Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Abdulhamid

1400

Recommended Posts

1400

 

1400'e bir yıl var, yaklaştı zamanımız;

Bu asırda gelir mi dersin kahramanımız?..

 

1978

 

üstadın en sevdiğim şiirlerinden biri..hadis-i şerif ışığında yazılmış olması ayrıca şiire önem katmakta.ALLAH bu şiirde adı övülen kişinin ordusuna ( en basit rütbede olsa ) katılmayı nasip eder bize inşallah.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadımın hiçbir zaman bırakmadığı "umut" yine karşımızda. Kahraman'ın geleceğini umuyor. Ve bunu dile getirirken bir soru eşliğinde sanatına yansıtıyor. Dikkat! Çok hassas yaklaşım! Üstadım 1400'e bir var diyor. Her yüzyılda gelecek birileri! işte buradan kaynaklı bir umut(ben acizane bu şekilde yorumladım)Artık 1400 deyiz. Kahramanımız belki içimizde, belki de gelmesi yakın. Lakin üstadım geleceğinden emin olsa da şu anda (bu şiiri yazdığı anda) gelmediğinden umut merkezinde, umudunu soruya dökmüş ve beklemektedir...

 

 

Üstadın tarzı olan hece vezninin yine bir timsalini de edebi açıdan karşımızda buluyoruz...

 

Ve işte üstadımın bu beyiti:

 

1400'e bir yıl var, yaklaştı zamanımız;

Bu asırda gelir mi dersin kahramanımız?..

 

kelimelere dökerek onlarca sayfa izahatini yapabileceğimiz ulvi derinlikteki bir şaheseri..

Share this post


Link to post
Share on other sites

evet her yüzyılda bir müceddit dediğimiz Zatlar geliyor.. geçen servisi beklerken düşünüyorum.. ya bi insan hiçbir şey bilmese bile Üstadın sözlerine baksa yine Allaha ulaşır.. her şeyi geç zaten kainat ayaklarının altında.. bak düşün anla ..

eyvallah.

Share this post


Link to post
Share on other sites
arkadaşlar gelmiş müceddit Bediüzzaman diye biliyorum ben yanlış mı biliyorum acaba?bu yüzyılın.

Selamlar,

 

Çoğu cemaatin "müceddid" olarak sıfatlandırdığı farklı alimler var yüzyılımızda yaşayan. Mesela Süleymancılara göre farklı, Işıkçılara göre farklı, Nurculara göre farklı birisi müceddiddir. Bunlardan hangisi gerçekten müceddiddir, yoksa müceddid bunlardan hiçbiri değil de başka bir şahsiyet midir, bunu bilmek bizler için bence pek de mümkün değil. Elbet herkesin kendine göre bir iddiası olacak, bizim de; lakin emin olmak namümkün.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites
Mesela Süleymancılara göre farklı, Işıkçılara göre farklı, Nurculara göre farklı birisi müceddiddir. Bunlardan hangisi gerçekten müceddiddir, yoksa müceddid bunlardan hiçbiri değil de başka bir şahsiyet midir, bunu bilmek bizler için bence pek de mümkün değil. Elbet herkesin kendine göre bir iddiası olacak, bizim de; lakin emin olmak namümkün.

 

evet ben de bediüzzaman hazretleri diye biliyorum...ki öyledir.yukarıdaki görüşe katılmıyorum.bediüzzamanın geleceğini ve müceddit olarak geleceğini bir çok Zat-ı muhterem haber vermiştir..somut birkaç örnek vermek istiyorum..

 

Hacı Hasan Feyzi Efendi Denizli'de yaşamış meşhur bir velidir. Üstad hazretleri dünyaya geldiğinde ona da bildirilmiş, o da bu haberi:

- bugün Şark-i Anadolu'da büyük bir veli dünyaya geldi. Bu Zat zamanın sahibi,asrın vekilidir. diyerek bildirmiştir

 

bir diğer örnek bunu daha iyi açıklayacaktır zannediyorum.

 

Osman-ı Halidi Hzretleri

Ispartada yaşayan, Mevlana Halid-i Bağdadiye intisap etmişti. Ispartanın Sidre mevkiine çıkar,orada riyazete çekili, bir iki gün yemek yer daha sonra 40gün yemezdi.1876yılında vefat etmiş vefatı yaklaştığında talebelerine ve evlatlarına:

- İmanı kurtaran bir müceddit çıkacak.bu sene dünyaya geldi. Benim 4oğlumdan birisi o gelecek müceddit zatla gürüşüp elini öpecek. demişti

Osman-ı Halidi Hazretlerinin en küçük oğlu Mustafa, Üstad hazretleri Ispartaya teşrif ettiğinde onunla görüşmüş ve ona talebe olmuştur.

Said Nursi o kerametli Zattan Sikke-i Tasdik-i Gaybi'de " osman-ı Halidinin sarih ihbarı ve evlatlarına vasiyeti" şeklinde bahsetmektedir..

 

..

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

ben önce süleymancılar lafını kabul etmiyorum arkadaşım yanlış anlama ama bu söz doğru değil.Süleyman Hilmi Tunahan HZ.lerinin talebeleri onlar.son müceddit Bediüzzaman olması ile alakalı bir önceki Mevlana HZ.leriydi ve yıl olarak bakınca Bediüzzamana denk geliyor.birde diğerleri de benim hocam üstadım ama bakınca Bediüzzamanın hizmetleri daha fazla gibi.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mehdilik ve Müceddit müesseseleri farklı olup müceddit daha ziyada içinde bulunduğu devrin itikadi eksikliklerini ve yanlışlıklarını izale ve takviye içindir...Yani İman hakikatleri üzerine...Mehdilikse müceddit sıfatına malik olmarıyla birlikte daha ziyada Üstadın temas ve ümit ettiği hem itikadi,hem siyasi,hem içtimai ve hem de askeri alanlarda inkilap yapacak olan fert veya şahs-ı manevi bir müessesedir.Evet Bediüzzaman devrinin müceddidiydi ve ifa ettiği meslek yalnız ve yalnız iman hakikatları üzerineydi ve içtimai ve siyasi alanda bir mücedddit değildi..Zaten bunu hem kendi dilinden hemde eserlerinden tespit etmek mümkün...Diyebiliriz ki son müceddit veya mehdi hayatın bütün şubesini kuşatan,toplayıcı ve belli bir sisteme oturtan şahıs ve ya şahs-ı manevidir...Bediüzzam şualar eserinde kendisini mehdi olarak nitelendirenlere reddiye babında mealen "bizim mesaleğimiz sadece Kur'an hizmeti ve hakaik-i İman olup ahir zamanda gelecek olan mehdi ekseriyetle siyasi ve içtimai alanda mesleğini ifa edecek"diyor....Zamanımın darlığından dolayı daha fazla yazamıyor,inşallah teferruata ihtiyaç duyulursa ileri bir vadeye havele ediyoruz....

Share this post


Link to post
Share on other sites

peygamberimiz(s.a.s)hadislerinde her yüzyıl başında insanlara din ahlakını ve hükümlerini anlatan,dönemin ihtiyaçlarına göre açıklamalarda bulunan bir müceddit gönderileceğini bildirmiştir.örneğin imam- rabbani 1000.hicri yılın müceddidir.mevlava halid-i bağdadi hicri 1193 (miladi 1779)yılında doğmuş,hicri 1242 yılında (miladi 1827)vefat etmiştir.dolayısıyla bu mübarek insan ittifakla hicri12.ve 13. asırlar arasındaki mücedditdir.bediüzzaman said nursi ise mevlana halid-i bağdadiden tam 100 sene sonra,hicri 1293(miladi 1878)yılında doğmuştur.vefatı ise hicri 1379(miladi1960) yılıdır.bediüzzaman da hicri 12.asrın müceddidi mevlana halid ten tam yüz sene sonra yayınlanan risale-i nur müellifi olması sebebiyle kendisinde 13.ve 14.asırlar arasındaki müceddit olduğunu belirtmiştir.

 

Bediüzzaman,hz.mehdi'nin ise kendisinden sonra geleceini -tarih vererek-bildirmiş.hicri 14.yüzyılın ''mücedidi''nin hz.mehdi olduğunu müjdelemiştir.bunun yanı sıra bediüzzaman hz.mehdi için ,ahir zamanda gelecek ''BİR MÜCEDDİD-İ EKBER yani EN BÜYÜK MÜCEDDİD''ifadesini kullanarak,onun gelmiş geçmiş tüm müceddidlerin en büyüğü olduğunu bildirmiştir.

 

Bediüzzaman hz.mehdi için ''en büyük müceddid ve en büyük müçtehid'' sıfatlarını kullanmaktadır.''müceddid''dini hakikatleri devrin ihtiyaçlarına gör açıklayan,''müçtehid''de ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük islam alimi ve önderidir.bu vasıflardakı büyük zatlar,islam toplumlarına örnek olmuş,yol göstermiş,zamanın kutbu olmuşönderlerdir.bu önderlerden kimi içtihad etmeve hüküm verme vasıflarından dolayı ''mezhep önderleri'' olmuşlardır;müslümanlarda onlara uymuşlardır.

 

İmam hanefi,imam şafi,imam hanbeli,imam maliki bu önderlerden olup 4 mezhebin kurucularıdır.bütün ehl-i sünnet onların verdiği hükümlerle amel etmektedir.bediüzzaman bu müçtehid ve müceddid lerin en büyükleririn ise hz.emhdi olacağını ifade etmiştir.buda hz.mehdinin içtihad etme (hükümleri usulüne uygun kuran ve hadislerden istifadeylen ortaya koymak)ve hüküm vermeye en yetkili kişi olarak,kendisininde ''tüm mezhebleri kaldıracağanı''göstermektedir.zira en büyük mezheb imamı olduğuna göre zaten tüm diğer mezhebleri kaldırması gerekir.zamanında herkesin ona uyacağının bildirmiş olmasıda bunu doğrulamaktadır.

 

 

bediüzzaman hz.mehdinin en büyük müceddid olduğunu söyliyerek onun tüm mezheblerin üstünde olacağını ifade etmiştir.geçmişten günümüze pek çok islam alimi eserlerinde bu konuya değinmişlerdir.islam tarihinin en büyük alimlerinden biri olan muhyiddin arabi ise ''fütühat-ül mekkiye''isimli eserinde bu konuda şöyle bilgi vermiştir.

 

 

.....MEHDİ,DİNİ PEYGAMBER'İN ZAMANINDA OLDUĞU GİBİ AYNEN UYGULAYACAK.YERYÜZÜNDE MEZHEBLERİ KALDIRACAK.HALİS HAKİKİ DİNDEN BAŞKA HİÇ BİR ŞEY KALMIYACAK.(muhammed b.resul el hüseyin el berzenci,kıyamet alametleri sf.186-187)

 

bediüzzaman bilindiği gibi şafi mezhebindendir.bir mezheb sahibi değildir ve bir başka mezheb kurucusuna tabi olmuştur;imam şafi 'yi mezheb imamı olarak kabul etmiştir.bediüzzaman bu konuyu eserlerinde şöyle ifade etmiştir.

 

evvela : ben şafii yim....(emirdağ lahihikası s.38)

yalnız bu kadar var.ben şafii'yim.....(büyük tarihçe-i hayat,s.206)

 

 

oysaki hz.mehdi tüm mezhableri kaldıracak ve tüm mezheblerin üstünde olacaktır.bir mezhebe bağlı olan bediüzzaman da,bu özelliğin hz.mehdiye ait olacağını belirterek kendisinin hz.mehdi olmadığını açıklamıştır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Said Nursi Hz.'nin hakikaten müceddid olması mümkündür, kuvvetle muhtemeldir. Fakat aynı şekilde farklı gruplar da farklı kişileri müceddid olarak telakki etmektedir ve onların da delilleri mevcuttur. Mevlana Tehanevi hazretleri bu mevzuda aklıma ilk gelen şahsiyet. İstenirse birkaç isim daha gösterebilirim. Haklarında araştırma yaparsanız kimlerin bu insanlar için müceddid dediklerini, bu insanların neler yaptıklarını görürsünüz. Ayrıca yalnızca Türkiye eksenli düşünülmemeli, faaliyetin sunulduğu ana hedef kitlenin kim olduğu dikkate alınmalıdır (müceddidin kime dendiğini hatırlayınız). Malesef vakit darlığı ve konunun bir şiir başlığının altında olmasından dolayı detaya giremiyorum. Özür dilerim. Fakat demem o ki, birisinin müceddidliğini iddia ederken diğerlerini komple yanılmayla itham eder gibi %100'lük bir kesinlikle konuşmasak ve kendi kanaatimizi belirttikten, delillerimizi gösterdikten sonra karşı tarafın da görüşlerinin doğru olabileceğini vurgulasak daha evla olur. Neticede çoğu zaman karşımızda halis müslümanlar yer almaktadır, onlar da doğruyu bulmuş olabilir. Bu mevzular nass ile belirlenmiş hadiseler değildir ve neticede bir kişinin müceddid kabul edilmesi yoruma bakar. Hal böyle iken, Allah'ın ilim sıfatına ve diğer halis Müslümanların inanışlarına da bir doğru olabilirlik payının bırakılması ve bunlara saygı gösterilmesi gerektiğine inanıyorum ve "14. asrın müceddidi Bediüzzaman'dır." tarzından farklı cemaatleri rencide/tahrik edebilecek, 2+2=4 kat'iyetindeki ifadelerin kullanılmamasını acizane tavsiye ediyorum. "14. asrın müceddidi Bediüzzaman olmalıdır" denmesi daha isabetli olacaktır. Benim görüşüme göre de, asla emin ol-a-mamakla birlikte, 14. asrın müceddidi büyük ihtimalle Said Nursi Hz. olmalıdır.

 

"Süleymancı" tabirinden rahatsız olacağınızı tahmin etmemiştim. Zira Yaygın kullanılan böyle bir kavram vardır ve bu tarz kavramlar hemen hemen her zaman, her cemaati karşılamak için kullanılmıştır. Takip edenlerin de bu ifadeden rahatsızlık duyduklarını bilmiyordum. Bundan sonra kısaca "Süleymancılar" demektense 30 harf daha fazla telafuz ederek uzun uzun "Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinin Talebeleri" demeye gayret edeceğim. Başarabileceğimi sanmıyorum, o ayrı. Uyarınızdan dolayı teşekkür ediyorum.

 

Bir başlıkta, elbette laf lafı açacak ve ilgili mevzularda fikir alışverişleri doğacaktır, fakat şiirden %100'lük bir ayrılış sözkonusu. Arkadaşlar zorunda kalmadıkça bu mevzuyu uzatmazlarsa sevinirim, zira aramızdaki fark ufak bir bakış açısı ve üslup tercihi ayrılığından öte değil.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

nfk-fan kardeşim ben sadece süleymancı mevzusu için değil mahmutçu süleymancı fethullahçı bu kavramların hepsi yanlış ve biz kullanmamaya özen göstermeliyiz.mehdilik ve mücedditlik konusunda ise bi ortak fikir olmadığı doğru herşeyi zaman gösterecek bence de.

Share this post


Link to post
Share on other sites
arkadaşlar gelmiş müceddit Bediüzzaman diye biliyorum ben yanlış mı biliyorum acaba?bu yüzyılın.

 

selamün aleyküm ya kardeşim nur cemaatı kardeşlerime öyle çok kızıyorum ki deli oluyorum.

müceddid deyip başka bi şey demiyorlar. ve o mübareği anlamıyorlar vallahide billahide anlamıyorlar.

elbetteki müceddid biz onu inkar etmiyoruz.13.yüyılın müceddididir kendisi, HİCRİ: 1295 doğumlu askeri

kayıtlara göre böyle 100 YIL sonra ne eder. 1295+100=1395 hicri, MİLADİ: 1975 e tekabül eder.

14.y.yılın müceddidi MEHDİ a.s olacağına göre daha hala said nursi hazretlerini

ahir zaman mehdisi zannetmek iyi bi şey değil neden mehdi a.s gelince onu tanıyamamaktır.

said nursi hazretleri ön MEHDİ yani hazırlayıcı olduğunu biliyorum ama maalesef sizler said nursi hazretlerini

anlayamıyosunuz.said nursi hazretleri bikere nurcu değil idi nurculuk bir tarikat değil,

said nursi hazretleri dört tarikatta seyri sülük etmiş ve nakşibendi tarikatın da imamı rabbani hz.lerinden

kurana yönelmesi için ilham almış.müceddid olacaksın sen seyri sülüğü tamamladın demiş.

kuranın delillerini allahın varlığının delillerini zamanın ateistlerine hristiyanlarına dünyaya muhteşem bir şekilde

açıklamış.çoğunun iman etmesine vesile olmuş mübarek ama bu güzelliğe tepeden inme gelmemiş.

tarikatlarda seyri sülük etmiş. Mehdi a.s nin bile velayeti nakşi tarikatından alıp nakşi halkasını tamamlaması

imamı rabbani hz.lerinin 32. 151. mektublarında yazıyor nurcular tarikata neden karşı,said nursi hazretleri. zaman tarikat

zamanı değil demesi nedendir.düşündünüzmü? iman kurtarma zamanı demesi doğru çünkü millettin imanı zayıf

tarikatı nasıl kabüllensin tarikata girmek için imana ihtiyaç vardır.iman olmazsa tarikata nasıl girsin insan

ve bizler zaten allaha kitabına meleklerine peygamberlerine peygamberimize delilsiz iman etmişiz.

bizim tarikata ihtiyacımız var. ihtiyaç görmeyen zaten cevizin kabuğu ile uğraşanlardır. özüne

inememiş cevizi kıramamış insanlar imanı delil araya dursunlar.selemün aleyküm. ve ayrıca iskender evrenesoğlunun saçmalıklarına ne kadar zavallı cahil insanlar uyuyor.hayret evrenesoğluna

inananları allah ıslah etsin etmezse yazıklar olsun insanlara kokuşmuş cin şeytan işlerini empoze etmesinler.

ey ahmaklar hiçmi göz burun yok sizlerde hiç mi keşfiniz açık değil nasıl açık olsun kiyazıklar olsun.

Share this post


Link to post
Share on other sites

isteyen istediği gibi olsun, nicedir bu sataşmalar. doğrular ortadayken, yanlışlarda öyle, isteyen istediğine inansın, insan kendini nasıl kabul ediyorsa karşısındakide onu öyle kabul etsin, arkadaşlar, herkesin kalbi bir şey için atıyorsa, varacağı noktayı herkes bir şekilde görüyorsa, nicedir bu başkalarını birşeylere yakıştırmalar. bir şiir buraya nasıl bağlanır, bırakın kim ne anlıyosa kendine anlasın, kendince birşey çıkaramayıp soranlara düsturuyla anlatılır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Efendim Kimin müceddid kimin müctehid olduğunu en güzel Allah bilir. Biz bilemeyiz bunu. Bu konuda kesin konuşmak yanlıştır. Bediüzzaman kendisine müceddid dememiştir. Ama bir sonraki müceddidi tarif etmiştir.

Son müceddid Hz. Mehdi olacağına göre onu herkes tanıyacaktır.

 

Bir de konunun Üstad'ın şiiri olduğunu da unutmamak gerekir. Üstad islam alemini birleştirici toparlayıcı birini beklediğini böyle bir ümidi olduğu belirtmek istemiştir, bunun müjdesi Peygambermiz(s.a.v.) tarafından verilmiştir. Her dönemde dine hizmet eden, toparlayıcı, birleştirici alimler Allah dostları olacaktır ama müceddid ama değil. Bunu Allah bilir.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Efendim Kimin müceddid kimin müctehid olduğunu en güzel Allah bilir. Biz bilemeyiz bunu. Bu konuda kesin konuşmak yanlıştır. Bediüzzaman kendisine müceddid dememiştir. Ama bir sonraki müceddidi tarif etmiştir.

Son müceddid Hz. Mehdi olacağına göre onu herkes tanıyacaktır.

 

Bir de konunun Üstad'ın şiiri olduğunu da unutmamak gerekir. Üstad islam alemini birleştirici toparlayıcı birini beklediğini böyle bir ümidi olduğu belirtmek istemiştir, bunun müjdesi Peygambermiz(s.a.v.) tarafından verilmiştir. Her dönemde dine hizmet eden, toparlayıcı, birleştirici alimler Allah dostları olacaktır ama müceddid ama değil. Bunu Allah bilir.

Söylediklerinize aynen katılıyorum.Kimin Müctehid olduğunu bilmemiz zor ancak tahmin edilebilir.O da herkesin bakış açısı ve görüşü farklı olduğu için kişiye göre değişir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Şu bostan korkulukları meselesi...

 

Üniversiteye gelene kadar dini ve tasavvufi dünyayı kendi içimde yaşamaktaydım. İtikadi anlamda anlatılan her şeyi şeksiz şüphesiz kabul ediyor, huzurlu bir hayat sürdürüyordum. Zaten sistemin getirdiği gereksinim de bunu icap ettiriyordu. Okulun en tenha yerinde masumane bir şekilde kılınan namazı bile magazin malzemesi yapan bir sistemden ne beklenebilirdi?

 

 

Ama üniversite dünyası her yönüyle özgürlükler alemi olarak karşımıza çıktığı için hayata ve insanlara bakış açısı da çok değişiyor insanın.Oradaki atmosfer sanki dünyanın özeti gibiydi.Yemekhane koridorlarında sosyalistlerinin afişlerinin olmadığı bir güne rastlamaz idik. Anfiye ders dinlemeye giderken önümüzde 100 kişilik bir grubun "Kahrolsun faşizm!" tempolarıyla yaptıkları eylemler günlük duyduğumuz rütin sesler arasındaydı. Ahlaksızlık örneklerine ise isterseniz hiç girmeyelim.

 

Böyle bir ortamda da dini gruplar inanılmaz gizli çalışma içindeydi. Hatta üniversiteye kaydolurken saatlerce yanımda durup bana ilgi alaka gösteren birisinin, muallakta, sahipsiz bir insan olmadığımı anlayınca benimle ilgilenmekten vazgeçtiğini dünkü gibi hatırlarım. Mutlak manada, bu tür çalışmalara menfi yönde bakmıyorum. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, “şeytanın insan kurdu olduğunu, herkese pusu kurduğunu ve cemaattan ayrılan, tek başına kalan kimseyi kolayca yuttuğunu” haber veriyor. Ancak işin mukayyed kısmına girdiğimiz zaman, bazılarının ehli sünnet çizgisinden çıkarak su gibi berrak kalpli öğrencileri maddi imkansızlıkları da koz olarak kullanıp kendi taraflarına çekip zehir aşıladıklarını görünce de karşıma çıkan her insana, acaba? gözüyle bakıyor,bana biraz sıcak ilgi gösteren birisinin nereye gelmeye çalıştığını gizliden gizliye süzmeye çalışıyordum..

 

Böyle bir dünyanın ve arkadaş ortamının içerisine girince, yıllardır kalbimizde saklı olan özel dini hususlar ve sadece kendi taifemizde olduğuna inandığımız ayrıcalıkları arkadaşlarımızla müzakere etme gereksinimi duyar olduk. Bir çok cemaate mensup arkadaşlarım ile samimiyetimize istinaden özel bilgileri de paylaşıverirdik ara ara. Ve yine internette de İslami forumlara olan ilgimin başladığı yıllardı bu yıllar. Orada da kendilerini İslam’ın kurtarıcısı olup başkalarını iraptan mahalsiz sayan gruplara, cemaatlara cevap yetiştireceğiz derken bazen cevap vermede yetersiz kaldığıma kanaat getirdim. İşte o zaman iç dünyamda daha önce hiç aklıma bile gelmeyen bazı endişeler meydana gelmeye başladı.

 

Kendimizde olduğu için Mevlamıza sonsuz hamd ettiğimiz bazı özel bilgiler, durumlar, vasıflara; başka meşrepler, gruplar da sahip olduklarını iddia edince kafamda bulanıklıklar meydana geldi. Çünkü zamanın sahibinin kim olduğu, vazıfları, göstermiş olduğu kerametler ile alakalı bilgilerim, onların bilgileri ile çakışıyordu. Hatta gerçek hayattan alınmış bazı romanları (yazarının sağlamlığına güvendiğim) okuyunca, iyice kafam karışmaya başladı. Bir örnek vermek gerekirse; romanın birindeki bir genç çok ciddi bir kaza geçiriyor ve rüyasında AbdülKadir Geylani Hz.leri ve zamanın sahibi olarak takdim edilen kimse onu tedavi ediyordu. Hatta görülen bir rüyada o zat Efendimiz s.a.v. ile yurt binaları bile açmaktaydı.

 

Cemaatlerin özel bilgilerine, işledikleri fiillere ehli sünnete muğayir olmadıktan keri söz söylemek haddime değildi hiçbir zaman. Ama bazıları o kadar iddialı sözler söylüyorlar ve kendilerini o kadar ayrıcalıklı görüyorlardı ki hayretler içerisinde kalıyordum. Çevremdeki dostlarıma bu tür konuları açtığım zaman espri mahiyetinde söyleseler de “seni de kaybettik” diyorlardı. Yapayalnız kalmıştım bu hususta. İçime gömülü şekilde yıllar birbirini kovalıyordu. Neyse ki uzun bir zaman sonra Hz. Allah bana El- İbriz Kitabıyla tanışma fırsatı verdi. Sorularımın cevabını kitabî olarak bulmuştum ya ! Dünyalalar benim olmuştu.

 

 

Kitaptaki sorumuzu ilgilendiren hususları kısa kısa aktaralım. A.Debbağ hazretleri şöyle buyuruyor:

 

"Ümmet-i Muhammedin Allah-ü Teala yanında büyük kıymeti vardır. Bunun için bir ümmet, hiç kimsenin defnediğilmediği bir türbede toplansa, orada büyük bir zatın yattığı kanaat olsa, Cenab-ı Hak süratle icabet eder ve onların duasını kabul eder."

 

Demek ki, çevremizde duyduğumuz, falanca zat şuraya (alakasız bir yere) gitmişte şifa bulmuş, şurası çok bereketli bir yermiş, şu zattan dua istimdat etmişte hastalığından kurtulmuş gibi söylemlerin uydurma olmayıp, halis niyetlere göre Cenab-ı Hakkın bir lütfu olduğunu anlamış oldum.

 

Aklıma takılan hususlardan birisi ve en önemlisi ise bir takım insanların hayranlık duyduğu ve benim ise bir türlü bu hayranlığı anlayamadığım şeyhler, üstazlar dini liderlerdi. Zira gerek yapmış olduğu hal hareketler, söylemiş olduğu sözler vb. ahvalden ötürü evliya olması tasavvur bile edilemeyecek, hatta dinden çıkmamış olması bile kendisine verilecek en güzel sıfat olup piyasada dolaşan bir çok sözde mürşidlere, üstazlara insanların tabi olması, hatta tabi oldukları halde manevi anlamda istifade etmeleri yıllardır çok garibime giden ve cevabını veremediğim hususlardandı. Yine bazıları vardı ki hakikatte evliyaydı belki ama zamanın sahibi yakıştırmasının yapılması çok ağırıma gidiyordu.

 

Abdülaziz eddebbağ hazretleri bu hususu ise şöyle izah ediyor:

 

"Bir kimsenin halk indinde veliliği meşhur olsa bu diri veliyle Allah'a tevessül edenin Allah ihtiyaçlarını yerine getirir. Halbuki o kimsenin velayetten hiç nasibi olmasa bile.

O dua eden halktan kişinin haceti, zamanın kutbu olan, tasarruf ehli olan veliler, o veli olmayan kimseyi veli suretine ikame ederler.

 

Sebebi de bütün zulmet ehli onun etrafına toplansın, duaları kabul ediliyor diye ibadet ve dua etsinler, kurtulsunlar diye. Misali şu ki: O kimseyi yani veli olmayan kimseyi tasarruf ehli veliler korkuluk kabul ederler. Bir bostan tarlasındaki korkuluktan kaçan kargalar gibi, hakikatte bostan sahibinin yaptığı fiilden kaçtıkları gibi, tasarruf sahibi velilerde veli olmayan kimseyi korkuluk gibi oraya dikmişler ve zulmet ehlini oraya toplarlar.

Orada tasarruf edeni, halk o kimse zannederler, esası bilmezler. Onlara bunun esası bildirilemez, çünkü takat getiremezler."

 

Ve bütün şifrelerin çözüldüğü andı...Arkadaşlarımın anlatmış olduğu ve yalan olmadığına inandığım ama inandığım zamanda benim içimdeki bilgilerle çelişen durumları, romanlarda anlatılan yaşanmış esrarengiz hadiseleri yukarıdaki anlatılan şablona oturtuvermiştim.

Aklıma şu da geldi. Tasavvufta zamanın mürşidi kamiline temessük etme hadisesi bir nasipten ibaretti. Şimdi bu nimet kendisine nasip olmamışların da başıboş dolaşmasındansa en azından bir yere bağlı olmaları ve böylece dini daha derli toplu yaşamaları açısından bostan korkulukları çok güzel bir fırsat değil miydi? Ve çevremde duyduğum o esrarengiz rüyaların, kerametlerin, mazhariyetlerin hepsinin asıl kaynağı sahibüzzaman değil miydi?

 

İzahın devamında şu misali veriyordu, Debbağ Hazretleri:

 

 

"Böyle hakiki kıymeti olmayan bir kimseyi şeyh edinen bir kimse geldi. Gece kendisine tuzak kurulan bir yerden geçmek istiyordu. Şeyhine dedi ki:(Ey efendim, Rasülüllah s.a.v. efendimizin yüce makamı hürmetine sana yöneliyorm. Bu yoldaki tehlikeden beni kurtar. Beni kurtarırsan sana bir hediye de yapmayı vaad ediyorum.

Bu adamın bu yalvarmasını bazı tasavvuf ehli veliler işittiler. Rasülüllah s.a.v. efendimizin ismi şerifine tazim ettiler. Tasarruf sahibi veli o adamla bizzat gitti ve o adamın kalbine ünsiyet verdi, o yolu beraber kateddiler. Adam o tasarruf sahibi veliyi görmüyordu. O eşkiyaların da kalbine Allah korku ve uyku verdi. Ona bir şey yapamadılar. Bu hal üzerine müridin şüphesi kalmadı ki onu kurtaran şeyhi (sahte şeyh) zannetti. Vaktaki yoldan döndü ve şeyhine vaad ettiği dört miskal altını da hediye etti... "

 

Ne mutlu Peygamberimiz (s.a.v.) ' in ve Ashabı Kiramın yoluna milimi milimine, hüvesi hüvesine tabi olanlara.

 

Müjdeler olsun sahibüzzamana kavuşup onun yoluna köle olma nimetine mazhar olanlara...

 

---------------------------------------------------------------------------------------

 

Not: Yazıda hiç bir cemaat, tarikat ya da grubun reklamı yapılmamıştır. Olağan tasavvufi bilgiler hikaye tarzında aktarılarak bir iç dünya muhasebesi yapılmıştır. Yorumlarda da aynı hassasiyeti göstermeniz temennisiyle..

 

 

 

Miftahulkuluub - sadakat - Hakikat Ekseninde

12.01.2008

Share this post


Link to post
Share on other sites

Zamanın sahibini bulma yolunda..

 

“Ey iman edenler! Allahtan korkun ve ona yaklaşıp vasıl olmak için vesile arayın…”(Maide 35); “Kim ki zamanın sahibini bilmeden ölürse cahiliyet üzerine ölmüştür” h.ş. ve “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” gibi bir çok nass ve delaleti nass, mürşid-i kamile temessükün elzemliğinden bahsetmektedir. Ayette geçen vesileden muradı Fahreddini Razi Hazretleri tefsirinde, “mürşidi kamil” olarak tefsir etmiştir.

Emr-i ilahi olan bu muazzam devlete müracat etmek akıllı bir müminin ilk yapacağı iştir. Yavuz Sultan Selim hazretlerinin de dediği gibi:

Cihana (dünyaya) sahip olmak kuru bir kavgadan ibaretmiş, bir mürşidi kamile bent olmak(onun müridi olmak onun terbiyesi altında yetişerek nefsini tezkiye etmek ) her şeyden evla imiş.

 

Bu mukayese ve bent olmak aklın tartıp anlayacağı bir şey değildir. Akıl ne kadar zorlarsa zorlasın müritlik mürşitlik rabıta tasavvuf vs. kavramların özünü tartamaz. Başka bir ifade ile maneviyat aklın bittiği yerde başlar.Bu ifadelerle kalbimizi tenevvür ederek gönlümüzü neş’elendirdikten sonra ibtida-i kelam yapalım;

 

Yukarıdaki uyarılar hak olunca şer’i emirleri kusursuz bir şekilde yerine getiren her müminin yapmakla yükümlü olduğu husus, zamanın sahibinin emrinde hareket ederek ona mürid olarak nefsini tezkiye etmektir. Fakat hikmet-i ilahidir ki; zamanın sahibi ve mürşidi kamil olan zatları bulmak herkese nasip olmamaktadır.

 

Hatta bir kimseye nasip olmayınca demir ayakkabı giyerek ve Nuh a.s. kadar yaşayarak bu zatı bulmak için gayret sarfetse bile onu emeline ulaştıramaz. Fakat nasip derken tesadüfen bulunması, ya da şansa bağlı olmak anlamında düşünülmemelidir. Bu kapıya adım atan her mürid bunu ya akıttığı göz yaşı ırmaklarına ya bir hayır duaya ya ecdadına ya da başka Rıza-i İlahiyi celb eden durumlara borçludur. Madem ki nasip işi, o halde nasibim varsa zaten ulaşırım o zata diye kenarda oturmakta çok yanlış bir harekettir. Zira o uğurda gayret sarf etmek bile ne yüce bir saadettir. Asıl nasipsizlik hiç umursamadan bu zatları arama peşinde olmayan tembel ve cahillerdir.

Her şeyin sahtesi olduğu gibi bu yüce zatları da taklit edip halkı kandıranların olduğu da unutulmamalı ve bu zatların alametlerini çok iyi bilerek hakikisi sahtesinden ayırt edilmelidir. Bu zatlar kimlerdir? Efradını câmî ağyarını mani şekilde nasıl izah edilmelidir?

 

Zamanın sahibi, aynı zamanda mürşid-i kamillerdir. Malum olduğu gibi Peygamberler hidayeti beşer ile vazifeli olup bu makam kesb ile yani gayretle elde edilen bir makam değildir.Hazreti Allahın tensibi ve takdiri ile ezelden muayyendir. Hatem-ül Enbiya olan Efendimiz s.a.v’den sonra yüzyıllar geçeceği ve bunun neticesinde de insanların dinden soğuyacakları göz önünde bulundurulduğu zaman, insanları İslamiyet’e tekrar ısındırmak ve zayıflayan dini celili İslamı kıyamete kadar canlı tutacak müceddidler, Peygamber varisleri, zamanın sahipleri, mürşidi kamiller geleceği haber verilmektedir. Bu makam da kesbi değil vehbidir.Yani bu makamlarda ezelden belirli olup çalışmakla gayretle binlerce kitap yazmakla, gece gündüz ibadet etmekle, zikirle, ulaşılacak makam değildir.Mürşidi kamillerdeki ezelden muayyenlik evsafı, kesbi sonucu velayet yolunda mesafe kat eden evliyaullah ile Mürşid-i kamilleri birbirinden ayırır.Yani mürşidi kamillik ezelden belirli olup kişinin kendi isteği ile ulaşacağı makam değilken evliyalık makamı ise kişinin kendi gayreti ile elde edeceği bir makamdır.

 

Mesela İmam-ı Gazali hazretleri iman hakikatleri ile ilgili başta olmak üzere yüzlerce mevzuda harika eserleri olmasına rağmen, unutulması mümkün olmayan gönül sultanlarımızın başında olmasına rağmen, bütün ilimleri yutmasına rağmen, tüm bunlar mürşid-i kamil olması için yeterli olmamış ve hiç bir zaman da böyle iddiada bulunmamıştır.Hiç bir zaman ben şu kadar kitap yazdım o halde ben müceddidim dememiştir. Hatta o müstesna zatları ve müntesiplerini övgü için, velilik ve velayet sırları hakkında “el munkızu mineddalal” isimli eserinde şu izahatı yapmaktadır:

“Zahiri ilimleri bırakıp, çalışma ve gayretimi tasavvuf üzerine verdim.Yakinen anladım ki, hak yolunda olanlar ancak tasavvuf erbabı olan sofilerdir.Onların iç alemleri (kalpleri ), yolları ve ahlakları en güzel şekildedir.Eğer akıl, ilim ve hikmet sahipleri bir araya toplanıpda sofilerin tarikatini değiştirip ondan daha yüksek ve daha güzel bir yol bulalım diye birleşseler, mümkün değil bulamazlar.” Hatta tasavvufa sonradan da olsa girmesi neticesinde geçmiş hayatı ile ilgili şu itirafları yapmıştır. “Anladım ki hakiki kurtuluş Rasülüllah’ın ruh ceryanına bağlanmaktan ibaretmiş.Gerisi (binlerce kitap yazmak vs.) hayal ve vehimden ibaret.”Aynı şekilde amelde mezhep İmamımız İmam-ı Azam hazretleri de mezhep kurmak kadar maddi ve ledünni ilme mazhar olmasına rağmen “(tasavvufa girdiğim) son iki senem de olmasaydı helak olmuştum” diyerek mürşid-i kamillik makamının müstesnalığını ifade etmişlerdir.

 

Nasıl ki Peygamberler günah işlemekten masumdurlar, bu zatlarda mahfuzdurlar.Bu zatlar o kadar geniş yetkilere sahiptirler ki hadisi şeriflerde de zikredildiği gibi yağmur onlar sebebi ile yağar, yardım olunanlar onlar sebebi ile yardım olunur hatta yeryüzü onlar sayesinde ayakta durur.Yeryüzünün gerçek çivileridir, harcının demirleridir en yüksek tepeleridir.Mektubat-ı Rabbanide de buyrulduğu gibi; Onların irşadının ve hidayetinin nurları bütün dünyaya yayılır. Yer küresinin ortasından ta arşa kadar herkese; rüşd hidayet iman ve marifet onların yoluyla gelir.

Bu mübarek zatlar her devirde mutlaka bulunurlar.Sayıları bir, iki en fazla 3 tür.Veliliğin en üst derecesindeki bu zatlara kutbul aktab, gavsül azam ve kutbul üla denir.Bunların en büyüğü de kutb-ul aktabtır.İşte bu zat Peygamber efendimizin tam varisidir.Peygamberimizin tam varisive her biri tasavvuf müntesibi olan bu zatlar bölük bölük parça parça değil bir bütün halinde Hz Ebubekr r.a. dan itibaren kopmadan, tasarrufu sona eren diğerine görevini devrederek bir silsile halinde aynı meşrebten ve aynı menbağdan feyizlenerek, aynı doğrultuda aynı metodlarla görevlerini devam ettirmişlerdir.İşte bu tasarruf sahibi zatlara silsile-i sadat (seyyidler zinciri) denmektedir.Kendi aralarında derece olan bu zatların en alt derecesindeki makamda olan birisiyle bu silsileden olmayan en büyük evliyanın arasında bile mukayese edilemeyecek kadar fark olduğu büyüklerimizden haber verilmektedir.Bulundukları zaman içerisinde tasarruf sahibi olan bu mürşidi kamiller, silsilei sadatın bu müstesna şahsiyetleri, tam varis olmaları hasebiyle zamanlarının sahibidirler.

 

Tasavvuf hakkında bilgisi olmasına rağmen, o balı anlatmasına rağmen tatmamış, hem hal olmamış, bir mürşidi kamil olarak etrafına feyiz ve nur dağıtma yetkisi kendisine verilmemiş, ya da tasavvuf ehli olsa da sadece bir mürid olarak bu müessesede yer almış,bu silsilei saadatın devamı şeklinde olarak kendisinden önceki mürşid-i kamilden emaneti teslim almamış, zamanında yapmış olduğu hatalara her ne kadar tövbe etse de “o mürşidi kamiller ki günah işlemekten mahfuzdurlar” kaidesine uymayan bir evliyaya; gösterdiği birkaç keramet ve yazdığı etkileyici kitaplardan esinlenerek; “-bu kadar muhteşem bir zat ancak zamanın sahibidir.” diye sadece aklı kullanarak yorum yapmak, o zata olan bir saygısızlık ve aynı zamanda akılla anlaşılamayacak olan tasavvuf müessesine, zamanın gerçek sahibine, hakiki mürşide, kendisine bu asrın veraset-i tammesi verilmiş zata karşı olan bir nasipsizliktir.Çünkü ilim erbabı bir zat bilir ki; denizde yürümek, hava da uçmak, kılık değiştirmek, binlerce kitabı kısa zamanda ezberlemek, zamanındaki alimlerin hepsini mağlup etmek gibi kerameti evliyalar bu manevi yolda çok basit ve oyuncak mesabesindeki hallerdir.İmam-ı Rabbani Hazretlerinin de mektubatta ifade ettiği gibi, bu kerametlere kendisini kaptırmak tıfılların işidir.Asıl keramet müminlerin kalbine nuru ilahiyi tutuşturabilmek ve akıtabilmektir.

 

O halde; zamanın sahibine kavuşma yolunda olan bir mümin, her zaman bu nimete mazhar olabilmek için bol bol dua ve iltica etmeli ve Cenab-ı Allaha yalvarmalıdır. Abdülkadir Geylani (k.s.) Hazretleri bir sohbetinde dinleyenlerine şöyle der;

 

“Salih zatların peşine takıl.Kimin Salih kimin münafık olduğunu bilemediğin için gece kalk; iki rekat namaz kıl ve ardından şöyle dua et:

- Ya Rabbi! Bana Salih kullarını göster.Beni sana getirecek klavuzu göster.Gözümü sana yakınlık nuru ile nurlandırarak mükemmelleştir.Bana başkalarının gördüklerini anlatan değil, bizzat gördüklerini haber verecek bir klavuzu bildir.” Bu tür halis muhlis bir niyetle, zamanın sahibi zata bağlanıyorum niyetiyle başka birisine intisap etse bile bir kişi, zamanının sahibinden feyz alacağını İmam-ı Rabbani hz’leri Mektubatında haber vermektedir.Yeter ki tasarruf sahibi zat incitilmesin.Beyazid-i Bestami hazretlerinin de söylediği gibi “Hakikat yolu aramakla bulunmaz ama bulanlarda arayanlardır” sözünü de unutmayarak bu aşkından şevkinden hiçbir zaman sapmamalıdır.Ne mutlu tasarruf sahibi zatı bulup o devletten istifade edenlere, müjdeler olsun Peygamberimizin sünnetinden zerre miktarı sapmadan İslamı yaşayabilenlere....

 

 

 

 

Miftahulkuluub - sadakat - Hakikat Ekseninde

12.03.2006

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamün Aleyküm;

 

Arkadaşlar bence Üstad bu dizelerinde bir kurtarıcıdan bahsediyor.Çünkü zaten kendi Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretlerinin müridiydi.Yani bence son kurtarıcıdan Hz.Mehdi(a.s)'dan bahsediyor çünkü bir çok alim Hz.Mehdi(a.s)'nin geliş tarihine 1400 lü seneler dior.Yanlışsam düzeltin.Bence bu yüzyılın müceddidi Hz.Mehdi(a.s) olacak inşallah... [Hicri 1432'deyiz.] Bazı arkadaşlarımız Hz.Mehdi(a.s)'a inanmıyor fakat bunu kimse uydurmuş değil Peygamber Efendimizin hadis-i şeriflerinde mevcuttur. Ve anladığım şudur ki neden bir çoğunuz Hz.Mehdi(a.s)'nin geleceğine dair umutsuzluğa düştünüz ki ? Gelecek arkadaşlar,görürsünüz,görürüz inşallah... Doğruyu elbette en doğrusuyla ALLAH bilir...

 

Saygılarımla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

müceddid yüzyılın başında gelir

biz ortasına yaklaştık.bu yüzyıl geçti artık.

 

orda bahsedilen mehdi değil.bu asrın müceddidi.bu müceddidin bu milleti uyandıracak kişi olmasını ümit ediyor.

onun için kurtarıcımız diyor.

 

bi de lütfen her konuyu mehdiye bağlamayın.aklıma harun yahya geliyor.sinirim bozuluyor.

Share this post


Link to post
Share on other sites

müceddid yüzyılın başında gelir

biz ortasına yaklaştık.bu yüzyıl geçti artık.

 

orda bahsedilen mehdi değil.bu asrın müceddidi.bu müceddidin bu milleti uyandıracak kişi olmasını ümit ediyor.

onun için kurtarıcımız diyor.

 

bi de lütfen her konuyu mehdiye bağlamayın.aklıma harun yahya geliyor.sinirim bozuluyor.

 

Kardeş geldiğinde görürsün dediğim gibi harun yahya'dan bize ne geç onu.Sana diyorum ki hadislerde 1400'e işaret ediyor.Hz.Mehdi(a.s) gelmeyecek diyorsunuz bu asırda;geldiğinde utanacaksınız ama...

Share this post


Link to post
Share on other sites

bir kere hiçbir islam alimi bu konuda bu derece kesin konuşmamıştır.

 

bu asırda geleceğini kesin olarak bilemezsiniz.

 

ikincisi hadislerde bu asra işaret var diyorsunuz.cevaben derim ki:

 

haklısınız işaret var.yani kesin hüküm, kesin bilgi yok.

 

peygamber bile geleceği zamanı kesin olarak söylememişken, kim oluyorsunuz da isminizi söyler gibi kesin konuşuyorsunuz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

bir kere hiçbir islam alimi bu konuda bu derece kesin konuşmamıştır.

 

bu asırda geleceğini kesin olarak bilemezsiniz.

 

ikincisi hadislerde bu asra işaret var diyorsunuz.cevaben derim ki:

 

haklısınız işaret var.yani kesin hüküm, kesin bilgi yok.

 

peygamber bile geleceği zamanı kesin olarak söylememişken, kim oluyorsunuz da isminizi söyler gibi kesin konuşuyorsunuz.

 

 

Pekala,geldiğinde tekrar konuşalım :D Bak bir hadis-i şerif:

 

Hicretten 1400 sene sonraki akidlerden (*) iki veya üç akid say. O vakit Mehdi-i Emin çıkar... (Esme-l Mesalik Lieyyam-il Mehdiyy-il Meliki Li Küll-id Dünya Biemrillah-il Malik, Kelde bin Zeyd, 216)

 

Hicret 622 yılıdır.622 yılı Hicri takvime göre 1.yıldır.1400+1=1401+30=1431 çıkmıyor mu şimdi buradan kardeşim hadi sen söyle ? Şimdi 1432 deyiz.Demek ki geçen yıl çıkmış olması gerek.Belki çıktı biz bilmiyoruz.Doğrusunu Allah bilir.

 

* Bir akid on senedir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

haklısın canım belki de gizlice çıkıvermiştir de kimse farketmemiştir.

 

bu arada deccalin mehdiden önce çıkması gerekmiyor mu. yoksa o damı gizlice çıkıverdi.

 

ayrıca burda ravi yazmıyor sadece kitabın ismi vem üellifi yazıyor.

 

yani kitapta peygamberden nakledilen kısımlardan biri değil.yani peygamberin değil müellifin sözü.

 

 

bu arada googleyi çok güzel kullanıyorsunuz.

 

garanti veririm kitabın güvenilirliği hakkında bile birşey bilmiyorsunuz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

haklısın canım belki de gizlice çıkıvermiştir de kimse farketmemiştir.

 

bu arada deccalin mehdiden önce çıkması gerekmiyor mu. yoksa o damı gizlice çıkıverdi.

 

ayrıca burda ravi yazmıyor sadece kitabın ismi vem üellifi yazıyor.

 

yani kitapta peygamberden nakledilen kısımlardan biri değil.yani peygamberin değil müellifin sözü.

 

 

bu arada googleyi çok güzel kullanıyorsunuz.

 

garanti veririm kitabın güvenilirliği hakkında bile birşey bilmiyorsunuz.

 

:D kardeş bak bunu bir kişi kitabına koymuş orasını ben de anladım.Fakat bir hadis olarak eklemiş olamaz mı sence ? Haid bakalım bunu da düşün.Düşünmekte üstüne yok da :)

 

bir kaç tane daha vereyim onlara ne diyeceksin acaba :

 

EBU HUREYRE'NİN AHİRZAMAN HADİSİ RİVAYETİ VE HZ.MEHDİ

 

“Bir rivayette Ebu Hureyre vefat edeceğini hissettiği vakitte ilmi ketmetmiş olmaktan korkarak etrafındakilere şöyle dedi:

 

Resul-i Ekrem’den (A.S.M.) öğrendiğim Ahirzamanda vukua gelecek harblerle alakalı haberleri size bildireyim mi? Onlar: ‘Evet bize haber ver. Bunda bir beis yoktur Allah seni hayırla mükafatlandırsın’ dediler. Bundan sonra Ebu Hureyre sözüne devâm ederek dedi ki:

 

‘Hicretten bin üç yüz (1300) sene sonraki akidlerden birkaç akid say (Haşiye-1). O vakit Rumların meliki (Haşiye-2) bütün dünya ile harb etmek ister. Allahu Teala da o adam için harbi irade eder. Bunun üzerinden fazla bir zaman geçmez, iki akid sonra (CERMEN) ismindeki bir beldeden (Haşiye-3), ismi kedi ismi olan bir adam musallat olur (Haşiye-4) ve bütün dünyaya malik olmak ister. Ve hem soğuk memleketlerde ve hem de sıcak memleketlerde (Haşiye-5) bütün dünya ile harb eder. Şiddetli harb ateşlerinin dolu olduğu senelerden sonra Allah’ın gadabına uğrar. Neticede Rûş’un veya Rus’un (ravi şübhe etmiştir) sırrı (Haşiye-6) onu öldürürler.

 

Hicretten bin üç yüz (1300) sene sonraki akidlerden beş veya altı veya yedi veya sekiz akid say. O vakit Mısır’a “Nasır” künyesinde bir adam hükmeder (Haşiye-7). Arablar onu “Şüccâ’-ul Arab” (Arabın cesuru) diye çağırırlar. Allah onu bir harbde ve sonra bir harbde daha, yani iki harbde zelil eder (Haşiye-8). O Nasır mansur olmaz, ona yardım edilmez. Ve Allahu Teala ayların en sevgilisinde Mısır’a hakiki nusreti irade eder ki bu nusret tahakkuk edecektir (Haşiye-9). Bunun üzerine Beyt’in Rabbi olan Allah, Mısır halkını ve Arab milletini, babası kendisinden daha Enver olan “Esmer Sâdâ” ile razı ederek onu, onlara reis eder (Haşiye10). Fakat bu adam Mescid-i Aksa’nın hırsızlarıyla (Yahudilerle) belde-i hazînde musalaha yapar (Haşiye11).

 

Sonra Şam bölgesinden olan Irak’da cebbar bir adam zuhur eder ki; o adam Süfyanîlerden biridir ve onun bir gözünde hafif bir aksama vardır. Onun ismi “Saddam” dır (Haşiye12). O, kendisine muarız olanlara karşı saddamdır (Haşiye13) . Bütün dünya “Küçük Kût” ta (Haşiye14), onun için toplanırlar ki Saddam da bu Kuveyt’e daha evvel aldatılarak girmiştir (Haşiye15). Bu Süfyanîde hiç bir hayır yoktur. İlla ki İslamiyet’e dönerse o zaman onda hayır olur. O hem hayır, hem de şerdir (Haşiye16). Mehdî-yi Emin’e hain olana veyl olsun (Haşiye17).

 

Hicretten bin dört yüz (1400) sene sonraki akidlerden iki veya üç akid say (Haşiye18). O vakit Mehdî-i Emin çıkar ve bütün dünya ile harb eder. Dalalete düşenler (Haşiye19) ve Allah’ın gadabına uğramış olanlar(Haşiye20) ve münafıklar (Haşiye21), İsra ve Mi’raç beldesi olan Kudüs’teki “Meciddun Dağları”nda onun için toplanırlar (Haşiye22). Bütün dünyanın (Haşiye23) ve bütün hilelerin (Haşiye24) melikesi (Haşiye25) de Mehdî’ye karşı çıkar ki onun ismi zaniyedir (Haşiye26). Bu melike o gün bütün dünyayı dalalet ve küfre sevkeder (Haşiye27). Yahudiler de o gün dünyaca en yüksek makamdadırlar. Bütün Kudüs’e, mukaddes beldeye hakimdirler. Bütün dünya denizden ve havadan (Haşiye28) Mehdî’nin üzerine hücum eder. Ancak çok soğuk ve çok sıcak beldeler müstesna (Haşiye29). Mehdî bakar ki bütün dünya çirkin hile ve planlarla aleyhinde ittifak ettiklerini görür. Fakat bilir ki Allah daha şiddetli mekr sahibidir ki, onların bütün hilelerini akim bırakır. Ve bütün kainat onun mülküdür ve ona dönecektir ve merci yalnız odur. Ve bütün dünya aslı ve fer’iyle onun bir hilkat şeceresidir. İşte bu kudrete malik olan Cenab-ı Hak, Mehdî’ye nusret için en şiddetli bir darbe ile onları vurur ve karayı, denizi ve semayı onlar üzerine yandırır. Ve Sema da onların üstüne şiddetli yağmurunu yağdırır. O gün bütün ehl-i arz küffara lanet eder. Allah da bütün küfrün zevalini irade eder (Haşiye30) ”.

 

(Esme-l Mesalik Lieyyam-il Mehdîyy-il Meliki Li Küll-id Dünya Biemrillah-il Malik, Kelde bin Zeyd-216)

 

(Haşiye-1) Bir akid on senedir. Hadîsde geçen ukud akd’in cem’idir Cem’in en azı üçdür. 1300 üzerine üç akid ilave edildiğinde tam 1330 eder ki hicrî 1332 ve miladî 1914 te vuku bulan 1. Cihan harbine tevafuk eder.

(Haşiye-2) İngiltere.

(Haşiye-3) Cermen (GERMANY) Almanya’dır. İki akid 20 senedir. 1. Cihan harbinin ahiri olan 1918 den 20 sene sonra vuku bulan 2. Cihan harbinin tam başlangıcını haber vermektedir.

(Haşiye-4) Adolf Hitler’den haber vermektedir.

(Haşiye-5) Yani bütün dünya ile harbeder.

(Haşiye-6) Yani Rusların gizli örgütü.

(Haşiye-7) Hicrî 1350’den 1380’e kadar olan tarihe tekabul eder ki 1952’de Mısıra hakim olan Cemal Abdunnasır’dan haber verir.

(Haşiye-8) 1956 ve 1967’deki Arab-İsrail savaşlarındaki Mısır’ın mağlubiyetini haber verir.

(Haşiye-9) Ramazan ayında Mısır’ın İsrail üzerine galebesini haber verir.

(Haşiye10) Enver Sedat İsmiyle meşhur olan Muhammed bin Enver Sedat’tan haber verir.

(Haşiye11) Aynen vuku bulmuştur. Cemal Abdunnasır’dan sonra Enver Sedat başa geçtiğinde, 1973 tarihinde İsrail üzerine hücum etti. Tâ İsrail’in içine kadar girdi. Amerika’daki Yahudiler ayaklandılar. Amerika’nın Dış İşleri Bakanı Henry Kisinger –ki kendisi Yahudidir- devreye girerek Enver Sedat’ı anlaşmaya razı etti. Enver Sedat galib durumda olduğu halde, Ekim 1978 ve Mart 1979’da Yahudilerle “Camp David” anlaşmasını yaptı.

(Haşiye12) Irak lideri Saddam Hüseyin’i hem ismi, hem ceberutu ve hem de suretiyle haber verir.

(Haşiye13) Saddam lugatta şiddetli vuran, tecavüzkar demektir. Sarihî manasıyla Saddam Hüseyin’den haber vermekle beraber işarî manasıyla, Süfyanîlerin başı ve reisi olan hakiki Süfyanda da bu iki vasfın bulunduğuna işaret etmektedir. Yani Süfyanîlerin başı olan adamın da bir gözünde aksaklık olup az gördüğüne ve onun da kendine muarız olanlara karşı tecavüzkar ve şiddetli olduğuna işaret eder.

(Haşiye14) Yani “Kuveyt” te. Çünkü Kuveyt, Kût’un ism-i tasğiri olup küçük kût manasında, Kûtcuk demektir.

(Haşiye15) 1991’deki Irak harbini haber vermektedir ki, aynen vuku bulmuştur. Saddam Hüseyin Amerika ve İngiltere tarafından aldatılarak Kuveyt’e sokulmuş, daha sonra 37 devlet Irak’ı vurmak için birleşmişlerdir.

(Haşiye16) Yani onun kanunlarında hiçbir hayır yoktur. Çünkü hak olan ahkam-ı Kur’aniyeyi icra etmeyip kendi hevasından ihdas ettiği batıl kanunları tatbik etmektedir. O hem hayırdır; çünkü kafirlere karşı çıkmaktadır. Hem şerdir; çünkü ahkam-ı şer’iyye ile amil olmayıp devletini ahkam-ı ilahiyeye dayandırmamaktadır.

(Haşiye17) Mehdî çıktığında, Saddam’da hiçbir hayır kalmayacağı yani öldürülmüş olacağı belirtiliyor. Hadis-i Şerif'de ''Mehdî-yi Emin’e hain olana veyl olsun'' ifadesi ''Mehdî-yi Emin’e hain olanın akıbeti Saddam'ın akıbeti gibi olsun, ölsün.'' anlamındadır. Ayrıca Hadis-i Şerif'in bu bölümü Mehdî’nin bu tarihlerde zuhur edeceğine de işaret eder. Nitekim hadîsin devamı bunu göstermektedir.

(Haşiye18) Hicrî 1420 ve 1430, miladi 2000 ve 2010 tarihleri etmektedir ki, içinde bulunduğumuz zamanı haber vermektedir. Hz. Mehdî’nin bu tarihler arasında zuhur edeceğini müjdelemektedir.

(Haşiye19) Hıristiyanlar

(Haşiye20) Yahudiler

(Haşiye21) Alem-i İslam’ın başındaki Süfyanîler olan cümle idareciler, küffarla işbirliği yapan münafık yöneticiler ve onlara fetva veren bir kısım ulema-is sû’

(Haşiye22) Hz. Mehdî’ye karşı bütün dünyanın toplanıp vurmasından murâd, onun temsil ettiği şahs-ı manevî olan şeriat-ı garra-i Muhammediyeyi müdafaa eden hakiki mü’minlerin cemaatinin vurulmasıdır. Bu tarihlerde Hz. Mehdî’nin de bizzat bu cemaat-i nuraninin başına geçeceğini haber verir. Meciddun ise Filistin’de bir dağdır. Hadîs, Meciddun Dağlarında bütün kafirlerin Müslümanlar için toplanacağını bildirmekle işaret ediyor ki; bu harb Yahudilerin Meciddun’a hakim olabilmeleri için bizzat kendileri tarafından çıkarılan bir harbdir. Yani Yahudiler Kudüs’e hakim olmakla, oradan bütün dünyaya hakim olacaklarına inanmaktadırlar. Bu sebeble, Filistin topraklarında devletlerini kurabilmek için bütün dünyayı harbe sokmakta ve kafirleri Müslümanlar üzerine hücum ettirmektedirler. Harbin ana müsebbibleri Meciddun dağlarındaki Yahudiler olduğu için ve orada devletlerini kurup yayılmak ve dünyaya hakim olmak için bu harbleri çıkardıkları sebebiyle, bu harbe “Hermeciddun Harbi” denmektedir. Yani gerek Afganistan’da gerek Çeçenistan’da olsun Alem-i İslam’daki bütün harbler Meciddun harbidir. Yoksa yalnızca Meciddun dağlarında olacak bir harb demek değildir. Bu harb, hadîslerde olduğu gibi Tevrat ve İncil’de dahi “Hermeciddun Harbi” veya “Armagedon Harbi” olarak geçmektedir. İleride izahı ve isbatı geleceği üzere, Tevrat ve İncil’de de bu harb aynen hadîsteki gibi haber verilirken, Yahudi ve Hıristiyanlar buna ters mana vererek kendileri tarafına çekmektedirler. Bu noktaya çok dikkat lazımdır. Çünkü mühim bir sır bu noktadan inkişaf ediyor. Feteemmel! Hem bir başka cihet de şudur ki; Üstad Bediüzzaman’ın (R.A.) beyanı üzere, eskide merkez-i hilafet buralarda ve Şam, Haleb, Mekke ve Medine civarında olduğu için, bazen metn-i hadîs raviler tarafından içtihadla tatbik edilip, ekser vukuat-ı istikbaliye bu bölgelerde vuku bulacakmış gibi anlatılmış. Binaenaleyh bu ve bunun gibi hadîslerde verilen haberler, bahsi geçen bu yerlerde vuku bulabileceği gibi Alem-i İslam’ın herhangi bir yerinde dahi vuku bulabilir. O halde bütün dünyanın birleşerek, Alem-i İslam’da Şeriat-ı Garra-i Muhammediyeyi i’lan eden Müslümanları, hususen hadîste haber verilen şark tarafındaki bir taife-i mücahidini vurmaları hadîsin külliyetinde dahildir.

(Haşiye23) Dünya ülkeleri ya da Birleşmiş Milletler

(Haşiye24) Emperyalist devletler

(Haşiye25). Hadîste Amerika’nın Hz.Mehdi'ye karşı çıkan devlet başkanı “melike” olarak isimlendirilmiştir. Bunun sebebi ise; ABD. Demokrat Parti Başkan aday adayı Hillary Clinton'ın cinsiyetidir. ABD'deki Demorat Partinin başkan adayının başkan seçilmesine kesin gözüyle bakılmaktadır. İslam literatüründe erkek devlet başkanı melik, kadın devlet başkanı melike olarak nitelenir. Dolayısıyla hadise göre ABD. Demokrat Parti Başkan aday adayı Hillary Clinton Hz.Mehdi'ye karşı çıkan bir melike olacaktır.

(Haşiye26) Amerika Birleşik Devletleri

(Haşiye27) Hz.Mehdi'nin zuhurundan sonra ABD'nin bütün dünyayı dalalet ve küfre sevketmesinden kasıt ise ABD'nin, Amerika'nın bütün dünyada özgürlük, demokrasi ve insan hakları namı altında fuhşiyatı ve zulmü ve dalaleti terviç ederek hakimiyetini bunun ile idame etmesidir. Bu manaya işareten ismi zaniyedir ''devletin ismi'' denilmiştir. Hem bu sebeble ileride gösterileceği gibi İncil’de dahi Amerika, bu hadîste olduğu gibi zaniye ve ''f a h i ş e'' ünvanıyla haber verilmektedir.

(Haşiye28) O asırda uçağın ve füze atabilen savaş gemilerinin icad edilip Müslümanların ve Mehdi'nin başına havadan ve denizden bomba yağdırılacağına işaret eder.

(Haşiye29) Soğuk beldelerden murad İsveç, Norveç gibi İskandinav ülkeleridir. Sıcak beldelerden murad ise Güney Afrika’dır. Haber verildiği gibi aynen vuku bulmuştur. Amerika ve İngiltere’nin riyasetinde Birleşmiş Milletler Afganistan’ı vururken, bu beldedeki devletler bu harbe iştirak etmemişlerdir.

(Haşiye30) Müslümanların zahirî kuvvet i’tibariyle kafirlere nisbeten zaif olacaklarını, fakat Kudret-i İlahiye harikulade hallerle onlara yardım edip, semavî ve arzî musibetlerle kafirleri helak edeceğini ve Müslümanları galib edip İslamiyeti hakim edeceğini haber vermektedir. İncil’de de aynen böyle haber verilmiştir. Haber verildiği gibi küffar alemine semavî ve arzî musibetlerin geldiği de aynen görülmektedir ve daha dehşetlileri de görülecektir.

 

Gelecek itirazlara baştan söyleyim, Kelde bin Zeyd hicri 2. yüzyılda yaşamış bir alimdir, kitabı da sultanahmet kütüphanesinde bulunabilir ama arapçadır.

 

Dürüstlükle söylüyorum ki ALINTIDIR.. Kardeş ben saklamam alıntıysa alıntı yani sen biraz şüphecisin ya o yüzden söyleyeyim dedim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...