Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
sevdayolcusu

Yunus Emre

Recommended Posts

SEVELİM SEVİLELİM

Hak cihana doludur, kimseler Hakkı bilmez

Onu sen senden iste, o senden ayrı olmaz

Dünyaya gelen geçer, bir bir şerbetin içer

Bu bir köprüdür geçer, Cahiller onu bilmez

*** ***

Gelin tanış olalım, işin kolayın tutalım

Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz

Yunus sözün anlar isen, mani'sini dinler isen

Sana iyi dirlik gerek, bunda kimseler kalmaz

*** ***

Share this post


Link to post
Share on other sites

GÖNÜLLER YAPMAYA GELDiM

Benim bunda kararım yok, bunda gitmeye geldim

Bezirganım mataım çok, alana satmağa geldim.

Ben gelmedim da'vi için benim işim sevi için

Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim

*** ***

Dost eşruğu deliliğim, aşıklar bilir neliğim

Devşuruben ikiliğim, birliğe bitmeye geldim

Yunus Emre aşık olmuş, ma'şuka derdinden olmuş

Gerçek erin kapısında ömrüm harcamaya geldim

Share this post


Link to post
Share on other sites

DİLSİZLER HABERİN

Dilsizler haberin kulaksız dinleyesi

Dilsiz kulaksız sözü, can gerek anlayaşı

Dinlemeden anladık, anlamadan eyledik

Gerçek erin bu yolda yokluktur sermayesi

*** ***

Biz sevdik aşık olduk, sevildik maşuk olduk

Her dem yeni dirlikte, bizden kim usanası

Miskin Yunus ol veli, yerde gökte dopdolu

Her taş altında gizli, bin imran oğlu MUSİ

Share this post


Link to post
Share on other sites

AŞK KİTABIN OKURUZ

Söylememek harcısı, söylemeğin hasıdır

Söylemeğin harcısı, gönüllerin pasıdır

Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan

Halka müderris ise, hakikatte asidir

*** ***

Şeriat haberini şerh ile eydem işit

Şeriat bir gemidir, hakikat deryasıdır

Ol geminin tahtası her nice muhkem ise

Deniz mevci kat olsa, tahta uşanasıdır

*** ***

Bundan içeri haber işit, eydeyin ey yar

Hakikatin kafiri, şer'in evliyasıdır

Biz talib-i ilimleriz, aşk kitabın okuruz

Calap müderris bize, aşk hod medresedir

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu yol sevdadan geçer,

 

Sevenler "lâ" dan geçer,

 

Âşıkların yolları

 

Daim Mevlâ'dan geçer.

 

 

 

Burada koyar canı,

 

Arzu eden Cânânı;

 

Âsümandan geçerken

 

Yıldız olur seyranı.

 

 

 

Onu görür her nücum,

 

Ederler ona hücum;

 

Geçen şamdan olmuş,

 

Dudakları da bir mum.

 

 

 

Geceyi gündüz eder,

 

Işığı dümdüz eder;

 

Uzaktan seyir eden,

 

Hâlimizi, söz eder.

 

 

 

Nidem, meşrebi değil,

 

Âşık mezhebi değil;

 

Burda âşıklar okur,

 

Çocuk mektebi değil.

 

 

 

(Kürsü) de durur Rahman,

 

Seven eder imtihan;

 

Şahadetname yazar,

 

Yazdığı mürekkep: kan.

 

 

 

Kalemi dürter cana,

 

Kâğıdı boyar kana;

 

Bu bir aşk âlemidir,

 

Benzemiyor irfana.

 

 

 

Bilinmez akıl ile

 

İlm ile, "nakil" ile

 

Zümrüdüanka kuşu

 

Bağlanır mı kıl ile?..

 

 

 

Varma, seni parçalar,

 

Ateşi seni dağlar;

 

(Emre) eğlendirmeye,

 

Durmaz candan nay çalar.

Share this post


Link to post
Share on other sites

ALAY (İSTİHZÂ)

 

 

 

Emre- Herhangi bir kimsenin yaptığı âdî bir vazîfe bile beşeriyete hizmettir. Biz bu vazîfe için "ne âdî bir vazîfe!" dersek, bizim sözümüz ve hareketimiz suçtur. Alay, çok fena bir suçtur. Alay edenin ümîdi kesik olsun. Ben, birinizin kocasını, karısını alaya alsam zorunuza gitmez mi? Biz de başkasıyla alay edersek, Allah bize kızar. Çünkü alay ettiğimiz kimse de Allahın kuludur ve sevgilisidir. Kimseyi alçak görmiyeceğiz. Böyle yaparsak bir de bakki Allah bize bir azim, bir aşk vermiş, kendimizle Allahtan görecek kimse kalmamış. Sonra biz de kaybolmuşuz, O kalmış. Allah, bizi kurtarmak için, bâzen biraz sert söylese, biz rencîde oluyoruzda, ya o alay edilenin yerinde biz olsak ne yaparız? Kimseyi incitmemeli, gönüller sahibi ile berâber olmalı. Çünkü, kiminle alay etsek onun gönlü de Allahın gönlü.

 

Gülünç bir şeye gülmeden bakıp ibret almak çok hoş bir şey. Geçen gün, Sefer'in orda (Berber Sefer Öder) Mevlânanın bir şeyi okundu: "Allah, acıyı yasak etmiş, tatlıyı değil. Ama nefse acı gelenleri yasak etmemiş, nefsin hoşuna gidenler yasak." Mûsâ ile, en hakir mahlûk zannettiği köpek hikayesi söylenip duruyor ama, iş ibret almada. İbret almazsak zararı var. Allah bize : "Ben sana Mûsâ ile köpek hikayesini öğrettim de bundan niye ibret almadın? derse ne cevap veririz? Yarattığı kendine benziyor. Yarattığı ile alay etmek, kendisiyle alay etmek değil midir?

 

Alay, anamızdan, babamızdan intikal eder. Takvâ her vakit lâzımdır. "Nefsini bilen, Rabbini bilir" dememiş mi? Nefsinin ne mel'un olduğunu bilen, Rabbini arar bulur, arkasına saklanır onun şerrinden. Bu sözü yanlış anlayanlar var. "Nefsimi bildim, onun Allah olduğunu anladım" diyenler var. Beri tarafta Allah: "Nefsinizi öldürün" diyor. Nefis Allahsa, Allah öldürülür mü? Allah düşman olur mu? O her vakit dosttur. Biziz bize düşman?

 

Eğer o Kudret bizi azarlarsa, "demek ki Allah bizimle meşgul..." diye sevineceğiz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yaradılanı hoş gör (sev), Yaradan'dan ötürü....

 

yüzyılları aşan düşüncelere sahipti.ve felsefesi insanlarca benimsenmişti ve benimsenmelidir de bence....

Share this post


Link to post
Share on other sites

AŞKIN ile AŞIKLAR

 

Aşkın ile aşıklar yansın ya Resulallah

 

İçip aşkın şarabın kansın ya Resulallah

 

Şol seni seven kişi verir yoluna başı

 

İki cihan güneşi sensin ya Resulallah

 

Şol seni sevdi Subhan oldun kamuya sultan

 

Canım yoluna kurban olsun ya Resulallah

 

Aşık oldum dildare bülbül oldum gülzare

 

Seni sevmeyen nare yansın ya Resulallah

 

Şol seni sevenlere kıl şefaat anlara

 

Mümin olan tenlere cansın ya Resulallah

 

Aşık Yunus'un canı ilmi ü şefaat kanı

 

Alemlerin sultanı sensin ya Resulallah

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dertlü ne ağlayup gezersin burda

Ağladursa Mevlam yine güldürür

Nice dertlü kondı göçti burada

Ağladursa Mevlam yine güldürür

 

Bu derd benüm munisümdür yarümdür

Arşa çıkan benüm ah ü zarumdur

Seni ağlatan lutf ıssı kerümdür

Ağladursa Mevlam yine güldürür

 

Daim Hakk'a cemalüni dike-dur

Zikr ile Mevla'yı dilden ana-dur

Kahrı kime ise lutfı anadur

Ağladursa Mevlam yine güldürür

 

Sevdaya salma şu garib başunı

Akıdur gözünden kanlu yaşunı

Kerimdür onarur kulun işini

Ağladursa Mevlam yine güldürür

 

Yunus senün gözlerinde çok hal var

Önünde uğrayup geçecek yol var

Gice gündüz dur da Mevla'ya yalvar

Ağladursa Mevlam yine güldürür

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dolap niçün inilersin derdüm vardur inilerem

Ben Mevla'ya aşık oldum anun içün inilerem

 

Benüm adım dertli dolap suyum akar yalap yalap

Böyle emreylemiş Çalap anun içün inilerem

 

Beni bir dağda buldılar kolum kanadum kırdılar

Dolaba layık gördiler anun içün inilerem

 

Dülügerler beni yondı her azam yirine kondı

Bu inildüm Hak'dan geldi anun içün inilerem

 

Suyum alçakdan çekerem dönüp yüksekden dökerem

Görün şu ben ne çekerem anun içün inilerem

 

Ben bir dağun ağacıyam ne tatluyam ne acuyam

Ben Mevla'ya duacıyam anun içün inilerem

 

Derviş Yunus eydür ahı gözyaşı döker günahı

Hakk'a aşıkum vallahi anun içün inilerem

Share this post


Link to post
Share on other sites

Vaktinüze hazır olun ecel varur gelür bir gün

Emanetdür kuşca canun ıssı vardur alur bir gün

 

Niçe bin kerre kaçarsın yidi deryalar geçersin

Pervaz uruban uçarsın ecel seni bulur bir gün

 

İş bu meclise gelmeyen anup nasihat almayan

Elifden bayı bilmeyen okır kişi olur bir gün

 

Tutmaz olur tutan eller çürür şol söyleyen diller

Sevüp kazanduğun mallar varislere kalur bir gün

 

Yunus Emrem bunı söyler ışkun deryasını boylar

Şol yüce köşkler saraylar viran olur kalur bir gün

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Yunus'un bir şiirine Flört grubunun yaptığı güzel bir beste var, bazı yerlerde ipin ucu kaçar gibi olsa da genel olarak hoşuma gidiyor.

linkindeki ilk parça.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

İlahi Flört! Yani nerden aklına gelmiş Yunus'un sözlerine beste yapmak? Öyle bi hale gelmiş ki zoddirik, lay lay lom olmuş... Müziğin sesinden zaten sözler duyulmuyor... Artık gruplar fazla uçar oldu, tasavvuf müziğine bile el atmışlar. Maşaallah her telden çalıyorlar, heralde gitarın tellerinden kaynaklanıyor :rolleyes:

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Bence gayet net duyuluyor, "La ilahe illallah" kısmı dışında da gayet yakışmış, gayet güzel olmuş. Tasavvufun revaçta olmasından ve böyle grupların eserlerinde tesadüf edilir bir fikir olarak karşımıza çıkmasından ben rahatsızlık duymuyorum, yeter ki dikkatli davransınlar, ipin ucunu kaçırmasınlar. Bizler kabul etsek de etmesek de bu tarz müziklerin talipleri var, olacaktır da. Zevk ve kültür meselesi... Bu müziği gereksiz, kötü, dışlanması gereken bir tarz olarak kabul edebilirsiniz fakat en azından bugünün pratiğinde bu müzik dinlenecektir, bizim düşüncemizde olan insanlar tarafından da takip edilecektir. İnsanlar başka şeyleri dinleyeceğine bunları dinlesin, bence daha iyi olur. Allah rasulünün batınî cephesini temsil eden bir hakikat sistemidir tasavvuf, malum. Tekkelerin kapatıldığı günlerden, icracılarının çoğu materyalist olan popüler müzik gruplarından bazılarının tasavvuf materyallerini işlediği günlere geçişi ben hayırlara vesile olma potansiyeli hayli yüksek bir tekamül olarak görüyorum. Elbette ki modern kültürün de belli telakkileri, belli inanışları, belli hayat görüşleri olacak ve aldığı şeyi kendi görüşlerinden de birşeyler katarak benimseme temayülü bulunacaktır. Fakat eğer bizler uyanık olursak, kültürlerin aynalarından biri olan müzikte de kendisini gösteren bu tekamülü iyi bir noktaya vardırabiliriz. Sömürmelere, yumuşatmalara, işin aslına zıt olan yeni adetlere (kadın erkek beraber semah yapmak gibi) engel olmak, bu tekamülü faydalı kılmak, insanlara hakikati göstermek için aktif bir biçimde çalışırsak, bir gün tarikat ayinlerini mistik dans olarak görenler dahi işin aslına vakıf olabilir. Fazla dağıttık, toparlayalım; modern tarzlarda müzik icra eden kişi veya grupların, işin aslına zıt olmayacak şekillerde tasavvufi materyalleri kullanmalarına bence karşı çıkmamak gerekiyor. Amaca hizmet ettiği ölçüde bunlar da güzeldir. Bence bunlar amaca hizmet ediyor, ben en azından, sözkonusu kısım hariç, bu şarkıyı dinlediğimde tasavvufî bir havaya giriyor ve sözleri hissediyorum. Elektronik müzik yapan ve kalitelerini de gayet iyi bir biçimde koruyagelmiş bulunan Grup Yeniçağ için de aynı şeyleri söyleyebilirim. Öte yandan bu tarz müzikler, piyasada özgün müzik/ezgi/ilahi sıfatlarını taşıyarak dönen ve düğün orglarıyla çalınan arabesk tonlu, huzur kaçıran estetik rezilliklerden çok çok daha değerli olsa gerek. (Elbette ki Flört'ün bu iki şarkısından kıyas kabul edilemeyecek kadar çok güzel olan ilahiler, ezgiler de yok değil, yanlış anlaşılmasın).

 

Grubun tamamıyla piyasaya oynama ve revaçtaki tasavvuf kültürünü sömürme niyetinde olmadığına linkteki ikinci şarkı da bir delil kabul edilebilir. Tarzı hoşuma gitmemeisine rağmen sempatik bir şarkı olmuş bence. Ayrıca belki de türünde, bu tarzda mesaj veren tek şarkı olsa gerek. "Para pul hepsi palavra/Aç gözünü oku orda/Ben yazmadım ki?" şeklindeki kısmı tek tamlamayla ifade etmek gerekirse, "On numara"dan iyisi bulunamaz sanırım. Bu arada, gruba tam dindar bir grup muamelesi yapmamak gerektiğini zikretmeme gerek yok herhalde...

 

İlahideki La ilahe illallah kısmı ise, evet, oryantal melodilere boğulmuş malesef, iğrenç olmuş. Savunulabilecek bir yan yok burada. Katliam bariz. Fakat eserin genel olarak güzel olduğunu söyleyebilirim.

 

Belki bu konuyu İslam, Tasavvuf ve Müzik gibi müstakil bir başlıkta ele almak en doğrusu olur. Uzarsa bu mesajları naklederiz. Konuyu da mecraından saptırmamış oluruz böylelikle.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

İçin Dışın Murdar İken

 

İçin dışın murdar iken

Dost neylesün senin ile

Gönlün gözün nefsü heva

Aşk neylesün senin ile.

 

Âşıklara yoldaş olup,

Sâdıklara yâr olmadın,

Olmaz yere verdin gönül,

Dost neylesün senin ile.

 

Dünya gözün rûşen edüp,

Gönül gözün kör eyledin,

Zûlmet dolıcak gönlüne,

Nûr neylesün senin ile.

 

Dünya dolu derviş ile,

Bize gerçek derviş gerek,

Yalandan derviş olur mu?

Eşiğe baş koymak gerek.

 

Yûnus Emre hoş-derd ile,

Merdâne sür devrânını ,

Âşık isen dost yolunda,

Âr neylesün senin ile.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çün bilirsin dünya fani

Ne yatarsın döne döne

Uyku mu uyur kana kana

Dost yolunu soran kişi?

 

(uyku ve çalışma konusunu tartışırken, hocamız bizi bu dörtlükle mest etmişti...)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yalancı Dünyaya

 

Yalancı dünyaya konup göçenler

Ne söylerler ne bir haber verirler

Üzerinde türlü türlü otlar bitenler

Ne söylerler ne bir haber verirler

 

Kimisinin üstünde biter otlar

Kimisinin başında sıra serviler

Kimi mâsum kimi güzel yiğitler

Ne söylerler ne bir haber verirler

 

Toprağa gark olmuş nazik tenleri

Söylemeden kalmış tatlı dilleri

Gelin duadan unutmadan bunları

Ne söylerler ne bir haber verirler

 

Yunus der ki gör takdirin işleri

Dökülmüştür kirpikleri kaşları

Başları ucunda hece taşları

Ne söylerler ne bir haber verirler.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Aşksızlara Verme Öğüt

 

Aşksızlara verme öğüt öğüdünden alır değil

Aşksız kişi hayvan olur hayvan öğüt bilir değil

 

Eksik olman ehillerden kaça görün cahillerden

Allah bîzar bahîlerden bahîl dîdâr görür değil

 

Boz yapalak devlengice emek yeme erte gece

Onun eşiği gözsepektir salıp ördek alır değil

 

Şah balaban şâhin doğan zîhî öğmüş onu öğen

Doğan zaif olur ise doğanlıktan kahır değil

 

Kara taşa su koyarsan elli yıl ıslatır isen

Heman taş gine bayağı hünerli taş olur değil

 

Taştan çıkar türlü sular ayağında pişer neler

Cahil gönlü taştan beter cahil yola gelir değil

 

Ol iki cihan güneşi zâhir dünyasın değşirdi

Câhil onu öldü sanır ol hod ölmez ölür değil

 

Yûnus olma câhillerden ırak olma ehillerden

Câhil ne var mü’min ise câhillikten kalır değil

Share this post


Link to post
Share on other sites

Anmaz mısın sen şol günü

Cümle alem uryan ola

Ne ana oğula baka

Ne kardeşten derman ola

 

....

 

İbret almaz mısın ey gönül

Yatan bizim gibilerdir

Kara toprağa gark olmuş

Yatan bizim gibilerdir.

 

....

 

Söz ola kestire başı

Söz ola kese savaşı

Söz ola ağulu aşı

Yağ ile bal ide bir söz.

 

....

 

Bunca varlık var iken

Geçmez gönül darlığı

 

....

 

Ballar balını buldum

Kovanım yağma olsun

 

....

 

Mal sahibi mülk sahibi

Hani bunun ilk sahibi

Mal da yalan mülk te yalan

Var biraz da sen oyalan...

 

....

 

Ne utanır ne hod kurar

Zahitleri bile yakar

Ey Allah'ım bizi kurtar

Bu nefsi şu'mun elinden

 

....

 

Elif okuduk ötürü

Pazar eyledik götürü

Yaradılmışızı severiz

Yaradandan ötürü

 

....

 

Derviş Yunus söyler kalu beladan

Muci'zat Nebi'den mürvet Allah'tan

Biz de bunu böyle gördük uludan

Er, yarın hak divanında belli olur...

 

....

arşivden ortaya bir karışık :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Esselamü Aleyküm.

 

Değerli Arkadaşlar,

 

Yunus Emre zikredilince, M.ES'AD COŞAN (R.A)'in

O'nunla ilgili yaptığı sohbetten bir kısmını istifadelerinize sunmak istedim.

 

Yunus Emre, Vahdeti, yani birliği, tevhidi, Allah tan başka hiçbir ilah olmadığını, "Lâ İlâhe İllallah"ı çok derinden kavramış bir kimse. Mest olmuş. Yani bu varlığın, Allah ın varlığı olduğunu o kadar iyi kavramış ki; nereye baksa Allah ı görüyor. Işıkta Allah ı görüyor, zulmette Allah ı görüyor, çiçekte Allah ı görüyor. Çiçekle konuşuyor, konuştuğunu biliyoruz, şahidimiz var.

 

"Sordum sarı çiçeğe; Neden boynun eğridir? Boynumun eğriliğine bakma, Özüm Hak ka doğrudur. Niye benzin sadır? Ölüm varda ondan sarardım, soldum. Senin anan-baban kim?" Şeceresini soruyor çiçeğe, tanışmak istiyor onunla. Bizlerde demin tanışmak istedik ya sizlerle. Nerelisin, anan-baban kim? Diye. Çiçekte cevap veriyor. "Annem babam topraktır. Evlad kardeş var mı? Vardır, yapraktır" diye. Çiçekle konuşuyor, değirmenle konuşuyor, dertli dolapla konuşuyor; "Dolap niçin inlersin?" gacır gucur dönüyor; bostan dolabı. Kuyunun içine dalıyor kovaları, öbür taraftan suyu çıkartıyor, o sesten anlıyor Yunus Emre. "Derdim varda ondan inlerim" diyor dertli dolap ona. "Derdin nedir?" diyor, derdini anlıyor.

 

Yunus un etrafa baktığı zaman gördüğü şeyler Allah ın tecellisi, Allah ın varlığı, birliği. Onun için Yunus kendisine "esrük" diyor, esri veya esrük. Ne demek? Sarhoş demek. Esrimek; sarhoş olmak demek. Aşkın şarabından içip esrimiş, esrük olmuş, sarhoş olmuş Yunus. Nereye baksa, O nu görüyor. Muazzam bir Vahdaniyet fikri var içinde. Allah ın varlığını, birliğini idrak tefekkürü içinde erimiş, başka bir şeyi gözü görmüyor.

 

"Sen ne istiyorsun?" Çokomilk. Bilmem ne" böyle bir ilan vardı. "Sen başka bir şey bilmez misin? Hiç başka bir şey düşünmez misin?" " Aklımdan hiç çıkmıyor ki," diyor bir de tatlı, tatlı tebessüm ediyor adam. "Aklımdan hiç çıkmıyor ki," diyor. Yunus un da Allah, aklından hiç çıkmıyor. O adam çokomilki hiç unutamıyor, Yunus da Allah ı unutamıyor. Nereye baksa Allahu Teâlâ Hazretlerini görüyor.

 

Ben onun için Erbâb-ı Tasavvufa dil uzatanlara gülüyorum. Tasavvufu bilmiyor, İslam ı bilmiyor, İslam ın zevkine aşina değil. Tasavvuf büyüklerinin hayatlarından haberdar değil, duygularını kavramış değil, kavrayamaz! Bilmeyen kavrayamaz. Şimdi tasavvuftan bahsederler, kim bahseder, edebiyat kitaplarında edebiyatçılar bahseder. Türk edebiyatını anlatacak. Türk edebiyatını anlatırken, Türk edebiyatı üçe ayrılır diyecek; Halk edebiyatı, Divan edebiyatı, Tasavvuf edebiyatı. Oradan bir şiir okur;

 

"Açsun bizimde gönlümüz sâki medud sun câm-ı cem." İçki istiyor, içkili oldu mu edebiyatı da hoşlarına gidiyor. Divan edebiyatını anlatırlar. Halk edebiyatı da hoşlarına gidiyor. Orada adam namaz kılmaz, oruç tutmaz, elinde saz gezer, bu saz İslam da var mı? Yok mu? Sen bunu böyle kullanıyorsun deyince. "İçinde mi, dışında mı? Püskülünün ucunda mı? Şeytan bunun neresinde" diye kendilerince alay ederler. Tasavvuf şiirinden bahsetmesi lazımdır. Ondan da bahsediyor amma, o tarakta bezi olmayan bir insan tasavvuf edebiyatından o kadar berbat bahsediyor ki; mahvediyor. Tasavvufu ne anlaması mümkün, ne anlatması mümkün. Yaşamayan bilmez çünkü; anlatamaz, anlayamaz. Bazı şeyler var ki, falanca meşhur kişi, falanca edebiyatçı da anlayamaz.

 

Geçenlerde Üsküdar da bazı dernekler, vakıflar konferans istemişti. Yunus la ilgili bir konferans verdik. İddia ediyorum, Yunus u çok kimse anlamamıştır. Yunus Divanı nı neşreden kimseler, Yunus Divanı nın açıklamasını neşreden kimselerin çoğu anlamamıştır Yunus u. Yunus u herkes anlayamıyor, anlatamıyor neden? Yunus gibi yaşamayan, Yunus un duygularını nasıl anlasın. Yunus u anlamak için mutasavvıf olmak lazım. Yunus u anlamak için Yunus un bildiği ilimleri öğrenmek lazım. Kur an-ı bilmek lazım. Hadis-i bilmek lazım. İslam kültürüne aşina olmak lazım. Türkçe yi iyi bilmek lazım. Dervişliği bilmek lazım. Tekkeye hizmeti bilmek lazım. Ondan sonra anlamayanlar "ben edebiyatçıyım" diyor. Yunus u anlatmaya kalkıyor, hata ediyor, yanlış şeyler söylüyor, kalkmış birisi diyor ki, "Tasavvuf ayrı bir dindir" Hayır. Sümme hâşâ! Öyle şey olur mu? Tasavvuf İslam ın kendisidir, özüdür, aslıdır, anlamıdır, mâhiyetidir, ruhudur, canıdır. Tasavvuf başka şey diyor. Anlamamış hiç. Anlamaz sonra "Mutasavvıflar birliği, tevhidi anlamaz" diyor. Sen Mutasavvıfların anladığı kadar, birliğin onda birini anlasan mest olursun. Yani Mutasavvıflar öyle bir anlıyor ki, mest oluyor. Vahdet meyinin şarabını bir içmiş ki; mest geziyor. Ondan sonra sanatkar oluyor insan. Kuru kuruya Yunus olmaz. Kuru kuruya Mevlânâ olmaz. Kuru kuruya Eşrefoğlu Rûmi olmaz.kuru kuruya İsmail Hakkı olmaz...

 

M. ES AD COŞAN (R.A) Hoca Efendi nin

İSLÂM, SEVGİ ve TASAVVUF isimli Eseri Sayfa:37-40

Share this post


Link to post
Share on other sites

Esselamü Aleyküm.

 

YUNUS EMRE:

Ahmed-i Yesevî'nin konumuzla ilgisi, Ahmed-i Yesevî İslâmiyeti, hikmet ismini verdiği ilâhilerle sevdirmiştir. Tasavvufî terbiyeyi bozkırlarda öyle yaymıştır. Yunus Emre, Ahmed-i Yesevî'nin yolunun devamıdır. Yâni muakkiblerindendir, ta'kibcilerindendir. Yolu o açmıştır, Yunus Emre de, o yolda yürüyenlerden birisidir.

 

Yunus Emre gerçekten, başka edebiyatları bilen kimselerin sözleriyle, --benim kanaatim de çok net olarak öyle-- emsalsiz bir şairdir. Türk diliyle dinî şiir yazan şairlerin en büyüklerinden, en başta gelenlerindendir Yunus Emre.... Sadece bizim malımız değildir, dünya kendisinin hayranıdır. Biliyorsunuz evvelki sene de Yunus Emre yılı idi.

 

Yunus Emre, çok derin fikirleri çok sade kalıplarla ifade edebilme kabiliyetine sahib bir kimsedir. Emsalsiz bir lirizm ile, çok muazzam fikirleri çok kısa cümleler halinde, mısralar halinde anlatabilen bir kimse... İftihar edeceğimiz bir kimse...

 

Ben Azerbaycan'a gittiğim zaman, bana dediler ki: "Bu Azerbaycan'ın bir kasabası var; istersen seni götürelim. Oranın ahalisi Fuzûlî'nin hayranıdır. Hepsi Fuzûlî'nin divanını baştan sona ezbere bilir, ezbere okur." Bizim de sanıyorum Yunus Emre'yi ezbere bilmemiz lâzım!.. Çünkü, her şiiri ayrı harikadır.

 

Akşam, alnımdan terler döküldü; hangi şiirini seçeyim de size anlatayım diye... Kısaca söyleyeyim, Yunus'la ilgili bazı ilmî gerçekleri:

 

Yunus Emre, çok meşhurdur ama çok da mechuldür; hayatı hakkında çok şey bilinmiyor, kaynak yok... Mezarının bile nerde olduğu hakkında millet hâlâ münakaşa ediyor.

 

İki tane eseri var elimizde: Birisi Yunus Emre Divanı; ötekisi de Er-Risâletün Nushiyye... İki eserini biliyoruz. Bu iki eserinden birincisi divanı; o da bilimsel olarak neşri yapılamamış bir eserdir. Ama, Kültür Bakanlığı'nın neşrettiği Dr. Mustafa Tatçı'nın Yunus Emre Divanı, daha ileri bir çalışma; güzel... Ondan önce de Yunus Emre ile ilgili çok neşirler yapıldı, divan neşredildi. Bu nisbeten onların hepsinden daha öteye, ileri bir çizgiye gitmiş; güzel, hoşuma gitti.

 

Yunus Emre'nin kendi elinden yazılmış bir divan bize gelmemiş. Yunus Emre Divanı denilen eserler de karşılaştırıldığı zaman, birbirlerinden çok farkları var... Bunda olan onda yok, onda olan bunda yok... E hangisi Yunus'un bu şiirlerin?.. Belli değil...

 

Sonra bir de adam bir defter yapmış; bu deftere Yunus'u sevdiği için Yunus'un şiirlerini yazmış. Yanına başka şiirler de yazmış. Yunus'un olanlarla olmayanlar karışmış. Bunların ayıklanması lâzım!..

 

Fakat, her hâlükârda bu Kültür Bakanlığı'nı tebrik ederim, teşekkür ederim. Kültür Bakanlığı'nın 1280 sayılı Klasik Türk Eserleri 14 numaralı baskısı güzel... Bunu temin edebilirsiniz, mevcudu varsa... Yoksa, Kültür Bakanlığının yeniden neşretmesini tavsiye ederim. Güzel bir çalışma... Bizim rahmetli Prof. Amil Çelebioğlu kardeşimiz vardı; onun yetiştirdiği bir genç... Hocasına teşekkür ediyor. Ben de bu eseri için ona teşekkür ederim; güzel bir çalışma yapmış.

 

 

Hangi şiir gerçekten Yunus'un diye bir meselemiz var; bunu tesbit etmemiz lâzım!.. Sizin bugün Yunus'un diye sevdiğiniz, ezberlediğiniz, dinlediğiniz ilâhilerin bir kısmı onun değildir meselâ... Çünkü, bir kaç tane Yunus var... Çok net, çok kesin, bütün ilim adamlarınca bilinen bir gerçek...

 

Bir kere iki tane kesin Yunus var: Birisi, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye yetişmiş Yunus; ötekisi, Bursa'da Emir Sultan'a yetişmiş Yunus... Birisi Mevlânâ'dan biraz genç; ötekisi Emir Sultan'dan biraz genç... Emir Sultan'dan feyz almış, Emir Sultan'a bağlı... Bu ikinci Yunus daha ziyade, "Şol cennetin ırmakları" "Kâbenin yolları bölük bölüktür" gibi ilâhileri söyleyen... Yâni bizim Yunus'un diye sevdiğimiz şiirlerin yüzde altmışı - yetmişi Bursalı Yunus'undur.

 

 

Bursalı Yunus'un Bursa'da kabri vardır ve çok mağdur durumdadır. Mahalle arasında bir evin bahçesi arasında kalmıştır. Ben Bursalı arkadaşlarımıza rica etmiştim, "Bulun, arayın!" diye... Buldular, resmini gönderdiler. Şöyle bir aralıktan geçiliyor. Kimse de, o Şol Cennetin Irmakları'nı yazan Yunus'un orda yattığının farkında değil... Bilseler, yığılacaklar oraya; ama, bilmiyorlar.

 

Tabii, bu bizim vazifemiz... İlim, Kültür ve Sanat Vakfı olarak vazife ediniyoruz. Bursa'ya gideceğiz. Belediye başkanı eğer Çeşme belediye başkanı kadar yakınlık gösterirse bize; anlatacağız, diyeceğiz ki: "Bu Yunus, çok büyük Yunus'lardan bir tanesidir. Bunun etrafının istimlâk edilmesi lâzım, türbesinin güzelleştirilmesi lâzım!.."

 

 

Süleyman Çelebi'nin türbesi güzeldir doğrusu... Çekirge'ye giderken, Süleyman Çelebi'ye bir güzel türbe yapılmıştır. Eskiden o da, mezarlıklar arasında sâde bir kabir idi. Amma, bir Alman sebep olmuştur. O güzelim mimârî şaheser Süleyman Çelebi'nin türbesi ve o selvi ağaçlı, merdivenli anıt mahal yapılmıştır.

 

Hadise şu; onu da anlatayım: Bir Alman elçi geliyor Bursa'ya... Bizim orda ihvanımızdan Kâzım Efendi diye, mekteb-i ziraat muallimlerinden bir efendi var; Almanca'sı çok güzel... Ziraat yüksekokulunun öğretmeni... Diyorlar ki, "Senin Almancan var; bu elçiyle meşgul ol, onu gezdir Bursada!.. Misafirperverlik yap!.." Devlet görev veriyor yâni...

 

Elçi Çelik Palas'a geliyor, özel daire tahsis ediyorlar. Orda oturup kalkıyor, Bursa'yı geziyor. Alman elçisi ama, Türkçe de biliyor.

 

 

Bizim rahmetli Kâzım Efendi'ye bir gün --kendi ağzından dinledim ben-- :

 

"--Kâzım bey! Yarın da Süleyman Çelebi'yi ziyarete gidelim!" demiş.

 

"Şaşırdım. Alman Süleyman Çelebi'yi ne yapacak?.. 'Peki efendim!' dedim. Ertesi sabah gittim. Bir taraftan da utanıyorum. Süleyman Çelebinin kabri harabe... Mezarlığın içinde bir kabir... Elçinin kapısını çaldım, odasına girdim. Baktım, grand tuvalet giyinmiş. Frak, smokin, papyon kravat, melon şapka vs. çok resmî giyinmiş. Şaşırdım. 'Efendim, ekselâns hani mezarlığa gitmeyecek miydik, hani Süleyman Çelebi'ye gidecektik?..' dedim"

 

"--Evet ona gidecektik..."

 

"--E, böyle giyinmişsiniz?.."

 

"--Onun için böyle giyindim!" demiş. "Kâzım bey, bana söyler misin; hangi şair onun şu beyti kadar kuvvetli şiir söyleyebilmiş?..

 

 

Dedi gördüm ol Habîbin ânesi,

Bir aceb nûr kim, güneş pervânesi!..

 

 

Berk urub çıktı evimden nâgehân,

Göklere dek nûr ile doldu cihân!..

 

 

Tabii kaç kişi anladı... (Dedi gördüm ol Habîbin ânesi,) "O Rasûlüllah'ın annesi dedi ki, ben gördüm:" Hadis-i şeriftir bu aynı zamanda... Ben hadis olarak da buna rastladım. Süleyman Çelebi, hadis-i şerifi nazma çekmiş. (Bir aceb nûr kim, güneş pervânesi!..) "Bir garib, çok muhteşem nur ki, güneş onun etrafında pervane gibi dönüyor. Güneş sönük kalıyor, pervane kelebeği gibi kalıyor; öyle bir nur gördüm."

 

(Berk urub çıktı evimden nâgehân,) "Parıldayarak evimden bir nur çıktı böyle... (Göklere dek nûr ile doldu cihân!..) Göklere kadar her taraf nur doldu." Rasûlüllah doğuyor. Rasûlüllah'ın doğmasından böyle bir nur gördüğünü hadis-i şerifte de nakletmişlerdir. "Benden bir nur çıktı. O nurun ziyâsından Busrâ'nın köşkleri aydınlandı." diyor Amine Hatun...

 

Onu nazmetmiş Süleyman Çelebi... Alman da bunu beğenmiş, anlatımdaki güzelliği beğenmiş. Yâni, "Öyle bir nur ki, güneş onun etrafında pervâne gibi... Parlayarak çıktı ve etraf muazzam aydınlandı." demiş oluyor.

 

Şimdi bu mısralar yazılı orda... Anlaşılan bizim Kâzım Efendi bu olayı orda buna anlattı. Orda bir türbe yaptırdı. İnşaallah biz de, bu Yunus Emre'ye Bursa'da, o mahalle arasında evin arkasındaki o zavallı kabrin etrafını biraz genişleterek, Yunus Emre'ye uygun bir türbe yaparız inşallah diye düşünüyorum.

 

 

Bir Yunus o, Bursalı Yunus... Bir Yunus da, --şimdi belki Aksaray'a bağlıdır, idârî taksimatı bilmiyorum-- Sivrihisar'lı... O Sivrihisar, --Eskişehirliler üzülse de söylemek zorundayım-- Eskişehir'in Sivrihisar'ı değil... Kızılırmağın kenarında ama, Eskişehir'deki Sivrihisar değil... Hacıbektaş kasabasına çok yakın, Sivrihisar diye bir yer var Kızılırmağın kenarında... Kızılırmak, biliyorsunuz nerelerden dönüp, dolaşıp öyle gidiyor Karadeniz'e... Bunu bir yazı ile, kitapla Refik Saygun anlattı. İncelemeler yaptı, oranın fotoğraflarını çekti. "Bu Sivrihisar'dadır Yunus!" dedi. "İşte, Tapduk Emre'nin kabri var burda... İşte Yunus'un kabri var burda..." dedi. Kimse bunu dinlemedi ama, aslında Yunus'un yeri orası, kabri orada... Onu da tabii, ihyâ etmek lâzım!..

 

Eskişehir'deki değil... Eskişehir, Yunus'un zamanında ne durumdaydı bilmiyorum. Karaman'da da değil... Asıl yeri, orası... Bilimsel olarak bu böyle; ama, çok kimse bilmiyor.

 

Ne zaman yaşamış; belli değil... Hangi tarihlerde ölmüş; belli değil... Çünkü, bizim vakıf kayıtlarını, sicilleri; depolarda, koridorlarda ne arıyor diye vagonlarla Bulgaristan'a göndermişler. Gelmişler İstanbul'da ilgisiz ilgililer... Koridorlarda bir takım evrakı çok kalabalık görünce:

 

"--Ne bunlar burda?.."

 

"--Efendim, bunlar arşiv belgeleri..."

 

"--Ne işe yarar?.."

 

"--Eski yazı..."

 

"--E, biz devrim yaptık, harfleri değiştirdik. Kim bunları okuyacak?.." demişler. Vagonlara yüklemişler.

 

İsmail Hakkı Konyalı feryad etti, yazılar yazdı: "Bunlar arşiv belgesidir, bunlar gönderilmez; çok kıymetli evraktır!" diye ama, giti hepsi... Avrupa'ya gitti, ve sâireye gitti. Yâni kendi mâzîmizi koruyamıyoruz. Yangınlar tahrib ediyor, kendimiz tahrib ediyoruz.

 

 

Çanakkale'nin, Fatih Sultan Mehmed Han tarafından yapılan kalesinin giriş kapısındaki kitabeyi, oradaki askerî birliğin başındaki bir üsteğmen veya yüzbaşı kazıtmış. Ne istedin o kitabeden, niye kazıtıyorsun?.. Fatih'in kitabesi bu... Hapsetmek lâzım!.. Kazıtmış; şimdi ara da bul, kitabe yok...

 

Mezar taşları Londra'da satılıyormuş... Bizim mezarlıklardan çalınan mezar taşları, kavuk şekli, taş şekli, yazısı itibariyle antika olduğu için Londra'da haraç mezat satılıyormuş. Müşteri buluyormuş, oralara kaçırılıyormuş. Nasıl ediyorlar artık, bilmiyorum.

 

 

Onun için Yunus'un mezartaşı yok... Arşivler yok, belgeler yok... Gölpınarlı söylüyor, ben de gördüm: HacıbektaşKütüphanesi'nde bir yazmanın üst tarafında, doğumu şu, yaşı şu kadar, vefatı şu diye bir kayıt var... Ama kim yazmış oraya, nereye dayanarak yazmış, belli değil... Diyorlar ki, işte 1320 yıllarında ölmüştür. Belki doğru olabilir ama, kuvvetli bir belge değil...

 

Bir tek kuvvetli belge var: Risâle-i Nushiyye isimli eserini yazmış, sonunda tarih atmış. Hicrî 707 tarihinde yazılmış; milâdî 1306/1307 ediyor. Demek ki Osmanlılardan önce o sağmış. Ötekiler, ilim adamı olarak bizim yüzdeyüz kabul edeceğimiz şeyler değil...

 

 

Yunus'un divanında incelemize göre; Yunus Emre evlenmiş, çoluğu çocuğu var... "Allah bize de çoluk çocuk verdi." diyor bir şiirinde... Anlıyoruz ki, Yunus bekâr göçmemiş; evli çoluk çocuk sahibi bir insan...

 

Bir şair koca olmuş. Yâni yaşlanmış. Genç yaşta değil, bayağı bir ihtiyarlamış olduğu belli...

 

 

Şeyh efendi diye çok hürmet etmişler kendisine, şiirinden biliyoruz. O kendisinden bahsederken, kendisini çok kötüleyerek söylüyor ama, biz anlıyoruz. "Bana şeyh diyorlar; nerde ben?.. Mertebem, çok fenayım." diye söylüyor; ama ordan anlıyoruz ki, şeyh demişler. Herkes hürmet ediyor, herkes elini öpüyor. Hayatında bu hürmeti görmüş.

 

İlim bakımından; yüksek derecede dînî bilgileri kazanmış, usta bir âlim... Öyle oduncu filân değil... Ümmî, elifi ve sâireyi okumamış bir insan değil; çok büyük bir alim... Eserlerinden de belli, kendisi de söylüyor. Muhtemelen Konya'da tahsil etmiş ve Sadreddin-i Konevî'nin fikirleri var, Abdülkerim-i Ciylî'nin fikirleri var şiirlerinde... Onlar ayrı bir konferans konusu, ince tasavvufî meseleler... Çok büyük bilgisi var...

 

 

Şimdi, bu eski Yunus ile, Mevlânâ zamanına yakın Yunus ile, öteki Bursalı Yunus arasında yüz küsur yıl zaman farkı var... Üslûb farkı var... Bu Yunus'un dili başka, Bursalı Yunus'un dili başka... Şıp diye anlaşılır; kullandığı kelimelerden ve üslûbundan hemen farkedilir. Mevlânâ'ya çağdaş Yunus başka, Bursalı Yunus başka... İkisi ayrı şahsiyet...

 

Bursalı Yunus, hiç falso yapmamış olan, şiirlerinde kimseyi tedirgin edecek bir söz söylememiş olan, müteşerrî, müeddeb, âşık bir şâir... Tam dört dörtlük potada bir insan...

 

 

 

Bu yazı, Prof.Dr.M.Es'ad Coşan (Rh.A) 'in "Yunus Emre ve Tasavvuf" adlı kitabından alınmıştır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ötme bülbül

 

 

Yetişmeyen virdin mi var?

 

Gurbet elde yurdun mu var?

 

Benim gibi derdin mi var?

 

Öyle garip ötme bülbül!

 

 

 

Ötme bülbül, ötme bülbül,

 

Derdi derde katma bülbül,

 

Benim derdim bana yeter,

 

Bir de sen dert katma bülbül!

 

 

 

Bilirim âşıksın güle,

 

Gülün hâlini kim bile,

 

Bahçedeki gonca güle,

 

Dolaşıp söz atma bülbül!

 

 

 

Kanat açıp uçar mısın?

 

Deryaları geçer misin?

 

Bencileyin nâçar mısın?

 

Beni ele satma bülbül!

 

 

 

Gül yanında uslu musun?

 

Yoksa yüksek sesli misin?

 

Benim gibi yaslı mısın?

 

Öyle tuhaf ötme bülbül!

 

 

 

Yunus alnın ak der iken,

 

Senin mislin yok der iken,

 

Seherde Hak, Hak der iken,

 

Bizi de unutma bülbül!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...