Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
ayvaz

Aşık

Recommended Posts

başlamadan önce belirtmek isterim, katıldığım birçok forumdan kovuldum dikkat edin çünkü;

Haykırır nara vurur merdanedir

Can kayırmaz aşk-ı divanedir

Aşık Nasuhi

 

Akan göz yaşlarım yere düşerken

Tutunup rüzgara varın Gazzeye

Bulutun üstünden güneş aşarken

Ebem kuşağını sarın Gazzeye

 

Bir mazlum derdini döksün nereye

İlahi bir name yükselir göğe

Üstünde yavrular oynasın diye

Götürün gönlümü serin Gazzeye

 

Kurşunlar splanmış bir körpe cana

Yüzünü çevirmiş bizlerden yana

Derinden geliyor soluğu bana

Yorgun mu susuz mu sorun Gazzeye

 

Bir paslı bıçakla bağrımı yardım

Dinmez ağrıları üstüne sardım

Bülbülden ateşten yeni kopardım

Götürün bu gülü verin Gazzeye

 

Umutlar kör düğüm yatıyor yerde

Süngünün ucumu çare bu derde

Turnalar süzülün kalkın seherde

Varın gidin kanat gerin Gazzeye

 

Göz yaşı selinden seller utanmış

Sanırsın gök çökmüş yağmur boşanmış

Nur yüzlü Mehmedim silah kuşanmış

İnşallah varırı yarın Gazzeye

Aşık Nasuhi (Muhlis Aydın) (şiirin aslı Bosnaya.... bosnaya.... şeklindedir)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamun Aleykum kardeşim, ben saz çalmayı bilmesemde aşık tarzı şiirler yazıyorum bir kaçını yazayım:

Ah bir inci boncuk olsam

Ak Gerdanda Ak Gerdanda

Üzülmeyin dostlar ölsem

Ak Gerdanda Ak Gerdanda

 

Güzel Allımın Gerdanı

Dökmüştüm yolunda kanı

Ah şu deli gönlüm hani?

Ak Gerdanda Ak Gerdanda

 

Allım temiz su misali

Yersede beni hoş dili

Çırayım kalbim fitili

Ak Gerdanda Ak Gerdanda

 

Gani Kerim yardım eyle

Düşmüşüm gönülsüz dile

Kuloğlanın sözü böyle

Ak Gerdanda Ak Gerdanda

 

Elbette tasavvufide yazıyoruzda dediğin gibi aşıkların tasavvufi konulardaki şiirleri keskindir, başıma iş gelir ama birini yazayım:

 

Aza-i Âdem(aleyhisselam)

28 harf

Sırrı Fahr'alem(aleyhisselam)

28 harf

 

Esrar-ı Kur'an

Duymuştur duyan

Sinde konuşan

28 harf

 

32ci

Vallah yalancı

Kuloğlan tacı

28 harf

 

Bu arada Halk aşıklığı nerden gelmiştir onu söyliyelim:Anadoluda 13-14. yylarda en kuvvetli tarikat olan Kalenderilerin(Aşıklar zömresi, Üstadın bir eserindede bahsedilir bu zatlardan kuddise sirrahum) saz şairlerinin Köy köy dolaşmasıdır.Zamanla talebeler aracılığıyla pirsiz zatlarda aşık olmuştur.Zaten aşık şiirini incelersek aynen kalenderi ilahileri gibi keskin olduğunu görürüz.Bu arada Osmanlı devletinin son zamanlarında başka tarikatların saz aşıklarıda olmuştur.Hatta şuan saz düşmanı bilinen Nakşibendiyye tarikatının Erzurumdaki tekkelerinin Saz aşıkları vardı(Aşık Muhibbi mesela) başka tarikatlardanda saz aşıklarına örnek gerekirse(Erzurumlu Emrah-Kadiri)Bu konu önemlidir aşıklık özüne indirilmelidir artık!Ne komunistlerindir, ne milliyetçilik tir(milliyetçiliğe asla lafım yok) maksadı, Maksadı AŞK yoludur!Erenler yoludur!Bade olayınıda İnşaallah-u Teala anlatırım çünkü bu olay gerçektir bizzat bu olayı gençliğinde yaşamış Evliya-i Kiram yolunun sevdalısı bir hocam var tüm şiirleri irticali,(6500 sahife)ki hala ilham geldiğinde yazmaktadır.Ben inanıyorumki Erenler Evliya-i Kiram yolunun Mü'min olduklarından beri sevdalısı olan Türklere Hakk Teala Azze ve Celle tarafından verilmiş bir lütuftur!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ben iyi bir okuyucuyum.

Evet bir badeden söz edilir.

Bende birkaç kez birşeylere tanık oldum.

 

Aşık Nasuhi'nin şiirlerini sizinle paylaşıcam.

 

 

 

Benim bildiğim Aşıklık Hoca Ahmed Yeseviyle başlar

"Yazısını yazsa her kim, nesir yazsın;

Nesirle yazarak maksada yetsin.

 

Aşk küpünden meyi bir damla tad.

Aşk küpünden kişi bir damla tadınca

Allah'ın vaslına bir yola batar...

 

halas ile aşkın badesini içip

Can ve gönülde Hayy zikrini deyin dostlar

 

Aşk sırrını beyan eylesem âşıklara,

Tâkat eylemeyip, başını alıp gider dostlar.

 

Münacat H.Ahmed yesevi"

 

Tabi kalıplar ve ölçüler daha sonra gelişmiştir.

Seninle inşeallah iyi anlaşırız . Şiirlerini buraya yaz hepsini defalarca okurum.büyüklere okuturum

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hazreti Muhammed (S. A.), «Ah kardeşlerimi ne kadar özledim!» buyurdu. Sahabe: «Ey Allah resulü!» dediler. «Biz

kardeşlerini mi arzuladın?» «Hayır, sizler benim dostlanmsınız,» buyurdular. «Ama senin kardeşlerin, (senden önce) gelip

geçmiş peygamberlerdir ki onlar da şimdi dünyadan göçmüşlerdir,» dediler. Hazreti Peygamber, «Hayır, o kardeşlerimi de

istemiyorum, ancak benden sonra gelecek olan nazenin kulları (Allah velilerini) özledim,» buyurdular.

 

Selam

 

Senin ayrıldığın günden beri ağzımın tadı bozuldu

ve bu yüzden

Âlemin neresinde bir gönül derdi varsa

onları bir araya topladılar adına aşk dediler.

Temaşa mı arzu ediyorsun? Gel benim içimi seyret!

Allah’ı anan kimse, bu halin dışında değildir

Ola ki, o seni görür, onun gözüne ilişirsin

âcizlere duaya baş-lıyalım. Ta ki, ses çıkarmadan buna yanaşsınlar

Artık bunu sen ayıkla!

peşinde bütün varlığımı kaybettim

Şimdi, bu birbirini tutmayan sözler karşısında

Ey şah ayağının toprağı hakkı için!

Canım başım hakkı için

Allah için

Ey can bana bir görün bitmeden son nefesim,

İşimi çabuk bitir, artık kesilsin sesim!

Şems-i Tebrizi'nin Makalat adlı eserinde geçen kelime ve cümlelerden Bahadır GÖKKAYA tarafından derlenmiştir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Azda olsada şuandada badeli aşıklar var.Benim bir tanıdığım var mesela.Dini tasavvufi konularda yazıyor.Hepside irticali.Bade olayıda farklı farklıdır, bazen içtiği zaman bir bayana aşık olur bazen tasavvufi olarak coşar vs.Neyse Türk milleti İnşaallah-u Teala YOL'un kıymetini bilir....

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gardaş ben badeye inanırım hemde tam anlatıldığı gibi. Ben Divanı Hikmeti çok okurum Bilmem buna can dayanır mı?

 

 

7. Hikmet

 

"Kul Hüvallâh, sübhânallâh"ı vird eylesem

 

Bir ve Var'ım cemalini görür müyûm?

 

Baştan ayağa hasretinde feryad eylesem,

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ?

 

Ellibirde çöller gezip otlar yedim;

 

Dağlara çıkıp, tâat kılıp gözümü oydum;

 

Cemalini göremedim, candan doydum;

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ?

 

Elliiki yaşta geçtim ev-barktan;

 

Ev-barkım ne görüne belki candan;

 

Baştan geçtim, candan geçtim, hem imandan;

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ?

 

Elliüçte vahdet şarabından nasip eyledi;

 

Yoldan azan günahkar idim, yola saldı;

 

"Allah" dedim, "Lebbeyk!" diyerek elimi aldı

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ?

 

Ellidörtte bedenlerimi ağlar eyledim

 

Mârifetin meydanında dolandım

 

İsmâil gibi aziz canımı kurban eyledim

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Ellibeşte cemal için dilenci oldum

 

Kavruldum, yandım, gül gibi ta ki yok oldum

 

Allah'â hamdolsun cemal arayıp eda oldum

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Ellialtı yaşa ulaştı dertli başım

 

Tevbe eyledim, akar mı ki gözden yaşım;

 

Erenlerden nasip almadan taş gönülüm

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Elliyedi yaşta ömrüm yel gibi geçti

 

Ey dostlar, amelsizim, başım kurudu

 

Allah â hamd olsun, pir-i kamil elimi tuttu

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Ellisekiz yaşa girdim, ben habersiz

 

Kahhar Malik'im nefsimi eyle zir ü zeber

 

Himmet versen, kötü nefsime vursam teber

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Ellidokuz yaşa ulaştım, feryad ve figan

 

Can verirken cananımı akla, getirmedim

 

Ne yüz ile sana söyleyeyim, eyle azâd;

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Gözümü yumup tâ açınca erişti altmış

 

Bel bağlayıp ben eylemedim bir iyi iş;

 

Gece gündüz gamsız yürüdüm ben, yaz ve kış;

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Altmışbirde pişmanım günahımdan

 

Ey dostlar, çok korkuyorum İlah'ımdan;

 

Candan geçip kurtuluş dileyim Allah'ımdan

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Altmışiki yaşta Allah ışık saldı;

 

Baştan ayağa gafletlerim yok eyledi

 

Canım, gönlüm, aklım, şuurum "Allah!" dedi

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Altmışüçte çağrı geldi; "Kul yere gir!.."

 

Hem canınım, cananınım, canını ver

 

‘Hu’ kılıcını ele alıp nefsini kır

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ?

 

Kul Hoca Ahmed, nefsi teptim, nefsi teptim;

 

Ondan sonra cananımı arayıp buldum;

 

Ölmeden önce can vermenin derdini çektim

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ?

Share this post


Link to post
Share on other sites
Gardaş ben badeye inanırım hemde tam anlatıldığı gibi. Ben Divanı Hikmeti çok okurum Bilmem buna can dayanır mı?

 

 

7. Hikmet

 

"Kul Hüvallâh, sübhânallâh"ı vird eylesem

 

Bir ve Var'ım cemalini görür müyûm?

 

Baştan ayağa hasretinde feryad eylesem,

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ?

 

Ellibirde çöller gezip otlar yedim;

 

Dağlara çıkıp, tâat kılıp gözümü oydum;

 

Cemalini göremedim, candan doydum;

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ?

 

Elliiki yaşta geçtim ev-barktan;

 

Ev-barkım ne görüne belki candan;

 

Baştan geçtim, candan geçtim, hem imandan;

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ?

 

Elliüçte vahdet şarabından nasip eyledi;

 

Yoldan azan günahkar idim, yola saldı;

 

"Allah" dedim, "Lebbeyk!" diyerek elimi aldı

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ?

 

Ellidörtte bedenlerimi ağlar eyledim

 

Mârifetin meydanında dolandım

 

İsmâil gibi aziz canımı kurban eyledim

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Ellibeşte cemal için dilenci oldum

 

Kavruldum, yandım, gül gibi ta ki yok oldum

 

Allah'â hamdolsun cemal arayıp eda oldum

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Ellialtı yaşa ulaştı dertli başım

 

Tevbe eyledim, akar mı ki gözden yaşım;

 

Erenlerden nasip almadan taş gönülüm

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Elliyedi yaşta ömrüm yel gibi geçti

 

Ey dostlar, amelsizim, başım kurudu

 

Allah â hamd olsun, pir-i kamil elimi tuttu

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Ellisekiz yaşa girdim, ben habersiz

 

Kahhar Malik'im nefsimi eyle zir ü zeber

 

Himmet versen, kötü nefsime vursam teber

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Ellidokuz yaşa ulaştım, feryad ve figan

 

Can verirken cananımı akla, getirmedim

 

Ne yüz ile sana söyleyeyim, eyle azâd;

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Gözümü yumup tâ açınca erişti altmış

 

Bel bağlayıp ben eylemedim bir iyi iş;

 

Gece gündüz gamsız yürüdüm ben, yaz ve kış;

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Altmışbirde pişmanım günahımdan

 

Ey dostlar, çok korkuyorum İlah'ımdan;

 

Candan geçip kurtuluş dileyim Allah'ımdan

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Altmışiki yaşta Allah ışık saldı;

 

Baştan ayağa gafletlerim yok eyledi

 

Canım, gönlüm, aklım, şuurum "Allah!" dedi

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm?

 

Altmışüçte çağrı geldi; "Kul yere gir!.."

 

Hem canınım, cananınım, canını ver

 

‘Hu’ kılıcını ele alıp nefsini kır

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ?

 

Kul Hoca Ahmed, nefsi teptim, nefsi teptim;

 

Ondan sonra cananımı arayıp buldum;

 

Ölmeden önce can vermenin derdini çektim

 

Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ?

Ah eskilere özlemim arttı kardaş teber dedi ya Hazret Kuddise Sirruh acaba bizede belinde teberi Eba Muslimi Nacağı olan kolunda keşkülü olan bir zat el verir mi? :sticky:

Share this post


Link to post
Share on other sites

OSmanlı Zamanında yaşamış Rıfai tarikatı saz aşığı Sümmaniden(Rahımehullahi Teala):

Babi alişandır ârifi billah

Hakikaten doğru rahi gösterir

Arzi matlubati pendi bismillah

Mânâsında vechi mahi gösterir

 

Seyyidi Rufaî ey gavsi cihan

Evladi Resûldur, o zati Sultan

Himmeti hazırdır, her nutku burhan

Babındadır âdil şahı gösterir

 

Babında reistir şahi mürteza

İhzari bürhandır sevene seza

Böyle bir cilveye böyle bir naza

Harislere sürurgâhi gösterir

 

Feyzi tecellidir fehmetmez âlil

Âşık’ı billahtır maksudi celil

Bendeyi âşıkın rahında delil

İrşad eder hey ervahı gösterir

 

Can vereni o dildare yetirir

Çariyari şah haydare yetirir

Hak mahbubi dost muhtara yetirir

Muhtarından vachullahı gösterir

 

Mestü hayaran etmiş ol badi sâbâ

Ciğerin hun etmiş ser ali ebâ

Hâk’i Sanamer’li er Haci Baba

Himmetinden eyvallahı gösterir

 

Rahta âlem açar ehiya gibi

Arzda dalga vurur derya gibi

Sümmânî’nin çeşminde tütya gibi

Aradığım nişangâhı gösterir

 

 

Medeni ali ebâdır

Erkânı Hacı Babanın

Elçisi bâdi sâbâdır

Mihmanı Hacı Babanın

 

Hazreti Rufaîdir

Nazargâhı mir’ati

Bize şifadır sıatı

Her yanı Hacı Babanın

 

Bütün mü’minler gülüdür

Feyzi ile Beğtülüdür

Erbağının bülbülüdür

Gülşanı Hacı Babanın

 

Cümle uşşahın gülüdür

Tûr-i Sîna sümbülüdür

Kapında zaif kuludur

Sümmânî Hacı Babanın

Share this post


Link to post
Share on other sites

Badeli Aşık Mecazdan Hakiki yolcusu Erzurum Nakşi tekkelerine bağlı Saz Aşığı Muhibbi ve Hayatı(Bade Alması, Harbe girmesi vs.):

Muhibbî

 

Cahile eylesem dilden nasihat

Gûş verip birini tutmaz Efendi

Âşık olan söyler Hak kelâmını

Bir sözüne yalan katmaz Efendi

 

Artvin’in ve Doğu Anadolu’nun en kuvvetli saz şairlerinden birisi olan Âşık Muhibbî, 1823 (h. 1239) yılında Erkinis (Demirkent) köyünde doğdu. Erkinis o yıllarda Oltu sancağının Tavusker kazasına bağlı bir köydü. Muhibbî’nin babası Gencalioğullarından Ali adlı bir demirci ustasıdır. Asıl adı Kaya Salih olan Muhibbî, babasının demirci dükkânında çalışıp, ona yardım eder, ayrıca çobanlık da yapardı. Okuma-yazması yoktu.

 

 

16-17 yaşına geldiğinde işlediği bir suçtan dolayı sancak merkezi Oltu’da hapse atıldı. Hapiste yatarken, bir gece rüyasında pîrler elinden bade içerek köyünün imamı Sabit Hoca’nın güzel kızı Esmahan’a âşık oldu ve Muhibbî mahlasını aldı. Sabah yanına gelen gardiyana gece rüyasında âşık olduğunu anlatıp, şu şiiri okuyarak, kendisini Paşa’ya götürmesini rica etti:

 

Ah efendim vakıf olsan derdime

Ne hallere düştüğüme kanarsın

N’olur izin çıksın gidem yurduma

Âşıklığı kolay iş mi sanarsın?

 

Pîrler geldi güzel meclis kuruldu

Sevdanın zinciri bana vuruldu

Bir canan elinden bade verildi

Dediler üç sene müddet yanarsın

 

Sale’ydim Muhibbî oldum bu gece*

Bilmezdim, ders verdi üç derviş hoca

Öğrendim onlardan bir-iki hece

Dediler bülbül tek güle konarsın

 

Muhibbî’nin bu durumu ve Paşa ile görüşme, derdini anlatma isteği Paşa’ya iletildi; Paşa da Muhibbî’yi huzuruna çağırdı. Muhibbî’nin söylediği şiirleri beğenen Süleyman Paşa, kefil bulması şartıyla serbest bırakacağını söyleyince, Muhibbî de kefil bulamayacağını söyleyip, Paşa’nın kendisine kefil olmasını rica ettiği şu şiiri söyledi:

 

Şanlı Paşam beni azat eyledin

Senden razı olsun Cenab-ı Mevlâ

İzin vermez isen hizmet ver görem

Kefil bulmak zordur bu aciz kula

 

Yoktur bir tarafa gidecek yolum

Kimsem yoktur, sade Allah vekilim

Beni bağışlayan olsun kefilim

Umarım sizlerden bir yardım ola

 

Kul Muhibbî dua kılar her zaman

Yine hapise at, elinde ferman

Pîrler ile bade veren Esmahan

Beni bekler Paşam, bakmaz mı yola?

 

Paşa, Muhibbî’nin bu sözleri üzerine onun kefilsiz serbest bırakılmasını, ancak köydeki hasımları bir kötülük eder düşüncesiyle hemen köyüne gönderilmeyip, bir müddet yanında kalmasını istedi. Ayrıca Muhibbî’ye bir saz temin edip, bir saz ustasını da ona saz çalmayı öğretmekle görevlendirdi.

 

Bu arada Esmahan’ın babası Sabit Hoca ölmüş, Esmahan, annesi ve iki abisiyle kalmıştı.

 

Paşa, bir müddet sonra Muhibbî’ye izin verdi ve Muhibbî sazını omuzlayıp köyüne geldi. Epey zaman bu sırrını kimseye açmadı ama sonunda Esmahan’a âşık olduğu duyulup, köye yayıldı.

 

Muhibbî, bu köyden yetişen ilk âşıktı. Bu yüzden Muhibbî’nin saz çalıp, şiir-türkü söylemesi saza-söze meraklı köy halkının çok hoşuna gidiyordu. Köylü, Muhibbî’nin âşıklığını sınamak için Zelalet ve Ato Ustalarla karşılaşma yapmasını istediler. Zelalet Usta, Erzurum’lu bir kalaycı, Ato Usta ise Erzurum Ermenilerinden gezgin bir demirci idi. Bu ustalar her yıl köye gelir, bir müddet bu köyde çalışıp giderlerdi. İkisi de saz şairi olmayıp, ehl-i dil adamlardı. Bunlar Muhibbî’yi karşılarına alıp, soru sordular, imtihan ettiler. Bu imtihandan başarıyla çıkan Muhibbî’nin gerçek Hak âşığı olduğuna karar verdiler.

 

Esmahan’ın fakir bir âşıkla evlenmesine karşı çıkan abilerinin Esmahan’ı kendisine vermeyeceklerini anlayan Muhibbî, en sonunda Süleyman Paşa’ya gidip, ondan yardım istemeye karar verdi. Ve kalkıp Oltu’ya gitti. Paşa’nın huzuruna çıkıp, durumunu şu şiirle anlattı:

 

Sad rakipler meşveretin kurmuşlar

Yâri almak için benden efendim

Dolansam cihanı seyahat için

Görünür gözüme zindan efendim

 

Ağlayuben gözyaşımı silmişem

Etek öpüp hakipaya gelmişem

Adalet kânısın seni bilmişem

Umarım bir imdat senden efendim

 

Der Muhibbî ak üstünde kara yok

Rakiplerde bencileyin yara yok

Bakarım ki bu derdime çara yok

O zaman geçerim candan efendim

 

Paşa, bunun üzerine Muhibbî’ye yardım etti ve Oltu beylerinden Mehmet Beyi bu işi halletmesi için görevlendirdi. Mehmet Bey, Esmahan’ın abilerine ve büyüklerine haber yollayıp, bu işin tatlılıkla halledilmesini, Esmahan’ı Muhibbî ile evlendirmelerini söyleyince, kızın abileri yumuşadılar ve evlenmelerine razı oldular.

 

Muhibbî, evlendikten sonra para kazanmak için gurbete çıktı ve İstanbul’a gitti. Bir müddet burada kaldıktan sonra köyüne döndü. Birkaç yıl sonra Esmahan hastalandı ve bu hastalıktan kurtulamayarak Hakk’ın rahmetine kavuştu. Muhibbî, 26 yaşında iken Elmas ve Ayşe adlı iki kızıyla başbaşa kaldı. Bundan dört yıl sonra da 30 yaşında iken Kars’ta, Kırım Savaşı diye de bilinen 1853-1855 Osmanlı-Rus Savaşına katıldı. Bu savaş üzerine şu şiiri söyledi:*

 

 

Seferin ilk Cum’asında cengi meydan eyledik

Yaş döküben ol kâfirden sahrayı kan eyledik

Atuben çar köşemizden top ile kumbarayı

Titredi canlar cesette zikr-i Subhan eyledik

 

Gün ikindiye dek çektik mihnet-i cev-ü ceza

Nizamî’yle top beraber yetişti imdat biza(e)

Ya Muhammed çağrışuben sıdk ile kıldık gaza

Otuz iki kâfiri hâk ile yeksan eyledik

 

Hû çeküben emri Hakk’a cümlemiz olduk razı

Sakladı ol Girdigâr’ım cümle beladan bizi

Cem’ oldu asker-i İslâm vakit akşam namazı

Cümlemizden sekiz şehit Hakk’a kurban eyledik

 

Biri Arkunes’li Durak, ipti verdiler anı

Biri İriset’li Cemal, cennete gitti canı

Biri Kârşut’lu İsmail, kaşından aktı kanı

Kazamızdan beş tanesin daha revan eyledik (*)

 

Der Muhibbî kalan ile gidenimiz bilmedik

Türlü zahmet meşakatle bir gün olsun gülmedik

Her başa geleni gördük birin noksan kılmadık

Ceng-i meydan arasından böyle seyran eyledik.

 

 

Muhibbî, Artvin’in Hod (Maden) köyünden Âşık Şamilî’ye ve Yusufeli’nin İphan (İnanlı) köyünden Âşık Mahirî’ye ustalık etti. Şamilî ile birlikte sazı omuzunda, doğudaki birçok köy ve kasabayı gezdi. Şamilî ve Muhibbî birlikte, Ermeni âşık Coşkunî ile karşılaşmada bulundular. Muhibbî, bu karşılaşmada Coşkunî’nin karşısına önce çırağı olan Şamilî’yi çıkardı. Şamilî, yaşça Muhibbî’den büyük olduğu için herkes Şamilî’yi usta zannediyordu. Karşılaşmada Coşkunî’nin sorduğu bir soruyu Şamilî cevaplayamayınca, Coşkuni, Şamilî’ye sözle sataştı, hakaret ve küfür etti. Şamilî’de ustasının Muhibbî olduğunu söyleyerek yerini Muhibbî’ye bıraktı. Muhibbî, Coşkunî’nin bu sorusunu cevapladı ve bu sefer kendisi ona bir soru sordu. Coşkunî bu soruyu cevaplayamayınca Muhibbî de o kızgınlığıyla Coşkunî’ye ondan daha beter hakaret ve küfür edip, onu meclis önünde rezil-rüsva etti. Coşkunî gibi usta bir âşığı mat eden Muhibbî’nin şöhreti giderek yayılmaya başladı. Ayrıca İdrakî ve Elfazî adlı âşıklarla da karşılaşmalar yapıp, onları da mat etti. Muhibbî’nin sazlı-sözlü aşk ve macera hikâyeleri düzdüğü bilinse de bunlardan hiçbirisi tespit edilememiştir.

 

Muhibbî’nin gençlik yıllarında Yusufeli köylerini dolaştığı sırada rağbet gördüğü köyleri övdüğü, memnun kalmadığı köyleri ise yerdiği çok uzun bir destanı vardır. Fakat bu destan yazılı olarak günümüze ulaşmamıştır. Kimi dörtlükleri bilinmekle birlikte çoğu unutulmuştur. Zor köylü Âşık Keşfî, 13-14 yaşlarında iken şairliğe merak salmıştı. Erkinis’e gidip, Muhibbî’den bu destanını yazdırmasını istemiş, Muhibbî de kimi yerleri müstehcen olan, küfür ve hakaretler içeren bu destanını, kendinden sonra geriye kalmasını istemediği için yazdırmamış, onun yerine Hazret-i Adem’den beri gelmiş geçmiş peygamberleri anlatan 120 kıtalık bir destan yazdırmış. Fakat bu destanı da I. Dünya Savaşı sırasında Keşfî’nin kimi şiirleriyle beraber kaybolmuştur. Asıl adı Mustafa olan Keşfî, bu ziyareti sırasında Muhibbî’den kendisine bir mahlas takmasını ister, Muhibbî de onun şiire, şairliğe olan merakı nedeniyle “Keşfî” mahlasını takar.

 

Bir ara Erzurum tekkelerine devam edip, Nakşibendi tarîkatına girmiş, ömrünün son yıllarını sürekli ibadet etmekle geçirmişti.

 

Muhibbî, 1868 senesinde köyünde hasta olmuştu. Yatarken, deyişlerini ve yeniden söyleyeceği bazı parçaları bir araya yazdırmak için yanına bir okur-yazarın gelmesini arzu etmişse de o tarihte okur-yazar adam bulunmadığından bu isteği yerine getirilemedi. Hastalığı sırasında şairi ziyarete gelen Hers (Kirazalan) köylü Kâtip Hüseyin Efendi’nin, halen Hers köyünde saklanan mûtena bir cöngünde “Muhibbî’nin Âhir Tevarihi” başlıklı şu parçası, son dörtlüğüyle şairin doğum, şairliğe başlayış ve en son deyişi olduğunu tespit etmesi itibariyle çok değerlidir:

 

 

Nübüvvet nurudur var olan ezel

Onunla berabar havlette idim.

Balçıktan yarattı anları güzel

Âdem Havva ile cennette idim

 

Haçan ki olunduk cihana sürgün

Zâri firak ile kalmıştık ol gün

Lûtf erişti Haktan biz olduk memnun

Mabeynde gezerdim vahdette idim

 

Emir tebliğ oldu koptu tufan’ı

Nuh nebi ki oldu Âdem’i Sâni

En baş kaptan idim açtım yelkâni

Nebiler yanında hizmette idim.

 

İshak ile bir huzurda oturdum

İbrahim nebiyle ateşe girdim

Musa’y nice nice Tur’a götürdüm

Fahrî âlem ile hicrette idim.

 

Bin iki yüz otuz dokuzda geldim

Elli altısında bu bahra daldım

Seksen dört tarihte yadigâr kıldım

Muhibbî’yem gör ne devlette idim.

 

 

Bu hastalıktan kurtulamayan Muhibbî, 1868 yılı başında 46 yaşlarında iken Hakk’ın rahmetine kavuştu. O zamanki inanışa göre halk tarafından âşık mezarının bir şifa yeri telâkki edilmesi geleneğine karşı Muhibbî, mezarının muntazam bir şekilde yapılmamasını vasiyet etmişti. Bu nedenle Muhibbî, demircilikte çalıştığı dükkânın yanına defnedildi. Muhibbî’nin yattığı eski mezarlık Köy İhtiyar Kurulunun 1934 yılında aldığı kararla kaldırılmış ama Muhibbî’nin mezarına dokunulmamıştır. 1972 yılında köyün mezralarına gidecek olan yolun yapımı sırasında, Muhibbî’nin mezarı dönemeç yerinde, yüksekçe bir toprak üzerinde kaldı. Zamanla toprağın kayması sonucu yıkılma tehlikesi arzeden mezarına köylüsü M. Adil Özder sahip çıktı. Muhibbî’yi edebiyat dünyasına tanıtan, onun hakkında birçok makale ve üç kitap yazan Özder, köylülerle birlikte elbirliği ile Muhibbî’nin mezarını anıt mezar haline getirdiler. Mezarın mermer bloklarını, M. Adil Özder, Ankara’dan getirdi ve on günlük çalışma sonucu 27 Mayıs 1977 tarihinde anıt mezarın yapımı bitirildi...

 

Muhibbî, yaşadığı dönemin en usta âşıklarındandı. Hem kendi döneminde hem de kendinden sonraki dönemlerde pek çok âşığı etkiledi. Kuzeydoğu Anadolu’nun âşıklık geleneğinde kendisine önemli bir yer edindi.

 

Muhibbî’nin deyişleri kendi döneminde ve kendinden sonra dillerde dolaştı. Yurdun çeşitli illerine muhacir giden hemşehrileri, gittikleri yerlerde Muhibbî’nin, Keşfî’nin ve diğer Artvin’li şairlerin deyişlerini, türkülerini söylediler. Muhibbî’nin Yandı Ha Yandı redifli yanık türküsünü de söylediler. Sıdkî mahlaslı bir âşık da bu türküye nazîre yaptı. Sıdkî’nin bu nazîresi radyo repertuarına alındı ve bir zamanlar en meşhur türkülerden birisi oldu. Fakat türkünün asıl sahibi unutuldu. Bu türkü TRT radyo repertuarında tek dörtlük olarak şu biçimde kayıtlıdır: Türkünün adı: Hasretinden Ahından, Repertuar no: 2271, Yöre: Zile/Tokat, Kimden alındığı: Sadık Doğanay, Derleyen: – Doğan Kaya da bir makalesinde bu yanlışa işaret ederek, türkünün asıl sahibinin Muhibbî olduğunu belirmiştir. [2]

 

Türkünün aslı şu biçimdedir:

 

YANDI HA YANDI [3]

 

Nazlı yârin hasretinden derdinden

Alıştı* ciğerim yandı ha yandı

Ateş düştü onun rûy-u mahından

Titreşti bu canım yandı ha yandı

 

İnanmam dünyaya beni kandırmaz

Yanan yüreğime ahı kondurmaz

Yedi derya bağlasalar söndürmez

Cesette imkânım yandı ha yandı

 

Muhibbî çekerim derd-i verem ben

İsterim murada tezden erem ben

Aslı’ya canından yanan Kerem ben

İlik damar kanım yandı ha yandı.

 

Sıdkî’nin söylediği biçimi ise şöyledir:

 

 

Bir güzelin hasretinden ahından

Tutuştu her yanım yandı ha yandı

Âşık oldum onun mah cemâline

Aşkımdan her yanım yandı ha yandı

 

Benim derdim senin derdine paydır

Bir güzel sevmişem kaşları yaydır

Saatım gün geçer, her günüm aydır

Üç yüz altmış beş günüm de yandı ha yandı

 

Sıdkî’yam çekmişem gayet zarı ben

Dilerim ki muradıma erem ben

Bir hayırsız yâr elinde kaldım ben

Ağzımda dillerim yandı ha yandı.

 

 

 

 

 

KOŞMA [4]

 

Şükür olsun yaradana çok şükür

Sevdiğim oturmuş yolun üstüne

Yorulmuş, terlemiş elma yanağı

Sandım çise vurmuş gülün üstüne

 

Benden ne kaçarsın gül yüzlü şahım

Âsumana çıktı feryad ü âhım

Yeşil atlas giymiş kaddi surahım

Gümüş kemer kurmuş belin üstüne

 

Muhibbî der kuculacak çağıdır

Sandım koynun içi cennet bağıdır

Yel vurdukça sağa sola dağıdır

Sırma zilfi çifte halın üstüne.

 

 

BU SEVDA [5]

 

Dinleyin ahbaplar tarif edeyim

Yetmiş iki dertten baştır bu sevda

Yandırır odlara pervane gibi

Daim sönmez bir ataştır bu sevda

 

Felek hisar çekmiş yolum açılmaz

Bir bülbülüm gonca gülüm açılmaz

Felek kırdı kanat kolum açılmaz

Yazı gelmez yaman kıştır bu sevda

 

Muhibbî’nin elif kaddin dal eyler

Ağlatuben göz yaşını sel eyler

Hicran haddesinden çeker tel eyler

El sanar ki bir cümbüştür bu sevda. KOŞMA [6]

 

Cahile eylesem dilden nasihat

Gûş verip birini tutmaz Efendi

Âşık olan söyler Hak kelâmını

Bir sözüne yalan katmaz Efendi

 

Ezelden çektiğim ah ü zâr iken

Sinemizi yakan aşk-ı nâr iken

Başında pamuklu kavuk var iken

Şeytan kuru sazda yatmaz Efendi

 

Der Muhibbî aklın başına döşür (devşir)

Gûş et sözlerimi aklını şaşır

Kış günü tipide borada üşür

Terk edip bir yana gitmez Efendi.

 

 

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

* Sale, Salih adının köydeki söyleniş biçimidir.

 

* Bu şiiri, Tavusker nahiyesi köylerinde ele geçen bir cönkte yazılıdır. Erkinis köyünde de bazı kısımları bilinmektedir.

 

* Arkunes, İriset ve Kârşut, Tavusker nahiyesinin köylerindendir.

 

[2] D. Kaya; “Türkülerin Derlenmesinde, Kayda Geçirilmesinde ve İcra Edilmelerinde Yapılan Yanlışlıklar”, Folklor/Edebiyat, S. 2001/2, s. 53

 

[3] M. A. Özder; Yusufelili Muhibbî, s. 9-10. (Zor köylü Keşfî, Muhibbî’nin bu şiirine bir nazire yapmıştır).

 

* Alıştı: Tutuştu, yandı.

 

[4] M. A. Özder; Yusufelili Muhibbî, s. 10-11

 

[5] M. A. Özder; aynı eser, s. 11

 

[6] Erkinis’te, Muhibbî’nin de bulunduğu bir meclisteki sohbet sırasında bir vaiz (hoca) Muhibbî’ye, “Şeytan âşıkların sazının içine girer ve onları azdırır” deyince, Muhibbî de vaize bu şiirle cevap vermiş. (M.M. Çaldağ; “Şair-Saz-Vaiz Üstüne”, Türk Folklor Araştırmaları, S. 124, Kasım 1959).

Share this post


Link to post
Share on other sites

Konu, "Diğer Şairler" bölümüne taşınmıştır. Paylaşımınıza buradan devam edebilirsiniz.

 

Saygılarımla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

92. Hikmet

 

Erenler cemal görür dervişler sohbetinde;

 

Erenler meclisinde, nur yağar sohbetinde.

 

Ne dilese o olur dervişler sohbetinde;

 

Her sırlar açık olur dervişler sohbetinde.

 

Her kim sohbete geldi, erenden pay aldı,

 

Yabancı geldi, biliş oldu dervişler sohbetinde.

 

Her kim sohbete geldi, gönlüne sır ulaştı,

 

Dostlar murad buldu dervişler sohbetinde.

 

Sıradan kişi gelse, seçkin olur; yıldız gelse, ay olur;

 

Bakır gelse altın olur dervişler sohbetinde.

 

Kibir ve hasedler ölür, içine sır dolar,

 

Göz açıp Hakk'ı görür dervişler sohbetinde.

 

Rasûl’e vahiy geldi, başından tâcını aldı,

 

Kalktı hizmetçilik yaptı dervişler sohbetinde.

 

Kul Hoca Ahmed sohbette, dem vurur münâcâtta,

 

Zihi hoş saadette dervişler sohbetinde.

Ahmed Yesevi

Share this post


Link to post
Share on other sites

Buda bu fakirden:(platonik....)

 

Sen bir aslan bense ceylan

Avla Beni Avla Beni

Sen Ateşsin bense sinek

Yak şu Teni Yak şu Teni

 

Ben değilimki münafık

Ta ezelden sana âşık

Olalı canım satılık

Al şu Beni Al şu Beni

 

Düşman alıp başım kesse

Bedenimi atlar ezse

Kan köpürüp yere düşse

Yazsın Seni Yazsın Seni

 

İki yıl evvel geldiler

Kefenli tenim aldılar

Ölmüştüm o gün bildiler

Derler Hani? Derler Hani?

 

Sevda siyah sanki gece

Okur yirmi sekiz hece(burda bir tasavvufi konuyu işledim)

Düğümlendim uctan uca

Çözsen Beni Çözsen Beni

 

Geceyim benzersin aya

Kırkbin yaramı sen saya

Gerdanına inci diye

Dizsen Beni Dizsen Beni

 

Yediyüz ellinci günüm

Bu kadar gündür ölüyüm

Kerem der sökük halliyim

Diksen Beni Diksen Beni

Share this post


Link to post
Share on other sites

Maşalah suphanallah....

 

ehl-i_ kalender gardaşım bilmem bunu daha önce okumuşmuydun. Ben defalerca okudum yine okurun . Biraz uzun ama badeli Aşık Nihani ile Sümmani babanın bu karşılaşması çok etkileyici.

 

ÂŞIK SÜMMANÎ İLE TANIŞMA

 

Âşık Sümmanî'nin, Nihânî ile buluşmayı kararlaştırdığı yer; eskiden Türk-Rus sınırını ayıran askeri bir kışlaydı. Sümmanî buraya, halasının oğlu Ahmet onbaşı ile gelmişti. Yanlız, Göreşken'den gelenlere Bardız'da bulunan Rus Karakol kumandanlığı henüz sınırı geçme müsadesi vermediğinden Bardız'da bekletiliyordu. Durumdan haberdar edilen Türk sınır karakol komutanı Yzb. Salih Efendi, Rus komutanına yazmış olduğu bir mektupta; sınırı geçmek isteyenlere acele izin verilmesini istedi. Mektubu götüren posta olumlu cevabı alınca çabuk döndü.

 

Bardız tarafından gelenler, sınırdaki Türk askerleri tarafından birer birer Bardız Çayı'nın karşı tarafına geçirildi. Mustafa 250'den çok sivil ve asker arasında kışlanın büyük odasının dış tarafındaki pencerenin önünde uzun boylu, gök gözlü, sarı benizli, kül yüzlü gördüğü kişinin Âşık Sümmanî olduğunu anlamada gecikmedi. Koşup; hemen elini öptü, Sümmanî'de O'nun gözlerinden öptü ve kolundan tutup sağ yanına oturttu.

 

Eş-dost, konu komşu uzun süre birbirlerine hasret kalmıştı. Kucaklaşıp, has-retlik giderdiler. Salih Efendinin daha sabrı kalmamıştı. Hemen ayağa kalktı ve Sümmanî Baba'ya:

 

- "Âşık Baba, biliyormusun bu kadar asker ve sivil niçin bugün yollara dökülüp tâ buralara gelmiş, hiç sordun mu?" deyince, Sümmanî gözucuyla orada bulunanları şöyle bir süzdükten sonra:

 

- "Ey Cemâat! Gördüğünüz bu çocuk, bir aya yakın zamandır bilinmez bir hale giriftâr olmuş. Çocuğun yakınları haber saldılar, biz de kalkıp tâ buralara geldik." Usta henüz sözünü bitirmemişti ki Salih Efendi söze karıştı:

 

- "Evet usta; çocuğun sahipleri şu an ağlaya sızlaya yardımlarınızı bekler. Çocuğa derdini saz ile mi, yoksa söz ile mi soracaksın; sor da bizleri daha fazla merâklandırma" deyip meclisi açtı. Âşık Sümmanî, sofusu Ahmet onbaşı'ya dönerek:

 

- "Haydi! Ahmet sazı indir de muhabbet başlasın" dedi. Ahmet Onbaşı, söğüdün dalına astığı sazı uzanıp aldı ve kılıfından çıkarıp ustaya uzattı. Sümmanî, sazına düzen verince, Nihânî'ye döndü:

 

- "Oğlum, burası irfân meclisidir. Şimdi ben ilerden gidecem, sen de sözlerimi birer birer nâzire ederek girmiş olduğum kapıdan çıkacaksın; yoksa kabul etmem" dedi.

 

Sayfa Başına Dön

BİRİNCİ FASIL

 

Âşık Sümmanî bir söğüt ağacına yaslanmış; sazın tellerinde sesini ve gönlünü ayarlıyordu. Nihânî ise henüz saz çalmasını bilmiyordu. Seyirciler durumu bildiğinden, Nihânî'nin eline saz yerine bir söğüt çubuğu tutuşturdular. Derinden bir âh çeken usta âşık Nihânî'den şunları sordu:

 

Sümmanî

 

Dinle oğul dinle gûş ver bu söze

Söyle bir esrara erebildin mi

En evvel kim geldi göründü gözen

El bağlûp dîvâna durabildim mi

 

Nihânî

 

Bin üç yüz on sekiz tarih bu müddet

Bir derin esrara erenlerdeniz

Geldi selam verdi "üç tek dervişân"

El bağlup dîvâna duranlardanız

 

Sümmanî

 

Esrârın gizli mi yoksa aşikâr

Söyle hangi yola olmuşsan tayyar

Giyimleri nasıl elinde ne var

Acaba rû-be-rû görebildin mi.

 

Nihânî

 

Misk ü anber gibi geldi rayhası

Beyaz yeşil taçtır boydan libası

Herkesin elinde var aşkın tası

Huzuruna boyun buranlardanız

 

Sümmanî

 

Söyle kim aşkına verdiler bâde

Kime âşık oldun sevdiğin nerde

Nice yıl kestiler miiddet ü vade

Acap ikrârında durabildin mi

 

Nihânî

 

"Mehrûban" aşkına verdiler bâde

Şehr ü Afganistan mekânı orda

Kavuşmamız güçtür dar u dünyada

Ahd u ikrârında duranlardanız

 

Sümmanî

 

Neler geçti Kul Sümman'ın haşına

Sen de mi kavruldun aşk ateşine

Sevdâ temrenim mermer taşına

Sen de benim gibi vurabildin mi

 

Nihânî

 

Ne sorarsın Kul Nihân'ın işini

Seyretsene gözden akan yaşını

Aşkın temreniyle mermer taşını

Çalıp baştan başa yaranlardanız

 

Nihânî, Sümmanî'nin suallerine beklenenden güzel cevaplar vermişdi ancak, usta bu cevapları yeterli görmemiş olacak ki; Nihânî'ye doğru başını sallayıp:

 

- "Sevdâ temreniyle mermer taşını yarmak: öyle olmaz, böyle olur" dedi ve makamını değiştirdi. Mızrabını, dertli dertli sazın tellerinde gezdiren usta âşık: aşk dolu gözlerle Nihânî'ye:

 

- "Şimdi daha dikkatli ol. Seninle arslanlar gibi güreşeceğim. Ciğerine el salıp, madenini yoklayacağım; bakalım madenin nicedir" der demez Nihânî'yi imtihan etmeye başladı.

 

Sayfa Başına Dön

NİHÂNÎ, NARMANLI ÂŞIK SÜMMANİ TARAFINDAN İMTİHANA ÇEKİLİYOR (İKİNCİ FASIL)

 

Sümmani

 

Dinle oğul dinle iş bu muhalî

Erbâb ı sarrafa sarf eyle lâli,

Söyle nerden gider göklerin yolu

Araki bulasın Âşık Nihânî

 

Nihânî

 

Ba' i Bismillah'dır dersimin başı

Deryâya tay oldu çeşmimin yaşı

Ibtî gökler yolu "Mualla taşı"

Arar da bulurum Baha Sümmânî

 

Sümmani

 

Sorduğum suâlden aldım iş'ârı

Yetkin çıbanıma vurdun neşteri

Söyle ne hikmet var taştan yukarı

Ara ki bulasın Âşık Nihânî

 

Nihânî

 

Yine nusret vere ol gâni Yezdan

Elimden ne gelir, Mevlâ'dan ihsân

O taştan yukarı var bir merdiven

Arar da bulurum Âşık Sümmanî

 

Sümmani

 

Merdiveni dedin sol ile sağı

Aslı nedir, hangi çamın budağı

Söyle merdivenin var kaç ayağı

Ara ki bulasın Âşık Nihânî

 

Nihânî

 

Lâ'l i zebercedden değildir budak

Ne güzel hâlk etmiş halkeden Hâllâk

Merdivende "onsekizbin" basamak

Arar da bulurum Âşık Sümmani

 

Sümmani

 

Hissettim evladım görgünüz tamdır

Kerem ü Mevlâ'dan lütf ü ihsândır

Merdiven başında oturan kimdir

Ara ki bulasın Âşık Nihânî

 

Nihânî

 

Derûnumda virdim kadir ilâhi

Zikf' ile devr ettim; haftayı, mâhı

Merdiven başında Adem'in ruhî

Arar da bulurum Âşık Sümmani

 

Sümmani

 

Sümman'ın sorduğu kelâmdır dürdür

Buna cevâb vermek polatdan zordur

Ruh Adem'in amma neye memurdur

Ara ki bulasın oğul Nihânî

 

Nihânî

 

Der Nihânî; didelerim nem eder

Baba evladıyla ne hengâm eder

Toplar ervahları sûre cem eder

Arar da bulurum Baba Sümmani..

 

Soru ve cevapların birbirini takip ettiği bu ikinci fasıl sonunda dinleyiciler:

 

- "Mâ-şâ-Allah, bârek-Allah yavrum sana" deyip kalkıp Nihânî'nin gözlerinden öptüler. Ne var ki her imtihanın sonunda Sümmani:

 

- "Oğlum Nihânî, şimdi daha dikkatli ol; Çetin bir tekellüm faslı açacağım. Yine birer birer cevabını beklerim" deyip dil kılıcını çektiği gibi meydana giriyordu.

 

Sayfa Başına Dön

ÜÇÜNCÜ FASIL

 

Sümmani

 

E-s-salâ evladım gel gir meydana

Şây eyle hünerin ehl i ihvâna

Her ne sorar isem cevâb ver bana

Gel şu "çıktı girmez" yoldan haber ver

 

Nihânî

 

Bizefırsat vere ol gânî Yezdân

Girmişem meydana çıkmam aradan

Beni insan zuhûr etti anadan "

Çıktı girmez" yol da budur al haber

 

Sümmani

 

Ehl i demin deryâlarda dengi var

Pehlevânın; sefînesi, sengi var

Tekellümün; başka başka rengi var

Sonra "girdi çıkmaz" yoldan haber ver.

 

Nihânî

 

Bin çetine koşsan, gelmem hiddete

Taş, demir dayanmaz kuvvet, kudrete

Nalınlara sebep; Idris Cennete

"Girdi çıkmaz" yol da budur al haber

 

Sümmani

 

Hakk'ın hikmetine akıl mı erer

Baga bâğbân olan, bağını derer

Suâlime nazre ver; birer, birer

Yine "girdi çıkmaz" yoldan haber ver.

 

Nihânî

 

Bu suâle cevâb vermem mi nası

Pir elinden içtim kadeh i tası

Ezazil boynuna lâ'net halkası

"Girdi çıkmaz" yol da budur al haber

 

Sümmani

 

Der Sümmam; âşkın bahrına daldı

Karşıda hasmını hayale saldı

Gayret et; suâlin birisi kaldı

Yine "girdi çıkmaz" yoldan haber ver

 

Nihânî

 

Ayrılmaz Nihânî edeb erkândan

Yaradanım bizi hıfs ede andan

Şeytan merdûd oldu, çıktı îmândan

"Çıktı girmez" yol da budur al haber

 

Bu fasıl sonunda Sümmani ve mecliste bulunanlar Nihânî'nin "bâdeli" bir âşık olduğunu anlayıp, tasdik ettiler.

 

Âşıkların söyleşileri bir ara durmuştu. İşgâl bölgesinden gelenler ile Türk bölgesinden gelenler birbirlerinden hısım ve akrabalarını, konu komşularını sorup soruşturdular. İşgâl bölgesindekiler, Ermeni ve Rumlardan gördükleri zulum ve işkencelerden yakındılar. Sohbet, gittikçe koyu bir hal alıyordu. Bunu fırsat bilen Ahmet onbaşı, Nihânî'yi bir köşeye çekerek O'na:

 

- "Nihânî, daha ne duruyorsun, fırsat sende. Şu ana kadar Sümmani ilerden gitti, sen cevap verdin. Bilesin ki, cevap vermek suâl sormaktan zordur. Sümmani bunu bildiğinden sana öne geçme fırsatı tanımıyor. Bunca yıl onunla dolaşırım, artık ihtiyar oldu. Ne satacak malı, ne de gurbet gezecek hâli kaldı. Şu andan itibaren senin dalındayım. Haydi Nihânî durma!..." deyip genç âşığı ayartıyordu.

 

Nihânî, muammalara yüzünün akı ile cevaplar verdi ancak muamma sorma sırası kendisine geldiğinde Sümmani Baba buna müsade etmedi. Oysa ki genç âşık hünerini göstermek için fırsat bekliyordu.

 

Köşede yapılan fiskoslar ustanın kulağına gitmişti. Usta, Ahmet onbaşıya doğru başını sallayıp kızıyordu. Toy aşığın, manalı, manalı kendisine doğru baktığını gören Sümmani Usta; O'na nasihat tarzında bir kapı açıp şöyle seslendi:

 

Sümmani

 

Gûş ver oğul ehl i hâlin sözüne,

Şân alır âlemde şöhretlenirsin

Sakın benlik etme özü özüne

Bilirem gün-be-gün kuvvetlenirsin

 

Nihânî

 

Ben bu yolun hangisine varayım

Herzaman ilerden gâyretlenirsin

Eylen üç-beş kelâm ben de sorayım

Kimin telâşına hiddetlenirsin

 

Sümmani

 

Dil verenler, yüzü ağın değildir

O, benden çok sana yakın değildir

Bana sûal sormak çağın değildir

Sonra izin alır ruhsatlanırsın

 

Nihânî

 

Mânâlı kelâmı sormaktır işin

Her ne yana gitsen bırakmam peşin

Hile olduğundan dökülmüş dişin

An için gün-be-gün hoyratlanırsın

 

Sümmani

 

Sitemli sözlerin bağrımı dağlar

Giymiş cenk aletin kisbetin yağlar

Sana da mülk olmaz bu tıfıl çağlar

Bir gün olur sen de ibretlenirsin

 

Nihânî

 

Sen ki peder nüfûz kırmız evlâdın

Zülalden şirindir lezzet ü tadın

Dördüncü Orduda meşhûrdur adın

Her bir tekellümde lezzetlenirsin

 

Sümmani

 

Şeydâ bülbül gibi gülün çoğalır

Işkınlar çar yanın dalın çoğalır

Zu-l kadr i gevherin la'lın çoğalır

Mezet i meydanda lezzetlenirsin

 

Nihânî

 

Sen evlâd diyende ben diyem peder

Nihânî'ye böyle tecelli kader

Korkam "Bedehşanlı" senden el çeker

Narmanda kim ile halvetlenirsin

 

Sümmani

 

Der Sümman ararım dil bîçaremi

Kime tarif edem baht ı karemi

Aman oğul aman açma yaramı

Seni söylettikçe âfatlanırsın

 

Sümmani Baba; gün görmüş, devran sürmüş usta bir âşıktı. Gençliğinde hiç bir âşık onunla ciddi olarak boy ölçüşemedi. Şu an ise, ihtiyar olmuştu. Saçları ağarmış, beli bükülmüş, dişlerinin çoğu da dökülmüştü. Nihânî, muamma sorma fırsatı vermediği için Sümmani ustayı hile yapmakla suçluyor, dişlerinin dökülmesini de sözde bu özelliğine bağlıyordu.

 

Nihânî, mesleğe ilk adımını atmış fakat daha yol, töre nedir bilmiyordu. Sümmani Usta, genç âşığın edebe aykın davranacağından endişe ettiği için tekellümde öne geçme müsadesi vermemişti, yoksa Nihânî'den korktuğundan filan değil... Sümmani Baba, Nihânî'nin gönlünü almak için bazı nasihatlarda bulundu.

 

Tekellüm fâslı bitmişti. Âşık Sümmanî cemaate dönerek:

 

- "Ey cemâat! Gördüğünüz gibi bu çocuk da tıpkı benim gibi 'erenler' elinden bâde içip; bir âşık ateşine giriftâr olmuş. Şu an; benim para kazanacak, bunun da dost edinecek zamanıdır. Mâdemki ilk defa beni usta bildi; O'nu yanlız bırakmak bize yakışmaz. Mesleğin töresini, yol ve erkânını öğretmek için bir müddet onunla dolaşacağım" dedi.

 

Gençler, söğüt ağaçları altında yer sofralarını hazırlamışlardı. Birlikte yemek yenip, çay içtiler. Güneş dağların ardına çekilirken dinleyiciler de köylerinin yolunu tuttular.

 

Recep Usta, Sümmani ile Ahmet Onbaşıyı davet edip, Göreşken'e getirdi. Burada iki hafta kadar alıkonan misafirler izzet ikram gördüler. Âşıkların köye gelişiyle o yıl, ilkbahar daha bir anlam kazandı. Şerif Ağa'nın konağında her akşam "Meclis" yapılıyordu. Halkın uzun zamandan beri gönülleri kararmıştı. Âşık sohbetleriyle; halkın yüzüne renk, gözlerine yaş geldi. Halkın gönül bahçeleri bu sayede yeniden uyanıverdi.

Share this post


Link to post
Share on other sites

selamun aleykum,

 

ben su nihani ile summaninin atisma kismini okudum,gercekten cok guzel,anladigim kadariyla!

fakar su badeli asik olayi nedir,kendi aranizda anlasiyorsunuzda birazda bizlere anlatirmisiniz?,sadece iltifat vari bir sozmu yoksa varmidir bir hikayesi.

 

selametle

Share this post


Link to post
Share on other sites

asil_dusunce ,Evet benim bildiğim bir hikaye var. Ama anlatmaya kalkarsam yanlış anlaşılır diye çekinirim. Bu Allahın bir lutfu dilediğine verir. Biri bülbül olur öter biri gül olur susar . Gülü bülbülden bilirler . Yani ben anlatamıyorum karışık iş. Hakkını helal et.

Share this post


Link to post
Share on other sites

selamun aleykum,

 

helal olsun kardesim,ne demek,ben insallah vaktim oldugun da kendim biraz egilmeye calisacam konuya.

bu ustalar ve daha niceleri bizim oralardan,hal boyle olunca bilmemekte sanki biraz ayip oluyor.neyse kardesim aeo.

 

selametle

Share this post


Link to post
Share on other sites

LARİ CAMİSİ

 

Delik deşik bir hatıra

Eski güzel yapıdan;

Ayıramaz gelip geçenler,

Pencereyi kapıdan!

Merak edip sorarsanız,

Adı, “Lari Camisi”…

Görünür kubbesinin arkasından

Gökyüzünün mavisi.

 

Belli: ağlamış yazılar,

Sağnakta…

Ki çoğu, hala,

Ağlamakta!

Şu sütun, vaktiyle,

Mermer gövdesi, tunç kispetiyle

Çıkarken “Kırkpınar”a,

Şimdi devrilmiş kenara!

 

Dolu vurmuş kubbe,

Çicekbozuğu duvar…

Yıkılan taşlar,

Dizini ovar

 

Fırtına, alemden yakalamış,

Zelzele temelden,

Yetişin dostlar: gidiyor

Lari Camisi elden!

 

Selimiye’nin Muradiye’nin

Kitapta yeri var…

Onu kim arar,

Kim sorar!

 

Kalk, Lari Çelebi, mezardan;

Çıkagel ”Merhaba!” diye

Ve sor: “Benim bir camim vardı…

Nerede acaba?” diye!

 

Umudu kesmiş, yazık,

Hayatından hekimler…

Değişmez cemaati, artık,

Yoksullar, yetimler!

 

Buradan çeşmesi dinlesin;

Ordan ırmağı, deresi;

Elini kulağına koymuş

Kırık şerefesi,

Kendi selasını kendi verir

Lari Minaresi!

 

A.N. Asya

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gülnar bu yerlerden gitti gideli

Çiçekten çiçeğe gam taşır yeli

Bulutlar toprağa küstü küseli

Nazlı nazlı yağar kar bu dereye

 

Yaylanın nefesi kuşburnu kokar

Hayta paharından ,gözyaşı akar

Bir eli boncuklu tandırı yakar

Vurur yanağından nur bu dereye

Aşık Nasuhi

 

 

 

Gün ortası ışıl ışıl olsada

Karanlık saçından akar bu kızın

Bülbül gülü bin zahmetle bulsada

Alır yakasına takar bu kızın

 

Göz çatlıyor bakamıyor yakından

“kara kılçık” kaşlar, sıyrılmış kından

Çöl tutuşur gölgesinin aşkından

Duruşu deryayı yakar bu kızın

 

Arı konar gönlündeki sevince

Toplar bal özünü inceden ince

Siyah zülfü gül yüzüne değince

Yanağında şimşek çakar bu kızın

 

Gül soldurur gül yanağa takarsa

Koç ağlatır ele kına yakarsa

Nehrin kıyısından suya balarsa

Şelvesi kaleye çıkar bu kızın

Aşık Nasuhi

 

Kadir mevlam şu gönlümü hoş eyle

Ya sabır ver ya bağrımı taş eyle

Ya bir çift kanat ver yada kuş eyle

Tez yetişek dost bağında talan var

Aşık Sümmani Baba

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kazak Edebiyatı

 

Magcan Cumabayev (1893-1938), Kazak bozkırlarında ortaya çıkan millî uyanışa, millîleşme çabalarına ve kurtuluş mücadelesine kuvvet veren aydın, yazar ve şâirler arasında Magcan Cumabayev (1893-1938), Sultan Mahmut Toraygır (1893-1920), Jüsipbek Aymavıt (1889-1931) ve Şahkerim Kudayberdi gibi kişilerin de Kazaklar nezdinde önemli bir yeri vardır.

 

Yukarıda saydığımız Kazak aydınlarının arasında bulunan Magcan Cumabayev, önemli bir sîmadır. Cumabayev, İstanbul’da yeni usûle göre eğitim veren bir Çala medresesinde okudu ve bu yerde Arapça, Farsça ve Çağatay Türkçesini öğrendi. İlk şiir denemelerini burada yaptı. Daha sonra Kazan’a gitti ve burada da başka bir medreseye devam etti. Şolpan adındaki ilk şiir kitabı Kazan’da basıldı. Mir Jakup Dulatulı ile tanıştıktan sonra Kazak kültürünün yaygınlaşması için çalışmalara başladı. Rusça da öğrendi. Diğer milliyetçi Kazak aydınları ile beraber Alaş hareketine katıldı. Büyük bir Türk milliyetçisi olan Cumabayev, Kazakların ve bütün Türkistan’ın millî şâiridir. Şiirlerinde Türk topluluklarının o dönemdeki dağınıklığından, yabancı işgali altında yaşamak zorunda kalışlarından ve bundan dolayı duyulan ezikliklerden bahseder. Kün men Tün (Gece ile Gündüz), Alıstagı Bagrıma (Uzaktaki Kardeşime), Türkistan, Oral, Aksak Temir Sözü (Aksak Timur Sözü), Künşıgıs (Doğu), Ot (Ateş) gibi şiirleri bulunmaktadır.

 

Alısta avır azap çekken bavrım,

Kuvargan beyçeşektey kepken bavrım,

Kamagan kalın cavdın artasında,

Köp kılıp közdin casın tökken bavrım

 

“Uzakta çok azap çeken kardeşim,

Solmuş lâle gibi olmuş kardeşim,

Kalabalık düşman kuşatması altında

Göl gibi gözyaşı döken kardeşim!”

 

(Magcan Cumabayev, Türkler, cilt:19.)

 

 

UZAKTAKİ KARDEŞİME

 

Uzakta ağır azap çeken kardeşim!

Kurumuş lale gibi çöken kardeşim!

Etrafını sarmış düşman ortasında

Göl kılıp göz yaşını döken kardeşim!

 

Önünü ağır kaygı örtmüş kardeşim!

Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim!

Hor bakan,yüreği taş,kötü düşman

Diri diri derini soymuş kardeşim!...

 

Ey pirim!Değil miydi Altın ALTAY

Anamız bizim?Bizlerse birer tay,

Bağrında,yürüme dik mi serazat?

Yüzümüz değil miydi ışık saçan ay?

 

Alaca altın aşık atışmadık mı?

Tepişip bir döşekte yatışmadık mı?

Anamız olan ALTAY'ın ak sütünden

Beraber emip beraber tatışmadık mı?

 

Akmadı mı bizim için dupduru bulak,

Şarıldayıp şarıl şarıl dağdan inerek?

Hazırdı uçan kuş,kopan yel gibi

Dilesek bir bir atlar,tıpkı burak!

 

ALTAY'ın altın günü nazlanarak

Gelende,sen pars gibi bir er olarak,

Akdeniz,Karaden iz ötelerine,

Kardeşim,gittin beni bırakarak!...

 

Ben kaldım yavru balaban,kanat açamam,

Uçam diye davramsam bir türlü uçamam,

Yön bulduran,yol gösteren can kalmadı;

Yavuz düşman koyar mı şimdi beni vurmadan?

 

Kurşunlar genç yüreğime saplandı,

Günahsız taze kanım su gibi aktı;

Kansız kalıp,kuruyup bayıldım,

Karanlık mahbese sıkıca kapattı.

 

Görmüyorum artık gece gezdiğimiz kırı,ovayı,

Gündüz güneşi,gece gümüş nurlu ayı;

Nazlı nazlı ipek kundaklara sarmalayıp

Bizi büyüten altın ANAM ALTAY'ı

 

Ey pirim!Ayrıldık mı ulu bütünden?

Dağılmayıp yılmayan yağan oklardan

Türk'ün pars gibi yüreği varken

Gerçekten korkak kul mu olduk sinip düşmandan?

 

Kudretli olmak isteyen Türk'ün canı

Gerçekten bitap düşüp kalmadı mı hali?

Yürekteki ateş söndü mü,kurudu mu

DAMARINDA KAYNAYAN ATALAR KANI?

 

Kardeşim!Sen o yanda,ben bu yanda,

Kaygıdan kan yutuyoruz,bizim adımıza

Layık mı kul olup durmak,gel gidelim

ALTAY'A ATADAN MİRAS ALTIN TAHTA.

 

MAĞCAN CUMABAY

 

 

CEVAP

Anadolu Türkleri adına Feyzullah Budak'tan Mağjan'a cevap

 

 

Uzaktan azabımı bilen kardeşim

Sevgisiyle gözyaşımı silen kardeşim

Özü amansız düşman ortasında

Gönlünü derdime bölen kardeşim

 

Ağır kaygılarla doldum kardeşim.

Kuruyup lale gibi soldum kardeşim.

Taş yürekli düşmanı sen hep bilirdin.

Ben şimdi haberdar oldum kardeşim.

 

Ortak anamız idi, Altın Altay

O bir Tulpar idi, bizler birer tay

Bağrında şimşek gibi çakardık

Karşımızda sönük kalırdı, gün ve ay.

 

Alaca altın aşık atıştık elbet

Tepişip bir döşekte yatıştık elbet

Altay gibi bir ananın ak sütünden

Beraber emip, beraber tadıştık elbet.

 

Bizim için dupduru bulaklar aktı.

El attığımız yerde şimşekler çaktı.

Emrimizdeydi uçan kuş ve kopan yeller

Bindiğimiz atlar tıpkı buraktı.

 

Bir gün ortak hayatın süresi doldu.

Tanrı emriyle sefer mukadder oldu.

Bedenim Akdeniz-Karadeniz arkasında

Yüreğim Altın Altay’da kaldı.

 

Bilirim öksüz kalıp kanat açamadığın

Uçmaya davransan da uçamadığın

Yön bulduran, yol gösteren can olmayınca

Düşman kurşunlarından kaçamadığın.

 

Sana değen kurşun, bana saplandı

Günahsız kanımız birlikte aktı

Toprağa düşen kan, onu yurt kılar

Bizi ayrılıp, bölünmek yaktı.

 

Ben de hasretim, gezdiğimiz ovaya

Gündüz güneşe, gece gümüş nurlu aya

Bizi ipek kundaklara sarmalayıp

Bağrında büyüten anamız Altay’a.

 

Ulu bütünden ayrılıp uzağa düştük

Tarih kazanında yıllarca piştik

Dağılıp yılmadık, yağan oklardan

Yiğitlik suyunu biz özünden içtik.

 

Kudrete hamle eden Türk canı

Ne hasta düştü, ne de tükendi hali

Sönmedi yüreklerdeki ateş

Kurumadı damardaki atalar kanı.

 

Kardeşim, sen o yanda, ben bu yanda

Kudret doğmaz ayrı ayrı yatanda

Gücü-kuvveti toplamak gerek

Atalardan miras ortak vatanda.

 

FEYZULLAH BUDAK

Share this post


Link to post
Share on other sites

KARANĞILIK KOYUVLANIP KELEDİ

 

Karanğılık koyuvlanıp keledi

Peç içinde çok akırın sönedi

Kızık körip canımdaki cas bala

Söngen çoktı üredi de, küledi.

 

Çok üstinen kiçkene uçkın uçtı da

Bir azırak çok kızara tüsti de

Derev sönip, tezrek külge aynaldı

Astındağı ıstık küldi kuçtı da.

 

Peç içinde çok akırın sönedi

Söngen çoktı ürip bala küledi

Oy bastı ma? Elde közim taldı ma?

Mölt-mölt etip, közime cas keledi...

 

***

KARANLIKLAR KOYULANIP GELİYOR

 

Karanlıklar koyulanıp geliyor

Soba içinde kor yavaş yavaş sönüyor

İlginç görüp yanımdaki genç çocuk

Sönen koru üflüyor da gülüyor.

 

Kor üstünden küçük bir kıvılcım uçtu da

Bir azıcık kor kızarır gibi oldu da

Derhal sönüp, hemen küle dönüştü

Altındaki sıcak külü sardı da.

 

Soba içinde kor yavaş yavaş sönüyor

Sönen koru üfleyip çocuk gülüyor

Efkar mı bastı, yoksa gözüm mü daldı?

Damla damla akıp, gözüme yaş geliyor...

Magcan Cumabayev

Share this post


Link to post
Share on other sites

1937 yılında tutuklanarak 19 Mart 1938’de Stalin cellatları tarafından kurşuna dizilir.

 

Sür Atını Sersembay

 

Sür atını Sersembay

 

Daha horoz ötmeden

 

Altın şafak sökmeden

 

Yaylalara çıkalım

 

Deh deh deh

 

Olmaz olsun bu mektep

 

Çektiğim bu yüzden hep

 

Sür atını Sersembay

 

 

 

Geri dönüp bak hele

 

Gözleri alev alev

 

Gördüğün o devler ev

 

Atmosferi toz duman

 

Burada geçmez zaman

 

Şehir yedi başlı dev

 

Sür atını Sersembay

 

 

 

Uğul uğul uğuldar

 

Yayılır pis kokular

 

Şaşırdım vay anam vay

 

Geri dönüp nidelim

 

Köyümüze gidelim

 

Sür atını Sersembay

 

 

 

Uçarı mı uçarı

 

Utanmaz kadınları

 

Kırıtarak gerinir

 

Yüzlerinin nuru yok

 

Gözlerinin feri yok

 

Erkekleri cin, peri

 

Sür atını Sersembay

 

 

 

Ateşli bir yürek yok

 

Seksten gayrı erek yok

 

Homurdanan domuzlar

 

Bunları gece kuzlar

 

Sefillerin cenneti

 

Pis kokulu dehlizler

 

Sür atını Sersembay

 

 

 

Gökyüzü yıldız kaynar

 

Göğü görmez kör onlar

 

Bakıp gülümsüyor ay

 

Bunaldım bu şehirde

 

Sonsuz kırlarım nerde

 

Sür atını Sersembay

 

 

 

Sersembay, hey Sersembay

 

Uyku sırası mı ay!

 

Somurtup durma öyle

 

Hadi bir türkü söyle

 

Köyden duyulsun ünün

 

Artık çilem doldu say

 

Sür atını Sersembay

 

 

 

Sarı Arka yaylağı

 

Yeşil cennet otağı

 

Bir uzanıp yatayım

 

Onun ipek yelini

 

Âbı kevser gölünü

 

Ben nasıl unutayım

 

 

 

Şehir benim neyime

 

Hasret kaldım köyüme

 

Söylesene Ağatay

 

Geri dönüp nidelim

 

Obamıza gidelim

 

Sür atını Sersembay

 

 

Magcan Cumabayev

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bağrı yanık Türkiyeli gardaşım

Bilmirmisen Türkistanlın ne çekir

Bağrı kara gözü kara dindaşım

Bilmirmisen Türkistanlın ne çekir

 

Doğmuşum atmışlar bir zindan yere

Vatan nere sıla nere yurt nere

Ana sütü emmemişim birkere

Bilmirmisen Türkistanlın ne çekir

 

Gardaşım çığlığım duymirmisen

Sen Allah yoluna ölmir misen

Yoksa bizi gardaş saymirmisen

Bilmirmisen Türkistanlın ne çekir

 

Ezen dinlir namazına gidirsen

Mene ezen namaz yasak bilmirsen

Sen bir hürsen men esirem görmirsen

Bilmirmisen Türkistanlın ne çekir

 

Sana ninni söylirem silah sesinden

Ayrılmirsen anneciğin dizinden

Men esirem gan geliyor gözümden

Bilmirmisen Türkistanlın ne çekir

Yazarını bilmiyorum Doğu Türkistandan biryerlerden…

 

Coştun yine deli gönül , sular gibi çağlar mısın

Aktın Yine kanlı yaşım ,yollarımı bağlar mısın

Yunus Emre

Share this post


Link to post
Share on other sites

Aşık Veyselden:

Koyu yazdığım yerler çok derin manalar içeriyor çoğu tasavvufi manalar(İnşaallah-u Teala bir başka zaman açıklarız bu manları)

 

Güzelliğin on par'etmez

Bu bendeki aşk'olmasa

Eğlenecek yer bulaman

Göynümdeki köşk'olmasa

 

Tabirin sığmaz kaleme

Derd-i dermânsın yarama

İsmin yayılmaz âleme

Aşıklarda meşk'olmasa

 

Kim okurdu kim yazardı

Bu düğümü kim çözerdi

Goyun gurd'ile gezerdi

Fikir başka başk'olmasa

 

Güzel yüzün görülmezdi

Bu aşk bende DİRİLMEZDİ(burada çok derin bir şeye vurgu yapmış)

Güle kıymet verilmezdi

Aşık ve Maşuk'olmasa

 

Senden aldım bu feryâdı

Bu imiş dünyanın tadı

Anılmazdı Veysel Adı

O sana âşık'olmasa

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir gececik uyuma ,ne olur.

Ayrılık kapısını çalma bir gecelik.

Bir gececik dostların gönlü olsun

Ne olur sabahı et bir gececik

 

Bir gececik gözlerimiz seninle aydın olsun

Kör olsun şeytan birgececik

Dünyayı güzel kokular sarsın bütün.

Karanlıklardan ışıklar aksın ovalara.

Sofradakiler dirilsin bir gececik

 

Bir gececik uyuma ne olur

Ayrılık kapısını çalma bir gececik

Bir gececik ata bin,meydana gel.

Gönüller bir gececik rahat olsun

Göğüsler meydana dönsün bir gececik

 

Yeniler giyinelim biz kulların

Musa gibi sen bir sopa al eline.

Sopa bir anda elinde yılan olsun

Süleyman gibi sen karıncaların yanına var.

Karıncalar bir anda birer Süleyman olsun

 

Ne olur,bir gececik kapısını çalma ayrılığın

Mevlana Celaleddin Rum

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...