Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Hâcegân

İdeolocya Örgüsü'nden Bir Soru?

Recommended Posts

''Sadece maddede ve nazariyede, pazarlıklı bir istiklal karşılığı, manada ve ameliyede düşürüldüğümüz esaret faciasını sona erdirme (...)''

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bahsettiğiniz kısım "İdeolocya Örgüsü" kitabının "Beklediğimiz İnkılap" bölümünün "Esas" kısmında geçmektedir. Bununla ilgili olarak ilk fırsat bulduğumuzda sizin sorunuza cevap vereceğiz.

 

Saygılarımızla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bugünkü Vakit gazetesinin manşetine dikkatlerinize çekmek isterim(13 Kasım 2008)...

 

Ayrıca;

'Cumhuriyete takaddüm eden milli hareketin misilsiz hamlesiyle birinci borç ödendi; fakat ikinci ve en esaslı borç yerine, bütün ruh planının kökünden tahrip edilmesiyle de sükutumuz azami haddine çıkarıldı. Acaba bu hale getirilmek için mi kurtarıldık?'

 

Yine ideolocya Örgüsü'nden... 'Bekliyoruz' bölümünden...

 

Ah... Üstad bize neler anlatmak istemiş, neler...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites
''Sadece maddede ve nazariyede, pazarlıklı bir istiklal karşılığı, manada ve ameliyede düşürüldüğümüz esaret faciasını sona erdirme (...)''

 

 

'Cumhuriyete takaddüm eden milli hareketin misilsiz hamlesiyle birinci borç ödendi; fakat ikinci ve en esaslı borç yerine, bütün ruh planının kökünden tahrip edilmesiyle de sükutumuz azami haddine çıkarıldı. Acaba bu hale getirilmek için mi kurtarıldık?'

 

''Madde planında kurtarıldıktan sonra, mana planında helâk edici...'' Belki cümleyi harfi harfine verememişimdir. Üstad'ın bu manada bir sözü vardı. Yukarıda yazanlar özetle şunu belirtiyor: Hürriyetimizi kazanmamız umutlarımızı yeşerten dedirten vazgeçilemez ilk hamleydi. Zamanla tahakkümlerini her türlü alçak hareketle meşrulaştırarak insanlarımızı 'demokrasi, ülke kurtarıcısı' mavallarıyla kandırdılar, milletimize ve İslâm alemine ehli küffar'ın yapamadığını yaptılar.

 

Emellerine kısmen muvaffak olsalarda, en azgın ve süslü münafık oyunlarını milletimize yutturdular. Maalesef bunu idrak eden insanların oranı diğerlerinin yanında çok, çok, çok az kalıyor.

Share this post


Link to post
Share on other sites

İşte bir tane daha...

 

'Hindlilerin ''gulügulü''su gibi ''inkilap, inkilap!'' diye geviş getirmek mi gerçek inkilaba hizmettir; yoksa ona, kaynaklarını tıkadığı eski ahlak telakkimize karşılık yeni bir kaynak açmak kaygısını asla duymamış olduğunu hatırlatmak mı? İşte o zaman inkilap şapa oturacaktır.'

 

İdeolocya Örgüsü, Ahlak Davamız bölümünden...

Share this post


Link to post
Share on other sites

''pazarlıkı''

 

 

Üstad'ın cümlesinde geçen bu ifade, yani ''pazarlıklı'' ifadesi boş bir söz değildir. Pazarlık kelimesinin anlamı ortada...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad, satıhta kalan, sadece lafta adı geçen, madde planından ve nazariye ekseninden öteye gidememiş olan bir istiklalin hakiki manada bir istiklal olmadığını, her taraftan istiklal nârâları yükselse de esasında manevi bir zindanda yaşadığımızı, aslî istiklalin ve hürriyetin Hakka teslimiyet olduğunu ve bizim sahte istiklal teraneleriyle bu teslimiyetten mahrum edildiğimizi, ruh kökümüzden koparıldıktan sonra elimizde kala kala maddede ve nazariyede pazarlıklı bir istiklal kaldığını anlatmıştır, haykırmıştır, ki insanlar neden mahrum bırakıldıklarının, en önemli ve kıymetli cevherden koparıldıklarının şuuruna varsınlar, onu yeniden elde etmek için gayret etsinler...Üstad, Türk’ün tarih muhasebesini yaparken, kurtuluş savaşımıza da değinir. O mücadele, düşmanın maddesini topraklarımızdan uzaklaştırmıştır lakin, düşmanın zihniyetini, Müslümanı bir kıskaca alıp hareketsizleştirmek isteyen taklitçilik illetinin mümessillerini yok edememiştir. Maddede kazanılan istiklal manaya, şahsiyete, ruhlara tam anlamıyla giydirilememiş ve zuhur eden istiklal maddede ve nazariyede kalmıştır.

 

Maddede ve nazariyede istiklal varsa bir de hakiki olarak manada ve icraatte istiklal vardır. Sadece maddede ve nazariyede kalan istiklal, manada ve ameliyedeki esaretin kapısını açmıştır.

 

Batı’nın söylediği sanki şuydu:İstiklalinize izin veriyoruz ama görünüşten öteye gidemeyen bu istiklalin gerisinde özü bize bağlı kalan, ruh çizgilerini bizim kültürümüzden alan, kendi medeniyetine dair ne varsa onları bir kenara atan ve medeniliğin aslının bizde olduğunu kabul eden bir cemiyet kurmanız şartıyla...

 

Kurtuluş mücadelemiz destanlık çapta bir mücadeledir ve eğer İslama bağlı bir ruh olmasaydı, Allahın inayeti olmasaydı kazanılması mümkün olamazdı. Bu zaferin ana müessiri İslam olmasına rağmen, düşmandan kurtulduktan sonra tüm zerreleriyle İslama bağlanılması, bütün çürüyen müesseseler İslamın emrettiği tertemiz ve pırıl pırıl bir zemine oturtulacağı, ferdi ve cemiyeti topyekûn ihata eden İslamın kaideleri doğrultusunda bir çizgi izleneceği, şanlı peygamberimizin ve onun yolundan giden atalarımızın izinden gidileceği yerde, evet, gidile gidile madde parıltılarından başka marifeti olmayan, ruhu kokuşmuş Batı’nın ve ona dayandırılan içi dışına çıkarılmış mefhumların peşinden gidildi Batı mukallitleri tarafından. Manada ve ameliyede düşürüldüğümüz esaret faciası bundandır.

 

Ne zaman ki kendi değerlerine yeniden dönen, başka milletlerin ruh kökünden (nasıl ki bizim ruh kökümüz İslam’dan müteşekkil ise, diğer milletlerin ve kültürlerin de teşkilatında rol oynayan başka kökler vardır) medet ummayan, kendisine bırakılan iman ve medeniyet mirasına sımsıkı yapışan, madde ve nazariyede kalan pazarlıklı istiklali üzerinden atıp mana ve ameliyede zirveye çıkan bir cemiyet kurarız, hakiki istiklale o zaman ulaşırız.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

''Batı’nın söylediği sanki şuydu:İstiklalinize izin veriyoruz ama görünüşten öteye gidemeyen bu istiklalin gerisinde özü bize bağlı kalan, ruh çizgilerini bizim kültürümüzden alan, kendi medeniyetine dair ne varsa onları bir kenara atan ve medeniliğin aslının bizde olduğunu kabul eden bir cemiyet kurmanız şartıyla... ''

 

Evet, özellikle yukarıdaki ifadeniz, hakikat diye bildiklerimizin tümden çökmesi demektir ve ortada resmi tarih diye bir şey bırakmaz.

 

''Sadece maddede ve nazariyede, pazarlıklı bir istiklal karşılığı, manada ve ameliyede düşürüldüğümüz esaret faciasını sona erdirme (...)''

 

Bu söz basit gibi gözükse de, bünyesinde ne derin manalar saklıyor... 'Pazarlıklı' kelimesinin tarih sayfasındaki o somut yerine istiyorum ben.

Share this post


Link to post
Share on other sites

........

Tarih, kontra gerçeğe;

Hürriyet hakka düşman.

Millete kasdedenin

İsmi milli kahraman.

Yere batsın bu dünya,

Bu dünyadan hayr uman!

Genç adam, at yorganı!

Sana haram, uyuman!

Aman, efendim aman!

Efendim, aman, aman!

......

......

Share this post


Link to post
Share on other sites

Vakit gazetesinin dünkü manşeti çok manidar. Hani bir Lozan var, birde bu cümlede geçen 'pazarlıklı' kelimesi... Bir ben var bende, benden içeri gibi bir şey bu...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Esselamü Aleyküm.

 

Değerli Arkadaşlar,

Lozanın üstüne daha çok konuşuruz. Çünkü konuşulacak çok şeyler var.

 

Ben sıcağı sıcağına Mustafa Armağan'ın bugünkü yazısını takdirlerinize sunarak şimdilik huzurlarınızdan ayrılıyorum.

 

Lozan'da Çanakkale şehitlerini İngiliz'e teslim etmiştik

İsviçre, Lozan masasını verecek kimse bulamayınca bize hediye etti. Eh artık anlı şanlı bir müzede sergileriz nasıl olsa. Üzerindeki mürekkep lekelerini -tabii hâlâ duruyorsa- çocuklarımıza mikroskopla gösterip bu masada nasıl bir zafer destanı yazıldığını filan anlatırız gururla. (Kimse sormaz ama bana kalırsa masanın konulacağı en uygun yer, İsmet İnönü'nün mezarı veya Pembe Köşk'ün bir salonudur.)

Şimdi lütfen yandaki fotoğrafa dikkatle ve ibretle bakın. Ne görüyorsunuz? Birkaç genç kız, askerlerimizin önüne atılıyor ve çiçek veriyor, değil mi? Güzel.

 

Peki nerede çekilmiş bu fotoğraf? Bir şehrin kurtuluşu olduğu belli de nerenin kurtuluşu olabilir sizce? Ne İstanbul'un kurtuluşudur, ne de hatta Hatay'ın kurtuluşu. Fotoğraf, Çanakkale'ye Türk askerinin giriş anını gösteriyor.

 

Çanakkale'yi, 1915'te geçirmediğimiz İtilaf kuvvetlerine Mondros'la açmıştık. Ancak 1918'de başlayan 'hukukî işgal'in Lozan'la bittiğini sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Çünkü Lozan'ın 129. maddesinde Boğazlar'ın British Empire'a, yani İngiliz İmparatorluğu'na terk edileceği belirtiliyordu. Bununla da yetinilmiyor, aynı maddenin 2. fıkrasında bir lütuf olarak bizim bölgeye müfettiş göndertebileceğimiz belirtiliyordu. Bir de eğer Çanakkale Boğazı'nı ziyaret edecekler 150 kişiyi aşarsa Türk hükümetine önceden haber verilecekti.

 

Sizin anlayacağınız, Çanakkale Boğazı'ndaki 8 kilometre eninde bir şerit 1936 Temmuz'una kadar Lozan gereği İngiliz işgali altındaydı. Fakat bunu ders kitaplarımız nedense es geçer ve Montrö birden bir Anka kuşu gibi gelip kuruluverir inkılap tarihi kitaplarımıza.

 

Sevgili tarihçiler! Montrö ile elde ettiklerimizi anlatıyorsunuz. İyi güzel de, demek ki, Lozan'da bazı eksik ve gedikler vardı, bunları neden gözlerden gizliyorsunuz?

 

İşte fotoğrafta gördüğünüz, askerlerimizin önüne atılıp çiçek veren genç kızlar, Lozan'ın ardından tam 18 yıl süren uzun bir esaretten kurtuluşun sevincini yaşıyorlardı.

 

Bazıları yazıp çiziyor. Özellikle genç okurlarım da bunların etkisinde kalıp soruyorlar: Efendim, Lozan'da gizli maddeler varmış, bazı sözler verilmiş. Bunları açıklar mısınız?

 

Bu sevgili kardeşlerime soruyorum: Lozan Antlaşması'nı kaç kere okudunuz? Bugüne kadar baştan sona okuyanına rastlamadım desem yalan olmaz. Okusalar zaten pek çok gizli sanılan 'söz'ü metinde çatır çatır yazılı görürlerdi. Okumadığımız bir metinde yazılmayan bilgileri merak eden tuhaf bir toplumuz vesselam.

 

İşte Çanakkale şehitliğini gezerken gördüğünüz İngiliz, Anzak vs. mezarlıkları ile devasa anıtları bu işgal döneminde yaptırılmıştır ve Montrö'de bize devredilirken de mezarlıkların o ülkelerin kendi toprakları olduğu açıkça belirtilmiş, buralara dokunamayacağımız vurgulanmıştı. Şimdi o anıtlara dokunmamız yasak. Değerli dostum Fethi Murat Doğan'ı da yıllardır uğraştıran, "Türk anıtları neden diğerlerine oranla küçük yapılmış?" sorusunun cevabı da burada gizli.

 

Daha da iç yakıcı olan gerçek şu ki, Çanakkale'deki bütün o savaş alanı, tabii ki Türk şehitlikleri de, 1918-1936 yıllarında İngiliz askerlerinin insafına terk edilmiş, atalarımızın kemikleri İngiliz çizmeleri altında ezilmiştir.

 

Öte yandan İngilizler kendi mezarlıklarını pırıl pırıl döşerken ve Gelibolu'yu bizim Hayber'deki "Türk mezarı"mız gibi vatanlarının bir parçası haline getirirlerken, Lozan'da zafer yazan delegelerimiz Türk şehitliklerinin korunması veya en azından bizim toprağımız olarak tanınması için bir madde koymayı dahi akıllarına getirmemişlerdir. Gelin görün ki, İngilizler, Montrö'de Çanakkale'yi boşaltmayı kabul ederken, 1915'te bu topraklara gömdükleri gençleri bahane ederek kendilerinden izin almadan müfettiş göndermemizi bile istememişler, bunu dahi şarta bağlamışlardı.

 

Böylece son yıllardaki şahlanış olmadan önce Çanakkale'deki Türk şehitliğinin (daha doğrusu "Osmanlı şehitliği"nin) arz ettiği perişanlığın gerçek sebebini anlamaya başlıyoruz.

 

Bence İsviçre Lozan'daki masayı vermekle iyi etmedi. Çünkü böylece Lozan'ın hesaplaşması yeniden başlayacak. Hazır masa da gelmişken, oturup konuşalım şu yarım kalmış hesapları diyecek birileri.

 

İşte 21 Ağustos 1923 günü TBMM kürsüsünde var gücüyle haykıran Tekirdağ milletvekili Faik Öztrak'ın sesi kulaklarımıza İsrafil'in surunu üflüyor sanki. Tutanaklardan aktarıyorum:

 

"Fakat efendiler, İngilizlere bırakılan bu topraklardaki muazzez şehitlerimizin hatıralarına ne dersiniz? Onların ölülerinin mevcut olduğu bu yerlerde bizim de yüz binlerce şehidimizin kanları ve kefenleri mevcuttur. Vatanımızı istilaya gelmiş olanlara karşı bu imtiyazları vererek bu şehitlerimizin aziz hatırasını nasıl rencide edebiliriz?"

 

Tutanaklar, Faik Bey'in sözlerinin Meclis'te "çok doğru" sesleriyle onaylandığını ve Niğde milletvekili Hazım Bey'in oturduğu yerden şöyle laf attığını kaydediyor: "Evet... Maksatları başkadır. Bir gün bu memleketi ölülerle bile istilayı düşüneceklerdir."

 

"Cumhuriyet'in ilk yıllarında Çanakkale şehitleri için herhangi bir anma töreni düzenlenmeyişinin asıl sebebi nedir?" diye soranlara gülümseyerek cevap veriyorum. Bu, o topraklarda gözümüzün olduğu anlamına gelirdi de ondan.

 

Şimdi Çanakkale zaferini kutlamayı İngilizlerden ve Anzaklardan öğrendik desem, çoğunuzdan tepki alacağımı biliyorum. Ama tarihin aynası böylesine acımasızdır.

 

En iyisi şu Lozan masasını birkaç günlüğüne bana verin de, başında şehitlerimiz adına doya doya ağlayayım.

Share this post


Link to post
Share on other sites

24 temmuz 1923 Lozan antlaşması...

3 mart 1924 Tevhidi Tedrisat...

1 Şubat 1925 Şeyh Sait isyanı...

4 Mart 1925 Takriri Sükun Kanunu...

Kronolojiye dikkat...

Ve ardından Şapka kanunu, Türbe ve Zaviyelerin kapatılması falan filan...

Bu arada, Haim Nahum'un Lozan'daki rolü de önemli... Bu adam Mısır'da Nasır'ın danışmanları arasına girecektir...

Mesela 1940 yıllarındaki tarih kitapları neyin ürünü olabilir?..

Kolay bir iş değil, latin alfabesine geçmek ve arkada bir tarihi silmek...

'pazarlıklı' lafzıyla Üstad kim bilir neler anlatmak istemiştir.

 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Esselamü Aleyküm.

 

Değerli Arkadaşlar,

 

Yakın tarih denilince en azından Lozan etraflıca zikredilmelidir. Ben Lozanın etraflıca irdelenmesi gerektiğine inanıyorum eminim ki, Sizler de böyle düşünüyorsunuzdur. Lozan denilince şiddetle okunmasını tavsiye edeceğim bir eser var. Belki de çoğunuz duymuş veya okumuşsunuzdur.

Kadir MISIROĞLU’nun kaleme aldığı Sebil Yayınevi tarafından yayınlanan 1979 basımı

LOZAN ZAFERMİ? HEZİMET Mİ? ( 3 cilt.) İsimli eseri bu konuda hemen, hemen her şeyi gözler önüne seren bir çalışma, ben şimdi sizlere bu kitaptan alıntılar yapmayacağım çünkü Neresinden alıntı yapılacağına karar veremiyor insan. Her sayfası, her satırı buram, buram bilgi dolu. Her Müslüman-Türk gencinin okuması için dua ettiğim, yakın tarihi ile ilgili olarak hazırlanmış müstesna bir eser ve yazılan her satırın mutlaka kaynağı da, kitap da belirtilmiş ve mevcut. Yeni baskısının olup, olmadığını bilmiyorum. Yazılan eser de Lozan’da;

 

1-) KIBRIS’IN Kaybedilişi,

2-) MUSUL’un Kaybedilişi,

3-) BATI TRAKYA’nın Kaybedilişi,

4-) MALİ Kayıplar,

5-) GEMİ Bedelleri Kaybı,

6-) Vakıf Bedelleri Kaybı,

7-) OSMANLI Borçlarının taksimindeki Adaletsizlik ve

8-) DİĞERLERİ

Ana başlıkları altında teferruatlı bir şekilde irdelenerek, açıklamalar yapılmış bulunmakta.

Ki; Eserin yazarı Kitabın sonun da;

 

Aziz Okuyucu!

“Lozan; muazzam bir imparatorluk mirasının Han-ı yağmasıdır. Türk’ün şahsında İslam’dan intikam alınarak, bütün bir İslam Dünyası’nın başsız bırakılmasıdır.

Lozanın getirdiği; adalarla Yunan stratejik çemberine alınmış, iktisadi kaynaklardan mahrum, her türlü unvan ve sıfatı, gayri tabii hudutların çizdiği küçük bir Türkiye’dir” notunu düşmüş.

 

Selametle…

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir zamanlar İngilizlerin başbakanlığını da yapmış olan Gladstone’nin, avam kamarasında yaptığı konuşma: “Bu Kur’an Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakiki hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, bu Kur’an’ı sükût ettirip ortadan kaldırmalıyız. Yahut da Müslümanları ondan soğutmalıyız” Şeklindedir ve böylece amaçlarını ta 1880’li yıllarda belli etmekteler. Said Nursi’nin o meşhur sözü, işte bu emele verilmiş cevaptır. Okuyalım: “Ben de Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez ebedi bir güneş gibi mucize olduğunu dünyaya ilân edeceğim”

 

 

Lozan’dan sonra, İngiltere avam kamarasında, ‘Türklere niçin istiklal tanıdınız?’ türünden itirazlara Lord Gürzon’un verdiği cevap: İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira, biz onları mâneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz.’ Şeklindedir.

 

Türklere dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun'î istiklâl işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile, Yahudiliktir. Buna memur-u müşahhas kimse de, şimdi Mısır Hahambaşısı bulunan Hayim Naum'dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvelâ Amerika'da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türkün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani, masonluk hasebiyle Kur'ân'ın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müthiş plânının zeminini Amerika'da hazırladıktan sonra İngiltere'ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:

"Siz Türkiye'nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyeti ve İslâmî temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum."

Aynı Hayim Naum Türk murahhaslar heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet'i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş. Ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mâni kalmamıştır.

Hayim Naum o sırada Ankara'ya kadar da uzanarak plânın muvaffakiyeti için gereken en mühim ve merkezî şahıs nezdinde-yani Mustafa Kemal yanında-emin bulunduğu tesirinin derecesini ölçmek istemiştir. Öyle ki, bu tesir, mahut mevzuda Hayim Naum'dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına tesadüf etmekle muradına ermiş ve artık Türkü içinden vurmanın plânını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır.

İşte bu ehemmiyetli vesika, tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel hadis-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hadiseyi tasdik ettiği gibi; ve Şeriat-ı Ahmediyeye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahudi olduğu, Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatını gösterdiklerini ve yirmi beş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor.’

 

Necip Fazıl Kısakürek

 

Kıbrıs meselesi, Ermeni sorunu gibi sorunlarımız, bize a zamanlardan kalma... Ve daha neler, daha neler...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ey lânetli Parti, senin yıkıcın,

Kimse değil, yine o paşan olur.

Lozan'da yendim der, yedi düveli,

Peşinden Kıbrıs'ta perişan olur.

Necip Fazıl

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad'ın eserlerinden süzülen sırlara devam...

'Doğru Yolun Sapık Koları' eserinden:

'Cumhuriyet: Bu davanın eğrisi ve doğrusunu düşünmeden Tanzimattan beri gelen çizgiyi açıkta da merkezine ve gizli maksadına ulaştırma, İslam ile bütün alakaları kökünden koparma ve Türk'ü madde planında kurtarıp ruh planında batırma davranışı... Kararlı ve içten ve dıştan planlı...'

 

'Kararlı ve içten ve dıştan planlı...' ifadesine dikkat...

 

Yine aynı eserden:

'Bir taraftan Lozan anlaşmasının kulislerinde bize dini rabıtalarımızı çözmeyi telkin etmeye hazırlanırken...'

 

İşaretler Üstad'dan, çözmesi bizden...

 

Devamı gelecek inşaallah...

Share this post


Link to post
Share on other sites

''Noksanlarımızı açığa vurmuş olan Garp dünyası, İhtiyaçlarımıza da kefalet etmiş midir?''

'Hitabeler'den...

 

Necip Fazıl'dan can alıcı bir soru? Bu sorunun hakkını verebilmek için bilmem ki ne yapmalı, ne yapmalı?

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites
İşte bir tane daha...

 

'Hindlilerin ''gulügulü''su gibi ''inkilap, inkilap!'' diye geviş getirmek mi gerçek inkilaba hizmettir; yoksa ona, kaynaklarını tıkadığı eski ahlak telakkimize karşılık yeni bir kaynak açmak kaygısını asla duymamış olduğunu hatırlatmak mı? İşte o zaman inkilap şapa oturacaktır.'

 

İdeolocya Örgüsü, Ahlak Davamız bölümünden...

Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;

Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap.

 

(1947)

 

 

Necip Fazıl Kısakürek

Share this post


Link to post
Share on other sites

''Atatürk, halk tefekkür ve tahassüsüne dayanmak yerine onu kendi tefekkür ve tahassüsüne dayamak isteyen bir aksiyon üzerindeydi.''

Benim Gözümde Menderes...

Share this post


Link to post
Share on other sites
''Atatürk, halk tefekkür ve tahassüsüne dayanmak yerine onu kendi tefekkür ve tahassüsüne dayamak isteyen bir aksiyon üzerindeydi.''

Benim Gözümde Menderes...

tek cümle...ve herşey...

Share this post


Link to post
Share on other sites

''Serbest Fırka, vatanı yoktan var ettiklerini iddia edenlerin suratına halk eliyle inmiş, yalancılıklarını ihtar edici bir vesile olmuştu'' Son Devrin Din Mazlumları...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...