Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
NFK-Fan

Ayasofya Hitabesi

Recommended Posts

AYASOFYA

1965'de M.T.T.B.'de...
 
Dinlemek için tıklayınız:
https://archive.org/download/necipfazilayasofyahitabesi/necipfazilayasofyahitabesi.mp3
 
 
Gençler!..

Ayasofya üzerinde çok lâf ettik! Ama lâfta bile onu tasarruf edebilmiş, mülkiyetimiz altına alabilmiş değiliz!

Bana öyle geliyor ki, yalnız mânayı anlasak, yalnız onu yerine getirebilsek, Ayasofya'nın kapıları sabır taşı gibi çatlar, kendi kendisine açılır. İsterse açılmasın; ondan sonra herşey, küçük bir tatbikat işinden ibaret kalır.

Biz kimden, neyi istiyoruz.

Yemen'den Viyana'ya Fas'tan Kafkasya'ya kadar en aşağı 10 milyon kilometre kare bir zemin üzerinde... Evet, böyle bir zemin üzerinde... Atalarımızın... Ata derken halimize bakıp başımızı doğduğumuz nur insanların... Tohum atarcasına her tarafa serptiği kubbelerden birini... 700 bin kilometre kareye indikten ve bu hâlin ismine millî kurtuluş dedikten sonra... Evet, bütün bunlardan sonra... Toprağı kaybedilmiş kubbelerden birini mi istiyoruz?

İnsana gülerler!.. Herhangi bir yıldızda bu türlü iddialara girişen milletleri sürecek bir tımarhane olsa, bizi oraya sürerler.

Âlemde, cüceleşmiş devlerin, eski rollerini takınmasından daha çirkin bir tablo yoktur.

"- Cüceleşmeyeydin! Şimdi devin hakkından nasıl bahsediyorsun?"

Derler böyle insanlara ve milletlere!..

Evet, sevgili gençler; bir manzumemde söylediğim gibi, kellelerimizi tırnaklarımızla yerinden söküp iki dizkapağımıza yerleştirmenin ve sonra ikinci bir başla onu seyretmenin, kısaca ulvî nefs muhasebesine girişmenin artık günü geldiğini kabul edelim ve avaz avaz haykıralım ki, bizi, şiltesi üç kıt'ayı kaplayan devi, cüceleştirdiler. Sonra ona iki santim boy ilâve edip, Batının bat pazarı veya bit pazarı elbiselerini giydirdiler. Peşinden de:

"- İşte sana lâyık (özgürlük) ve (uygarlık) budur!"

Dediler.

Bu bakımdan Ayasofya... Bakın nedir bu bakımdan Ayasofya?

Bizi bu hâle getiren, annemizin cennet kokulu başörtüsünü sarhoş kusmuğuna bez diye kullanan, ahlâkımızı Paris'in dünya çapındaki (Şabane) kerhanesinden daha aşağıya düşüren, millî kültürümüzü çöplüğe ve millî iktisadımızı kumarhaneye çeviren, zekâmızı maymunlaştıran ve kalbimizi kanserleştiren, tarihi 129 yıllık cereyanın, kendi öz evimizde, yüzümüze kapadığı oda, mukaddesat odamız...

Ayasofya budur!

129 yıl boyunca, dışarıdan Batı emperyalizmasının, içeriden de onların sâdık ajanları sıfatiyle kozmopolitlerin, masonların ve nihayet hepsinin birden ana sermayesi ve gönüllü fedaisi halinde, adı Türk, küfür tip ve zümrelerinin idare ettiği bu cereyan, Ayasofya'yı müzeye çevirmekle, sağlık müzelerindeki balmumundan frengili suratlar şeklinde, Türkün öz ruhunu müzeye kaldırmış oldu.

Frenk kelimesinden gelen "frengi" ismine dikkat ediniz! Türkün mukaddesatına frengili bir surat gibi bakan bu insanlardır ki, "frengi" mefhumunun tâ kendisidirler ve ciğerlerine kadar frengilidirler... !

Şimdi buradan saffet devrimize geçelim. Şairin;

"Şâyestedir denilse,
Âlem senin mezarın..."
Dedikten sonra:

"Hâlâ gelir zeminden
Tekbir-i zâr-ü-zârin..."

Diye belirtmeğe çalıştığı; dâva ve gayesi bakımından Büyük İskender ve Sezar'ı oda hizmetçiliğine kabul etmeyecek kadar üstün hükümdar, başbuğ ve (aksiyon) adamı Fatih, İstanbul'u fethedip onun kalbi Ayasofya'da namazını edâ ettiği zaman, Cenubî Fransa'da kırılıp Viyana'da tekrar Batıyı dişleyecek olan İslâm taarruz kıskacının mihver çivisini ele geçirmişti.

Ayasofya işte bu incecik mildir, bu çividir; onu İslâm kıskacına yerleştiren Fatih Sultan Mehmed'dir; ve eğer ondan sonra kıskaç kapatılamadıysa suç kapatamıyanlardadır. Fatih'e düşen şerefse, erişilir soydan değildir. Kendisinden sonra, Kanunî Sultan Süleyman gibi, iyi ve kötü arasındaki ayırıcı çizgiden başka bir şey olmayan meccanî ihtişam kahramanı, karaların ve denizlerin yüce hakanına kadar süren muazzam (aksiyon) akışında en büyük hız payı, yine Fatih'indir. Kanunî devrinde teşekkül eden büyük ahenk tablosunun unsurları, Ebussuud gibi şeyhülislâm, Sokullu gibi sadrazam, Baki gibi şair, Sinan gibi mimar ve Barbaros gibi amiral, sadece ve sadece Fatih'in, hareket noktasına bu mili yerleştirdiği kıskaç yüzüsuyu hürmetine yetişmiş büyükler...

Târihimizde, Fatih'ten başka her hükümdarın (aksiyomu, isterse vatana eklediği toprak Fatih'inkinden bin misli fazla olsun, ulvî kemâl ve noksansızlık mânasına, tamam olmaktan uzaktır. Yalnız Fatih'dedir ki, kendi zaman ve mekânına göre, dâva hedefini, muhteşem ve muazzam bir tamamlık içinde buluyoruz.

İşte bütün bunları (sembolize) eden, remzlendiren de cihanın en güzel beldesi İstanbul ve onun kalbi Ayasofya...

Salibin ağırlığından kurtarılıp hilâlin kanatlarıyla kendisine gök kubbe yolu açılan, böylece Yirminci Asır dünyasına gerçek medeniyet ve ebediyet mimarisinin ne olduğu onunla gösterilen, Batı aklı ve Doğu ruhunu birleştiren eski Bizans eseri ve artık yeni tekbir yuvası tarihi kubbe...

Demek ki, Ayasofya, ne taş, ne çizgi, ne renk, ne cisim, ne de madde senfonisi; sadece mâna, yalnız mâna...

İstanbul'daki Süleymaniye, Edirne'deki Selimiye, bunlara karşılık da Roma'daki (Sen Piyer) ve Paris'teki (Notrdam), bizde ve onlarda daha niceleri, madde ve hattâ gayelerine bağlı mâna kıymeti olarak, Ayasofya'nın eşik taşına bile denk olamaz. Zira bunlardan herbiri, kendi gayesinin tabiî şartları içinde, tek taraflı olarak yükseltilmiş bir eser... Ayasofya ise bunların yanında bir kümes bile olsa, öyle bir nasibin sahibi ki, ne madde, ne de tek taraflı mâna ölçüsüyle ona varmak kabil... Ayasofya, bir mânanın, zıd mânaya taarruz ve onu zebun edişinin, bütün dünyada eşi olmayan âbidesi...

Fatih Sultan Mehmed, bu hikmeti sezdi; ve Ayasofya'yı, İstanbul gibi misilsiz bir mahfazanın içinde, güneş çapında bir pırlanta gibi zapt ve fethetti.

Târihimizde daha nice zapt ve fetih hareketinin kahramanı var; niçin hiçbirinin adı, hâs isim olarak Fatih değil?..

İmdi:

Biraz evvel işaret ettiğimiz gibi, (İmperyum Romanum)dan üstün bir imparatorluğun dev adamı olan Türk'ü binbir tarihî saik yüzünden çüceleştiriyorlar, 10 milyon kilometre karelik bir servet ve nimet zeminini 700 bin kilometre kare fakir bir anavatan kadrosuna kadar indiriyorlar, fakat bütün bu olanlara rağmen, Fatih'in o kadar maharetle yerine oturttuğu mili söküp atamıyorlar, çekip alamıyorlar. Zira İstanbul ve Ayasofya, muazzam nasibi icabı, anavatana bitişik ve onun içinde kalıyor; hiçbir şey yapılamayınca da, dünyada hiçbir milletin başına gelmemiş bir felâkete yol açılıyor; Ayasofya Türk'ün öz evi ve anayurdu içinde güya Türk'lerin eliyle mânasından koparılıyor, duvarlarından Allah ve Resulünün mukaddes isimleri indiriliyor, iç sıvaları kazınıp putlar meydana çıkarılıyor ve hilâlden ziyade salibin faziletlerini ilâna memur bir müze, yani içinde İslâmiyetin gömülü olduğu bir lâhid haline getiriliyor. Artık o, basit bir taş yığınıdır. Öyle bir taş yığını ki, sadece kendisinde kıyılan ulvî mânanın katillerini ilân ve ihtarla kalmıyor, üstelik her an salibin ağzından salyasını akıtıcı bir iştah telkiniyle, Türk'ün, ruhiyle beraber maddesini, maddesiyle beraber de ruhunu hıristiyanlık âlemine peşkeş çeken, "buyurun, ne duruyorsunuz; gelin ve bizi esir edin!" diyen bir hava yaşatıyor. Ayasofya'nın hilâl hâkimiyetinden uzaklaştırılmasıyla düşmana aşılanan gayret, bir ordunun harp plânlarını satmaktan beter bir tehlike ve suç belirtir. Eğer o kökünden traş edilse ve yıkılsa bir şey değil de, bu haliyle, bütün bir milleti ve tarihi her an öldürüp yine dirilten ve tekrar öldüren bir felâket...

Böylece, Batı dünyasının bize içimizden, içimizdeki ajanları vasıtasıyla yaptırdığını, ne Haçlılar yapabildi, ne Moskof, ne de Ayasofya'nın gözü dönmüş şehvetlisi Yunanlılar...

Milyonluk bir orduda, bir emirle, herkes silahını kalbine dayayıp tetiği çekse ve intihar etse, bu emrin o orduya vereceği zararı hangi düşman sağlayabilir?..

Ayasofya'nın kapatılması işte böyle olmuştur. Ve Türk tarihine, mukaddesatına, ruhuna, ihanetlerin en büyüğü şeklinde meydana gelmiştir. Türk'ü yoktan var ettiğini iddia eden bir zümre ve (klik) zihniyeti, Ayasofya ile Türk vatanını, göklerdeki aslî ve hakikî vatanıyla beraber satmıştır.

Allah diyen bu millet mutlaka kalacak; ve kalacağına göre, öteki dünyadakinden evvel, bu dünyada hesap gününü açacaktır. Ayasofya, muayyen bir idare ve zihniyetin getirdiği, ruhî, ahlâkî, içtimâi, iktisadî, idarî, siyasî felaketler eliyle Batı dünyasına takdim edilen hediye kutusu üzerindeki fiyonklu kordelâdır. Topyekûn şahsiyetlerini düşmana teslim edici böyle hediyeleri veren milletler ise, hediyeyi alanlar nazarında hakir ve zelildir. İşte Kıbrıs dâvası!.. O kadar Batılılaştığımızı, uygarlaştığımızı, özgürleştiğimizi, kendisinden olduğumuzu iddia ettiğimiz Batının bize muamelesine dikkat etmiyor muyuz? Bizim, kendimizi, kendisinden saymamız pahasına, Batılı bizi asla kendisinden saymıyor. O, ne Doğulu, ne de Batılı, bu mukallit ve bulamaç insanı asla benimsemiyor; ve ismini taşıdığı (Greko-Lâtin) medeniyetinin piçleşmiş uzvunu, sefil Yunanlıyı, şımarık çocuğu halinde her ân tatmin ve bize tercih etmekten başka bir şey düşünmüyor. Büyük İngiliz şairi Lord (Baynn)ın Türklere karşı Yunan istiklâl çarpışmalarında öldüğünü ve Yunan topraklarında yattığını bilmeyen diplomatlarımız, hâlâ selâmeti, Türk'ün öz şahsiyetinde değil, Batılıya Batılı görünmek özenişinde arıyor.

Hayır! Batılıdan, sığıntısı olmak yoluyla sağlanabilecek hiçbir himaye mevcut değildir. Biz bu kafayla gittikçe de başımıza daha neler geleceği görülecektir.

Bütün bu mânalar Ayasofya'ya bağlı... Daha neler ve neler!.. Türk İstiklâl Savaşı'nın temiz ruhuna leke düşürenler, o ruha ve onun müspet temsilcilerine rağmen, kazanılmış bir istiklâli topyekûn tersine çevirme yoluna girmişlerdir.

Belirttik ki, kendi öz mukaddesat ve târihini kendi öz yurdunda maskara edenlere, o mukaddesat ve tarihin düşmanları hürmet etmez, tiksintiyle bakar. İşte, dünyada ve dış politikada yüzümüze kapanan kapılar bunun için kapanıyor. Doğrudan doğruya bunun için olmasa da dolayısıyla bunun için... Şahsiyetsizliğin ceremesi... Bunun içindir ki, Avrupa, köküne kadar şahsiyet heykeli İkinci Abdülhamid Han'a hürmet ediyordu. Almanya imparatoru (Vilhelm) siyaseti ondan öğrendiğini söylüyor ve Prens (Bismark) tam bir Abdülhamid düşmanı olduğu halde, onu, asrın en büyük siyaset dehası diye gösteriyordu. Eğer Abdülhamid'e, Ayasofya'yı müze yapması karşılığında bütün dünya hazinelerini vereceklerini söyleseler, nefretle reddeder, imparatorluğunu elinden almakla tehdit etseler son damla kanına kadar akıtmakta tereddüt etmezdi. İnkarcı (Volter)in Allah'ın Sevgilisine ait piyesini Fransız tiyatrolarından Fransa devleti marifetiyle kaldırtan, yoksa bunun harp sebebi olacağını Fransa hükümeti'nin suratına çarpan, Ulu Hakan Abdülhamid Han'dan başka kim olabilmiştir? O Abdülhümid Han ki, bunca ordusundan yalnız bir tanesiyle birkaç gün içinde Atina kapılarında görünüvermiş ve küçücük bir Yunan şımarıklığını, onlara Ayasofya'dan bahsettirmek yerine (Akropol) önünde ordugâh kurmakla cezalandırmıştı. Şimdi o Yunanlı, baykuş gözlerini üzerimize dikmiş, birinde Ayasofya, öbüründe Rumelihisarı'nın hayali, İstiklâl Savaşı'ndaki küstahlığından beter bir nefs emniyeti içinde dikilip duruyor da, bizde, onun iki gözünü birden çıkaracak (enerji)den eser görünmüyor.

Sebep?

Çünkü Ayasofya'nın kapılarıyla beraber ruhumuzu kilitlediler. Her mâna, her hikmet, her münasebet Ayasofya'ya bağlı...

Ayasofya açılmalıdır. Türk'ün bahtıyla beraber açılmalıdır.

Ayasofya'yı kapalı tutmak, Yunanlıya "ben yapamıyorum; sen gel de kendi hesabına aç!" demekten farksızdır.

Ayasofya'yı kapalı tutmak, Birleşmiş Milletler'den Afrikalı yamyam devletlerine kadar aleyhimize rey verdirip kendileri müstenkif geçinen Batılılara "artık benim hayat hakkım kalmadı!" demektir.

Ayasofya'yı kapalı tutmak, bu toprağın üstündeki 30 milyon ve altındaki 30 milyar Türk'ün semâları tutuşturan lanetine hedef olmaktır.

Ayasofya'yı kapalı tutmak, Allah'a sövmeye, Kur'ana tükürmeye, Türk tarihini kubura atmaya, Türk iffetini kirletmeye, Türk vatanını satmaya denk bir suçtur.

Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem!

Fakat Ayasofya açılacak!.. Türk'ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya'nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.

Ayasofya açılacak... Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün mânalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek...

Ayasofya açılacak!... Bütün değer ölçülerini, tarih hükümlerini, dünyalar arası mahsup sırlarını, her iş ve herşey hakkındaki gerçek miyarları çerçeveleyici bir kitap gibi açılacak...

Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin mühürlediği Ayasofya, onların aynı şekilde mühürlemeğe yeltenip de hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akınını durduramadığı ve çığlaştığı günü dehşetle kolladığı mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbi gibi açılacak...

Ayasofya'yı, artık önüne geçilmez bu sel açacak...

Bekleyin gençler!.. Biraz daha rahmet yağsın... Sel yakındır.

Fatih ve Onun Yeni Nesline Selam!

Necip Fazıl Kısakürek | Hitabelerim
 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

ve bir diğer üstad OSMAN ZEKİ YÜKSEL(SERDENGEÇTİ) HOCAMIZIN AYASOFYA ŞİİRİ...

 

Ayasofya

 

 

 

Ey İslam'ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!

Şerefelerinde fethin, Fatih'in şerefi,

Işıl ışıl yanan muhteşem mabet!...

Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?

 

Hani minarelerinden göklere yükselen,

Ta maveradan gelen ezanlar?...

Hani o ilahi devir, ilahi nizamlar?...

 

Ayasofya ses vermiyor,

Ayasofya bir hoş,

Ayasofya bomboş!...

 

Hani nerede?

Şu muhteşem minberde,

Binlerce erin baş koyduğu şu temiz yerde,

Şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?...

 

Ayasofya! Ayasofya!...Seni bu hale koyan kim?

Seni çırılçıplak soyan kim?!...

 

Hani nerede?

Gönüllerden kubbelere,

Kubbelerden gönüllere

Gürül gürül akan Kur'an sesleri?...

Kur'an sesleri dindirilmiş,

Müslümanlar sindirilmiş!...

Allah-Muhammed-Hülafa-i raşidinin

İsimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!...

 

Fethin, Fatih'in mabedinden kitab-ı mübini,

Bu ulu dini kaldıran kim?

Dinimize, imanımıza saldıran kim?

Mabedimin göğsüne uzanan namahrem eli,

Kimin elidir?!...

Söyle Ayasofya, söyle.

Seni puthane yapan hangi delidir?!...

 

Elleri kurusun, dilleri kurusun!

Ayasofya! Ayasofya! Seni bu hale koyan kim?

Seni çırılçıplak soyan kim?!...

 

Ayasofya,

Ey muhteşem mabet;

Gel etme,

Bizi terketme!...

Bizler, Fatih'in torunları, yakında putları devirip,

Yine seni camiye çevireceğiz...

 

Dindaşlarımızla,

Kanlı göz yaşlarımızla,

Abdest alarak secdelere kapanacağız,

Tekbir ve tehlil sadalarıboş kubbelerini yeniden dolduracak

İkinci bir fetih olacak,

Ezanlar bu fethin ilanını,

Ozanlar destanını yazacaklar...

 

Putperest Roma'ya yeni bir mezar kazacaklar, sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen ezan sesleri fezaları yeniden inletecek! Şerefelerin yine Allah'ın ve O'nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed'in aşkına, şerefine ışıl ışıl yanacak; bütün cihan Fatih Sultan Mehmed Han dirildi sanacak!...

 

Bu olacak Ayasofya,

Bu muhakkak olacak...

İkinci bir fetih, yine bir ba'sü ba'delmevt...

Bugünler belki yarın, belki yarından da yakındır,

Ayasofya, belki yarından da yakın!...

.

 

Osman Yüksel Serdengeçti

 

.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites
Ayasofya açılmalıdır. Türk'ün bahtıyla beraber açılmalıdır.

 

Ayasofya'yı kapalı tutmak, Yunanlıya "ben yapamıyorum; sen gel de kendi hesabına aç!" demekten farksızdır.

 

Ayasofya'yı kapalı tutmak, Birleşmiş Milletler'den Afrikalı yamyam devletlerine kadar aleyhimize rey verdirip kendileri müstenkif geçinen Batılılara "artık benim hayat hakkım kalmadı!" demektir.

 

Ayasofya'yı kapalı tutmak, bu toprağın üstündeki 30 milyon ve altındaki 30 milyar Türk'ün semâları tutuşturan lanetine hedef olmaktır.

 

Ayasofya'yı kapalı tutmak, Allah'a sövmeye, Kur'ana tükürmeye, Türk tarihini kubura atmaya, Türk iffetini kirletmeye, Türk vatanını satmaya denk bir suçtur.

 

Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem!

 

Fakat Ayasofya açılacak!.. Türk'ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya'nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.

 

Ayasofya açılacak... Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün mânalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek...

 

Ayasofya açılacak!... Bütün değer ölçülerini, tarih hükümlerini, dünyalar arası mahsup sırlarını, her iş ve herşey hakkındaki gerçek miyarları çerçeveleyici bir kitap gibi açılacak...

 

Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin mühürlediği Ayasofya, onların aynı şekilde mühürlemeğe yeltenip de hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akınını durduramadığı ve çığlaştığı günü dehşetle kolladığı mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbi gibi açılacak...

 

Ayasofya'yı, artık önüne geçilmez bu sel açacak...

 

Bekleyin gençler!.. Biraz daha rahmet yağsın... Sel yakındır.

 

Fatih ve Onun Yeni Nesline Selam!

 

Hitabelerim

 

AYASOFYA BİR GÜN BÜTÜN BENLİĞİYLE AÇILACAK...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Ayasofya'nın kapatılması işte böyle olmuştur. Ve Türk tarihine, mukaddesatına, ruhuna, ihanetlerin en büyüğü şeklinde meydana gelmiştir. Türk'ü yoktan var ettiğini iddia eden bir zümre ve (klik) zihniyeti, Ayasofya ile Türk vatanını, göklerdeki aslî ve hakikî vatanıyla beraber satmıştır.

 

parantezin içindeki kelimeyi anlamadım..acaba doğrumu yazılmış?

Share this post


Link to post
Share on other sites
parantezin içindeki kelimeyi anlamadım..acaba doğrumu yazılmış?

 

Sanırım Klik'ten kasıt; hizip/ayrılık olmalı. Yani mevzu bahis olan zümrenin hizip tayfası/kolu.

Share this post


Link to post
Share on other sites

bendeki ses kaydından en az 20 defa dinlememe rağmen (klik) kelimesindeki harflere benzer sesler duymadım..kelime,daha çok tek heceli kelimelerdeki vurguyla okunuyor..son harfi de 'ç' gibi geliyordu bana..dinlemek isterseniz link en üstte verilmiş zaten..tam olarak kaydın '14:36' dakikasında bulunuyor bu kelime..gerçi bendeki ses kaydında parazitler had sahfada ondan da olabilir..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Klik evet, doğru, net. Zaten yabancı kökenli kelimeleri Üstad parantez içinde veriyor kitaplarında, bu da öyle bir kelime.

 

Efendim? Manasını mı sordunuz? Şey acil işim çıktı da... Siz şuraya bakın ben geliyorum. http://www.tdk.gov.tr/TR/SozBul.aspx?F6E10...amp;Kelime=klik

Share this post


Link to post
Share on other sites

üstadı eleştirmenin yanından bile geçmek istemem ki zaten bundan haya ederim üstadın ilmine inancımız var

lakin bu sözde kanuni sultan süleyman hazretlerine üstad neden böyle demiş

"Kanunî Sultan Süleyman gibi, iyi ve kötü arasındaki ayırıcı çizgiden başka bir şey olmayan meccanî ihtişam kahramanı"

dikkat ettiğiniz gibi kanuni sultan süleyman han hazretleri dedim çünkü o da dedesi sultan fatih hz.leri babası sultan yavuz hazretleri gibi yiğit, hükumdar bir ALLAH dostu, evliya, halife

acaba üstad niçin böle sölemiş bu konuda beni aydınlatır aklımdaki soruyu çözerseniz minnettar olurum

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadın tarih sahasında ele aldığı bazı yazılarının ve bazı değerlendirmelerinin isabetsiz olduğunu düşünüyorum kendi adıma. Çok geniş ve katmanlı bir saha olan tarih bilgisi, kişiler ve hadiseler çapında hem çok iyi bilinmeli, hem doğru kaynaklardan okunmalı, hem de o dönemin içinde bulunduğu şartlara göre değerlendirilmeli ki, sağlıklı bir neticeye ulaşmış olalım.

Farklı kaynaklardan tarih okuduğumda Üstadın bazı tarihi hususlarda tam bilgi sahibi olmadığı kanaatine ulaştım kendi adıma. Kanuni Sultan Süleyman'In 46 yıllık hakimiyetindeki cihad ve fetih dönemini okuduğumuzda bile Üstadın bazı kitaplarında Kanuni için geçen "miras yedi" tesbitine katılmak mümkün olmuyor, en azından ben katılmıyorum buna. "meccanî ihtişam kahramanı" ifadesine de katılmıyorum. Üstad bir fikir adamıdır, tarihçi değildir, tarihçi olmamasının yanı sıra tarihi malumatı da tam olarak doğru tesbitler ve değerlendirmeler yapabilecek kadar zengin değildir diye düşünüyorum kendi araştırmalarımdan gördüğüm kadarıyla. Eğer bir insanın tarih bilgisinde hata ve eksiklik varsa, hatalı yorum yapması kaçınılmazdır. Üstadın bu husustaki yorumlarına bakışım acizane böyledir. Tarihî meselelerde sadece Üstadın yazdıklarıyla kalmayarak farklı kaynakları da incelemek gerektiğini düşünüyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

üstad 1965 de ifa ettiği konferansda dar ağacıda vardı dikta rejimde vardı...

 

44 yıl geçdi ne o zamanın dikta rejimi kaldı nede dar ağacı...

 

ayasofya yine kapalı yine kapalı...

 

asil ve kutsal milletim yine mağdur ama yine mağrur...

 

biliyoruzki ayasofya açılacak, ilk cumadan sonra bir tarih kapanacak ve 7 yıldızlı çağ açılacak...

 

istanbulun yedi tepesinde yedi kandil yakılacak 77 şer yaşayan ceset yedi tepede zevk ve afiyetle asılacak...

 

ya asillik ve aseletden yana olunur,aya sofya açılır yada ...

 

 

alçaklıkdır bu davada hareket etmemek, ayasofya kapalıyken boğazdan bir lokmanın geçmesi...

 

kemikleri sızlayan binlerce şehidimiz...

 

 

üstadın o yüksek mertebeden hala açılmadımı deyip bana küfrü daima kulaklarımda...

 

yırtınıp duruyorum ama /edit. umurundamı...

 

atası ağlar mezarında tınındamı...

 

 

 

.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mensuplarına etmediğini bırakmayan bir dinin, mabedinin mahyasına "Var ol" yazdıracak kadar despot ölü. Bugün toprağın altında, var olduğunu inkar ettiğin alemin ilk durağındaki despot azap nasılmış?

 

...........

 

Böyle bir küfür ehlinin, gönüllere kilit vurmak manasına gelen, Ayasofya'ya zulmü niçin devam etmekte? Yoksa hala mahyalar mı yanıyor; yahut Allah'ın semasında gölge bulan küfür heykelleri mi izin vermiyor?

 

Yoksa Ayasofya'nn kubbesinden ahvali izleyen nazlı hilal mi küstü?

 

......................

 

O hilal kalktı Müminler! İslam düşmanlarının içimizden biri diye gösterdiği gölgesi, hilali salibin altına vereli çok oldu.

 

Selahaddin Eyyubi'nin önüne set çekerek durdurduğu akın; Ayasofya'dan hilali kaldırarak, mukalliti oldukları salibe hoş görünmek sevdasıyla tutuşan küfür tiplerinin yardımıyla İslam'ı kuşattı.

 

.......................

 

Akif'in kemikleri, sızıdan mı, zamandan mıdır bilinmez, çürüyeli çok oldu. Lakin, hasbelkader Ayasofya'nın ruh kolonları hala ayakta. Ve bu kolonları sırtlayan, fetih ve mana askerleri; mücerrede kapalı olan, mühassas kapının ardında, hesap soracağı , yeni iman gençliğinin, kapıları açacağı günü bekliyor.

 

 

Kapılar açıldığında, gençliğin göz pınarlarında, henüz sevinç göz yaşı yeşermeden, fetih ve mana askerlerinin hesap soran bakışlarından taşan azap göz yaşları akacak. Her biri katresi, inkılap çapında bir göz yaşı ki; bugüne kadar ki akıtılması gereken ne kadar göz yaşı varsa, onların yerine de akacak. 

 

Hilalin kanatlarından, salibin şehvet kokan çukuruna düşürülen, Ayasofya'nın ruhu, bu göz yaşı deryasıyla yükselecek, yükselecek ve yine kubbeye, hilalin batınına kurulacak. 

 

Lakin, fetih ve mana askerlerinin göz yaşı dinmeyecek. Her şeyi batıracak. Semanın alçalan tavanına inat, göz yaşı yükselecek ve karaya oturan İslam gemisinin tabanı çamurdan sıyrılacak.

 

...................

 

Ve zuhuru vuku bulan iman genci; yaşlı gözlerini Eyip Sırtlarına dikecek ve diyecek "Üstad; ağladık, su yükseldi ve kurtuldu gemi...."

 

.......

 

Beklediğiniz zuhur, mukallitini kendinden saymayarak, sizi kapısından içeri sokmayan Bati'ya inat, kendisini görmemek için karanlığa tıkıp; o cihete gözlerini yumduğunuz İslami ahlak ve rejimdedir.

 

Kendisini sorgulayabilen ferde sahip cemiyet; yalnız ve yalnız, her türlü eksiklikten münezzeh kılınmış İslam'a uyarak inşa edilebilir.

 

........

 

Cemyetinin gençliğini yeniden, hatta sil baştan ve yokten var ettiğini iddiaya kalkışanlar, bugün kabirlerinde azap, dillerde lanet ve gönüllerde recm ile beraberdirler....

 

 

 

 

 

Üstad'ın hitabesini dinledikten sonra galeyana gelip, düzenlemediğim ve eksik bıraktığım, manzumem...

 

İlginize ve beğeninize sunmak isterim.... 

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bu hitebeyle Üstaddan dinlediğimiz hitabe arasında farklar ve eksiklikler var. Düzeltilemez mi acaba??

 

Gönüldaşımızı teyid ediyorum.

 

Üstad'ın ses kaydını dinlerken, yazı takip edilince hatalar belli oluyor.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ne muhteşem bir konuşma,tekrar tekrar dinlediğim bazı bölümlerini ezberlediğim,beni coşturan heyecenlandıran tüylerimi diken diken eden Ayasaofya Hitabesi.

 

Allah razı olsun...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Gönüldaşımızı teyid ediyorum.

 

Üstad'ın ses kaydını dinlerken, yazı takip edilince hatalar belli oluyor.

 

Bir misal vereceğim şöyle yanlışlarmı ?

 

Çile kitabında ki çile şiirinin son satırı "biricik meselem sonsuza varmak." dır. yalnız üstadımız kendi sesiyle okurken çile, şiirinin son satırında "biricik meselem sonsuzu bulmak." diyor. bu gibi şeylerse şahet bunlar gayet normal her ikiside kendisinden zuhur etmiştir çünkü.

 

müsahit bir anımda aynı anda hem okuyup hemde dinleyeceğim, çünkü çok merak ettim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

AYASOFYA HİTABESİ (Ses kaydı dökümü)

Bana öyle geliyor ki; yalnız manayı anlasak, yalnız onu yerine getirebilsek, Ayasofyanın kapıları sabır taşı gibi çatlar, kendi kendisine açılır. İsterse açılmasın; ondan sonra her şey, küçük bir tatbikat işinden ibaret kalır.

Biz, kimden, neyi istiyoruz

Yemenden Viyanaya, Fastan Kafkasyaya kadar en aşağı 10 milyon kilometre karelik bir zemin üzerinde Evet, böyle bir zemin üzerinde Atalarımızın Ata derken halimize bakıp başımızı dövdüğümüz nur insanların Tohum atarcasına her tarafa serptiği kubbelerden birini 700 bin kilometre kareye indikten ve bu hâlin ismine millî kurtuluş dedikten sonra Evet, bütün bunlardan sonra Toprağı kaybedilmiş kubbelerden birini mi istiyoruz?

İnsana gülerler!.. Herhangi bir yıldızda bu türlü iddialara girişen milletleri sürecek bir tımarhane olsa, bizi oraya sürerler.

Âlemde, cüceleşmiş devlerin, eski rollerini takınmasından daha çirkin bir tablo yoktur.

- Cüceleşmeyeydin! Şimdi devin hakkından nasıl bahsediyorsun?

Derler böyle insanlara ve milletlere!..

(Dinleyiciler içinden gürültü gelince: Efendim ben hep irticâli konuşuyorum, biliyorsunuz. Bunu mahsus yazdım ki, tek tek damla damla süzülsün. Hayatımın mühimce bir eseri olduğuna kaniyim. Ve mazbut olması da lazım; çünkü Ayasofya nazik bir mevzu)

Evet, sevgili gençler; bir manzumemde söylediğim gibi, kellelerimizi tırnaklarımızla yerinden söküp iki dizkapağımıza yerleştirmenin, sonra ikinci bir başla onu seyretmenin artık günü geldiğini kabul edelim ve avaz avaz haykıralım ki; bizi, şiltesi üç kıtayı kaplayan devi cüceleştirdiler. Sonra ona iki santim boy ilâve edip, Batının bat pazarı veya bit pazarı elbiselerini giydirdiler. Peşinden İşte sana lâyık özgürlük ve uygarlık budur! dediler.

Bu bakımdan Ayasofya Bakın nedir bu bakımdan Ayasofya?

Bizi bu hâle getiren, annelerimizin cennet kokulu başörtüsünü sarhoş kusmuğuna bez diye kullanan, ahlâkımızı Parisin dünya çapındaki Şabane kerhanesinden daha aşağıya düşüren, millî kültürümüzü çöplüğe ve millî iktisadımızı kumarhaneye çeviren, zekâmızı maymunlaştıran ve kalbimizi kanserleştiren, tarihi 126 yıllık cereyanın, kendi öz evimizde, yüzümüze kapadığı oda, ruh ve mukaddesat odamız

Ayasofya budur!

126 yıl boyunca, dışardan Batı emperyalizmasının, içerden de onların sâdık ajanları sıfatiyle kozmopolitlerin, Yahudilerin, dönmelerin, masonların ve nihayet hepsinin birden ana sermayesi ve gönüllü fedaisi halinde; adı Türk, küfür tip ve zümrelerinin idare ettiği bu cereyan, Ayasofyayı müzeye çevirmekle, sağlık müzelerindeki balmumundan frengili suratlar şeklinde, Türkün öz ruhunu müzeye kaldırmış oldu.

Frenk kelimesinden gelen frengi veya frengi ismine dikkat ediniz. Türkün mukaddesatına frengili bir surat gibi bakan bu insanlardır ki, frengînin ta kendisidirler ve ciğerlerine kadar frengilidirler!

Şairin;

"Şâyestedir denilse,

Alem senin mezarın"

dedikten sonra -Abdülhamk Hamid söylüyor-

"Hâlâ gelir zeminden

Tekbir-i zâr-u-zârın..."

diye belirtmeye çalıştığı; dâva ve gayesi bakımından Büyük İskender ve Sezarı oda hizmetçiliğine kabul etmeyecek kadar üstün hükümdar, başbuğ ve aksiyon adamı Fatih, İstanbulu fethedip onun kalbi Ayasofyada namazını edâ ettiği zaman, Cenubî Fransada kırılmış, Viyanada Batıyı tekrar dişleyecek olan İslâm taarruz kıskacının mihver çivisini eline geçirmişti.

Ayasofya işte bu incecik mildir, bu çividir. Onu İslâm kıskacına yerleştiren Fatih Sultan Mehmeddir; ve eğer ondan sonra kıskaç kapatılamadıysa suç kapatamayanlardadır. Fatihe düşen şerefse, erişilir soydan değildir. Kendisinden sonra, Kanunî Sultan Süleyman gibi, iyi ve kötü arasındaki ayırıcı çizgiden başka bir şey olmayan meccanî, bedava ihtişam kahramanı, karaların ve denizlerin yüce hakanına kadar süren muazzam aksiyonda en büyük hız payı, yine Fatihindir. Kanunî devrinde teşekkül eden büyük ahenk tablosunun unsurları, Ebussuud Efendi gibi şeyhülislâm, Sokollu gibi sadrazam, Baki gibi şair, Sinan gibi mimar ve Barbaros gibi amiral, sadece ve sadece Fatihin hareket noktasına bu mili yerleştirdiği kıskaç yüzü suyu hürmetine yetişmiş büyüklerdir.

Tarihimizde, Fatihten başka her hükümdarın aksiyonu -isterse vatana eklediği toprak Fatihinkinden bin misli fazla olsun- ulvî kemâl ve noksansızlık bakımından tamam olmaktan uzaktır. Yalnız Fatihtedir ki, kendi zaman ve mekânına göre, dâva hedefi, muhteşem ve muazzam bir tamamlık içinde göze çarpıyor.

İşte bütün bunları sembolize eden, remzlendiren de doğu ve batı dünyalarının kavşak noktası, cihanın en güzel beldesi İstanbul ve onun kalbi Ayasofya

Salîbin ağırlığından kurtarılıp, hilâlin kanatlarıyla kendisine gök kubbe yolu açılan, böylece 20. asır dünyasına gerçek medeniyet ve ebediyet mimarisinin ne olduğu kendisiyle gösterilen, Batı aklı ve Doğu ruhunu birleştirici, eski Bizans eseri ve yeni tekbir yuvası tarihi kubbedir

Demek ki Ayasofya; ne taş ne çizgi, ne renk ne hacim, ne de bütün bunların madde senfonisi; sadece mana, yalnız mana

İstanbuldaki Süleymaniye, Edirnedeki Selimiye, bunlara karşılık da Romadaki Sen Piyer, Paristeki Notrdam, bizde ve onlarda daha niceleri, madde ve hattâ gayelerine bağlı mana kıymeti olarak, Ayasofyanın eşik taşına bile denk değildir. Zira bütün bunlardan her biri, kendi gayesinin tabiî şartları içinde, tek taraflı olarak yükseltilmiş eserler Ayasofya ise bunların yanında bir kümes bile olsa, öyle bir nasibin sahibi ki; ne madde, ne de tek taraflı mana ölçüsüyle ona varmak kabil değildir

Ayasofya, (yavaş yavaş okuyacağım bu cümleyi, hece hece) Ayasofya, bir mananın zıt manaya taarruz ve onu zebun edişinin, bütün dünyada eşi olmayan âbidesidir Öbürleri belli başlı ruh içinde birer mekân da, Ayasofya mekân içinde ruh; zıt mekânda galip ruh Yeryüzünde çok kilise camiye ve nice cami kiliseye çevrilmiştir ama böylesi, tarihi şartları bakımından tektir.

Fatih Sultan Mehmed, bu hikmeti sezdi ve Ayasofyayı, İstanbul gibi misilsiz bir mahfazanın içinde, güneş çapında bir pırlanta gibi zapt ve fethetti.

Tarihimizde daha nice zapt ve feth hareketinin kahramanı var; niçin hiçbirinin adı, has isim olarak Fatih değil?.. Zira Fatih, bu davanın hakikisidir, öbürleri de taklididir.

İmdi Biraz evvel işaret ettiğimiz gibi, İmperium Romanum, eski Roma İmparatorluğundan üstün bir imparatorluğun dev adamı olan Türkü, binbir tarihî saik yüzünden cüceleştiriyorlar. 10 milyon kilometre karelik bir servet ve nimet zeminini, 700 bin kilometre kare murabba ve fakir bir anavatan kadrosuna kadar indiriyorlar. Fakat bütün bu olanlara rağmen, Fatihin o kadar maharetle yerine oturttuğu mili söküp atamıyorlar, çekip alamıyorlar. Zira İstanbul ve Ayasofya, muazzam nasibi icabı, anavatana bitişik, kaynaşmış ve onun içinde kalıyor. Hiçbir şey yapılamayınca da, dünyada hiçbir milletin başına gelmemiş bir felâkete yol açılıyor. Ayasofya Türkün öz evi ve anayurdu içinde güya Türklerin eliyle manasından koparılıyor. Duvarlarından Allah ve Resulünün mukaddes isimleri indiriliyor, iç sıvaları kazınıp putlar meydana çıkarılıyor ve hilâlden ziyade salibin faziletlerini ilâna memur müze, yani içinde İslâmiyetin gömülü olduğu bir lâhid haline getiriliyor.

(Dinleyicilerin nümayişi üzerine: İçimizden heyecan. Ve fikir, bize o lazım)

Artık o, basit bir taş yığınıdır bu şekilde. Öyle bir taş yığını ki, sadece kendisinde kıyılan ulvî mananın katillerini ilân ve ihtarla kalmıyor. Üstelik her an salibin ağzından salyasını akıtıcı bir iştah telkiniyle, Türkün, ruhuyle beraber maddesini, maddesiyle beraber de ruhunu Hıristiyanlık âlemine peşkeş çeken, Buyurun, ne duruyorsunuz; gelin ve bizi esir edin! diyen bir hava yaşatıyor. Ayasofyanın hilâl hâkimiyetinden uzaklaştırılmasıyla düşmana tarafımızdan aşılanan gayret, bir ordunun harp plânlarını satmaktan beter bir tehlike ve suç belirtir. Eğer o kökünden tıraş edilse ve yıkılsa bir şey değil de, bu haliyle, bütün bir milleti ve tarihi her an öldüren, yine dirilten ve tekrar öldüren bir felâketten başka bir şey değildir. Böylece, Batı dünyasının bize içimizde, içimizdeki ajanları vasıtasıyla bize yaptırdığını, ne Haçlılar yapabildi, ne Moskof, ne de Ayasofyanın gözü dönmüş şehvetlisi Yunanlılar İçimizden yapanlara nispetle Milyonluk bir orduda, bir emirle, silahını herkes kalbine dayayıp tetiği çekse ve intihar etse, bu emrin o orduya vereceği zararı hangi düşman sağlayabilir?..

Ayasofyanın kapatılması işte böyle olmuştur. Ve Türk tarihine, mukaddesatına, ruhuna, ihanetlerin en büyüğü şeklinde meydana gelmiştir. Türke İstiklal Savaşında, Türkü yoktan var ettiğini iddia eden bir zümre ve klik zihniyeti, Ayasofya ve Türk vatanını, göklerdeki aslî ve hakikî vatanıyla beraber satmıştır. Manada bu böyle

Allah diyen bu millet, mutlaka kalacak; ve kalacağına göre, öteki dünyadakinden evvel, bu dünyada hesap gününü açacaktır.

Ayasofya, muayyen bir idare ve zihniyetin getirdiği, ruhî, ahlâkî, içtimaî, iktisadî, idarî, siyasî felaketler eliyle Batı dünyasına hediye edilen milli kıymetler kutusu üzerindeki fiyongolu kurdeladır. Topyekûn, şahsiyetlerini düşmana teslim edici böyle hediyeleri veren milletler ise, hediyeyi alanlar nazarında hakir ve zelildir. İşte Kıbrıs davası!.. O kadar Batılılaştığımızı, (mahut tabirlerle) uygarlaştığımızı, özgürleştiğimizi, kendisinden olduğumuzu iddia ettiğimiz Batının bize muamelesine dikkat etmiyor musun? Bizim, kendimizi, kendimizden saymamız pahasına, Batılı bizi asla kendisinden saymıyor.

O, ne Doğulu, ne de Batılı, bu mukallit ve bulamaç insanı benimsemiyor; ismini taşıdığı Greko-Lâtin medeniyetinin piçleşmiş unsurunu, sefil Yunanlıyı, şımarık çocuğu halinde her ân tatmin ve bize tercih etmekten başka bir şey düşünmüyor. Büyük İngiliz şairi Lord Byronın Türklere karşı Yunan istiklâl çarpışmalarında öldüğünü ve Yunan topraklarında yattığını bilmeyen diplomatlarımız, hâlâ selâmeti Türkün öz şahsiyetinde değil, Batılıya Batılı görünmek özentisinde arıyor.

Hayır! Batılıdan, sığıntısı olmak yoluyla sağlanabilecek hiçbir himaye ve sahabet mevcut değildir. Biz bu kafayla gittikçe de başımıza daha neler geleceği görülecektir.

Bütün bu manalar Ayasofyaya bağlı Daha neler ve neler

Türk İstiklâl Savaşının temiz ruhuna leke düşürenler, o ruha ve onun müspet temsilcilerine rağmen, kazanılmış bir istiklâli topyekûn tersine çevirme yoluna girmişlerdir.

Belirttik ki, kendi öz mukaddesat ve tarihini kendi öz yurdunda maskara edenlere, o mukaddesat ve tarihin düşmanları hürmet etmez, tiksintiyle bakar. İşte, dünyada ve dış politikada yüzümüze kapanan kapılar bunun için örtülüyor. Doğrudan doğruya bunun için olmasa da dolayısıyla bunun için Şahsiyetsizliğin ceremesi Bunun içindir ki, Avrupa, köküne kadar şahsiyet heykeli İkinci Abdülhamid Hana, onu baş düşmanı bildiği halde, hürmet ediyordu. Almanya imparatoru Wilhelm siyaseti ondan öğrendiğini söylüyor ve Prens Bismark, Abdülhamid nefretiyle doluyken, onu asrın en büyük siyaset dehası gösteriyordu.

Eğer Abdülhamid, Ayasofyayı müze yapmak karşılığında bütün dünya hazinelerini kendisine vereceklerini söyleselerdi; nefretle reddeder, devleti değil hayatını almakla tehdit etselerdi son damla kanına kadar akıtmakta çekinmezdi. Dinsiz Volterin Allah Rasulüne ait, onun mukaddes has ismini taşıyan piyesini, Fransız tiyatrolarından Fransa devleti marifetiyle kaldırtan, yoksa bu işin harp sebebi olacağını Fransa hükümetinin suratına çarpan, Ulu Hakan Abdülhamid Handan başka kim olabilmiştir?

O Abdülhamid Han ki; bunca ordusundan yalnız bir tanesiyle birkaç gün içinde Atina kapılarında görünüvermiş ve küçücük bir Yunan şımarıklığını, onlara İstanbuldan bahsettirmek yerine Akropol önlerinde ordugâh kurmakla cezalandırmıştır. Şimdi o Yunanlı, baykuş gözlerini üzerimize dikmiş, birinde Ayasofya, öbüründe Rumelihisarının hayali, İstiklâl Savaşındaki küstahlığından beter bir nefs emniyeti içinde şahlanıp duruyor da; bizde onun iki gözünü birden çıkaracak enerjiden eser görünmüyor (Geliyor, geliyor diye bir dinleyici seslenince: Yok, yok Bekle burada da gelecek)

Sebep? Sebep açık Dedik ki bütün manalar Ayasofyaya bağlı Ayasofyanın kapılarıyla beraber ruhumuzu kilitlediler; ruhumuzu kilitlemek için Ayasofyayı kilitledirler

Nasıl bütün yollar Romaya çıkarsa, Türk manevi kurtuluş davasının bütün meseleleri de Ayasofyaya ve onu müzeleştiren ellere çıkar.

Ayasofya açılmalıdır. Türkün kapanık bahtıyla beraber açılmalıdır

Ayasofyayı kapalı tutmak, manada bütün camileri ve cami mefhumunu kapalı tutmaktır. Çünkü onların hepsi birer mekân, Ayasofya ise ruh. Anlattık Ayasofyayı kapalı tutmak, Yunanlıya Ben yapamıyorum, sen gel de kendi hesabına aç! demekten farksızdır. Aman ya Rabbi, bizim camiden müzeye döndürdüğümüzü, onun müzeden kiliseye çevirmek istediğini açıkça görüyoruz da, ana yurt içindeki mukaddesat sembolünü nasıl asli heyetine getiremiyoruz! Ayasofyanın manasını, Yunanlı kadar olsun idrak edemiyoruz. O bizim müze yaptığımızı müze halinde istemiyor. Biz de ona ters cami yapalım demiyoruz, elimizde camiyken Dünyanın en korkunç hikmet noktası burası Bu meselede Yunanlıya olsun uymayı, Yunanlıdan ders alarak ona karşı durmayı anlayamıyoruz.

Ayasofyayı kapalı tutmak, Birleşmiş Milletlerde Afrikanın yamyam ülkelerine kadar aleyhimizde rey verdirip, kendileri güya müstenkif görünen Batılılara Artık benim hayat hakkım kalmadı! demektir. Zaten tasdik ediyorlar kalmadığını hayat hakkının Bu kadarını olsun kestiremiyoruz.

Ayasofyayı kapalı tutmak, bu toprağın üstündeki 30 milyon ve altındaki 30 milyar Türkün semaları tutan lanetine hedef olmaktır. Hissedemiyorlar

Ayasofyayı kapalı tutmak, Allaha sövmeye, Kurana tükürmeye, Türk tarihini kubura atmaya, Türk iffetini kirletmeye, Türk vatanını esir etmeye denk bir suçtur. Niçin bu yakıcı, kavurucu, kül edici gerçeği ortaya dökemiyoruz.

Buyrun döküyoruz!

Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem; fakat Ayasofya açılacak!.. Türkün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofyanın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.

Ayasofya açılacak Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün manalar, zincire vurulmuş kan revan içinde masumlar gibi, ağlaya ağlaya, üstünü başını yırta yırta onun açılan kapılarından dışarıya vuracak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik etmiş sanılan kötülerle, kötülük etmiş sanılan iyilerin gizli dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek

Ayasofya açılacak!.. Bütün değer ölçülerini, tarih hükümlerini, dünyalar arası mahsup sırlarını, her iş ve her şey hakkındaki gerçek miyarları çerçeveleyici aziz bir kitap gibi açılacak

Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin kapısını mühürlediği Ayasofya, yine onların aynı şekilde mühürlemeye yeltenip hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akınını durduramadığı ve çığlaşacağı günü dehşetle beklediği mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbine eş, açılacak!..

Ayasofyayı, artık önüne geçilmez bu sel açacak

Bekleyin gençler!.. Biraz daha rahmet yağsın Her yağmurun arkasında bir sel vardır

Hepimiz şöyle diyelim, O selin üstünde bir saman çöpü olsam daha ne isterim.

Gençler, kayaları biçecek, ormanları tıraş edecek ve betonarmeleri söküp götürecek olan bu sel yakındır. Allah, mukaddes zatının ve resulünün dostlarıyla beraberdir...

Necip Fazıl Kısakürek

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ayasofya Hitabesinden cümleler:

- Yalnız manayı anlasak, yalnız onu yerine getirebilsek, Ayasofyanın kapıları sabır taşı gibi çatlar, kendi kendisine açılır.

- Bizi, şiltesi üç kıt'ayı kaplayan devi, cüceleştirdiler. Sonra ona iki santim boy ilâve edip, Batının bat pazarı veya bit pazarı elbiselerini giydirdiler. Peşinden de: "İşte sana lâyık (özgürlük) ve (uygarlık) budur!" dediler.

- Bizi bu hâle getiren, annemizin cennet kokulu başörtüsünü sarhoş kusmuğuna bez diye kullanan, ahlâkımızı Paris'in dünya çapındaki (Şabane) kerhanesinden daha aşağıya düşüren, millî kültürümüzü çöplüğe ve millî iktisadımızı kumarhaneye çeviren, zekâmızı maymunlaştıran ve kalbimizi kanserleştiren, tarihi 129 yıllık cereyanın, kendi öz evimizde, yüzümüze kapadığı oda, mukaddesat odamız... Ayasofya budur!

- 129 yıl boyunca, dışarıdan Batı emperyalizmasının, içeriden de onların sâdık ajanları sıfatiyle kozmopolitlerin, masonların ve nihayet hepsinin birden ana sermayesi ve gönüllü fedaisi halinde, adı Türk, küfür tip ve zümrelerinin idare ettiği bu cereyan, Ayasofya'yı müzeye çevirmekle, sağlık müzelerindeki balmumundan frengili suratlar şeklinde, Türkün öz ruhunu müzeye kaldırmış oldu.

- Türkün mukaddesatına frengili bir surat gibi bakan bu insanlardır ki, "frengi" mefhumunun tâ kendisidirler ve ciğerlerine kadar frengilidirler... !

- Demek ki, Ayasofya, ne taş, ne çizgi, ne renk, ne cisim, ne de madde senfonisi; sadece mâna, yalnız mâna...

- Ayasofya, bir mananın zıt manaya taarruz ve onu zebun edişinin, bütün dünyada eşi olmayan âbidesidir

- 10 milyon kilometre karelik bir servet ve nimet zeminini 700 bin kilometre kare fakir bir anavatan kadrosuna kadar indiriyorlar, fakat bütün bu olanlara rağmen, Fatih'in o kadar maharetle yerine oturttuğu mili söküp atamıyorlar, çekip alamıyorlar. Zira İstanbul ve Ayasofya, muazzam nasibi icabı, anavatana bitişik ve onun içinde kalıyor; hiçbir şey yapılamayınca da, dünyada hiçbir milletin başına gelmemiş bir felâkete yol açılıyor.

- Ayasofya Türk'ün öz evi ve anayurdu içinde güya Türk'lerin eliyle mânasından koparılıyor, duvarlarından Allah ve Resulünün mukaddes isimleri indiriliyor, iç sıvaları kazınıp putlar meydana çıkarılıyor ve hilâlden ziyade salibin faziletlerini ilâna memur bir müze, yani içinde İslâmiyetin gömülü olduğu bir lâhid haline getiriliyor.

- Artık o, basit bir taş yığınıdır. Öyle bir taş yığını ki, sadece kendisinde kıyılan ulvî mânanın katillerini ilân ve ihtarla kalmıyor, üstelik her an salibin ağzından salyasını akıtıcı bir iştah telkiniyle, Türk'ün, ruhiyle beraber maddesini, maddesiyle beraber de ruhunu hıristiyanlık âlemine peşkeş çeken, "buyurun, ne duruyorsunuz; gelin ve bizi esir edin!" diyen bir hava yaşatıyor.

- Ayasofya'nın hilâl hâkimiyetinden uzaklaştırılmasıyla düşmana aşılanan gayret, bir ordunun harp plânlarını satmaktan beter bir tehlike ve suç belirtir.

- Eğer o kökünden traş edilse ve yıkılsa bir şey değil de, bu haliyle, bütün bir milleti ve tarihi her an öldürüp yine dirilten ve tekrar öldüren bir felâket...

- Batı dünyasının bize içimizden, içimizdeki ajanları vasıtasıyla yaptırdığını, ne Haçlılar yapabildi, ne Moskof, ne de Ayasofya'nın gözü dönmüş şehvetlisi Yunanlılar...

- Ayasofya'nın kapatılması, Türk tarihine, mukaddesatına, ruhuna ihanetlerin en büyüğü şeklinde meydana gelmiştir. Türk'ü yoktan var ettiğini iddia eden bir zümre ve (klik) zihniyeti, Ayasofya ile Türk vatanını, göklerdeki aslî ve hakikî vatanıyla beraber satmıştır.

- Allah diyen bu millet mutlaka kalacak; ve kalacağına göre, öteki dünyadakinden evvel, bu dünyada hesap gününü açacaktır.

- Ayasofya, muayyen bir idare ve zihniyetin getirdiği, ruhî, ahlâkî, içtimâi, iktisadî, idarî, siyasî felaketler eliyle Batı dünyasına takdim edilen hediye kutusu üzerindeki fiyonklu kordelâdır. Topyekûn şahsiyetlerini düşmana teslim edici böyle hediyeleri veren milletler ise, hediyeyi alanlar nazarında hakir ve zelildir.

- Batılıdan, sığıntısı olmak yoluyla sağlanabilecek hiçbir himaye mevcut değildir.

- Türk İstiklâl Savaşı'nın temiz ruhuna leke düşürenler, o ruha ve onun müspet temsilcilerine rağmen, kazanılmış bir istiklâli topyekûn tersine çevirme yoluna girmişlerdir.

- Kendi öz mukaddesat ve târihini kendi öz yurdunda maskara edenlere, o mukaddesat ve tarihin düşmanları hürmet etmez, tiksintiyle bakar.

- Eğer Abdülhamid'e, Ayasofya'yı müze yapması karşılığında bütün dünya hazinelerini vereceklerini söyleseler, nefretle reddeder, imparatorluğunu elinden almakla tehdit etseler son damla kanına kadar akıtmakta tereddüt etmezdi.

- İnkarcı (Volter)in Allah'ın Sevgilisine ait piyesini Fransız tiyatrolarından Fransa devleti marifetiyle kaldırtan, yoksa bunun harp sebebi olacağını Fransa hükümeti'nin suratına çarpan, Ulu Hakan Abdülhamid Han'dan başka kim olabilmiştir?

- O Abdülhümid Han ki, bunca ordusundan yalnız bir tanesiyle birkaç gün içinde Atina kapılarında görünüvermiş ve küçücük bir Yunan şımarıklığını, onlara Ayasofya'dan bahsettirmek yerine (Akropol) önünde ordugâh kurmakla cezalandırmıştı.

- Ayasofyanın kapılarıyla beraber ruhumuzu kilitlediler; ruhumuzu kilitlemek için Ayasofyayı kilitlediler

- Nasıl bütün yollar Romaya çıkarsa, Türk manevi kurtuluş davasının bütün meseleleri de Ayasofyaya ve onu müzeleştiren ellere çıkar.

- Ayasofya açılmalıdır. Türkün bahtıyla beraber açılmalıdır

- Ayasofyayı kapalı tutmak, manada bütün camileri ve cami mefhumunu kapalı tutmaktır. Çünkü onların hepsi birer mekân, Ayasofya ise ruh.

- Ayasofya'yı kapalı tutmak, Yunanlıya "ben yapamıyorum; sen gel de kendi hesabına aç!" demekten farksızdır.

- Ayasofyanın manasını, Yunanlı kadar olsun idrak edemiyoruz.

- Ayasofya'yı kapalı tutmak, bu toprağın üstündeki 30 milyon ve altındaki 30 milyar Türk'ün semâları tutuşturan lanetine hedef olmaktır.

- Ayasofya'yı kapalı tutmak, Allah'a sövmeye, Kur'ana tükürmeye, Türk tarihini kubura atmaya, Türk iffetini kirletmeye, Türk vatanını satmaya denk bir suçtur.

- Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem! Fakat Ayasofya açılacak!.. Türk'ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya'nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.

- Ayasofya açılacak... Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün mânalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek...

- Ayasofya'yı, artık önüne geçilmez bu sel açacak...

- Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin mühürlediği Ayasofya, onların aynı şekilde mühürlemeğe yeltenip de hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akınını durduramadığı ve çığlaştığı günü dehşetle kolladığı mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbi gibi açılacak...

- Bekleyin gençler!.. Biraz daha rahmet yağsın Her yağmurun arkasında bir sel vardır Hepimiz şöyle diyelim, O selin üstünde bir saman çöpü olsam daha ne isterim.

- Gençler, kayaları biçecek, ormanları tıraş edecek ve betonarmeleri söküp götürecek olan bu sel yakındır. Allah, mukaddes zatının ve Resulü'nün dostlarıyla beraberdir...

Fatih ve Onun Yeni Nesline Selam!

Necip Fazıl Kısakürek (Ayasofya Hitabesi'nden)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Benden selam eylen şol nazlı yare

Her beni gördükçe gülüp durmasın

Aldırdım aklımı oldum divane

Aklımı başımdan alıp durmasın

 

Kız seninle böyle miydi pazarım

Kara kaşlarında kaldı nazarım

Yol üstünde kazmasınlar mezarım

Yar gelip geçtikçe yanıp durmasın

 

Kız seninle bir bahçecik dikelim

Ayvasından turuncundan satalım

Gel sarılıp bir gececik yatalım

Ah-ü zarım sende kalıp durmasın

 

Karacaoğlan der Hakk'a baka dur

Yollar çamur belki çöker büke dur

Çekemem kahrını bağrım yufkadır

Arada habarın gelip durmasın

 

Mağnada , deniz dalgaları gibi ayasofya kapılarına dayanan coşkun , kara sevdalı dalgalar vardır . Karacaoğlanın bu şiiri bana hep ayasofya camiini hatırlatır. Göz yaşlarımı tutamam. Hiç gayreti olmayan kişide bile bir tesiri oluyor. Üstadın ayasofya camiisi için çabalarının anlaşılmasında da etkili olabilir diye paylaşmak istedim.

Ayasofya belki de çok edepli , namuslu bir kızdır. Bir şekilde bize küsmüştür . Belki onu yeterince sevmediğimiz için kapalıdır...

Arı kovanı gibi düşünürsek Ayasofyanın da belki gönlü vardır.

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Gözyaşı şehri Bekke (Mekke) den çıkarken dönüp onunla konuşmuştu...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...