Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Turan

Bay Necip Fazıl'ı Üstadlaştıran Zat

Recommended Posts

Bay Necip Fazıl'ı üstadlaştıran zat

Ünlü şair Bay Necip Fazıl "hakikat"ten habersiz bohem bir yaşantı içinde debelenirken Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerini tanır. Artık hakikat kapısı aralanmış, bay Fazıl'ı üstada dönüştüren inkılap başlamıştır. Bize üstadı kazandıran Arvasi hazretlerini vefatının 65. yıldönümünde rahmetle anıyoruz.

 

 

 

1860 yılında Van'ın Başkale ilçesinde doğan Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri uzun bir hizmet döneminin ardından 27 Kasım 1943'de Ankara'da vefat etti. Mezarı Bağlum semtindedir. Başta üstad Necip Fazıl Kısakürek olmak üzere birçok insanın hidayetine vesile olmuştur.

 

Necip Fazıl ve Abdülhakim Arvasi

 

Necip Fazıl'ın Büyük Doğu ile bütünleşmesi büyük ıstırapların akabinde gerçekleşmiştir. Üstat, bir akşam çalıştığı bankadan çıkar Eminönü'nden vapura biner. Kendisine İslami telkinlerde bulunacak esrarengiz bir adamla karşılaşır. Yanına oturan adamla önce zahiri meseleleri konuşur. Necip Fazıl tasavvuftan sorunca adam Beyoğlu'nda Ağa Camii'nde Cuma günleri vaaz veren Abdülhakim Arvasi Hazretleri'ni işaret eder. Vapur Beylerbeyi'ne vardığında karşılıklı selamlaşıp ayrılırlar. O andan itibaren Necip Fazıl'ın zihninde hep fuhşun merkezi olan Beyoğlu'nda yalnız Cuma günleri vaaz veren Büyük Veli vardır. Kiminle konuşursa konuşsun hakikatte aklı hep Ağa Camii'ndedir.

 

Bir Cuma günüdür ve yanında arkadaşı ressam Abidin Dino vardır. Bulundukları apartman Ağa Camii'ne yalnız birkaç yüz metre mesafededir. Birden aklına içinde bulundukları günün Cuma olduğu gelir. Arkadaşına "Haydi davran gidiyoruz. Sana üstün haberciyi göstereceğim." der.

 

Necip Fazıl, kendisiyle tanışmasını "O ve Ben" isimli eserinde şöyle anlatır;

 

"Cami… Girince sol tarafta, yerden bir iki basamak yüksekliğinde, balkonumsu bir yerde, sarıklı, beyaza yakın kır ve uzun sakallı bir zat… Önünde, kitabını koyduğu küçük bir yer masası… Etrafında, diz üstü veya bağdaş kurup oturmuş bir küme insan… Aralarına geçip oturduk. Son derece tesirli bir ses… Tane tane konuşuyor.

 

Ders bitince ön sırada oturan bir gencin yardımıyla kürsüden indiler. Etrafındakilere şefkatle baktılar. Potinlerimizi giyip kendilerini kapıda beklemeye başladık. Başlarını kaldırıp o anlatılmaz gözlerini üzerimize diktiler.

 

Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;

 

Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız!

 

Ben atıldım:

 

- Affınızı rica ederiz efendim; ellerinizden öpmek saadetine erebilir miyiz?

 

Uzandığım, esmer, zarif ve incecik parmaklı eli bir can kurtarana yapışırcasına kapıp öptüm.

 

- Biz Eyüp Sultan'da oturuyoruz, dediler; Gümüşsuyu'nda, ne zaman isterseniz buyurun.

 

Devlet !..

 

Evlerine çağrılıyorduk.

 

Sıcak bir ilkbahar günü… Kaşgari Dergahı… İkinci buluşma… İlk sualleri: Ne iş yaparsınız?

 

- Bir bankada çalışıyorum. Muharrir ve şairim… İsmim Necip Fazıl…

 

- Tasavvuftan bir şeyler biliyor musunuz? Okuduğunuz kitap oldu mu?

 

Bahriye mektebindeki hatıramı anlattım. Semeretü'l-Fuad ve Divan-ı Nakşi'yi söyledim. Son zamanlarda da, karıştırdığım Marifetname… Nakşi Divanı'nın kimin eseri olduğu sualine cevap veremedim.

 

İşte ateşten harflerle beynimi dağlayarak söyledikleri ilk fikir: "Bu iş kitapla olmaz. Akılla da varılmaz. Hiç yemeğin lezzeti çatal bıçakla aranıp bulunabilir mi?"

 

Kaçta gitmiştik? Bilmiyorum! Öğle vaktimiydi, ikindi miydi? Bilmiyorum! Çıktığımız zaman akşam olmuş, karanlık bir seccade gibi Eyüp'ün üstüne atılmıştı.

 

Bana ilk günden son güne kadar: "Bizdensin!.. Seni mensup ve mahsuplarımızın arasına alıyoruz! Yola kabul edildin!" dediler.

 

Bir yakınının ifadesiyle bana, "Sen gemidesin! Ayak silmeye mahsus bir paspas olsan yine gemidesin! Seni bırakmazlar! Aldıklarını bir daha bırakmazlar."

 

Sene 1943.. Ben gazetedeki fıkralarıma ve yüksek mimari şubesindeki derslerime devamdayım… Büyük Doğu'yu hazırlıyorum… Yoğunluk içerisinde Efendim'i göremiyorum…

 

Büyük Doğu çıktı. Eyüp'te bir kurban kesmek ve Efendim'in elini öpmek niyetindeyim.

 

Üstat bu niyetle yola koyulur, dergaha varır fakat Abdülhakim Efendi'yi bulamaz. "Polisler O'nu alıp merkez şubeye götürmüşlerdir. Merkez şubeye gider fakat kendileri ile görüşemez. Oradan İzmir'e nakledilirler. Ardından da Ankara… Ankara'da 19 gün hasta yatarlar. 1943 yılının bir cumartesi günü sabah namazı vakti son kelimesi "Allah" olduğu halde ruhunu teslim ediyorlar. Esrarengiz bir adamın delaletiyle Bağlum köyüne defn ediliyorlar."

 

Necip Fazıl 1943 yılından sonra Abdülhakim Arvasi'nin ruhaniyetini her dem başucunda hisseder. Ona o derece bağlanmıştır ki değerini kıymetlendirirken şöyle der: "Kaç milyon baba ve kaç milyon anne, senin milyonda birin eder? Seni Bağlum köyündeki, namsız ve nişansız çukurunda, bembeyaz ve taptaze kefene bürülü, esmer ve pembecik teninin hiçbir noktası tozlanmamış, derin gözlerin ebediyete çevrili, Allah'ı zikrederken görüyorum."

 

Büyük Doğu'ya Doğru

 

Üstat, Abdülhakim Arvasi Hazretleri'yle tanışıncaya kadar aklın kalemiyle siyah yazılar yazardı. Zaman zaman Müslümanlar aleyhine de karalamalarda bulunurdu. O'nu tanıdıktan sonra kendisiyle birlikte şiir ve makaleleri de tövbe etti. Muarızları önceki şiirlerini kullanıp O'na zafiyet isnat etmek istediklerinde Üstat şöyle cevap vermiştir: "Geçmişi dürdüm çöp tenekesine attım. Çöpleri karıştırmak ise kedi ve köpeklerin işidir."

 

Büyük Veli'nin aşk ocağında ruhu ve aklı yeniden şekillenen Necip Fazıl, ömrünü insanlara kim olduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini anlatmaya, kendi tecrübe ve tefekkürünü de dikkate alarak bu büyük sualleri yanıtlamaya adadı.

 

İslam'a öylesine teslim oldu ki, O'na göre sanat ancak İslam'ın emrinde olması durumunda bir anlam ifade edebilecektir:

 

"Anladım işi sanat Allah'ı aramakmış,

 

Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış."

 

(İnkişaf Dergisi)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Her şeyin bir ehli var...

O'nun da...

Ehlullah'ın sırrı artıkça artsın...

Bizi de bir paspas görüp halkaya dahi etsinler...

Yoksa vay halimize...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Efendim

 

Benim efendim!

Ben sana bendim!

Bir üfledinde

Yıkıldı bendim.

Ben ki, denizdim,

Dağbaşı bendim.

Şimdi sen oldun,

aleme pendim.

Benim efendim!

Benim efendim,

Feza levendim!

Ölmemek neymiş;

Senden öğrendim.

Kayboldum sende,

Sende tükendim!

Sordum aynaya:

Hani ya kendim?

Benim efendim!

Benim efendim!

Emri yüklendim!

Dağlandım kalbden

Ve mühürlendim.

Askerin oldum,

Başta tülbendim;

Okum sadakta,

Elde kemendim.

Benim efendim.

 

(NFK/1978)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...