Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Çilekeş

Çile...

Recommended Posts

ÇİLE

 

Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam

Gezdirsin boşluğu ense kökünde!

Ve uçtu tepemden birden bire dam.

Gök devrildi, künde üstüne künde...

 

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!

Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!

Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,

Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

 

Ateşten zehrini tattım bu okun,

Bir anda kül etti can elmasımı.

Sanki burnum değdi burnuna (yok)un,

Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

 

Bir bardak su gibi çalkandı dünya;

Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.

Al sana hakikat, al sana rüya!

İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

 

Ensemin örsünde bir demir balyoz,

Kapandım yatağa son çare diye.

Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,

Yepyeni bir dünya etti hediye.

 

Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor;

Mekânı bir satıh, zamanı vehim.

Bütün bir kainat muşamba dekor,

Bütün bir insanlık yalana teslim.

 

Nesin sen, hakikat olsan da çekil!

Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!

Otursun yerine bende her şekil;

Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

 

......................

 

Aylarca gezindim , yıkık ve şaşkın,

Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,

Deliler köyünden bir menzil aşkın,

Her fikir içimde bir çift kelepçe.

 

Niçin küçülüyor eşya uzakta ?

Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl ?

Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta ?

Sonum varmış, onu öğrensem asıl ?

 

Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap,

Bir fikir ki, beyin zarında sülük.

Selâm, selâm sana haşmetli azap;

Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

 

Yalvardım : Gösterin bilmeceme yol!

Ey yedinci kat gök, esrarını aç!

Annemin duası, düşte perde ol!

Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç.

 

Uyku katillerin bile çeşmesi;

Yorgan, Allahsıza kadar sığınak

Teselli pınarı, sabır memesi;

Size şerbet, bana kum dolu çanak.

 

Bu mu rüyalar da içtiğim cinnet,

Sırrını ararken patlayan gülle?

Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;

Karınca sarayı, kupkuru kelle...

 

Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş.

Mevsimden mevsime girdim böylece

Gördüm ki, ateşte cımbızda yokmuş.

Fikir çilesinden büyük işkence.

 

....................

 

Evet, her şey bende bir gizli düğüm;

Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!

Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,

Yetişir Çektiğim mesafelerden!

 

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;

Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık

Her gece rüyamı yazan sihirbaz,

Tutuyor önümde mavi bir ışık.

 

Büyücü, büyücü ne bana hıncın?

Bu kükürtlü duman, nedir inimde?

Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,

Bir zehirli kıymık gibi beynimde.

 

Lügat, bir isim ver bana halimden;

Herkesin bildiği dilden bir isim!

Eski esvaplarım, tutun elimden

Aynalar söyleyin bana, ben kimim?

 

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,

Arzı boynuzunda taşıyan öküz?

Belâ mimarının seçtiği arsa;

Hayattan muhacir; eşyadan öksüz?

 

Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,

Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,

Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,

Dev sancılarımın budur kaynağı!

 

Ne yalanlarda var, ne hakikatta.

Gözümü yumdukça gördüğüm nakış

Boşuna gezmişim yok tabiatta.

İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

 

....................

 

Gece bir hendeğe düşercesine,

Birden kucağına düştüm gerçeğin.

Sanki erdim çetin bilmecesine,

Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.

 

Açıl susam açıl! Açıldı kapı;

Atlas sedirinde mavera dede.

Yandı sırça saray, ilahi yapı,

Binbir avizeyle uçsuz maddede.

 

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;

Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.

İçiçe mimari, içiçe benlik;

Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!

 

Nizam köpürüyor, med vakti deniz;

Nizam köpürüyor, ta çenemde su.

Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;

Suda ezel fikri, ebed duygusu.

 

Kaçır beni ahenk, al beni birlik;

Artık barınamam gölge varlıkta.

Ver cüceye, onun olsun şairlik,

Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.

 

Ötelet öteler, gayemin malı;

Mesafe ekinim, zaman madenim.

Gökte samanyolu benim olmalı;

Dipsizlik gölünde, inciler benim.

 

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!

Heybem hayat dolu, deste ve yumak.

Sen bütün dalların birleştiği kök;

Biricik meselem, Sonsuza varmak...

Share this post


Link to post
Share on other sites
arkadaşlar üstadımızdan daha iyi bi şair ve düşünce adamı geldi mi dünyaya??sorarım

En azından Cumhuriyet tarihi boyunca, onun gibi pekçok meziyeti üzerinde barındıran bir sanat ve fikir adamı gelmediği kesin...

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

S.A

 

Kendisinin bünyesinde haiz olan yetenekler, kemal-i iman`a ulaşınca kat kat artmıştır.. kendi gönlünü, yüreğini, sinesini bizlere ummanlar gibi açmış olan Üstad`a sonsuz teşekkürler..

 

Elinize sağlık...

 

Selametle

Edited by M-B-U

Share this post


Link to post
Share on other sites

S.A

 

kardeşlerim üstadımızın yazdığı büyük bir şiiri daha sizlerle paylaşmak istiyorum..

 

 

KARACAAHMET

 

Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet !

Al sana derya gibi sonsuz Karacaahmet !

Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;

Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde ?

Mezar, mezar, zıtların kenetlendiği nokta;

Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta...

Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek.

Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek.

Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık;

Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık.

Ebedi gençlik ölüm, desem kimse inanmaz;

Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz.

Karacaahmet bana neler söylüyor, neler !

Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler,

Zaman deli gömleği, Onu yırtan da ölüm;

Ölümde yekpare ân, ne kesiklik, ne bölüm..

Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep;

Bu mu dersin, taşlarda donmuş sükûta sebep ?

Kavuklu, baş örtülü, fesli, baş açık taşlar;

Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar,

Kum dolu gözleriyle süzüyor insanları;

Süzüyor, sahi diye toprağa basanları.

Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden,

Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden.

Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar;

Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar.

Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih !

Taşlarına kapanmış, ağlıyor koca tarih !

Share this post


Link to post
Share on other sites

Beklenen gün gelecekse çekilen çile kutsaldır nasıl bir öz veriyle yazmış mubarek

ellerin dert görmesin tarık_bin_ziyad üstadın bu guzel şiirini bizimle paylastıgın için

Share this post


Link to post
Share on other sites

''Bu nasıl bir dünya,hikayesi zor;

Mekanı satıh,zamanı vehim,

Bütün bir kainat muşamba dekor,

bütün bir insanlık yalana teslim.''

Ne kadar da güzel anlatmış ahir zamanı..dediğiniz gibi cumhuriyet tarihi boyunca onun gibi bir üslup ustası,bir fikir adamı daha gelmedi bence de..

Share this post


Link to post
Share on other sites

.

.

.

Ok çekti yukardan, üstüme avcı

 

Ateşten zehrini tattım bu okun,

Bir anda kül etti can elmasımı.

Sanki burnum, değdi burnuna (yok)un,

Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

 

Üstad bu dörtlüğünde ne demek istemiş? Bir önceki dörtlüğün son dizesini de verdim. Orda "avcı"dan kasıt nedir? Üstadın öz ağzından kafatasını kusması ne demektir?

 

Saygılarımla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

"Avcı"dan kasıt merhum üstadımızın irşad edicisi Esseyyid Abdülhakim Arvasi hazretleridir. Alıntıladığınız ilk mısrada anlatılan şey onun üstadı kendine bağlaması. Avcının oku yukarıdan çekmesi tabiri, onun yüceliğinden dolayı sahip olduğu yüksek makamı ifade için kullanılmış olmalıdır. Ateşten zehir taşıyan ok ifadesinde vurgulanan zehir tesirin ciddiyet derecesinden ve ömrün geriye kalan kısmında izlenecek olan yolun çilelerle örülü oluşundan bahisle yazılmış olabilir. Üstad manevi bakımdan yakıcı tesiri olan bir yola girmiştir mürşidinin işaretiyle. Yunus Emre'nin "Zehirle pişmiş aş" teşbihinde kastedilen ile hemen hemen aynı bir mana yatmakta bu mısranın altında.

 

Kıtanın ilerleyen kısımlarında ise üstadın yaşadığı nefs muhasebesi esnasında çektiklerinin dehşetindden bahsediliyor. "Yok"un burnuna değen burun, kül olan can elması bu durumu açıklayan teşbihler.

 

Üstadın o müthiş kafasında, metafizik arayışları esnasında meydana gelen çalkantıları, arayışı, çabalayışı ve nefsi ile, şeytan ile verdiği çetin harbi biliyoruz. Öz ağızdan kusulan kafatası da bu dehşeti ifade ediyor olabilir. O beyinde öyle bir kapasite vardır ki, o kapasitenin kullanımı beyni ağızdan kusmayla neticelenecek bir dayanamama noktasına getirmiştir. Yani kapasite çok büyük, ama dayanma gücü bu kapasitenin insanı delirtecek hususlarda kullanımı mevzubahis olduğunda yetersiz kalabiliyor. Öte yandan bu kısmı, üstadın, Esseyid Abdülhakim Arvasi hazretleriyle karşılaştıktan sonraki dönemde asıl fikrî eserlerini vermeye başlamasıyla da tabir etmek belki mümkün olabilir, zira üstad beyninde netleşmiş olan fikirleri misk misali dökmeye başlamıştır; lakin şiirin akışı gereği bu pek uygun düşmez. İhtimal dahilindedir, o ayrı...

 

Velhasıl insanı düşünmeye zorlayan, ağır ve nefis ifadeler...

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Allah razı olsun çok güzel açıklamışsınız. Yeni sorularıma da böyle açıklayıcı cevaplar verirseniz çok sevinirim.

 

Saygılarımla.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Bu şaheserle ilgili, Orhan Okay'ın, Şule yayınlarından çıkan Portreler dizisine ait Necip Fazıl Kısakürek ismindeki kitabında yazdıklarını aşağıya alıyorum.

 

"...Bu devrenin, aynı tema ile ilgili en dikkate şayan şiiri Senfonya adıyla 1939 da Yeni Mecmua'da çıkar. Doğrudan doğruya dinî bir tema üzerine kurulmadığı muhakkak olan bu şiir, gerçekte mistik ve metafizik bir çilenin İfadesi olması bakımından değer taşır. Gerek Necip Fazıl'in kendi ifadesi, gerekse şiirin çıkışında tenkitçilerin sözleri, Senfonya'nın "Bir Adam Yaratmak" tiyatrosuyla aynı felsefeyi paylaştıklarını göstermektedir. Piyesteki Husrev'in delilik için "Bütün insanlığın eşsiz bir manzara gibi seyrettiği bir başa, idrâk ıstıraplarıyla alev alev yanan bir başa, bir hükmünüzle takabileceğiniz yafta" diye yaptığı tarifi geliştiren, fikri duygu hâline getiren bir şiirdir. Daha sonraki bütün kitaplarında Çile adıyla çıkan bu şiir ilk şekliyle bir Batı müziği formunun adını taşır: Senfonya. Yine herbiri bir batı müziği terimi olan dört bölümün adı da daha sonraki basımlarında kaldırılmış, aralıklar sâdece noktalarla gösterilmiştir. (İlk neşrinde adı bir batı müziği formu olan Noktürn'ler de, sonraki kitaplarına Geceye Şiir adıyla geçecektir.)

 

Senfonya'yı, Yeni Mecmua'da ilk çıkış şekliyle aynen veriyoruz:

 

SENFONYA

 

1. Allegro

 

Gaiplerden bir ses geldi: Bu adam,

Gezdirsin boşluğu ense kökünde!

Ve uçtu tepeden birdenbire dam;

Göğü bir çatlağın yardığı günde.

 

Pencereye koştüm: Kızıl kıyamet!

Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!

Sonsuzluk, okuna bağlı bir tülbent.

Nişan aldı bana göklerden avcı.

 

Ateşten zehrini tattım bu okun,

Bir anda kül etti can elmasımı.

Sanki burnum, değdi burnuna (yok)un,

Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

 

Bir bardak su gibi çalkandı dünya;

Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.

Al sana hakikat, al sana rüya!

İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

 

Ensemin örsünde bir demir balyoz,

Kapandım yatağa son çare diye.

Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,

Yepyeni bir dünya etti hediye.

 

Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor

Mekânı bir satıh, zamanı vehim

Bütün bir kâinat muşamba dekor.

Bütün bir insanlık yalana teslim.

 

Nesin sen, hakikat olsan da, çekil!

Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!

Otursun yerinde bende her şekil;

Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

 

2. Adagio

 

Aylarca gezdirdim, yıkık ve şaşkın,

Benliğim bir kazan ve aklım kepçe

Deliler köyünden bir ufuk aşkın,

Her fikir içimde bir çift kelepçe.

 

Niçin küçülüyor eşya uzakta?

Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?

Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta?

Sonum varmış, onu öğrensem asıl!

 

Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap.

Bir fikir ki, beyin zarında sülük.

Selâm, selâm sana haşmetli azap;

Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

 

Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!

Ey yedinci kat gök, esrarını aç!

Annemin duası, düş de perde ol!

Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!

 

Uyku, katillerin bile çeşmesi;

Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.

Teselli pınarı, sabır memesi;

Ele şerbet, bana kum dolu çanak.

 

Bu mu rüyalarda içtiğim cennet?

Sırrını ararken patlayan gülle?

Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;

Karınca sarayı, yanaksız kelle..

 

Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş,

Mevsimden mevsime girdim böylece.

Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,

Fikir çilesinden büyük işkence.

 

3. Andante

 

Evet, herşey bende bir gizli düğüm;

Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!

Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,

Yetişir çektiğim, mesafelerden!

 

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;

Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık.

Her gece rüyamı saran sihirbaz,

Tutuyor önümde bir mavi ışık.

 

Büyücü, büyücü, bana ne hıncın?

Bu kapkara duman, nedir inimde?

Camdan keskin, kıldan ince kılıcın.

Bir zehirli kıymık gibi, beynimde.

 

Lügat, bir isim ver bana hâlimden;

Herkesin bildiği dilden bir isim!

Eski esvaplarım, tutun elimden;

Aynalar söyleyin bana, ben kimim?

 

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,

Arzı boynuzunda taşıyan öküz?

Belâ mimarının seçtiği arsa;

Hayattan muhacir; eşyadan öksüz?

 

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,

Ufacık gövdeme yüklü kafdağı,

Bir zerreciğim ki, arşa gebeyim,

Dev sancılarımın budur kaynağı!

 

Ne yalanlarda var ne hakikatta.

Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.

Boşuna gezmişim, yok tabiatta,

içimdeki kadar iniş ve çıkış.

 

4. Finale

 

Gece bir hendeğe düşürecesine,

Birden kucağına düştüm gerçeğin.

Sanki erdim çetin bilmecesine,

Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.

 

Açıl susam açıl!... Ses verdi kapı:

Atlas sedirinde mâverâ dede.

Yandı sırça saray, ilâhî yapı,

Binbir avizeyle sonsuz maddede.

 

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;

Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.

İçice mimarî, içice benlik;

Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur.

 

Düzen kabarıyor med vakti deniz;

Düzen kabarıyor... tâ çenemde su.

Suda gizli bir yol, pırıltılı iz;

Suda ezel fikri, ehed duygusu.

 

Kaçır beni ahenk, al beni birlik;

Artık barınamam gölge varlıkta.

Ver cüceye, onun olsun şairlik,

Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.

 

Sanatkâr, gaibi açan çilingir,

Ölüm panzehiri, esrarlı gömeç.

Mezar başlarında Münkir ve Nekir,

Dipsizlikten inci devşiren yüzgeç.

 

Diz çök zorlu kader, önümde diz çök!

Heyben hayat dolu, deste ve yumak.

Sen bütün dalların birleştiği kök;

Biricik meselem, ebedî olmak.

 

(1939)

 

 

Yapı ve muhteva bakımından bir bütünlük gösteren bu şiirin, Necip Fazıl'ın bütün şiirleri arasında Özel bir yeri vardır. Bununla beraber, kendisiyle yapılan röportajlarda, Çile'deki diğer şiirleriyle kıyas kabul edilemeyecek kadar az ilgi gördüğünden şikâyetçi olmuştur. Senfonya, bir Kaldırımlar veya bir Sakarya Destanı kadar şöhrete erişememiştir. Bunda Kaldırımların ilk yıllarda tenkitçilerin elinde daha iyi değerlendirilmesinin, Sakarya Destanının da millî heyecanı ayakta tutan bir güçle büyük kitleler tarafından sevilmiş olmasının rolü olmalıdır. Senfonya bir bakıma, hem hitap ettiği okuyucu, hem de ortaya çıktığı zaman bakımından her iki tip şiirinin arasında kalmıştır.

 

Necip Fazıl'ın, bu bahsin dördüncü (D) bölümünde teferruatıyla görüleceği gibi, şiirlerinde yapmış olduğu değişikliklere, Senfonya da uğramış, bazı mısralardaki kelimelerin yanısıra, şiirin adı ve bölüm başlıkları kaldırılmıştır. Değişen kelimelerin büyük bir kısmı, muhtevadan ziyade şiir dilinin mükemmelleşmesi ve en uygun imajın yerleştirilmesiyle açıklanabilir. Fakat gerek isminin, gerekse bölüm başlıklarının değişmesi dikkatleri şiirin yapı bütünlüğü yerine muhtevaya çekilmesini gerektirmiştir. Bu bakımdan, 1939 da yazılmış olan şeklini muhafaza ederek, şairin o yıllardaki estetik endişesini de dikkate almak istedik.

 

Bir Batı müziği formu olan senfonya, birbirine benzeşmeyen seslerin, bir bütünlük teşkil edecek surette vücûda getirdiği bir kompozisyondur. Müzikteki seslere karşılık, şiirde geliştirilmiş temalar vardır. Burada teferruatlı olarak üzerinde durmaya gerek görmediğimiz temalar bu uzun şiirde belli bir tertipte yer almıştır. Gerçekten, Necip Fazıl'ın bütün Öbür şiirlerinde karşılaştığımız temalar, imajlar, motifler bu şiirin içinde birleşmişlerdir: Korku, ölüm, hafakan, tecrit gibi daha sonra Çile kitabının bölümlerini teşkil edecek temalarla beraber bilinmeyen, varlık ve yokluk, tılsım ve büyü, patetizm, acı, cinnet, kader, din duygusu... Senfonilerde canlı bir başlangıcı gösteren allegro, gösterişli bir adagio, nisbeten ağır bir andante, nihayet parlak ve gösterişli bir finale, bu şiirde de, hiç şüphesiz sesin ve dilin farklı tesirleri gözden uzak tutulmamak şartıyla, kendisini hissettirir. Yine ilk şekliyle sonraki neşirde bu motif nefs'e yönelir kader üzerinde iradenin zaferini duyuran son kıta, şiirin hiç olmazsa yapı bakımından Beethoven'in Beşinci Senfoni'sini düşündürmektedir.

 

..."

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ne azap, ne sitem bu yalnızlıktan,

Kime ne, aşılmaz duvar bendedir,

Süslenmiş gemiler geçse açıktan,

Sanırım gittiği diyar bendedir.

 

Yaram var, havanlar dövemez merhem;

Yüküm var, bulamaz pazarlar dirhem.

Ne çıkar, bir yola düşmemiş gölgem;

Yollar ki, Allah’a çıkar, bendedir.

 

 

Bu şiir nasıl bir düşüncede yazılmış arkadaşlar

Bazen düşünüyorum bu şiirler çok düşünürken

ve çok anlamı bulunamaz bi ruh halindeyken yazılır heralde diye düşünüyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

çile ile ilgili şiir yazmayı en çok hakeden şair sanırım Necip Fazıl. üstadda herzamanki gibi bu başlığa da öyle bi şiir yazmış öyle bi tad vermiş ki, defalarca okuyan insanlar dahi tadına doyamıyor fakat defalarca okunsa bile içindeki gizem anlaşılamıyor. burda şiiri anlatan arkadaşlara da çok teşekkür ederim, benim de bişeyler anlamama yardımcı oldukları için.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Selamlar,

 

Bu şaheserle ilgili, Orhan Okay'ın, Şule yayınlarından çıkan Portreler dizisine ait Necip Fazıl Kısakürek ismindeki kitabında yazdıklarını aşağıya alıyorum.

 

"...Bu devrenin, aynı tema ile ilgili en dikkate şayan şiiri Senfonya adıyla 1939 da Yeni Mecmua'da çıkar. Doğrudan doğruya dinî bir tema üzerine kurulmadığı muhakkak olan bu şiir, gerçekte mistik ve metafizik bir çilenin İfadesi olması bakımından değer taşır. Gerek Necip Fazıl'in kendi ifadesi, gerekse şiirin çıkışında tenkitçilerin sözleri, Senfonya'nın "Bir Adam Yaratmak" tiyatrosuyla aynı felsefeyi paylaştıklarını göstermektedir. Piyesteki Husrev'in delilik için "Bütün insanlığın eşsiz bir manzara gibi seyrettiği bir başa, idrâk ıstıraplarıyla alev alev yanan bir başa, bir hükmünüzle takabileceğiniz yafta" diye yaptığı tarifi geliştiren, fikri duygu hâline getiren bir şiirdir. Daha sonraki bütün kitaplarında Çile adıyla çıkan bu şiir ilk şekliyle bir Batı müziği formunun adını taşır: Senfonya. Yine herbiri bir batı müziği terimi olan dört bölümün adı da daha sonraki basımlarında kaldırılmış, aralıklar sâdece noktalarla gösterilmiştir. (İlk neşrinde adı bir batı müziği formu olan Noktürn'ler de, sonraki kitaplarına Geceye Şiir adıyla geçecektir.)

 

Senfonya'yı, Yeni Mecmua'da ilk çıkış şekliyle aynen veriyoruz:

Yapı ve muhteva bakımından bir bütünlük gösteren bu şiirin, Necip Fazıl'ın bütün şiirleri arasında Özel bir yeri vardır. Bununla beraber, kendisiyle yapılan röportajlarda, Çile'deki diğer şiirleriyle kıyas kabul edilemeyecek kadar az ilgi gördüğünden şikâyetçi olmuştur. Senfonya, bir Kaldırımlar veya bir Sakarya Destanı kadar şöhrete erişememiştir. Bunda Kaldırımların ilk yıllarda tenkitçilerin elinde daha iyi değerlendirilmesinin, Sakarya Destanının da millî heyecanı ayakta tutan bir güçle büyük kitleler tarafından sevilmiş olmasının rolü olmalıdır. Senfonya bir bakıma, hem hitap ettiği okuyucu, hem de ortaya çıktığı zaman bakımından her iki tip şiirinin arasında kalmıştır.

 

Necip Fazıl'ın, bu bahsin dördüncü (D) bölümünde teferruatıyla görüleceği gibi, şiirlerinde yapmış olduğu değişikliklere, Senfonya da uğramış, bazı mısralardaki kelimelerin yanısıra, şiirin adı ve bölüm başlıkları kaldırılmıştır. Değişen kelimelerin büyük bir kısmı, muhtevadan ziyade şiir dilinin mükemmelleşmesi ve en uygun imajın yerleştirilmesiyle açıklanabilir. Fakat gerek isminin, gerekse bölüm başlıklarının değişmesi dikkatleri şiirin yapı bütünlüğü yerine muhtevaya çekilmesini gerektirmiştir. Bu bakımdan, 1939 da yazılmış olan şeklini muhafaza ederek, şairin o yıllardaki estetik endişesini de dikkate almak istedik.

 

Bir Batı müziği formu olan senfonya, birbirine benzeşmeyen seslerin, bir bütünlük teşkil edecek surette vücûda getirdiği bir kompozisyondur. Müzikteki seslere karşılık, şiirde geliştirilmiş temalar vardır. Burada teferruatlı olarak üzerinde durmaya gerek görmediğimiz temalar bu uzun şiirde belli bir tertipte yer almıştır. Gerçekten, Necip Fazıl'ın bütün Öbür şiirlerinde karşılaştığımız temalar, imajlar, motifler bu şiirin içinde birleşmişlerdir: Korku, ölüm, hafakan, tecrit gibi daha sonra Çile kitabının bölümlerini teşkil edecek temalarla beraber bilinmeyen, varlık ve yokluk, tılsım ve büyü, patetizm, acı, cinnet, kader, din duygusu... Senfonilerde canlı bir başlangıcı gösteren allegro, gösterişli bir adagio, nisbeten ağır bir andante, nihayet parlak ve gösterişli bir finale, bu şiirde de, hiç şüphesiz sesin ve dilin farklı tesirleri gözden uzak tutulmamak şartıyla, kendisini hissettirir. Yine ilk şekliyle sonraki neşirde bu motif nefs'e yönelir kader üzerinde iradenin zaferini duyuran son kıta, şiirin hiç olmazsa yapı bakımından Beethoven'in Beşinci Senfoni'sini düşündürmektedir.

 

..."

 

Saygı ve selamlarımla

benkı toz kanatlı bır kelebegım le baslayan kıta da kı ufacık govdeme yerıne mınıcık govdeme olabılırmı acaba,benmı yanılıyorum

Share this post


Link to post
Share on other sites

Evet efendim doğru söylüyorsunuz."Ufacık" yerine "minicik" olacak.Dikkatinizden dolayı teşekkür ederiz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

selamlar,

 

Evet efendim hatayı düzeltmiş arkadaşlar, ufacık ifadesi şiirin ilk versiyonunda geçiyor, nitekim kopyaladığım metinden de anlaşılabileceği gibi Senfonya zamanına ait bir ifade bu. Daha sonra "Minicik" kelimesiyle değiştirilmiş "Ufacık" kelimesi. Dikkatiniz ve hassasiyetinizden dolayı ben de teşekkür ediyorum.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadın otobiyografik eserlerinden biri olan 'O ve Ben' isimli kitabından iktibas edilen aşağıdaki bölümde, 'Çile' şiirinin muhtevasının teşekkül etmesinde rol oynayan ruhî etkenlerin bir kısmı anlatılmaktadır.

 

Bir gece... Sabaha karşı...

Herkes uykuda... Yalının yemek odasında bir yazı yazıyorum. Gecenin ilk saatlerinden beri üstüne abandığım bir yazı... Yazıda bir dünya muradı üzerindeyim. Fakat bu muradı öyle kurcalıyor, onun künhüne; içine nüfuz etmek için öyle çırpmıyorum ki, nihayet onun da, her şeyin de sınırını aşmış gibi bir şey oluyorum. Karşıma «Rakip» ismiyle Allah çıkıyor ve artık o murat bana bir şey ifade etmez oluyor. Gökte, tam bir mesafe emniyetiyle uçarken birden bire bir duvara çarpmak gibi bir hal... İnandığım dünya bir anda elimden çıkıveriyor ve ben kalemimi bırakıp dehşetler içinde başımı tutuyorum. Edebiyat ve sanat yapmıyorum, azametli bir vakıa, sert bir oluş hendesesi üzerindeyim.

 

Tam o anda ensemde, balyozla vurulmuş gibi bir ses duyuyorum. O ân, kül olmak üzere olduğumu, yahut beynimin bir atom gibi çatlamak üzere bulunduğunu sezercesine yerimden fırlıyorum: Elektriği açık bırakarak kendimi dışarıya atıyorum, merdivenleri beyninden kurşun almış bir yaralıdan beter bir yıkılışla çıkıyor ve kendimi yatağa atıyorum. Ve kendime, mevcut bütün enerjimle emir veriyorum:

-Uyu!..

Bu öyle sert bir emir ki, cihanda benim cinsimden hiç bir fânî, nefsine böylesini verememiştir. Tam o anda, gözlerim yumulu, apaçık, bir şey görüyorum: Bir canavar, anlatılmaz bir canavar, köpek azmanı bir canavar, ağzını açmış, iğne ucundan daha sivri dişlerini çıkarmış bana hırlıyor. Uyuyorum... Yahut müthiş bir his iptali altında kendimden geçiyorum. Ertesi sabah kalktığım zaman, dünya benim için başka bir dünyadır.

 

Bu hali biraz daha yakından görebilmek için, ondan üç dört yıl sonra yazdığım ve evvelâ (Senfoni), arkasından (Çile) ismini verdiğim ve en çok sevdiğim şiiri okumak lâzım...

 

Ensemin örsünde bir demir balyoz;

Kapandım yatağa son çare diye.

Bir kanlı şafakta bana çil horoz,

Yepyeni bir dünya etti hediye.

 

***

 

Efendi Hazretlerini tanıdıktan sonra ve bu halden evvel, kendimi muvazeneli sandığım demlerde gördüğüm başka bir rüya: Yalımıza giden iki taraflı ağaçlık yolda gece karanlığında yürürken, ağzımdan balon gibi şeffaf bir şey çıkıyor. Küçük bir balon, ceviz büyüklüğünde; derken elma, derken ayva... Nihayet kafa büyüklüğünde. Balonu iki avucumun içinde tutup bakıyorum: Dehşet! Kafatasım!.. Kafamı da, içi boş bir zar, neredeyse patlayacak bir zar halinde ve yerinde hissediyorum... Aman!.. Buhran gecesi olduğu gibi, bütün enerji mevcudumla, onu, kafatasımı yutuyor ve yerine iade ediyorum.

 

«Çile» şiirindeki hayâlin ayniyle vakıası... Demek oradaki, benim bulduğum bir teşbih değil, gördüğüm bir şeymiş...

 

Çıkmış mıydı ayniyle rüyam?..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Aşağıya, Çile'nin (yani Senfonya'nın) ilk yayınlayıcısı olan Yeni Mecmua'nın, şiiri neşredeceğini ilan ettiği ve şiir hakkında Üstad'la yapılan kısa bir sohbete yer verdiği haberini alıyorum. Görünen o ki, 1939 yılında da malum edebiyat çevreleri Üstad'dan eser koparabilmek için büyük gayretler sarfetmiş, Üstad'ın teveccüh göstererek eserinin yayın iznini bahşettiği mecmualar ise bunu zafer naaralarıyla duyurmuştur. Üstadın hayatına göz attığımız zamanlarda, çok defa aklımızda beliren "Nereden, nereye..." ifadesinin ortaya çıkışına vesile olan bir misal ile daha karşı karşıyayız. Aşağıdaki yazıyı yazan kişi, çizgisini her daim korumuş bulunan Cumhuriyet gazetesinin ilk sahibi Yunus Nadi'dir. İbret vesikalarından birisi olan aşağıdaki metni hep beraber okuyalım.

 

Necip Fazıl'ın yeni eseri

Yeni Mecmua'da

Yunus Nadi

 

Neslinin en keskin şöhret, ve en sağlam kıymeti Necip Fazıl Kısakürek, senelerden beri (Senfoni) isimli bir manzumeye çalışıyordu. Mümtaz şairin bu fevkalâde faaliyetini hemen herkes duymuştu. Bazı mecmualar, şiir üstünde tefsirler yapmış, san'at ve edebiyat mahfellerini eserin dedikodusu çalkalamıştı. Şairin büyük bir ehemmiyet atfettiği ve baş eseri olarak gösterdiği bu manzume nihayet tamamlandı.

 

Onu neşredecek mecmuaya ayni zamanda bir tarih kıymeti getirecek olan bu eseri sahibinden istedik. Necip Fazıl Kısakürek, üzerinde en titiz bulunduğu bu şiiri bir mecmuada neşretmiye gönlü yatmıyacağını söyledi, ve ileride çıkaracağı kitapta onu okuyucularına bir sürpriz halinde vermek istediğini bildirdi. Buna rağmen her kıymetin başında san'at ve kalite dâvasına yer vermiş olan Yeni Mecmua'nın canlı isteklerini kırmadı ve şiirini mecmuamıza vermeyi kabul etti.

 

Yeni Mecmua, son zamanların edebî verimleri arasında en büyük mümtaziyeti kazanacağına emin olduğu bu eserle ilk sayılarını süslemeden, büyük şairle görüşmeyi ve çok derin bir mahiyeti temsil eden (Senfoni) üzerinde okuyucularını aydınlatacak bazı anahtarlar temin etmeyi faydalı görmüş ve muharrirlerinden birini şaire göndererek aşağıdaki konuşmayı temin etmiştir.

 

— Birkaç seneden beri mütemadiyen haberini aldığımız ve dedikodusunu duyduğumuz (Senfoni) şiirinde ne yapmak istediğinizi lütfen izah eder misiniz?

 

— Bu şiir, benim bütün san'at ve dünya görüşümün, içinde kesafet bağladığı nazım tecrübesidir. Ötedenberi hülyam, en geniş keyfiyet mikyasiyle en geniş kemmiyet mikyasını barıştırabilecek ve beni bir bütün halinde hulâsa edecek bir temel manzume meydana getirmekti. Nihayet hepimizi, farkına vardırmaksızın gizli gizli istilâ eden ruhî tekevvünler bir gün bende bu arzuyu borç haline getirdi ve (Senfoni) ye başlattı. (Senfoni) nin ana temini, fiilen yaşadığım bir fikir buhranına borçluyum. Nitekim (Bir Adam Yaratmak) isimli piyesim de ayni kafa krizinin mahsulü. Şu kadar ki bu krizin bana verdiği ilk hamle (Senfoni) olmuş, yalnız şiirin istediği azametli enerji karşısında uyuşan cesametim, ilk iş olarak (Bir Adam Yaratmak) piyesine el atmıştır. Yoksa piyesi, şiirin bir şubesi telâkki edebilirsiniz. (Bir Adam Yaratmak), (Senfoni)deki mücerret fikrin vak'aya, hayatî münasebet ve saiklere, entrika ve maddeye kavuşmuş şeklinden başka bir şey değildir.

 

Dâva şu:

 

Piyeste olsun, şiirde olsun ânî bir ruh sadmesi karşısında, bütün nisbetleri ve ölçüleriyle dünyasını kaybeden fikir ve san'at adamının beyin ihtilâli anlatılıyor. Şu farkla ki piyeste içtimaî hayata tatbik edilen ve bir takım içtimaî hayat tezlerine destek olan bu kafa ihtilâli, şiirde tamamiyle ulvî ve mücerret bir teze bağlanmıştır. O da, eşya ve hâdiselerin köküne ulaşma cehdiyle yıkılan kâinattan sonra yerine gelen âlemin mimarîsi. Hazırlop ve itiyadî (emri vaki)ler dünyasına karşı ihtilâl açan san'atkâr ruhunun çektiği idrâk çilesi ve o yoldan vardığı dünya. Büyük ruh kasırgası ve kasırgayı takip eden yeni düzen. Mahduda sığamayan ve hududsuzu dolduramıyan desteksiz ruhun muallâkta çektiği cehennem azabı ve peşinden kavuştuğu cennet.

 

Uzun lâfa ne hacet! Benim söyliyemediğimi şiir soyliyecektir:

 

Necip Fazıl Kısakürek'in, her biri yedişer kıt'alı (Allegro, Adagio, Andante, Finale) bölümlerinden ibaret (Senfoni) şiirini gelecek sayımızdan itibaren sahifelerimizde bulacaksınız.

 

(Senfoni) ile yeni bir ufuk ve genişliğe kavuşacak olan Türk san'atının bu fevkalâde eserini, bütün halinde vermiye muvaffak olan (Yeni Mecmua) kendisini bahtiyar addeder.

 

(Yeni Mecmua, Sayı: 2 — 1939)

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites
Yapı ve muhteva bakımından bir bütünlük gösteren bu şiirin, Necip Fazıl'ın bütün şiirleri arasında Özel bir yeri vardır. Bununla beraber, kendisiyle yapılan röportajlarda, Çile'deki diğer şiirleriyle kıyas kabul edilemeyecek kadar az ilgi gördüğünden şikâyetçi olmuştur.

 

Bence 'Çile', üstadın diğer tüm şiirlerinden önce gelir ve üstadın en sevdiğim şiiri 'Çile'.

 

Anlayamıyorum, 'Çile' varken diğer şiirler nasıl ön plana çıkıyor.

Üstad ömrü boyunca yaşadığı ruh halini 'Çile'de ifade etmiş.

'Çile' yi ilk başa koymayan insanların, üstadı tam anlamadığını (ve anlayamayacağını) düşünüyorum..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Şiir denen sanat dalının zirve noktası bu olsa gerek. Maddeyi tasvir edebilirsiniz ama duyguyu, düşünceyi, ruhu muhatabınıza anlatmanız zordur, kimi zaman da imkansız. Üstad, çilesini anlatmakla kalmamış yapı ve şekil bakımından da bir şaheser vücuda getirip gözler önüne sermiş. “Çile” ye bakınca kelimeler kafiymiş meğer, onların kifayetsiz kaldığı haller “Üstad” ve “Üstadlar” harici beşerler için mevzubahis oluyormuş diyorum. Ben, hayranlığımı anlatmaktan acizim mesela.

 

NFK deryasına dalmış dostlar, onun fikirlerinden tutun da, şiirlerinde seçtiği kelimelere yüklediği manalara kadar, bakış açımızı daha da genişletici izahatlar yapıyor. Kendilerine “Maşallah” diyor ve;

.

Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!

.

.

Her gece rüyamı yazan sihirbaz,

Tutuyor önümde mavi bir ışık.

.

.

Büyücü, büyücü ne bana hıncın?

.

.

bölümlerini yorumlamalarını rica ediyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çile, aynı adı taşıyan kitabın ilk şiiri ve bu şiirinin Üstad'ın en önemli eseri olduğu (şiiri değil, eseri) kanaatindeyim. Esseyid Hazretleri ile tanışmasının ardından yaşadığı ruh halini, iç karmaşasını, çıkmazlarını, sorgularını, hesaplarını, hesaplaşmalarını ve en önemlisi de çektiği çilesini müthiş bir dille ve müthiş ötesi bir gerçeklikle anlatmıştır bu şiirinde.

 

Şiir ilk kıtasından son kıtasına tamamen bir bütünlük içindedir ve sanki Üstad'ın çıktığı, en başta kendisiyle mücadele ettiği ve canavarla dolu bu dikenli yoldaki sehayatini gözler önüne sermektedir.

 

Bana göre en can alıcı kıtası Yeni Mecmua dergisindeki haliyle "andante" kısmının son kıtasıdır:

 

"Ne yalanlarda var ne hakikatta.

Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.

Boşuna gezmişim, yok tabiatta,

İçimdeki kadar iniş ve çıkış."

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Ver cüceye onun olsun şarilik, şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta"

Üstad şiirin doruk noktasında olduğunu,ancak gerçek sanatın,büyük sanatın cücelere layık bir şiir doruk noktası olmadığını,onun çok daha kıymetli bir mesele olduğunu dile getiriyor.

Büyük sanatkarlık= Allahı bulma sanatı.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...