Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Vakıf Ahmet

Bütün Şiiri, Varlık, Yokluk, Hiçlik!

Recommended Posts

“…Bütün şiiri, varlık, yokluk, hiçlik! Hepsi soyut! Gaipler, mavera deyip durdu! Ardında çökmüş, yıkılmış, bedenleri, beyinleri pelteleşmiş milyonlarca genç bıraktı! Tarihin en coşkun ırmaklarının aktığı bu topraklarda sabah, akşam ve seksen yıl aralıksız “hiçlik” şiirleri yazdı! Türk ve İslam edebiyatında onun kadar ölüm yazan, onun kadar karanlıkların, kabristanların içinde gezinen bir başka şair yoktur…

 

17 yaşında bir gencin bütün hayallerini, umutlarını, düşüncelerini eğip bükecek, şekilleyecek kadar derin ve yüksek değerde mısralar kurdu! Ancak Necip Fazıl, çok soyut bir ölüm anlattı! Kupkuru bir ölüm, yani, diyelim Yunus Emre de birçok kez ölümü anlattı, “bir garip öldü diyeler” gibi, ama, ölümü atfettiği “bir garipti” bir yoksul… Necip Fazıl’ın ölümünde yoksul, zengin, yani bu dünyaya dair kimliği yoktur, yalnız ölümdür, sapık bir ölüm! Aşk sahnesi anlatır gibi ölüm anlattı, milyonlarca genci genç yaşta bu yoğun karamsarlığın, hayatın nafile, dünyanın boş olduğunu derin bunaltının içine sokmayı başardı!...

 

Necip Fazıl”ın tüm şiirleri ölümü anlatır, genç insanın ruhunu karartır, göğsünü daraltır, gözlerine uçurumlar koyar, her nesneye suikast gibi ölüm tuzağı düzenler. Kelimelerin arkasına, ötesine ulaşıp, “öte” dilinde resmeder.

 

Her şiirinde ölüm: “İçimde bir mahşer uğultusu var / ruhumdur çağıran tenimi cenge / Gözlerim bir kuyu, dilim kördüğüm / mermer bir kabuğa girip, gördüğüm / Bir görünmez alem olsa gördüğüm…”

Necip Fazıl, bu mısralarla Türkiye’de Müslümanların gözünü, beynini, duruşunu, düşünüşünü topyekün değiştirmiş, bambaşka bir kuyuya sokmuştur.

 

Şairin ölümle hesaplaşması asla kötü değil, ama, aralıksız bütün mısralarını ölümle işlemesi, hayata karşı “dürüstlük” değildir! Ölümü, beyin ve yürek öldürücü zehir haline sokmuş, tabiatın ve inancın coşkusundan hiç ama hiç bahsetmemiş. Necip Fazıl’ın kabir, mezar, iskeletten oluşturduğu bu şiir kitabı hiç ama hiç incelenmemiş, sadece hayranlıkla övülmüştür. Milyonları ölüm tuzağına düşürmüş, ölümü, şantaj, tehdit diye kullanmış. Gece yarıları odasına kapanmış her gencin ateşli coşkusunu, bedenini bu kelimelerle öldürüp, çürütmüştür… Top mermileri, şarapnel parçaları dahi insan beynini bu şiirler gibi dağıtamaz. Bu kadar karanlığı başka hiç kimse başaramaz. Kelimeleri “ağu”ya döndürmüştür.

 

Genç heyecanlar, sanat, edebiyat, budur, sorumluluk, maneviyat, fikir budur diye kutsal addettikleri bu kitaplara koştular. Paylaşmakta, uğrunda ölümlere koşmakta, ölümün yatağına girmekte, örgütlerin manyak liderlerinin kirli hesaplarına kurban olmakta hiç gecikmediler! Sonunda kime, neye yaradı bu şiirler? Enver Ören’in seren Serengil’e helikopterle çikolata taşımasına, Osman Durmuş gibilerin Sağlık Bakanı olmasına…

 

17 yaşında gençliği bu kadar ölçüsüz, bu kadar dengesiz, bu kadar dipsiz, bu kadar manyakça mısralarla baş başa bırakmanın acısını yakın tarihte gördük, yaşadık! Tarihin en büyük cellat örgütleri hem Susurluk, hem Hizbullah buralardan beslendi….”

 

Edebiyat Derslerine Giriş - Bozuk Ölümler - Nihat Genç

Share this post


Link to post
Share on other sites

YUH!!..desek çok az-öz bir yorum olacak bu yazıya karşı. Ve yine savunduğum gibi lüzumsuz mübalağa. Hepsi bu. :Smiley (20):

Share this post


Link to post
Share on other sites
“…Bütün şiiri, varlık, yokluk, hiçlik! Hepsi soyut! Gaipler, mavera deyip durdu! Ardında çökmüş, yıkılmış, bedenleri, beyinleri pelteleşmiş milyonlarca genç bıraktı! Tarihin en coşkun ırmaklarının aktığı bu topraklarda sabah, akşam ve seksen yıl aralıksız “hiçlik” şiirleri yazdı! Türk ve İslam edebiyatında onun kadar ölüm yazan, onun kadar karanlıkların, kabristanların içinde gezinen bir başka şair yoktur…

 

17 yaşında bir gencin bütün hayallerini, umutlarını, düşüncelerini eğip bükecek, şekilleyecek kadar derin ve yüksek değerde mısralar kurdu! Ancak Necip Fazıl, çok soyut bir ölüm anlattı! Kupkuru bir ölüm, yani, diyelim Yunus Emre de birçok kez ölümü anlattı, “bir garip öldü diyeler” gibi, ama, ölümü atfettiği “bir garipti” bir yoksul… Necip Fazıl’ın ölümünde yoksul, zengin, yani bu dünyaya dair kimliği yoktur, yalnız ölümdür, sapık bir ölüm! Aşk sahnesi anlatır gibi ölüm anlattı, milyonlarca genci genç yaşta bu yoğun karamsarlığın, hayatın nafile, dünyanın boş olduğunu derin bunaltının içine sokmayı başardı!...

 

Necip Fazıl”ın tüm şiirleri ölümü anlatır, genç insanın ruhunu karartır, göğsünü daraltır, gözlerine uçurumlar koyar, her nesneye suikast gibi ölüm tuzağı düzenler. Kelimelerin arkasına, ötesine ulaşıp, “öte” dilinde resmeder.

 

Her şiirinde ölüm: “İçimde bir mahşer uğultusu var / ruhumdur çağıran tenimi cenge / Gözlerim bir kuyu, dilim kördüğüm / mermer bir kabuğa girip, gördüğüm / Bir görünmez alem olsa gördüğüm…”

Necip Fazıl, bu mısralarla Türkiye’de Müslümanların gözünü, beynini, duruşunu, düşünüşünü topyekün değiştirmiş, bambaşka bir kuyuya sokmuştur.

 

Şairin ölümle hesaplaşması asla kötü değil, ama, aralıksız bütün mısralarını ölümle işlemesi, hayata karşı “dürüstlük” değildir! Ölümü, beyin ve yürek öldürücü zehir haline sokmuş, tabiatın ve inancın coşkusundan hiç ama hiç bahsetmemiş. Necip Fazıl’ın kabir, mezar, iskeletten oluşturduğu bu şiir kitabı hiç ama hiç incelenmemiş, sadece hayranlıkla övülmüştür. Milyonları ölüm tuzağına düşürmüş, ölümü, şantaj, tehdit diye kullanmış. Gece yarıları odasına kapanmış her gencin ateşli coşkusunu, bedenini bu kelimelerle öldürüp, çürütmüştür… Top mermileri, şarapnel parçaları dahi insan beynini bu şiirler gibi dağıtamaz. Bu kadar karanlığı başka hiç kimse başaramaz. Kelimeleri “ağu”ya döndürmüştür.

 

Genç heyecanlar, sanat, edebiyat, budur, sorumluluk, maneviyat, fikir budur diye kutsal addettikleri bu kitaplara koştular. Paylaşmakta, uğrunda ölümlere koşmakta, ölümün yatağına girmekte, örgütlerin manyak liderlerinin kirli hesaplarına kurban olmakta hiç gecikmediler! Sonunda kime, neye yaradı bu şiirler? Enver Ören’in seren Serengil’e helikopterle çikolata taşımasına, Osman Durmuş gibilerin Sağlık Bakanı olmasına…

 

17 yaşında gençliği bu kadar ölçüsüz, bu kadar dengesiz, bu kadar dipsiz, bu kadar manyakça mısralarla baş başa bırakmanın acısını yakın tarihte gördük, yaşadık! Tarihin en büyük cellat örgütleri hem Susurluk, hem Hizbullah buralardan beslendi….”

 

Edebiyat Derslerine Giriş - Bozuk Ölümler - Nihat Genç

 

Allah razı olsun Ahmet Gönüldaşım. Mümin mümini uyaracak.

Sevgilime, Üstadıma, Necip Fazıl'ıma, herşeyime laf eden babam olsa kalp defterimden silerim!

Üstad için böyle düşündüğünü bilmiyordum. Affola...

Affola ancak Nihat Genç için affola. Hoca efendi Hazretleri ve değerli gazeteci ve yazarları için değil!

Hz. Necip Fazıl'a küfreden bir adamı savunduğum için affola.

Allaha emanet gönüldaşlar.

 

Manevi babam, üstadım, kim ne derse desin,

Sen, ulaşılmaz dağların ta zirvesindesin.

 

Vesselam...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Deli saçması, bulanmış beyin hezeyanları, pelteleşmiş ruh sayıklamaları, onun kullandığı tabirle dengesiz ve manyakça kelimelerin harmanlanmasından müteşekkil bir yazı.

Nihat Genç’in bu yazısı, Üstadı yanlış anlamaya dair verilebilecek nefis bir örnek..

Hiçlik şiirleri yazmış.. Bütün şiirleri hiçlikmiş.. Aksine bütün şiiri sonsuzluk ikliminden gelen, sonsuza varmanın insan ruhuna işlenen cehdi, bir varlık muştusu. Gaipler ve mavera anlatılmadığı için bir nesil mahvoldu. Gaipler ve maveradan bahsetmek sanki bir suçmuş veya bir menfilikmiş gibi.. Soyut.. Bunlar soyut kavramlar zaten. İnsanı insan yapan, soyutluktur, ruhuna işlenen mücerret mefhumlardır.

Üstad, insanlara ötelerden haber vermeyen, insan ruhunun, o ruhun kökü olan İslam’ın, İslam’ı gönderen Allah’ın, o dinin sahibi olan peygamberin yok ve hiç sayıldığı bir devirde, sonsuza varmanın, ebediyete erişmenin, insanın bu dünyaya geliş amacının neler olduğunu anlattı bir ömür boyu. Üstad hiçlik şiirleri değil, insanı bir hiçe vardıran bâtıl inanışları tenkid eden şiirler yazdı. Üstad ‘hiç’likten başka bir şey vaad etmeyen bir sistemin insanlar üzerindeki menfî tesirlerini anlatarak içinde bulunduğumuz ferdî ve içtimaî buhranın sebebini gösterdi. Kendisine sunulan hiçbir bâtıl ideoloji ile buhranlarından kurtulamayan bir nesle çıkış yolunu gösterdi. Allah’tan ve İslam’dan bahsetmenin yasak olduğu bir devirde yaşanmaya değer hayatın sadece ve sadece İslam’da olduğunu haykırdı ve insanları hiçlikten varlığa davet etti. Şiiri de iman için, Allah için bildi, his ve fikir iptali yaşayan bir nesli şiirleriyle ayağa kaldırdı. Nihat Genç, Üstad’ın bir tane hiçlik şiirini göstersin, gösterebiliyorsa.. Üstad’ın şiirleriyle çökmüş, yıkılmış, bedenleri, beyinleri pelteleşmiş bir tane genç göstersin, bulabiliyorsa! Ölüm, bu hayatın en bariz gerçeği ve insanoğlu bu imtihan dünyasında ölümü, kendisinin de bir gün öleceğini, öldüğü vakit yaptığı her işin hesabını vereceğini, ebedi azap veya saadete kavuşacağını unuttuğu, bilmediği için, ötelerin ötesinden kendisine gönderilen haberlere değer vermediği için değersizleştiğini, insanlıktan çıktığını göremedi, bilemedi, anlayamadı. Üstad elbette ki ölümü anlatacaktı. Üstad’ın anlattığı ölüm kupkuru değil, Allah’ın bildirdiğine uygun, insanın şuurunu açan, şu kısacık dünya hayatında neye önem verilmesi gerektiğinin bilincini veren ve Müslüman için ölümün bir yok oluş değil, en güzele kavuşturan, ebedi saadete ulaştıran bir geçit olduğunu gösteren, Hazreti Mevlana’nın düğün gecesi teşbihine eş olarak anlatılan bir ölümdür. İnananları böyle bir ölüm bekliyorken, inkâr edenleri de elbette bunun zıddı olan bir ölüm beklemektedir. Nihat Genç, ölümü anlatan başka bir şairin şiirini okudu da, acaba onu Üstad ile mi karıştırdı? Üstadın şiirlerindeki ölüm mefhumuna bu saçmalıklarla yaklaşabilmek için insanın idrak yollarında bir hayli tıkanma olmalı. Sapık bir ölümmüş.. Asıl sapıklık, Nihat Genç’in Üstad’ın şiirindeki ölüm teması hakkındaki düşünceleridir.

 

“Milyonlarca genci genç yaşta bu yoğun karamsarlığın, hayatın nafile, dünyanın boş olduğunu derin bunaltının içine sokmayı başardı!...”

 

Nerede o gençler? Bu adam, batıl sistemin gençleri içine soktuğu buhranını Üstadın üstüne mi atmaya çalışıyor nedir.. Dünya boş, eğlen coş, bu dünyaya bir daha gelinmez, hayatının tadını çıkar, her zevki doya doya yaşa gibi tamamen nefsani bir yaşantının boşluğu karşısında bir zaman sonra bunalmaya başlayan, ruhu beslenmediği için, dünyanın ve ötelerin hakikatini bilmediği için bunalıma düşen bir genci içinde bulunduğu buhrandan çekip çıkaran, bu dünyanın hakiki âlemi kazanmak için bir basamak olduğunu, bu imtihanın bir tekrarının daha olmadığını, o yüzden yaşanmaya değer hayatın ölçülerine göre yaşamak gerektiğini, insan için hazırlanan sonsuz hayatın yanında bu dünyanın ‘süsünün, zevklerinin boş, geçici ve nafile’ olduğunu söyleyen insandır Üstad. Bunları bilmek karamsarlığa değil, büyük bir huzura, inandığı hakikatlerin gerçekliği ve yaptığı işlerin sahihliği karşısında ruhi ve manevi bir gücün dairesine getirir insanı. Nereden gelip nereye gideceğini bilmeyen ve varoluş gayesini bilmediği için yakalandığı uhrevi gayesizlik, manevi çilesizlik hastalıkları karşısında yoğun karamsarlığın, derin bunaltının içinde gark olan bir insanın bu gerçekleri anlayan ve idrak eden bir ruha kavuştuktan sonra dirilmesini, sonsuzluk kervanının bir yolcusu olarak bu dünyayı kıyamete kadar gelecek olan insanlar için kısa süreli bir konaklama yeri olduğunu ve hayatını ona göre tanzim etmesini sağlamıştır Üstad. Müslüman’ı kuyuya sokmuş değil, Müslüman’ın kuyuya sokulan ruhunu kuyudan çıkarmıştır. Nihat Genç, Üstadı okuduğunda kuyuya sokulduğunu hissediyorsa, bu onun ters bir bünyeye sahip olduğunu göstermektedir. Üstadı okuyunca çıldıran, kahrolan, kuyulara düşen kişilerin kimler olduğu malûm... Örgütlerin manyak liderlerini Üstada bağlamak da ayrı bir sakatlık. Malatya suikastında Hüseyin Üzmez’i Üstadın kışkırttığının ve bu saldırının Üstad tarafından azmettirildiğinin söylenmesi kadar kirli bir söz bu... Üstadı böyle itham edenlerin de kimler oldukları malûm... . Üstadın kanunsuz, nizamsız işlerle ve bu işlere bulaşanlarla hiç bir alakası yoktur.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Diri iken ölen birinin eteğinden habersiz olan biri; böyle birinin eteğine yapışmış birisinin bahis ettiği ölümden ancak bu kadar anlar... Bilmek kitapların hamallığını yapmak değildir... Keşke bilinebilse...

 

Ruhun şâd olsun Üstâd...

Ve sırrın günden güne artsın...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu ve bu gibi çalkantılı sözler tek kelimeyle insanın öz benliğinden kaçma çabası..Bilinen gerçek inkar edilemeyecek derecede somutsa;(etrafda kusur ararım,rahatım)düşüncesiyle yaşayan insanlar..Tabiri caizse çığlık çığlığa yırtınmak,kabullenmekten daha kolaydır kimi insana göre..''he'' denilemiyorsa susulmalı,bilinmezlik serumu ile genç beyinlere enjekte olunmamalı..

Velhasıl rehyan kardeşimin de söylediği gibi bu hastalıklı,huzursuz beyinlere Allah hidayet versin..Amin,,

Share this post


Link to post
Share on other sites

nihat genç'i fazla ciddiye almamak gerek,bir zamanlar tv de konuşmalarını pür dikkat izlerdim, bu nihat genç'i çok sevdiğimden ya da söylediklerini onaylamam anmanı taşımıyor elbette,

 

bu; güzel ülkemde klişe söylemlerin dışında farklı şeyler söyleyenlere olan hasretimdendi, alışılagelmiş,ezberlenmiş şeyler herkes gibi beni de bıktırmıştı,

 

son zamanlarda herkese bir şeyler söylüyor nihat, hezeyanları ve buhranları ile baş başa kalsın, onun menfi söylemleri kıymetten zerreyi miskal koparamaz.

 

üstadın ardında bir nesil var,

 

ya nihat'ın, bunu söylemem bile abesle iştigal aslında,

Share this post


Link to post
Share on other sites

Avaz avaz bağırıyor: Ben, herhangi bir oluşa, dirilişe, yükselişe, çabaya, emeğe, fegarata, özleyişe uzağım. Yarasa ruhlular için ışık neyse, keyfiyet yoksunu, içlerinde hakikat madenini çekici ruh mıknatısı olmayan insanlar için de hakikat odur. Fikir, içinde ulvi bir ışık parıldayan bir ampulse, bu tür insanlar, onun çevresinde benek benek doluşmuş sivrisineklerdir. Bunlar, o ışığın yakılış çilesine, yanış mucizesine uzaktırlar, tek meziyetleri, onun en silik, en acınası, en yüzeysel, en kötü payını devşirmektir. Ampulün sönüşü sivrisineğin göçüdür.

 

 

Sancı, her doğuşun ortak özelliğidir. Oluşlar, dirilişler, yükselişler sancı doludur. Bir kedinin doğuşunda da, bir filozofun dünyayı anlamlandırma cehdinde de sancı vardır. Fikir adamlarının sancıları ise, sancıların yüz akıdır. Bâtılsa dikkate değer, Hakka hizmet ediyorlarsa mukaddestirler. Kuyumcu için altının ayarı neyse, fikir adamı için de çile odur. Neticede sancının şiddeti, müessir için eserin kıymetini, keyfiyetini tayin eder. Batı, kendi oluşunun çilesini çekip, kefaretini ödediği için maddede yükselmiştir. Madde planında bunun zıddını hayal edin, karşınıza Doğu’nun gerileyişi çıkar.

 

Nihat Genç’in bu bedbaht çıkışının zeminine indiğimizde, karşımıza gene aynı, kendi muhasebesinden, kendi ruh dengesinden, kendi oluşuna uzak olan Doğu’nun gerileyiş tablosu çıkar. Bizim bakmaktan usandığımız, çizenlerinse safdilce bir ısrarla üzerlerinden tekrar tekrar geçtikleri o acınası tablo…

 

Hep'i bulmak isteyen biri Hiç'i yaşamak zorundadır. Tecrübe edilmemiş bir şeyin muhasebesi yapılamaz. Muhasebesi yapılmamış bir şeyin de hakikatine ulaşılmaz. Dünyanın esrarlı bir kanunudur bu. Nefsi bertaraf etmenin tek yolu nefs ile savaşmaktır. Olayın özeti bu. (Ol)mak isteyen, (ol)durmak isteyen, mücadele edecektir. (Mevcut)a kılıcını bilemeyen (ideal)i fethedemez.

 

 

Üstadın şiirlerindeki oluş, (hiç)ten (hep)e doğru yükselen kanlı gayretin, metafizik gerilimlerin izahını Reyhan hanım yeterince ifşa etmiş. Esasında bu kadar izah yerine Nihat Genç'in bu yazısına şu nükteyi çivileyip bırakabilirdik: 'Eşek hoşaftan ne anlar...'

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites
Esasında bu kadar izah yerine Nihat Genç'in bu yazısına şu nükteyi çivileyip bırakabilirdik: 'Eşek hoşaftan ne anlar...'
smile.gif

Lafı gediğine oturtmuş ve müşarünileyhin zırvalarına layık olan teşbihi yapmışsınız Cihat arkadaşım. Elinize sağlık.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Adı Genç ama ruhu ve aklı bunamış ve içinde yaşadığı zaman hengamesinde yaşlanmış bu zavallı propagandacı Üstadın şiirlerinde ifade ettiği o yüce değerleri bırakın manasını anlamayı edebi değerini bile fark edemeyecek kadar aptal ve bu halinin farkında olmayan bir AHMAK tır, onu birşey zanneden kardeşlerime şaştım, bu ahmakı birşey zannetmek birşey olmamaktır, bu ahmaklar Üstadımızın edebiyata nakşettiği değerlerin ve manaların belki binde birini nakşedebildiğimiz eşya daki tezahürünün eminim bindebirini görecek seviyeleri yoktur, Üstadın yaşadığı zamana nisbeten müthiş rahatlığın ve imkanların bulunduğu şu zamanımızda bu ahmakın hali, hiçliğini beyhude çırpınışlarla saklamaya çalışan ve insanların bir nebze ilgisini çekebilmek için sağına, soluna, arkasına, önüne ve tabiki farkına varmadan kendi mantıksız mantığına tüküren ve belli ki kendi tükürükleri ile tarihten kayıp gidecek bir sümüklü kağıt mendil gibidir. vesselam

Share this post


Link to post
Share on other sites

Fikir, çile ve ruhla karşılaşınca tersi düz olmuş bu adamın, ondan ters görüyor. Alışmış zavallı salt, yalın, ve ucuz kafiyeli edebiyat okumaya. Aksini görünce cin çarpmışa dönmüş.

Yaa nihat efendi! Genç, deyince kızılay caddelerinde vasıfsız hayvanlar gibi sürünen, nefsine tapındığı penbe(hatta mor) dünyasında, partneriyle birlikte fiziksel yararlanma sevdasındaki zavallılar mı gelir aklına? Sen memleketi tanımamışın. Halbuki ne delikanlıları var, yalnız Allah'a kulluk sevdasında gerçek oluşu fark eden ve ebedi gençliğe aday olan.

 

Hayatı dolu, dünyayı ebedi zanneden salak! Ne oldu uyanmak mı korkuttu. Sen esrarkeş beyninle gerçeği duymaktansa sahte hülyalarına devam et. Aman merak etme ölünce uyanırsın!!!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mezarlıklar kendilerini vazgeçilmez sananlarla doludur. Sonsuzluğa inanan,bağlanan bir kalbin anladığıyla,

dünya'ya yapışmış,ölümden korkan bir kalbin elbette "hiç"mefhumundan anladığı farklı olacak.

Üstad'ın kendi kelimeleriyle cevap vermek istiyorum bu şahsa;

 

"Var olmak istiyorsan Allah da yok ol.."

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kör birinden Üstad' ı anlamasını beklemek,

bize, kendimizin de biraz kör olduğunu söylemek...

Buna mani olmak gerek...

 

Şahsen ben bu yazıyı kale bile almıyorum...

Boşuna bir masaya oturmuş,

boşuna kağıt kalem tutmuş...

 

Yazının sahibi zamanını daha faydalı yerlerde harcamalı...

Yoksa aldanılmış bir yanlış düşüncenin yolcusu...

 

Allah Yar ve Yardımcısı Olsun...

 

Saygılarımla Efendim...

 

Cüneyt Behlül Uz

Share this post


Link to post
Share on other sites
Üstadın şiirlerindeki oluş, (hiç)ten (hep)e doğru yükselen kanlı gayretin, metafizik gerilimlerin izahını Reyhan hanım yeterince ifşa etmiş. Esasında bu kadar izah yerine Nihat Genç'in bu yazısına şu nükteyi çivileyip bırakabilirdik: 'Eşek hoşaftan ne anlar...'

 

En doğru tespiti arkadaşımız yapmış. Eşek hoşaftan ne anlar...tşk

Share this post


Link to post
Share on other sites

arkadaşlardan Allah razı olsun gereken cevapları vermişler.

 

insan kendini ancak bu kadar komik duruma düşürebilir, yazık sana nihat genç...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...