Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
gece güneşi

Rıza Tevfik Bölükbaşı

Recommended Posts

bulunsun istedim :rolleyes:

 

Nerdesin, şevketli Sultan Hamid Han

Feryadım varır mı barigahına?

Ölüm uykusunndan bir lahza uyan

Şu nankör... bak günahına

 

Tarihler ismini andığı zaman

Sana hak verecek hey koca Sultan

Bizdik utanmadan iftira atan

Asrın en siyasi Padişahına

 

Divane sen değil,meğer bizmişiz

Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz

Sade deli değil,edepsizmişiz

Tükürdük atalar kıblegahına

 

Sonra,cinsi bozuk,ahlakı fena

Bir sürü türedi,girdi meydana

Nerden çıktı bunca veled-i zina?

Yuh olsun bunların hem ervahına.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Göz Âşinâlığı

 

 

İsmini bilmezdim, fakat tanırdım:

Ne yosma bir çiçek takısı vardı!

Kızıl saçlarını ateş sanırdım:

Güneş nûru gibi yakışı vardı.

 

Öyledir, gün, şafak söktüğü zaman

-Göllere gölgeler çöktüğü zaman!-

Saçını çözüp de döktüğü zaman

Dalga dalga düşüp akışı vardı.

 

Hüsnünde bir eda var ki âsıydı.

Beni harâb eden o edâsıydı;

Sevdâlı gönlümün âşinâsıydı

Yüzüme bir şirin bakışı vardı.

 

Rıza Tevfik

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Uçun Kuşlar

 

 

'Sevgili oğlum Mehmed Said'e'

 

Uçun kuşlar uçun, doğduğum yere

Şimdi dağlarında mor sümbül vardır

Ormanlar koynunda bir serin dere

Dikenler içinde sarı gül vardır

 

O çay ağır akar, yorgun mu bilmem

Mehtabı hasta mı, solgun mu bilmem

Yaslı gelin gibi mahzun mu bilmem

Yüce dağ başında siyah tül vardır

 

Orda geçti benim güzel günlerim

O demleri anıp bugün inlerim

Destan-ı ömrümü okur dinlerim

İçimde oralı bir bülbül vardır

 

Uçun kuşlar uçun, burda vefa yok

Öyle akarsular, öyle hava yok

Feryadıma karşı aks-i sada yok

Bu yangın yerinde soğuk kül vardır

 

Hey Rıza kederin başından aşkın

Bitip tükenmiyor elem-i aşkın

Sende derya gibi daima taşkın

Daima çalkanır bir gönül vardır

 

 

 

Rıza Tevfik Bölükbaşı

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gözlerin

 

Ruhumda gizli bir emel mi arar

Gözlerime bakıp dalan gözlerin?

Aklıma gelmedik bilmece sorar

Beni hülyalara salan gözlerin!

 

Nigâhın gönlüme - ey peri-peyker!-

Leyâl-i hasretin hüznünü döker;

Karanlık gibi yığılır çöker

İçime yer edip kalan gözlerin!

 

Huzurunda ba'zan benliğim erir,

Tavrın hulûsumdan şüphe gösterir,

Ba'zan da ne olmaz ümitler verir

Sabr u karârımı alan gözlerin!

 

Gamzende zâhir, ey ömrümün varı!

Füsûn-ı hüsnünün bütün esrarı,

Neşr eder âleme reng-i bahârı

Koyu menekşeye çalan gözlerin!

 

Sihirdir, şüphesiz, bütün bu şeyler;

Bakışın zihnimi perişan eyler,

Bana aşk elinden efsâne söyler,

Aşka inanmayan yalan gözlerin

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dilek

 

Dilerim ki fânî dünyâda kimse

Ömrünü mihnetle telef etmesin.

Fakat kâmil adam olmak isterse,

Elem çektiğine esef etmesin.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Adem Çevik'in, Abdülhamid'de Yanılanlar adlı derlemesinde Rıza Tevfik'e ayrılmış olan bölümü aşağıya naklediyorum. Hakikaten çok ilginç ve leziz bir yazı olmuş. Hamallarla diyaloğundaki garabetten şiirlerinin dilindeki çekiciliğe, döndüğü hatasını itirafındaki samimiyetinden inandığını söylemedeki cesaretine kadar pek çok noktada, tasavvuf hakkındaki bazı görüşlerinden dolayı pek yüksek bir mevkie oturtmasam da büyük bir sempati beslediğim, şiirdeki üslubunu ve hatasından dönüşündeki samimiyetini takdir etmekten kendimi alamadığım Rıza Tevfik'le ilgili kıymetli bilgiler veren, mühim izler gösteren ve bu sebeple okunması gereken bir yazıdır efendim. Okuyun.

 

 

Riza Tevfik Bölükbaşi (1869-1949)

 

1869'da Edirne'de doğdu. Galatasaray Lisesi ve Mülkiye Mektebi'nde okudu. Tıbbiye Mektebi'ni bitirdi. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katıldı. Edirne Mebusu seçildi. İttihatçılarla anlaşamadığı için partiden ayrıldı. Bakanlık ve meclis başkanlığı yaptı. Sevr Antlaşması'nı imzalayan delegeler arasında yer aldığı için 'Yüzellilikler'le birlikte yurtdışına sürgün edildi. Yirmi yıl kadar Hicaz, Amerika ve Ürdün'de yaşadı. 1939'da yurda döndü. 1949'da öldü. Bazı insanlar vardır ne yaparsanız yapın onları bir köşede pasif olarak oturtmanız mümkün olmaz. Aksiyon ve bir şeyler yapma hissi onlarda doğuştan vardır. Bu histen dolayıdır ki onlar hep birçok olayda ön planda olmuşlardır. İşte Filozof unvanıyla nam salmış Rıza Tevfik de bunlardan biridir. İstibdadın bitmesi ve hürriyetin gelmesi için canla başla çalışmış olan ünlü filozof, Meşrutiyetin ilanından sonra da boş duramamıştır. Selim Sırrı'yla beraber gönüllü olarak İstanbul'un güvenliğini sağlama işine girişmiştir. Bu arada da önüne gelen herkese Meşrutiyet'in yüceliğinden bahsetmeyi ihmal etmemiştir. Hatta bu işi hamallara kadar götürmüştür. Onun hamallara Meşrutiyet'i anlatmaya çalışması tam bir trajikomik olaydır. Gerisini Halide Edip Adıvar'dan dinleyelim:

 

"O günlerde Abdülhamid'in polisi sinmiş olduğu için kalabalığa pek hâkim olan Rıza Tevfik idi. Bütün hafta gece gündüz o kadar haykırarak nutuk vermişti ki, sesi tamamen kısılmıştı. Burgaz'a bizi o hafta sonunda görmeğe geldiği zaman sesi bir fısıltı halinde çıkıyordu. Yine o hafta Rıza Tevfik'i iyi taklit eden bir genç dostumuz onun Kürt hamallarına nutuk verdiğini dinlemiş; şöyle anlatıyordu:

 

Hamallar:

 

'Söyle bize meşrutiyet ne demektir?'

 

Rıza Tevfik:

 

'Meşrutiyet öyle büyük bir şeydir ki, onu bilmeyenler eşektir.'

 

Hamallar:

 

'Biz hep eşeğiz.'

 

Rıza Tevfik:

 

'Babanız da bilmiyordu. Siz eşşek oğlu eşşek olduğunuzu söyleyiniz bakalım.'

 

Hamallar hep bir ağızdan:

 

'Hepimiz eşşek oğlu eşşeğiz.'"1

 

İşte, devrinde çok eleştirilmiş, en büyük istibdatçı sayılmış, "Lö Sultan Ruj, Kızıl Sultan" yaftasıyla karalanmış II. Abdülhamid'in düşmanlarının hürriyeti tarifleri. Hürriyet ve Meşrutiyet'in verdiği sarhoşluktan çabuk ayılan ve gerçekleri görmeye başlayan Rıza Tevfik, işlerin yolunda gitmediğini ve Abdülhamid döneminin aranmaya başlandığını görerek bunu Meclis'te dile getirir:

 

"Efendiler... Bugün ülkede bir feryat vardır. Bu bir gerçektir. Ben işitmedim, demek sanırım biraz kuvvetli sözdür. Bu feryadı herkes işitiyor. Hatta hükümetle ilişkisi olmayan, hapishanelerle ilişkisi olmayan yöreler feryadı işitiyor. Bunu sadece biz değil, yabancılar da işitiyor. Cebim yakınmalarla doludur, isterseniz size gazetelerin soruşturmalarını yukarıdan aşağıya söyleyeyim... Çünkü hükümete hiç güvenmemekteyiz.

 

Dışarıda işittiğimiz feryatlar da bizim güvenmeyişimize güç katıyor, ondan Ötürü soruşturma istiyoruz. Meşrutiyet yanlısı ülkelerde daima yapılmaktadır. Benim görüşümce bir felaket var, o da gerçek hükümetin hangi ellerde olduğuna dair bende kuşkular var. Acaba hükümet (hükümet üyelerini göstererek) şu sayın kurul mu? Bence değil. Acaba çoğunluk partisi mi? O da değil. Çünkü çok arkadaşlarımızla görüşüyoruz, diyorlar ki 'ne yapalım hakkınız var ama biz disiplini bozmamak için böyle oy veriyoruz.' (Gürültü. Red ederiz sesleri). Efendiler rica ederim, ben yalan söylemiş adam değilim...

 

Şuna özellikle ilginizi çekerim ki memlekette bu koşullarda zulüm yeni değildir. Bu pek eskidir. Fakat siz unutuyorsunuz galiba. İmam-ı Azam'ı dayaktan öldürdünüz, İmam Hanbel falakada öldü. O vakitki zalim hükümeti tutan gene senin gibi başı sarıklı adamlar idi. Abdulhamid'i..."2

 

Evet, hızını alamayıp devam edecek olan Rıza Tevfik orada güç bela susturulur; ama o başka bir oturumda der diyeceğini. Bir gün:

"Meşrutiyet'e de, Cemiyet'inize de, size de lanet olsun!" diye bağıracak kadar kendinden geçer."3

 

Canla başla gelmesi için mücadele ettiği Meşrutiyet'in ülkeyi daha da gerilere götürdüğünü görerek kahrolan filozofumuz, özellikle eğitim alanında ne kadar gerilendiğini ve Abdülhamid döneminin bile arandığını üzülerek dile getirir:

 

"Meşrutiyet'in ilanından beri Maarifimiz ilerleyeceğine bilakis geriledi. Şimdi Sultan Abdülhamid'in o beğenmediğimiz maarifi seviyesine yetişmek için hiç olmazsa on sene çalışmamız lazım."4

 

Abdülhamid'in dönemine alternatif olarak ortaya konulan ve özellikle de Ziya Gökalp'in önderliğini yaptığı yeni kültür (hars) girişimini de şairane bir üslupla anlatır Şair Rıza Tevfik:

 

Yeni Hars

 

"Kaşığa dayandı aç pilavcılar

Banka teşkil etti usta tavcılar

Meteliğe kurşun atan avcılar

İsabet ettirdi oku hedefe!

 

Ne kadar şakşakçı pişekâr varsa,

Taraftar oldu hep bu yeni harsa,

Oyun başlamadan toplandı parsa,

Adımız sanımız konuldu defe...

 

Züğürde hamiyet sermaye verdi;

Nice şaşkınlara bir gaye verdi;

Hem şeref bahşetti, hem paye verdi;

İkdamcı Cevdet'e, Ruşen Eşrefe!

 

Beyaz renge boyar onlar zenciyi,

Ela gözlü yapar, kör dilenciyi;

Elini sürmeden alıp inciyi

Zeytin çekirdeği koyar sedefe!

 

Kemale yüz tuttuk, coşup boşandık;

Terakki nasılmış, görüp inandık;

Nebbaş-ı evveli hayr ile andık.

Çok rahmet okuttu halef selefe!

 

Bu panayır faslı olunca tamam.

Sarhoşlar ayılır, gider vesselam!

Ne kısmet getirir bilemem bayram!

Herhalde yaklaştı yevm-i arife"5

 

Tevfik Fikret'in "Han-ı Yağma" şiirini hatırlatan bu dizeler beklentilerin ve hayal kırıklıklarının en güzel ifadesidir. "Ne Oldu" adlı şiirinde de direkt olarak Meşrutiyet'i, onu bilmeyen hamalları eşeklikle aşağıladığı Meşrutiyet'i yerden yere vurur Rıza Tevfik:

 

Ne Oldu

 

"Kafalar dumanlı, gözler dumanlı

İstanbul ufkunda yine sis oldu.

Sonunu düşünen her bir Osmanlı

Şu günlerde biraz müvesvis oldu!

 

Harp esnasında bak hava güzeldi,

İşlerin gidişi pek mükemmeldi.

Allah lanet etsin... Bir sağnak geldi

O zengin ağalar hep müflis oldu!

 

Aldı Meşrutiyet ele değneği.

Gösterdi bize bir Sovyet örneği,

Laşeye üşüştü karga derneği

Yaban yerde büyük bir meclis oldu!

 

(...)

 

Dönmeden vazgeçmez bu kahbe felek

Çingene ne yapsa su tutmaz elek.

Soysuzluk, yoksulluk yüzünden gerçek

Vakit hem uğursuz, hem hasis oldu!

 

Hey Rıza tüy diktin yanan şamdana

Üç yıllık tarihi soktun destana

Üslûbuna söz yok; Aferin sana!

Bu şiirin hakikat çok selis oldu. "6

 

Tüm hayal kırıklıklarını şiirleriyle dile getiren Rıza Tevfik, bir hayal kırıklığına da Meşrutiyet ilan olunduktan sonra kendilerine destek vermesini bekledikleri İngilizlerden yaşar. Abdülhamid'e rağmen Meşrutiyet'i getirmelerine karşın, bekledikleri desteği yabancı ülkelerden göremeyen Jön Türkler'in ne kadar hayal âleminde yaşadığını Rıza Tevfik'in İngiltere'nin Türkiye büyükelçisiyle arasında geçen şu konuşma açıkça ortaya koyar:

 

"İngiltere'nin Türkiye Büyükelçisi Lord Nicholson: 'Dostum Rıza Tevfik Bey... Biz Jön Türkleri teşvik ettik. Onlardan büyük neticeler bekliyorduk, ihtilâl olacak; istibdad ile beraber Sultan da bahusus temsil ettiği hilafet müessesesi de alaşağı edilecekti. Fakat aldandık. Beklediğimiz neticeyi alamadık. Zira ihtilâl yaptınız, gerçi Kanun-u Esâsı geldi, fakat Sultan da ve hele hilafet müessesesi de yerinde baki...' Rıza Tevfik:

 

'İngiltere devlet-İ fahimesini, hilafet müessesesi bu derece şiddetle neden alâkadar ediyor?'

 

Nicholson:

 

'Ha... Dostum Rıza Tevfik Bey... Biz Mısır'da, bilhassa Hindistan'da, İslâm kitlelerini idaremiz altına alabilmek için milyonlarca altın harcadık, muvaffak olamadık. Halbuki Sultan? Yılda bir defa bir 'selâm-ı şahane', bir de 'Hafız Osman hattı Kur'an-ı Kerim' gönderiyor, bütün İslâm ümmetini, hudutsuz bir hürmet duygusu içinde, emrinde tutuyor. İşte biz ihtilâlden ve siz Jön Türkler'den ihtilâl sonunda sultanların da, hilafetin de, yani bir selâm-ı şahane ve bir Hafız Osman Kur'an'ıyla kitleleri avucunda tutan kuvvetin de devrilmesini bekledik, aldandık, işte bu sebeple bir soğuk adem-i kabul gördünüz..."7

 

Rıza Tevfik, işte o zaman Meşrutiyet'i getirmekle kimlere nasıl bir hizmette bulunduklarının farkına varır ve Meşrutiyet'i getirmekte aceleci davranmayan Abdülhamid'in ne kadar haklı olduğunu anlar.

 

Ülkeyi ve halkı ne kadar kötü bir duruma düşürdüklerini ve eski dönemlere hasret oluşturduklarını 1912'de yazdığı "Rumeli İçin" şiiriyle çok güzel dile getirir şairimiz:

 

Rumeli İçin

 

Gülşeni açmadan emel goncesi

Sarsar-ı felâket perişan etti.

Sevgilim, düşmanın hâin pençesi

Saçından bir tutam tel aldı gitti.

 

Biz zâten varını talan etmiştik

At sürüp o bağı harman etmiştik.

Atalar yurdunu viran etmiştik,

O viran binayı el aldı gitti.

 

Biz hakkın yüzüne sille vurmuştuk

Vicdanın emrine karşı durmuştuk.

Cehennem üstüne köprü kurmuştuk,

Nâmerd köprüsünü sel aldı gitti.

 

Allah'ın gadabı şarka uğradı,

Katil çetesini kırdı, doğradı.

Anama sövenin, kızı, avradı,

Domuz çobanından döl aldı gitti.

 

Hey Rıza, dökülen bu kan bizimdi.

Düşmana kul olan canan bizimdi.

Rum eli... O nazlı vatan bizimdi

Biz benimsemedik el aldı gitti8

 

Büyük ümitler bağlayarak girdiği ve hayal kırıklıklarıyla terk ettiği İttihat ve terakki macerasını da bir destanında anlatır şairimiz:

 

Rıza Tevfik'in Destanı

 

Dinleyin ahbaplar şu destanımı,

Bakınız ne kadar hayretfezadır

Evvela öğrenin nam ve şanımı,

Şöhretim Filozof ismim Rıza'dır.

 

Milletin feryadı sarsarken Arşı,

Bana boru gelir hürriyet marşı.

Hükümet değil bu, aynalı çarşı

Orada, sırıtan birkaç simadır.

 

Mahbese girdimse yoruldum sanma!

Mahkum oldumsa da vuruldum sanma!

Çalkanır deryayım, duruldum sanma!

Gönlümü coşturan aynı havadır.

 

Kubbeler bezminin zevkinden bıktım,

Karga derneğinden sıyrıldım, çıktım;

Yaptığım hatayı tekmeyle yıktım

Gördüm ki gidişin sonu fenadır.

 

İttihad-ı İslam gibi bir mukaddesi kendilerinin oyuncağı etttiklerini, böyle bir boş hayalin peşinden koştuklarını da "Biz baklayı ne zaman ağzımızdan çıkaracağız" adlı makalesinde açıkça itiraf eder Muharrir Rıza Tevfik:

 

"İttihad-ı İslâm gibi bir mukaddes hayalî, gayeyi siyaset oyuncağı ettik. Maksadımız saf olan avam-ı nassı bu gibi nümayişlerle aldatmak ve muhaliflerimize karşı hamiyyet satmak ve onları lekelemek idi. İstanbul'da Merkez-î Muallâ-yı Hilâfet'te dört buçuk İslâm mahallesini bir maksatla birleştirmek için İttihat ve Terakki'nin çifte programlı politikası en mühim bir mania teşkil ederken, Hindistan'ı, iran'ı, Turan'ı ve daha nice nice memâliki zabtetmeğe kalktık. Hattâ böyle zevzek bir konferans verildi. Ben de Üsküdar'da dinledim ve havf ile hayret içinde kaldım. Neticede Avrupa Düvel-i Muazzamasının nefret ve istihfafını celbettik ve milyonlarca İslâm kardeşlerimizin insilâb-ı rahatına sebebiyet verdik. Bu zevzekliğe yardımcı olarak bir de satvet politikası takip ettik. Semerâtını Malisya'da gördük. Adi ü ihsan politikasına geldik, etmediğimiz zulm ve gadr kalmadı. Tev-si-i mezuniyet kaidesi, umûr-ı idarede Meşrutiyetin umdesi iken, memleketi parçalamak manasına tevil ve mahiyet-i asliyesini külliyen tebdil ederek propaganda yaptık ve merkeziyet-i idareyi takviye etmeye bezl-i gayret ettik. Fakat Meşrutiyet davasıyla beraber iltizamen tatbikine çalışılan bu su i idare her taraftan şikayet-i cedideyi ve bilâhare anarşiyi davet ettiğinden, memleketin her nahiyesini yeniden fethetmeye kalkıştık. Halbuki ecdadımız onları çoktan fethetmiş ve bize yalnız muhafaza ve imar vazifesini bırakmış idi."10

 

Yaptıkları tüm işleri arpa ekmeye benzeten Rıza Tevfik, sonucunu da garip bir şekilde tarif eder:

 

"Genç Türkler ne talihsiz adamlar imiş ki, fevkalâde bir teveccüh ve itibara mazhar olmakla beraber, hükümet sandalyesinde ayak üstü duramadılar ve tecrübedîde eski vüzerâya muhtaç kaldılar. Evet, öyle oldu değil mi? Arpa ektik darı çıktı."11

 

Sonuç olarak Rıza Tevfik, tüm samimiyetiyle bağlandığı hürriyetin ve İttihat ve Terakki'nin boş bir idealden ibaret olduğunu görür. Ne kadar büyük bir padişahı, ne kadar büyük bir siyasi dehayı eleştirdiğini fark eder ve mertlik göstererek pişmanlığını bir şiirle, hem de çok dokunaklı bir şiirle dile getirir.

 

Onun, "Nerdesin!" diye başlayan şiirini okuyup da hâlâ II. Abdülhamid'e vatan düşmanlığını yakıştıranların kafasını iki eli arasına alıp düşünmesi yerinde bir hareket olur herhalde. İşte Rıza Tevfik'in pişmanlık dolu şiiri:

 

Sultan Hamid'in Ruhaniyeti'nden İstimdat

 

Nerdesin, şevketli Sultan Hamid Han

Feryadım varır mı barigahına

ölüm uykusundan bir lahza uyan,

Şu nankör milletin bak günahına!

 

Tarihler ismini andığı zaman

Sana hak verecek, hey koca Sultan;

Bizdik utanmadan iftira atan,

Asrın en siyasî Padişahına!

 

Divane sen değil, meğer bizmişiz

Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz!

Sade deli değil edepsizmişiz!

Tükürdük atalar kabrigahına!

 

Sonra cinsi bozuk ahlakı fena,

Bir sürü türedi, girdi meydana.

Nerden çıktı bunca veled-i zina?

Yuh olsun bunların ham ervahına!

 

Bunlar halkı didik didik ettiler,

Katliama kadar sürüp gittiler.

Saçak öpmeyenler secde ettiler.

[...] pis külahına.

 

Bugün varsa yoksa [...]

Şöhretine herkes fuzulî dellal,

Alemi manada bak da ibret al

Uğursuz talihin şu kemrahına

 

Haddi yok, açlıkla derde girenin

Sehpayı kazaya boyun verenin.

Lanet ile anılan cebabirenin

Bu, rahmet okuttu en küstahına.

 

Milliyet davası fıska büründü,

Rıdayı diyanet yerde süründü;

Türkün ruhu zorla asi göründü,

Hem Peygamberine hem Allah'ına"

 

Yukarıdaki şiiri Abdülhamid'i övdüğü için Türk milletine hakaret olarak algılayanlara da cevabını hemen verir yurdumuzun ilk filozofu:

 

"Ben bu şiiri, Türk milletine hakaret kastıyla değil, tamamıyla aksi olarak, Türk milletini ölüme götüren bir zümreyi teşhir ve Abdülhamid Han'a edilen iftiraları tespit gayesiyle yazdım. 31 Mart Vakası'nı tertiplediği isnadı altında tahtından alaşağı edilen büyük hükümdar, bu isnatla, sade iftiraların değil, tertiplerin de en hainine hedef tutulmuştur. 31 Mart'ı tertipleyen İttihatçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben varım. 31 Mart'ı kışkırtma ve körükleme işini Selim Sırrı (Tarcan) ile Rıza Tevfik idare etti. Hasta yatağımdan söylediğim bu sözlere tarih kulak kabartsın."13

 

II. Abdülhamid devrinde, mülkiye talebesiyken hemen hemen her öğrenci gibi, II. Abdülhamid'den nefret edenlerden biri de Sırrı Bellioğlu'dur. Hatta çok da uslu durmadığı için Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa tarafından hesaba da çekilmiştir. Devrinin şartlarında durumu çok iyi değerlendiremeyen Bellioğlu daha sonraki yıllarda ne kadar güzel bir dönemden habersiz yaşadığını söylemekten çekinmez. Bunu da hapishanede arkadaşlık kurduğu Necip Fazıl'a itiraftan çekinmemiştir. İşte Necip Fazıl'a Sırrı Bellioğlu'nun Abdülhamid ve dönemiyle ilgili pişmanlık dolu sözleri:

 

"Abdülhamid devriyle bu devir arasındaki farklardan biri şudur ki, ben o zamanlar bir mülkiye talebesi olarak menfaya gönderilirken, Beşiktaş'ta, Padişah'in yaverlerinden Kemal Paşa bana 'Efendi oğlum!' diye hitap ederek söze başlamıştı. İşte, çocuk denecek kadar genç ve ehemmiyetsiz bir mektep talebesine, saraya nüfuzlu en yüksek rütbeli askerin muamele tarzı!

Bu devirde ise, yaşım 60'ı geçmiş, uzun müddet Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde mebusluk etmiş, bir aralık da iktisat vekilliğinde bulunmuş bir ihtiyar olarak tevkif edildiğim vakit bana polis müdür muavini 'eşek!' diye hitap etti."

 

İşte Sırrı Bellioğlu'nun bana mektubu:

 

"Sevgili Necip Fazıl;

 

Sana tevfikhanede söylediğim bu sözü benden yazılı olarak istediğin için aynen kaydediyorum.

 

Dahlim olmadığı halde bazı ahbaplarımın padişaha kast teşebbüsünde bulunmaları sebebiyle ben de maznunen Beşiktaş karakolunda tevkif edilmiştim. İsticvabımı yapan Müşir Hasan Paşa ile Yaver Kenan Paşa bana daima "Efendi oğlum" diye hitap ederlerdi. Beni zaptiye hapishanesine gönderdikleri zaman bileklerime kelepçe vurmamışlar ve sivil bir polis terfik etmişlerdi. Bu esnada 21 yaşında bir genç mektep talebesiydim.

 

Halbuki 60'ını geçmiş, vekillik etmiş, mebusluk etmiş bir ihtiyar olarak birkaç sene evvel İstanbul polis müdüriyetinde tevkif olunduğum zaman mahut (Zeki), vaziyete muvafık söz söylemediğim zaman bana 'eşek!' diye hitap ve dayakla tehdit etti.

 

İşte azizim, haşin ve mütehakkim dediğimiz adamların siyaset maznunları hakkında gösterdikleri nezaketle, Cumhuriyet mefkuresine bağlılıklarını iddia eden kesânın izhar ettikleri muamele! Artık sen ilerisini tasavvur et!"

 

(19 Ağustos 1947, Sırrı Bellioğlu)14

 

---------------------------------------------------------

 

1 Halide Edip Adıvar, Yeni İstanbul: 5-11-1955.

 

2 Dr. Ali Nejat ölçen, Osmanlı Meclis-i Mebusanında İttihat ve Terakki Zorbalığı ve Siyasi İşkenceler, Güldikeni Yayınları, İstanbul, 1982, s. 131-132.

 

3 Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2000, s. : 231, (Tanin, 12 Ocak 1912).

 

4 Hilmi Yücebaş, Filozof Rıza Tevfik, Dizerkonca Matbaası, İstanbul, 1957, s. 38.

 

5 Rıza Tevfik, Aydede, 25 Mayıs 1922.

 

6 Rıza Tevfik, Aydede, 5 Haziran 1922.

 

7 *okunmuyor*, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul. 1993, s. 136.

 

8 Hilmi Yücebaş, Filozof Rıza Tevfik, Dizerkonca Matbaası, İstanbul, 1957, s. 198.

 

9 Cemalettin Saraçoğlu, Yirminci Asır, 4 Ağustos 1955.

 

10 Rıza Tevfik, Biz Baklayı Ağzımızdan Çıkarmayacağız, Teminat, Ntı: 212,3 Şubat 1327.

 

11 Rıza Tevfik, Son Sistem, Tesisat, Nu: 127, 8 Teşrin-i sânî 1327.

 

12 Necip Fazıl Kısakürek, Babıali, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 1985.

 

13 Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 1998, s. 17.

 

14 Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 1965, s. 339-340.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Rıza Tevfik Bölükbaşı, Fikret'in Necib Rûhuna

 

 

 

Dediler ki ıssız kalan türbende

Vahşi güller açmış; görmeye geldim

O cennet bağının hakine ben de

Hasretle yüzümü sürmeye geldim...

 

Dediler ki sana emel bağlayan

Kabrinde diz çöküp bir dem ağlayan

Bermurad olurmuş! Ben de bir zaman

Ağlayıp murada ermeğe geldim!

 

Şu hicran yılının son baharında

Jaleler titrerken çemenzarında

Gün doğmazdan evvel ben mezarında

Matem çiçekleri dermeğe geldim!

 

Seni andım bütün gam çekenlerle

Aşk-ı hak uğruna yaş dökenlerle

Sarı gonca veren şu dikenlerle

Taşına bir çelenk örmeğe geldim!

 

Yadın ölüm gibi bir sırrı mübhem

Neş'e sevda mı bu hissi elem?!

Ruhumda ne füsun eyledin bilmem?..

Bugün sana gönül vermeğe geldim!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hastayım, yalnızın, seni yanımda

Sanıp da bahtiyâr ölmek isterim.

Mahmûr ı hulyâyım; câm ı lebinden

Kanıp da bahtiyâr ölmek isterim.

 

Bir olmaz emelin düştüm peşine

Vuruldum hüsnünün şen güneşine

Elâ gözlerinin aşk ateşine

Yanıp da bahtiyâr ölmek isterim.

 

Tâliin kahrı var her hevesimde,

Boğulmuş figanlar titrer sesimde,

O nazlı ismini son nefesimde

Anıp da bahtiyâr ölmek isterim.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

AŞK İLE EĞLENEN BİR İŞVEBAZ (5024 Hit)

 

Güzelim afetsin lakin ben sana

Divane olsam da aşık olmazdım.

Pek açık söylersem darılma bana

Aşık olsam bile sadık olmazdım.

 

Sen gibi şahbazlar semiz kaz arar.

Bilirim çok alık aşıkların var.

Ben bu koleksiyona girssem de naçar

Onların birine faik olmzadım.

 

Ben de senin gibi çapkınım biraz

İki cambaz aynı ipte oynamaz

Beni sevsen bile sen ey işvebaz

Ben o muhabbete layık olmazdım.

 

________________________________________________________

 

 

 

 

BİR AN-I ME'YUSİYYET

 

Ömrümün neş'esiz geçti baharı

Neyleyim baharı,gülsüz olunca?

Bir tutsam gerektir Yar-u ağyarı,

Gurbet ellerinde öksüz olunca

 

gönül elindedir faryad-u zarım

Şu nankör aşkımdan,bende bizarım,

Ruhum azad olur,belki,mezarım

Ayaklar altında dümdüz olunca.

 

Diyorlar ki 'Rıza!..' döner bu alem..

Encamına varır bu devr-i sitem..''

Benim gözümde fer kalır mı bilmem,

Bu uzun geceler gündüz olunca?!.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yürü,hey bi-vefâ hercâi güzel!

Gönlüm o sevdadan vazgeldi geçti,

Soldu açılmadan gonca-i emel

Sonbahara erdik, yaz geldi geçti!

 

Sana şerh ederken hicran-ı aşkı,

Dizinde okudum destan-ı aşkı;

Buselerle aldım peyman-ı aşkı,

Unutma!... Arada söz geldi geçti!..

 

Hüsnünle bu kadar niçin öğündün!..

Bİr yanar ateştin,sinemde söndün!

Ahd-ü peyman ettin,sözünden dündün;

O da bir hevesmiş,tez,geldi geçti.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ah Rıza Tevfik ah! Şiirlerini okuyunca içimde oluşan o rind ruhu, Türk ruhu, Akıncı ruhu, İrani Aşkın Tasavvuf Ruhu....

Sevre imza attıgını ögrenince söndü.

Niye yaptın ki bunu? Niye bu daha taze hayranını kuruttun! Ah... Tarih işte.

Sonun bası patlatılmış ve boynuna Osmanlıca;

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

حائن وطن

و

حائن دين

(بازى آرقاداشلر شاشيره بلرلر حائن دين سوزنه زيرا او زمان جمهوريت شريعتله يونتليوردى مصطفى كمالك ده ثلت بر مهرى واردى )

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Yaftası asılmış Ali Kemal gibi olmadı neyse.Ama sen ALi Kemalden bin kat daha kötüsünü yaptın..... Olmadı be olmadı....

:) :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selma...Sen de Unut Yavrum!

 

Bir akşamdı, evimizde ecel kanat germişti,

Anneni - bir cellad gibi - vurup yere sermişti.

Ölüm ile pençeleşen bir hayatın güreşi,

Sekiz yıldan sonra dinmiş; nihayete ermişti.

Adalar'ın denizinde batan akşam güneşi

Sönük, ölgün ışığını çamlıklara dökmüştü.

Evde yoktun, sonra geldin, dağda kırda gezmiştin;

Lâkin bilmem bu yokluğu nerden, nasıl sezmiştin?

Güzel ela gözlerine bir öksüzlük çökmüştü,

Gözyaşımda dehşetli bir sır arayan gözlerin,

Issız kalan vicdanıma karanlıklar serperdi.

'-Baba! Annem nerde? ' dedin,hep tüylerim ürperdi:

Hançer gibi ta ruhuma battı yaman sözlerin.

O gün bugün 'Annem nerde? ' diye ba'zı sorarsın,

Gülümserim gözyaşlarım sakin sakin akarken;

Uzaklarda bir şey arar, ufuklara bakarken,

Benim dalgın gözlerimde hayalini ararsın.

O tâli'siz bi-çareyi bak ben bile unuttum,

Gönlümdeki iniltiyi ninnilerle uyuttum.

Unut kızım, sen de unut, anma artık adını;

Yabancıdır bize, sorma o zavallı kadını.

Sorma kızım, sorma yavrum,ben de bilmem nerdedir;

Onu örten kara toprak bir karanlık perdedir.

'O ağaçlar neresidir? ' diye sorma güzelim!

Gel, seninle yapayalnız çamlıklarda gezelim.

O ağaçlar batıp giden güneşlerin gölgesi;

O serviler hayal olan varlıkların ülkesi.

Bak bu yanda daha dil-ber fidanlar var, kuşlar var;

Beyaz, penbe çiçek açmış gelin gibi ağaçlar.

Bahar olmuş bak her yere hayat nuru saçılmış,

Gözyaşların döküldüğü yerde güller açılmış.

Güneş senin, bahar senin, bak sen de bir çiçeksin;

Gül ki, benim küskün gönlüm o gülüşe özensin,

Sessiz dağlar kahkahana cevap versin, bezensin.

Ölüm şeklindeki sırrın ma'nasını düşünme

Gölge gibi bir varlığın ru'yasını düşünme

Sabahı yok, nihayetsiz karanlıklar içinde

-Bir kıvılcım gibi- bir an beliririz, söneriz.

Varlık budur benim için, hatta senin için de;

'Bir hakikat var mı? ' derken bir hayale döneriz.

Nice yüzler gördüm, geçti - ben unuttum- besbelli;

Her çehre bir hayalettir bu süreksiz ru'yada

Unut yavrum, sen de unut! . Bu ölümlü dünyada

Her cefayı unutmaktır bizler için teselli.

Sonbaharın matemini gözlerimde okuma! ...

 

(Serâb-ı Ömrüm) -1903

Üstadın kardeşinin vefatında sık sık okuduğu bir şiir...

 

"Hele Vaniköyünde, Serasker Rıza Pasa yalısındaki «Rehber-i İttihat» mektebinde, ilk defa tattığım

yatılı talebe acısıyle, Rıza Tevfik'in «Selma sen de unut yavrum» siirini okuyarak, Boğaziçi'ne

bakan büyük pencereler önünde döktüğüm gözyasları..."(O ve Ben)

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest Bir Kereye Mahsus

Dervişlik özüne hâkim olmaktır,

Esir-i nefs olan derviş değildir.

Aşkı rehber edip hakkı bulmaktır,

Keşkül, teber, âsa, tığ, şiş değildir.

 

İbadet nâmına kalkıp oturma,

Bağırma, tepinme, göğsüne vurma,

"Yâ Hû!" "Yâ Hak!" diye köpürüp durma,

Zikr-i Hak hazm için geviş değildir.

 

Sırr-ı hakîkatı gönülden öğren,

Gönüldür aşk ile dîdârı gören,

Ârif-i âgâha o zevki veren,

Beng-ü bâde, afyon, haşiş değildir.

 

Dünyada cennete girenler varsa,

Vech-i Hakk'ı ayân görenler varsa,

"Enel Hakk" sırrına erenler varsa,

Sarhoşluk yüzünden ermiş değildir.

 

Boz yılanı tuttu, çiv'yuttu derler,

Pirimiz duvarı yürüttü derler,

Kerâmet olsa da böyle hünerler,

İnsanlığa yarar bir iş değildir.

 

Kerâmet umma hiç necef taşından,

Ayrılma insandan, öz kardaşından,

Hakk'ı göremezsin bağlar başından,

Gerçek er sultandır, keşiş değildir.

 

Mâmûrede doğar, mânevî insan,

Terbiyeyle büyür, kudret-i imân,

Senin aradığın nimet-i irfân,

Yaban yerde biten yemiş değildir.

 

Ham ervah her yerde var yığın yığın,

Nedir onlar ile verip aldığın?

Uzlete mâil ol, gönlüne sığın,

Cihân gönül kadar geniş değildir!

 

Rıza'dan himmet al, berzahta kalma,

Serden geçmedinse ummâna dalma,

Dervişlik sözünü ağzına alma,

Demir leblebidir, kişniş değildir!

 

Rıza Tevfik Bölükbaşı

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hey Rıza! Kederin başından aşkın,

Bitip tükenmiyor elemi aşkın

Sende derya gibi daima taşkın

Daima çalkalanır bir gönül vardır

 

Rıza Tevfik

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...