Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Vakıf Ahmet

Necip Fazıl Da Polisiye Roman Yazmış

Recommended Posts

Nurşen ALDI / TİMETÜRK

 

Erol Üyepazarcı, yoğun çalışmalarının sonunda iki ciltlik bir yapıt koydu ortaya: Korkmayınız Mister Sherlock Holmes! Polisiyenin Türkiye'deki 125 yıllık serüvenini inceleyen tuğla gibi çalışma, sadece polisiye meraklılarına değil, tüm edebiyat okurlarına sesleniyor. Erol Üyepazarcı, polisiye romanlarla ilgili keşiflerini sürdürüyor. Son olarak Necip Fazıl Kısakürek’in Meş’um Yakut kitabını merkeze alan güzel bir yazı kaleme aldı.

 

Yazın dünyamızda son yıllarda bir önyargının polisiye romana karşı takınılan olumsuz tavrın sessizce kırılmaya başladığına tanık oluyoruz. Belki de yeryüzünde en yaygın olarak Türkiye'de kullanılan 'Ben polisiye roman okumam' cümlesi artık daha az kullanılmaya başlanıyor. Bu kireçli önyargının kırılmasında, polisiye kaleme alan yazarlarla ve iflah olmaz polisiye tutkunlarının çabalarını da göz ardı etmemek gerekir. Erol Üyepazarcı işte bu iflah olmaz polisiye tutkunlarından biridir. Üyepazarcı, polisiye romanın dünyadaki ve Türkiye’deki tarihini ve gelişimini derinden bilen titiz bir edebiyat tarihçisi ve araştırmacısıdır. Bu satırları yazmamın nedeni Onun bu konudaki birikimini neredeyse çeyrek yüzyıl yıldır üzerinde çalıştığı Korkmayınız Mister Sherlock Holmes! adlı dev yapıtı ortaya koyar.İki ciltlik bu yapıt, hem 1150 sayfalık niceliksel boyutuyla, hem de polisiye romanın Türkiye’deki 125 yıllık tarihini en ince ayrıntısına kadar sunuşuyla bu nitelemeyi sonuna kadar hak ediyor.Özellikle ikinci ciltte, Türkiye'de yayımlanmış çeviri metinlerden de yola çıkarak bu türün dünyadaki tarihini ve gelişimini de büyük bir titizlikle anlatıyor.

 

 

 

Necip Fazıl’ı nasıl atladı?

 

Polisiye romanın Türkçedeki seyrini bu kadar bilmesine karşın onunda atladığı nadir de olsa eserler olabileceğini Virgül dergisinde yayımladığı bir yazıyla ortaya koydu Erol Üyepazarcı: “Polisiye romana ve bu türün ülkemizdeki öyküsüne meraklı olanlar, bu satırların yazarının yıllardır bu konu ile uğraştığını ve geçtiğimiz yıl Korkmayımz Mister Sherlock Holmes! isimli, -sahaf tabiriyle- tuğla gibi iki ciltlik bir kitap yayınladığını bilirler. Bu kitap için neredeyse yirmi yıldır belge ve bilgi topladığını kitabının önsözünde anlatmıştır. Ancak konu o kadar bakirdir ki, her gün yeni bir gelişmeye tanık olmak mümkündür. Polisiye roman sevdalısı genç dostu Oğuz Eren, bir internet sitesinde Necip Fazıl Kısakürek'in kaleme aldığı iddia edilen bir polisiye roman satıldığını söyleyince heyecanlanmış, ama şaşırmamıştır. Peya-mi Safa'dan Nâzım Hikmet'e, Aziz Ne-sin'den Kemal Tahir'e, Peride Celal'den Hüseyin Rahmi Gürpınar'a, Halide Edip Adıvar'dan Cevat Fehmi Başkut'a, Esat Mahmut Karakurt'tan Refik Halit Karay'a, pek çok ünlü yazarın polisiye roman yazdığını bildiğinden, bu ünlüler kervanına Necip Fazıl'ın da katılması onun için şaşırtıcı değil ama yine de ilginç bir olaydır. Ancak bu olayı ortaya çıkaranın kendi olmamasına da bir hayli kızmıştır. Çünkü Necip Fazıl'ın böyle bir kitap yazdığını, kaynaklarını iyi incelemediğinden atladığını fark etmiştir.

 

Yazarınız Osmanlıca, yani Arap harfli polisiye romanları saptarken asıl kaynak olarak rahmetli Seyfettin Özege'nin, 25.554 kitabı kapsayan beş ciltlik Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Katalogu adlı emsalsiz çalışmasını esas almış ve bu katalogu en az beş kere baştan aşağı gözden geçirmiş ve polis romanı olması muhtemel kitapların listesini yapmıştır. İşte bu eserin üçüncü cildinin 1124. sayfasında Necip Fazıl'ın Meş'um Yakut isimli eseri kayıtlıdır, ama iddialı yazarınız bu kaydı atlamıştır. Ya Necip Fazıl'ın polisiye roman yazmayacağı gibi bir önyargının etkisiyle ya da başka nedenlerle bu yapıtı listesine alma¬mış ve kitabında bu ilginç yapıttan söz etme ve "Bakın Necip Fazıl da polisiye roman yazmış, bu kitaptan kimsenin haberi yoktu, bunu da ben ortaya çıkardım," deyip allamelik etme şansını da kaçırmıştır.”

 

 

 

Necip Fazıl'ın Meş'um Yakut’u

 

Meş’um Yakut 1928 yılında, yani Latin harflerine geçildiği yıl, bu değişim olmadan çıkmıştır. Kitabı çıkaran, dönemin ünlü yayınevlerinden Kanaat Kitabevidir; İstanbul'da Amidî Matbaasında basılmış 136 sayfalık bir polisiye romandır.

 

Necip Fazıl, ikinci kitabı olan Kaldırımlar’ı çıkardığı ve ‘‘Kaldırımlar Şairi’’ olarak ünlendiği 1928’de neden bir polisiye roman yazmış ve yayınlamış,sorusunu Üyepazarcı şöyle yanıtlıyor yazısında: “Bunun izahı, kanımca, o günlerde Peyami Safa ile olan yakınlığına bağlanabilir. İki yazar da o günlerde İstanbul'un iki ünlü bohemidir. İkisi de yirmili yaşlarının son-larındadır. O günlerdeki yaşamlarının öyküsünü arkadaşları Fikret Adil'in kaleme aldığı Asmalımescit 74 adlı anı kitabında ayrıntılarıyla görebiliriz.

 

Peyami Safa da edebi yaşamının başlangıcında yavaş yavaş ünlenen bir yazardır, ancak bu ün para getirmediğinden, Server Bedi takma adıyla Türk polisiye roman tarihinin en bilinen kahramanı Cingöz Recai'nin maceralarını yazmakta ve okuyucu katında çok tutulan bu öyküleriyle iyi para kazanmaktadır.

 

Necip Fazıl'm o günlerde bir evi yoktur. Kendisi gibi bekâr olan arkadaşı Peyami Safa'nın evinde kalmaktadır. Yani ikisi de bir anlamda Cingöz Recai sayesinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Bunu Necip Fazıl şu sözleriyle alaya alır:

 

Bana soruyorlar:

 

- Nerede yatıp kalkıyorsun?

 

- Peyami Safa'nın evinde.

 

- O nerede kalıyor?

 

- Cingöz Recai'nin evinde!

 

Kanımızca Necip Fazıl, dostu Peyami Safa'ya özenmiş ve onun gibi iyi para ka¬zanmanın bir yolu olarak polisiye roman yazmayı denemiştir.”

Kapalı oda muamması türü bir polisiye

 

Meş’um Yakut’un polisiye roman bakımından ifade ettiği değeri de irdeler Üyepazarcı yazısında. Romanın başlangıcı ve gelişiminin epey nitelikli olduğunu ifade ettikten sonra söz konusu romanın Anglosaksonların closed room mystery dedikleri "kapalı oda muamması" türü bir polisiye roman olduğu hükmüne varır. Bu tip öykülerin gerçekten de kurgusu zor hikâyeler olduğunu ve kolaylıkla mantık dışı gelişmelere de konu olabileceğini belirten Üyepazarcı Necip Fazıl’ın polisiye romanı ile ilgili nihai yargılarını şöyle açıklar: “ İçeri girilmesi ve çıkılması olanaksız bir odada işlenen cinayetin açıklamasını iyi yapamazsanız, inandırıcılığınızdan kaybedersiniz.

 

İşte Necip Fazıl bu noktada başarısız kalıyor. Okuyucu merakla cinayetin açıklanmasını bekliyor. Remzi Çetinkaya'nın ilk keşiflerini, Münevver'in katil olamayacağını kanıtlamasını heyecanla takip ediyor, ama ondan sonrası tam bir fiyasko. Yazarımızın iddialı olduğu belli. Yazdığı ilk polisiye romanda bu öykülemenin en zor türünde yazmaya soyunmuş, ama maalesef akla uygun çözümler üretemiyor. Hele en sonunda bayatlamış ve irrasyonel bir trük olan, bir insanı manyetize edip ona cinayet işletmeye kadar işi uzatınca, eser iyice çaptan düşüyor. Bir de yangında öldüğü söylenen Saadet Hanım'ın yaşadığı ve eziyetle elinden sahte bir vasiyetname alınmaya çalışıldığı ortaya çıkınca, romanın bütün mantık yapısı çöküyor ve inandırıcılığı tamamen yok oluyor.

 

Sonuç olarak, Necip Fazıl'ın yazdığı bu tek polisiye romanda başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Özendiği arkadaşı Peyami Safa'nın Cingöz Recai öykülerinde böyle tutarsızlıklara hiç rastlanmaz. Cingöz Recai öykülerinin mantıki kurgusu çok sağlamdır ve okuyucuyu irrasyonel çözümlerle aldatmaz.

 

Necip Fazıl öykündüğü Server Bedi hikâyelerinin seviyesini tutturamamıştır; kanımızca hatası, kurgusu çok zor olan "kapalı oda muamması" türüyle işe başlamasından gelmektedir. Daha basit bir kurguyu gerektiren başka tür bir öykü kaleme alsaydı daha başarılı olması mümkündü. Yine de romandaki diyaloglar, kahramanların tasvirleri başarılıdır. Suçlunun kim olduğu hakkında okuyucuyu yönlendirmeler de vasatın üstündedir.

 

Necip Fazıl yazdığı bu polisiye romandan hayatının son demlerine kadar hiç bahsetmemiş, onun yaşamını ayrıntılı olarak tanımlamaya çaba sarf eden hayranları da bu eseri hiç söz konusu etmemişlerdir. Belki de yazarımız yapıtının başarısız olduğunu kabul etmiş ve unutulmasını yeğlemiş olabilir.”

 

Sözün özü Meş’um Yakut’un başarısız bir polisiye roman olduğunu belirten Üyepazarcı, yine de kitabın Latin harfleriyle baskısı yapılırsa merakla okunabileceğini ekliyor yazısının sonuna.

 

Kaynak: http://www.timeturk.com/necip-fazil-da-pol...887-haberi.html

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bahsi geçen kitap Üstad'ın çöpe attığı kitaplardan... Erol Üyepazarcı bunu gözden kaçırmış.Meş'um Yakut'u Üstad başarısız görmesinden değil de, çöpe atılması gereken kitaplardan gördüğü için yeniden basmamıştır. Vesselâm.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadın genç yaşta kaleme almış olduğu bu polisiye romanı ilk defa edebiyat tarihçisi sayın M. Orhan Okay tespit etmiştir. Polisiye türüne meraklı bir okur olarak Üstadın kaleme almış olduğu bu kitabı çok merak etmiştim. Polisiye romanların cezbedici tarafı insanın merak hissiyatını kaşıması ve kitapta kullanılan gerilim, korku, araştırma, gizemlilik gibi ögelerle de heyecanı doruk noktaya taşımasıdır. (Hele bir de tarihi, siyasi, fenni örgüler eklenmişse bitene kadar elden bırakılmaz) Yani dağcıların, tehlikeli spor tutkunlarının adrenalini yükseltip daha fazla zevke ulaşmak için giriştikleri faaliyetler gibi, polisiye okuyarak da bir nevi o dünyanın içine girerek kendini sırlı hadiselerin kilidini bulan, gizem perdesini kaldıran roman kahramanının yerine koyarak hafiyecilik oynamak ister polisiye okuru.

Üstadın polisiye türünde bir kitap yazmasına gelirsek, kendini davasına adamadan önceki dönemde kaleme almış olduğu bu kitabı Üstad, davasına muvazi yönde giden bir mahiyet taşımadığını düşündüğü için eserleri arasına almamıştır muhtemelen. İçinde mutlaka bir cinayet olması elzem olan polisiye türünün, meraklı okurları heyecandan heyecana sürüklemesi ve roman katmanına yedirdiği diğer malumat ve çözülmesi gereken düğüm dilimleriyle (bilhassa Jean Editistophe Grange, gazeteci olması hasebiyle kitaplarında her sahadan yaptığı araştırmalarla elde ettiği bilgileri incelikli bir şekilde kullanır) kafaları katili bulmaya odaklayarak yapay bir sorunla uğraşmaya itmesi gibi menfi bir neticeye götürmesi, üzerinde düşünülecek o kadar önemli mesele varken zamanı suni bir meseleye harcamaya sebep oluyor. Ki edebiyatın hemen hemen bütün türlerinde eser veren ve bu eserleri ana ideolocyasına bağlayarak veren Üstad, polisiye ile de davaya hizmet edeceği kanaatine varsaydı, ileriki dönemlerinde de bir polisiye kaleme alırdı. Ama polisiye, kurulması gereken mahiyeti itibariyle suni vakalar inşa etme ve onları çözme üzerine bina ediliyor.

Tabi bir Üstad okuyucusu olarak Üstadın bu kitabını merak ediyorum kendi adıma. Geçenlerde bu osmanlıca kitabın bir sitede satıldığını gördüm. Nadir bir kitap olduğu için de epey pahalıydı. Oradan almış olduğum kitap fotoğraflarını yeri gelmişken paylaşmak isterim. Yedi İklim Dergisinin Üstad özel sayısında da bu romanın son bölümü yer almakta idi. Onu da ilerleyen günlerde sitemizde paylaşacağız. Kitabın yeniden basılması meselesi ise kitaba sadece kemiyet gözüyle bakanların düşünebileceği bir durum olarak değerlendirmek zorundayım. Üstadın kendi zamanında, kendi eliyle kitap külliyatına almadığı bir kitabının basılması doğru bir tercih değil. :

 

153081710.jpg

 

dsc00480ku5.jpg

 

dsc00483zo3.jpg

 

dsc00484ee1.jpg

Share this post


Link to post
Share on other sites

Meşum Yakut kitabının son bölümü:

 

 

Son Bölüm

Muhlis Bey aylarca herkese ölmüş gibi gösterdikten sonra bu gece öldürülmüş farz ettiği zevcesinin mezarından kalkan bir hayalet gibi odaya girdiğini görünce o zamana kadar muhafaza ettiği metanetini kaybetti. Oturduğu yerden bir ok gibi fırladı ve kapıya doğru mecnun bir firarla koşmak istedi. Fakat iki polis omuzlarından yakalamış ve kollarına girerek onu zorla odada kalmaya mecbur etmişlerdi. Çetin Kaya dudaklarındaki muzaffer tebessümle sözüne devam etti:

 

-Dediğim gibi efendiler, müessirat ve esbab-ı cinayete gelince: Hadise şöyle başlamıştır. Muhlis Bey pederinden mevrus cüz'i servetini bitirip on parasız kalınca eskiden pek iyi yaşamaya alışmış olan bu mühlik şahsiyet uzun zamanlar sefalet çekmiş ve tab'ındaki denâet ve redâet onu daima haberi olmadan bir kan bahasına da olsa doymaz ihtiraslarını tatmin edecek bir servet aramaya sevk etmiştir. Senelerce bu hissini tatmin etmeğe imkân bulamadan sefalet içinde yüzen Muhlis Bey bundan beş sene evvel dostlarından birinin delaletiyle Mısırlı Saadet Hanım'a tanıtılmış ve tanıtıldığı andan itibaren Mısırlı Saadet Hanım'in namütenahi servetiyle gözleri kamaşan cani ilk emel olarak Saadet Hanım'in zevci olmayı kurmuş ve bu emeline de çok geçmeden nail olmuştur.

 

İzdivaçlarının ilk anında bu akıllara hayret ve nefret veren cinayet planını henüz kurmamış olan kahramanımız bundan bir sene evveline gelinceye kadar doğru dürüst bir aile reisi gibi yaşamış fakat bir türlü Saadet Hanım'ın varidatıyla kani olmayan ve menba ve iradâtı da yed-i hükmüne geçirmek isteyen ihtirası nihayet feci planını kurmasına amil olmuştur. O sıralarda herkes gibi onun da duyduğu meş'um yakut efsanesinden muhayyilesi azamî istifadeyi temin etmiş ve herkesin yakutun şeametine maruz kalarak öldü demesi için zevcesini bundan bir sene evvel kendi eliyle yaktığı evde yanmış gibi göstererek Yeşilköy'de kendi tasarrufundaki hâli bir evin bodrum katına hapsetmiştir. Bunun için yanan küçük köşkün içine bir insan iskeleti koyarak parmağına mahut yüzüğü geçirmesi kâfi gelmiştir. Bu suretle Saadet Hanım ölmüş addedilerek miras Muhlis'in üvey kızına kalacak ve kız da taht-ı vesayetinde olduğu için bir müddet mirasın hayaliyle geçinecek ve sonra o da ortadan kaldırılır kaldırılmaz Nigâr'dan mütevaris diğer akrabalara karşı güya eskiden yazılmış da yeni bulunmuş bir vasiyetname gibi sağ kalan Saadet Hanım'a cebren yazdırılan vasiyetname ortaya çıkarılarak servetin üstüne oturulacaktı. Görüyorsunuz ki Muhlis Bey'in planında olan Saadet Hanım ortadan kalkınca Servet esasen Nigâra kalacağı için hiçbir şüpheyi davet etmeyecek ve sonra da Nigâr öldürülür öldürülmez yine re'sen kendine bir şey düşmeyeceğinden kimsenin hatırma bir şey gelmeyecekti. Plan çok üstadânedir. Herkesin ölmüş farzettiği Saadet Hanım'dan vasiyetnameyi koparmak için aylarca kendisini havasız bir mahzende hapseden ve her türlü mukavemet teşebbüsünü imha için de yedirdiği yemeklere afyon ve sair münevvimler karıştıran Muhlis Bey zevcesinin bekçiliğini Hüsrev Rıza ismindeki şerire vererek kadıncağızı aylarca kimsenin haberi olmadan mahbesinde inletmiş ve kadın artık ölecek devreye gelince işi nihayetine getirmek lüzumunu hissederek o sırada yanında misafir bulunan Sebati Bey'in zaaf-ı ruhisinden bilistifade Nigâr'ı bildiğiniz şekilde öldürtmüştür. Nigâr'ı öldürttükten sonra hadisenin faili olarak biçare Mürüvvet'i göstermek istediği için yine bildiğiniz şekilde kızcağızı ölünün odasına celp etmiş ve terliklerini kana bastırmak ve bıçağı kapısında bıraktırmak suretiyle bütün şüpheleri kızın üstünde cem etmiştir. Aynı gecede sanki kendi kaçmış gibi kızı gizli geçitten bizzat kaçırmış ve aşağıda bekleyen Hüsrev Rıza'ya teslim etmiştir. Biraz sonra kız ayılmış bulunduğundan kızı Hüsrev Rıza ile beraber gitmeğe ikna için yine bahçeye çıkararak kıza demiştir ki:

 

-İçeride merkez memuru var. Seni katil zannediyor. Sen bu adamla git, o seni Yeşilköy'deki evime götürecek, yakında masumiyetin meydana çıkınca köşke dönersin.

 

Esasen asabı rahnedar olan ve korkan kızcağız tabii bu teklifi kabul ederek tanımadığı şeririn refakatinde Yeşilköy'e gitmiştir. Muhlis Bey o sırada bahçede dolaşmasmdaki maksadı setretmek için de başını biraz kanatarak bayılmış gibi yere uzanmış ve herkesin bildiği çuval ve arkadan bir darbe masalını uydurmuştur.

Mürüvvet refikinin yanında sandalla Köprü'yü geçtikten sonra otomobille derhal Yeşilköy'e götürülmüş ve orada kıza ölümden feci bir cinayet yapılmıştır. Hüsrev Rıza ismindeki Muhlis'ten aşağı kalmayan şerir kızı yüzüne karşı katillikle itham ettikten sonra kızın aklını bozmak maksadıyla demiştir ki:

 

Saadet Hanım muhakkak kızının intikamını alır. Mezarından kalkar ve seni boğar. O sırada kızı mahzenin aşağı kapısından bodruma sokmuş, kız da birdenbire yatağın içinde gözleri yerinden fırlamış bir halde öldüğünü zannettiği Saadet Hanım'ı görünce derhal korkusundan dili tutularak yere yuvarlanmış ve şerir de arkadan indirdiği bir tokmak darbesiyle kızın son halet-i teheyyüçte olan ân-ı ruhisinden bilistifade cinnet getirmesine sebebiyet vermiştir. Sabah olmadan İstanbul sokaklarına bırakılan biçare mecnune ertesi gün ele geçince herkes onu yaptığı katlin tesirinden çıldırdı sanmıştır. Planın bu kısmı da şeni' olduğu kadar üstâdanedir.

 

İşte bu esnada benim işe karışmam Muhlis Bey'in işini altüst etmiş ve yolunda gitmekte olan vaziyeti tenvire doğnı bir hatve vazifesini görmüştü. Bilhassa ben gizli geçine bir de kol düğmesi bulunca bunun nasıl bir tefsire uğrayacağını düşünen cani Sebatı Bey'e ait olan düğmeyi saf ve masum aşçısının odasına koyarak aklınca onu itham ettirmeğe kalkışmıştır. Köşkte yattığım gece bende gayri ihtiyarî hasıl olan şüpheleri tatmin etmek için hem Muhlis Bey'in çalışma odasında, hem de tavan arasında tetkikat yaptığım zaman bana tahkikatımda hedef vazifesi gören çok mühim izlere şahit oldum. Bir kere salondaki yazı bürosunun gözünde manyatizma usullerine dair birçok eser gördüm ve eserlerde bilhassa cinai vakalara dair müşahedelerin bir kurşun kalemiyle çizilmiş ve işaret edilmiş olması zihnimi derhal bu ihtimal üzerine çevirmiştir. İşlerine bu kadar burun sokmamdan hoşlanmayan Muhlis Beyefendi daha dün benim de zavallı Nigâr'ın yanına iltihak etmem için şerik-i cürmüne emir vermişse de planı ona hizmet edecek yerde bana hizmet etmiş ve tam vaktinde Yeşilköy'e gidilerek artık imzalanmasına vakit gelmiş olan Muhlis Bey lehindeki vasiyetnamenin işkence ile Saadet Hanım'a imzalatıldıktan sonra zaten herkesin ölmüş bildiği kadıncağızın şeriklerden uşak Ali rolünü yapan Nuri'ye boğazlatılacağı zaman yetişilerek Saadet Hanım sağken girdiği mezarından çıkarılmış ve Hüsrev Rıza da, Ali de tevkif edilerek deliklerine tıkılmıştır.

 

Çetin Kaya, lafını burada bitirdi. İki polis memurunun kollarında bayılacakmış gibi yere sarkan ve yüzü bir duvardan farksız denecek derecede solan Muhlis Bey iki büklüm olmuş, çenesini göğsüne dayayarak darağacındaki masluplar gibi ölü, duruyordu.

Çetin Kaya, bu heyecanlı sahnenin baş aktör ve rejisörü, onun düşmüş çenesini kaldırarak gözlerini gözlerine dikti:

 

-Ben şimdi Hüsrev Rıza'nın bıçağıyla öbür dünyayı bulsaydım bunlar olmazdı değil mi?

Muhlis Bey'in ağzından âni bir köpük, peşinden acı bir çığlık koptu:

- Ah, bittim, mahvoldum.

- Evet Muhlis Bey mahvoldunuz. Çünkü kendinizi mahvedecek işler yapmaya kalktınız. Siz Nigâr'la Mürüvvet'in katili olduğunuz kadar kendinizin de katilisiniz.

Muhlis Bey daha keskin bir çığlıkla haykırdı ve birden mecnun bir isyan ve savletle polislerin kollarından sıyrılarak kaçmak istedi. Fakat her şey faydasızdı. Çünkü Çetin Kaya cebinden bir kelepçe çıkarmış, mütebessimane diyordu ki:

- Muhlis Beyefendi, o muhterem bileklerinize bu yakut taşlı bileziği takmak şerefini bendenize verir misiniz?

 

(Yedi İklim Dergisi Üstad Özel Sayısı - Mayıs 2005)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu polisiye eserden haberim yoktu. Bir bilgi daha kattınız dağarcığıma n-f-k.com teşekürler..

Share this post


Link to post
Share on other sites

hocam ben bu eseri arıyorum. hangi sitede olduğunu söyler misiniz??? acil cvp yazarsnz sevnrm....

 

abdurrahman kardeşimiz yorumu 4 sene önce yapmış, bahsi geçen ilanın halen geçerli olması düşük ihtimal.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...