Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
trradomir

Hangi Takımlısınız?

Hangi Takimlisiniz?  

126 members have voted

You do not have permission to vote in this poll, or see the poll results. Please sign in or register to vote in this poll.

Recommended Posts

E bu yolda Fatih olmakta var, Gazi olmakta smile.gif Sanki Saraçoğlu'na kestane değilde; yıldız düştü. Bursa kestanesi olsada yesek smile.gif

Sizin ifadenizi ilk maçta tam alamadık ama, Çarşamba'ya rahmet okuruz size smile.gif

 

Bu derbi denen rezil maçı hiç izlememiş sayıyorum. Futbol bilgim, sevgim ve görgüm artçı geçirmeye başladı çünkü.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çok iyi olur... ! Dün Ulusoy'da maçtaydı değil mi.. Hala Şike.. bilemiyorum artık.. ee Canaydın'ın da son maçıydı...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yahu mantıklı bir mazeret söyleyin bizde heee aynen öyle diyelim.

Galibiyeti kutlamayı biliyorsak, yenilgiyide hazmedebilmeliyiz : ))

Share this post


Link to post
Share on other sites

Vaktiniz varsa buyrun okuyun. Sayın Ziya Aktürer çok güzel bir yazı hazırlamış. Kendisini tebrik ediyorum. (Okumak isteyen varsa en taraflı bir şekilde de okusa farketmez.)

 

Futbol Katliamı

 

 

"Çakır Fenerbahçe maçımızı katletti. Maçtan sonra Futbol Federasyonu’na saygımdan dolayı tek kelime etmedim. Bizim de gözümüz kör değil. Herkes maçı bir banttan izlesin de görsün. O hafta 8,8 not alan bir hakem eleştirilir mi? diyecekler... Ama o notu nasıl aldı, herkes onu araştırsın. Bunların hepsini Cüneyt Çakır’a soracağız. Bundan sonra gözümüz Cüneyt Çakır’ın üzerinde olacak, haberi olsun"

 

 

 

Bu sözler, Adnan Polat’ a ait. Hem de Fenerbahçe’nin tartışılmayacak bir şekilde Galatasaray’a top göstermeden 4-0’le ezdiği maça ait. Aradan geçti 2 yıl. Peki, Adnan Polat, kimden neyin sözünü almış olabilir de bu hakemin bu maça atanmasına hiç sesini çıkarmadı. Bizim tanıdığımız, bildiğimiz, Türk futboluna terörü bulaştıran isimlerin başında gelen Adnan Polat, bu atamadan sonra esip gürlerdi. Ne oldu da gıkını bile çıkarmadı? Kimlerden ne gibi teminatlar ve sözler aldı? Geçen haftalarda, Rizespor maçı öncesi Aziz Yıldırım’ın tesadüfen yakaladığı bir telefon görüşmesini hepimiz biliyoruz. Aziz Yıldırım’ın yakalayamadığı, bizim bilmediğimiz, kapalı kapılar ardında geçen böyle yüzlerce görüşme olmadığına, Galatasaraylı yöneticilerin yıllardır Fenerbahçe’nin rakiplerine telefon açmadıklarına, hakem atamalarını bizzat kontrol etmediklerine nasıl inanabiliriz? Maçta net olarak görüldü, top toplayıcılarıyla bile birlikte rakip takımı sinirlendirmek, sahada eksik bırakmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Top toplayıcısı bu olan bir kulübün yöneticisi kim bilir neler yapmaz? Daha doğrusu kim bilir senelerdir neler yaptılar.

 

 

 

Çarşamba akşamı bir kere daha görüldü ki artık yabancı hakem şart, gereksiz inadın kimseye faydası yok. İsterlerse İzlanda’nın en kötü hakemini getirsinler, o bile daha iyi maç yönetir. En azından adam Galatasaray’ı, Bursa’yı, Konya’yı bilmez, gördüğünü çalar, görmediğini çalmaz. Türk hakemlik tarihinin gelmiş geçmiş en kötü jenerasyonuyla bu kadar. Verdikleri taçlar bile hatalı, penaltıları falan çoktan geçtim. Oyuncu psikolojisinden zerre kadar anlamadıklarının en güzel örneği Lugano’nun atıldığı pozisyon. Üzerine gidip çıldırtıyorlar, arkadan da en ufak falsosunda hemen cezayı kesiyorlar.

 

 

 

Hakemlerin başarılı sayılması için bir ligde maç yöneten tüm hakemlerin benzer pozisyonlarda benzer yorumlarda bulunmaları gerek ki adalet sağlanabilsin. Mesela bir oyuncu topu elle kesti mi, buna 10 hakemden 8 tanesi sarı kart gösteriyorsa hakem yönetiminde bir istikrardan bahsedilebilir. Türkiye’de ise ortak yorumları geçtim, bir hakemin sarı kart gösterdiği pozisyonun aynısına başka bir maçta başka bir hakem faul bile çalmıyor. Onu da geçtim bir hakem, yani aynı insan, iki farklı maçta iki farklı karara imza atabiliyor. Şimdi bu çalınan farklı düdüklerin, oyuncuların formalarına göre çalınmadığına, olayın sadece basit hata olduğuna nasıl inanırız?

 

 

 

Her ne kadar Galatasaraylılar maç bitiminde hakemlik camiasını korumaya alırlarsa alsınlar Zico’nun da dediği gibi Çarşamba akşam ki yönetimiyle Cüneyt Çakır’ın hakemlikle uzaktan yakından bir alakası yok. İşin komiği, hakemlik müessesini savunanlar Ali Aydın’ı örnek veriyorlar. Sanki Aydın’ın hakemlik hayatını Özhan Canaydın değil de Boavista Kulübü’nün başkanı Joao Lourerio bitirmiş gibi. Başta Lig TV’nin fanatik Galatasaray’lı haber müdürü Erdem Erol olmak üzere o zamanlar neredeydi bu zat-ı muhteremler? Neden Cem Papila’ya, Ali Aydın’a kimse sahip çıkmadı? Tek suçları Beşiktaş ve Galatasaray aleyhine düdük çalmaktan başka neydi? Benim şu ana kadar gördüğüm en komik kırmızı kart Nobre’nin Trabzon’da Selçuk Dereli tarafından atılmasıydı. Cüneyt Çakır, Gökhan’ı atarak komediyi bir kademe daha ileri götürdü. Aklıma tek bir şey geliyor, Gökhan’ı attığı gol sebebiyle cezalandırdı. Maç bitmiş, her şey olmuş, bir de kalkmış Lincoln’e kırmızı kart gösteriyor. Ve her şey olup bittikten sonra çıkan bu kart yüzünden Galatasaraylı yöneticiler de utanmadan hakemi şikayet ediyorlar. Demek ki Lincoln’ün gördüğü bu kırmızı kart da planlı ve programlıymış, insanın aklına başka şey gelmiyor çünkü. Böylece Galatasaraylılara da konuşmaları, hakemden şikayet etmeleri için gereken kozu verilmiş oldu.

 

 

 

Buna rağmen, geçmişe baktığımızda kupa maçının ağırlığını kaldırabilecek kapasitedeki 2–3 hakemden birisi Cüneyt Çakır’dı, buna da bir itirazım yok. Kimsenin de olduğunu sanmıyorum çünkü atama ilk duyulduğunda kimseden bir itirazda gelmedi Fenerbahçe cephesinde. Zaten bu atama yeni federasyon ile eskisi arasındaki en büyük farkı gösteriyor. Ulusoy federasyonu olsa bu maçı muhtemelen Kuddusi yönetirdi. Ama yeni federasyonun aldığı bir enkaz söz konusu, bir anda bundan kurtulmaları mümkün değil. Ulusoy’un kalıntıları kolay kolay temizlenecek boyutta değil, iyisiyle kötüsüyle her şeyiyle Ulusoy’dan en ufak bir iz kalmayıncaya kadar böyle katliamlar daha çok yaşanacak. Ne zaman Ulusoy’un bütün izleri, adamları, eserleri temizlenecek, işte anca o zaman yeni Federasyonu ve kurullarını yorumlayabileceğiz.

 

 

 

Bu hakemlerin verdikleri kararlardan, yaptıkları komikliklerden yeni federasyon sorumlu değildir. Şu anda MHK’nin elinde, üst düzey kritik bir maçta gözü kapalı görevlendireceği bir hakem yok. Bu durumu hak edip etmedikleri ayrı bir konu, şu anda Türkiye’nin en az güvenilen kurumlarının başında geliyorlar. Bu kötü imajı bir anda silmek kolay değil, bu camiayı bu hale getiren 10 yıllık bir Ulusoy yönetimi söz konusu. Doğan yönetimi 2 haftada bu izleri silemez. Bu izler silinene kadar da Türk hakemlerinin kaldıramayacağı zorluktaki maçları yönetmekte yurt dışından hakem getirmekten başka bir çare yok.

 

 

 

Yeni federasyonun ilk yapacağı işlerden birisi, hatta ilki hakem konusuna önem vermek olmalı. Artık yurt dışından dünyaca ünlü hakemleri getirip eğitimler mi verdirirler, bütün ölü sezonları hakem eğitimlerine mi ayırırlar, futbolcular için yapıldığı gibi Türkiye çapında da tarama mı yaparlar bilemem ama başka yapmaları gereken bir konu özellikle eski hakemlerin TV’lerde yorumculuk yapmalarını ve hakemler hakkında görüş bildirmesini kesinlikle yasaklamak olmalı.

 

 

 

Artık yeni bir oluşum olduklarını ve aldıkları kararların geçmişle mukayese edilerek karşılaştırılmamaları gerektiğini de özellikle vurgulamalılar. Çünkü geçtiğimiz yılların en büyük hastalığı buydu. Her futbolsever takımı aleyhine verilen cezayı diğer kulüplerin aynı hareketlerine verilen cezalarıyla karşılaştırıyor, aradaki çifte standardı görüyordu. Böylece de federasyona ve adaletine duyulan güven erozyona uğruyordu. Bu federasyonun en önemli grevi, kurullarını yeniden güven duyulan organlar haline getirmek olmalı.

 

 

 

Yeni federasyon hakkında gerçek bir yorumda bulunmak için ise Avrupa Şampiyonası’nın bitmesini beklemek lazım. Şu anda Fatih Terim ile devam etmekten ve sahip çıkmaktan başka bir çareleri yok. Ama ne zaman ki Şampiyona biter, alınacak netice ne olursa olsun, isterse Milli takım final oynasın, turnuvanın bittiği gün derhal Fatih Terim’in görevine son verilir, yerine kalitesi, otoritesi, bilgisi tartışılmayacak, Piontek ayarında yabancı bir teknik adam getirilir, hemen arkasından da diğer Milli takımların başlarında bulunan Ümit Davala gibi tüm fanatik Galatasaraylılar temizlenirler, işte o zaman yeni federasyonun ağırlığını koyduğunu söyleyebilir ve ileriye umutla bakabiliriz.

 

 

 

Galatasaray’ın özelliklerini, Galatasaray’a gelen futbolcuların kısa zamanda nasıl canavarlaştıklarını, Florya dolaylarında bunları yetiştiren bir yeraltı merkezinin olma ihtimalinin yüksekliğinden daha önce de bahsetmiştik. Aslında fazla söze de gerek yok, Çarşamba akşamı Lincoln’ün Volkan’dan kaçması ve bu kaçmayı bir yandan hakeme göstermeye çalışması, daha sonra küfür edip yerlerde yalandan yere kıvranırken karşısında Volkan’ı görünce bir anda kalkarak deparla kaçması Galatasaray’ın özeti. İşte Galatasaraylı futbolcu bu. Bunun üzerine daha kim ne yazsa hikaye. Açın görüntüleri izleyin, işte yıllardır anlatmaya çalıştığımız ama kelimelerin bile yetersiz kaldığı, bir Galatasaraylı futbolcunun bütün özelliklerini içinde barındıran bir kaçış. Galatasaray’dan beklediğimiz de bu zaten. Karakteristik Galatasaray’lı davranışı işte bu. Tekrar tekrar izleyin o kaçışı, üşenmeyin, görün ezeli rakibimizin gerçek yüzünü. Nasıl korkuyla ayağa fırlayarak kaçmaya başlıyor o kadar küfür ettikten sonra.

 

 

 

Bu görüntülerin anlattığı başka bir gerçek daha var. Galatasaray’da arkadaşlık, takımdaşlık falan diye bir şey kalmamış, futbolcular da Lincoln’den ciddi olarak nefret ediyorlar. Volkan, Lincoln’e Ali Sami Yen’in ortasında meydan dayağı çekiyor, görüntülerde kaç tane Fenerbahçeli futbolcu var ama bir tane bile Galatasaraylı futbolcu yok. Daha sonradan gelen bir iki tanesi de Lincoln’ü korumaya değil, Volkan’ı sakinleştirmeye çalışıyorlar zaten. Benim arkadaşıma, benim sahamda, benim seyircimin önümde birisi saldıracak, ben de uzaktan izleyeceğim. Böyle bir şey olabilir mi? Demek ki onlar da artık o kadar iyi biliyorlar ve sevmiyorlar ki Lincoln’ü karakterini, korumaya, yardımına koşmaya gerek bile duymuyorlar, ne hali varsa görsün diyorlar.

 

 

 

Tribündeki Ulusoy görüntüsü son 10 yılın bir özetiydi aslında. Türk Futbolunu 10 yıl yönetmiş bir insan, çok değil daha 1 ay öncesine kadar “ben her kulübe eşit uzaklıktayım” diyen bir insan maç sonunda bu kadar büyük sevinç gösterilerine imza atıyorsa, bu kadar keyifliyse yönettiği süre boyunca bu takımın kazandığı kupaların tamamının üstünde şaibe yoktur da ne vardır? Hadi Sion maçında alenen göstermişti bu sevincini, bahanesi vardı, yabancı bir takımla maç yapılıyordu. Ama bu maçtan sonraki sevinç gösterileri Ulusoy döneminin Fenerbahçe açısından ne zorluklarla, ne mücadelelerle geçtiğinin en büyük kanıtı. Gerçeği hepimiz biliyoruz. Şimdi bu işin bir de yasal olarak, resmen, tartışılmayacak şekilde kanıtlanma faslı kaldı, o da Ulusoy’un Galatasaray yönetimine girmesi. Böylece kazandıkları bütün kupaların şaibe, masa başı oyunları, dalavere, tehdit, korkutma, hakem atamaları sonucu geldiği resmen kesinlik kazanmış olacak. Heyecanla o günü bekliyoruz. Ulusoy Galatasaray yönetimine girdiği gün Galatasaray’ın kendi döneminde kazandığı bütün kupaların şaibeli olduğu resmen kanıtlanacaktır.

 

 

 

Zaten hafta içinde bir kamuoyu yoklaması yaptı. Bugün gazetesinde bir röportaj yayınlandı. Gelen tepkilere baktı, nabzı yokladı, ortaya yemi attı ve daha sonra röportajı yayınlama yoluna gitti. Çünkü transfer, para kaynağı sağlama, Aziz Yıldırım’la başa çıkma mesajları tam taraftarın kanını kaynatacak cinsten. Doğrudan tribünlere oynadı ve şimdi neticesini beklemeye başladı. Hadi haber olur anlarım, yalan olabilir. Altında imza olmayan, içinde “belirtildi, öğrenildi, ifade edildi” gibi fillerin kullanıldığı hiçbir yazıya zaten inanmam. Ama bu bir haber değil ki, bu bir röportaj, hem de altında imzası olan, kimin yaptığı belli olan bir röportaj nasıl yalan olabilir? Onu da geçtim, Ulusoy’un yönetim tarzını ve ilişkilerini az çok tahmin edebiliyoruz. Ulusoy hakkında Türkiye’de hangi babayiğit böyle uydurma bir haberi yazıp gazetesine taşıyabilir. Böyle bir adama taşıdığı riskten dolayı sigorta şirketleri hayat sigortası bile yaptırmazlar.

 

 

 

Yeniden Çarşamba akşamına dönelim. Lugano’nun gördüğü kırmızı kartta hatası yok mu, var elbet. Neredeyse 2 yıldır Türkiye’desin, ortamı gördün, hakemleri tanıdın, bütün spor programlarında boy hedefi olarak gösteriliyorsun, neredeyse dart tahtasına resminin konulmadığı kaldı, hala neyi zorluyorsun? Üzerinde ki formanın sarısının yanında kırmızı yok ki hakemler kafayı çevirip gitsinler. Bak Fenerbahçe’de kart manyağı yapılan Servet’e, Tomas’a. Akıllı adamlarmış, gittiler kasaplıklarını Galatasaray’da yapmaya, o gün bu gündür 1 kırmızı kart görmediler. Al sana Song, Alex bile daha fazla kart görüyor bu ligde, Song’a kimse dokunabiliyor mu? Bak Ümit Karan’a, Hakan Şükür’e, Arda’ya Sabri’ye. Hakemle yan yana, kol kola maç yönetiyorlar, diğer kolları da devamlı havada, sürekli itiraz, sürekli şikayet. Kimse dokunabiliyor mu? Bir Allah’ın kulu kart gösterebiliyor mu? İşte tüm bunlardan kurtulmak için yabancı hakem şart. Hele o itirazları yapsınlar bakalım bir İzlandalı hakeme, Faroe Adaları’ndan bir hakeme, sahada kaç kişi kalıyorlar. Avrupa’ya çıktıklarında böyle şaşkına dönmeleri zaten burada hakemler tarafından bu kadar şımartılmalarından kaynaklanıyor. Orda elalemin İspanyolu, Portekizlisi gözünün yaşına bakmaz, 5 tane yersin rezil olup gelirsin böyle.

 

 

 

Hakemliği falan da geçtim, kuralları da geçtim, bunlar nasıl insanlar? Sahada birisi çıkıyor, bütün tribünleri bir anda ateşliyor, annesine, akrabalarına, 7 sülalesine küfür ettirecek hale getiriyor ve kafalarını dönüp gidiyorlar. Görmezden ve duymazdan geliyorlar. Bu hareket tarzına daha çok söz yazılır aslında da o sözler bile değmez. Birazcık, sadece birazcık izzeti nefis sahibi olsunlar yeter, geçtim doğru karar vermelerini, pozisyonlarını falan süzmelerini. İzzeti nefis sahibi insanlar olsunlar sahada başka bir beklentim yok. Futbolcuların oyuncağı olmuşlar, beraber maç yönetiyorlar, işlerine gelinmediği zamanda gene aynı futbolcular tarafından tribünler önüne atılıyorlar ama gıkları çıkmıyor.

 

 

 

Bu son yılda çalınan 3 üncü kupa. Bunu bilmeyen yok. Geçmişe gidersek daha neler neler sayarız, ne Sadık Deda’sı kalır ne Kuddusi Müftüoğlu’su ne de Sabit Hacıömeroğlu’su. İlki kupa finalinde Bülent Demirlek tarafından çalındı, ikincisi geçen sene yarı finalde Kadıköy’de Selçuk Dereli tarafından, bu da üçüncüsü, hırsızın adı da Cüneyt Çakır.

 

Herkes de hata var da Fenerbahçe Yönetimi’nde hata yok mu? Onlarda da var. Geçen sene mükemmel radikal bir karar almışsın, bütün camia ve taraftarlar bu konuda sana hak vermiş ve destek olmuş, “Bu Kupa umurumuzda bile değil” mesajını almışsın. Peki, bu sene ne oldu? Nerede kaldı geçen sene ki açıklama? Söylediğin şeyi yapacaksın, yapamıyorsan da söylemeyeceksin.

 

Hani yedek takım çıkacaktı maçlara? Bursaspor maçındaki kadro Galatasaray, Galatasaray maçındaki kadro da Bursaspor maçında sahada olsa daha iyi olmaz mıydı? Ne geçti şimdi elimize? As oyuncuları dinlendirmek için Bursaspor maçını feda ettik, arkadan da as oyuncularla Galatasaray’a öyle veya böyle elendik. Hem de hakemin gazabına uğrayıp ağır hasarlar verdik, basit bir elenme de değil. Zaten bu maçı geçsen bir sonraki turda katlededileceksin, hala neyin inadı ve ısrarı? Bu kupa Fenerbahçe’ye verilmeyecek, bu kadar basit.

 

Ankaragücü maçına bu sefer de karma bir kadro çıktı, yedek ve aslarla harmanlanmış. Şimdi de Ankaragücü maçında oynayan as oyuncular 6 günde 3 maç yapmış olacaklar. Madem bu aslar bu kadar yorulacaktı, daha doğrusu yorulacaklardı o halde neden Bursaspor maçında yedeklerle oynadık? Zorlu maratonun ortasında bir yerde bir mola verilse daha iyi olmaz mıydı?

 

Bundan önce Avrupa Kupası maçlarından önce ve sonra genelde hep tam takım çıkmıştık sahaya, demek ki o zaman da o kadrolar hatalıydı. Neden kimse Zico hatalı diye eleştirmedi? Düşünüyorum, düşünüyorum Zico’nun yaptıklarına hala anlam veremiyorum. Kadıköy’de 37 maçlık seriyi yakalayan insan da Zico, elinin tersiyle bu seriyi bitiren insan da. Peki, gerçek Zico bunlardan hangisi? İki Zico arasında bu kadar fark olmamalı.

 

 

 

Avrupa’nın averaj takımı Galatasaray artık dibe vurmuş durumda. Maç sonrası acınası sevinçleri bunun en güzel örneği. Onlar için Barcelona’yı, Real Madrid’i yenmekle Fenerbahçe’yi yenmek aynı seviyeye gelmiş. Bu kadar hedef küçültmüşler. Hem de nasıl bir Fenerbahçe’yi yenmişler, 9 kişi kalan Fenerbahçe’yi. 11 kişiyle devam eden bir maçta günlerce oynasalar yenemeyeceklerini onlar da biliyorlar zaten. Tek yenme ihtimalleri sahada 9 kişinin 14 kişiye karşı mücadele etmesi sonucunda gerçekleşebilirdi ve aynen de öyle oldu.

 

 

 

Geçenlerde haber vardı, Avrupa’da Brezilya ekolünü en iyi temsil eden takım Fenerbahçe diye. Brezilya ekolünü uzun uzun anlatmak yersiz, kısa paslaşmalar, göze hoş gelen ve oynamayı amaçlayan bir futbol, estetik güzelliğin ön plana çıktığı bir anlayış. Ve bu ekolü Avrupa’da en iyi temsil eden takım kim, Fenerbahçe? Bu ekolü uygulayarak sahada 8 kişi kalan takım kim peki? O da Fenerbahçe. Böyle bir şey mümkün ve gerçek olabilir mi?

 

 

 

Arkadan lig maçları geldi çattı. Ankara’da gene bir hakem faciası yaşandı ve daha ilk 10 dakika 2–0 olabilecek maç 0-0’a bağlandı. Hatta ilerleyen dakikalarda sahada öyle bir Fenerbahçe vardı ki 1 puanı Serdar’ın kurtarışları getirdi. Şimdi bu aşamada Zico’yu, futbolu falan tartışmak abes. 10 dakikada 2–0 olacak maç, arkasından Fenerbahçe zaman öldürüp Sevilla maçını düşünecek ve yapılan tartışmaların hiçbirisi yapılmayacak. Belli ki Halis Özkahya ligde oynanacak bir sonraki derbiyi yönetmeyi kafasına koymuş ki aynı geçen hafta Fenerbahçe’yi katledip ertesi hafta derbi maç yönetmekle ödüllendirilen Bünyamin Gezer’in yaptıklarını yaptı. Önder’e yapılan iki penaltılık hareket görülmeyecek gibi değil. Ben olsam Önder’in yerinde çıkartıp verirdim formamı Ankaracülü futbolcuya. Yani inanılacak gibi değil, o pozisyonu bir hakem nasıl göremez, görüp de vermiyorsa daha büyük facia zaten.

 

 

 

Bu maç için Fenerbahçe’yi eleştirmek çok doğru değil. Takım 3 gün sonra tarihinin en önemli sınavını verecek. 2 fark yemediği sürece Avrupa’nın ilk 8 takımı, belki de kuraya bağlı olarak ilk 4’ü arasına girecek. Böyle bir şans bir takıma kaç defa gelir? İlk maçını sahanda 3 gol atıp kazanmışsın, +1 gol üstünlüğüyle şimdi de deplasmandasın ve önünde seni Avrupa’nın zirvesine taşıyacak bir 90 dakika kalmış sadece. Bu durumda Ankaragücü maçından da vazgeçilir Galatasaray maçından da. Bu takımları ligde bilmem kaç kere yenmişsin, bilmem kaç kere yenilmişsin, ileriki yıllarda daha kim bilir kaç maç daha yapacaksın. Çünkü gidersin Galatasaray’ı Sami Yen’de, Beşiktaş’ı İnönü’de yenersin gene şampiyon olursun. Bu takım zaten ligin çok üzerinde, problemi ufak maçlarda sürekli kaybettiği problemler. Ama Sevilla maçı telafisiz bir maç. Akılların o maçta olması çok normal. Zico ve takım Avrupa’yı ilk sıraya koymakta son derece haklı ve doğru. Sadece Fortis Kupası’na verilen önemin Lige verilen önemin önüne geçmesine bir mana veremiyorum.

 

 

 

Sevgili Volkan ve Gökhan’dan bir beklentim var. Alsınlar raporlarını, bu hakemlerin maç yönettiği bir ülkenin Milli Takımında, Galatasaray ekolünün önde giden ismi Fatih Terim’in yönettiği Milli Takım formasını bir daha giymesinler.

 

 

 

Bir de umarım bir İngiliz gelip de Süper Lig’in puan durumuna bakmaz. Yoksa 8 attıkları bir takımın lider olduğu bir ligin başına yapıştırılan “Süper” liği nasıl anlatırız ki?

 

 

 

Ziya Aktürer

[email protected]

(antu.com'dan)

Share this post


Link to post
Share on other sites
Çok eskiden, küçükken, Fenerbahçeliydim. Amaç, bir takım tutmaktan ziyade, sevilen kişilerin hallerini taklit etmekti. Çok sevdiğim dayımın ve komşu ablanın FB'li olmaları en büyük müessir idi. Abim de GS'li olunca, muhalif olmak, ona takılmak, maç izlerken rakibin yenilmesinden sonra abimin karşısına geçip 'yendik, yendik' diyerek türlü sesten müteşekil çocukça -ki ikimiz de çocuğuz- davranışlar sergilemenin keyfine varmak ve ondan gelen itirazları bastırıp işi bir oyuna döküp gürültü patırtı içinde bir cümbüşün aktörleri olmak varken neden takım tutmayacaktık? -çocuklar genellikle gürültü yapmayı severler, biz de severdik- :D

Sonra ben işi fanatikliğe döküp, giydiğim kıyafetin bile sarı-lacivert olmasını istemeye ve bu uğurda annemin ayaklarına kara sular ininceye kadar bu renkleri barındıran giyecekler aramaya başlasak da, okulda dersler için yardım isteyen arkadaşlara 'FB'nin yedekleriyle birlikte ilk 11'ini saymazsan yardım etmem' deyip, insanları o futbolcuların isimlerini ezberlemeye teşvik etmek gibi kutsal (?!) bir görevi başarmanın sevincini yaşasam da, -ki o zamanlar FB'nin altın yılları, Boliçli, Rüştülü, Ucheli yıllar, şampiyon olunca gazetelerin verdiği posterleri alıp duvara asardım, abim de gıcık olurdu :D - büyük bir heyecanla maçları kaçırmasam hatta şampiyonlar ligini bile -ki Boliçin M.United'a son dakikada attığı bir galibiyet golü vardı ki, beni sevinçlere gark etmiş, uykusuz kalmak uğruna bu kıymetli anların şahidi olmanın sürurunu yaşamıştım- takip etsem de, elimde çay bardığı, her gol atılışında goooll diye sevineyim derken bardağı elimden düşürüp kanepeye, halıya bol bol çay içirsem ve bunu gören annemin boynuna sarılıp sevincime onu da ortak etmek istesem ancak onun gözü halıya, kanepeye takılsa da, sonunda ilerleyen yıllarda anlamaya başlamıştım ki, fanatiklik zararlıdır. Zaman ilerledikçe ve ben yeni dünyalar keşfetmeye başladıkça futbola duyduğum ihtiyaç azaldı ve sonunda yok oldu. Evet, belli ki bir ihtiyaç idi bu taraftarlık.

Hasılı kelam, eski bir FB'li ve uzun zamandır tarafsız bir beşer olarak, her ne kadar yazdıklarım çocukluk anıları başlığının muhtevasına da uygun düşüyor olsa da, diyeceğim şu ki, ya ya ya, şa şa şa fener fener çok yaşa :D -maziden kalma bu tezahürat da nereden araya girdi, lafımı ağzıma tıktı, neyse, uzatmayalım, lafın kısası makbuldür efendim.

:D Allah c.c razı olsun Reyhan Abla. Sayenizde tebessüm ettik. Melekler de sizi güldürsün :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

insanlar acizlik içinde dünyaya hükmetmek isteyenlerin avuçlarında paramparça dağıtılırken sizlerin böyle bomboş şeylerle uğraşmanız ecdadına karşı ne büyük saygısızlıktır.Bir gençlik ki-ezelin,ebedin ve anın kuvvetini yaratılış gayesinden dolayı Hakk'ın davsına iştirak ettiremezse ve dünyaya savaşları uğrattıranlara karşı yine onları oyun dedikleri birtakım-zaman öldüren-işlerle uğraşması islam gençliğinin en son ve belki hiç yapamaycağı bir şeydir.

 

yazık gençliğime,yazık gençliğimize,yazık gençliğe...

 

RABBİM nerdesin...................

seni istiyoruz,

gençliğin bomboş uğraşlara dalarak davasını unutmasın

 

inşallah..........

Share this post


Link to post
Share on other sites
insanlar acizlik içinde dünyaya hükmetmek isteyenlerin avuçlarında paramparça dağıtılırken sizlerin böyle bomboş şeylerle uğraşmanız ecdadına karşı ne büyük saygısızlıktır.Bir gençlik ki-ezelin,ebedin ve anın kuvvetini yaratılış gayesinden dolayı Hakk'ın davsına iştirak ettiremezse ve dünyaya savaşları uğrattıranlara karşı yine onları oyun dedikleri birtakım-zaman öldüren-işlerle uğraşması islam gençliğinin en son ve belki hiç yapamaycağı bir şeydir.

 

yazık gençliğime,yazık gençliğimize,yazık gençliğe...

 

RABBİM nerdesin...................

seni istiyoruz,

gençliğin bomboş uğraşlara dalarak davasını unutmasın

 

inşallah..........

 

 

Eyvah, eyvah!..

Şimdi niye böyle yazdım? O halde bir fıkra:

İdris çok güzel beyaz bir at alır.Temel’in gözü attadır.Ne edip bu atı çalarım diye düşünür ve kararını verir.

 

Bir gece İdris’in ahırına gizlice gelir ve elindeki demir testere ile kilidi kesmeye başlar.

 

Tam bu sırada Cemal oradan geçmektedir.

 

Temel’i görür ve “uşağum ne ediyisun” diye sorar.

 

Temel hemen cevap verir “görmeyimisun kemençe çalayirum.”

 

Cemal tekrar sorar “ama bunun sesi çıkmayı.”

 

Temel hafif sırıtarak “ bunun sesi yarın çıkacak” der.

 

'Şimdi bunu niye yazdım?'

Yarını bekleyin...

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Allah'ın sana verdiğinden

(O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste, ama dünyadan da nasibini

unutma..." (el-Kasas 28/77).

 

Dava'mızın önüne geçmedikten sonra, bir sorun teşkil edeceğini düşünmüyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

galatasaraylıyım ama desenizki ilk onbirini say, bilmiyorum .

 

eskiden derbi maçlarını falan izlerdim artık o işlede ilgilenmiyorum .

 

futbol ve gibi spor dalları bence spor değil spordan öte birşey ama ney ??

 

boş işler bunlar boşş

Share this post


Link to post
Share on other sites

:D

Kastamonuluyu maça götürürler.. Maç sonunda şöyle der:

 

_Ortaya bi kabak koyiiylee. Depüşdürüp depüşdürüp duriilee. İki direen arasundan geçünce, gool diye baariilee

 

Benim için de farklı bir anlam ifade etmiyor. Fuzuliyeti farklı mevzu amma, plazmalarının karşısında göbek büyütenlerin bir de sporla alakadar olduklarını iddia etmeleri beni pek güldürüyor... (Bunu iddia etmeyenlere sözüm yok:) )

 

Aynen dediğin gibi Gökhan kardeşim, ecdadın yüksek ruh ve heyecanını stadyumlara doldurup bir güzel narkozluyorlar!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...