Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
NFK-Fan

Ulu Hakan II. Abdülhamid Han

Recommended Posts

Abdülhamid Etrafında

 

Bu eser, ilk defa Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Hân'ın, bütün okur-yazarlara, yeni doğmuş çocuk beynini salatasına doğratıp dişleyecek derecede korkunç bir zalim tanıtıldığı ve bu tanıtmaya müteârife gözüyle bakıldığı bir hengâmede meydan yerine dikildi ve satır satır şu mânayı tüttürdü:

 

- 36 Türk hükümdarı arasında belki en büyüğü ve tarihî hakkı muazzam bir zat mevzuunda yahudi, dönme, mason, kozmopolit ve emperyalizma ajanlariyle el ele, İttihat ve Terakki eşkiyasının imal ettiği ve Cumhuriyet rejimi boyunca devamına şahit olduğumuz yalan tarihe paydos!.. Dünyada her şeyin sahtesi görülmüş, fakat ilim ve tarihin devamlı yalancısına rastlanmamıştır!

 

Keşif, mutlak (orijinal) olarak Büyük Doğu'nundur; ilk alâmet ve tezgâhlanması 1943'de başlamış, haftalık ve günlük Büyük Doğu'lar süresi içinde her ân olgunlaşa olgunlaşa devam etmiş, bir aralık sahibini zindana kadar sürüklemiş, nihayet 1960 sonrasında ve onu takip edici ilk yıllarda gazetelerin tefrika sütunlarına aksetmiş, peşinden kitaplaşmış, birinci ve yarım baskısı hemen tükenmiş, ikinci ve tam baskısı da bitmiş, bunu üçüncü baskı takip etmiş; ve işte, şimdi, Abdülhamîd taraflısı yayınların modalaştığı bu günlerde, «bu dâvanın sahibi benim; manevî telif ve keşif hakkım mahfuzdur!» dercesine, kâmil, tashihli ve ilaveli şekliyle ortaya çıkmıştır.

 

Gayemiz Abdülhamîd'in hakkı olduğu için, bizim hakkımız görülmese bile ona ait hakkın görülmeye başlaması önünde, bazı uydurma ve derme-çatma eserlere rağmen bahtiyarlığımızı ilân ediyor; bu sahipsiz diyarda kimsenin kaale almadığı manevî telif ve keşif hakkımızı bağışlıyor ve yalnız şu dikkati ortaya atmakla yetiniyoruz:

 

- Marifet, büyük kısmı kursaktan doğma uydurmalarla Abdülhamîd'i konuşturmakta değil, onun hakkında konuşabilmekte ve bir (sentez) verebilmektedir. Bu dâvayı uydurma (sansasyon) mevzuu haline getirenlere karşılığımız da, kendilerini, her şeyi sahte bir dünyanın kalpazanları olarak tespit etmekten ibarettir.

 

N. F. K. / 1977

 

 

ÖNSÖZ

 

• Ben, sanat ve tefekkür adamı olmak dâvasındayım ve tarihçi değilim. Bu eser de bir tarih denemesi değil...

 

• İrfan sahiplerince bilinir ki, hikmet ilmin, ilim de tekniğin Üstündedir; tarih ise bu üç görüş şekline göre çeşitli...

 

• Tarihi, hikmet yönünden ele alan, onu, kafasındaki tezatsız ve her örgüsü tamam bir dünya görüşüne nispet eder. İlim gözüyle yuğuran, vakıaları sağlam bir (analiz) ve (sentez) halinde umumi kıymet hükümlerine bağlar. Teknik bakımından inceleyen de, sadece malzeme ve ham madde verir ve gerisi için tasa çekmez.

 

• Bu üç faaliyet nevinin sahiplerinden birincisi, cemiyet hamuıkârı büyük fikirci, ikincisi tarihi kendi içinde ve zamanının anlayışına göre muhasebe eden meslekî ilimci, üçüncüsü de bu rizikolu ve belâlı işlerden kaçınıp, yalnız dış şekil bakımından "doğru" ve "yanlış" ölçüsüyle hareket eden ve mansaptan evvel menbaı tutmaya bakan kuru müşahedeci... Herbirinin ayrı ayrı hakları olan bu üç sınıf iş sahibinden ilki, dünya çapında tefsirci ressam, öbürü sınırlı görüş peşinde usta fırça sahibi, daha öbürü de düpedüz fotoğrafçı... İlkinde hikmet kanatlı büyük ruh, öbüründe mevzuuyla kayıtlı mahallî idrak, daha öbüründe de dış hakikat kaygılı yavan akıl iş görür. Birinciye azametli hamle, ikinciye şerefli vazife, üçüncüye de tarafsız ihtiyat düşer; ve büyük sorumluluk, şüphesiz birinciden başlar.

 

• Böyle bir tarih anlayışından sonra diyorum ki, ben bu üç sınıftan hiçbirine bağlanmasam bile, bunlardan en çok olmadığım, ikincisi ve üçüncüsüdür. Dilediğim halde olamayacağım da, belki birincisi...

 

• Anlaşılıyor ki, gözüm birincide... Böyle olmakla beraber, bu eserle, birinci soydan iddia sahibi bir tecrübeye girişmiş olduğumu iddia edemem. Benim yaptığım, 60 küsur yaşımda tamamiyle örgüleşebildiğine şahit olduğum bellibaşlı bir ideolocya örgüsü karşısında, tarih görüşümüzün en hassas nahiyelerinden birine ait umumî kıymet hükmünü, çizgi çizgi billûrlaştırmaktır. Bu iş-de, tarihî vakıalara yaklaşmış olmak vazifesi bir tarafa, yeni bir şey öğretmek, hattâ (kronolojik) nizama uygun, eksiksiz nakil gibi bir meslek borcu altına girmek kaygı ve kaydından uzağım.

 

• Anlattıklarım dâvamı ispata yeter. Öğretmek istediğim, -gururuma verilmesin!- vakıalar değil, mânâlardır. Usûlüm de, tarihin ikinci ve üçüncü nevinden inşasındaki kanunlara aykırılık göstermeden, üstelik bunlardan yeteri kadar pay alarak, birinci soya bağlı bir hikmet ve sanat fırçasiyle içyüzlere inmek ve (dinamik) çizgiler yolundan, hikâye üstü ruha tırmanmak...

 

• Öyleyse bu eser, hangi neviden olursa olsun, ne bir tarih, ne bir tarihî edebiyat; sadece vakıalar temeli üzerinde, ilmî, aklî, teessürî, her melekeye dayanan bir (tez), bir (manifest), bir dâva çerçevesi...

 

• Onun içindir ki, bu eserde, bibliyografya, endeks, fotokopi, vesika adresi gibi gerçekliği nisbetinde sahteliği mümkün, ilim üniforması nişanlarından eser aramak yersiz... Anlatılanların hepsi riyazî gerçekler halinde sabit ve apaçık meydandadır; ve böyle bir fikir işinde benim dâvanın ırgatlık tarafına ait zahmetlerden bağışlanmamı istemek hakkımdır. Dış yüzden meçhulleri malûm kılmak yerine, iç yüzden malûmları meçhulden kurtarmak ve sadece fikri getirmek dâvasında olduğuma göre kendime yakıştırdığım tavır, allâmelerin yaldızlı cübbesinden uzakta kalmak ve her yardımdan müstağni bir sadeliğe yapışmak olmalıydı ve oldu. Böyleyken ikinci ve üçüncü soydan bir tarihçi kıstâsiyle beni yalanlayabilecek biri varsa buyursun!..

 

• Güttüğüm cemiyet dâvasında tarihî şahsiyetlerden biri dâvama tam uygun, öbürü tam aykırı; biri başlıca dost, öbürü baş düşman, iki kutup seçmek ve bildirdiğim ölçülerle bunların (portre)lerini çizmek, öteden beri dileğim, hattâ borcumdu. Tarih (kriteryum)u mücerret bir görüşün müşahhas dünyasını kabartmalaştıracağına göre, fikirlerime destek bulmak için buna muhtaçtım.

 

• Çeyrek asırdan beri yakasına yapışmış bulunduğum dost, işte: ULU HAKAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN...

 

• Ters tarafından onun kadar ehemmiyetli düşmanıma gelince, Allah'tan duam şu ki, bir gün o borcu da ödeme imkânını bana bağışlasın...

 

• Tarih dâvamızın kutup misali Abdülhamîd'i, evvelâ kölesi olmak devletine erdiğim büyük velîden, terkibi ve telkini olarak tanıdım. Sonra da bir aralık yüksek tahsil gençliğine hocalığım sırasında, Tanzimatın yüzüncü yıldönümü münasebetiyle Maarif Vekili tarafından bana ısmarlanan eser yüzünden tahlilî ve tahkikî olarak buldum. Velîden bana gelen his kıvılcımı, aklın tetkik kuyusundaki petrole düşerek yangına döndü.

 

• Hakikî çehresine ait parça parça teşhis çizgileri kondurmaya başladığım 1940 yılına kadar, Ulu Hakan, bugün ayniyle benim başıma geldiği gibi -şükrederim-, hakkı ancak karanlık izbelerde, şahitsiz sohbetlerde, vicdanların kuyu diplerinde aranılabilir ve asla (Agora)ya dökülemez, kapkara bir taassup ve kıpkızıl bir zulüm heykeli şeklinde, cemiyet meydanına, mektep kitaplarına ve çeyrek münevver kafalarına yerleştirilmiş bulunuyordu. O gün, bugün, kendisini izah yolunda bazı davranış istidatları belirdiğine ve bir anlayış zümresi halkalanmaya başladığına göre, herhangi bir sultana ait şahıs ve makamı çok aşan böyle bir idrake ilk defa önayak olduğum için kendimi bahtiyar sayarım.

 

• "Büyük Doğu", 1943'den 1971 yılına kadar devre devre bütün metodlu yayınlarında, Abdülhamîd'i saran mânâlar bakımından böyle bir anlayış zemini kurmaya savaştı; hattâ bunun için de, arkası pek bereketli çıkan ilk hapsine girdi.

 

• 1943 yılına kadar lehinde takınılacak her eda, akrebe kelebek demekten farksız sayılan Abdülhamîd hakkında, aynı yıldan başlayarak; "Durun, Abdülhamîd tarihin en büyük kurbanıdır ve üzerinde sahte ilim imâl edilmiştir!" hükmü ilk defa "Büyük Doğu"dan fışkırdı. Ondan sonra ve hele son zamanlarda, Abdülhamîd'i arama gayreti modalaştı. İman ve İslâm dâvasında da aynı şey olmadı mı?

 

• 1943 -1975 arasında, kendi imzamı atamayacak ve bu kadar dağılmayı kabul edemeyecek kadar hurda gördüğüm basit fikir ve tarih işçiliklerinde bile, kadromuzu dolduran büyük ve küçük, şöhretli ve şöhretsiz her ferde iki öğüt vermekteyim: "Türk edebiyatı münekkitsiz ve Türk tarihi müverrihsizdir. Bu iki (misyon)u üzerinize almaya bakın!" Birinin kapısı, Ataç modeli nebatî ve ilcaî, asılsız ve cevhersiz kaba his cürufu altında kaybettirilen büyük zevk ve üstün ölçü mihrakına ulaşmak, öbüründeki de bunca ilim dolandırıcılığı sonunda kargalaştırılan Abdülhamîd güvercinini bulup çıkarmak ve böylece tarihe içinden nüfuz etmek...

 

• Her Büyük Doğu'cu bilir: İkinci Abdülhamîd, Türkün özü ve temel varlığı yönünden hakkı bellibaşlı bir zümrece gasbedilmiş muazzam bir kurtarıcılık hüviyetidir, ve işte bütün dâva, erdirici mesele, Abdülhamîd'den ziyade bu zümreyi, içyüzüyle, menbaı ve mansabiyle her türlü metod ve plâniyle tanımaktır. Dâva ve mesele, koca bir tarih ve büyük bir insan hakkına yol açmak gayesinden ibarettir; ve bu hakka yol açmaya savaşanların hiç biri zerre miktarı sultancı ve saltanatçı olamaz.

 

• Açıkça mahyalaştırmanın zamanı gelmiştir ki, İkinci Abdülhamîd, Tanzimat ve sonrası teftişsiz ve murakabesiz, körükörüne Batıya itiliş ve kökümüzü kurutuş macerasının Türk ruhuna sindirilmek istenen maymunvâri taklit ruhiyatının, tek kelimeyle çürütücü ve kokutucu sözde yenilik davranışlarının, bütün bunlara karşı duran ve kök cevherine bağlı kalan muazzam şahsiyet ve asliyetiyle, maskelerini düşürücü, gizli karargâh odalarına baskın verici ve plân kasalarını açıcı miftah (anahtar) tipdir ve bizce yalnız bu noktadan azizdir.

 

• Maddî ve manevî Batı sömürgeciliğinin ajanları, yahudilik, dönmelik, masonluk, kozmopolitlik, züppelik, lövantenlik ve bunların hürriyet, müsavat, adalet kancalariyle harekette "uykuda gezer"leri sahte inkılâpçılar, Abdülhamîd'i düşürdükten sonra, hakkında yalan ilim yuğurdular; ve açık denizde kaptana yanlış harita verircesine, insanoğlunun en kutlu haysiyet ve güveni olan ilim ve hakikat namusunun ırzına geçtiler.

 

• Abdülhamîd'e ait her menfî bilgi ve yorum, ilk zindanımda hâkimlere söylediğim gibi, Galata Kulesi ve bostan kuyusu şeklinde kâmil zıddiyle doğrudur; ve büyük fıkircinin, aynı bilgi unsurlarımı ele alıp yalanlarını ayıkladıktan sonra ters yüz etmekten başka işi yoktur. Bu da Abdülhamîd'i yazmanın usûlü...

 

• Amma ki, Abdülhamîd'i saran inceliklerle beraber saf hakikate ait kanunlar, memleketimizde hâlâ anlaşılamamıştır. Zira, biraz evvel saydığımız üç sınıfiyle gerçek Türk tarihçisi ve fikircisi, bunca pohpoh ve çalıma rağmen gelmemiş, hele zamanenin şartlarına bakılırsa, gelmek ihtimalini her ân kaybetmekte bulunmuştur. Ağızlarla vicdanlar arasındaki mesafe her gün biraz daha acıla acıla, nihayet öyle bir noktaya gelinmiştir ki, ya beklenen gelecek ya bekleyen büsbütün gidecektir. Bu kadar soylu bir tarihten gelen Türk, Allah'ın inayetiyle kalacağı hissini verdiğine göre beklenen mutlaka gelecektir. O, hakiki bir tarihçi olsa da yeter! Toprağa çivilenecek değil, rüzgâr hıziyle koşacak aksiyon ağaçları, orman orman, ancak böyle bir tarlada yetişebilir.

 

• Bizim de, gözümüz yalnız tarlada, hattâ ekicinin de yetişeceği tarlada... Öyle ki, tarih eseri yazmak yerine, ideolocyamızın ana zeminine bağlı dost ve düşman kutupları göstermek için başvurduğumuz bu fikir hamlesi, istikbâlin tarihçesine tohum ve tarla verirken, onu da yetiştirecek bir ilk ziraat sahasını hedef tutuyor.

 

• Böyle bir hamle münasebetiyle, niçin sanatı bırakıp politikaya saptığımı ve neden kendi kendime yazık ettiğimi soranlara, eserim cevap versin: Ben, vereceği efsanevî ziyafette, daha evvel bulaşıkçılıktan yer parlatıcılığına kadar her işi üzerine alan hayalî şato sahibine denk olarak, katların en üstüne ait huzur hakkını yerine getirmek için aşağılara inmek zorunu duymuş bir insanım. Şatonun temeliyle çatısını kurtardıktan sonradır ki; mahrem odama çekilebilirim. Demek ki, bıraktığımı sandıkları sanata her zamankinden daha bağlıyım. Bütün bunları sanat gayemin izzeti, sanatımın iklimini kurmak gayreti etrafında yapıyorum. Böylece, gerçek sanatkârın ne demek olduğunu göstermek istiyorum. Güneşin doğuşiyle batışı arasındaki günlük politikayla yarınlar, uzak istikbâller ve milyonlarca güneşler arkası büyük oluş siyasetini ayırd edebilenler, bu işde başrolü sanat ve düşünce adamına verirler. Elverir ki, çöplükte ötemeyecek olan bülbülün, sırf şarkısını söyleyebilmek için, çöplüğü temizlemek vazife ve yetkisine inanılsın...

 

• Biz geldik ve gidiyoruz! Ve ömrümüz boyunca kimine cinnet, kimine hiyanet görünen bir şarkı tutturmuş, batış ufkuna bir mızrak boyu güneşler karşısında halimizi düşünüyoruz. Bu şarkının yakıcı bir beste halinde genç ciğerleri dolduracağı ve ona, yerleştirildiği yalancı dünyayı tanıtacağı ân, ne gündür! Ve o gün, ne büyük gün!..

 

• "Gözüm arkada kaldı!" sözündeki acı ümitsizlik edasının aksine, gözümüzü önde ve yepyeni bir gençlikte bırakarak gitmek istiyoruz.

 

Necip Fazıl

Share this post


Link to post
Share on other sites

Emin Garbi Arvas anlattı:

" Necip Fâzıl beyden dinledim, dediki : “Efendi hazretlerine geldiğim ilk günlerde zamanın modasına uygun olarak Sultan Abdülhamîd’e muhalif idim. Birgün Efendi hazretlerinin sohbetinde Sultan Hamîd’den bahsedildi. Efendi hazretleri bu padişahı çok övdü ve bana dönerek “onun bu üstünlüklerini hakikî vechesiyle birisinin yazması lâzım. Bu da ancak siz olabilirsiniz Necip bey!” buyurdu. Bu söze çok şaşırdım. İşte sonradan bu işâret üzerine Ulu Hakan kitabını kaleme aldım.”"

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Üstadın en sevdiğim kitaplarından birisidir bu. Beni üstadla yakinen tanıştıran kitaptır da aynı zamanda. Bir kişinin tarihe bakış açısını değiştirebilecek nadir kitaplardandır.

 

II. Abdülhamid han'ın neden kızıl sultan değil de Ulu Hakan olduğu güzel ve açık bir biçimde ifade edilmiş. Herkesin bu 675 sayfalık kitabı okuması gerektiğine inanıyorum. Kitabın sonunda üstadın dediği gibi, "ABDÜLHAMÎD'İ ANLAMAK HER ŞEYİ ANLAMAK OLACAKTIR." ve bu kitap Abdülhamid'i anlatmak konusunda büyük bir iş görüyor.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu kitap tarihimizin ne kadar safsatalarla dolu olduğunun ispatıdır. Suçlanan padişahın belkide Osmanlı tarihinin en zeki ve vatansever kişiliklerinden biri olduğunu düşünürsek kaygımız bir kademe daha artmalı.

 

Bu kitap vesilesiyle II.Abdülhamid'in ne kadar ince düşünen biri olduğunu ve bu yeteneği sayesinde yıkılma sürecindeki bir imparatorluğu ayakta tutmakla kalmayıp, dünya dengeleri koruyabildiğini gördüm.

 

Hakkında yabancılar övücü bir çok söz söylemiştir. İçtenlerinden ikisi çok fazla hoşuma gitti:

 

1. Sözün sahibi bir İngiliz diplomat. Diyor ki " Abdülhamid'in indirilmesiyle siyaset sıkıcı olmaya başladı"

 

2. Yine yabancı bir diplomat şu tesbitte bulunuyor " Belki de Osmanlı'nın başında hala Abdülhamid bulunsaydı, dünya savaşı olmayacaktı..."

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Diplomatın söylediği gibi I. dünya savaşı çıkmaz mıydı, onu bilemem ama, bildiğim tek şey var, o da Abdülhamid başta olsaydı Almanların yanında savaşa girilmeyecekti...

 

Zira kendisi söylemiştir bunu.

 

II. Abdülhamid Han'ın Selanik'e kapatılıp dünyayla irtibatı bir Yahudi'nin elindeki, Yahudi'nin evindeki hapsiyle kesilmiştir. Ne olup ne bittiğinden haber dahi alamamaktadır. Balkan savaşı esnasında İstanbul'a nakledilir ve Beylerbeyi Sarayı'na yerleştirilir. 2, 3 yıl sonra da I. Dünya Savaşı patlak verir.

 

Bizimkilerin savaşa Almanların yanında girdiği haberi gelir kendisine. Verdiği tepki, Almanların deniz kuvveti ve sömürgecilik bakımından İngiltereyle karşılaştırıldığındaki durumunu sormak olur. Aldığı ve tahmin ettiği cevap onun korktuğunu başına getirir ve mealen der ki:

 

"Eğer ben başta olsaydım ve savaşa katılmam gerekseydi, bu savaşa deniz gücü bulunan ve muazzam bir sömürge imparatorluğu kurmuş olan İngiltere'nin yanında girerdim."

 

Kendisini halleden, Rıza Tevfik'in tabiriyle çürük ipliğe hülyalar dizmiş paşalar da zamanla pişman olmuşlardır ama bu gafletleri koskoca bir imparatorluğa mal olmuştur. Belki hala bunun ceremesini çekmekteyiz...

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

s.a

 

Sadece Abdülhamit Cennetmekan değil, Osmanlı Sultanlarının büyük bir çoğunluğu kötülenmektedir. Yok içki içerlerdi, yok intihar etti, yok bileklerini kesti, yok sapıktı, eşçinseldi vb. gibi aidece iftiralar ile, zaten Şanlı Tarihinden bihaber yaşayan zavallı milletimize bunun gibi iftiralar da tuz biber olmakta. Şanlı Tarihi bu millete unutturdurlar, karaladılar, şimdi de nefret ettirmek için, iyice soğuktamak için uğraşıyorlar.

 

selametle..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Şimdi cile54, kastetmek istediğini anlamakla beraber, farklı bir nokta daha var, ona dokunayım.

 

Şimdi bazı arkadaşlarımız da romantik bir tarih anlayışının esiri oluyorlar. Ne yani, 5. Murat mason değil miydi? M. Reşad kifayetsiz değil miydi? Abdülmecid tertemiz, yunmuş yıkanmış bir adam mıydı? II. Bayezid'in, hatta Kanuni'nin ciddi yanlışları olmadı mı? Eğer onların hepsi veya yarısı birer Abdülhamid, birer Yavuz olabilselerdi(imkansız olduğunu bile bile yazıyorum), bizim bu anki konumumuzda bazı yanlışlıklar var, Farklı bir dünyada yaşıyoruz biz demektir.

 

Fakat dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta da bazılarının bunun tam simetriği olan hatayı yapması. "Padişahlar keşti", "eşcinseldiler", "çoğu hamamda/haremde karı kovalardı", "Fatih'i Müslüman sanıyosunuz ama siz bilmiyosunuz cahiller, o aslında bir Hristiyandı" tarzı iftiralar da atılıyor.

 

Bize düşen en doğru tarihe ulaşmaya çalışmak, ulaştığımızla kalmayıp geçmişimizi sadece bir genel kültür veya masal zevki olarak görmeyerek onu önümüzü aydınlatan bir birikim olarak telakki edebilmektir. Yani, "geçmişten ders ve örnek almalıyız" diyerek ilkokul talebesi üslubuyla noktayı koyuyorum...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tarihi perspektifinin doğru kurulması da söyledikleniz kadar ve hatta bazı yerlerde çok daha önemli .Tarihi öğrenirken o zamanın şartlarını ,o zamanın kültürünü göz önüne almamız gerekir.Bugün bir çok tarihçi tarihi yorumlarken bu önemli noktayı gözden kaçırıyor.Mesela bir beldede şiire büyük önem veriliyorsa orda o zaman diliminde şiiri en önde götüren topluluk hangisiyse en ilerlemişi odur.Bu örneği günümüzde araplara uyarlamak mümkün ve tarih doğru yorumlandığında daha sağlıklı düşünen bireyler olunacağı muhakkak.

Share this post


Link to post
Share on other sites

üstadın bu şaheseri, hangi açıdan bakarsak bakalım çağımız için harikulade bir yapıttır. Üstadın tarihçi olmamasına rağmen, bir tarihçiye işin nidüğünü gösterebilecek nitelikte bir eser. Belki de kavağa tırmanan balığın yerinin kavak değil de "deniz" olduğu ihtarını verebilecek bir eser.(okunsa o ihtar çoktanverilmiş olacaktı da) yıllanmış şaraplar gibi, köhnemiş, eskimiş mimariler gibi yanlızlığa bırakılmış bu kitabı günyüzüne çıkarmak bizlerin özellikle görevi olsa gerek. Bu bizim tarihi bir borcumuz gibi değerlendirilebilir.Ki bir tarafta anlatılan "ulu hakan" bir tarafta anlatan "üstad" bu muhteşem ikiliyi üçleyecek okuyucuları bulmak buldurmak lazım... tarih nasıl yazılırmış, eser nasıl verilirmiş vs...

Share this post


Link to post
Share on other sites

yeni kayıt olmam hasebiyle hepinize s.a...üstadımın bu kitabının hayatımı ne kadar değiştirdiğini ifade eylemekten aciz kalışım beni ziyadesiyle memnun eylemektedir..

 

malum üstadım birtakım yarım porsiyon ittihatçılara hitaben çok şey ifade etmiş olup bu ifadeler bazı bayat kafalardan içeri sızamamıştır..kitabın hakkını vermiş olmak umudiyle sevgiler..

Share this post


Link to post
Share on other sites

ONA EN BÜYÜK MUHALEFETİ YAPAN RIZA TEVFİK İN ŞİİRİ BUGÜN DAHİ ÇAMUR ATANLARA EN BÜYÜK CEVAP OLSA GEREK

 

nerdesin şevketlim, sultan hamid han?

feryâdım varır mı bârigâhına?

ölüm uykusundan bir lâhza uyan,

şu nankör pezevengin bak günâhına.

 

târihler ismini andığı zaman,

sana hak verecek, ey koca sultan;

bizdik utanmadan iftira atan,

asrın en siyâsî padişâhına.

 

pâdişah hem zâlim, hem deli dedik,

ihtilâle kıyam etmeli dedik;

şeytan ne dediyse, biz 'beli' dedik;

çalıştık fitnenin intibahına.

 

dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,

bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.

sade deli değil, edepsizmişiz.

tükürdük atalar kıblegâhına.

 

sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,

bir sürü türedi, girdi meydana.

nerden çıktı bunca veled-i zinâ?

yuh olsun bunların ham ervâhına!

 

bunlar halkı didik didik ettiler,

katliama kadar sürüp gittiler.

saçak öpmeyenler, secde ettiler.

.................. pis külahına.

 

haddi yok, açlıkla derde girenin,

sehpâ-yı kazâya boyun verenin.

lânetle anılan cebâbirenin

bu, rahmet okuttu en küstâhına.

 

çok kişiye şimdi vatan mezardır,

herkesin belâdan nasîbi vardır,

selâmetle eren pek bahtiyardır,

harab büldânın şen sabahına.

 

milliyet dâvâsı fıska büründü,

ridâ-yı diyânet yerde süründü,

türk'ün ruhu zorla âsi göründü,

hem peygamberine, hem allâh'ına.

 

lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin

ahiretten bile himmet eylersin,

çok çekti şu millet murada ersin

şefâat kıl şâhım mededhâhına.

Share this post


Link to post
Share on other sites

s.a herkese siteye yeni üye oldum

bu kitap üzerinden üye oldum şu an 10 ytl m var 15 ytl daha biriktirip inşallah alacağım üstadın bu mükemmel kitabını

ve önceden biraz endişe ederek mübareğin mübarekliğini anlatmaktan çekindiğim herkese bu kitaptan örneklerle haykıracağım artık gerçekleri

üstaddan ALLAH razı olsun

Share this post


Link to post
Share on other sites

şu an bu nadide kitabı abim okuyo o bitirince inş ben okuycam

abimin dediiğine göre bazı padişahlara hakaret ediyomuş mesela abdülaziz han hazretlerine

ne derseniz deyin ben biliyorum ki osmanlının son sultanımız da dahil olmak üzeere bütün sultanları

çok büyük alim evliya ALLAH dostlarıdır hal böleyken ABDÜLAZİZ HAN DA ÖLE TABİ

NEDEN üstad böle sölüyo acaba

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad'ın Ulu Hakan adlı kitabında geçen tarihi seyir dikkatlice okunur ve tam anlamıyla esere hakim olunursa eserde göze çarpan(sizin bahsettiğiniz konuyla ilgili olarak) mevzu şudur: Üstad kişileri ve olayları anlatırken olayların objektif şeklinde sunuluşunu yansıtmış bununla birlikte olayların, zihniyetin ve o döneme dair her ne var ise herşeyin olması gerektiği haliyle, yani doğrusuyla o, vuku bulmuş halini karşılaştırarak değerlendirmeyi yapmıştır. Üstad, adı geçen eserde herhangi bir padişaha hakarette bulunmamış olup doğru ne ise ancak onu ortaya koymuştur. Gerçekleri söylerken kastı hakaret etmek değil sadece durumun kendisini temsil eden ifadeyi kullanmaktır. Eserde böyle bir metod uygulanmıştır. Amaç sadece hakikat penceresinden değerlendirmektir, doğruya göre olayları muhasebe edip olayların içerisindeki müdahilleri sahip oldukları özellikleriyle,yaftalarıyla ortaya koymaktır. Ki eğer biz Sultan Vahdettin'in Anadolu'dan Malta'ya gidişini "gitmedi" olarak kabul edersek, V. Murat'ın mason olduğunu görmezden gelirsek veya Yıldırım Beyazıd'ın içki kullandığını, II. Mahmut'un Deli Petro kadar devlet yönetiminde istitad sahibi olmadığını, II. Selim'in safahat içerisinde iken hamamda sabuna basması sonucunda kayarak öldüğünü görmezsek ve tutar da hepsine birden evliya veya Allah dostları ya da veli dersek o zaman biz hakikati tersinden örtmüşüz demektir. Akli dengesi yerinde olmayan birisine evliya veya veli demek evliya veya veli olanların (kavram itibariyle hem de kavram ötesi bir anlamla) derecesini derekeye indirmek demektir. Olmayan birşeyi var gibi göstermişiz demektir.Zaten bizlerin düzeltmesi gereken de budur. Gerçeği ortaya koymaktır. Gerçekler acı da olsa. Yoksa hakikati örtmek hakikate riayetsizliktir. Ona ihanettir ve bugünkü geriliğimizin tüm sebebleri de budur.

 

Sultan Abdullaziz'in yaptığı yanlışları ortaya koyarak ona uygun yaftayı vurmak hakaret değildir. Doğruları ortaya koymaktır. Bunu yapmazsak tarihi bugünkü gibi anlamış oluruz.

 

Üstadın eserinden çıkaracağımız sonuç(mevzuyla ilgili olarak) kısacası geçmiş muhasebemizi yapmak ve sorumluluk sahiblerinin doğruyu ne kadar yaptıklarını,doğruya ne kadar yapıştıklarını ortaya çıkarmaktır. Buna uygun olan yargıyı da ortaya koymaktır.

 

 

Saygılarımla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Öncelikle şunu söyleyelim ki, Üstad bir fikir adamıdır ve bu hususiyetine binaen vâkıaları, hadiseleri, kişileri; yaptıkları icraatler, savundukları fikirler ve bağlı oldukları değerler üzerinden değerlendirir ve bir yargıya ulaşır, bunu yaparken kaynak olarak kullandığı materyalleri de incelemek lazım. Mesela Abdülaziz han'ı anlatırken hangi kaynakları baz almıştır, kaynakları tam olarak doğru mudur, bunların incelemesini yapmak ayrı bir saha.

 

Üstadın tarih muhasebesinde, Osmanlının nur ikliminde namütenahi ulvî bir atmosferde yetişen aşk ve vecd devrine kadar geliş ve kemal noktasından sonra zevale doğru nasıl bir gidiş çizgisi izlendiği anlatılmıştır. Bu meseleyi farklı şekillerde ele alan tarihçiler vardır. Sadece Üstad'ın yazdıklarıyla kalmayıp farklı kaynakları da mütalaaa etmeliyiz.

 

Bu arada BDG kardeşimizin "II. Selim'in safahat içerisinde iken hamamda sabuna basması sonucunda kayarak öldüğünü görmezsek.." ifadesini bir de aşağıdaki kaynak ışığında düşünmek lazım.

 

http://www.mustafaarmagan.com.tr/2-selim-nasil-oldu.html

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sayın yönetici arkadaşlarımıza teşekkür ederim. Benim de düşündüklerimi yazmışlar. :) Aslında kendisini sevmesem de Marks'ın güzel bir sözü var şöyle diyor : Tarih tarihten kimsenin ders almadığını gösterir. Biz ders almamaya devam edersek sıkıntılar başımızı ağrıtmaya devam edecek gibi . :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

öncelikle s.a ve soruma cevap verdiğiniz için hepinize teşekkür ediyorum

benim bu mesajı yazmaktaki amacım hayatta üstadımı kötülmek olamaz çünkü onun ilminin farkındayım ve kendisine aşkla bağlıyım

lakin BDG arkadaşım sen demişsin ki bütün padişahlara ALLAH dostu dersek tarihi yanlış anlamış oluruz

ve yazmışsın ki 2.selim sefa içindeyken hamamda ayağı kaydı vefat etti

peki sorarım sen o mübareğin yaptırdığı selimiye camiinin hikayesini biliyor musun

2.selim hazretleri kıbrıs fethinden önce rüyasında efendimiz s.a.v yi gördüğünü ve efendimizin kendisine kıbrısı feth ettikten sonra bir cami yaptırmasını emrettiğini fetihten sonra da birkez daha rüyasına girerek hani söz vermiştin neden yaptırmadın camiyi diye hatırlattığını ve bu rüya üzerine mübareğin rüyasını hatırlayıp selimiye camiini yaptırdığını biliyor musun

demişsin ki yıldırım bayezid içki içiyo ben şahsen bu sözüne fevkalade üzüldüm sen bunu bierek yapmıyor olsan bile bu açık bir iftiradır o zaman biz de böle dersek bizim diğer kendi tarihimize savaş açanlardan ne farkımız kalır

o yıldırım bayezid hazretleri ki islamiyeti yaymak için canla başla çalışmış hatta bu uğurda timur'a esir düşmüş askerleri tarafından satılmış ve esarete dayanamayarak hakkın rahmetine kavuşmuştur

ayrıca abdülaziz han hazretleri de abdülhamit han hazretleriyle benzerlik gösterir şu bakımdan;

kendisini büyük bir adam kıtlığı çekiyordu, mübarek vazife verecek adam bulamıyordu hç bir işe yaramayan mithat paşa gibilerle uğraştı tipki ulu hakan gibi daha sonra takdir edersiniz ki tahttan indirildi hatta bununla da kalmayıp intihar süsü vererek kuran okurken kendisini kiralık katillerce şehit ettirdiler

ve bu mübarektir ki şeyh şamil hazretlerine böle ajanlar yüzünden yardım ulaştıramamış ama istanbulda onu ağarlayıp şeyh şamil hazretlerinin duasını almıştır

ne mübarektir ki şeyh şamil hazretlerine ve ailesine sahip çıkarak onları kutsal topraklara ulaştırmıştır

ben şahsen üstadın onları sevmediğini düşünmüyorum belki o zamanlar henüz yanlış biliyordur bazı şeyleri ondan yazmış olabilir

bütün bunları tartışma için yazmadım hakkınızı helal edin

saygılarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

şimdi yeniçerileri sultan mı o hale getirdi yoksa ajanlar, kahpeler, pis niyetli ağalar mı

hz.ali r.a döneminde sapık sapık itikadlar türedi hem de onun topraklarında sorarım sana hz.Ali gibi bi halife varken bunu nasıl becerdiler haşa hz.Ali şeriatı yanlış mı uyguluyordu hayır tabi ki de haşa ama ne oldu gene bi ajan çıktı yahudi abdullah ibn-i sebe ve cahil insanları kandırarak ümmeti 72 fırkaya bölenlerden birisi oldu

işte osmanlıyı da bölenler böle pislik gavur ajanlardır sultanlar asla şeriat çizgisinden kaymadı

şimdi ne yapsın sultanlar canla başla çalıştılar mesela 4.murad han hazretleri ALLAH razı olsun geldi o ağalara dersini verdi

peki sana sorarım sultan 2.abdülhamid han hazretlerini ittihatçiler nasıl tahttan indirdi sultan hazretleri şeriata kesin bağlıydı tabi askerleri de lakin ne oldu kim ona savaş açarak tahttan inmek zorunda bıraktı tabi ki ajanlar osmanlının her yanı böle ajanlarla doluydu

 

belki ne alaka diyeceksiniz ama biliyorsunuz ki sultan abdülaziz han hazretleri ulu hakan abdülhamid han hazretleriyle yan yana yatıyorlar

eğer sultan abdülaziz han hazretleri haşa bahsettiğiniz gibi olsaydı devletine düşkün ulu hakan böle birisiyle yan yana yatmayı kabul etmezdi eğer derseniz ki sanki o mu gömdü kendisini oraya

o zaman da derdi ki beni onun yanına yatırmayın

Share this post


Link to post
Share on other sites

Abdulhamid Han dağılma devri içinde devletin başına geçmiş olan ve izlediği siyaset ile devletin ömrünün uzamasına vesile olan, kıymetli bir devlet adamı idi. Şeriat çerçevesinde, masonlara karşı verdiği mücadele olsun, Yahudilerin Filistin'e karşılık teklif ettikleri yüksek meblağlar ve borçların ödenmesi mevzuu olsun; ahlak, vicdan, haysiyet, vefa ve en önemlisi İslam davası mihverinde gelişen bir tavır neticesi elbette ki onun şeraite can-ı gönülden bağlı olduğunun ayan beyan nişanesidir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

İyi günler diliyorum efendim,

 

Bizlerin ifade etmeye çalışmış olduğu şeyleri farklı taraflara çekme cehdi bizlerin istediği bir durum değildi. Buna binaen dediklerimizi farklı şekilleriyle tekrarlayalım.

 

Osmanlı ki, asrı saadetten sonra islamın bayraktarlığını yapan yüce devlet ve ulu milletimiz. Padişahları dünyayı titretmiş, aleme nizam salmış vakar dolu insanlar. Ve her anışımızda çoğu kez gururlandığımız, gönlümüzdeki sızının gözlerimizden gözyaşı şeklinde akmasına sebeb olan o devre ve o devrede yaşayan insanlar bizlerin geçmişidir. Sevgimiz sonsuzdur ve biz onlarla varız. Lakin eğri eğri doğruya da doğru demek bizlerin asıl yapması gereken hareket olarak bizler, hakkı hak sahibine vermekten başka birşey yapamayız. Dolayısı ile bizim sevgimiz, onların yanlışlarını ortaya koyuşumuz zaten kötü niyetin ürünü olamayacağı gibi doğruyu perdelemeyi engellemek, geçmişten ders alıp geleceği düzenlemek, padişahların da hatalarının olduğunu söylemek, yanlış kararlar verdiğini dile getirmek. Bazı padişahların devleti yönetebilme yeteneğinden uzak olduğunu söylemek bu ve benzeri şeyleri ifadelendirerek tüm bunların yanlışlığını dile getirmektir, kendimize çeki düzen vermeyi sağlamaktır, muhasebemizi yapmaktır...

 

Vermiş olduğum birkaç örnekle ilgili olarak; II. Selim'in hikayesi onun ölüm sebebini ve faaliyetlerini değiştirmiş değildir. Bizim gayemiz onu küçümsemek değil, babası, dedesi, dedesinin atası cenk meydanında ölürken, şehit olurken kendisi(Hürrem Sultan'ın oğlu) cenke çıkmadığı gibi saraydan da çıkmadığı ve carilerden kendisini alamadığı ve kendisine yakışmayan daha nice hareketler içinde olduğunu son olarak da alışıldığı üzere yine hamamda safalarından birisinde iken ayağının kayıp düşerek ölmesidir.(Bazı kaynaklarda ölüm sebebi hastalık olarak da gösterilir ama doğruluk payı ne derece?..) Kötülemek değildir.Kötülemekle doğruları söylemek arasındaki ince çizgiyi fark etmemiz lazım. Yıldırım han için, Yıldırım han niye Timurla savaştı? Onu uyaran Emir Sultan niye uyardı? lütfen, istirham ederiz, koskoca devleti aliyeyi kendi arzusu dolayısı ile savaşa sürüklediğini görmezden gelip de sırf ilayı kelimetullah için yaptı demeye varan bir yola girmeyelim... Yıldırımın içki meselesi, eğer biz kaynak olarak Yavuz Bahadıroğlu'nu alırsak Yıldırım Han içki kullanmamıştır, üstadı veya Yılmaz Öztuna'yı(kendisi otorite ve tam bir tarihçidir) alırsak içki kullanmıştır. Fakat biz ilmin hüccet neticesinde karara bağlandığını biliyoruz. İspat da kaynak da hüccet de burhan da hepsi bizim kabul ettiğimiz (üstad ve Yılmaz Öztuna gibi daha birçok kişi) kişilerde bulunmaktadır. Bizimki iftira ise o zaman onlarınki de iftira oluyor... Sultan Abullaziz büyük şehittir. Fakat bu kendisinin devleti idare etmede yeterli olduğunu göstermiş değildir. Yanlışlar da yapmıştır ki biz de zaten bundan dem vuruyoruz. Kendisini ve diğer padişahlarımızı kötülemiyor karalamıyoruz.

 

Amaç, tarih yazmaktır, ne bugününe yaranmak için geçmişine söverek ne de kişileri,devletleri sahip olduğu dereceden daha da üstünündeymiş gibi göstererek. Doğruyu doğru olarak göstererek, eğriyi eğri olarak göstererek. Tarihi sahteliklerden temizleyerek.

 

Üstad da bizler de bu olaylarda sonuca varırken, bir meseleden dolayı şahsa atıf da bulunurken sadece o olaya binaen bir yafta vuruyoruz. Yaftalamış olmamız onu sevmediğimizi değil tersine asıl sevginin nasıl olduğunu göstermeye bir numune teşkil ettiğini gösterir.

 

Taşlı yolları aşarak, önümüze koyulan engelleri geçerek bizleri bekleyen binbir renkten ve çiçekten oluşmuş,eşi ve benzeri yeryüzünde olmayan bahçeye, yüce sarayımızın bahçesine girmemiz gerekiyor. Felaketimizin sebeblerini bilip bunu lehimize döndererek ve marifete ererek yapmamız gerekiyor.

 

Gökkuşağını gördüğümüzde amacımız, toz pembe hayaller kurmak değil her bir renkte asıl görünmesi gerekeni görerek, gözümüzün değil kalbimizin, duygumuzun değil aklımızın gösterdiğini görerek bizlerin makus talihini çevirmektir,yenmektir. Felaketimizi feraha ve felaha ancak doğruluk ipine sarılarak çevirebiliriz. Zanlarla, sahte inançlarla, fikir sahibi olmadan hüküm sahibi olarak değil.

 

Anlayan ve anlayış sahibi temsiller olabilmemiz ümidiyle...

 

Saygılarımla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

sayın kardeşlerim ben sizlere kesinlikle onları kötülüyosunuz deme amacı taşıyan bir söylevde bulunmam çünkü biliyorum ki sizler tarihinizi seven ona doğrusuyla yanlışıyla sahip çıkmak isteyen insanlarsınız

BDG kardeşim yıldırım bayezid han hazretlerinin timur'la yok yere savaşması gibi bir ihtimal yok neden dersen;

o sırada mübarek istanbulu kuşatmış belki de fetih çok yakındı neden istanbul gibi alınabilecek en muazzam ve kutsal toprak varken timurla uğraşsın bu mantığa sığmaz

lakin bilmem biliyor musunuz yıldırım bayezid han'a timur tarafından gönderilen mektuplarda neler yazıyordu

şimdi timur mektubu yolluyo tabi içinde kötü bişeyler yazma ihtimaline karşı ilk önce vezirler falan okuyo ama bakıyorlar ki kötü bişey yazzmıyo hemen getiriyolar sultan'a suuyorlar sultan okuyunca çok hiddetleniyo çünkü içinde vezirlerin dahi anlayamayacağı siyasetle gizlenmiş sultan'ın şahsını geçtim devlet-i osmanlıya çok fazla pis küfürler var

ayrıca bunun dışında timur osmanlıyı kendi mandasına sokmak istiyo şimdi ne yapsın sultan hazretleri söyleyin timur gibi müslüman da olsa gaddar olan bu adamla savaşmasın da ne yapsın

sanki mübarek istanbulu ve devleti başıboş bırakmayı çok mu istiyordu lakin devlet için mecbur kaldı

ve ankara savaşında yenilmiştir neden çünkü kanadı oluşturan tatarlar sultanı satmış ve timurun tarafına geçmiştir ve nihayetinde mübarek esir düşmüşve hakkın rahmetine kavuşmuştur

ayrıca şunu sölemek isterim ki Sultan V.Murad hazretleri gerçek bir mason değildi bu konuda icraati kimseye bırakmayarak bizzat kendisi masonların içine girdi ajan olarak dikkat çekerim ajan olarak yani mason değildi kesinlikle hatta işte kendisini tarihin mason olarak ile bilmesi ihtimaline karışı mübarek fedakarlık etmiş ve masonlardan görünmüştür onları öğrenmek için

zaten mason olsaydı gerçekten de inanın o bir senede bile devlet ulu hakan'ın bile eline geçemeden çoktan yahudilerin masonları eline geçmişti sultan v.murad tarafından verilmek suretiyle .

saygılarımla

 

ayrıca sayın kardeşlerim verdiğim linlteki yazanları okursanız yıldırım bayezid han hazretlerinin asla ve asla boş yere timurla bir heves uğruna savaşmadığını görebilirsiniz

Share this post


Link to post
Share on other sites

Efendim sadece yukarıda vermiş olduğunuz linke özel olarak size tavrımızı söyleyeyim; internetin herhangi bir sayfasında yer alan, bizlere tarihimizi, dinimizi veya bunun gibi önemli hususlarımızı anlatan sitelere güvenmeyiz. Tam olarak kaynak verilmedikten sonra asla güvenmeyiz. Hepsi doğru da olsa hepsi yanlış da olsa güvenmeyiz, güvenemeyiz. Bizler için bu tür hususlarda kaynak ilk şarttır.

Tarih mevhumuna özel olarak, tarih bilimdir ve kaynaklarla ancak tarih olur. Ve sizin verdiğiniz linkte kaynak bulunmamaktadır. Buna binaen sizlerin iddialarını(doğru da olsa) gerçekçi saymamız ve inanmamız kaynak gösterilmeden zor.

 

 

Saygılarımla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

peki o zaman ne yapacağız yavuz bahadıroğlu içki içmiyor diyo yıldırım han için üstadsa içiyor diyor ikisi de kaynak hangisi doğru o zaman

tabi ki de üstad ilimli bir üstadımızdır kendisini kesinlikle severiz lakin hatasız kul olmaz ve bu da üstadın bir hatasıdır bence

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...