Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
nedamet..

Fethi Gemuhluoğlu

Recommended Posts

NECİP FAZIL'IN SOHBET ARKADAŞI

 

Yer Beyazıt Meydanı... Mevsim kış... Her taraf rahmetin rengi o beyaz tabakayla kaplı... Bu soğuk kış sabahın da iki sahici dost randevulaşmışlardır ve her zamankinin tersine biri gelmemiştir. Beriki ısrarla bekler; bir sağa, bir sola gezinerek.

 

Vakit ilerlemekte ama sahici dost ortalıklarada görünmemekte. Öbür yandan hava da sahiden soğuk. Soğuğa ve beklemenin üşüten yalnızlığına direnmek için adımlar sıklaştırılır. O da ne! Bir an, çöplerin yakınında bir kütleye takılır bekleyenin ayağı; anlayamadığı, belirsiz bir kütleye. Ayağıyla şöyle bir dürtünce kütleyi, birden canlanır, hatta hareketlenir, silkinir, üzerindeki karların bir kısmından kurtulur ve bekleyenin şaşkın bakışları arasında, bir kütleden bir tanıdığa dönüşür; hem de beklenene.

 

"Hayrola" der bekleyen, "bu ne hal!" handiyse her türlü garabeti beklediği sahici dostundan ne cevap alır dersiniz, bekleyen? "Ne yapayım. Seni beklerken, şurada biraz kestireyim dedim."Beklenenin 'şurası' dediği, düpedüz bir çöplük.

 

Bir çöplüğün içinde, üzeri karla örtülesiye sahici dostunu beklerken kestiriveren, "Azab-ı Mukaddes" ve "Hiç" şairi Tevfik Kolaylı. Cumhuriyet'in birkaç hak edilmiş efsanesinden biri. Nam-ı diğer Neyzen Tevfik. Öbürü ise başka bi gizli efsane. Kendini bile-isteye gizleyen, mensup olduğu ahlak anlayışı gereği mahviyeti üzerine bir ruh elbisesi gibi geçiren Fethi Gemuhluoğlu.

 

40'lı yıllarda tanıştığı ve yakından görüştüğü Neyzen'in cenazesine de katılamaz. O gece rüyasında sahici dostu ona "Üzülme Fethi" der, "biz halden anlarız. "Gerçekten de 'hal'den anlayanlardandır Neyzen Tevfik. Fethi Bey de Öyle; ehl-i hal, ehl-i dil, ehl-i dost. Dahası adı dostluk'la özdeşleşen, irticalen yaptığı bir konuşmada o en nazenin sevgiliye serenad 'yakarcasına' kendisine konu olarak dostluk seçen, bu konuşmasını, bazı yazılarını ve hakkında yazılanlardan bir bölümünü kapsayan kitaba vefatından sonra "Dostluk Üzerine" adı verilen, her dem dostluk üzerine yaşayan biri.

 

ANADOLU, TÜRK VE MÜSLÜMAN

 

Mürsel Sönmez'in fotokopi çekerek ciltlettiği ve bana da birini takdim ettiği Dostluk Üzerine, muhatabını bam başka diyarlara, yabancılaştırıldığı ruh iklimlerine taşıyan, Anadolu'nun başına hece taşları dikilen duyarlılığını şehirli kültürüyle harmanlayarak çevresine dağıttığı o sahicilik, öncülük, dürüstlük,bilgelik dolu kıvamla tanıştıran son derece değişik bir kitap. İçinde atasözlerinin, yani halkın bin yıllardan süzülen bilgeliğinin, deyişlerin, manilerin, koşmaların, beyitlerin, gazellerin cirit attığı, tasavvuf literatürüne ait ne kadar iççi boşaltılmış kavram varsa hepsini yerli yerine oturtan, yürürlükteki ya da gündemdeki milliyetçilikle hiç ilgisi olmayan bir millet ve milliyetçilik anlayışıyla yoğrulmuş, aynı zamanda kimselerin anmadığı cezayir'den, Gana'dan, Afrika'dan dem vuran, Tunus'ta elçilik açtığımızda zil takıp oynayası gelen, keşmir meselesini sıcağı sıcağına yorumlayabilen, Büyük Britanya'yı yıkılması mukadder imparatorluk olarak selamlayan; dahası Alevi-Sünni ayrımına karşı çıkacak ve bu aykırılığı kabullenmeyecek kadar keskin bir ümmetçilik kabulü ve insanlık anlayışıyla yoğrulu bir kitap. Asıl dikkat çekici olansa, bütün bu konulara şu veya bu oranda değinenlerden tümüyle ayrılan yaklaşımı ve anlattıklarıyla anlatışının örtüşen düzlemi: Anadoluluk, Türklük ve Müslümanlık ruhunun dengeli bireşimi. Asi insanlara yanlış bir biçime belletilenin sahicisi: radikallik.

 

Kimdi bu sayısı sınırlı bambaşka satırların yazarı? Herkesin bir fırsatını bulup elde ettiği olanakları elinin tersiyle itebilen, uzun bir dönem 'yazı orucu' tutan adam kimdi?

 

Böyle bir insanın hayatının dış kabuk bilgisi ruhunu tanımaya ne denli yeterli olabilir Yine de bir göz atmakta yarar var.

 

Son Osmanlılar'ın, yani 600 yıllık ihtişamın en son temsilcilerinin yaşadığı Göztepe'de doğar Yıl 1923. Arapgirli bir Türkmen ailesinden gelme Mustafa Neşet Efendi ile Fatma Saniye Hanım'ın çocuğu. Dedesi İstanbul'da büyümüş fakat Elazığ'ın Gemuh Köyü'nden göçen biri.

 

Osmanlı'nn sayfiye yeri Erenköy-Göztepe'de büyür. Ailesi, Osmanlı aydınlarıyla dolu çevresi, yetişmesinde, yani edindiği geniş tarih ve coğrafya bilgisinde, sevgisinde, edebiyat duyarlılığında, tasavvuf vukufiyetinde, insanlarla ilişkisinde ve gönül adamlığında büyük pay sahibi. Pırıl pırıl bir İstanbul Türkçe si, her zaman şık bir kıyafet, hal ve hareketlerine yansıyan doğuştan gelme kibarlık, "Söz ancak kalpten gelince kalbe tesir eder ilkesini her dem yaşatan bir gönül adamlığı... Bu birikimde tahsilinin de payı var. Önce Haydarpaşa Lisesi, ardından İstanbul Hukuk Fakültesi Nedense, yalnızca iki-üç dersi kaldığı halde fakülteyi bitirmez.

 

1950-55 yılları arasında, İstanbul'daki değişik azınlık okullarında Türk Dili ve Edebiyatı hocalığı... Daha sonra, 1963'e değin, o zamanın İstanbul'unun kültür hayatına yön ve renk veren bir iki yerden biri durumundaki spor ve sergi Sarayı'nda yöneticilik. Sabahın erken saatlerinde başlayan ve gece geç saatlere kadar süren akıl almaz bir Performans. Bir insan niçin bu kadar zorlar kendini? Karşılığını Gökhan Evliyaoğlu'na yazdığı bir mektubundan süzebiliriz: "Üç aydır Spor ve Sergi Sarayı Müdür Muaviniyim. Bir zamanlar çok Türk dedik, Cenabı Mevla bizi Rum, Musevi ve Ermen çocuklarının tahsilü terbiyesine memuretti. Sonraları hocalığı put haline getirdik, on gün eksik geldiği için hizmetiniz, bizi kadro dışında bıraktılar. Şimdi de sprocuların hizmetindeyim "her türlü hizmet Hakk'a dır'ı öğreniriz inşallah."

 

Buğün birilerinin diline pelesenk ettiği 'hizmet' kavramının sahici bilincine sahip olan Fethi Gemuhluoğlu, bu anlayışını yurt dışında da uygulayabilmek için iki yıl, Almanya'ya gider ve orada serbest gazetecilik yapar. 1965-66 arasında Milli Eğitim Bakanlığı'nda özel kalem müdürlüğü görevi üstlenir. 1966-70 arası ise Ankara ve İstanbul Odalar ve Borsalar Birliği basın müşavirliğiyle geçer. Bu arada birçok vakıf, dernek ve hayır kurumundan yönetim veya danışma kurulu üyeliği üstlenir. Türkiye'nin kendi alanında ilk örneklerinden biri olan Türk Petrol Vakfı'nın kurucusu ve 8 yıl yöneticiliğini yapar 5 Ekim 1977'de kendisinin tercih ettiği ifadesiyle "Hakk'a yürüdü". Sahrayı cedid Mezarlığı'nda medfun.

 

DÜŞMANSIZ YAŞADI, DÜŞMANSIZ ÖLDÜ

 

Daha fakültedeyken, Halvetiyye tarikatının Şabaniyye kolundan bir büyüğe bağlanır. Mürşidinin özel müridi... Her kimseye verilmeyen marifet kendisine verildiği için, hiç kimseye gösterilmeyen iltifat ona gösterilir. Artık kişiliğinin asıl mayasını tasavvuf ahlakı ve bu ahlakın penceresinden dünyaya bakma anlayışı belirlemeye başlar. O yüzden de gösterişten ve şöhretten uzak durmayı yeğler; hiçbir çıkar gözetmeden, çevresindekilere yardımcı olmaya vakfeder hayatını.

 

Değişik hobileri de vardır. Örneğin, 40'lı yılların önemli takımlarınan Hilalspor'da bir dönem top koşturur.

 

Osman Yüksel'in Serdengeçti'si, hem şehrilerinin memleketlerinde çıkardığı ama büyük şehirlerde de ilgi gören Arapgir Postası, Türk Yurdu, Düşünen Adam, Yeni Sabah'ta yazılar yazar. 1955'te Arapgir Kültür Derneği'nin yayın organ olarak çıkan Göldağı adlı, bugün bile benzerlerinin hem estetik, hem de içerik olarak çok üstünde olan, günümüzün en iyi kültür sanat dergileriyle rahatça yarışabilecek derginin hazırlayıcısı. Belli ki her adımda iyiden, güzelden, kaliteden yana.

 

SİYASİ TEFE'ÜL

 

Ne dehşet yorumlar, ne yakası açılmamış bilgiler, ne akla hayale gelmez görüşler vardır 22 kasım 1975'te ayaküstü yapılan Dostluk Üzerine adlı o sohbet. Genel ifadelermiş gibi görünen cümlelerin, aynı zamanda oradaki birilerine özel olarak söylenmesinden tutun da, süzüldüğünde, o niyetle bakıldığında nelere ve nelere ışık tutacak ne yorumlar... Bir örnek... Kim savunabilir bu sözün, tam da bugün için söylenmediğini!: "Tarihe dost değiliz, coğrafyaya dost değiliz. Coğrafya ya dost olmadığımızı göreceksiniz. Türkiye bir iç harbin eşiğindedir, bir doğu-batı meselesi çıkabilir. Anadolu Beylerbeyliğini bile size çok görürler; sonra bu içinizdeki çocuklardan Batı Trakya'ya veyahut Kırım'ı kurtarmalarını ve orada yaşamalarını ve belki orada yaşama imkanı olup olmadığını araştırmak gibi bir gaflete düşeriz..."

 

Bir başka örnek: Kıbrıs konusundaki bugünkü gelişmelere ta 1960'larda dikkat çekecek kadar gözü keskindir Hatta daha 32 yaşındayken Kıbrıs Cemiyeti'nin genel sekreterliğini üstlenir.

 

Burada bir adım duralım. Fethi Gemuhluoğlu'nun gözden kaçan bir kişilik niteliği: tüm bu hareketli, yoğun ve yüksek tempolu hayata karşın, sabahlara değin kitap okumalar... Örneğin, kimsenin elini sürmediği tezleri bile okur. Belki de jüri üyelerinin bile bütünüyle okumadığı, örneğin Türkiye'deki mermer yatakları ve mermer üretimi üzerine bir tezi ilgiyle okur. Daha ilginci bütün o yoğun telefon trafiği sırasında, aynı zamanda kimi yazılarını, yazışmalarını kaleme alması... Akıl almaz değil mi? Halbuki akıl, neyi alıp neyi alamayacağını ayırt edebildiğinde akıldır.

 

ZARİF DOSTLUKLAR

 

İnsanları başka bir liyakat ölçüsüne göre değerlendirdiği için, hak edeni de, etmeyeni de nasiplendirir, uzun yıllar başında olduğu Türk Petrol Vakfı'nın kesesinden. Türkiye'nin burs veren ilk vakıflarından birinin burs verme mekanizması da hayli şıktır. Kimseye elden para verilmez; herkese çeki takdim edilir, o da bankadan çeker parasını. Demek ki zarafet, yitirdiklerimizin en başında.

 

Yalnızca öğrencilikleri boyunca sürecek bir burs bağlamaz onlara, kimisinin bizzat alarak mağazaya götürür, üst baş alır, hatta lokantaya götürerek çatal-kaşık tutmayı, topluluk içinde bir arada yaşamanın inceliklerini öğretir Köylülüklerini üzerlerinden atmalarına, şehirlileşmelerine öncülük eder. Bu vesileyle bu gün eli kalem tutan olgun yaşlıların neredeyse hepsinden, birçok siyasetçiye, bürokrata, akademisyene, iş adamına değin zengin bir kuşağın 'veli-nimeti', arkadaşı ahbabı, gizli hocası, yol göstericisi, Fethi Ağabey'i olur Sıradan bir ağabeylik değildir bu. Said Nursi, Bediüzzaman'la ne kadar özdeşleşmişse, Necip Fazıl, Üstad'ı ne, denli hak etmişse, Nuri Pakdil, Usta'lıkla ne düzeyde örtüşmüşse o kadar Ağabey'dir Fethi Gemuhluoğlu. Sanıldığının tersine, bizzat kendisinin veya yakınlarının işini görme emeliyle daha başından, gerekene mavi boncuk dağıtarak gemisini yürüten bir kaptan değildir o. Sekreterinin, merak ederek bir tarafa not ettiği kayıtlardan öğrendiğimize göre bir gün içinde 200'den fazla insanla görüşen, her birinin meşrebine uygun konuşabilen, Necip Fazıl'ın ifadesiyle"Müslümanlar'ın fikir sakası" dır o.

 

Aynı zamanda kültürümüzün de ağabeyidir Fethi Gemuhluoğlu. Bütün öbür işleri arasında, hem yakınındakilerin yetenekleri doğrultusunda gelişmelerine bilgi ve para katkısı olur, hem de elinden iş gelecekleri gözetler. Örneğin "muini'nin manzum Mesnevi Şerhi" ni görüp bilerek, bugünkü yazıya aktaracak kişiyi gözüne kestirip onu teşvik eder. Daha sonra bu kitap Kültür Bakanlığı tarafından da yayımlanarak sanat ve kültür hayatına sunulur.

 

Artık bugün örneği kalmayan bir kültür adamı ve yetenek avcısıdır da. Taşra da çıkan fanzinlere varıncaya değin bir çok dergiyi izler, eli kalem tutanları izler, gereğinde yanına çağırarak ya iş bulur ya da okumasını kolaylaştırır; o dönemin keskin atmosferine karşın sağ-sol ayrımı gözetmeksizin kalitenin hakkını tanır ve izleyicisi olur.

 

Hakkında olumsuz şeyler duyduğu ve kendisine yakıştıramadığı sol görüşünü bayraklaştıran ve şaire Taksim'de rastlar bir gün. Adamla tanışmadığı halde yakasından tutarak çevirir ve bir şiirini ezbere okur, ardından da "Bu şiiri hisseden biri o edepsizlikleri nasıl yapar?" diye hesap sorar şairin şaşkın bakışları ve yakasını şiddetle silkelemeleri arasında.

 

BİR NESLİN YOLGÖSTERİCİSİ

 

Kimler yoktur ki Türk Petrol Vakfı tabelasını taşıyan 'dergah'ından gelip geçmeyen! Yanına-yakınına ulaşıp kendisiyle sohbet etmeyen! Sahici dostluğundan, engin coşkusundan nasiplenmeyen! Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, Ahmet Kot, Tahir Kutsi Makal, Prof Dr. Sülyman Yalçın, Enver Güreli, Uğur Derman, Prof. Dr. Faruk Timurtaş, Ergun Göze Prof. Dr. Muharrem Ergin, Avni Akyol, Agah Oktay Güner, Akif İnan, Rasim Özdenören, Alaattin Özdenören, Ahmet Kabaklı, Altan Deliorman, Mustafa Miyasoğlu ilk akla gelenler. Fakat asıl önemli olan, her geleni, örtük olarak layığınca karşılaması. Örnek mi? bir kişi var ki, her geldiğinde, bir virdi sürdürüyormuş gibi biteviye yinelediği söz şu: "Şöhret afettir." Kimin için mi yineler bu hadisi? Bugün kendisine "çıplak uyarıcı" adını takan kişi için.

 

Dönemin kültür, sanat, siyaset çevresinin akil adamıdır; sahici 'bir bilen'i, O 'bir bilen'de dahil, kendisine danışmayan, yol yordam öğrenmeyen yok gibi. Dahası, o 'bir bilen' başbakanken, teamül sekreterin üzerinden aramak olduğu halde, gerektiğinde bizzat telefona sarılarak önce Fethi Gemuhluoğlu'nun sekreterine ulaşır, "Ben Süleyman Demirel; Fethi Gemuhluoğlu ile görüşebilirmiyim?"in ardından sorununun çözüm yollarını öğrenir.

 

ANADAN DOĞMA MÜSLÜMAN

 

Galata Köprüsü'den Nuri Pakdil'le birlike geçerlerken, birden duraklayarak, göz hizalarının üst kısmındaki iki ayrı dünyanın yan yana duralayan iki şaheserini işaret ederek "Sultanahmet'in nuru Ayasofya'dan çok daha fazla ve hakiki"der. "Çünkü o anadan doğma Müslüman. "Peygamberimizi döneminde en önemsenen ilimlerden biri olan Nesep İlmi'nin hakikatini bu sözden daha iyi ne pekiştirebilir ki!

 

Bir başka gün, dışarıdan bakan, ama yalnızca bakan için anlaşılmaz bir iş yapar. Taksim'de gezinirken rastgele bir seyyar satıcıya yanaşır ve selamın ardından Şöyle der: "Allah de!" Neye uğradığını şaşıran satıcının ağzından, sanki gayri ihtiyar bir "Allah" çıkar. "Hayır, öyle değil" der, "duyarak ve duyurarak söyle!" der. Cesareti artan satıcı da mukabilince keskin bir "Allah!" demeye başlarlar. Gittikçe yükselen "Allah!", "Allah!" sesleri doldurur sokağı.

 

Necip Fazıl "Babiali" de bir bahsi ona ayırır. Sezai Karakoç, Diriliş'teki "Çocukluğumuz" u ona ithaf eder; Nuri Pakdil "Kale"yi; bir de "Bağlanma" adlı müstakil eseri. Cahit Zarifoğlu "Yaşamak" ta uzun uzun ondan söz eder. Yalnız onlar mı? Yaşarken veya vefatından sonra, hakkında birçok yazının yanında epey şiir de yayımlanır. Özdemri Asaf, Sait Maden, Yavuz Bülent Bakiler, Coşkun Ertepınar, Erdem Bayazıt, Arif Ay örneğin Bir de, el yazısında ya da daktiloyla yazılmış ve kendisine takdim edilmiş şiirler var: Yahya Kemal, İsmet Zeki Eyüboğlu, Nihal Atsız, Neyzen Tevfik, Muharrem Ergin, bunlardan bir kaçı.

 

Ne kimseyi önünde eğdiren, ne kimsenin önünde eğilen biri . Zatiyyun'dan... Yarısı Alperen, yarısı Dede korkut birbilge.

 

Sözü:

 

"-Ata, avrada, hükümete iyi bineceksin."

 

ANADOLU ÇINARI

 

Erzincan'a giden ve bir isteği olup olmadığını soran bir tanıdığına "Falan yerdeki kabri ziyaret et. Bir de filan ilçenin kaymakamını..." der. Kabir ziyareti görevi kolayca yerine getirilir ama kaymakam... Yörede sarhoşluğuyla, serkeşliğiyle tanınan bir olduğunu öğrenir kaymakamın. Bir türlü anlayamaz, öyle birinin kendisinden böyle birini ziyaret etmesini istemesini. Ayakları geri gide gide kaymakamın makamına varır. Mutlaka bekletme süresi sonrasında buyur edilir. Sahiden de söz edildiği bir gibi görünür ona kaymakam. Fakat daha "Size Fethi Gemuhluoğlu'nun selamını getirdim" demeye kalmadan, bu adı duyar duymaz yüzü değişir kaymakamın. Önce bütün kanı çekilmişçesine siyahlaşır; ardından kanı damarlarına sımaz olur. Selam getirenin hayret ve şaşakalan bakışları arasında renkten renge girerken, aynı zamanda ayağa kalkar, önünü ilikler, ondan umulmayan bir edep takınarak konuğunu ağırlar.

 

Fethi Gemuhluoğlu, kökünü dış bağlantılarıyla besleyenlerin inadına, doğduğu Anadolu'ya kök salmış bir çınardır çünkü; kurumayan, kurutmayan, tohum veren ve tohum verdiren bir çınar. Dallarıyla insanları koruyan, yapraklarıyla ruhları gönendiren, gövdesinin ihtişamıyla geleceği diri tutan bir çınar. "Bağlanma" da anlatılan bir zaptolunmuşlukla Nuri Pakdil'in Edebiyat okulunu kurmasının iklimini hazırlayan çınar.

 

Mekanı Cennet olsun.

 

BU METİN GERÇEK HAYAT DERGİSİ 14 ARALIK - 20 ARALIK SAYISINDA YAYINLANAN HASANALİ YILDIRIM'IN YAZISINDAN ALINMIŞTIR

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Fethi Gemuhluoğlu, kökünü dış bağlantılarıyla besleyenlerin inadına, doğduğu Anadolu'ya kök salmış bir çınardır çünkü; kurumayan, kurutmayan, tohum veren ve tohum verdiren bir çınar. Dallarıyla insanları koruyan, yapraklarıyla ruhları gönendiren, gövdesinin ihtişamıyla geleceği diri tutan bir çınar. "Bağlanma" da anlatılan bir zaptolunmuşlukla Nuri Pakdil'in Edebiyat okulunu kurmasının iklimini hazırlayan çınar.

 

Mekanı Cennet olsun.

 

evet o yüce şahsiyeti saygıyla anıyoruzve adını almış olan okula komşu olmaktan büyük bir mutluluk duyduğumu belirtmek isterim :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çağdaş insanın korkusu, vicdansızlığından kaynaklanıyor belki de. Kim duyumsatacak vicdanımızı bize? İnsan mı, toprak mı? Ölüm mü, yaşam mı? Çağdaş insanın en büyük olumsuzluğu vicdansızlığıdır. Vicdanımız işlevini yapmadan nasıl giderilir bu yoğun karanlıklar? Adaletsizliği, zulmü, ancak vicdanlı olabildiğimiz zaman durdurabileceğiz: tüm yeryüzünde. Öncü bilgelerle, zaman zaman, insanın vicdanı eklenir toprağa: yeni bir güç katmak için yeryüzündeki inanç devinimine+sonsuz toprak, bilge insanla, öncü insanla yenilenir de: inanıyorum böyle oldu O'nunla da.

 

(Nuri Pakdil'in Fethi Gemuhluoğlu anısına yazdığı 'Bağlanma' adlı eserinden...)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Merhum Zarifoğlu’nun Yaşamak eserinde de yer yer adına rastladığım Fethi Gemuhluoğlu, tuhaf adam..

 

Hani; “ Vakit daralıyor çocuklar!”ın ağabeyi, Fethi Ağabey..

 

Okumakta olduğum Sayın Sadık Yalsızuçanlar’ın “VEFA APARTMANI” eserinde Gemuhluoğlu’nun oğluna yazdığı mektubu gözüme ilişti. Kendisini aşağıya iktibas ediyorum. Buyurun iyi okurlar ve de derinine idrak temennisiyle..

 

On eylül bindoküzyüzyetmişyedi.

 

Belde-i Tayyibe.

 

Aziz oğlum,

 

Sen benim umudum, mutluluğum, şifa ve dermanım, yaşama gücüm, yaşama sevincim ve kavgamın devamısın. Bir bayrak koşusu içindeyiz. İmânımı, inancımı, fikirlerimi sen ve o can kardeşin Selman ebediyete dek devam ettireceksiniz . Mektupların içimi donattı. Işıdım , aydınlık kesildim.Sen benim fikir arkadaşım ve asıl daha mühimi yoldaşım, tarikat kardeşimsin. Hem torunlarım ve yine yolda yoldaşlarım olmalarını niyaz ettiğim Alişan ve Alican’ın babasısın. Sen özlemini çektiğim Türkiye’ye , Anadolu’nun masum, zulme ve kahra uğramış insanına hizmet edeceksin. Bu hizmetten bir ibadet ahlakı çıkaracaksın.

 

Bugünkü Leyle-l Kadr; âlem-i İslâm’a mübarek olsun.

 

Yalnız insanların değil, kurdun-kuşun, dikenin , otun da hakkını görüp gözetin.

 

Oradaki ağabeylerine şükran duygularımı benim adıma da ifâde et. Hepsinin Ramazan Bayramlarının kutlu ve mutlu olmasını dilerim. Onların bayramları doktoralarını verdikleri gün tecellî edecektir. Şimdi arefeyi yaşıyorlar. Bu nâçiz kanaatimi onlara onlara söylemeni rica edyorum. Ayrıca belirtiyim ki ‘Mü’minin her nefesi bayram’dır. ‘Bayram’ım imdi, bayramım imdi. Bayram ederler, yâr ile şimdi’ buyuruyor Hacı Bayram Sultan, Bayram tevhid’î kutlamaktır. Tevhid’e şükürdür. Tevhid’i hamd ve senadır. Bu konuyu çok uzatmak istemiyorum.

 

Sana senelerce sonra bir itirafta bulunayım Ali kardeş. Ben içimdekilerini muhafaza etmek, onları gizlemek için başka konuşarak gevezeliği seçmişimdir. Bu konuyu da edeple kesiyorum. Bu seyahatin para ile dünya malı ile ölçülemeyecek kadar iyi ve yararlı oldu. Bana, bize bu gerekli idi. Bu başarıldı. Sana teşekkür ederim oğlum. Dönüş gününe dikkat edin. Grevler veya herhangi bir mani senin dönmeni geciktirmemelidir. Sen bu işleri iyi düşünürsün. Orada Erguner rahmetlinin oğlu ile Cinuçen Tanrıkorur kardeşim ‘ney ve ud’la bir veya birkaç plak yapmışlar. Onları bulabilirsen kardeşine iyi olur. Birkaç paket de enfiye al. Fransız enfiyesi buradaki birkaç dost için güzel armağan sayılır. Ben şahsen sadece dünya gözüyle sana kavuşmayı dilerim. Hiçbir şeyi istemiyorum. Benimle mukayyet olma.

 

Orada dev bir insan olan merhum ve mağfur Haydar Bammat’ın (Karaçay Türklerinden büyük ilim, irfan ve gazâ ehli) oğlu Necmeddin Bammat olacak. Topçubaşı da göçmüş. Allah Hamidullah Beyefendi’ye uzun ömürler versin. Amin. Çok okuyunuz. İkrâ’ emri umumîdir. Yazmak nefisten olursa ene, ego, nefis onunla ulviyetini gölgeler. Yazmak da emirle, manen alınan emirle olmalıdır. Senin tek eksiğin günde, yirmidört saatlik günde, otuz saat okumamandır. Bu gerçeği de kendi özünle, o saf, o güzel Muhammedî özünle bulacaksın. Sen onyedi yaşında çocukla genç arası bir Türk, bir Türkmen çocuğunun iyi bir örneğini verdin. Düşüncenin, ifade samimiyetinin, ataklıklarının büyük kavgaların ifadesini yaşadın ve yaşattın. Seninle iftihar ediyorum. Seninle bahtiyarım. Manevi müjdeler, manevi muştular senin ve kardeşinin İslâma , insana hizmet edeceğiniz şeklindedir. Benim güvencim bu müjdededir. Alnım secdeden hiç kaldırmasam şükrümü edâ ve ifâde etmiş sayılmam.

 

Senden tek ricam ve arzum bu yıl onuncu sınıfta ilk beş kişi içinde olmak gayretini esirgememendir. Başkaca bir arzum yoktur. Ahlâklı, imanlı, hakka hukuka riayetkâr olan siz çocuklarımdan, arkadaşlarımdan, kardeşlerimden başka talebim olamaz. Sizin bu ahlâkınız benim kabir âleminde de sükûnumdur. Bunu bilesin. Beni gerçek yüzümle tanımanı da istemedim. Onun için aramızdaki kontak’a ses çıkarmadım. Gerçekleri senin kendi aklınla ve kendi gönlünle bulmanı istiyorum. Elimden geldiğince son nefesime kadar sizin hizmetinizde olacağım. Beğenseniz de, beğenmeseniz de böylece yüksünmeden kırılarak fakat kırılmamaya çalışarak böylece devam edeceğim. Bunu da kanınla, canınla bilesin. Ben hayatı ciddî yaşarım Ali. Dikkatimin içinden hiçbir şey kurtulamaz. Ben seven adamım. Ananı da, seni de, o Selmân denilen güzel ahlâklı ve güzel yüzlü adamı da severim. Burada da sonra açıklamak üzere şunu ifâde edeyim. ‘Allah kıskançtır’ evlâdım.

Bayramın mübarek olsun. Esir Türklere, esir Müslümanlara dua ediniz. Eritre’den , Somali’den, Filipinler’e kadar, Kırım’dan Kerkük’e kadar Müslümanlara ve Türklere dua ediniz. Yeni bir dünya kurulacaktır. O’na hazırlanınız ve çok iyi okuyunuz. Kendinizi çok iyi yetiştiriniz. Oradaki ağabeylerin de Kur’an’daki ‘yetefekkerûn-tefekkür ediniz’ sırrının peşine düşsünler. Onun için çaba sarf etsinler ve çileye soyunsunlar. Vakit de mahlûktur. Bu gerçeği unutmayınız. Vaktin de bir eceli vardır. Uyku gaflettir. Uykuyu azaltırsanız zamanınız çoğalır. Afrika için, Afrika’nın kuruluşu için kitaplar bul. Ayrıca Guenon, Rene Guenon çok önemli bir müslümandır. Derviş olmuş ve velî olmuştur. Fransa’da bildiğim kadar Korsika ve Bask özgürlük hareketleri, Normandiya’nın problemleri gibi Guenon’cu Fransız aydınları da Fransa’yı çok rahatsız etmektedir. Guenon tercemesi herhalde çok güç olmalıdır. Tasavvufu iyi bilmek gerek, İslâm’ı iyi bilmek gerek, tarikatları bilhassa Şazeliye’yi iyi bilmek gerekir. Ben Batı’yı Almanya’da bir müddet kaldığım halde biliyor sayılmam. Batı dillerini de bilmediğim için utanıyorum. Sen bana bir şey almak istiyorsan kendine kitap, lûgat, ansiklopedi, plak al. Bu aldıkların bana alınmış sayılır. Son devirde bir Hristiyan mistiği Blondel ve büyük Müslüman Guenon iki büyük Fransızdır bildiğimce. Tarih, coğrafya, siyasal durum ve etnik grupmanları ihtiva eden ansiklopedi ara. Bir ömür ihtiyacın olacaktır.

Ayrıca sizin okulun mezunlarını doğrudan doğruya kabul eden üniversite ve yüksek okulları incele ve öğren. Bize gelecekte lâzım olabilir. Hazırlıklı olmalıyız.

 

Abdestsiz gezme. Temiz, Tahir ol. Zikirli ol. Besmeleli ol. O zaman topun, tüfeğin, atom bomban olur. Güçlü olursun. Mistik insanlar özgürdür Ali. Yalnız onlar özgürdür. Bu konuyu düşünmeye çalış. Artık arkadaş olacağımız günler geldi. Ben yaşlandım. İyi okumuş bir insan da değilim. Sana, size yetişemem. Ama sizinle iftihar etmeme, sizin için şükretmeme, hamd etmeme kimse mâni olamaz ya.

 

Ben yaşlandım ve zamanından önce cesedim göçtü. Bu da normaldir. Çok kahırlı yaşadığım için, çok yokuş yukarı tırmandığım için oldu. Şikayet etmiyorum. Hikâyet ediyorum.

 

Seni hasret ve muhabbetle öperim oğlum. Kavuşacağım günler yakınlaştı. Kararlı, iradeli, sabırlı olmanı niyaz ederim. Geleceğin cümle aydınlık günleri üzerine, üzerinize doğsun. Hayra karşı gelmen dileği ile Alim benim.

 

Ne demeli?

 

‘Şaşkın bakıyorum etrafa

Ruhunu bu gece

Denizde geldim tavafa’

 

Diyor Özdemir Asaf.

  • Like 3

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sadık Yalsızuçanların derlemesiyle yeniden basılan Fethi Gemuhluoğlu kitabı "Dostluk Üzerine", kendisi hakkında bir çok kıişinin kaleme aldığı yazılarla zenginleştirilmiş bir kitap olmuş.

 

Herkesin ortak dile getirdiği mevzu dikkatimi çekti:

Yeni tanıştığı kişilere veye burs için gelen öğrencilere hiç aşık oldun mu diye sorarmış, cevap menfi ise senden adam olmaz dermiş. bir iki kişi değil, tanıyan herkes bunu dile getirmiş...

  • Like 3

Share this post


Link to post
Share on other sites

''Ben yaşlandım ve zamanından önce cesedim göçtü. Bu da normaldir. Çok kahırlı yaşadığım için, çok yokuş yukarı tırmandığım için oldu. Şikayet etmiyorum. Hikâyet ediyorum.''

 

acayip bi cümle. hayatı dolu dolu ve bazı şeylerin farkında olarak yaşamak ancak bu kadar sade ve net ve keskin bir üslupla anlatılabilirdi.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

O,harp meydanında görünmeyen,fakat ateş hattındakilere sakalık yapan,nakliye ve levazım kollarına yön veren,hususi çevrelerde mayası halis bir gençlik yoğuran,gönlü tasavvuf kokusuyla ıtırlı ve dili en murassa Osmanlıca zarbı içinde İslami zevk mazrufuyla nakışlı,son tufanda bir tipti. ÜSTAD NECIP FAZİL

Share this post


Link to post
Share on other sites

* "Kendisine hiçbir tecelli zemini aramayan bir tevekkül zarfına bürülü, sessiz ve sedasız, ortada görünenlere su taşıyıcı fikir sakası Fethi Gemuhluoğlu...”

* Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu... Üstadım’ın çizdiği onun portresine benim ekleyebileceğim tek husus, ömründe bu kadar hasbî, kendini bu kadar silen, bu vasıflarını da tersinden riyâ hâlinde tecelli bakmayan bir ikinci şahıs görmemiş olduğumdur... Fakat ona karşı duyduğum hürmet ve sevgiye zıt bir cereyan hâlinde, benim mizacımın sarmaşacağı bir insan değildi!..

* Sene 1971... Ben yaklaşık birbuçuk iki senedir, İstanbul’dan uzağım... Beyazıt’taki Eskişehir Yurdu kapanmış, yerine Aksaray’da sahici bir yurt yapılmıştı; bir hanın üçüncü katındaki çiriş, kösele ve deri kokulu –sidik kokusunu unutmayayım- yurdun yerine yapılan yurt, eskisine nisbetle saray... Ama öbürüne nisbetle iki üç kat pahalı... Aramızda hiçbir zaman “yavrum, evladım” ilişkisi oluşmamış babama –binbir sıkıntıyla- bana verdiği aylığı yükseltmesini söylüyorum –ki o zaman talebe bursu 350, bana verilen 300 lira- ve şu cevabı alıyorum:

- "Senin hakkına bu kadar düşüyor!”

Nefsinde hiçbir "evlât hakkı” hissi bulunmayan ben, onun çevresindeki gençlerin benle kıyas edilemez rahatlıklarına rağmen ondan istifade etmelerine karşılık, verdiği cevaptan rahatlıyorum bile... Nitekim 100 liram olmadığı için Eskişehir’den İstanbul’a imtihana gelemediğim oldu... Yenilsem bile Türkiye Kulüplerarası Boks ikincisi olacağım maça da, aynı şekilde gelemedim; ben yaz-kış üzerinde aynı kadife pantolonla üç senedir dolaşa durayım, şık takım elbisesi ve yeni ayakkabılarıyla karşısına geçen bir genç, ayakkabıyı yeni aldığını ama parasızlıktan (!) bir senedir aynı takım elbise ile dolaştığından yakındı ve tam 700 lirayı cebe indirdi... Ben maça gelmek için para istediğimde, yoktu!..

 

* Sözkonusu şartlar içinde, Abdullah Kucur isimli İstanbul’da konfeksiyonculuk yapan bir ağabeyimiz ile, o zaman Teknik Üniversite’de asistan (şimdi Eskişehir Anadolu Üniversitesinde Profesör) Cengiz Malkoç isimli ağabeyimiz, Fethi Gemuhluoğlu ile konuşmuşlar... Fethi Gemuhluoğlu o zaman, karşılıksız burs veren bir vakıf başında... Yanılmıyorsam, Türkiye Petrolleri adına... Benim oraya gitmem, binbir iç kavgasından ve neden sonra!..

* Taksimde nefis bir han... Bilmem kaçıncı kat... Etrafı çepeçevre sandalyeler dizili çok büyük bir salon... Her tarafı rahatça görebilecek bir masa ve başında da Fethi Gemuhluoğlu oturuyor... Sandalyelerde oturan 10-15 genç ve orta yaşlı, mübalâğalı bir saygılı çehre sergiliyor... İçeri giren, “tak tak” ses çıkmasın diye, papuçlarının uçucuyla yürüyor... Ve ben: Omuzlarıma inen uzun saçlar –ki o zaman alaburus dedikleri “milliyetçi ve mukaddesatçılar”ın saçlarına ne kadar zıt-, üniformam hâlindeki balıkçı yaka kazağım, üzerimde omuzlarıma atılmış amelelere mahsus deri ceketim ve ayağımdaki postallarla, onlarla aramdaki mesafeyi ne kadar açıyorum... O zamanki kılığımı matah bir şey diye anlatmıyorum: Ama o zamanki gençliğin, itminana ermiş bir ruhun vakur, mütebessim ve dingin bir çehrenin izlerinden uzak, bön ve iştiyaksız çehrelerine biçtiği munisliğe düşmanlığımın bir dışa vurumu diye alınabilir... Başlıca farikası pasiflik olan badem bıyıklı tontonlardan ayrıyım!..

 

* Tedirgin, asabî, burs almaya değil de yanında patlamaya gelmiş gibi, Fethi Bey’in yanına yaklaştım... Salondaki sükût büsbütün fena... Kendime yabancı bir sesle, ismimi söyledim... Fethi Bey, mübalâğalı bir rahatlık ve alâkalı bir tavırla, “aleykümselâââm!” dedi ve ekledi:

- "Ben de ne kadar zamandır seni bekliyorum!”

Bana, bursun karşılıksız olduğunu, kitaplarımın parasını ayrıca vereceklerini, istersem bana yurt da göstereceklerini söyledi... Milliyetçi ve mukaddesatçı bir genç olarak bana düşen tek şeyin, dersimi çalışmak olduğunu, ideolojik kavgalara girmememi, okulu bitirdikten sonra Üniversitede asistan olarak kalmamı sağlayabileceğini, müslümanlar için kadrolaşmanın zorunluluğunu... Besbelli ki ben, “oh oh! O da çalışıyor, bu da!” cinsinden ve ölen babasının yerine-yetişmiş!- genç olarak onu yerini alıp düzenin bir çarkı olan –netice hep böyle olmuştur- bu zihniyetle bağdaşamazdım... Paraya da ihtiyacım var?

 

* Fethi Gemuhluoğlu ağabey, o zaman herhâlde 50-55 yaşlarında olsa gerek... Aslında sistemli ve örgütlü bir çalışma içinde olsa –meselâ bugün İBDA’da-, müthiş verimli... Elini sıktığı adam, kim olursa olsun, adeta sinekten yağ çıkarırcasına bir fayda zihniyeti güden bu güzel adama meftun... Meselâ ondan vaktiyle burs alıp okumuş adam, nereye giderse gitsin onun tarassutu altındadır; günü gelir, filâncanın işi için o falanca işe yarar... Müthiş geniş bir çevre ve her kesimden, her partiden insanlar... Hiç kimse, kendi kesesinden şahsiyet devşirmeye bakmayan bu insandan rahatsız değil... Ama bana gelince!..

* Fethi Bey’in, benim anormal ve küstahlığa bakan tedirginliğim karşısında takındığı alabildiğine babacan ve tatlı tavrı, olmayan duvara yaslanan adamın boşluğa düşmesine benzer bir sarsaklığa yol açması bakımından beni kızdırıyor... Meselâ her seferinde, zımnen tanıdığı babamı sorar ve ekler:

- "Babanın ellerinden öperim!”

Eli öpülecek adam, karşısındakinin duruşunu kırmak için –burnunu diyelim- böyle yapıyor!..

 

* Karşılıksız burs alışım, gururumu incitiyor ve ne yazık ki bu hâlim... Geçelim... Sonra; bana para verdiği için ne olmam ve nasıl olmam gerektiğini de söylüyor ki, ilerleyen seneler boyunca görülen farklı bakışımın o ânda toplu ruhîyatını gözönünde tutarsınız, büsbütün çileden çıkıyorum... Ben istediğimi yaparım, onun ne haberi olacak?.. Kendimi kendime karşı intihara götürecek böyle bir şeyi de ben yapamam; ben, o gün değil, bugün de, “söz namustur” ukdesine giriftarım... Güyâ alâkadar oldukları adamın lâfını daha kapıdan çıkarken unutanlar anlar mı?.. Geçelim... Ve geçmeyelim: Necip Fazıl hep “ben” der, ne yapalım, arasıra onun nefsini yemlemek gerekir... Fethi Bey, o herkesi hoşgörücü saka ve onunla temas edenlerle olan temasımda böyle bir baygınlık... Dangalaklık dememeye gayret ettiğim anlaşılıyor herhâlde... “Benim gözümde Necip Fazıl nedir?”, İBDA kütüphânesi söylesin... Başta “Maveracılar” denen o çevre himayesindekiler ise, hem sanat ve hem fikirde ahlat çıktılar; geldiler, geçtiler... Zaman benim doğruluğumu ortaya çıkardı... Şükrederim!..

 

* Üç-beş ay, sözkonusu sıkıntılar içinde burs aldım... Ama takatim tükendi... Fethi Bey’in karşısına son çıkışım... Yanına gelişim yine suratsız; sanki iyiliği gören ben değilim... Bu sefer beni ciddî karşıladı ve yanındaki sandalyeye oturttu:

- "Bak; şu salonda şu kadar insan var, talebesi var, doçenti var... Sana hepsinin içinde söylüyorum: Sen bizim davamızın cins atısın, sana herkesten farklı davranıyorum!.. Ne bu surat yahu?.. Okulunu bitirirsin, sonra bana bursu geri ödersin... Bana bir şey borçlu değilsin ki!.. Senin gibi bir gence burs verebildiğim için ben minnettarım!.. Ben seni tanımıyorum mu zannediyorsun?.. Cengiz herşeyi anlattı... Asil aile çocuğusun, babanı da biliyorum!.. Buraya her gelişinde, sırf senin hâlini kırayım diye “babanın ellerinden öperim, babaannenin ellerinden öperim!” diyorum... Ben senin büyüğünüm yahu!”

Mehmet Akif... Sadaka vermek ister, ama cebinde parası yoktur... Safahat isimli eserinde şöyle der:

- "Ya himmetim olmasaydı, veya param olsaydı!”

İçimde yaşattığım aşkla, o aşka muhatap imkân arasındaki uçurum... O senelere ait bir şiirimden mısralar:

- "Bıktım usandım kuşlar – Bıktım usandım – Ne olursunuz – Beni de uçurun!”

Uçurmadılar!..

 

* Fethi Bey böylesine bir yakınlığa girmişken, ben, beni rahatlatıcı kararımı açıklıyorum:

- "Benim artık burs almaya ihtiyacım kalmadı, onu haber vermeye gelmiştim!”

- "Nasıl kalmadı?”

Yalan söylüyorum:

- "İş buldum!”

- "Ne işi buldun, nerde?.. Bana adresini ver, seni arayacağım!”

Ve o gün ilk defa hürmet hissimi ifâdeye vesile diye ayrılırken elini öpmeye davranıyorum... Gerçekten eli öpülecek güzel bir insandı... O günden sonra, ne yaptım ne ettim teftişine uğramamak için yanına gitmediğim Fethi Ağabeye, aracılar vasıtasıyla hep selâm ve hürmetlerimi sundum, elinden öptüm!

 

*Salih MİRZABEYOĞLU, Tilki Günlüğü-Ufuk ile Hafiye, İBDA Yay. c. 5, s. 502-508

[/right]

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

ŞİMALLİM

 

Şimal dağların kafir sarmış,

sevişmek olmaz bize

Şimal dağlarının en yücesine,

Kayaları aşarak, rüzgârlara binip kartallaşarak,

Sakladığımız soyumuzu buldular,

kör ve kızıl kurşunlar,

Yukarlardan senin ve benim

kalbime çarparak yuvarlananlar var.

Sevişmek olmaz bize şimallim,

sevişmek olmaz!

Şamil'im diyen köpüklü ağızlara,

Yalınkılıç şimşek gözlü, bizim yağızlara,

dipçik basıyorlar şimallim.

Şimali asıyorlar,

dedenin at oynattığı bozkırlarda.

Şimalde kızıl bir kar!

Şimalde kızıl bir çarlık!

Şimal avullarında kıtlık var,

şimallim kıtlık!

Dağ çocukları kızıl kardan önce eriyor,

karıştı kanları Karadenize...

Ak denizim ak, köpüklen şahlan,

bahtı karam, adı karam.

Boğazda duruyoruz selam sularına.

Depreşti yaram, yaram depreşti de şimallim,

sevişmek olmaz bize!..

Dağıt saçlarını şimallim dağıt,

Rüzgâr dağıtsın, efkâr dağıtsın,

Ver saçlarını şimallim ver,

bayrak olsun ellerime!

Ger saçlarını şimallim ger,

önüne koy kalbimi.

Siper doğacak yavrularına,

Siper dağ çocuklarına,

Siper toprağımıza!...

II

Kalbimi oymuşlar, oymuşlar da şimallim

Hayalini, resmini değil

seni koymuşlar içine

Onun içindir adınla atışı

Adını besteleyen kanlı bir kalb

Bir fildişi kule değil

Ötesi berisi toprak

Bir Mecnun bir Kerem, bir Ferhat

Gören göz, duyan kulak o

Alperenler imanı

Bir derviş sabrı, ganî

Unutmuş deliya çıkan adını

Kalbimi oymuşlar, oymuşlar da şimallim

Hayalini, resmini değil

seni koymuşlar içine

Onun içindir adınla atışı

 

Mayıs 1949

 

Gemuhluoğlu

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

FETHİ GEMUĞLU OĞLU K.S.'NİN MEB BAKANIMIZ NABİ AVCI'YA MEKTUBU:

15 Ekim 1972

“Nabi kardeş, Nabi Can,
Mektubunu aldım, içim ışıdı. Mutluluk duydum. Belgeleri tamamlamakta acele davranmanı isterim. Şiiri bırakma. O senin ibadetindir. Herkesi ‘usta’ bil, o senin edebindir. Ama ‘sen kendin ol’ ve Usta sensin. Gerçeği ifade ediyorum. Meslekim ve meşrebim ‘medih ve senada ileri gitmek’ değildir.
Benim için Ankara Hacı Bayram şehridir. Huzur’a git, yalvar, ağla ve cemale hizmete talib ol. ‘Hadim olmayan, mahdum olmaz’
Sükut da tevhiddir. Onu da bil. Benim için Ankara biraz da Nuri Pakdil, Erdem Bayazıt, ve Akif demektir. Onlara sevgimi ilet.

Oruç ayınız kutlu olsun........
Çalışkan birer öğrenci misiniz? Acele yazınız.
Selam ve selam.

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ne kadar içten ve samimi bir mektup.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Fikir ve çile birliği kökünde yekpâreleştiğimiz büyük ve sevgili dostum Fethi Gemuhluoğlu" (Necip Fazıl Kısakürek)

 

"İnsanın elinden tutuyor, adetâ çağa çıkartarak yürüyüşe alıştırıyordu. İnsan; arttığını, çoğaldığını duyumsuyordu O’nun yanında…" (Nuri Pakdil)

 

"Tek başına adetâ bir okuldu." (Cahit Zarifoğlu)

 

"Bize kendi kuşağı içinde en sağlam çizgiyi aktarabilenlerden biriydi." (İsmet Özel)

 

"Görünen hizmetlerin değil, görünmeyen himmetlerin adamı idi." (Ahmet Kabaklı)

 

"Fethi Gemuhluoğlu; aynı çağrılar içindeyiz." (Özdemir Asaf)

 

"Kelamın en zarifini, edebin en kâmilini, siyasetin en ferasetlisini, edebiyatın en muhtevalısının onun aziz varlığında erimiş bulurduk. O, bir uygarlığın temsilcisiydi." (Akif İnan)

 

"Sürgünde kurulmuş bir Osmanlı divânı gibiydi." (Nabi Avcı)

 

"Sözle semâ yapıyordu." (Hilmi Yavuz )

 

"Onun sohbetlerinde, hem fikirlerle donanır, hem ermiş bir adam halini yaşar, hem dava bilincinizin keskinleştiğini hissederdiniz." (Rasim Özdenören)

 

"O, insan mühendisi idi." (Ergun Göze)

 

"Bir nesle ağabey olan Fethi Gemuhluoğlu, en bunalımlı anlarda yanı başımızda." (Erdem Bayazıt)

 

"Onun kitabında sağ-sol, inkılâp-irtica diye kavramlar yoktu. O, bu kutuplaşmanın üzerinde insanlara bakmasını bilirdi." (Cahit Tanyol)

 

"Fethi ağabeyin iki hasleti: vefâ ve bağlılık… Şuur ve iman…" (Mustafa Miyasoğlu)

 

Kaynak:Vikipedi

Share this post


Link to post
Share on other sites

Şu sıralar Sadık Yalsızuçanlar 'ın hazırlamış olduğu Fethi Gemuhluoğlu Dostluk üzerine adlı kitabını okuyorum.Kitabı okuyunca insan ister istemez üzülüyor,nasıl böyle biriyle tanışmadım diyerek ah ediyorum. Dostluğun ve samimiyetin bildiğimizin aksine manasının ve derinliğinin farklı olduğunu anlıyorum. Müminler için onca infak ayeti varken bunu hiç şüphesiz uygulayan ve gerçek anlamda idrak eden bir insanmış gemuhluoğlu.

 

Birkaç not aktarmadan geçmeyelim bu zarif insanı:

 

**Ölüme dost olunuz!

 

**Siz hiç aşık oldunuz mu? Bir dağ başında bir ağaçla baş başa kalsam o ağaca aşık olurdum.

 

**Kendi kendinize sebebsiz yere hüzünlendiğiniz anlarda biliniz ki Allah'a yaklaşmışsınızdır.

 

**Bir gün anam kadını elinde bir Kuran ve bir çöple gördüm.Anam ümmi idi.Bana bu çöple harflerin üstünden geçtiğini söyledi.Benim okuma yazmam yok oğul ,böyle yaparsam ola ki Allah bana bir hatim sevabı yazar.dedi

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Fethi Gemuhluoğlu abinin ilgimi çeken bir yanıda konuşmalarında ki selam kısmı oldu.

 

''Evveli, âhiri, zâhiri, bâtını selamlarım. El-Evvelü Allah, El-Âhirü Allah, Ez-Zâhirü Allah, El-Bâtınü Allah. Sâhib’i selâmlarım. Sâhib-i Hakîki’yi selâmlarım. Sağımı, solumu, önümü, ardımı selâmlarım. “Levlâke Sırrının Mazharı”nı selâmlarım. Vâlidesini, Hadîce Vâlidemi, Fâtıma Vâlidemi selâmlarım. Cihâr-ı Yâr-ı Güzîn’i selâmlarım. Erkân-ı Erbaa’yı: Selmân’ı, Mikdâd’ı, Ammâr’ı, Ebu-Zerr’i selâmlarım. İmâmeyn’i Muhteremeyn’i selâmlarım. Tâife-i ecinnîyi selâmlarım, mü’minlerini ve müslimlerini. Ve sizi selâmlarım.

Peygamber-i Ekber bir hadîs-i nebevîlerinde buyuruyorlar ki, “Önce selâm, sonra kelâm”. Önce sizi selâmlıyorum.''

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu aralar Fethi abiye takmış durumdayım. Nuri Pakdil 'in '' bağlanma '' adlı kitabını okuyorum. Böyle şahane insanların yaşadığı çağda yaşamamış olmak üzüyor beni.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sadık Yalsızuçanlar'ın derleyip hazırladığı 'Dostluk Üzerine' kitabı Gemuhluoğlu'nu tanıma ve anlama açısından sağlam bir kaynak bence.

 

Kitaptan tadımlık alıntılar:

 

* Cebinizde kalan son lirayla simit alıp da karnınızı doyurmayın, gidin onunla bir film yahut bir tiyatro seyredin.

 

* Paradan önce dost biriktirin.

 

* Varsa yoksa türküler diyeceğiz. Dünyanın neresinde olursak olalım türkülere özlem duyacak, türkülere güzellemeler düzeceğiz.

 

* Sebepsiz yere hüzünleniyorsanız, bilin ki; Allah'a çok yakınlaşmışsınızdır.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Fethi Gemuhluoğlu'nun, 22 Kasım 1975 tarihinde 'Dostluk' üzerine irticâlen yaptığı konuşma.


"Tarihe dost değiliz. Coğrafyaya da dost değiliz. Coğrafyaya dost olmadığımızı göreceksiniz. Türkiye bir iç harbin eşiğindedir. Bir doğu-batı meselesi çıkabilir. Anadolu Beylerbeyliğini bile size çok görürler. Sonra, bu içinizdeki çocuklardan Batı Trakya’yı yahut Kırım’ı kurtarmalarını ve belki orada yaşamak imkânımız olup olmadığını araştırmak gibi bir gaflete düşeriz."

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...