Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Mustafa Cilasun

* Mustafa Cilasun Şiirleri *

Recommended Posts

Aşk!

 

 

Aşk,

Bir bakış,

Belki kaçış,

Bazen inanış,

Yürekte yanıştır?

 

Aşk,

Bir başlangıç,

Kalbi aralayış,

Bilinmeyenlere,

Her an yaklaşıştır?

 

Aşk,

Açlığın,

Saçmalığın,

Gamsızlığın,

Nihayetidir?

 

Aşk,

Nefsi,

Zevki,

Mideyi,

Bedeni,

Nizam ettirir?

 

Aşk,

Canı,

Cananı,

Dünyayı,

Ukbayı,

Hakka vermektir?

 

Aşk,

Her cana,

Bir kana,

Bazen mala,

Yakıştırılan,

Bir leke değildir?

 

Aşk,

Bir nur,

Hatta onur,

Zilletten korur,

Manayla buluşur?

 

Aşk,

Haldir,

Melaldir,

Ölmektir,

Hakta dirilmektir?

 

Mustafa Cilasun

  • Like 3

Share this post


Link to post
Share on other sites

Nakşeden İzler ( Anı Roman 1)

 

Oldukça sıkıntılıydım!

 

Hüznümden adeta solduğum bir sonbahar mevsimiydi.

 

Canlılığın muştusu olarak bilinen yeşil çimenler soluyor, ağaçlar,yapraklarını makus talihine boyun eğmiş bir eda ile, sarartıyor ve dalından bırakıyordu.

 

Patikalara dökülen ve serpilen yapraklar, damarlarımda dolaşan kanın ve soluduğum oksijenin, bir gün yetersiz olabileceğini anlatıyordu.

 

Yokluk sıkıntısını aşmak niyetiyle savaş verdiğim günlerdi! Böyle bunaltıcı zamanlarda ufkumun karardığını hissettiğim çok olmuştur.

 

Hayatı manalı yaşamak gayesiyle durmadan koştuğum ve bilinmeyenleri aşmak adına çırpındığım yorucu ve çileli yıllarımdı!

 

Çözüm bulmakta zorlandığım düşüncelerin, içimi kararttığı vakitlerde, ruhumu rahatlatacak şartları arardım.

 

Bulunduğum mekandan, uzaklaşmak istediğim zamanlar, gönlüm dost arar, meşk etmek arzulardı.

 

Yine efkarımın acımasızca, benliğimi kuşattığı bir gündeydim.

 

Üç ev ilerimizde kiracı olarak oturan ve inşaat işlerinde çalışan duvarcı ustası İbrahim vardı.

 

Ara sıra onu arardım, evinde ise ziyaretine giderek muhabbet ederdim.

 

Ustanın öyle bir çehresi vardı ki!

 

Yaşadığı yılların yorgunluğunu bakışlarından, tecrübesini tespitlerinden, gönül sıcaklığını, samimiyetinden anlıyordum.

 

Yüzünden hiç eksik etmediği tebessümü,beni her zaman rahatlatıyordu. Can dostum olmuştu,artık arkadaşımdı.

 

Yine böyle bir akşamda ziyaretine gittim. Kapıyı açtı,beni karşısında görünce sevindiğini fark ettim.

 

Geleceğimi tahmin ettiğini, çayı dahi demlediğini söyleyince, gözlerine hayretle baktım. İçimi okumuşçasına, gönlümün dost aradığını anlamışçasına, beni ziyadesiyle memnun ettiğini, içimde gizledim söylemedim.

 

Sohbet koyulaşıyor,sardıkça sarıyordu, şahsımda gördüğü hususiyetleri sıralıyor, övünçle bahsediyor beni utandırıyordu.

 

Birden yeni mahalle meydan camisinin hocasını, tanıyıp,tanımadığımı sordu ve peşinden ekledi.

Çok muhterem ve muttaki bir insan,özellikle tanımanı isterdim dedi.

 

Hayır tanımıyorum, hocalarla,camilerle yakınlığım pek yok, yıllardır istemeden soğudum. Yine sen anlat dinlerim hususiyetlerini dedim.

 

Neden camilere,hocalara uzaksın,diye aniden sorunca!

 

Biraz şaşırdım ve yutkundum.

 

Birden çocukluğumda aynı camide yaşamış olduğum ve yıllarca etkisinden kurtulamadığım, hicran dolu sırlarımı, içimden sökülerek alınan camii sevgisini, hüzünlenerek tekrar yaşamaya ve anlatmaya başladım.

 

Beş,altı yaşlarındaydım.

 

Annemden defalarca dinlediğim, fakat ne olduğunu bilmediğim, ama her zaman merak ettiğim;

 

Oğlum;senin göbeğini, meydan camisinin bahçesine gömdük.

 

Onun için sen ibadetlere ve mabetlere çok düşkünsün, bu yaşta ve gecenin zifiri karanlığında, sabah namazına camiye, gidiyorsun, aferin diyerek öper ve uğurlardı.

 

İşte içimde camiye karşı böyle ilgi ve sevgi varken, mahallemizde ki çocuklardan, bir grup olarak,beş,altı kişi, öğle namazına yakın bir zamanda, sure ve dua öğrenmeye gidiyorduk.

 

Suphaneke den başladık.

 

Fakat ezberlediğim halde (S) harfini, bir türlü hocanın istediği gibi çıkartamıyor,ezilip,büzülüyordum.

 

Diğer çocuklar (S) harfini, rahat bir şekilde çıkartıyorlardı.

 

Belki de onun için, hoca onlarla daha fazla ilgileniyor ve fark edilir derecede, şefkatli davranıyordu.

 

Arkadaşlar Hocam;

 

Mustafa duayı çok iyi biliyor, fakat dili peltek! olduğu için sizin istediğiniz gibi, söyleyemiyor dediler, ama nafile.

 

Hoca dilini düzeltene kadar git, düzeltince gel, o zaman okursun dedi ve camiyi terk etmemi söyledi. Öyle şaşırdım ki, bir şey söyleyemeden camiden çıktım ve ağlayarak,soluk soluğa eve geldim.

 

Kaskatı kesilmiştim.

 

İçimde fışkıran cami sevgisi, bir anda ve hiç istemediğim halde, yüreğimden sökülerek, haksız bir şekilde alındığından donup kaldım.

 

Yıllarca camilere olan ilgimi, sevgimi sakladım, bir sır olarak içime attım.

 

Müezzinin okuduğu ezan sesleri, kulağıma gelince, içim yanarak sırrımı hatırlar, acıyla terennüm eder, ezanı tekrarlar dururdum.

 

İşte bu nedenle, camilerle,hocalarla samimiyeti, yıllar önce kaybettim ve bir daha da kuramadım.

 

Ayaza,fırtınaya,doluya bakarak hislerimi sorguladım,göz yaşlarımı yıllarca hüzün içinde yudumladım.

 

İbrahim usta, can kulağı ile dinliyordu ve birden haykırdı; Allah kahretsin böyle insanları, nasıl hoca yaparlar böyle basiretsizleri dedi ve ekledi.

 

Yaşıyor mu o hoca diye, birden hışımla sordu? Hocanın ne durumda olduğunu, bilemiyorum, fakat oğlunun düğünlerde rakı içerek, şarkı söylediğini biliyorum dedim.

 

Peki usta neden sordun, meydan Camisinin hocasını tanıyıp tanımadığım merak ettim, anlat ta dinleyelim dedim.

 

İbrahim usta, inan bak samimi söylüyorum, seveceğin, saygı duyacağın ve çok hocadan,farklı yönü bulunan bir insan diyerek sözlerine başladı.

 

Ben hafızam da nakşetmiş bulunan hoca portresinden, farklı bir hoca profili duyunca, tabii olarak meraklanmıştım.

 

Duramadım, ustaya sordum; peki ne zaman tanıştın böyle bir insanla ve nasıl müspet kanaate vardın diye, hemen sordum.

 

İbrahim usta, anlatmaya başladı.

 

Bir cuma namazı için meydan camisine gitmiştim, tanıdıklarım hoca duvar ustası arıyordu, bizde senin ismini vermiştik, görüştünüz mü dediler.

 

Bende hayır henüz görüşmedik, fakat namazdan sonra konuşabiliriz dedim.

 

Cuma namazını kıldık, camiden çıkarken hoca, usta, müsaitsen tanışıp konuşalım diyerek koluma girdi ve söze başladı:

 

Evinin bahçe duvarının yapılacağını ve bir haftadır beni bulmaya çalıştığını, emeğimin hakkını fazlasıyla vereceğini ifade ederek, işi almamı ve hiç vakit kaybetmeden başlamamı söyledi.

 

Hocayı dinlerken süzüyordum, gönülden konuşuyor ve net ifadeler kullanıyordu, samimiyetten gelen sıcaklığı da etrafımı sarıyor, gönlümü ikna ediyordu.

 

Hoca o anda adeta içimi fethetti.

 

Etkilendim ve hiç tereddüt etmeden kabul ettim, hocam sen hiç merak etme hallederiz inşallah dedim.

 

Ertesi gün hoca efendi ile camide buluşarak evine gittik.

 

Kapının önünde taş yığınını, kumu, çimento paketlerini görünce,vakit geçirmeden ve yardımlaşarak hemen harcı kardık, bismillah diyerek duvar örme işene başladık, evellallah üç gün içinde duvarı ördük bitirdik.

 

Fakat bu üç gün içinde, o kadar sıcak ilgi ve samimiyet gördüm ki, şu zamana kadar hiçbir yerde görmediğim kadar!

 

Kendimi onlardan biri zannettim, üç,dört tane kızı,iki tanede oğlu vardı,hepside birbirinden edepli ve hizmetkardı. Kızları dışarıda bahçe kenarında, erken saatlerde halıya oturuyorlar,son derece hızlı ve istekli dokuyorlardı.

 

Her zaman önlerine bakıyor ve bana bir şey ikram ederlerken yüzleri kızarıyordu. Kendi aralarında konuşurlarken, seslerini hiç duyurmuyorlardı.

 

Düşündüm, benim kız kardeşlerim köyde yaşıyorlar, babam son derece sinirli,abilerimde ondan farksız, annemin ağzında dili yok,oldukça rahatlar.

 

Üstelik halıda dokumuyorlar, böyle olmasına rağmen; bacılarımın çemkiren, ukalâ, buyruk tutmaz ve şımarık birer huysuz kız, olmalarını anlaya bilmiş değilim diyerek, İbrahim usta biraz soluklandı ve sonra yine devam etti.

 

Bizim aile sevgiden, şefkatten,muhabbetten sanki bihaber, ahenksizlik hat safhada, asabiyet, adavet istemediğin kadar bol.

 

Fakat hoca efendinin ailesinde ve her nedense haddinden fazla huzur ve güven bulunuyor, bunun sebebi, hikmeti ne olabilir diye çok merak ederek düşündüm.

 

Sanki mutlak talimat verilmiş gibi, hiç aksatmadan sabah kahvaltısı, öğle yemeği, hemen arkasından çay ve meyveler.

 

Bu mükemmel düzen, ahenk ve eksilmeyen bereket, o kadar dikkatimi çekti ki; ey Allah’ım, sonsuz şükürler olsun diye hamd ettim.

 

Hoca efendi emeğimin karşılığını hiç ihmal etmedi, beklemediğim miktarda beni memnun etti.

 

Çalıştığım günlerde bana eşlik ederek, gönlümü sohbetleriyle zenginleştirdi.

 

İşte onun için; Allah bilir ki, seni sever ve sayarım, bulunmadığın ortamlarda her zaman seni örnek gösterir ve gıyabında muhabbetle yad eder, anarım.

 

İşte hocanın evinin duvarını örerken, hemen aklıma sen geldin ve keşke hocanın kızlarından birine talip olsa da, mutlu bir yuva kurmak nasip olsa, diyerek içimden geçirdim.

 

İşte onun için sordum sana; ne dersin,düşünmez misin böylesi şahit olduğum güzelliği, paylaşmak istemez misin diyerek yine bana sordu.

 

Sen daha layıksın böyle güzelliğe tek başına kalıyorsun, kendin için neden düşünmüyorsun, diyerek karşılık verdim.

 

Nerde bizde o şans, tek başıma karar vermem mümkün değil, çünkü bizim köy adetlerinde sıralama vardır.

 

Beklemek zorundasın,aksi davranış töreye karşı gelmek olarak anlaşılır, bunun bedelini ödemek, çok ağırdır düşünemezsin bile.

 

Sen kişilik ve karakter bakımından sevdiğim, muhabbet beslediğim bir kişi olarak, evinizin de tek oğlu bulunduğun için, senin ihya olmanı istedim dedi.

 

Böyle samimi bir itiraf karşısında ne diyeceğimi bir an bilemedim, hem sevindim, hem de şaşırdım, ne söyleyeceğimi düşünürken, açziyeti yaşadım.

 

Hemen toparlanıp bu sevgiye layık olmaya çalışacağım, teşekkür ederim, bahsettiğin aile hakikaten çok ilginç ve farklı bir yapıda hoş insanlarmış.

 

Allah hanelerinin bereketini ve kısmetlerini açık etsin, yaşantı bakımından maneviyat yönümü oldukça zayıf olarak görüyorum,o bakımdan kendimi bu aileye uygun görmüyorum.

 

Çünkü; aramızda yaşantı ve anlayış farkı oldukça fazla, ayrı dünyalarda yaşıyoruz diyebilirim.

 

Ayrıca içimde bulunan manevi boşluk hat safhada, bizlere zor kısmet olur, böylesi güzellikler, hayırlısı olsun diyerek mevzuu kapattım.

 

O akşam; enteresandır ama rahatlamış bir keyifle ve dalaştım, efkarımı dağıtmış ve mutlu olarak İbrahim’e teşekkür ederek ayrıldım.

 

Doğruca hızlı adımlarla evimize geldim.

 

Gönlümün sevincini, paylaşmak istiyordum,ama kiminle!

 

Ne yazık ki; yine sinemin derinliğine serpiştirdim.

 

O yıllara kadar, nasıl çalışarak okudum ise,yine çalışıyor ve okuyordum,sanat okulunun metal işleri bölümünde ikinci sınıfına devam ediyordum.

 

Ne hikmetse annem, sürekli evlenmemi isteyerek,oğlum ölmeden önce mürüvvetini göreyim diyerek beni her zaman sıkıştırıyordu.

 

Kendi ölçeğine göre,kızlara bakıyor,gözüne kestirdiği bir kızı görünce,bana dahi sormadan, kendi kendine karar veriyor ve gereğini yapmaya çalışıyordu.

 

Eve geldiğim her fırsatta,akrabalarımızla,mahalle komşularımızla, ne zaman bir araya gelsek bu mevzuyu açıyor ve kendine mutlaka bir destek arıyordu.

 

Önceleri utanıyordum, zamanla sıkıldım, bıktım, ve annemi kırmadan izah etmeye çalışıyordum, fakat nafile çünkü annem biran önce netice almak istiyordu.

 

Usul hatasında bulunuyor ve farkında olmadan beni üzüyordu.

 

Anne şu anda evlenmeyi düşünmüyorum,düşündüğüm şartların oluşması lazım;

ısrarcı olmayın,diyerek, gönlünü almaya çalışıyordum.

 

Ama gayretlerim maalesef nafileydi, annem bildiğini okumaya devam ediyor, yılmıyor ve yorulma bilmiyordu.

 

Güneş ile Kar’ın uyuşmazlığı her ne ise, bende annemle o kadar farklı yapılarda insanlardık,bunu ben biliyordum fakat,annem anlayamıyor,veya anlamak istemiyordu.

 

Ama annem yılmıyordu kafaya koymuştu bir kez, mahallemizden, akrabalarımızdan, tespit ettiği kızların özelliklerini,güzelliklerini bana anlatıyordu.

 

Her birini de çok methediyordu,bununla da yetinmiyor,ayrıca gönlümü ikna etmeye çalışıyordu,bir anne olarak belki de haklıydı.

 

Her nasılsa kızları bir şekilde tespit ederek, annesi ile birlikte evimize davet ediyor ve gelmelerini sağlıyordu,bu manada benimde yakından ilgilenmemi ve daha duyarlı olmamı istiyordu.

 

Tabi olarak içimden gelmiyordu,onun için daha çok canım sıkılıyor ve kaçacak bir yer arıyordum,yeni konuklar gelmişler ise,hoş geldiniz diyerek hemen,diğer odaya geçiyordum.

 

Artık evimiz benim için, sıkıcı gelmeye başlamıştı,ben neler düşünüyordum, fakat zavallı annem dağarcığındaki hayaliyle karar veriyor yaşıyor ve kendini avutmaya devam ediyordu.

 

Yine benzer günlerin birinde,misafirler gelmişler,hoş geldiniz,dilerim iyisinizdir diyerek,müsaade isteyip hemen odama geçtim.

 

Bir müddet sonra odamın kapısı vuruldu,yine annem zannederek, anne müsait değilim, çalışıyorum dedim.

 

Fakat kapı açıldı, baktım ki gelen misafirlerin kızı,çok doğal bir tavırla bulunduğum odaya girdi.

 

Annesi olduğu halde,hiç çekinmeden ben senin için gelmiştim,birlikte oturalım mı şayet sakıncası yoksa,konuşur sohbet ederiz ne dersin demesin mi!

(Devamı nakşeden izler 2 de)

 

Mustafa Cilasun

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yazıyı uzun görünce açıkçası okumayacaktım fakat okumaya başlayınca nasıl bittiğini anlayamadım bile çok güzel,sade ,anlaşılır,akıcı bir dille anlatılmış :D 2. bölümü sabırsızlıkla bekliyorum :D Selametle ...

Share this post


Link to post
Share on other sites

gözlerimin, ekrandan rahatsız olmasına rağmen bu uzun yazınızı okumayı başarabildim. teşekkürlerimi sunarak, 2.sini beklediğimizi belirteyim... eywallah...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Yazıyı uzun görünce açıkçası okumayacaktım fakat okumaya başlayınca nasıl bittiğini anlayamadım bile çok güzel,sade ,anlaşılır,akıcı bir dille anlatılmış :D 2. bölümü sabırsızlıkla bekliyorum :D Selametle ...

 

çok teşekkür ediyorum, inşaallah diyerek hayırlar diliyorum...

Share this post


Link to post
Share on other sites
gözlerimin, ekrandan rahatsız olmasına rağmen bu uzun yazınızı okumayı başarabildim. teşekkürlerimi sunarak, 2.sini beklediğimizi belirteyim... eywallah...

 

Cenabı Hak şifalar ihsan etsin diye ziyaz ediyorum, zahmete katlandığınız için çok teeşekkür ediyorum, en kısa zamanda ekleyeceğimi beyan ediyorum...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Nakşeden İzler (anı Roman 2)

 

O kadar çok şaşırmıştım ki, fakat belli etmem uygun olmazdı, oturun siz bilirsiniz, fakat derslerim çok fazla sizinle hiç ilgilenemem gücenmez sıkılmaz iseniz buyurun oturun, nasıl olsa oda müsait, oturacak yerde var, diyebildim.

 

Senin yanında olmam, benim için yeterli bir sebep, kesinlikle sıkılmam demez mi?

Hoppala diyerek hayıflandım tabi birazda üzüldüm.

 

Zira bu kadar samimiyetin, gerekçesi ne olabilirdi, niçin gerekliydi demek zorunda kaldım, fakat belli etmemeye çalıştım.

 

Aman Allah’ım bu nasıl iş, aman Mustafa durum kritik, bir bahane bul hemen sıvış, haydi hiç durma topluma karış diye, içimden geçirdim.

 

Saatime birkaç kez baktım, hemen hatırladım ki, kara Mehmet’le buluşup dolaşacaktık.

 

Hayırdır niçin saatine çok bakıyorsun, benden kaçmak için, bahanemi arıyorsun demez mi, kızcağız!

 

Kusura kalmayın, anlayışlı olduğunuz belli oluyor, sizinle oturmak çok keyifliydi, ama arkadaşımı bekletmek istemiyorum.

 

Siz sanırım annemi ziyarete gelmiştiniz, bir insanı bekletmek hoş bir davranış olmaz değil mi, diyerek müsaade istedim ve arkama dahi bakmadan ayrıldım.

 

Ayrılırken annemin yüzünü bir görmeliydiniz!

 

Şaşkınlık, kızgınlık, kırgınlık hepsi mevcuttu.

 

Fakat hiç önemli değildi, çünkü bunların hepsi benden sakıttı, demlediği çayı hışımla, bir solukta midesine akıttığını, tahmin ediyorum.

 

Böylelikle bir badireden, zorda olsa kurtuluyordum.

 

Evimizden uzaklaştıkça annem aklıma geliyordu ve gülmekten kendimi alamıyordum.

 

Evimize dönünce annemle yaşayacağım finali, çekinerek bekliyordum ve maalesef böyle atlatıyordum o sıkıntılı günleri.

 

Okul dışında, çalıştığım iş yerinde müsait zamanlarda, bulduğum her boşlukta, okumaya çalışıyor, araştırıyor, yeni çevreler, ediniyordum.

 

Yalnızlığımda sürekli düşünüyor, gecelere dost gözüyle efkârımı açıyordum, mehtaba sırlarımı anlatacağım diye, soluk soluğa kalıyordum.

 

Hayatımda; yaşadığım tüm gerçekleri, izlerini taşıyarak tecrübe ediniyor, sabırla bileniyor, sebatla azmediyor, metanet ikliminde, filizlenerek kendimi yetişiyordum.

 

Hayatın kendisi için, bilinçsizce harcadığım, boş zamanlarımı düşünüyor, hayıflanıyor ve acısının iliklerime kadar, nüfus ettiğini biliyordum.

 

Gayenin olmadığı, hafızanın mesnetli bilgilerle dolmadığı, kalbin ihtiyacı olan, sevgi ve şefkate doymadığı, itminanlık bulmadığı her an meşkûk tur.

 

Bilinçsiz bir yaşayış ne kadar, karanlık ve manasız ise, bunların farkına varmakta, bir o kadar doyumsuz ve berrak oluyordu.

 

Farkı yakalayan, keyifle haz alıyor, içi sevinç doluyor, farkına varamayan için, değişen bir şey olmuyor, her şeye Fransız kalıyordu.

 

Kara Mehmet’i anmışken; fazla esmer olması sebebiyle, isminin ön takısı olan (kara)deyimi, arkadaşlar tarafından eklenmişti, yoksa Mehmet Muçhan olarak bilinirdi.

 

Son derece muzip, oldukça duygulu, araştırmayı seven, mesnetli bilgileri kuşanmış, kalender karakterli, güler yüzlü, alçak gönüllü, gür saçlı, kalın karakaşlı, nazik tatlı dilli, hoş bir insan olmasının yanı sıra.

 

Yokluğu her zaman yaşamış, lakin şikâyetçi olmamış sinesinde gizlemiş, yaşayış tarzı onu çok tutumlu yapmış, aldığı aile terbiyesi özellikle imam hatip ve ilahiyat kökenli olması nedeni ile

 

Yıllarca kızlara olan uzaklığı, yüreğinde derin yaralar açmış, ama fırsatını bulup bir türlü açılamamış, zaman içinde bu tecrübe edilmemiş, bakir kalan duygular, kişiliğinde derin yaralar açmış, bu bakımdan zafiyetler oluşturmuş.

 

Kendini cezbeden, yetişkin tanıdık bir kızla karşılaştığı zaman, çok farklı bir insan olur, yerinde duramaz âdete coşardı, konuştukça kendini alamaz, kızla ilgili merak ettiği ne varsa, ardı ardına sorular sorarak, hep anardı.

 

Bende, son derece doğal karşılayıp, anlamaya çalışırken, yüreğini kuşatan duyguların, derin izlerini rahatlıkla görebiliyor, çoğu zaman üzülüyor, bazen de kararsızlığı yüzünden kızıyordum.

 

Evlerindeki; kendine ait yalnızlığını her zaman görüyor ve hassas bir kişiliğe sahip olduğundan, kitaplarının arasında kayboluyor, yanlış anlaşılmaktan korkarak, dertlerini paylaşamıyor, aile dayanışmasından mahrum kalıyordu.

 

Her uğradığımda evlerine çok kısa bir zaman otururdum, öyle gerekiyordu, ortam müsait olmuyordu ve daha sonra birlikte ayrılarak mekân değiştirir, sokakları adımlayarak, caddelerin derinliğine dalardık.

 

Müşterek bir hedef doğrultusunda yol almanın heyecanını haz alarak, yaşayarak sıkıntılarımızı paylaşır, oldukça keyif alırdık, vakit ne çabuk geçmiş pek anlamazdık.

 

Dini konulardan uzak kalmam ve bilgisiz olmam nedeniyle, sorduğum soruların cevaplarını içimdeki boşluğun derinliğini bildiğim için, kanarcasına pür dikkat kesilerek dinliyor, hasretle deruhte etmeye çalışarak, bilmediklerimi dost arkadaşım Mehmet Muçhan dan öğrenmeye gayret gösteriyordum.

 

Çünkü beyhude geçirdiğim, onca yılların içimdeki engin bir denizin hırçın dalgaları arsında, gecenin zifiri karanlığında şimşeklerin çakmasıyla bir ferahlık getireceği umuduyla aydınlık için, kurtuluşa koşmam gerekiyordu.

 

Zaman denen mefhum dur durak bilmiyordu, akıp gidiyordu, görevlendirildiği hedefine doğru, tereddüt etmeden, acaba demeden, yılmadan, yorulmadan, yeter artık diye söylenmeden.

 

Hasret kalmışçasına, yüreği yanarcasına, sevgiliye koşarcasına, kaygılardan, zanlardan sıyrılmış bir şekilde.

 

Emin olmanın hazzını yaşayarak, vakarında tevazuu kuşanmış bir eda ile bilinmeyenlerden uzak iklimlerde, gizemleri sunarak, akıp gidiyor.

 

Giderken de, hayatımızdan harf, hece, kelime ve mısraların, anlam bütünlüğündeki, satır aralarını, düşünme fırsatı olarak sunuyordu.

 

Romanlardan kahramanını buluyor ve seçercesine alıp götürüyor, dolayısıyla bizzat kendisi, romanların konusu oluyordu, her şeyin anlamını bulduğu bir zaman diliminde.

 

Sanat okulu son sınıfında, okumaya çalışırken, öğrenci hareketleri, hat safhaya gelmiş, sınıflarda derslerin yerini, çoğu zaman, olaylar ve konuları almıştı.

 

Bulaşmadan, dalaşmadan, kokuşmadan, üç, beş arkadaş kenetlenip, aynı hedef doğrultusunda yoğunlaşmış, istikbale bakıyorduk.

 

Tereddütlerin başını aldığı, belirsizliklerin haddini aştığı günlerin sıkıntısı, hat safhaya gelmiş, her gün olay, baskın, polis kovalaması alıp başını gidiyordu.

 

Okul çıkışlarında dava birliğinin sağlanması adına, zorla fatih derneğine götürülmek istenmemiz, bizim acilen çözüm bulmamızı gerektiriyordu.

 

Zira son senemiz olduğu için, mefkûreci öğretmenler derneğine giderek, üniversite imtihanına hazırlık için kursa başlamıştık bila bedel.

 

Sınıf ve kurs arkadaşım Mustafa; son derece sakin, oldukça mülayim, ufku açık, sevgi dolu, esnaf kültürünü kuşanmış, yokluğunda aranan, özlenen güzel huylu, hayır öğütlü bir arkadaşımdı.

 

Yani parantezi biraz daha açacak olursak, özetle;

 

O da benim gibi yıllarca, en doğal hakkı olan, baba şevkatinden, ilgi ve desteğinden mahrum kalmış, en çok ihtiyaç duyduğu anlarda bile, onu yanında bulamamış maalesef.

 

Sevgili annesi her zaman, bu boşluğu doldurmaya çalışmış, dolayısıyla en annesi Mustafa’nın en yakın dost ve dert ortağı olmuş…

 

Fakat çocuğun gönlünde oluşan ve beklenen, babanın hal, tavır, nasihat, muhabbet ve cesaret boşluğunu hiçbir zaman anne dolduramaz.

 

Sevgili dedesi ve anneannesi, engin tecrübeleriyle, çocuk psikolojisini özümsemiş, bir mürebbi vakarıyla, Mustafa’nın yetişmesinde, en temel mihenk taşları olmuşlar, sabrı, sadakati ve kanaati ihmal etmeden zihnine yerleştirmişler.

 

Amcası Hacı Efendi de;babasının iş ortağı olarak, Net kuru temizleme ismindeki, mütevazı dükkânlarında,başlarında bulunmuş,bilgisi,becerisi nispetinde yardımcıları ve hamisi olmuş.

 

Mustafa’nın esnaf kültürünü kuşanmasında, insanları yakından tanımasında, tecrübe kazanmasında, katkıda bulunmuştur.

 

Mustafa’nın kişiliğinin oluşmasında, katkısı olanlar, kimlik sorununu aşmış, hayatı anlamış, kimselerden olmaları gerekir ki;

 

Genç, fidan gibi, gönlü açık, sahavetli, hayırlı işlerle iştigal eden, kötülüklere bulaşmayan, şerden her zaman uzak kalmayı başaran, vatana ve millete hizmet etmeye duyarlı, hassas, duygusal, edebi yönü fark edilen,

 

Toplum tarafından kabul gören ve teveccüh gösterilen, gıyabında hayırla yâd edilen, duyarlı ve haklı olduğu konularda, metaneti, şecaati ve sabrı bir solukta terennüm eden,

 

Herkese bizim Mustafa Yalçın dedirten ve fakat insanlar tarafından çok zor başarılan, bir vizyonu hak ederek, sergilemenin huzurunu, her an şükrederek yaşıyor olmalı.

 

İşte aynı sınıfta yan yana otururken, dedim ki Mustafa ya; her gün böyle olmayacak, bir şeyler yapmamız lazım, inisiyatif kullanmak durumundayız.

 

Oda tamam ama ne yapabiliriz deyince, o zaman seyret dedim ve sınıfta ayağa kalkarak, öğretmenin henüz gelmediği bir vakitte masasının arkasına geçip, masaya sert bir şekilde vurarak dikkatleri üzerime çektim.

 

Herkesin bana baktığından emin olunca, arkadaşlar şu andan itibaren, bu sınıfın başkanı ve sorunlusu benim, itirazı olan varsa, şayet yüreği yetiyorsa beni okul çıkısında, kapıda beklesin görüşelim dedim.

 

Sınıftaki arkadaşları süzdüm, bir dakika kadar bekledim, hiç bir ses çıkmayınca başkanlığı otomatikman üstlendim.

 

O günden sonra okul çıkışlarında, mazereti olan her arkadaşa izin veriyor ve istekli olan arkadaşları, fatih derneğine götürüyor, mana ve maksatlarını öğrenmeye dolayısıyla anlamaya çalışıyordum.

 

Biraz devam ederek, kuvvet dengesinin kaynağını bulmaya ve şahsımda oluşturmağa çalışıyordum, bu ara Mustafa’yı rahatlıkla kursa gönderiyor ve benim içinde not almasını söylüyordum.

 

Günlerden Cuma idi, o gün birkaç ders önemsiz olduğu için, evde yarım kalan işlerimi yapmak niyetiyle sınıftan ayrıldım.

 

Okulun kapısından çıktım giderken, okul duvarında oturan bir kaç arkadaşı gördüm, selam vererek, ne yapıyorsunuz burada diye hatırlarını sordum.

İçlerinden Yozgatlı Abdullah, bugün komünistler okulu basacaklarmış, bizler de arkadaşları toplamaya çalışıyorduk, sen nereye gidiyorsun, haberin yok mu diye sordu.

 

Benim haberim yok, her zaman olduğu gibi palavradır inanmayın dedim.

 

Abdullah inan ki bak gerçekten basacaklarmış, haber doğru deyince, ben inanmıyorum, işlerim yoğun olduğu için gidiyorum dedim.

 

Ayağa kalkarak koluma girdiler, ısrarla omuzlarıma ellerini koydular.

 

Gardaş; eğer sende gidersen, bizim yapacağımız bir şey kalmıyor, bur da kalmamız manasız, çünkü bizim güvendiğimiz insan sensin.

 

Eğer sende gidersen ne diye bekleyelim, bizde çekip gidelim, yoksa sadece dayak yeriz, ama sen kalırsan okulu kurtarırız dediler bir solukta.

 

Baktım ki oldukça ciddiler, yapacak bir şey kalmadı, istemediğim halde, kalmak zorunda hissettim kendimi, mademki öyle tamam kalıyorum dedim.

 

O zaman burada beklemeyelim, okulun içine girelim de, etrafa bakalım dedim ve okul bahçesinde ilerleyerek idari binaya yaklaşıyorduk.

 

Bir grubu okulun yan tarafında toplu halde bekliyor olarak fark ettik!

 

Baktık ki takriben, yirmi beş, otuz kişilik sol grup, tabi olarak karşılaştık, yanlarından geçerken Abdullah, karşı gruptakilere ne bakıyorsunuz lan, oros... Çocukları demez mi?

 

Ortalık öyle karıştı ki, bir anda vuran vurana, bizim sayımız onların beşte biri, bir ara Abdullah’ın ensesine yönelen, bıçak darbesini fark ettim.

 

Oğlanın bıçak tutan bileğini, öyle bir yakaladım ki, kolumu kırıldı, parmaklarımı bilemiyorum, bağırarak yere yattı, kıvranıyordu.

 

O an şaşkınlık içinde, savunma yaparken, kulağıma öyle bir taş geldi ki, feleğimi şaşırdım, gözümün önünde şimşekler çaktı, elimi kulağıma attım bir baktım ki, ılık bir kan, gözüme çarptı işte o zaman şuurum bozuldu ve tepem attı.

 

Artık haleti ruhu yem bozulmuştu, önüme kim gelirse gözüm görmüyor, vurdukça vuruyordum, baktım ki önümde kimse kalmamış.

 

Karşı sol grup, idari binaya kaçmış, öyle bir haleti ruha sahiptim ki, o kapıyı zorluyor içeriye girerek, takatim bitene kadar vuracaktım.

 

Kapıyı açamadım, döndüm arkama baktım ki ne göreyim, bizim adamlarımız diye bildiğimiz öğrenciler, okulun bahçe duvarının dışında, rast gele taş atıyorlar.

 

Daha çok canım sıkıldı, lan, dövüş meydanını bırakıp ta, neden idari binaya taş atıyorsunuz, binalar ne zamandan belli, komünist oldular, diye bağırdım.

 

Epey bir vakit geçtikten sonra, ekipler halinde polisler geldi.

 

Tabi ki bu ara kaçanlar kaçtı, ben kaçmamıştım, üç kişi polislerle gelip, benden davacı olduklarını söylediler, her taraflarında darp izleri mevcuttu.

 

Polislere bunları tanımadığımı, sınıf başkanı olduğum için, sınıf defterini teslim ettim ve merasim için burada beklemekteyim dedim.

 

Bazı yerlerimde bulunan kan izlerini sordular, top oynadığımız için farkında olmadığımı söyledim, fakat şikâyetçi olanlar, ısrarla davacı olduklarını söylediler.

 

Polisler artık yapacağımız bir şey yok, darp izleri ve şikâyetçide çok, karakola götüreceğiz seni dediler.

 

O an içimi burukluk sardı ve gariplik hissiyatının hâkim olduğu fırtına içimi sızlattı, fakat yapacağım hiç bir şey yoktu.

 

Ekip aracına binerek karakola doğru ekip otosu hareket ettiğinde görebildiğim her kez bana bakıyordu.

 

Nihayet karakola gelmiştik.

 

Davacı olan fakat benim tanımadığım öğrenciler şikâyetlerini dile getirip, polise yazdırdılar, üçü birden rapor almak için hasta haneye koştular.

 

Bana bir şeyler sordular, cevap verdim dinlediler, yazdılar fakat ne yazdılar bilmiyorum okuma fırsatını vermeden hemen imzalamamı söylediler, imzaladım.

 

Yarın mahkemeye götürülmek üzere, saat 17.45 civarında mahkeme saatine kadar nezarete bekleyeceğimi söyleyerek bu gün kendilerinin misafiri olacağımı ve kalacağım mekân olarak nezareti gösterdiler, içeriye girerek üzerime kapıyı killediler.

 

Nezarete girdim, acayip bir koku, her taraf pislik içinde, demir parmaklıklar var, fakat camları kırık, ayaz, rüzgâr, kar savruluyor, soğuk mu hat safhada.

 

(devamı nakşeden izler 3 te)

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Beni şaşırtan An!

 

 

 

Günlerden hafta içi bir gün, henüz alarm sesiyle uyanmıştım,

 

Fark ettiğim gerçek, şükürler olsun ki, henüz ecel saatimiz gelmemiş.

 

Uyandım, gözümü açtım ve bismillah diyerek, yatağımdan kalktım.

 

Beynimiz yorulunca ve uyumak için yatınca, terki diyar etmiyoruz, mekânımızda yatıyoruz.

 

Kimimiz hilkatimizin gereğini bilerek ve kimimizde bilmeyerek, uykuya teslim oluyoruz.

 

O öyle bir uyku ki, kimi zaman zamanlı ve kimi zamanda, zamansızdır.

 

Günü birlik uykularımız, zamanlı olduğu gibi, hiç “uyanamamak” gerçeğini de unutmamalıyız.

 

Tabii ki, birde, gerçeklerden habersiz kalarak yaşamakta, bir nevi uyumaya delalettir.

 

İlim, bizlere doğruyu ve yanlışı öğreten ve gösteren, en önemli hazinelerimizdir.

 

Bilmek ve bilen olmak güzeldir ancak, kesin bir çözüm değildir.

 

Bilgilerin, hayatımızı ihata etmesi, yani fiiliyata aksetmesi aslolandır.

 

Bilgiler, ancak idrake ulaştıklarında güçlenirler.

 

İdrake ulaşmayan bilgi, sadece yarış için, bir delil, niteliğindedir.

 

“Âlim, ilmiyle amel edendir” atasözümüzü hatırlayalım.

 

Âdemi beşer, kimliğini kabul eden, her bir mükellef, yaşına tekabül eden, mutlak bilgileri, deruhte etmek zorundadır.

 

Mutlak bilgiler, bireyin, hayatını idame ederken, uyması gereken kurallardır.

 

Kendi hukukunu bilmeyen, neye tabi olacağını seçemeyen bireyler, mükellefiyetin, ne anlama geldiğini, akledemeyenlerdir.

 

Akledememesi, kişiyi asla mazur göstermez.

 

Dalış tekniğini ve basıncı, teneffüs ettiği oksijeni bilmeden, denize dalmak gibidir.

 

Evrensel mesaj, sürekli akledenleri ve akıl sahiplerini muhatap alıyor…

 

Taklidi bir inanç, tahkikten uzak kaldığı için, hiçbir mana ifade etmiyor…

 

İşte size, bahsettiğim o sabah, işyerime gelirken, üç kişi arkadaş olarak!

 

Yürüyorlar ve yüksek sesle düşünüyorlar.

 

İçlerinden birisi” Valla ben, genel müdürün karşısına geçince, babamın adını unuttum” diyor!

 

Bu kelamı duyunda, birden nutkum durdu ve gayri ihtiyari, arkama dönerek, ilgili şahsa baktım.

 

Lakin bu üç kişiden, hangisinden sadır oldu, bilemedim.

 

Dayanamadım, tebessüm ettim fakat hüznümü yudumlamak, zorunda kaldım.

 

Bu üç adam, orta yaşı geçmiş görünüyorlar ve kıyafetleri bürokrat izlenimi veriyordu.

 

Bu üç adam!

 

Dünya ya, gelmelerine vesile olan, zürriyetinin banisi, şeceresinin öznesi bulunan,

 

Babasını, genel müdürün karşısına geçince unutmuş.

 

Böyle bir kimliğin sahibi bulunan, mazi ve ati denkliği bulunmayan, hamiyetten, vefadan anlamayan bir insan, nasıl bir mükellef ve baba olur, sizlerin tahayyülüne bırakıyorum.

 

Hayatımızı yaşarken hesapsız isek, hesabın ne demek olduğunu, anlamadığımız demektir.

 

Oysa bizleri, öyle bir hesap bekliyor ki, tüm dünyanın maliyecileri, bu hesabı ötelemeye çalışıyor.

 

Yalnız bir fark var, ecellerinin ne vakit, vuku bulacağını bilmiyorlar…

 

Bu maliyeciler, ne kadar gerçek hesaptan anlarlar, bilmiyorum. Ancak bildiğim tek şey!

 

Kimiz, kime aidiz, niye yaşarız ve kul olma sorumluluklarımız, bilinene kadar, mana ile ancak o zaman, kucaklaşırız.

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çaresizlik!

 

 

Mevsim sonbahardı…

 

Ağaç dalları yalnızlığa hazırlanıyorlardı.

 

Zamanı dolan yeşil yapraklar, çaresizlerdi…

 

Derman buldukları dalları, terk etmek zorunda kalıyorlardı.

 

Kuşlar dahi bu duruma hüzünleniyorlardı, dal ve kuş açıktalardı.

 

Ağacın estetiğini, yeşil yapraklar oluşturuyordu.

 

Yapraklar, adeta ağacın saçları durumundaydı.

 

Saçsız bir kızı, tahayyül edebiliyor musunuz ne acı.

 

İşte bugün bu ağaç, hayatın öznesini muştuluyordu.

 

Hayat ve memat, can ve canan akıp giden bir zaman…

 

Hayat yaşamaktı, neşeydi, tecrübeydi, bir gözlemdi…

 

Himmetti, hizmetti, vefaydı, cefaydı, o bir sevdaydı…

 

Hayatı yaşarken, zorunda kalmadan, yaşamayı bilmektir…

 

Gülerken, ağlarken, severken, terk ederken anlaşılır olmaktır…

 

Bir ah çekmeden, kimseye çektirmeden paylaşmayı bilmektir.

 

Öncelikle saygıyı bilmektir, yoksa asla sayılmayacaktır.

 

Hoşgörü en büyük hazinemizdir, cimrilik rahmet eksikliğidir…

 

Ön yargı, bir hastalık olarak bilinmelidir, aksi takdirde sahibini bitirecektir…

 

Sevmek, hiçbir karşılık beklemeden, vermeyi bilmektir…

 

Aşk, yaşamaktır, halin yanmasıdır, nefsin külleşmesidir…

 

Enaniyet, âdemi beşerin değil, iblise biat edenlerin işidir…

 

Hareket ve kuvvetin gerçek sahibini bilmek, kul olmaktır…

 

Kul, Rabbinin bir kölesidir, çünkü her şeyin sahibi odur.

 

Ağacın, dalın, yaprağın ve kuşun sahibi de Zül celaldir…

 

Rahmetin müjdecisi, kâinatın efendisi olan Peygamberimiz…

 

Kur’anı bizzat yaşayarak, anlaşılmayanı bırakmamıştı…

 

Dünya ve nimetlerinin, sabah namazının iki rekât sünnetinden…

 

Daha da önemli bulunamadığını, ashabına izah etmişti…

 

Bunun ne anlama geldiğini, teferruatıyla anlatmıştı…

 

Bir han, ister sahibi veya misafiri olman hiç fark etmiyor…

 

Varlığını ve metaını, Hak rızası adına ve insanlık için seferber etmek…

 

Bu konu da asla bir tereddüde düşmemek için, aşkı bilmelisin…

 

Aşk, Onun yolunda buharlaşmaktır, Aşk, en büyük Hak rızasıdır…

 

Aşk, bedenin, tenin dili değil, kalbin, ruhun en önemli gıdasıdır…

 

Her müşkül iş, asan olur, her külfet, hakikatte bir nimettir…

 

Sevda onadır, aşk onadır, can odur, yar odur, her şey onda yok olur…

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ah Gönlüm

 

İçim alev, alev yanıyor, açamıyorum,

Sanki öyle bir yükü, kaçamıyorum,

Deniyorum, dertleniyorum, saçamıyorum,

Yoruldum inan ki, artık bakamıyorum.

 

Beni ben yapan faktörler hala ayakta,

Beni benliğimden uzaklaştıranlar bir odakta,

Meçhuldeyim sanki yaşadığım mekânda,

Bilinmeyenler neredesin yapış yakama.

 

Dostluklar artık menfaate dayanıyor,

Yoksa gücün bakarak için yanıyor,

Dermanın tükenip halsizlik sarıyor,

Bilinmeyenler her an beni kuşatıyor.

 

Aklım, mantığım, azmim elbette var,

Yoksa mesnetli bilgi neye yarar,

Manasızca devamlı koşmak beni yorar,

Mihengim neredesin gel beni sar.

 

Dava diye bağlanarak dem aldığımız,

Her şeye o gözle bakarak savunduğumuz,

Ön yargıdan beslenerek, tebliğ sandığımız,

Neredesiniz, söyleyin dayanaklarımız.

 

Her zaman inandık ve teslim olduk,

Neticesinde yalnızca bizler solduk,

Dağıldık, şevksiz denize daldık,

Öğrenmek ne demek, yılana sarıldık.

 

Her zaman mı bir kurtarıcı bekleyeceğiz,

Kolayı rahatı ne zaman terk edeceğiz,

Sen kendin olmaya çalış yeter artık,

Aklın, mantığın, senin için bir azık.

 

Rab derken açziyet ve sükûnetini,

Hak derken zulümden uzak adaletini,

Peygamber derken sabır ve metanetini,

İkmal et sanki hava gibi, su gibi.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

27 Nisan Andıcı!

 

Ne tuhaf karşılanan bir sabahtı,

Haberler durmadı, peş peşe aktı,

Spikerler garip bir şekilde baktı,

Bir haberle her tarafı andıç sardı.

 

Derler ya asker uyumaz, ayaktadır,

Ülkenin güvenliğinin teminatıdır.

Cumhurbaşkanına odaklanmaktadır,

Gece yarısında, tehdit savurmaktadır.

 

Hani hukuk devletiydi, saygılıydık,

Demokrasi vazgeçilemezimiz saydık,

Sosyal ve hukuk nidalarına inandık,

Sabah kalktık, andıç haberiyle sarsıldık.

 

Askeri erkân kendini, hâkim addetti,

Gizli bir oturumla, o kararını verdi,

Karar ne garip ki, imzasız beyandı,

Dünya bu habere şaşırdı, kabare sandı.

 

Ne oldu yani, savcılara çalım atıldı,

Valiler, pasiflikle, emniyet dışlandı,

Anayasal süreç olmasına rağmen andı,

Hükümeti solladı, hiçliğini elan saydı.

 

Kimdi askeri erkân, başbakana bağlı çalışan,

Başbakandan talimat alan, talepte bulunan,

Başbakanın atadığı bir görevde bulunan,

Milli güvenliği, terör kuruluna rağmen?

 

Millet efradını, iki bela korkutur olmuştu,

Neydi bunlar, terör ve irtica hortlamıştı,

Her gün bir şehit veriliyor, asker yetersizdi,

İrtica denen illet, kepuzeden farksız, albasandı.

 

Seviyesiz muhalefeti serdeden, şer üçgeni,

Birden kenetlendi, kurtuluş erken seçim dedi.

Demokrat duruştan feragat etti, geri çekildi,

Utanmadan ekranda, güya millete seslendi.

 

Ekonomi ne demek, kimin umurunda ki,

Devlet batmış, millet perişanlaşmış yani,

Yüzleri kızarmayan kepazeler, niyazı ile

Millete açık, üçüncü bir tehdit, darbe dedi,

 

Usandık artık, gına getirdik, hep çekildik,

Bir bilen vardır diyerek, sürekli sabrettik,

Ancak gördük ki, hinlikleri depreşenler,

Vakitsiz öten horozlardan hiç farksızdılar.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Arz Kan Ağlıyor!

 

 

Ey kıtanın mağdurları, mahzunları,

Kadınları, çocukları yetim kaldınız,

Sahipsiz, biçare, kan pare, can yerde,

Mazlum halde, kıtadan göçüyorsunuz.

 

Dimağım duruyor, nutkum çöküyor,

Zihnim havale geçiriyor, kalbim titriyor,

Dizlerim kireçleşti, ayaklarım gitmiyor,

Kimseler sizleri görmüyor, ilgilenmiyor.

 

Hani insan içindi, insanlıktı medeniyet,

Artık tanıdık senin gerçek yüzünü şirret,

Gasp, zulüm, bilinmeliydi senindir ihanet.

Tarihe şahit olarak yaşamak, bir zillettir.

 

Her savaşta, mağdur kadın ve çocuklar,

Aslında onlar yeryüzünün manasıdırlar,

Müstekbire karşı, hanif kulları ararlar,

Çaresizlik için de, gözyaşlarını akıtırlar.

 

Ne olur yarenler, dostlar, ahbaplar,

Ne bu hal, hareket yok, tüketim çok,

Rezalet ayyuka çıkmış, tavan yapmış,

Cennet vatan teraneleri her yeri sarmış.

 

Bu nasıl bir cennet vatan ki, ahval perişan,

Gasp ehliler, illegal tacirler, kızları satanlar,

Fuhşu, alkolü, eroini, simsarlığı pazarlayanlar.

Cennet denilen arzı mekânda tertipleniyor?

 

Ne vakit uyanacağız, kimlere inanacağız,

Din önderleri kayıplarda ne zaman bulacağız,

Hiç olmazsa bari hep birlikte zalimleri lanetle,

Yürek dayanmaz artık yaşanan bu vahşetlere.

 

Stratejik ortağımız dedik, zulme ortak olduk,

En aşağılık, pislik nifakın odağına sarıldık,

Uçaklarımızın modernizasyonları için anlaştık,

Filistin, Irak mazlumlarının sadece kanına baktık.

 

Eğer rahmet kesilirse, şayet bir azap gelirse,

Çoktan hak ettik, kimse tarafından bilinmese de,

Efendimiz gelse, inananların bu gafletini bir görse,

Arz sarsılır, sema katlanır, insanlar fark etmese de.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir Edebi Hal Olmazsa Aşk Kimin Umurunda!

 

 

Diledim ki ehli diller arasında bir haz alayım

Kimi kimden sorayım neden vehim taşıyayım

Her hüner makbul müdür bir tasada kalayım

Edebi hal bulunmayınca kime dert anlatayım

 

Ceddim ki ruhu şad olsun ne ülfetler bırakmış

Kime ne yapmış dek durunca himayeye almış

Şan katmış kıtalara uzanmış hak ile haykırmış

Edebi hal ile salınmış edebiyat ki tarihi yazmış

 

Ne canları ne cananları yaşanan mana aşklarını

Hayâ içindeki salınmaları arı nam ile sevdalarını

Takvanın hasletini ihsanın mürüvvetini saadetini

Meşhur sazendeleri, dede efendileri, Hacı Arifleri

 

Asırlar geçse ne olacak, hoş seda olarak kalacak

Şevkin, meşkin, muhabbetin hep mihengi olacak

Kime ne kalacak aşk hicran sayfalarında kalacak

Hazan unutulanla yaşanacak hüzün sine saracak

 

Canı beden olarak tevdi edilen kalan nefes ne ki

Zevki aşk kıvamında bir mana bulunmazsa şekli

Bir vefa ki sevilince serilir yerlere aşk bulununca

Salar ki yavaşça o masum canı kendi öz yurduna

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

İşte bugün bu ağaç, hayatın öznesini muştuluyordu.

 

 

Ne güzel dile getirmişiniz.Dilinize sağlık. En sonunda yazdığınız tasavvufi bakış ise başlığı "çaresizlik" diye değilde olumlu birşey olması yönünde bizi düşündürdü :D Çaresizlik, aşkta tükeniyor çünkü.

 

Sair yazılarınızı da okuduğumu bazılarını ise sonradan okuyacağımı ve bu anlamda şahsi kanaatlerimi tek tek bildirmekten ise hepsini burada bildirmiş olduğumu beyan ettikten sonra sitemizde yazan gönüldaşlarımızın derinliklerinden fışkıran muştulu yazılara bir yenisini daha doğrusu yenilerini ekleyen sizlere teşekkür ederiz. Üstadımızın anıldığı,anlatıldığı sitemizde anlatan,yazan ve kendi yazdıklarını da paylaşan arkadaşlarımız,kardeşlerimiz,büyüklerimiz ve gönüldaşlarımız olduğu için kendimizi manevi anlamda "yalnız olmayan-sahipli" hissediyoruz. İşe ruh penceresinden bakabilen, derinliklerini kelimelere dökebilen ve üstadın dediği gibi kelimeleri dize getiren namzet topluluğumuz var. Tasavvufi derinlikle vücud bulan büyük doğu inancımızın bakış açısından kısa seyirler ve temaşa neticesinden sizlerin de tasavvufi bir oluşu temsil eden yazılarınız gayet güzel... Popüler kullanımla yüreğinize sağlık diyorum...

 

saygılarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites
İşte bugün bu ağaç, hayatın öznesini muştuluyordu.

Ne güzel dile getirmişiniz.Dilinize sağlık. En sonunda yazdığınız tasavvufi bakış ise başlığı "çaresizlik" diye değilde olumlu birşey olması yönünde bizi düşündürdü :D Çaresizlik, aşkta tükeniyor çünkü.

 

Sair yazılarınızı da okuduğumu bazılarını ise sonradan okuyacağımı ve bu anlamda şahsi kanaatlerimi tek tek bildirmekten ise hepsini burada bildirmiş olduğumu beyan ettikten sonra sitemizde yazan gönüldaşlarımızın derinliklerinden fışkıran muştulu yazılara bir yenisini daha doğrusu yenilerini ekleyen sizlere teşekkür ederiz. Üstadımızın anıldığı,anlatıldığı sitemizde anlatan,yazan ve kendi yazdıklarını da paylaşan arkadaşlarımız,kardeşlerimiz,büyüklerimiz ve gönüldaşlarımız olduğu için kendimizi manevi anlamda "yalnız olmayan-sahipli" hissediyoruz. İşe ruh penceresinden bakabilen, derinliklerini kelimelere dökebilen ve üstadın dediği gibi kelimeleri dize getiren namzet topluluğumuz var. Tasavvufi derinlikle vücud bulan büyük doğu inancımızın bakış açısından kısa seyirler ve temaşa neticesinden sizlerin de tasavvufi bir oluşu temsil eden yazılarınız gayet güzel... Popüler kullanımla yüreğinize sağlık diyorum...

 

saygılarımla

 

Değerli kardeşim ihta ettiniz, şevk bahşettiniz, güzelliğin ikliminden bahsettiniz, tefekkürün banisinden söz etiniz bu bakımdan çok teşekkür ediyorum...

78 li yıllardı... bir mitingin müdavimleri arasında soluklanırken o muazzam kalabalığın arasında soluklanıyordum... bir haykırışın ritmik ahengini ağaran saçların akıbetini, hayat iksiriniz kalan darlığını, mecalin şevk duvrındaki manzarasını, monotonluğun manasını, mukallitliğin betbahlığın okadar güzel beyan ediyordu ki nazarı simasında değerli üstad...kelimeler ne kadar kıfayet eder bilemiyorum... Onu anlamak! sanmak!yanılmak! oyalanmak! hayat çizgisinde buharlaşmak işte her nekadar tercihler farklığı var ise bu manada aşk ile salınmak... Sizlere teşekkür ediyor, selam ve muhabetlerimi beyan ediyorum...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ah O Nefes!

 

Bir gün yine çaresiz kaldım,

Şaşkındım, sadece baktım,

Açziyetim doruktaydı, sarktım,

Tavan bana, ben tavana baktım.

 

Her şey durmuştu, çalışmıyordu,

Duvarda sinek vardı, uçmuyordu,

Bir ses olmaz mı, duyulmuyordu,

Zaman dondurucudaydı, oradaydı.

 

Ah o nefes, bir soluk istenmiyordu,

Kalp bilsem ki benimleydi, nerdeydi,

Ten soğuk, omurga duruk, efkâr buruk,

Hayat bitap, gül harap, sen büyüksün Rab.

 

Ölüm buymuş demek, bedeni terk etmek,

Bedende ölmek, o an soluyarak gömülmek,

Sürünmek değil mi, hayatı aciz yaşamamak,

Ha mezar, ha kefen, yaşamayınca ne fark eder.

 

Zihnin kitlendiği an, ilaç asla deva olamaz,

Hafsala iflasta, zaman naçarın işine yaramaz,

Sadece aşk, sevdamı hayat, kimi arar bulamaz,

Hayat, yaşama sevincidir, nihayeti tende ölmektir.

 

Anlaşılmazlık, hayatın içinde yalnız yaşamaktır,

Anlaşılırlık ise nabza göre şerbet vermek değildir,

Duruşunu, Hilmi, vakarı, hilkatinle resmetmektir.

Sen, kimsin, her vakit aidiyetinle kucaklaşmalısın.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Oysaki Mükellef Olan Bendim!

 

 

 

Artık yavaşta olsa çekilmeye yüz tutan suların başındayım.

 

Ne kadar sakindi.

 

Çok çaresizdi.

 

Heyecan tükenmişti.

 

Gürleyerek şakıyorken, ne hallere düşmüştü.

 

Kendinden ötelerde melalin hengâmesini hesaplıyordu sanki.

 

Oysa biliyordu ki oralara hiçte yabancı birisi değildi.

 

Toprak süzerken suyu, derinliğinde ki bentten habersiz değildi.

 

Ezelin hikâyesinde serinleyen bir erendi. İbret için şekillenen abitti.

 

Aşkın muvazenesinde bir ahenkti.

 

Meşk derinliğinde şevkti.

 

Hidrojen ve oksijen yalın halde bir gaz iken, ol emriyle su olurken,

 

Rahmetin sebebi, azgınlığında celadeti olmayı başarmıştı.

 

Sel olunca, ağzın sular sıfatını yakıştırırız.

 

Oysaki su hiç azar mıydı?

 

"Azgın sularda, ölüm kalım mücadelesi"

 

Azgın sular...

 

Azgınlaşmak...

 

Azmak...

 

Hadsizliğin temel vurgularıdır.

 

Hadsiz olmak, bir sınır tanımamaktır.

 

İnsani ölçüleri, dışlayarak, enaniyetin panayırında yaşamaktır.

 

İnsanı bu konuma getiren, muhakeme ve muvazene hasletlerinin iflasıdır.

 

Asliyetinin gereği değil, vefa kat, etki ve tepki ölçeğinde çalışmasıdır.

 

Hadsizlikte ilk aklımıza gelen, şerrin odağını ölçü gören kroniklerdir.

 

İki ayrı özellikleri iktifa eden bir gaz iken,

 

Ol emriyle bütünleşen âlem senfonisi,

 

Rahmetin tecellisi, serinliğin kalesi, arzın dengesi,

 

Rızkın sebebi, kirin korkusu durumunda bulunan,

 

Bu mübarek su...

 

Neden "azgın" tabirine muhatap kalır, anlayabilmiş değilim.

 

İnsanların iradesi vardır.

 

Bunların kabul ve ret lüksleri bulunur.

 

Fakat suyun ve nebatatın, böyle bir hukuku bulunmamaktır.

 

İnsanın hizmetine vakfedilmiş bu mübarek su.

 

Neden azgınlaşarak, ecele sebep olsun.

 

Düşünmeliyiz!

 

Bilgi sahibi olmadan, neyi ve nasıl düşüneceğimiz bilmeliyiz.

 

Akıl, iz'an, idrak herhalde emanete bırakılmamıştır.

 

Kâinatın Hâkimi mutlak olan, Cenabı zülcelâl hazretlerinin,

 

Emrine tabi olmaktan başka bir şansı bulunamayan,

 

Bu mübarek suya “Azgın” denmesini, hüznümle yudumladım.

 

Oysaki mükellef olan bizzat bendim.

 

Ben olan sefil bir illettim.

 

Enaniyetiyle avunan ne şedit bir hederdim.

 

Mahşeri bilen, buna rağmen gafleti seçen rezildim.

 

Hak adına hiçbir şey yapmayan namerttim.

 

Zevki için yaşayan ne garip bir âdemdim.

 

Bendim, eneydim, şirkin içinde habersiz beşerdim.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ne Dağlar Ki Halin Dilinden Söz Ederler!

 

 

Biliyor musun senden arta kalan anlar

Her nedense geçmez oldu şu zamanlar

Değişir oldu meraklar halde saklananlar

Yavaşladı birden o çok hızlı akan kanlar

 

Öyleydin sanki sen hoş bir mefkûreydin

Hülyalar içinde yaşanan en güzel haldin

Ahengin sembolü nağmelerinde sesiydin

Biryanımın dinmeyen sancısı sevdasıydın

 

Artık ne bağlarda ne dağlardaki yamaçta

Kalmadı heves bakmam kanat çırpanlara

Semada uçurtmalara o kelebeklerin ahına

Yılanların kahrına dağlarda duyulan figana

 

Bir sevda muştusuydu gönlümü dağlayan

Durmadan hicranı yaşatan hali koymayan

Kaderin nakşedeninde nedametle soluyan

Beni hale koyan aşkların öznesine anlatan

 

Mızrapların nefesinde ki hüzzam nağmede

Sazendenin sinesinde anlam bulan güftede

Yaprakların bir züht ile şakıyan esintilerinde

O aşklar ki hal dilinde kuvveti kudret elinde

 

Güzellik senindir, o ten ki aşklardan beridir

Aşk mana meşkiyle yaşanacak ne güzelliktir

O özveridir ayaklar altına haz ile serilmektir

Kudretin dilidir, hayatın sebilidir o bilmecedir

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bazen!

 

 

Bazen

Dalar insan,

Kaldığı derinlik,

Bilinmez nelerdir?

 

Bir âlemdir?

Hırçın dalgalar,

Beyaz bulutlar,

Esen rüzgârlar,

Yaşanan anılar,

Alır, getirir, götürür?

 

Serencamı,

Yaşadığın anı,

Seni,

Senden alan,

Efkârı, hicranı,

Hep yaşarız bu anı?

 

Bir sevgili,

Belki dertli,

Her kederli,

Derinliğinde,

Yaşarlar hep bu anı?

 

Bir varlık,

Her yaratık,

Bazen de sanığız,

Hüzünde kalınca?

 

Çekip giden,

Hiç gelmeyen,

Her denenen,

Merakı gideren,

Yaşanılmışlar,

Alır götürür hepimizi?

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Belki Bir Sabah Geleceksin!

 

Sen hiç yorulma yıllar sonra olur ya bir gün

Hatırlamak zorunda kalırsan hüzün yaşama

Bırak toprağa, bir kâğıda, gecenin ıssızlığına

Kalmasın içinde ne varsa hatırlatmasın sana

 

Biz sevmekten, en son nefesimize kalsak ta

Hastalıklardan bizar olsak ta sen asla anma

Öyle ki yüreğinin mütenahi köşesinde koyma

Bir şiir, bir şarkı, gecenin hicranını unuttursun

 

Belki bir sabah geleceksin lakin kiminle olacak

Yüreğinde en mahfuz biçimde sakladığın sevgin

Kimlerin üzerinde açacak, şiirsel bir abide olacak

Her anı seninle olacak, yalnızca seninle şakıyacak

 

Bıraktığın her izin kalıbını çıkartıyorum şiir olarak

Öyle ki okuyanın yüreğinde hüzünler fışkıracak

Ahu figanında kaybolacak, her vakit seni anacak

Bir anı roman olacak her okuyan aşka kanacak

 

Sen habersiz olacaksın bunlardan sevdalınla

Kol kanat olup uçacaksın hıçkırığın gelmesiyle

Unutulmazlarda bıraktığın izler seni anacaklar

Kulakların çınlayacak, yüreğin de kıpırtı olacak

 

Bıraktın birden, bensiz kimliğimle çırptın attın

Karanlığın karelerini sen yaşattın öyle salındın

Kendinden uzaklaştırdın, şiir zevki bırakmadın

Yalnızlığınla baş başa kaldın, gecelerde daldın

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites
of of !Beni de nerelere götürdünüz :D

 

Götürmek, gidilen yeri bilmek, onunla şekillenmek, bir nefeslik canı bu uğurda serdetemek...katkılarınız sebebiyle teşekkürler...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hayatın kaynağı olan suya çok güzel bir yorum getirilmiş bu eserde.Güzel bir bakış açısı yakalandığını düşünüyorum.

 

Fuzuli'ye kulak verirsek diyor ki hal diliyle."O ,taştan o taşa başını vura vura akarak bir arayış içindedir.O yüce sevgilinin muhabbeti ve hasretiyle yanıp tutuşmaktadır.En iğrenç ,günahkar ayakları ayakları onu bulabilme ümidiyle arıtmaktadır."

 

Selametle...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Hayatın kaynağı olan suya çok güzel bir yorum getirilmiş bu eserde.Güzel bir bakış açısı yakalandığını düşünüyorum.

 

Fuzuli'ye kulak verirsek diyor ki hak diliyle."O ,taştan o taşa başını vura vura akarak bir arayış içindedir.O yüce sevgilinin muhabbeti ve hasretiyle yanıp tutuşmaktadır.En iğrenç ,günahkar ayakları ayakları onu bulabilme ümidiyle arıtmaktadır."

 

Selametle...

 

Ey güzelliiğin gönül ikliminde mekanı avdet adenbir nefeslik can kardeşim... İşte neylersiniz ki neyi düşüneceğinizi tefekklür edince hareket ve kuvvetin sahibi lütfediyor, alemlerin seyrihalinde terennüm ettiriyor. Bir teba kültürünün müdavimi olatak tarafınızdan beğenilmem zatım için bir bahtiyarlığı yaşatacaktır. Siz şefkatin dilinde ki nefesiniz, sevginin meşkinde ki hasletiniz sebebiyle ne kadar güzel nazar edersiniz...Elbet teşekkürü hak edersiniz...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yukarıda kainatın efendisiyle birlikte yaşanan hayatın ne kadar erdemli olacağını anlatan akıcı uslıuyle bizi sürükleyen latif bir yazı okudum.Yeni çalışmalarınızı bekliyoruz :D

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...