan, olaylardan ibret almasını bitendir,

* Bizden önce gelen milletlerin başına gelenlerden ibret almalıyız.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Padişahın birinin çok sevdiği bir âlim vardı. Padişah bu âlime çok saygı duyar, arada onun nasihatlerini dinlemek için yanına giderdi. Ondan dünyaya ve ahirete ait bilgiler alırdı.

Birgün bu alimin yanına giden padişah, onun nasihatının etkisinde kaldı ve şeyhin dünyalık ihtiyacını gidermek isteyerek:

- "Ey şeyhim! Dile benden ne dilersen" dedi.

Şeyh, padişahın bu isteğine cevap vermeyince, padişah ısrar etti. Padişahın bu ısrarına kızan şeyh:

- "Ey dünya padişahı! Bana böyle bir teklifte bulunmaya utanmıyor musun? Bundan vazgeç. Benim hakir ve zelil olan iki kölem vardır ki, onlar sana hâkim ve âmirdir. Sen onlardan emir almaktasın." deyince, padişah şaşırdı ve:

- "O iki zelil köle de kimlerdir ki, onların bana hâkim ve amir olmaları benim için zillettir" diye şeyhe sordu.

Şeyh:

- "Biri gazap (öfke), diğeri ise şehvet (kötülüğe ilgi) dir." cevabını verdi.

 

Öğütler:

* İnsanın değerini düşüren onun kötü ahlakıdır.

* Alimleri, Allah dostlarını dost edininiz.

* İnsanların en zayıfı, şehvete esir ve nefsine oyuncak olandır.

* Sirke balı bozduğu gibi, öfke de insanı bozar.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dergahın kapısı hikmeti arayan herkese açıktı. Dergaha hakikatin peşine düşen herkes kabul ediliyordu. Dergaha geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.

Bir gün dergahın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Bu kapıda sessizce ve sezgiyle buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak. veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki mürid, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı. dergaha girfcmek, fikir halkasına dahil olmak, burada kalmak istiyordu. Kapıyı açan mürid bir ara kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla geri döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Mürid elindeki dolu su kabıyla şunu demek istiyordu:

"Dergahımız yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doludur."

Bu durum karşısında yabancı dergah bahçesindeki güllerin yanına gitti, güllerden bir gül yaprağını alarak kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su bir damla dahi taşmamıştı. Bu durumu gören mürid saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Hal dili ile şöyle denilmişti:

"Dergahta suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı".

Share this post


Link to post
Share on other sites

İnsanlık Adına Bir İbret Tablosu

 

Newyork'ta okuyan yakınım, gördüğü acıklı ve bir o kadar da ibret verici hâdiseyi şöyle anlattı:

Yağmurun bardaktan boşanırcasına yağdığı bir kış günüydü. Yağmur ve soğuk, sokaklarda yürürken âdeta bizi sarıp sarmalıyor. Ben de alelacele evime dönmeye çalışıyordum.

 

Tam o sırada karşıma, elinden tuttuğu çocuğuyla yürümeye çalışan orta yaşlı bir kadın çıkıverdi. Yürümeyi yeni öğrendiği her hâlinden belli olan çocuğun, böyle bir havada yağmurdan ıslanma pahasına neden annesinin kucağında olmadığı ve onun yanında yürüdüğü çok dikkatimi çekti. Yavaş yavaş bana doğru yaklaşan bu anne ve çocuğun durumunu merakla takip etmeye başladım.

 

Anne ve çocuk bana doğru iyice yaklaştılar. Gördüğüm manzara beni şaşkına çevirdi. Hayretler içinde kalmıştım. Annesinin, çocuğun bulunması gerektiğini düşündüğüm kucağında, hiç yer yoktu. Çünkü anne, mantosunun altına koyduğu ve etrafı seyreden küçük bir köpek taşıyordu kucağında!..

 

Beni derinden etkileyen ve batılı annelerin bu hazin ve içler acısı hâlini yansıtan bu hâdise; Allâh Teâlâ'nın biz insanlara gönderdiği en son din İslâm'ın ortaya koyduğu, dolayısıyla şefkat ve merhamet Peygamberi Hazret-i Muhammed -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in çocuklara karşı davranışları ve tavsiyelerini düşündüğümüzde ne kadar da ibret vericidir.

 

Bugün batılı anne; Allâh'ın yarattığı selîm fıtratından gün geçtikçe uzaklaşmakta ve hakîkî sevgi ve muhabbetler, yerini sahtelerine bırakmaktadır. Çocuklara göstermeleri gereken ilgi ve alâkayı başka taraflara sarf etmektedirler. Bu hâdise, hayvanları seven ve koruyan batının, insan sevgisine dair sergilediği ne kadar güzel bir misâl!..

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

>DOHTUR BEY!

>

> Verdiğin perhize budur gayratım,

> Bundan başka uyameyom dohtur bey!

> Üç sepet yumurta sabah kahvaltım,

> Teker teker sayameyom dohtur bey!

> İki leğen pilav bir yayık ayran,

> İster yağlı olsun isterse yavan,

> Yanına kesiyom beş kilo sovan,

> Yeyom yeyom doyameyom dohtur bey!

>

> Üç tencere bamya yerim ben şinci,

> Yirmi tas su içip biraz koşinci,

> Her yanım sökülür karnım şişinci,

> Sağlam göynek giyemeyom dohtur bey!

>

> Şinciye acımdan çoktan ölürdüm,

> Sağolsun komşular gönderir dürüm,

> Bir guzudan çok yiyemem, var sözüm,

> Ayıp olur cayameyom dohtur bey!

>

> Bazı az geliyo beş kasa hurma,

> Yedi lahanadan yapıyoz sarma,

> Onuda mı yedin diye hiç sorma,

> Utanıyom deyemeyom dohtur bey!

>

> Günde iki çuval unum gidiyo,

> Avradım her sabah ekmek ediyo,

> Bir gazen fasilye gönül ye deyo,

> Artırmaya gıyameyom dohtur bey!

>

> Senede gırk dönüm bostan ekerim,

> Benden başka kimse yemesin derim,

> Gavunu, garpuzu gabuklu yerim,

> Aceleden soyameyom dohtur bey!

>

> Bilmem bu işin sonu nereye gider,

> Buyumuş gısmetim, buyumuş gader,

> Bir günde yediğim işte bu gader,

> Daha fazla yiyemeyom dohturbey

Share this post


Link to post
Share on other sites

EVET ÇOK DOĞRU.

 

BU KISSADA DA ANLATILDIĞI GİBİ ERENLER O KÖTÜ HUYLARINI YENMİŞ ,HÜKMETTİĞİ İÇİN HAK KATINDA YÜKSEK MERTEBELERE ERİMİŞTİR.

 

BİZLER DE HİÇ OLMAZSA ONLARI SEVENLER OLARAK,ŞEFAATLERİNE EREBİLİRİZ.İNŞAALAH.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kimseye önyargıyla yaklaşmamak lazım.!!!!!!

Share this post


Link to post
Share on other sites

güzel bir hikaye.

Anadolu insanın kültürü her zaman övülür.bu ,Anadolu insanının okur-yazarlığıyla değil asalet ve tarihi değerlerine bağlılıklarıyla alakalı..

 

hikayedeki kızın tavrı batı toplumlarının doğuya olan bakışını temsil ediyor.

Share this post


Link to post
Share on other sites

KRALIN PARMAĞI

 

Bir zamanlar Afrika'daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardi. Kral, daha çocuklugundan itibaren arkadas oldugu, birlikte büyüdügü bir dostunu hiç yanindan ayirmazdi. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü.

 

Kralin bu arkadasinin ise degisik bir huyu vardi. Ister kendi basina gelsin ister baskasinin, ister iyi olsun ister kötü, her olay karsisinda hep ayni seyi söylerdi:

"Bunda da bir hayir var!"

 

Bir gün kralla arkadasi birlikte ava çiktilar. Kralin arkadasi tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ates ediyordu. Arkadasi muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlislik yapti ve kral ates ederken tüfegi geriye dogru patladi ve kralin basparmagi koptu. Durumu gören arkadasi her zamanki sözünü söyledi:

"Bunda da bir hayir var!"

Kral aci ve öfkeyle bagirdi:

"Bunda hayir filan yok! Görmüyor musun, parmagim koptu?"

Ve sonra da kizginligi geçmedigi için arkadasini zindana attirdi.

 

Bir yil kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yasadigi ve aslinda uzak durmasi gereken bir bölgede birkaç adamiyla birlikte avlaniyordu. Yamyamlar onlari ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarini bagladilar ve köyün meydanina odun yigdilar. Sonra da odunlarin ortasina diktikleri direklere bagladilar. Tam odunlari tutusturmaya geliyorlardi ki, kralin basparmaginin olmadigini farkettiler. Bu kabile, batil inançlari nedeniyle uzuvlarindan biri eksik olan insanlari yemiyordu. Böyle bir insani yedikleri takdirde baslarina kötü olaylar gelecegine inaniyorlardi. Bu korkuyla, krali çözdüler ve saliverdiler. Diger adamlari ise pisirip yediler.

 

Sarayina döndügünde, kurtulusunun kopuk parmagi sayesinde gerçeklestigini anlayan kral, onca yillik arkadasina reva gördügü muameleden dolayi pisman oldu. Hemen zindana kostu ve zindandan çikardigi arkadasina basindan geçenleri bir bir anlatti.

"Hakliymissin!" dedi.

"Parmagimin kopmasinda gerçekten de bir hayir varmis. Iste bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttugum için özür diliyorum.Yaptigim çok haksiz ve kötü bir seydi."

"Hayir" diye karsilik verdi arkadasi.

"Bunda da bir hayir var."

"Ne diyorsun Allah askina?" diye hayretle bagirdi kral.

"Bir arkadasimi bir yil boyunca zindanda tutmanin neresinde hayir olabilir."

"Düsünsene, ben zindanda olmasaydim, seninle birlikte avda olurdum, degil mi? Ve sonrasini düsünsene!!!..."

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...