Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Recommended Posts

Bid’at nedir?

Bid’atin yenilik, yaşayış ve anlayışta yeni bir bakış olduğunu her halde biliyorsun. Bu anlayış ve yaşayış, beraberinde bir hürmet getirdiği için dîn hükmündedir. Böylelikle bid’at, Mübîn-açık-dîni muğlâklaştırır. Şeytân-ı racimin niyet ve irâde arasında kurduğu pusudan doğmuş olan bid’at, irâdesiz niyetin mahsulüdür. “Ehl-i sünnet vel-cema’at”itikâdı niyetiyle yapılan bir yığın hürmetkâr merâsimler, İblîs ve âvânesinin kahkahasına sebeb olmaktadır. Ama müsebbîb zannetmektedir ki Allahu Teâlâ’ya yaklaştıracak ibâdetler yapmaktadır. Ahmak, bilmez ki irâdesi İblîs’in eline geçmiştir. (ma’ruf 2 s. 59)

Günümüzde var olan çeşitli bid’atler:

– Ramazan ayında sahur vaktinin girdiğini haber veren sala okunması. (ma’ruf 2 s. 25)

– Peygamberlerin hayatı, Kabir hayatı, Hesab, Mîzân, Diriliş ve Suâl Melekleri gibi, îmâna dâir meselelerin görüntülü film yapılarak takdîm edilmesi. (ma’ruf 2 s. 54)

– Ölü evinde imam veya ücretle tutulan kişinin, taziye için gelen herkese Kur’an-ı Kerim okuması. (ma’ruf 2 s. 59)

– Camilerde imamların sarık niyetiyle taktıkları başlıklar. (ma’ruf 2 s. 62)

– Kur’anı Kerimin (Şeri Şerifin) Mekke ve Medine dönemi şekilnde ikiye ayrılarak kategorize edilmesi. Mekki ve medeni hakikatlerin birbirinden ayrı düşünülmesi. (ma’ruf 2 s. 122)

– Sünnete uymayan ziynet şekilnde sakal bırakmak. (ma’ruf 2 s. 123)

– Sünnette yeri olan rabıtanın ne için istendiğinin bilincinde olmadan taklidi olarak yapılması. (ma’ruf 2 s. 163)

– “Este‘îzübillah…” ifadesi. (ma’ruf 4. mektup) Bu konu hakkında bkz.

Aşağıdaki kısım Ma’ruf 11. mektuptan alınmıştır:

– Para karşılığı hatim indirmek.

– Evlerde, iş yerlerinde levhalar içinde Âyet-i Kerîmeler bulundurmak.

– Suret resmi olan yerlerde rahatça namaz kılmak.

– Şifa niyetiyle boyunlara, omuzlara, evlerin herhangi bir yerlerine nüshalar asmak, halkın ‘muska’ dediği bu şeylere aşırı önem verip onlardan medet ummak.

– Evlerde, arabalarda, şahıslar üzerinde şirk olan nazar boncuğu, at nalı , üzerlik denilen ot vesair simgeler bulundurmak.Bunlar bid’at olduğu gibi, şirktir de.

– Tarikat saliklerinin gerçek zikrullahı olan namaz ve Kur’an dışında mürşid ve şeyhlerin sözleriyle meşgul olmak.

– Ölü için salâ okumak ve okutmak.

– Mevlid okumak ve okutmak.

– Evlerde ‘cumalık’ denilen sadakayı çıkarmak. Perşembe günü ikindi namazından sonra çıkarılan bu sadaka halkın kalbine yerleşmiş ve bir fariza haline gelmiş. Bu sadaka , ölüler için çıkarılıyor. Halbuki sadakanın günü, saati yoktur. Gizlisi, aşikarından daha efdaldir. Bu ise aşikâr ve Cuma akşamına münhasır.

– Mevta kabre konduktan sonra Kur’ân okumak.

– Cenaze namazında selam verilirken sağ tarafa dönmeyle birlikte sağ elin, sola dönmeyle sol elin salıverilmesi.

– Teravih namazını yalnız kılabilme (asıl olan yalnız kılmaktır.)Cemaatle kılmak Hazreti Ömer Radiyallahu Anh döneminde ortaya çıkmış. Hazreti Ömer Efendimiz buna “Ne güzel bid’at” demiştir.

– Namaza dururken “durdum divana, uydum Kur’ân’a, kıblem Kabe, niyet ettim namazını kılmaya” diye sesli niyet etmek.

– Nikahın , gerdek gecesi, gerdek odasında yalnızca imam ve iki şahidle kıyılması.

– Nikah akdini yapan imama hediye niyetiyle para verilmesi.

– Cemaatle birlikte tesbih yapılması.

– Düğünlerin şölen haline gelip üç gün üç gece sürmesi ki en şerlisi sazların, davulların önünde kadınlı erkekli oyun oynanması.

– Dini, siyaset uğrunda heba etmek. Dini, parti, grup, cemaat anlayışına düşürmek. Cemaat, grup ve parti anlayışını din anlayışıymış gibi takdim etmek.

– Belirli gün ve saatte toplanıp zikir yapmak.

Bid’at ehli:

Bid’at ehli, cin ve Şeytan tâifesinin tasallutundan kurtulamaz. Tâ ki, tevbe edip, bid’ati bırakana kadar. Tevbesi dahi, bid’atlerden bir bid’ati işlediği sürece kabul olunmaz. (ma’ruf 2 s. 63)

Dînsizlik cereyânından daha tehlikeli olan sapık anlayış, dünya ve âhir hayatı zindan eder. Bid’at ehlinin tümü Şeytân’ın maskarasıdır. Gözlerine bak, onlardaki donuk, karanlık ve derin duyarsızlık ve duygusuzluğu anlarsın. Mecnûn ve meczûbluk derecesinde bîkarar ve paniktedirler. Onlar herkes ve her şeyden korkarlar; fakat Allah’tan korkmazlar. Kelime-i Tevhîd’in hakîkatine hidâyet edilmemiş bu gürûhlar, Resûl-i Kibriyâ aleyhissalâtü vesselâm Efendimizi bir tebliğci ve dünya kralı şeklinde algılarlar. Aşkı, şefkati, merhameti, cömertliği ve yiğitliği hiç mi hiç anlamamış, anlayamayacak olan bu gürûhlar her zaman vardır, var olacaktır da. Sünnet ve Cemâatten ayrılmayanlar Aleyhissalâtü vesselâm Efendimizin şefaatine müstahaktır. Hakk Teâlâ bizi Efendimizin şefaatine nâil etsin. Âmin (ma’ruf 2 s. 138).

 

Kaynak: http://www.idrisyilmaz.com/2015/06/23/bidat-nedir-gunumuzde-bidatler/

Share this post


Link to post
Share on other sites

"HER BİD'AT DALALET MİDİR?"
Ebubekir Sifil Hoca

Soru;
"(…) "Küllu bid'atin dalaleh ve küllu dalaletin finnar" hadisi şerifi var malum. Peki burada "küllü" (hepsi) kelimesi var iken bidatın hasenesi veya seyyiesi olur mu?"

Cevap;
Soruda Arapça okunuşu verilen "Her bid'at dalalettir ve her dalalet (sahibi) ateştedir" rivayetinin sahih bir hadisin bir bölümü olduğunu belirterek başlayalım. Muhtelif Hadis kaynaklarında Efendimiz (s.a.v)'in, bu sözü farklı bağlamlarda söylediği nakledilmektedir. Hepsinin ortak noktası, İslam'da sonradan ortaya konan (muhdes) söz, iş ve uygulamaların bid'at ve her bid'atın dalalet olduğudur. Buradan, Efendimiz (s.a.v)'in bu cümleyi farkl ortamlarda ve farklı siyak-sibak içinde ifade buyurduğu sonucunu çıkarabiliriz. (Rivayetin farklı varyantları için bkz. Müslim, "Cumu'a", 43; Ebû Dâvûd, "Sünnet", 6; en-Nesâî "Iydeyn", 21; İbn Mâce, "İmân", 6-7; Ahmed b. Hanbel, III, 310, IV, 126; ed-Dârimî "Mukaddime", 16…)

Konuyla ilgili rivayetlerin tamamını bir arada değerlendirmeye almazsak, ulemanın "bid'at ı hasene–bid'atı seyyie" ayrımının bu hadise açıkça aykırı olduğunu söylemek kaçınılmaz olur. O halde ulemanın bu ayrımını neye dayanarak yaptığını ortaya koyma durumundayız.

Konuyla ilgili rivayetlerden birinde Efendimiz (s.a.v)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir "Bizim şu işimizde (din konusunda) ondan olmayan bir şey ihdas eden kimsenin bu amel merduttur." (el-Buhârî, "Sulh", 5; Müslim, "Akdıye", 17; Ebû Dâvûd, "Sünnet", 5-6; Ahmed b. Hanbel, VI, 240, 70…)

Bu rivayeti hesaba katarak düşündüğümüzde, "dalalet" olarak tavsif edilen bid'atın, dinde bir asla dayanmayan, Şer'î kavaid ile çatışma halinde olan iş, söz, davranış ve uygulamalar anlattığı sonucuna ulaşırız. Zira rivayette, merdut olma özelliği, dinde bir asla dayanmama şartına bağlanmıştır.

Öte yandan yine Efendimiz(s.a.v.)'in şöyle buyurduğu sabittir: "Kim iyi bir sünnet ihdas ederse (güzel bir çığır açarsa) onun sevabı ve onunla amel edenlerin sevabının misli – kendilerininkinden bir şey eksilmeksizin– ona verilir. Kim de kötü bir sünnet ihdas ederse (kötü bir çığır açarsa) onun günahı ve onunla amel edenlerin günahının misli – onlarınkinde bir azalma olmaksızın– kendisine yüklenir."(Müslim, "Zekât", 69, "İlm", 15; et Tirmizî, "İlm", 16; İbn Mâce, "İmân", 14; Ahmed b. Hanbel, II, 504, IV, 360-1…)

Bu rivayet de, dinde sonradan ortaya konan her uygulama ve işin, sahibini ateşe götürücü bid'at olmadığını, bu özellikte olanların Kur'an, Sünnet ve Şer'î kavaid ile çelişen "kötü" çığırlar olduğunu ortaya koyan temel referanslardan birisidir.

Kitap ve Sünnet'e uygun olarak ortaya konan bid'atların "bid'at-ı hasene", bunlara aykırı olanların ise "bid'at-ı seyyie" olduğunu söyleyenlerin başında İmam eş-Şâfi'î gelmektedir. (Bkz. Ebû Nu'aym, Hilyetu'l-Evliyâ, IX, 113) Ondan sonra da bu ayrım benimsenip paylaşılagelmiştir.

Bu ayrımı reddetmenin pratik bir anlamı olmadığı gibi, böyle bir tavır, yukarıda naklettiğim türden rivayetlerle de muaraza teşkil eder. Selef döneminden itibaren güzel, faydalı, Din'de bir asla dayanan ve Kur'an ve Sünnet ile çelişki/çatışma arz etmeyen uygulamaların benimsenegeldiği, diğerlerinin de reddedildiği bir vakıadır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ebubekir Sifil




Okuyucu soruyor:


"? Evvela Hocam, içine bid'at karıştırmadan meşru ölçüler içinde Mevlid Kandili nasıl kutlanacaktır? Buna günümüzden örnekler verebilir misiniz? Ayrıca bu günün bu şekilde de olsa kutlandığına dair Peygamber (sav)'den nakledilen bir hadis, ya da sahabeden ve tabiundan bize bildirilen herhangi bir haber var mıdır?


"Bir de hocam, kullanılan bid'at kavramının kelimenin sözlük anlamında kullanılmasından dolayı bu olaya meşruiyyet sağlar mı? Bid'at kavramının, sözlük anlamında kullanıldığı yerler, o yapılan işin aslının Kur'an ve Sünnet'te bulunmasından dolayı değil midir? Mesela, Kur'an'ın toplanması işi. Teravih namazı gibi. Kur'an'ın peygamber (sav) ölmeden önce bitmiş olsaydı o da öyle yapmayacak mıydı? Aynı örnek toplanması için de geçerli."


Aynı sıra içinde cevaplayalım:


1. İçine bid'at karıştırmadan, meşru ölçüler içinde bir Mevlid Kandili kutlaması bolca Kur'an okuyarak, Efendimiz (s.a.v)'e salavat getirerek, O'nu alemlere rahmet olarak gönderdiği için Allah Teala'ya hamd-ü sena ederek, O'nun gelişiyle insanlığın neler kazandığını ve O'nun diriltici soluğundan mahrum kalmakla neler kaybettiğini hatırlayarak ve hatırlatarak, insanları hayra teşvik ederek, sadaka ve infakta bulunmak suretiyle ihtiyaç sahiplerini sevindirerek? yapılabilir. Bu konuda Anadolu Gençlik Derneği yıllardır güzel bir örneklik sergilemektedir.


2. Mevlid Kandili'nin Efendimiz (s.a.v) ve Selef zamanında kutlandığına dair herhangi bir nakil mevcut değildir. "Bid'at" nitelemesi de bu babda bu sebeple kullanılmaktadır.


3. Burada "bid'at" kelimesinin sözlük anlamıyla kullanılmış olması bu olaya elbette tek başına bir meşruiyet sağlamaz. Herhangi bir bid'atin "bid'at-ı hasene" olarak tavsifi için olmazsa olmaz bir şart vardır: Şer'î nasslarla çatışma teşkil etmeyecek ve Şer'î kavaide uygunluk arz edecek. (Bu noktada konumuzla ilgili olarak bir de "kıyasa uygunluk" boyutu söz konusudur ki, biraz sonra değineceğim.) Şu halde bu iki unsuru bünyesinde barındıran her bid'at "bid'at-ı hasene"dir gibi bir tesbit yaparsak inşaallah yanlış olmaz.


Mevlid Kandili kutlamaları Efendimiz (s.a.v) ve Selef döneminde rastlanmadığı halde neye dayanılarak "bid'at-ı hasene" diye nitelendirilmektedir? Bu soruya es-Süyûtî, biri İbn Hacer'e, diğeri kendisine ait olan iki tesbit ile cevap verir ki, Mevlid Kandili kutlamalarının istinad ettiği kıyasın aslını bu iki rivayet oluşturmaktadır:


A. Efendimiz (s.a.v) Medine'ye hicret ettiğinde Yahudiler'in Muharrem ayının 10. (Aşure) gününde oruç tuttuğunu görmüştü. Bunu niye yaptıkları sorusuna Yahudiler'in verdiği cevap, Hz. Musa (a.s) liderliğinde Mısır'dan çıkarken Firavun ve ordusunun sulara gömülüşünün ve kendilerinin kurtuluşunun bu güne rastlaması sebebiyle bir şükran nişanesi olarak oruç tuttukları tarzındadır. Bilindiği gibi Efendimiz (s.a.v), "Biz Musa'ya sizden daha yakın ve evlayız" buyurmuş ve Ramazan orucu farz kılınana kadar bu orucu (bir-iki gün ilavesiyle) benimsemiş, daha doğrusu "sahiplenmiş"tir!1 Bu, belli bir olay sebebiyle belli bir günün Allah Teala'ya arz-ı hamd ve şükür için vesile ittihaz edilmesinin meşruiyetine delalet eder.


B. Efendimiz (s.a.v), doğduğu zaman dedesi Abdülmuttalib tarafından kendisi için akika kurbanı kesildiği halde, bi'setten sonra kendisi için bir akika kurbanı daha kesmiştir.2 Bu da Efendimiz (s.a.v)'in, alemlere rahmet olarak gönderilişi sebebiyle bir şükür izharı anlamı taşımaktadır. Dolayısıyla bizim de O'nun doğumu sebebiyle şükür ve sürur izharında bulunmamızda Şer'an bir sakınca olmamalıdır. Vallahu a'lem.


1 el-Buhârî, "Savm, 68, "Fedâilu's-Sahâbe", 80?; Müslim, "Sıyâm", 127-8; Ebû Dâvûd, "Sıyâm", 64?


2 el-Bezzâr ve et-Taberânî rivayet etmiştir. et-Taberânî'nin senedi kavidir. Bkz. el-Heysemî, Mecma'u'z-Zevâid, IV, 94; İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, IX, 95. el-Mübârekfûrî'nin Tuhfetu'l-Ahvezî'de (V, 97) İbn Hacer'in bu rivayetin sadece zayıf isnadları hakkındaki değerlendirmesinin nakledildiğine dikkat edilmelidir!

Share this post


Link to post
Share on other sites

MEVLİD KANDİLİ BİDATMİDİR- İhsan ŞENOCAK

Asırlardır müslümanlar rebiu’l-evvel ayında Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün mevlidini ihya eder. Bu çerçevede Kur’an-ı Kerim, naat-şiir okur, oruç tutar, tasliyede bulunur; mali durumu yerinde olanlar, eşraf ve fukara ayırımı gözetmeden ziyafet verir, hediye dağıtır.
Karşıt olarak nitelediği ameliyeleri bidat, şirk, dalalet, küfür gibi olumsuz anlam taşıyan kavramları kullanarak “gayr-i meşru” ilan eden çağdaş selefiliğin bidat kavramı ile olumsuz anlam yüklediği, dolayısıyla da uzak durulması gereken bir dalalet olarak gördüğü konulardan biri de, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün doğumu çerçevesinde yapılan “mevlid” kutlamasıdır.
Yakın dönemde yaşayan selefi düşünceye mensup pek çok yazar mevlidin bidat olduğunu iddia eden makaleler/reddiyeler kaleme almıştır.[1] Mevlid etrafında yapılan tartışmalar çağdaş selefiliğin, var oluşunu inkarı üzerine bina ettiği “tevessül” gibi konuları dahi geride bırakmıştır. Bazı İslam ülkelerinde halk arasında “kandil geceleri” olarak bilinen, bereketli zamanlar öncesinde hutbelerde cemaate sakınılması gereken şeyler babında, mevlidi ihya da anlatılır ve mutlaka o günde Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nü anacak/anlayacak ihtifallerden uzak durulması gerektiği söylenir. Çağdaş selefi düşünceyi benimseyen yazar ve vaizlerin idaresindeki gazete ve kürsülerde de rebiulevvel ayı yaklaştığında ağırlıklı olarak mevlidin zararları işlenir. Bazı dergiler de mevlidin ne derece şeni bir bidat olduğunu savunan makaleler neşreder. Bütün bunlara gerekçe olarak selefin mevlidi ihya etmemesi ve mevlid çerçevesinde yapılan ihtifallerde İslami esaslara riayet edilmemesi gösterilir.
Bu durum bilgi kirliğinin yanında saf Müslüman zihinlerde soru işaretleri de oluşturmuştur. Dergimiz merkezini arayan ya da mail gönderen pek çok okur mevlid etrafında yapılan tartışmaların nasıl anlaşılması gerektiğini ve konu ile alakalı İslam’ın fasl edici hükmünü ortaya koyan bir makale yazılmasını talep ettiler.
İslam’ın mevlid hakkındaki hükmünü tesbit gayesiyle kaleme alınan bu makalede öncelikle mevlidin bidat olduğunu iddia edenler ve aksini söyleyenlerin görüş ve delilleri tahlil edilecek sonra tercihte bulunulacaktır.
MEVLİD
İslam’ın esasları “halidî” özelliğe sahiptir. Halidîlik, halefin selefle; iman, fikir ve amelde birlikteliğini sağlar. Bu yüzden insanlar peygamberlere ulaşma, peygamberler de birbirlerini tanıma iradesi içerisinde olmuşlardır. Nitekim Allah Teala Resul-i Ekrem’e hitaben: “Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbini sağlamlaştıracak her şeyi sana anlatıyoruz.”[2] buyurmaktadır. Nasıl Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün kalbi peygamber haberleriyle mesrur oluyorsa, Müslümanların gönül dünyası da O’nun siretini anlatan eserler ve O’nu anma çerçevesinde akdedilen ihtifallerle ferahnak olur.
Ulema mevlidle yaşanan ruhi değişimi kalıcı ve O’nun siretini sürekli okunur kılmak amacıyla mevlidle alakalı çok sayıda eser kaleme almıştır. Hafız İbn Nasıruddin ed-Dımeşkî bu eserlerin bir kısmını üç ciltten oluşan: “Camiu’l-Asâr fî Mevlidi’n-Nebiyyi’l-Muhtâr” adlı kitabında bir araya getirmiştir.[4]
Allah Resulü’nün Viladeti
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün hesap-kitap bilmeyen, okur-yazar olmayan, meşhur hadiseler dışında tarih tutmayan ümmî bir toplumda dünyaya gelmesi doğum tarihiyle alakalı farklı rivayetlerin oluşmasına neden olmuştur.
Cumhur, Efendimiz’in “fîl hadisesi”nin olduğu yılın rebiu’l-evvel ayının pazartesi günü dünyaya geldiği hususunda ittifak etmiştir. Fakat viladetin söz konusu ayın dokuz, on ya da on ikinci günlerinden hangisine tekabül ettiğinde ihtilaf vardır. İbn Dihye rebiu’l-evvelin dokuzuncu günü dünyaya geldiğini, tarihçilerin de bu noktada fikir birliği içerisinde oldukların belirtmektedir. Mahmud Paşa da matematiksel araştırmalarla doğum gününün hicri dokuz rebiu’l-evvel (yirmi nisan 571) tarihine muvafık olduğunu söylemektedir.[4]Doğum günün ihtilaflı olmasından dolayı bazı bölgelerde ihtifallerin başlangıç tarihleri senelere göre değişiklik arz etmiştir. Nitekim mevlidle alakalı ihtifali ilk olarak başlatan Erbil’in idarecisi Muzafferuddin de kutlamaları bir yıl rebiu’l-evvelin sekizinci, diğer yıl ise on ikinci günün gecesinde yapar, böylelikle iki rivayetle de amel etmiş olurdu[5].
Mevlidin İçeriği
Mevlid; Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün dünyayı teşrifi, çocukluğu, risaleti, mucizeleri, ahlakı, evsafı yanında O’na iktida edebilmek için gerekli olan meseleleri ihtiva eder.
Nitekim Abdullah b. Ravaha, Ka’b. Züheyr, Hassan b. Sabit gibi şair sahabiler de O’nun bu yönlerini anlatır, O’na tazimde bulunurlardı. İnşad edilen şiirler, dinleyiciler üzerinde azim tesirler uyandırır, sahabenin Allah Resulü’ne ittibaı güç kazanırdı.
Sonraki yüzyıllarda gelen müellif ve şairler de mevlid ihtifallerinde mevcut geleneği devam ettirdiler. O’nu anlatan ürünlerini O’na yaklaşma ve şefaatini kazanma vesilesi olarak gördüler. Maddi imkanı yerinde olanlar Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün doğum gününde insanlara ikramda bulundular. O’nunla sevinenler, hediyelerle insanları sevindirirler.
Mevlidin Bidat Olduğunu Söyleyenler
Çağdaş selefiliğin mevlidle ilgili kanaatinin oluşmasında önemli etkisi bulunan Ebû Hafs el-Fâkihânî, Abdulaziz b. Baz, Ebû Bekir el-Cezâirî gibi selefi yazarlar mevlidin bidat olduğunu iddia etmektedirler.
Çağdaş selefilik, bidat olarak gördüğü mevlide ilk olarak Fatimiler tarafından ihdas edilmesi, bayram olarak algılanması ve ihtifallerde İslami esaslara uyulmaması gibi nedenlerden dolayı karşı çıktığını söylemektedir.
İbn Teymiyye
Çağdaş selefiliğin en güçlü referanslarından olan İbn Teymiyye’nin mevlid ile alakalı tesbit ve görüşü muasır takipçilerine göre daha mutedildir. İbn Teymiyye, mevlidle alakalı şöyle demektedir: Bazı insanlar mevlidi ya Hz. İsa’nın doğumunu kutlama noktasında Hrıstiyanlara benzemek ya da Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’ne duydukları sevgi ve O’nu yüceltmek gayesiyle ihdas etmişlerdir. Yemin olsun ki mevlidi sevgi ve ictihatlarından dolayı yapanları Allah mükafatlandıracaktır.
Yukarıdaki ifadeleri söyleyen İbn Teymiyye, bidat olarak gördüğü mevlidi ihya edenleri ilahi ecir almalarına rağmen Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün emrine uyma noktasında gevşeklik göstermekle itham eder. Ona göre mevlidi ihya edenler Mushaf’ı süsleyip de okumayan ya da okuyup ona tabi olmayan kişilere benzemektedir.
İbn Teymiyye mevlidi ihya edenlerin bu ameliyelerinden dolayı sevap kazanmalarını Ahmed b. Hanbel (rahimehullah)’den naklettiği bir fetva ile delillendirir. Ahmed b. Hanbel’e bazı devlet adamlarının Mushaf’ı süslemek için bin dinar harcadıkları sorulduğunda, kendi mezhebinde Mushaf’ı süslemek mekruh olmasına rağmen devlet adamlarının uygulamasına karşı çıkılmamasını söyler. İbn Teymiyye, Ahmed b. Hanbel’in; Kur’an’ın tezyinine harcanmayan fonun gece sohbetlerini havi kitaplara ya da şiir ve felsefe eserlerine sarfedilmesini önlemek gayesiyle böyle bir fetva verdiğini ifade eder. [6]Görüldüğü gibi, İbn Teymiyye mevlidi çağdaş selefiler gibi bütünüyle gayri meşru ilan etmeyip garip gerekçelerle amel-i salih kapsamında değerlendirmiştir.
Mevlid Bidat İlişkisi
Bidat; öncesi olmayan, sonradan ortaya çıkan şey demektir. Buna göre Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabın yapmadığı, onlar tarafından bilinmeyen daha sonra Müslümanlar arasında ortaya çıkan ameliyeler bidat kapsamına girer.
Istılahta bidat, kendisinden uzak durulması gereken dalalet olarak tarif edilir. Tarifin bu şekilde yapılmasının arka planında şu hadisler vardır: “Kim bu bizim dinimizde onda olmayan bir şeyi ihdas ederse o batıldır.”[7] , “Her bidat delalettir.”[8]
Bidatla ilgili şeri hüküm tesbit edilirken kelimenin lügat anlamı esas alınırsa hayatın tabi akışı inkar edilmiş olur. Çünkü dünyada sürekli bir değişim yaşanmaktadır. Hayat sürekli yenilenmektedir. Bu ilahi bir kanundur. Saadet asrında da olaylar ve onlara bağlı olarak verilen hükümler değişmiştir. Bu dinin temel inanç esaslarına aykırı olmadığı gibi; bizzat dinin, müctehitlerden talebidir.
İslam “Dinde asıl olan mubahlıktır.” kaidesini vaz ederek değişim alanına giren konuları nasslara aykırı olmama şartıyla meşru addeder.
Tarih boyu hiçbir alim de bidati lügat anlamında kullanıp bu çerçevede hüküm vermemiştir. Nitekim Şatibî bidati şu şekilde tarif etmektedir: “Dinde uydurulan, şeriata benzeyen bir yoldur. Ona tabi olmakla şeri disiplinde amaçlanan şey kastedilir.” [9] Buna göre bir şeyin bidat olabilmesi için onu icad eden ya da icra edenin bidati dinin içinde bir unsur olarak görmesi gerekir. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün ondan sakındırmasının nedeni de bu tür bir algılamadan kaynaklanmaktadır. Bidatla ilgili yukarıda anlamı verilen hadiste geçen “men ahdese fî emrina haza…” ifadesinde ki “fî emrina haza” dan maksat da “din”dir[10].
Dinin sahibi Allah Teala’dır. Onda insanın artırma ya da eksiltme hakkı olamaz. Bidatı icad eden ise Allah’ın dinine onda olmayan unsurları dahil etmektedir. Bu yüzden bidat kesin bir dille reddedilmiştir.
Bidat Sünnet-i Hasene İlişkisi
Bidatın ıstılah tarifi esas alındığında insanın dini ya da dünyevi bir gaye ya da maslahata dönük ortaya attığı fakat dinin aslından ya da hükümlerinden biri olarak addetmediği fiil ve tasarrufların bidat olmadığı görülmektedir. Bu tür fiiller, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün ifade ettiği şekilde ya: “sünnetün hasenetün/güzel bir çığır” ya da “sünnetün seyyietün/kötü bir yol” olarak isimlendirilir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem) Müslim’in rivayet ettiği hadiste şöyle buyurmaktadır: “Kim İslam’da güzel bir çığır (sünneten haseneten) açar da, kendisinden sonra onunla amel edilirse, o kimseye bu çığırla amel edenlerin ecri kadar sevap yazılır, hiç birinin ecrinden de bir şey eksilmez. Kim de İslam’da kötü bir yol açar (sünnetün seyyietün) kendinden sonra onunla amel edilirse, o kimseye açtığı bu yolla amel edenlerin günahı kadar yazılır, hiçbirinin günahından da bir şey eksilmez[11].
İnsana ait fiiller ve tasarrufların bidat kavramı dışında kalanları, ilahi emir ve yasaklarla çatışırsa haram ve mekruh gibi muhtelif başlıklar altında toplanırlar. Bu tür mevzuların sonradan ortaya çıkmalarıyla önceden var olmaları arasında bir fark yoktur.
Eğer mevlid şeri hükümlere ne karşı ne de muvafık bir konumda değilse bu durumda ihtiva ettiği hükümlerin sonuçlarına bakılır. İslam’ın riayet etmeyi gerekli kıldığı “zaruraâ-ı hamse” başlığı altında toplanan “din, hayat, akıl, nesil, mal” gibi hususlardan birinin gerçekleşmesini temin ediyorsa bu, “sünnetün hasenetün” bağlamında değerlendirilir. Bu da kendi içerisinde maslahatı gerçekleştirme sürecinde kendisine duyulan ihtiyaç nisbetinde mendub, vacip gibi isimler alır. Eğer bu beş husustan birini yıkmaya ya da zarar vermeye matuf olursa bu durumda “sünnetün seyyietun” başlığı altına girer. Kötülüğü de, zararı nisbetinde farklılık arz eder. Bazen mekruh bazen de haram olur. Eğer her tür zararlardan uzaksa mübah addedilir.
Buna göre bidati ikiye ayırıp birine “seyyie/kötü” diğerine ise “hasene/iyi” demek İslami kabullerle çelişir. Çünkü bidat peygamber dilinde “dalalettir.” Ayrıca bidat dinde artışı ya da ona yeni şeyler izafe etmeyi gerektirir. Bazı alimlerin “bidat-ı hasene” şeklindeki ifadeleri ise mecazi anlamdadır. Onlar gerçekte bununla “es-sünnetu’l-hasene” yi kastetmektedirler[12].
Müslümanların belli münasebetler çerçevesinde idrak ettikleri hicri yılbaşı, İsra-Miraç, Mekke’nin Fethi, Bedir Gazvesi, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün mevlidi gibi ihtifaller “sünnetün hasenetün” bağlamında değerlendirilir. Çünkü bunlar netice itibariyle maslahattırlar. Bu ihtifallerdeki anma ve anlama ameliyeleri ile müminlerin yürekleri yeniden var olur. Kur’an-ı Kerim okuma, ayetleri tefekkür, tezekkür gibi şarinin zamana bağlı olmaksızın emrettiği ameliyeler daha yoğun bir şekilde yapılır.
Mevlid ve ona benzeyen ihtifaller dinin özüne dahil birer unsur olarak algılanmadığından bidat kapsamına da girmezler. Çünkü adettirler. Adet dinin esasına dahil olmadığından terki durumunda bir şey gerekmez. Dinin esasını teşkil eden unsurlardan biri terk edildiğinde ise mükellefler günahkar olur.
Tarihi Arkaplan
Çağdaş selefilik, mevlidin tarihi arka planını reddedilmesinin nedenleri arasında zikreder. Onların iddiasına göre mevlid, Fatimi Devleti’ne dayanır. İlk mevlid ihtifali hicri 362 yılında Kahire’ye gelen el-Muizlidinillah tarafından ramazan ayında okutulan altı mevlidle icra edilmiştir. El-Muizlidillah söz konusu mevlidleri Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve mevcut halife için okutmuştur. İlerleyen yıllarda Fatimiler mevlidlerde çeşitli etkinlikler düzenler, mevlid sahibi için hutbeler irat ederlerdi.
Suyutî mevlidi ilk olarak ihdas edenin Fatimiler değil Erbil hükümdarı Muzaffer (Ebû Said) olduğunu söylemektedir. Suyutî mevlidlerde yanında büyük alim ve sufileri de bulunduran Muzaffer’le alakalı Ebu’l-Hattab İbn Dihye’nin “et-Tenvîr fî Mevlidi’l-Beşîri’n-Nezîr” adını koyduğu bir kitap telif ettiğini de zikreder[13].
Babasının vefatından sonra h. 563 yılında devlet başkanı olan Muzaffer’in mevlid ihtifali ile alakalı değerlendirmelerde bulunan İbn Hallikân yapılanları vasf etmenin güç olduğunu söyler. Çevre illerden toplanan fakih, sufî, vaiz ve karilerden oluşan geniş halk kitlesi muharrem ayından rebiu’l-evvelin ilk günlerine kadar Erbil’e akın ederlerdi. Her yıl tekrar eden bu uygulamanın sonunda insanlara hediyeler de verilirdi[14].
Deliller
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) tarihteki büyük dini hadiselerle yaşadığı zamanı irtibatlandırır, hadiselerin muayyen tarihleri geldiğinde de meseleyi canlı bir şekilde tezekkür ederdi. Medine’ye hicret ettiğinde Aşura günü Yahudilerin oruç tuttuklarını görünce sebebini sormuş; “Bu Allah Teala’nın Firavun’u boğup Musa’yı kurtardığı gündür. Allah’a şükür olarak oruç tutmaktayız.” cevabını alınca, “Biz Musa’ya sizden daha yakınız.” deyip kendi oruç tutmuş, ashabına da tutmalarını emretmiştir[15].
Bilindiği üzere, kulun Allah’a şükrü, secde, oruç, sadaka, Kur’an-ı Kerim okumak gibi çeşitli ibadetlerle olur.[16] Yahudiler Hz. Musa’nın kurtulması ve Firavun’un boğulması nimetini onlara ihsan eden Allah’a oruç tutarak fiili şükürde bulunmuşlardır. Müslümanlar da onlar için en büyük nimet olan Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün mevlidini çeşitli ibadetlerle Allah’a şükrederek ihya etmektedirler. Bazı alimler, mevlidin Hz. Musa ile ilgili hadiseye uygunluk arz etmesi için Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün viladetinin tesbit edilmesi ve şükrün özellikle o gün izhar edilmesi gerekir, demektedir. Fakat şükrün ifasını gerektiren ibadetler için bir gün söz konusu olmadığından mevlidi de gün ile sınırlamak doğru olmaz.
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) pazartesi günü tuttuğu orucun gerekçesini açıklarken: “Bugün dünya geldim.[17]” demiştir. Buna göre Mevlid-i Nebi’yi ilk ihya eden, o gün oruç tutarak Allah Teala’ya şükreden Resul-i Ekrem’dir.
Günümüzde Müslümanların mevlid ihtifalleri şekil açısından kısmi farklılıklar arz etse de Aşure ve pazartesi günleri Efendimiz’in tuttuğu oruçların gayesi ile tamamen örtüşmektedir. Zira hepsi ilahi rızayı celbetmek için îfa edilmektedir.
Kur’an-ı Kerim Müslümanlara İslam’ın ulvi değerleriyle meşru ölçüler çerçevesinde sevinmeyi tavsiye etmektedir: “De ki: ‘Allah’ın lütuf ve rahmetiyle; yalnız bunlarla sevinsinler.[18]’” Allah Teala müminlere “rahmet”le sevinmelerini emretmektedir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), şu ayetin delalet ettiği gibi bizzat rahmettir: “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” Nitekim İbn Abbas “rahmet” kelimesini Muhammed Mustafa olarak tefsir etmiştir.[19] Müminler Allah Resulü’nün varlığıyla her dem mesrur olur. Fakat doğduğu ay ve gün sürur daha yoğun bir şekilde yaşanır.
Mevlid İslam coğrafyasında uygulanan alimlerin güzel gördüğü, halkın benimsediği bir gelenektir. “Müslümanların güzel telakki ettiği Allah katında güzel, çirkin addettikleri ise çirkindir.[20]”
Her pazartesi Ebu Leheb’in azabı Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün doğum müjdesi kendinse verildiğinde cariyesi Süveybe’yi azad etmesinden dolayı hafifler. Muhammed b. Nasıruddin ed-Dimeşki şöyle demektedir:
[21]Kur’an’ın elleri kurusun diye zemmettiği ebedi cehennemlik o kafir;
Ahmed’in doğumuna sevindi diye pazartesi günleri daha az azab görür.
Ömür boyu Ahmed’le sevinen ve muvahhit olarak ölenin hali ise bir düşün nasıl olur.
Hadis’i şerife göre Süveybe’yi azad ettiğinden dolayı Ebû Leheb’in azabı hafifleyecekse viladetle sevinen Müslümanların sevap kazanmaları evleviyetle mümkündür.
Suyutî, “mevlid ihtifallerinin esasını teşkil eden, toplanıp Kur’an-ı Kerim okumak, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün dünyaya gelmesi ve doğumu ile yeryüzünde meydana gelen harikuladeliklerle ilgili rivayetleri nakletmek ve sonrasında hazırlanan sofralarda ikram edilen yemekleri yiyip dağılmak, program sahibinin sevap kazanmasını sağlayan hayırlı ameliyeler cümlesindendir.” demektedir. Çünkü mevlidin gayesi Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’ne ta’zimde bulunmak ve doğumu sebebiyle oluşan mutluluğu açığa vurmaktır.[22]
Mevlidin Muayyen Zamanı
Mevlid her zaman ihya edilebilir. Her ne kadar muayyen bir zamanı olsa da Allah Resulü’nü anlamak için bir araya gelenler ya da ferdi olarak mevlidi ihya edenler mecur olacaktır. Çünkü mevlit bir ibadet olmadığından vakit dışında da akdedilebilir. Kişinin mecur olmasında esas, niyyettir. Bu durum düğün yemeğine davet edilen, fakat gününden önce tören yerine giden misafire benzer. Nasıl ki tören alanına erken giden konuk ev sahabi tarafından hüsnü kabul görüyorsa, ihtifal sahipleri de mevlidin sahibi tarafından makbul olur.
Sonuç
İslam eşyayı doğru okumayı emreder. Kabe’yi tavaf etmek, Safa-Merve’de sa’y etmek, şeytanı taşlamak belli mekanlarda akdedilen ve uzun bir tarihi geçmişi olan ibadetlerdir. Her biri bir anda defaatle yapılır. Tekrar, ibadetlerin gayelerini idrak etmeye katkıda bulunur. Kabe etrafında döndükçe ya da Safa Merve arasında sa’y ettikçe “hakikat” daha yakından tanınır ve mesaj daha net kavranır. Çünkü insan bir şeyi tanıyabildiği ölçüde tasavvur eder. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) de mevlid ile daha yakından tanınacaktır. Fakat bu günde yapılanları Kur’an-ı Kerim, naat, şemail, şiir okumak, oruç tutmak, sadaka vermek gibi hayrî hizmetlerle sınırlı tutmak gerekir.
Mevlid çerçevesinde yapılan gayri İslamî etkinlikleri gerekçe gösterip mevlidi inkar etmek ise, yılın diğer günlerinde işlenen haram ya da mekruhlardan dolayı yıl boyu yapılan amel-i salihlere sınırlama getirmek gibidir. Bu yüzden mücerred olarak mevlidin meşru olup olmadığını tartışmak akla ziyan bir ameliyedir.
Dipnotlar:
[1] Komisyon, Resâil fî Hükmi’l-İhtifâl bi’l-Mevlid, (İki cild halinde tab’ edilen eserde 7 risale vardır.) Riyad, 1997.
[2] Hud(11): 120.
[3] Muhammed Zahid Kevserî, Makâlâtu’l-Kevserî, Kahire, ty., s. 365.
[4] Kevserî, a.g.e., s. 363-69.
[5] Kevserî, a.g.e., s. 364.
[6] Ahmed İbn Teymiyye, İktidau’s-Sıratı’l-Mustakîm, Riyad, 2003, s. 404-407.
[7] Müslim, Akdiye, 8.
[8] Müslim, Cumua, 13.
[9] Ebû İshak İbrahim eş-Şâtıbî, el-İ’tisam, Beyrut, 1997, I, 24.
[10] Benzeri değerlendirmeler için bkz. Said Ramazan el-Butî, “Leyse Küllü cedidin Bida”, s. 150.
[11] Müslim, Zekât, 20; İlim, 6; Ahmed, Müsned, V, 357.
[12] Müslim, Zekât, 20; İlim, 6; Ahmed, Müsned, V, 357.
[13] el-Mutîî, a.g.e., s. 47-48.
[14] el-Mutîî, a.g.e., s. 49-52.
[15] Buharî, Savm, 69; Müslim, Sıyam, 19.
[16] el-Mutîî, a.g.e., s. 48.
[17] Müslim, Sıyam, 1162.
[18] Yunus(10): 58.
[19] Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur, III, 308.
[20] İbn Mesud’a ait mevkuf hadis için bkz. Hakîm, Müstedrek, III, 78, h. NO: 4465.
[21] Muhammed b. Alevî, Menhecü’s-Selef fî Fehmi’n-Nusus beyne’n-Nadar-i ve’t-Tatbîk, y.y., 1419, s. 390.
[22] Muhammed Bahît el-Mutîî, Ahsanu’l-Kelam, Kahire, 1939, 48.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem) Müslimin rivayet ettiği hadiste şöyle buyurmaktadır: Kim İslamda güzel bir çığır (sünneten haseneten) açar da, kendisinden sonra onunla amel edilirse, o kimseye bu çığırla amel edenlerin ecri kadar sevap yazılır, hiç birinin ecrinden de bir şey eksilmez. Kim de İslamda kötü bir yol açar (sünnetün seyyietün) kendinden sonra onunla amel edilirse, o kimseye açtığı bu yolla amel edenlerin günahı kadar yazılır, hiçbirinin günahından da bir şey eksilmez[11].

 

Allah razı olsun

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...