Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

NFK-Fan

Admin
  • Content Count

    2,361
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    67

NFK-Fan last won the day on May 30 2015

NFK-Fan had the most liked content!

Community Reputation

285 Çok İyi

About NFK-Fan

  • Rank
    Administrator
  • Birthday 11/21/1988

İletişim Yolları

Profil Bilgisi

  • Cinsiyet
    Erkek
  • Okunan bölüm veya meslek
    İşletme

Recent Profile Visitors

31,821 profile views
  1. Necip Fazıl "Altmış yıl durmadan dinlenmeden bin bir çile içinde, eserler vererek, mücadeleler yaparak milletinin varoluş savaşında yerini alan bir millet büyüğü, düşünce ve edebiyat hayatımızın dinmez ve sinmez kalemi, yerinden oynamaz üslubuyla kendi edebiyat tarihine hakkaden kalem, Üstad Necip Fazıl,-¦¦" Sezai Karakoç için yeri doldurulamayacak, unutulamayacak bir insandır Necip Fazıl Kısakürek. Hayatta en çok değer verdiği, hakkında en çok yazı yazdığı insan; gençlik yıllarını yanında geçirdiği "üstadadır Necip Fazıl. Hatıralarında adını sıkça andığı Necip Fazıl için, Karakoç hep saygılı bir dil kullanır ve O'ndan "üstad", "bey" diye söz eder. Necip Fazıhn ölümüne kayıtsız kalan ve O'nun şahsiyeti hakkında olumsuz kanaat uyandıran bir yazı kaleme alan Ergun Göze'yi, saygısızlıkla ve vefasızlıkla suçlamıştır. Büyük Doğu davasına daha ilk gençlik yıllarında gönül veren Sezai Karakoç, ilk ciddi edebî eleştirisini de, yine Üstadı'nın şiir kitabı Sonsuzluk Kervanı üzerine yazmıştır. Aynı davaya gönül vermiş olmak ve aynı inancı paylaşmak az şey değildir, işte bu yüzdendir Karakoç'un Necip Fazıl'a yakınlığı. Daha 1955'te kaleme aldığı bir yazısında Sonsuzluk Kervanı şairini, Cumhuriyet neslinin ilk yaşayacak şiir değeri; Batıdakiler çapında orjinal bir estetik kuran ilk sanat adamımız; yeni şiire ilk kapı aralayan olarak kabul eder. Yine, Necip Fazıl'ın bütün şiirlerinin toplandığı Çile isimli eseri ilk defa yayınlandığında, Karakoç "Elinizdeki Deniz" başlıklı bir yazı kaleme alarak Üstad'ının kitabını övgü dolu sözlerle tanıtmaya çalışmıştır. Söz konusu yazısında şöyle der: "Sabahleyin gün doğarken bizi saran duygular neyse üstadın şiirleri bende o duyguyu uyandırır. Bazı şiirleri de güneşin öğleyin olduğu gibi yakıcı ve sıcaktır; bazıları ikindi güneşi gibi serin ve okşayıcı, bazıları da güneşin batış melankolisinden ve geceden parçalar... "Bazan da bana, en sınırsız, içimin kayalarını yıkayan, onları sedefle döşeyen bir denizi getirir bu şiirler. Bazan Porsuk'u içimden geçirir Sakarya'da akarım onlarla. Bazan göğün bütün haşmetini omuzlayan muhteşem bir ağaç olurum onlarla. Bazan, onlarla, tabiatın nabzını dinleyen doktorum; bazan hayaller peşinde koşuşan, fırçasını cin çarpmış, saçlarını periler taramış bir ressam."23 Karakoç'a göre, Necip Fazıl, "eseri, sözleri, davranışları ve jestiyle bir bütün olarak düşünülmesi gerekli bir şahsiyet"tir. Onu bölüp parçalayamayız. Şairliğini düşünce adamlığından; düşünürlüğünü gazeteciliğinden, yazarlığından; bütün bu özelliklerini de yaşantısından ayrı düşünemeyiz. Bir bütün olan bu yaşantı, öyle bir yaşantı ki, "bir anda duyarlılık ağır bastığı için şiir oluyor, bir an duruluyor, zeka patlamalarıyla düşünce alanı gibi açılıyor, bir noktada da eylem, davranış, ya da jest olarak gözüküyor."24 Daha çok düşünce planında, bir nevi "halefi" diyebileceğimiz Sezai Karakoç, "selefi Ne'cip Fazıl'ın ölümü üzerine, kalemine kalbinden kan çekerek, bir ağıt havası veren şu cümleleri yazar: 25 Şiirimizde "korkuyu en iyi canlandıran" şair olan Necip Fazıl, "sanatında söyleyişi, iç ve dış ahengi, getirmek istediği ruh sarsıcı yeniliklerin yanında gözden kaçırmayan, kapalı ve dolgun kelimeleri uzun ve birbirine bir kale duvarındaki taşlar gibi sıkı sıkıya bağlı mısralara yerleştirebilen, ... poetikasını vermiş en sonda şiirini ve poetikasını davasına bağlayabilmiş" bir şair olarak karşımıza çıkar.26 Karakoç, Edebî inceleme/denemelerini topladığı Edebiyat Yazıları II'nin hemen hemen yarısını Necip Fazıl'a ayırmıştır. "Necip Fazıl'ın Şiiri" başlıklı üç bölümlük yazı, kitabın en oylumlu incelemesidir. Söz konusu kitaptaki "Bir Adam Yaratmak" başlıklı yazı da, Necip Fazıl'ın aynı isimli eserini enine-boyuna tanıtmaktadır. Sezai Karakoç, "Necip Fazıl'ın Şiiri" isimli uzun incelemesinde, "Üstad"ın şiirini bütün umutlarını yitirmiş bir toplumun şiir tarlasına düşen taze bir tohum gibi görür. Bu şiir, insanı, tabiat ve yaratılış sirlarını derinden derine araştıran ve onun gaybtaki "sırlı cevapları"nı yakalamaya çalışan bir şiirdir. Karakoç'a göre, yeni edebiyat hareketinin en güçlü sesi olan Necip Fazıl "yavaş yavaş ve gürültüsüz patırtısız gelişen şiiriyle , bir yandan halk şiiri ölçüleri içinde şiirimizi Batı şiiri gücüne ulaştırıyor, bir yandan da daha görünmez planda ve daha önemli olarak, Türk edebiyatının muhtevasını kendi kültürümüzün özü çerçevesinde tazeliyor, potasında ateşliyordu." (s. 59) Necip Fazıl'ı, sadece Batı sembolistlerinin Türkiye'deki bir izleyicisi olarak görmek, Karakoç'un ifadesiyle "son derece kaba bir anolojinin kurbanı olmak demek"tir. Onun ilk şiirlerinde görülen bazı temalardan (şehvet konusu ve insanın çektiği acılarla boğuşma) dolayı, "Bodlerci bir şair saymak sığ bir tespit olacaktır." Bu bağlamda Necip Fazıl'ı Batılı anlamda bir sembolist şair saymak da mümkün değildir. Mallarıne'yi müziğe, Verlaine'i arzu sislerine, Valery'yi soyutun sükûnetine, Rimbaud'yu nefsle ruhu ayıran cidarın titreşimlerindeki an uğultusuna ulaştıran/götüren sembolizm, Necip Fazıl'da başka türlü tezahür etmiştir. Necip Fazıl'daki sembolizm, "bu evren anlayışının ötesinde, ruh dünyasını tasvir araçlarından biri, imkanlarından biridir." "Necip Fazıl'daki soyut, Valery'nin soğuk, sakin ve mermersi, matematik soyutu değildir. Denilebilirse, paradoksal bir kendini anlatış içinde bu soyut en somut bir biçimde varoluşu azaba sokan, ben'i saran ve sarsan bir soyuttur." (s. 66) Necip Fazıl'ın mistikliğine gelince; Karakoç'a göre, başlangıçta "Kaldırımlar şairi"nde böyle bir eğilim gerçekten vardır. Ancak, bu mistisisizm pasif bir mistisisizm değildir ve sadece eşyaya bakıştan doğmaz. Necip Fazıl, eşyanın ötesini, eşyanın ve evrenin "gizlilikler perdesi"ni aralamaya çalışır. Sembolizm, soyutçuluk ve mistisisizm. Bu üçlünün Necip Fazıl'ın şiirinde önemli bir yeri vardır. Bunlar kimi zaman bir "araç", kimi zaman bir "ruh hali", kimi zaman da "bir namlının nağmeleri ve makamları gibi" Necip Fazıl'ın şiirini bürürler. Aslında, Necip Fazıl'ın şiiri bir silahtır. "Ben'in hiçlikle yaptığı ölümüne savaşın en etkili belki de tek silahıdır." (s.67) Necip Fazıl, "Yunus gibi, Mansur gibi velilerin büyük yaşantısında çareler arar. Sonra bacalar, dağlar, kadın, şehir, uzayan kaldırımlarda 'ben'in dokunuşlarıyla hakikat sirrını kurcalayan, ve kelimenin otantik anlamında mistik olan şair, olgunlaştıkça ruhun daha çıplak realitesiyle ve varoluş sorumluluğundaki ağırlıkla mı karşılaşmaktadır?" (s. 68) Bu soruya Karakoç kendisi de cevap vermez. Ama "bütün bunlar, Necip Fazıl'ı, sembolist, mistik veya soyut konuları işleyen şairlerden ayırarak kimi zaman tasavvuf,- hatta kimi zaman vahdet-i vücuda götürmektedir. Sonra birdenbire 'ben'in en büyük problemi çıkagelir. O da ölümdür. Ölüm tema'sı, Necip Fazıl'ın en büyük şiir temalarındandır. Adeta mutlak hakikati aramada bulduğu en büyük giriş kapısı ölümdür. Ölüm ve ölümden sonrası, ölümden sonraki dirilme, Necip Fazıl'ın şiirinde, artık, Baudelaire'de, Verlaine'de, Rimbaud'da ve Valery'de göremeyeceğimiz kadar derin izler bırakan konular olmuştur. ...{modern şürimizdeki] aynalar motifi ve ölüm korkusu teminin kaynağı hiç şüphesiz Necip Fazıl'dır." (s.68) Karakoç, önemli bir noktaya da temas eder: Necip Fazıl, ne Valery gibi "pagan soyutluğunun sükûnetinde" kendi Akropolinin tepesinden aşağı bakar; ne de Rilke gibi kendi nıistisisizminden yine kendine mahsus bir din örerek "kendi melekleri ve insanları arasında yarı ağıtsı, yarı şannlı bir dünyada" yaşar. O, "kellesini binlerce ayağın çiğneyebileceği büyük meydana atmış, fildişi kulesini yıkmıştır." (s. 70) Sezai Karakoç, Necip Fazıl'ın en karakteristik eserlerinden biri olan "Kaldırımlar" şiiri üzerinde uzun uzadıya durur ve yorumlamaya çalışır. Necip Fazıl'ın bütün şiirlerinde eşyaya bakışını "mistik" kelimesiyle ifade etmenin genel ve bulanık bir ifade olacağını söyleyen Karakoç; "Necip Fazıl'ın şiirinde, eşya, bir ruh taşıyamamanın ve 'ben' olamamanın azaplarıyla çürüyen ve eriyen, bir şuur ve zihin savaşını vermek için yerlerinden kımıldayan ve kalkışıyîa düşüşü bir olan oluş ve yaradılış parçalarıdır" der. (s.71) Necip Fazıl, eşyayı, statik bir mistiklikle; durgun, durağan bir mistik haleyle yorumlamakla yetinmez. Onun yorumu, daima eşyanın ötesinde ve ilerisindedir. "Metafizik sorunun karanlığında fizikle fizikötesinin çarpışması, bedenin adeta çarmıha gerilircesine sıkıştırılması, ruh ikliminin kapılarının zorlanması", Karakoç'a göre, Necip Fazıl şiirinin önemli özelliklerindendir. Fakat, Necip Fazıl'ın şiirinde asıl özellik, "gerçeği arama ve ona vararak üstün ruh erginliğine, ebedîlik tadına varma olunca, Senfoni (Çile) şiirinin tahlili bütün şiirinin anahtarı olabilecek demektir. ... sanki, dört bölümlü olan şiirin birinci ve ikinci bölümleri yer yer daha önceki şiirleri benliğinde belli belirsiz özetlemiştir. Son bölümü de gelecek şiirlerinin bir habercisi, bir prologudur. (...) Allah'ı bulmak ve ondan asla ayrılmamak için, yeni, büyük ve ulu hayatına başlamasıyla kurtulabileceğini türk şiir tarihinde unutulmaz bir poetik bütünlükteki kıtalarla anlatmaktadır." (s. 82-83) Şiirlerinin toplamına da Çile ismini verdiği düşünülürse, Çile şiirinin, Necip Fazıl'ın şairliğinde bir merhale ve şiirleri içinde çok önemli bir yere sahip olduğu açıkça görülür. Karakoç da, Kaldırımlar'dan sonra en çok bu karakteristik şiir üzerinde durmaktadır. Necip Fazıl, hece ölçüsünü başarıyla kullanan bir şairimizdir. Onu, bu yönüyle ve bazı açılardan Yunus Emre ve Karacaoğlan'la mukayese eden Karakoç, Yunus Emre ve Necip Fazıl'ın "halk şiirine poetik bir bağdan çok, ruhunu halkın engin ruhunda arayan ve halkın en saf duygu, inanç ve yaşantılarını birer metafizik çerçeve gibi kullanan" şairler olduğunu söyler. Karacaoğlan'ın geriye doğru Yunus Emre'den, ileriye doğru da Necip Fazıl'dan farkı, "sanat gücünün halk şiirinin poetik sınırlarıyla çevrili olmasıdır." Bu hükmü ters çevirip genişletirsek Yunus Emre ve Necip Fazıl şiirinin farkı ortaya çıkar. Bu iki şairde estetik, son sınır ve hedef değildir. Belki, "ruhun büyük yaratışa özenerek ileriye atılışındaki stildir." Buna bir atılım tarzı demek de doğrudur. Halktan yola çıkan Necip Fazıl, sonra insanlığa ve oradan da insanlık problemine geçer. Sonra çile tamamlanıp yeniden halka dönüş başlar. "Şair ıstırapla kazandığını sonsuz bir iç aydınlığı ve neşesiyle çevresine dağıtmaktadır." (s. 86) Ebedîliği yine şiirin armonisinde deneyen Necip Fazıl şiirinde "estetik, sarin beniyle mesaj arasında duyarlık köprüsü ödevini görmekte, mesaj durmaksızın şairin benine katılmakta, yaşanan tecrübesi haline gelmektedir. (...) Halk şiiri motiflerinden eşyanın ötesinde bekleyen mesaja giden ve ondan yeniden topluma dönen Necip Fazıl şiiri, uygarlığından soyulmuş bir toplum için, uzun vadede yeni bir kurtuluş umudunun kaybolmadığını, eşyanın ezildiği yerden mistik, tarihin koptuğu yerden metafizik kurtuluş çizgilerinin fışkırdığı ruhun uyanışı şiiri oluyor." (s. 87, 89) Karakoç'a göre, bu şiiri dikkatle incelediğimiz zaman gerçek bir şiir tanımına ulaşabiliriz. Hatta, merkez olarak Necip Fazıl'ın şiiri alınmazsa, Cumhuriyet sonrası şiirimizin gerçek yorumu yapılamaz. Yapılmamıştır da. Necip Fazıl'ın poetikasını, "şairin ulaştığı son merhaleden bakışının estetiği" olarak değerlendiren Karakoç, şairane, soyut, insani konuların şiirini yazan Çile şairinin, Cumhuriyet sonrası dönemde bir çok şairi etkilediğini de söyler. "Tanpınar, Necip Fazıl'la Yahya Kemal arasında gider gelir. Ahmet Kutsi Tecer, halk şiiri ile Necip Fazıl arasında. (...) Dıranas, kelimelerin büyü sanatını kullanarak bu şiirin [mutlakçı şiirin] mumya ve heykel dönemini yaşar. Cahit Sıtkı bu şiirin duygu aracılığıyla çocukluk dönemine doğru inişi, Fazıl Hüsnü ise düşünceye doğru düşüşüdür." (s. 89) 23 "Elinizdeki Deniz", Yeni istiklal, S. 75, 23 Mayıs 1962 24 Gün Saati, s. 254. 25 A.g.e., 251-252. 26 Kitaplar: Sonsuzluk Kervanı", Şiir Sanatı, S. 1, 15 ocak 1955. (Turan Karataş, Doğunun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç, 1. baskı s. 495-500)
  2. Miyasoğlu vefat etti Ocak ayında boyun bölgesinde baş gösteren damar tıkanıklığı nedeniyle bir süredir tedavi gören Milli Gazete yazarı ve İslâm davasının önde gelen entelektüel mütefekkirlerinden usta edebiyatçı Mustafa Miyasoğlu'nun 1 saat önce vefat ettiği haberi geldi. Ocak ayında boyun bölgesinde başgösteren damar tıkanıklığı nedeniyle bir süredir tedavi gören İslâm davasının önde gelen entelektüel mütefekkirlerinden usta edebiyatçı Mustafa Miyasoğlu'nun durumu, daha sonra beyninin üç noktasında ortaya çıkan tümörlerle kötü bir hal aldı. Oğlu Eren Miyasoğlu'ndan edindiğimiz bilgiye göre, Türk-İslâm kültürünün sözcülerinden gazeteci-yazar Mustafa Miyasoğlu tedavi gördüğü hastanede 1 saat önce Hakkın Rahmetine kavuştu. Edebiyata adanan bir ömür Mustafa Miyasoğlu 1946 yılında Kayseri'de doğdu, ilk ve orta öğrenimini burada tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde okudu. On yıl liselerde öğretmenlik, on iki yıl da üniversitede okutmanlık yaptı. 1966 yılından beri şiir yanında deneme, hikâye, tiyatro ve roman türlerinde de eser veren sanatçı, pek çok dergi ve gazetede kültür ve sanat yazıları yayınladı, şiir ve romanlarıyla ödüller kazandı. T. Millî Kültür Vakfı özel armağanını kazanan Hicret Destanı adlı şiiri Dr. Muhammed Harb tarafından Arapçaya çevrildi. Ayrıca başka şiir ve hikâyelerinin de İngilizce, Arapça ve Urduca çevirileri yurtdışında yayınlandı. Şiir, hikâye ve romanlarında millî kimlik arayışına yönelen yazar, toplumda değer çatışmalarını da işledi. Öne çıkan eserleri arasında Pancur, Kaybolmuş Günler, Dönemeç, Bir Gülü Andıkça, Yollar ve İzler, Zügüdar ve Güzel Ölüm'ün yanı sıra biyografi türünde Necip Fazıl Kısakürek, Asaf Halet Çelebi, Ziya Osman Saba eserleri bulunuyor. Yeni Şafak
  3. Selamlar, Değerli üyelerimiz, Ayın Kitabı aktivitemizde Mart 2013 ayının kitabı olarak İman ve Aksiyon belirlenmiştir. Üstad'ın aksiyoner şahsiyetini yansıtan ve mücadele hususundaki fikirlerini vurucu bir üslupla çerçevelemesi sayesinde pek çok üstadseveri derinden etkileyen bu eser hakkındaki yorum, tartışma ve iktibaslarınızı mart ayı içerisinde bu başlık altına bekliyoruz. --- Önceki Kitaplar --- * Şubat 2013 - Yeniçeri * Ocak 2013 - En Kötü Patron * Aralık 2012 - Aynadaki Yalan * Kasım 2012 - Benim Gözümde Menderes * Ekim 2012 - Reis Bey * Eylül 2012 - Bir Adam Yaratmak * Ağustos 2012 - O ve Ben * Temmuz 2012 - Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu Saygı ve selamlarımla
  4. Selamlar, Değerli üyelerimiz, bugüne kadar sizlerden gelen geri bildirim ve katkıların büyük yardımıyla, 7 yılı aşkın bir süredir Üstad Necip Fazıl Kısakürek'i kendi fikirleri ve eserleriyle tanıtmak gayesiyle sürdürdüğümüz çalışmalarımız devam ediyor. Umut ediyoruz ki gelecekte de bu çalışmalarımız aynı heyecanla ve sizlerin desteğiyle sürecek ve daha ileri noktalara ulaşmak nasip olacaktır. İlerleyen dönemde gerek sitemiz içerisinde, gerekse de site ve internet harici mecralarda atmayı düşündüğümüz adımları sizlerle paylaşmak ve tartışmak istiyoruz. Bu sebeple gerek kendi planladıklarımızı aktarmak, gerekse sizin fikirlerinizi alarak rotamızı belirlemek amacıyla bir Messenger toplantısı düzenlemeye karar verdik. Bizler biliyoruz ki, sitemizde takipçilerimizin de emeği vardır ve bu sebeple karar alırken ilkelerimiz dahilinde herkesin görüşünden istifade etmek gerekir. Daha önce de iki defa düzenlediğimiz bu toplantıların üçüncüsüne katılmak isteyen ve fırsatı olan üyelerimiz, [email protected] adresini MSN listelerine ekleyebilir. Toplantıyı pazar akşamı 20:30 gibi başlatmayı planlıyoruz. Toplantıda tartışılmasının yerinde olacağını düşündüğünüz konuları bu başlık altına da yazabilirsiniz. Dolayısıyla gündemin belirlenmesinde de yorumlarınızdan istifade etmek bizleri memnun edecektir. Müsait olan arkadaşlarımızı Pazar akşamı bekliyor olacağız.. Saygı ve selamlarımla
  5. Selamlar, Başlığın ilk mesajı, üyelerimizce yapılan güncellemeler ışığında düzenlenmiş ve Üstad'a ait olmayan farklı sözleri de içerecek şekilde genişletilmiştir. İçeriği ilk mesaja aktarılan mesajlar silinmiştir. Üzerinde soru işareti bulunan veya henüz incelenemeyen bazı mesajlar ise hala başlıktadır ve zamanla incelenecektir. "Hürriyet hokkabazlık, gökte havai fişek; Toprakta da hürriyet diye tepinir eşek..." ile; "Renk renk hâtıralarım oda oda silindi; anne kokan bir Türkçem vardı, o da silindi." beyitleri ise Üstad'a aittir. Yaptığınız yorumlar için teşekkür ediyor, katkılarınızın devamını bekliyoruz. Saygı ve selamlarımla
  6. (Bu liste Büyük Doğu Yayınları tarafından onaylanmıştır.) Selamlar, Internet'in daha sık kullanılır olmasıyla bilgi akışının hızlanması hepimizin şahit olduğu bir hakikat. Bununla birlikte, kirli bilginin de daha hızlı bir şekilde akarak pek çok zihinde yanlışların filizlenmesine yol açtığını da aynı emniyet hissiyle biliyoruz. Bu ikinci durumun bir yansımasını da Üstad'la alakalı paylaşımlarda sıklıkla karşımızda görmekteyiz. Özellikle sosyal paylaşım sitelerinde Üstad'a ait olmadığı halde ona aitmiş gibi gösterilen söz ve şiirler oldukça vahim bir bilgi kirliliği oluşturuyor. Üstad'a atfedilen sözler kaliteli olsa dahi bu hal hakikat cinayeti olacakken, bir de bu sözlerin önemli bir kısmında cümle akışının bozuk, mananın sakat ve üslubun zevksiz olduğu dikkat çekiyor. Üstad'ın bu söz ve şiirlerle bilinmesi, herkesin tetkike müsait bir zihin yapısı olmadığından ilerisi için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Üstad'ı en doğru şekilde anlatabilmek amacıyla yola çıkan sitemizde, Üstad'a ait olmadığı halde ona atfedilen sözleri bu başlık altında derlemeye karar verdik. Üstad'a ait olmayan söz ve şiirlerin ona yapışıp kalmasının önüne geçme yolunda önemli bir mücadeleye giriştiğimizin farkındayız. Bu sözleri başlık altında paylaşırken, bir sözün bir kişiye ait olmadığını iddia etmenin çok da kolay bir iş olmayacağının bilincindeyiz. Kesin olarak üstad'a ait olmadığını söyleyeceğimiz sözlerde ince eleyip sık dokumak borcu altında oluşumuzun farkındayız. Burada Üstad'a ait olmadığını onaylayacağımız sözlerde bu hassasiyet daima yol gösterenimiz olacaktır. Dolayısıyla internet üzerinde Üstad'a ait olmayan bir sözle karşılaşıldığında, gönül rahatlığıyla müracaat edilebilecek bir çalışma hazırlama çabasında olduğumuzu vurgulama gereği hissediyorum. Gerek tamamını incelediğimiz Üstad'ın basılı eserleri, gerek hakkında kaleme alınan muteber kaynaklar, gerek fikir ve üslubuna aşinalığımız, gerekse de henüz kitap halinde yayınlanmamış olan Üstad'a ait vesikalar üzerindeki bilgi birikimimiz ve araştırma imkanlarımızla aşağıdaki liste hazırlanmıştır. Başlığa yazılacak olan mesajlar devamlı olarak göz önünde tutulacak ve listenin kolay incelenebilmesini sağlamak üzere, yazışmalar zamanla temizlenecektir. Üstad'a ait olmadığı halde ona atfedilen sözler: 1- Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer, perdesiz ev de ya satılıktır, ya kiralık... 2- Armut deyip geçmeyin, onun ilk hecesi çoğu kişide yoktur! 3- İnsanın sevdiğini kaybetmesi, dişini kaybetmesi kadar ilginçtir. Acısını o an yaşar, yokluğunu ömür boyu. 4- İnsan sevme hissini israf etmemeli, Kim ne kadar sevilmeye layıksa,onu o kadar sevmeli. 5- Hayatın çilesine tahammül gerek Değil mi ki sefâ ile cefâ müşterek? Sizce ağlamak için gözyaşı mı gerek? Bazen dertliler de ağlar, ama gülerek... 6- Gökler ağlıyor biz ağlamışız çok mu? Bize yobaz diyorlar haberin yok mu? Her ne derse desinler, Allah için yobaz olmuşuz çok mu? 7- Yar olmaz servetinin sana bir tek kuruşu, Secde yoksa bekleme, kabirde kurtuluşu (Cengiz Numanoğluna aittir) 8- Benim ayağımın altı da müsait başımın üstü de.. Nerde duracağını kendin belirle. 9- Dünya güzel olsaydı doğarken ağlamazdık.. Yaşarken temiz kalsaydık ölünce yıkanmazdık. 10- Yüz daha versen, yüz uman yüzler bilirim. Yokuşlara kardeş olan düzler bilirim. Dünya öküzün üstünde derler; Ama dünyanın üstünde nice öküzler bilirim !.. 11- Değer verdiklerinin, verdiğin değere layık olmadıklarını anlarsan, Sen üzülme bırak layık olamadıkları için onlar utansın. 12- Yalnızım diye üzülmüyorum.. Çünkü biliyorum, yalnız insanın ihanet edeni de olmaz. 13- Dinde zorlama yoktur, insan hürdür elbette. İster dünyada pişer, isterse âhirette... (Cengiz Numanoğluna aittir) 14- Ne başını kapat, altını göster; ne altını kapat, üstünü göster. Hepsini kapat, İMANINI göster. 15- Ey deli gönül aşk mı istiyorsun, Yaradan sana yar değil mi Hep soğuk mu geçti ömrün, Kışın sonu bahar değil mi? 16- Bir insanda olmayınca haya ile edep, Neylesin ona medrese ile mektep, Okusa da alim de olsa; Yine merkep, yine merkep 17- ''Sanki aşk sustu'' dedim... ''Aşk hiç susar mı?'' dedi... ''Sen susuyorsun ya'' dedim... ''Ben aşk mıyım?'' dedi...... ''Aşksın'' dedim... ''Sustu'... 18- Kime yâr dediysek, o yâr açtı yarayı, Belli ki gerçek sevenimiz yoktur Allahdan gayrı 19- Boğuşmak, hayat denen sebepsiz savaş için, Yaşamak en sonunda dikilen bir taş için, Bütün ızdırapların işte en korkuncu bu, Bir avuç toprak olmak düşünen bir baş için... 20- Bizi ister bir toz yap savur mahşer yelinde, İster sürü çöp yap tufanların selinde, Sonunda bir varlığa ulaştır da, Allahım Bırakma tabiatın merhametsiz eline... 21- Camiye dikey olarak gel, yatay olarak zaten geleceksin 22- Yedi hristiyan bir danaya ortak olmadıkça, çam ağacı süslemem... 23- Evini yönetirken zorlanan ilerici! Üç kıtaya hükmeden ecdadın mı gerici? (Hayati Vasfi Taşyürek'e aittir) 24- Benim istediğimi Allah istemiyorsa, konu kapanmıştır. 25- Üç günlük dünyaya gayret üstüne gayret Ebedi hayat var gayret yok hayret. 26- Sokak lambası gibi olma ey yar! Kime yandığın belli olsun... 27- Biz Aşkı erostan merostan öğrenmedik.! Biz Aşkı Mekkeli bir yetimden öğrendik.. O Resul Ki, Hz. Muhammed (s.a.v) 28- Kızgınlığım geçer de; Kırgınlığıma çâre bulamadım! 29- Sevdiğini belli et, gizlemek başkalarına fırsat vermektir 30- Yusuf baştan aşağı iffet olduktan sonra, Züleyha baştan aşağı afet olsa ne yazar. 31- Hayırlı eş Allah'ın kuluna özel bir ikramıdır, Hayırsız eş ise dünyanın en ağır imtihanıdır. 32- Yanında olduğum zaman değerimi bilmezsen; Değerimi bildiğin gün beni yanında bulamazsın... 33- Ömür ağaç dalında savrulan bir yapraktır; Ne kadar genç olursan ol sonun kara topraktır! 34- Önüne Gelenle Değil, Seninle Ölüme Gelenle Beraber Ol. 35- Bana bir ben lazım, bir de beni anlayan. Beni bir ben anlarım, bir de beni yaradan 36- Ya Allah'a baş eğer hiç kimseye eğmezsin, Ya da herkese baş eğer hiçbir şeye değmezsin. (Cengiz Numanoğluna aittir) 37- Kendini dünyalar kadar değerli zannedenlere kısa bir not; Dünya beş para etmiyor.. 38- Sustum, birikti yanaklarıma alfabe Ya ilahi ya Rab sükutumu en güzel duam eyle. 39- Dün geçti bugünü düşünüyorum, yarın var mı? Gençliğine güvenme, ölenler hep ihtiyar mı? 40- Ben bir garip insanım.. Ne tahtım var,ne tacım.. Tut elimden Allah'ım. Yalnız Sana muhtacım. 41- Fazla ciddiye almayın bu hayatı, nasıl olsa içinden canlı çıkamayacaksınız.. (Derman İskender Över'e aittir) 42- Yılbaşı, Noel, Fişek; Yeryüzünde Özgürlük Diye Tepinir Eşek..! 43- Allah'tan korkana, ölüm yâr gelir; Ölümden korkana, dünya dar gelir.. (Cengiz Numanoğlu'na aittir.) 44- Allah dersen mürtecî, Tanrı dersen çağdaşsın; Bu özürlü beyinle, akıl nasıl bağdaşsın?.. (Cengiz Numanoğlu'na aittir.) 45- Hayvanlara kızmayın, mâzeretleri çoktur, Meselâ, hiçbirinde, utanma hissi yoktur (Cengiz Numanoğlu'na aittir.) 46- İki günlük yol için, hemen sıvanır kollar; Ve iğneden ipliğe, hazırlanır bavullar Bir yol var ki, hazırlık, düşünülmez nedense; Musalla taşlarında, çalınırken davullar. (Cengiz Numanoğlu'na aittir.) 47- Biz; ayakları şişene kadar namaz kılan Peygamberin, gözleri şişene kadar uyuyan ümmetiyiz... 48- Yahudiler mi dediniz? Onlar, yumurtalarını pişirmek için, dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen lanetlilerdir. 49- Gençliğine güvenip vakit çok erken derken Belki elveda bile diyemezsin giderken... (Ahmet Mahir Pekşen'e aittir) 50- Ne gelirse başımıza Hakk'tandır... Fakat geliş sebebi Hakk'tan ayrılmaktandır... 51- Bir "hoşçakal"a sığdırdı beni, yere göğe sığdıramadığım. 52- Sakın ola köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı deme, olurya tam yarı yolda köprü yıkılıverir. Öteki tarafa ayının yeğeni olarak gidersin. 53- İki Çeşit İnsan Vardır ! Zaman Geçtikçe Hatalarıyla Yüzleşen, Zaman Geçtikce Yüzsüzleşen ! 54- Başörtüsü Bilime Engelmiş.! Siz Uzaya Mekik Gönderdiniz de, Başörtüsüne mi Takıldı? 55- Dünyada bin yıllık tarihi silinen ve o günü bayram olarak kutlayan başka bir millet daha yoktur. 56- Aldığımız nefesi bile geri veriyorsak, hiçbir şey bizim değil 57- Var mı Allah'tan yukarı, kabirden aşağı..? Toparlan ruhum gidiyoruz; sen yukarı, ben aşağı..! 58- Kadın Mezarlığa Girerken Başını Kapıyor, Dışarı Çıkarken Açıyor, Ölüye Karşı Kapayıp, Diriye Karşı Açmak Akıl Almaz. 59- Bu ülkede biri size; çağdışı, yobaz, gerici, eski kafalı, deli, aşırıcı diyorsa emin olun ki doğru yoldasınız. 60- Moda, Cehennemde bir oda.. 61- Arsızlığa cesaret, zinaya aşk dediler. Bir neslin ahlakını, işte böyle yediler! 62- Geminin tek kaptanı olur, gerisi mürettebattır. Kalbin de tek sahibi olur, gerisi teferruattır 63- Her kahkahanda Allah'a teşekkür etmiyorsan, Neden her ağladığında O'na kızıyorsun? 64- Çok sıkıldıysan hayattan, bir mezarlığa git. Ölüler iyi bilir ; Yaşamak güzeldir. 65- Herşeyin İlacı Zaman Diyenler... Bir de Bu Kelimeyi Tersten Okumayı Deneseler... 66- Tanrı sizi korusun, bizi Allah korur. 67- Denildi mi bir yerin adına "Türk" beldesi, Gözüm al bayrak arar,kulağım ezan sesi... 68- Yıkılasın ey israil ! Enkazını göreyim . Sana ülke diyenin yüzüne tüküreyim. 69-Makyajı abdest olan bir kadının hayatıda güzeldir, hayasıda.. 70- Secde görmemiş alnın alınyazısı olmak istemem. 71- Örtü şuuruyla takılmadığında da Allah katında bir değeri olsaydı, Cennetin baş köşesine rahibeler otururdu. 72- Öz anne-babasını huzurevine gönderip, evde kedi köpek besleyen insanların olduğu bir ülkede yaşıyoruz... 73- Yaprak sıkılmıştı ağaçtan, bahane idi sonbahar... 74- Bak da ibret al yere düşen yaprağa, eskiden o da yukardan bakardı kara toprağa... 75- İnsan namaz kılarsa namaz da insanı insan kılar. 76- Parası olan pazardan, imanı olan mezardan korkmaz! 77- Hayatta üç çeşit insandan korkacaksın; dağdan inme, dinden dönme, sonradan görme! 78- Bazı insanlar alçak gönüllüdür, bazıları ise alçak olmaya gönüllüdür. 79- Ya İslâm'da erirsin Ya inkârda çürürsün Yol mezarda bitmiyor Girdiğinde görürsün. (Abdurrahim Karakoç'a aittir.) 80- İnsan, büyük bulmaca, çözmeden öleceğim İnsan bulsam inan ki , alnından öpeceğim! 81- Deden bile söndüremedi İslamın nurunu, Sen mi söndüreceksin Ebu Cehilin torunu? (Nevzat Karataş'a aittir.) 82- Kişiye göre davranacaksın, küçükle küçük olacaksın hatta; Ama seviyesizin seviyesine inecek kadar düşmeyeceksin hayatta... 83- İnsanlar ikiye ayrılır: vaktini "beşe" ayıranlar, vaktini "boşa" ayıranlar... 84- Şah damarına bakmayı akıl edemeyenler Allah'ı hep gökyüzünde aradılar. Bilmezmisin Allah mekân münezzehtir. Yukarda Allah var demek bile Allah'a sınır çizmektir. 85- Hayvandan insana dönen yoktur ama, insandan hayvana dönen çoktur. 86- Dualarımda özgür biri olduğumu hissediyorum... Bir ben, bir de beni bilen... 87- Hayat dediğin Allâh için değilse, Ne çıkar hayat önünde eğilse. 88- Bir lastik yuvarlak, 3 manyak, 22 dangalak, bir yığın avanak... 89- Benim dünyam namazımı kıldığım yer kadardır. 90- Batı'ya özene özene, özümüzü kaybettik. Oysa biz, Batı'nın hayranlıkla izlediği, gıpta ettiği bir medeniyet idik... 91-Dün çimen benim ayaklarımın altında idi. Bu gün üstümde bitiyor, Görüyor musun? Toprak günahlardan başka herşeyi örtüyor! 92- Sonunda 'eyvah' diyeceğin şeylere başında 'eyvallah' deme. Pişman ol, fakat pişman ölme. 93- Öyle birine ata de ki Peygamber övgüsü almış olsun. 94- Güzele bakmak değil, güzel bakmak sevaptır. 95- Savaşın ortasında komutansız kalmaktır babasız kalmak... 96- Helal ile beslersen çocuğunu hürmet ile öder borcunu, Haram ile beslersen onu, hakaret ile öder borcunu! 97- Konuşsam dilim yanar... Sussam kalbim 98- Dostlarımı hiçbir zaman satmadım, çünkü hepsi beş para etmez çıktılar. 99- Ömrün ilk yarısı; ikinci yarısını beklemekle, ikinci yarısı da; ilk yarısının hasretiyle geçer. 100- Yalan söylemek beceri ister. Biz de becerikli insanlara aşık oluruz. 101- Ölümüz dirimiz. Her gün birimiz. Bir gün hepimiz. Hakk'a gideceğiz... 102- Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen; hem yolunu kaybedersin, hem dostunu! 103- Kapkara tabloya ak mı diyelim? Necis olanlara pak mı diyelim? Biz bir batıl için başka batıla, Allah'tan korkmadan hak mı diyelim? 104- Uygarlığa engelmiş takke, türban, cübbeler... Bize yobaz diyor hippi, ayyaş, züppeler! 105- 'Hayatımda biri yok, birinde hayatım var' diyebilmektir Aşk... 106- Ne senden rüku artık, ne de benden kıyam... Bundan sonra.. Selamun aleyküm, Aleyküm selam. 107- Namaz; adım bile atmadan 'Sevgili'ye yürümektir. 108- İnsanın kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan kork! 109- Benim bir tanrım yok Allah'a çok şükür. 110- Orta Doğu'nun gayri meşru çocuğu; İsrail! Döktüğün kanda boğulacaksın! 111- İnsanı olgunlaştıran yaşı değil, yaşadıklarıdır... 112- Gerçek bir dosta sahipsen, dünya'nın geri kalanına ihtiyacın yoktur. 113- Tövbe kapısı açık dediysek, yeni günahlara koşman mı gerek? 114- Ali! hoca as, Sabiha bomba at, Kazım rahat dur, Fethi partiyi kapat, İsmet tuzu uzat, Öyle işte... 115- Evdeki hesabımız bile çarşıya uymuyorken, ahiret hesabımızın vay haline! 116- Ne gariptir ki toplum olarak, yüreği kör olana değil de gözü kör olana acırız. (Halil Cibran'a aittir.) 117- Şimdi Fatih kalksa mezarından, ne ben onu tanırım ne o beni tanır. Ama İstanbul'u Bizanslılar almış deyip bir daha savaşır. 118- Japonlar kendi alfabeleri ile 3000 yıl önce yazılmış bir kitabı okuyabiliyorlar. ... İngilizler kendi alfabeleri ile 1200 yıl önce yazılmış olan bir kitabı okuyabiliyorlar. ... Bizler 100 sene önce ceddimizin yazdığı bir kitabı okuyamıyoruz !? 119- Ölüden mektup gelmiş, diri okur anlamaz. Sorsan herkes Müslüman! Ne şükür var ne Namaz... 120- Haram kazanılan aş, aştan sayılmaz. Hak için akmayan yaş,yaştan sayılmaz. Kişi başım var diye övünmesin; Secdeye varmayan baş, baştan sayılmaz 121- Kafire karşı ELİF gibi dimdik, ALLAH'a karşı VAV gibi eğilirim 122- Kadın olmak, her erkekte bir parça bırakmak değil, bir erkekte bütün olabilmektir. Erkek olmak mükemmelliğini bir çok kadında ispat etmek değil, tek bir kadına mükemmeli yaşatabilmektir. 123- Rabbin huzuruna biçare giden, bin çareyle döner. 124- Veren de O, alan da O, nedir senden gidecek? Telaşını gören de can senin zannedecek. 125- Ölüm bir saniye kadar yakınken, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamanın alemi ne? 126- Ey şehr-i Ramazan, geldinde gidiyorsun öyle mi? Seni tutmayanlar, sana tutunamayanlar düşünsün sonunu.. 127- Karıncayı bile incitmeyeceğim deme. "Bile" sözünden karınca incinir. 128- Uğruna ölmekse eğer seni yaşatmak, bin defa ölürüm de adına leke sürdürmem. Gururdur, namustur 'BAYRAK' Aksa da kanım korkma; haini güldürmem... 129- Ezanları duyduğunda şükretmeyen bir gönül taşıyorsan yüreğine bir sela oku ! 130- Üstad'a sormuşlar... Aşk'la sevda arasındaki fark nedir...? Üstad cevap vermiş: "Aşk hevesin bitene kadar... Sevda nefesin yetene kadar." 131- HATIRANA DÜECEĞİM Kopkoyu bir sis içinde bir akşam Hatırına düşeceğim belki Bir an ıslayacak yağmur yüzünü Birden o tatlı demleri hatırlayacaksın Sonra sıcak yatağında uzun uzun Ağlayacaksın Ağlayacak.! Boğazında bir şeyler düğümlenecek Ah yanımda olsaydı diyeceksin Tüm yıldızlar gülecek haline Ay'da göz kırpacak İliklerine işleyecek bensizlik Kahrolacaksın...! Bir sigara tüttüreceksin ihtimal Ufku seyredeceksin saatlerce Bir rüzgar kopçalayacak yüzünü Sonra hayalim gelecek karşına Bir Şiirimi mırıldanacaksın Hıçkıracaksın..! Gönlünden atamadığın gibi kafandan da Silemeyeceksin beni düşlerine gireceğim her gece İnce bir hüzün bürüyecek yüzünü Ve çırılçıplak gerçekleri o zaman Anlayacaksın..! Sonra bir şeyler yazmak isteyeceksin Kafan gibi kaleminde işlemeyecek Unutmak isteyeceksin her şeyi Ama unutamayacaksın hiç bir şeyi Kıvranacaksın.! 132- Nerelisin diye sormuştu; oralı olmadım..Tepkisizliğimi görünce o da oralı olmadı..Artık ikimizde oralı değildik hemşeri sayılırdık.. 133- Adam olmak cinsiyet meselesi değil şahsiyet meselesidir. 134- Elin oğlu okur atomu böler, bizimkiler okur milleti böler 135- Zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır. 136- Allah tanrının belasını versin! 137- Öyle ucuz değil gül koklamak. Gül tutan ele diken batmalı. Bir aşka gönül veren o aşkın kapısında yatmalı! 138- Bir doğrunun imanı bin eğriyi düzeltir. Mukaddes davalarda ölüm bile guzeldir. (Abdurrahim Karakoç'a aittir.) 139- Biz yılbaşında hediye getiren noel babanın değil, Miraçtan namaz getiren Hz. Muhammed'in ümmetiyiz 140- Düşünmek şu, bu değil, öteleri düşünmek; Sizinse düşünceniz yataklarda eşinmek. (Üstad'a ait olan beyit:Düşünmek) 141- Bir bekleyenin olmalı. Sen kendinden vazgeçsen de senden vazgeçmeyen... 142- Bir nar ağacı var bir de dar ağacı Namerde nar düştü yiğide dar ağacı 143- Bizler açlıkdan karnına taş bağlayan Peygamberin , doymak bilmeyen ümmetiyiz 144- Bana çağdışı diyorlarmış. Ne büyük bir onur! Ben bu çağın dışında kalmayayım da, içinde mi boğulayım. 145- Ölüm herkesin başına gelir, ama geç ama erken.. Ya kazanırken, ya da kazandığını yerken. 146- Ölüm her aklına geldiğinde 'ah' edip 'vah' edip inleme. Bu halinle Rabbimi incitmiş olacaksın. Ecel kapıyı çaldığı zaman evi telaşa verme; O geldiği zaman, sen çoktan gitmiş olacaksın. 147- Bir namazım, bir duam, birde eski seccadem, Hepsi hepsi bu kadar, işte benim sermayem. 148- Seni affetmek hayatımın en büyük hatasıydı. Nerden bilebilirdim ki katilini affedersen seni yine öldüreceğini.. 149- Ağaçtan düşen yaprak nasıl kurumaya mahkumsa; gönülden düşen insan da unutulmaya mahkumdur. 150- Kula kulluk etme ! Unutma ki sen de kulsun. Ve gerektiğinden fazla önem verme ! Yoksa, unutulursun. 151- Kimileri vardır aşkın en yücesine layıktır. Kimileri vardır aşkın en yücesini versen de, aşağılıktır. 152- Soruldu mu ne bilirsin diye;"Haddimi bilirim" Soruldu mu ne istersin diye; "Haddimi bilir, hakkımı isterim" demeli... 153- Ayağın taşa takıldığında "Allah kahretsin" bile dememelisin, Dua etmelisin ki taşa takılan bi ayağın var... 154- Payımıza sükût düştüğünden beridir, kalbimizin sesini daha bir güzel duyar olduk. 155- Sizde olan tükenir onda olan sonsuz, Feza sizin olsa ne yapacaksınız Onsuz. 156- Eğer tadını bilirseniz ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir. 157- Salaklık bulaşıcıdır. 158- Bin günahın olsa da bana, bir gün ahım yok sana... 159- Nazım benim cezaevi arkadaşımdı, düşüncelerimiz farklı olsada.. 160- Ben ve Nazım herzaman kavga etmiştiriz ama biz hapishanede birbirimize ekmek vermiş insanlarız ey benim düşümdekiler nazım sevin demiyorum ama saygı duyun onun kadar türkiye sevdalısı yoktur. 161- Bu hayatın sonunda hesap yok mu zannettin sen? Lokantanın garsonu bile; 'hesap lütfen' diyor 162- Kıtmir bir köpekti. Ashab-ı Kehfin köpeği. Ama cennete gitti. Kim olduğun kadar kimlerle olduğun da önemli. 163- Hayatı müsvette yaşamayın; temize çekmeye vaktiniz olmayabilir! 164- Yanlızca Allah'a inanın, gerisi inanılacak gibi değil. 165- Şu dünyada kimsenin bulamadığı huzuru arayacak değiliz. Kalkar abdest alır. Huzurda eğiliriz. 166- İki kişilik duanın adıysa saadet, Ya Rabb'i beni onunla beraber affet... 167- Bir çok eser ortaya koydum, bir çok şiir kaleme aldım, düzinelerce yazı yazdım, ama hiç biri ile övünemem övünülecek bir şeyim varsa oda Maraşlı olmamdır. 168- Hava kirliliğinden değil, haya kirliliğinden nefes alamıyoruz. 169- Kurban olduğum Allah'a bile günde beş vakit ulaşılabiliyorken, Kendini ulaşılmaz sananlara selam olsun. 170- Basit kişiler hep ilgi görür, kaliteli kişiler hep yalnızdır. Ucuz malın alıcısı çoktur. 171- Mecnun olup Leyla için çöller aşmışsın ne fayda! Mümin olup Mevla için secdeye varmadıktan sonra.... 172- Ne şirinde vefa var, ne leyladır sana yar. Hep Allah güzel vekil, hep ALLAH insana yar... 173- Üzülme davanın sahibi Hak'tır, Hak olan davada zafer muhakkaktır. 174- Bir gemi arıyorum pusulası İmandan. Alıp götürsün beni bu hüzünlü limandan.. 175- Deli gibi sevmek bir işe yaramıyor, sadece uykusuz bırakıyor. 176- Şeytan, önce insana, Allahı unutturur; Sonra, Çağdaş çöplükte, ne bulursa yutturur. (Cengiz Numanoğlu'na aittir.) 177- Namaz, camiden çıkınca, Hac, Mekke'den dönünce, Ramazan, oruç bitince başlar... 178- SORU VE CEVAP Bir yumak gibi hayat, kör düğümlerle dolu Ömür süreli sınav, sonsuz meçhul sorulu Avutmak mı kendini, yumakla kedi gibi? Uyumak mı, ölmek mi? Yokmu kurtuluş yolu Bulunmaz sorulara raflarda bazen cevap Bulunmazsa raflarda âleme rahmet kitap Düğümlenmiş kalplere, şaraptan beter şarap Mü'min'e nur afitap zümrüt köşklerin holü 179- Kızgınlık gürültülüdür, kırgınlık sessiz... 180- BİR YUDUM İNSAN Denizin ve güneşin battığı yerde, Bilin ki yeni umutlar da yeşerir, Gündüzün bittiği, karanlığın bastığı yerde, Bekler durur gece bitmez. Her haliyle bitecek o gece, Yerini bırakacak, güne gündüze, Ağaçlar yemyeşil rengi besbelli, Yaşıyorum hala bu yeni günle. Denizin ve güneşin birleştiği yerde, Umutlar tükendi ve umutlar bitti, Gündüz bitse de, karanlık gelse de Umrunda değil artık bir yudum insanın.. 181- Boş yere canı yanmaz insanın. Ya bir eksiklik vardır geleceğe dair, ya da bir fazlalık geçmişten gelen. 182- Sarhoşu bile 'Allah' diye nara atan bir toplumdan umut kesilmez! 183- Yarına sağ çıkmaktan nasıl olurum emin? Genç bir delikanlının tabutu geçti demin. (Ahmet Mahir Pekşen'e aittir) 184- Bir kadına 365 gün seni düşündüm dersen; diğer 6 saatte ne yaptın der. 185- Nimete şükredersen fazlasını bulursun. Aç gözlülük edersen nimetten de olursun. 186- Öleceğini bilerek yaşayan tek canlı insandır ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar 187- Can saatini Rahman, ezelde kuruvermiş... Bir gün göreceksin ki o saat duruvermiş... 188- Başım önde bu aralar. Suçlu olduğumdan değil! Görülmeye değer hiçbir şey kalmadığından... (Cezmi Ersöz'e aittir.) 189- İnsanları tanıdıkça seveceksin yalnızlığını... 190- İpi kopan tesbihim, Dağılmış tane tane, Acı ama teşbihim, Hani nerede imame? Taneleri toplayın, Hakk ipine derleyin.. Bir imame bağlayın... Tevhid gelsin meydane. (Mehmed Said Çekmegil'e aittir) 191- Güneş ile dünya arasına ay girince dünya karanlıkta kalır. ALLAH ile kul arasına dünya girince kul karanlıkta kalır. 192- Kula kulluk etme! Unutma ki sen de kulsun. Ve kimseye gerektiğinden fazla önem verme! Yoksa, unutulursun 193- Dünyayı verseler iki gözünü vermezsin İki gözünü verene neden secde etmezsin? 194- Adalet mülkün temeli ama bir de insanlığın temeli var, o da sevgi. 195- Sen gülerken gamzene ansızın düşüversem Susuşunla ölürken, gülüşünle dirilsem... 196- Cevabımın şiddetinden susuyorum! 197- Secdelerdeymiş aşk.. Bulmak alnıma düştü.(Behçet Necatigil'e ait olan şiir:Akşamlar, Savaş Sonu) 198- Ol der hemen oluverir.. Ol de olalım Rabbim.. Kul olalım.. Kül olalım .. Gül olalım 199- İnsan değer verdiği şeylere; gözüyle bakar, yüreğiyle taşır. (Mehmet Deveci'ye aittir.) 200- Amerikan politikasını korumakla mükellefiz. 201- "Ermiyor çağdaşların aklı başka bir aşka; İki duble rakıyla, mini etekten başka.." (Cengiz Numanoğlu'na aittir) 202- Yeryüzü dediğin koca bir mabed, Geldik bu mabede maksat ibadet, Ezanlar ederken secdeye davet; Hep yarın diyorsun, oysa kim bilir; O yarın belki hiç gelmeyebilir... (Cengiz Numanoğlu'na aittir.) 203- Stadyumlar maç için deği, bir dava sevdası için dolarsa, o gün kurtuluş günüdür. 204- Benim inandığım sistemde, sabah bir masumun öldürüldüğünü duyarsanız, Akşam darağacında sallanan birini görürsünüz. 205- Biz bize gerici diyenlere "deh" demek için gerideyiz. 206- Siz hiç bir sarrafın bağırdığını duydunuz mu? Kıymetli malı olanlar bağırmaz. Domatesçi, biberci bağırır da kuyumcu bağırmaz. Eskici bağırır ama antikacı bağırmaz. İnsan bağırırken düşünemez. Düşünemeyenler ise hep kavga içindedir. Popçular, folkçular boğazlarını patlatana kadar bağırıp duruyor. Ama Dede Efendi'yi okuyanlar bağırmıyor... 207- Müziği kısmaya üşendiğiniz ezanı şimdi dört gözle bekliyorsunuz. 208- Bu millet gol dediği kadar ol deseydi şimdi islam oluvermişti. 209- Benim için yanan bir tek sigara var. 210- Kadın diri diri gömülürken, Onu oradan çıkarıp ayaklarının altına Cenneti seren dinin adıdır, İSLAM. 211- Aydınlık yolu herkes bulur, mesele karanlık yolda ışık aramak. 212- NEFSİMMİŞ MEĞER Yıllardır kendimi, güyâ tanırdım; Sanık ben, yargıç ben, hep aklanırdım. Şeytanı, en büyük düşman sanırdım; Ondan da beteri.. Nefsimmiş meğer... Gönlümü, hevâya kaptıran oymuş, Şuûru şehvete saptıran oymuş, Tutkuları, putlar yaptıran oymuş, En sinsi düşmanım.. Nefsimmiş meğer... ... (Cengiz Numanoğlu'na aittir) 213- Yamadık dünyamızı yırtarak dinimizden, Din de gitti, dünya da gitti elimizden. 214- Sen Aşkı "ELİF" gibi dik Tutarsın da, Ben "VAV" gibi, Egilmem mi Yollarında... 215- Korkutuyorsa Kıyamet, Durma sen de kıyam et! 216- Sen gönlünü Allah'a ver. Allah gönlüne göre verir. 217- Sen gönlünü Allah'a ver. Allah seni yerleştireceği gönlü bilir. ____________ Facebook: www.facebook.com/NecipFazilaAitOlmayanSozler Twitter: www.twitter.com/NFK_asilsizsoz Instagram: www.instagram.com/NFK_asilsizsoz NOT: "Gerçek Necip Fazıl Sözleri" başlıklı listemiz için: http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?/topic/17304-gercek-necip-fazyl-soezleri-kaynakly/
  7. İŞTE! Davamızın fikrî temelini belirten başlangıç kısmını geçen sayımızda gördünüz. Şimdi sıra tamamiyle müşahhas hâdiselere, vakıalara, kaskatı maddeye, apaydınlık vesikaya dayanan kısma geldi: 1 - Millî müdafaa hareketinde, operet askeri düşman ordusunu denize döktükten sonra, prensip bakımından tasfiyesi kararlaştırılmış bulunan Türkiye'nin, büyük İtilâf Devletleri tarafından hiçbir maddî tazyik görmeden istiklâlini tasdik ettirmeğe muvaffak olması, selim aklın tabiî görebileceği bir iş değildir. 2- Herbiri Garp familya zümresinden bulunduğu ve orduları perişan edilemediği halde Almanya ve Avusturya İmparatorluklarının uğratıldıkları akıbet hesaba katılacak olursa, bir operet ordusunu denize dökmekle Türkiye'nin, bütün bunlardan daha iltimaslı vaziyete geçmesi, hiçbir suretle izah edilemez. 3- Türkiye'ye, Birinci Dünya Harbi bozgunundan itibaren tatbik edilmeğe başlanan şartlarla Lozan konferansında tatbik olunan son şart arasındaki mesafe, sadece Anadolu zaferinin temin edebileceği bir iş olmadığına göre, mutlaka Garp âlemine, kendi elimizle, konferans kulislerinde gizli olarak büyük bir ivaz verilmiş olmalıdır. 4- Henüz hiçbir şey bilmeksizin, hâdiselerin seyrindeki mantık silsilesine göre şüphelerin en büyüğü karşısında bulunulur. Evet, onlara ne verdik ki, bize istiklâlimizi hemencecik verdiler, bizi kendi halimize başıboş bıraktılar? 5- Surî istiklâlimizi elde edebilmek için onlara, bir milletin hayatında dünyalara bedel bir kıymet feda ettiğimiz aşikârdır. Acaba bu kıymet nedir? 6-BU KIYMET, TÜRK CEMİYETİNİN BÜTÜN DİNİ VARLIĞI, MUKADDESAT ALAKASI, MANEVÎ MÜESSESELERİ, RUHÎ TEMELİ, TEK KELİMEYLE TOPYEKÛN MANEVÎ HAYATIDIR. 7- Yani, Garp dünyası bize, bütün bunları feda etmek, manevî hayatımızı çiğnetmek pahasına maddî hayatımızı bağışlamıştır. 8- Bugüne kadar, ehramlar büyüklüğünde bir külçenin kum altında kalması gibi gizlenen bu hâdise, Türk tarihinin, şeksiz ve şüphesiz, en büyük olayıdır. 9- Hâdisede en büyük müessir, her zaman ve mekânda olduğu gibi Yahudi parmağıdır. 10- Birinci Cihan Harbinde Yahudiliğin, A, B, C, D halinde tam dört tane dâvası vardı: A) Bilhassa dinî ve askerî mahiyetiyle Rus Çarlık manzumesinin ortadan kalkması... B ) Alman militarizmasının ve askeri kudretinin ortadan kalkması... C) Avusturya İmparatorluğunda tecessüm eden katolik birliği mefkuresinin ortadan kalkması... D) İslâmiyet tehlikesinin, müstakil İslâm devletleri bünyesinin ve İslâmî temsil ifadesinin ortadan kalkması... 11- Nitekim Birinci Cihan Harbi sonunda, Garp demokrasya âleminin perde gerisi "görünmez insan" heyulası olan Yahudilik, bu dört gayesinden dördünü birden istihsal edivermiştir. Şu kadar ki, harb biter bitmez ilk üç gaye derhal istihsal edildiği halde, sonuncusu, yani yegâne müstakil İslâm cemiyetinin bütün dinî bağlarından koparılması gayesi, birdenbire devşirilememiştir. Bunun için biraz beklemek, bazı zuhuratı kollamak ve bazı cereyanları netice bakımından zıt gayeye doğru kanalize etmek, Türk birliği içindeki zümrevî temayülleri zamanında ve mekânında ustaca istismar etmek lâzımgelmiştir. 12- İşte bu gayet kurnaz istismardır ki, Garp âleminin hâkimi Yahudilik teşekküllerine, Türk istiklâl hareketini başından sonuna kadar dikkatle takip ettirmiştir. Yahudilik, Türk istiklâl hareketini en ince bir müşahede zekâsiyle tahlil süzgecinden geçirmiş, bu hareketi İdare edenlerin şahsi temayülleri ve fikrî kaynaklariyle, temsil ettikleri millî dâva arasında ne oldukları, ne yapmak istedikleri ve ne yapabilecekleri bakımından her türlü muayene ve muhasebeyi yerine getirmiştir. 13- Hâdise şöyle başlamıştır: Lozan konferansı başında İtilâf Devletlerinden İtalya, Türkiye'yi müstemlekeleştirme dâvasından, İngiltere'nin aslan payını alıp Akdenizde müthiş bir avantaja geçmemesi ve böylece İtalya'nın durumunu sarsacak bir muvazenesizlik doğmaması için vazgeçmiş, aynı tavrı İngiltere'den de beklediğini ima eden bir tavır takınmış ve işgal altında tuttuğu yerleri tahliye etmiştir. İtalya'yı bu salim politikaya sevk eden âmiller arasında, bazı İttihat ve Terakki paşalarının da telkinleri rol oynamıştır. 14- Biraz sonra, Fransa da, sırf İngiltere'yi hudutsuz bir avantaja kondurmamak için İtalya'nın fikir ve temayülüne iştirak eder gibi olmuştur. Bu hava doğar doğmaz, üç büyük İtilâf Devleti unsuru arasında en kuvvetlisi olan İngiltere yalnız kalmış ve hiçbir tazyike kapılmamaktaki ısrarında devam etmiştir. 15- Hâdiselerin, namütenahi ince bir kader cilvesiyle, düşmanlarımızı birbirinden ayırdığı ve bize hayat hakkını bağışlamak istidadını va'dettiği bu andadır ki, müthiş, kelimenin tam mânasiyle müthiş bir adam birdenbire sahneye çıktı. 16-Bu adam, o zaman İstanbul Hahambaşısı (şimdi Mısır Hahambaşısı) meşhur Hayim Naum... 17- Hahambaşının sahneye çıkışı, Yahudi metodunun en korkuncuyla, Amerika'ya gitmek ve orada üniversite üniversite dolaşarak Türkler lehinde(!) konferans vermek suretiyle başladı. 18- Böylece, daha evvel Ermeniler tarafından zehirlenmiş bulunan Amerikan umumî efkârı, Hayim Naum gibi bir Yahudilik otoritesinin lehteki propagandasiyle düzelmeğe başlıyor ve hâdise Türkiye'de görülmemiş bir hayret, hassasiyet ve minnet uyandırıyordu. O devrin gazetelerine, bilhassa "Vakit" gazetesine bir göz atmak yeter. 19- Hayim Naum, bir eşine âlemde rastlanmamış bir "suret-i hak" tertibiyle Türk milletini göklere çıkarıyor, istiklâlin bu tarihî millete ait en tabiî hak olduğunu bildiriyor, medeniyet âleminde Türkün parlak mevkiinden bahsediyordu. Hâlbuki bu şefkat ve himaye maskesinin altında, Türkün maddî vücudunu serbest bırakıp kalbini ve onun merkezindeki ruhunu yiyecek kanlı sırtlan dişleri pırıldıyor, fakat henüz kimse bunu fark edemiyordu. Zira oyun gayet ustaca oynanıyor; ve sıra, üçü istihsal edilmiş olup dördüncüsü henüz ele geçmemiş bulunan gayeye, Türkün mukaddesat temelini berhava etmek gayesine gelmiş bulunuyordu. 20- Hayim Naum isimli müthiş şahıs, aslen Manisalıdır; korkunç bir Yahudi dehasına maliktir, bir aralık Paris'te de hahambaşılık etmiştir. Şimdi de Mısırda bulunması, İslâmî esaslar bakımından gittikçe bozulmaya yüz tutan Mısırın belirttiği vaziyet ve hedefi pek güzel ifşa eder. 21-İşte bu Hayim Naum, Yahudilik genel kurmayınca idare edilen kapitalizma ve emperyalizma dünyasında Türkler lehinde vaızlar (!) vermeğe koyularak, işe, Türkiye'yi müstakil hale getirdikten sonra içinden yıktırmak maksadiyle ilk defa Amerika'da başlamıştır. Fakat Türkiye ve bütün İslâm âlemi dâhil, bundan hiç kimse şüpheye düşmemiş, üstelik derin bir minnet duygusuna kapılmış, bu hareketi meleklere mahsus bir şefkat tecellisi gibi alkışlamıştır. 22- Hahambaşı Hayim Naum, Amerika'ya hareketinden evvel, Beyoğlu'nda, Tünelin yukarısında "Beneberit" isimli Mason karargâhında, tam bir Yahudi genelkurmayı olan bu yerde, Alber Karasu, Nesim Mazilya, dişçi Sami Könzberg, fotoğrafçı Vaynberg gibi, Türkiye'deki gizli Yahudilik hükümetini temsil ve teşkil eden insanlara karşı şöyle demişti: - Gayelerimizin üçü de istihsal olunmuştur. Sıra dördüncüsüne gelmiştir. Bunun için de en mükemmel bir fırsat doğmuştur. İşte Anadolu'da millî bir Türk mukavemeti peydahlanmış ve ilk neticeyi almış bulunuyor. Bu hareketin başındaki zat, bizim, bütün şahsî fikir ve temayüllerini tanıdığımız bir kimsedir. Son derece İleri görüşlü, ananeye zıt kafalı bir zattır. Ruhunda, garp medeniyetine karşı çözülmez rabıta ukdeleri vardır. Fevkalâde tesir ve telkin kabiliyetindedir. Türk milleti gibi uysal bir kütleye her türlü yenilikleri sindirecek bir şef olmak kabiliyeti, yalnız bu zattadır. İşte bizim de plânımız, şimdi, bu müstesna kabiliyet ve istidatları vâdeden zata, İslâm birlik ve şuurunu çözdürmek olmalıdır. Bu ân, Türkiye'de din hâkimiyet ve timsalini yıktırmak için en bulunmaz tarihî fırsat dakikasıdır. Azasını teker teker saydığımız ve bilâhare biri rejimin alâyiş fotoğrafçılığını, öbürü de rejim şefinin dişçiliğini yapan iki malûm şahısla beraber Yahudi meclisi, bu fikirlere tamamen iştirak etmiş, aralarında gerekli bütün plânlar tespit olunmuş; ve bunun üzerinedir ki, Hayim Naum isimli zata Amerika seferi düşmüştür. Fakat hâdiseden, tertibattan, görüşülen şeylerden ve alınan kararlardan hiç kimsenin, hattâ bahis mevzuu büyük zatın da haberi olmamıştır. Böylece Hayim Naum, bir gölge gibi sinsi, vapura bindiği gibi Amerika'ya doğru çekip gitmiştir. 23- Hayim Naum, her şeyden evvel Amerika'dan Yahudilik merkezleriyle temas edip bunların mütalâa, tasvip ve himayesini temin ettikten sonra, daha evvel bildirdiğimiz, Türkiye lehindeki konferanslar serisine geçmiştir. Ve işte bu harikulade melekhaslet (!) ve Türk dostu (!) zatın beklenmedik propagandaları Üzerinedir ki, Hayim Naum ismi, Türk matbuatının minnet ve şükranla başköşesine geçirilmeğe başlanmıştır. 24- Hayim Naum, Amerika'da işini bitirir bitirmez, plân icabı, hemen Londra'ya geçti ve aynı propagandaya orada da devam etti. Fakat iş kuru bir propaganda ile bitecek soydan değildi. Propaganda, ancak zemini hazırlayabilirdi. Bu zemine atılacak temel için bir devlet eli lâzımdı. Hayim Naum ise bu devlet elini, daha plânının en başında hesaba katmıştı. 25-Hayim Naum, Londra'da, derhal Lord Kürzon ile temas aradı ve temin etti. O zamanki İngiliz politikasının nâzımı mevkiinde bulunan bu Lord, nesebinin bir tarafiyle Yahudi idi. Hahambaşı, dâvayı aynen kabul etmek için bütün şartlara malik bulunan Lord'u, ancak Türkiye'ye bazı ivazlar vermek ve istiklâlini kabul etmek mukabilinde ona islâmiyete arka döndürtmenin mümkün olacağı mevzuunda ikna etti. Böylece Türkiye'de, İslâm âlemi üzerinde nüfuz ve ehemmiyet ifade edecek hiçbir vasıf kalmayacaktı. Hayim Naum, İngiliz Lord'una, milyarlarca Sterling ve yüz binlerce insan feda ederek elde edilemeyecek bir kazancı, basit ve bedava bir formülle takdim ediyordu. Hayim Naum'un son sözü şu oldu: -Türkiye'nin mülki tamamiyetini kabul ediniz; onlara, ben, İslâmiyet temsilciliğini attırmayı kabul ve taahhüt ediyorum! 26- İleride, ileri bir müverrihin en ince noktalarına kadar teyit edeceği ve kaynakların en emininden devşirdiğimiz bu bilgiye ilâveten kaydedelim: Lord Kürzon, Hahambaşının bu teklifi karşısında o kadar heyecana düştü ki, bir İngiliz politikacısına yakışmayacak bir tarzda hislerini belli eden bir taşkınlık gösterdi, elini hararetle uzatıp teklifi kabul ve Hayim Naum'u tebrik etti. 27- Bunun üzerine Hayim Naum, derhal koşar adımla Lozan yolunu tuttu. İsmet Paşa Lozan'dadır ve o güne kadar hemen her devletle anlaşmış olduğu halde bir türlü İngilizlerle anlaşmanın çaresini bulamamıştır. Şüphesizdir ki, Ankarayla beraber, hiçbir tertipten haberdar değildir. 28- Hayim Naum derhal İsmet Paşa ile bir konuşma yaptı ve onunla, geceleyin, geç vakitlere kadar beraber kaldı. Son derece nazik, gizli ve hileli bir dil kullanan Hahambaşı, teklifini, Türk Murahhaslar Heyeti Reisine, mümkün olduğu kadar zehirsiz ve yumuşak şekilde bildirdi. Heyet Reisi, hayretler içinde, bu teklif ve telkine şu cevabı verdi: Meseleyi Ankaraya bildirip mütalâa ve direktiflerini aldıktan sonra size cevap verebilirim. Ve İsmet Paşa, teklifi, şifreyle Ankara'ya bildirdi. 29- Ankara'daki Devlet ve Hükümet Başı, haberi alır almaz, derhal Hayim Naum'un Ankara'ya gelmesi talimatını gönderdi. 30- Hahambaşı hemen Türkiye yolunu tuttu. Amerika'da giriştiği propagandalar muktezası olarak, büyük ve son derece sempatik bir Türk dostu tavrını almayı unutmamıştı. 31- Hayim Naum'un dâvaya verdiği ehemmiyet derecesini düşünün ki, kendisi aile efradına fevkalâde düşkün bir kimse olduğu ve ailesi Haydarpaşa taraflarında oturduğu halde bunca hasrete rağmen onlara bir "Nasılsınız?" bile diyememiş, Sirkeci garından inip doğru Haydarpaşa garında trene atlamış ve dosdoğru Ankara'yı boylamıştır. 32- Lozan'da İsmet Paşa, maiyetinden birine, bir gece evvel Hahambaşının kendisine geldiğini şu şu, şu, şu tekliflerde bulunduğunu anlatıyor ve o zatla Paşa arasında, aşağıdaki konuşma geçiyor: -Yahu, bu kerata bize İslâmi temsilciliğimizi kaldırtmak istiyor: -Hiç olacak şey mi bu? -Vallahi öyle... -Ya ne olacak şimdi? -Ankara'ya yazdım; bakalım ne cevap verecekler? 33- Hayim Naum Ankara'da bir gece kalıp derhal İstanbul'a dönüyor ve Ankara'dan aldığı talimatı hâmil olarak Lozan'a damlıyor. 34- Gerisi malûm... Lozan'daki Türk Murahhaslar Heyeti, resmen imzaladıkları muahede hükümleriyle, hiç de böyle, bütün bir tarih ve hayata bedel fedakârlık ifadesinde bulunmadıkları ve sadece dürüst bir anlaşmaya imzalarını atmak vaziyetinde oldukları halde, birdenbire aradan her mâniin kalktığını ve anlaşmanın imkân safhasına girdiğini görüyorlar. 35- Fakat zahir yüzüyle pek iyi tanıdığımız Lozan Muahedesi, tâ Ankara'daki kulis arkasından bu şekilde idare olunuyor; ve bu kulis anlaşmasından Lozan'daki Heyet ve Reisi, her türlü mesuliyet payına uzak kalıyor. Zira, hükümleri dürüst olan muahedeyi imzalayan onlar, mukabil teminatın merkezi ise başkalarıdır. 36- Hayim Naum, o gün bugün, bir daha Türkiye'ye dönmemiştir. Yeni istikamet ve dâvalar peşinde başka iklimlere ulaşmış, Mısır Hahambaşılığına geçmiştir. 37- Hayim Naum'un derhal Türkiye'den uzaklaşmasını, belki bir gün işin içyüzü sezilir de dinine ve milliyetine bağlı bir Türkün tecavüzüne uğrar diye korkusuna atfedenler de vardır. 38- Fakat bizce bu uzaklaşmadan gaye, Türkiye dâvasının hallolunmuş bulunduğuna ve günden güne de biraz daha hallolunacağına dair itimattan başka bir şey değildir. 39- Böylece aziz Türk vatanı (...) sistemle ve yavaş yavaş aslî kaynağından uzaklaştırılmış; Mohaç Meydan Muharebesinin gazileri, garp âleminin asırlar boyunca istihsal edemediği bir neticeyi (...) devşirivermiştir. 40- Gizli Yahudi kurmaylar emrindeki Avrupa politikası, şu ince (döviz - düstur)la ifade olunabilir: Yabancı medeniyetleri garba özendirip kendi kendilerinden uzaklaştırmak; böylece onların, başkalarını kendilerine benzetmesi tehlikesine mâni olmak; maksat yerine gelince de gerçek terakkinin işte bu olduğu medihleriyle pohpohlamak; ve mukabil millî cereyanları irtica, gerilik damgası altında suçlandırmak... Garbın işte bu plânı, bir Yahudi buluşuyla ve Türk milletinin en nazik ânında, hikâyesini arz ettiğimiz şekilde işlemiş ve sene 1923'ten itibaren sular işbu noktadan akmaya başlamıştır. Yarının tarihçisi bu hakikati görecektir. Büyük Doğu Dergisi 21-28 Ekim 1949, Sayı:2-3 (Vesikalar Konuşuyor, Büyük Doğu Yayınları, 1. Baskı / s. 96-104)
  8. FEDAKARLIK • Büyük dâvanın evvelâ vecd ve divaneliğine, sonra da cesaret ve hamlesine malik bulunmamak yüzünden, onun başlıca ahlâkî esaslarından biri olan fedakârlığa tamamiyle yabancı, ömür tüketip duruyoruz. • Bekliyoruz ki, doğmıyacak bir günün, tahakkuk etmiyecek şafağında, gökten zenbille düşecek hazineler vasıtasiyle gayemiz gerçekleşsin; ve biz bu gerçekleşecek dâvanın, varını yoğunu ona sarfetmiş hissedarları sıfatıyle değil de, "Armut piş ağzıma düş!" tarzında lüpçüleri ve sanki baba hakkına dayanan mirasçıları olarak ondan faydalanalım! • Dâva tahakkuk ettikten sonra, onun sebil musluklarına maşrapasını sürmeyecek tek fert yoktur. Fakat dâvanın tahakkuk etmesi ve sebil hazinelerinin dolması için peşinen bir yüksük dolusu su sarfetmeye kandırılabilecek bilemeyiz, kaç fert vardır? • Fedakârlık mefhumu, devrimizde, hiç kimsenin kapısından geri çevirmeyeceği ve her ân yolunu kolladığı efsanevî bir tevzi memurudur; yoksa her defa kapısından döndürdüğü ve mütemadiyen yolundan kaçtığı gibi, bir tahsil memuru değil... Fedakârlığı yalnız almaya mahsus ve nefsimizi tatmine mecbur bir fiil ismi makamında lügatimizde muhafaza ediyoruz; tamamiyle aksi olarak vermenin ve nefsi sıkmanın işi nerede, bu iş nerede? • Hazret-i Ali "Hasis mü'minlerdense, cömert kâfiri tercih ederim!" buyurmuşlardı. Sadece Allah rızası için mukabilsiz vermenin ifadesi olan ulvî ve hasbî cömertlik noksanının bile küfre yaklaşmasına mukabil, kendi öz kurtuluşu için meteliğe kıyamayan sözde mü'minlerin halini acaba nasıl yorumlarsınız? • Sadece mal ve para bahsinde değil, her hususta hasislik bütün ciğerimizi kavurmuştur. İtimatta hasis, anlayışta hasis, ümitte hasis, hayalde hasis, temennide hasis, gayrette hasis ve nihayet malda hasis... • Sadece vermek, boyuna vermek, hep vermek, her türlü vermek, her sahada ve her işde vermek şeklinde anlaşılması ve ancak bu suretle fedakârlığa tekabül ettirilmesi lâzım gelen umumî cömertliğin, biz, ne acınacak mahrumları haline gelmişiz ki, aşkta hasis, akılda hasis, emekte hasis, teşebbüste hasis posalara dönmüşüz!.. • Biricik özrümüz, terlemek ve sıkıntıya girmek istemiyen ham ve kaba nefsimizin biricik ham ve kaba tesellisi olan itimatsızlıktır. Denilir ki: "Şöyle veya böyle olacağını bilsem ve neticesinden emin olsam her fedakârlığı ederdim!" Bu teselli yalandır, şeytanîdir, günahtır! Sen itimat et de, isterse vazifeye davet eden seni kandırsın! Ecri sana ve hüsranı onadır! Sen boyuna itaat et ve icap ederse her defa aldatılmaya razı ol ki, böylece bir gün aldatılmamak imkânın da tahakkuk etsin, aldatmayacak olan da zuhur etsin? Ve o bir kere zuhur ve tahakkuk edince, onunla beraber muazzam zafer de gerçekleşsin!.. Emin olsaydın kendinden bir vâhid vereceğin işe, her defa da kandıramayacağın ihtimaliyle bin kere neye birer vahit veremiyorsun? • 1870 tarihinde Almanlar Paris'i alıp Fransız milletine altından kalkılmaz bir harp tazminatı biçtikleri zaman, Fransız kızları saçlarını kesip Avrupa pazarında satmışlar ve milletlerinin borcunu en kısa zamanda ödemişlerdi. İtimat ve aşk o kadar büyüktü ki, hiç kimsenin gönlüne şüphenin gölgesi bile düşmemişti. Ya bütün Türk mazi ve istikbalinin en köklü kurtuluş zeminine oturtulması dâvasında, bize sağ elinin baş parmağından bir milimetrelik tırnağını kesip verecek olan kaç kişidir? Bu tırnakların nefs terazisiyle tartılıp nefs pazarında satılacağından ve mukabilinde nefs apartmanları kurulacağından şüphe edenler varsa, bunlar bizden değil, kendi kendilerinden şüphe ediyorlar demektir. Zira onlar vermeye hazır olsun da, dediğimiz gibi, alan bugün bir hain bile olsa, elbette yarın başka bir sadık zuhur eder ve gaye hâsıl olur. Bu işin tecrübesi de, bir değil, bin kere bile aldanmaya değer. Ya kimse vermeye hazır olmaz ve böyle şeytanî tesellinin kabuğunda rahata çekilirse tek bir hain ihtimaline karşılık, acaba kaç bin veya kaç milyon gerçek hain türeyecektir? • Fedakârlık eden aldanmaz ve ilahî adalet tecellisiyle mutlaka verdiğini misilleriyle alır. "Cesur, merzuktur!" • Hasis aslında mahrumdur: ve biz mâlik olduğumuz için değil, mahrum olduğumuz için fedakâr değiliz! Allah uğrunda vermek... Dâva ahlâkımızın baş kaidelerinden biri budur! İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, 16. Baskı / s. 528-529
  9. MÂVERÂCILAR VE BİR ÖLÇÜ Bu arada «Mâverâ» isimli, üzerinde erimeye ve bir takım vaadler hecelemeye değer bir mecmua ve etrafında bir çevre var ki, herbirini tam ayar Büyük Doğucu bildiğim ve kadromuzda gösterdiğim, (otomobil-kendinden hareketli) eser verme çağında, olgun yaşta gençler diye sıfatlandırılabilir bu zümreyi korkunç bir kaçaklık içinde görmekle, öteden beri biricik gıdamı teşkil eden inkisar ve ıstırapların en zalimine uğramış bulunuyorum. Bunlar benim M.S.P. Millet Vekili namzetleri listesine alınmak üzere öne sürdüğüm ve âdi şahıs plânı üstünde fikir ve ideal temsilcileri olarak mutlaka kabullerini istediğim ve atlatıldıklarına şahit olduğum gençler... Heyhat ki, şahıslariyle değil, fikirleriyle listeye alınmayan bu gençler, yine benimle her noktada mutabık fikirlerine rağmen, M.S.P'ye karşı aldığım tavır üzerine onların bir gazetesine kapılanmakta, dâvalarını gütmekte ve bana aykırı tavır takınmakta tereddüt etmediler. Onlar ki, kitaplarında annelerini «Büyük Doğu» diye göstermişler ve bana «siz bize komünist partisine girin deseniz gireriz!» demişlerdi, nasıl oldu da asıllarını inkâr ettiler, annenin hakkını helâl etmeyeceğini düşünmediler; ve üstelik hadiseyi mahrem plânda tutmayıp bir keresinde şerefsiz bir telmih ve îma yoliyle müslümanlar arasında fitne çıkarmakla suçladılar. Öyle mi?.. Buyursunlar işi aleniyete vurmak cüretinin karşılığını!.. Fitnenin ancak gerçek müslümanlar arasında çıkarılmaması gerek bir emir olduğunu, aksine, sahtelerle düşmanlara karşı taarruzun da farz değerinde olduğunu ve bizim çattıklarımızın müslümanlar değil, (etiket) ve (rozet) satıcısı simsarlar olduğunu öğrensinler... Ve artık annelerinin yüzünü görmez, hâl ve hatırını sormaz ve yerini yurdunu aramaz olsunlar!.. Bunlardan biri bana, telefonda: — Biz sizin M.S.P.'ye çatmanızdan değil, A.P. ve M.H.P.'ye avans vermenizden yaralıyız! Deyince büsbütün inkisara düştüm, Dâvamızı sancak direğinin tepesine çıkarmak için biri küfür ve öbürü kalpazanlıktan ibaret basamaklar yanında, ne kadar çarık-çürük olsa da tamir kabul edebilir ve sıklet çekebilir A.P. ve M.H.P. merdivenlerine ümit bağlamaktan -ve sözüme dikkat edin!- hiç olmazsa mücadelemizi ancak onların iktidara gelmesiyle mümkün görmekten başka çare kalmıyor; bu kadar ince ve hesaplı bir politika ve strateji nasıl oluyor da anlaşılmıyor ve «harp hüd'adır!» hadîsinin tam yeri olan bu vaziyet, onlardan olmak sanılıyor? Kaldı ki, onlar telkin ve tesirimizle bizden olurlarsa, biz de onlardan olmayı en aziz vazife bilir ve Adalet Partisi'nde hakikî adaleti, Milliyetçi Hareket Partisi'nde gerçek hareketi görmekle saadete ereriz. } Olanca mesele, bizim, bu iki parti mevzuunda, yekpare ve asla bölünmez dünya görüşümüzden en küçük bir tâviz vermeyeceğimizdedir. Bir zamanlar Rus sefaret heyetinden birinin «komünist olsaydınız size Moskova'nın yarısını verirdik; ama zırnık vermeyiz. Zira olmayacağınızı biliyoruz!» dediği bu hakîr adam, kâfirinin de, münafığının da, devrimbazının da, masonunun da gözünde inanç bütününden tek zerre feda etmez bir insan olarak tespit edilmişken onu ıvazcı diye gören çeyrek müslümanlara ve hele nazarlarının kuvvetini görmekte yanıldığım ve değerlendirilmeleri yolunda gittiğim Mâverâ iddiacısı mâsivâ giriftarlarına yazıklar olsun!..
  10. Selamlar, Veliler Ordusundan 333 (Halkadan Pırıltılar), Üstad'ın tasavvufi eserleri arasında en çok tanınan ve kârî ilgisi gören kitaplarından birisidir. Bu eserde, başlıklar halinde sıralanan 333 tasavvuf büyüğüne ait menkıbeler, hikmetli sözler ve bu sözler hakkında Esseyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin yapmış olduğu açıklamalara yer verilmektedir. Baştan aşağıya insanı kuşatan bir ruha sahip olan bu eserin kalın cüssesine bakıldıktan sonra kendisinden uzaklaşılmaması ve eserin mutlaka okunması gerekmektedir, zira bu eser insanı tasavvufî bir havanın içerisine hayli büyük bir muvaffakiyetle sokma kudretine sahip. Eserle hissediyorsunuz. Üstad'ın özellikle üzerinde titizlik gösterdiğini söylediği üslubu ise, hadiseleri herhangi bir hikaye gibi okumaktan bizleri uzaklaştırıyor, direk cezbeye itiyor. Hikayeler geçmişte yaşanmış olmaktan çıkarak önümüzü aydınlatacak bir rehbere dönüşüyor. Ben sözü fazla uzatmadan, aşağıya Üstad'ın bu kitap için kaleme aldığı takdim yazısını alıyorum. Saygı ve selamlarımla
  11. Sitenin en popüler ve en çalışkan üyesi, sorumlusu. Forumu tek başına ayakta tuttuğunu söylemek mübalağa olmaz. Ancak takdirle izleyebiliyoruz. Öyle ki yönetim işleyişinde bu müthiş dinamizme ancak ayakbağı olunuyor. Allah razı olsun, aktifliğinin devamını diliyorum.

  12. Selamlar, Aşağıdaki parça, Ata Senfoni adlı eserin Netice başlıklı kısmıdır. Tüm kitabı büyük bir edebî lezzet eşliğinde kıraat ettikten sonra bu "Netice"yle karşılaşmak, insanın tüylerini diken diken ediyor. Saygı ve selamlarımla NETİCE Biz ne yaptık? Atı aldık, mâna inbiklerinden süzdük, büyük ve küçük kelâm plânına döktük, güzel sanatlar perdesinde aksettirdik, tarih boyunca millet millet çizgilendirdik, en asil soyu ve işi içinde değerlendirdik, «safkan» çerçevesinde ölçülendirdik, yarış yerlerinde taçlandırdık, bütün mesut ve mahzun taraflariyle belirttik, nihayet memleketimize getirdik ve bıraktık. Ne görüyoruz? İnsanı tamamlamak ve ondaki kahramanlık mefkuresine alem olmak için yaratılan, Allah ve Resulü tarafından övülen, rüya perdesini bile yakacak kadar asil ve bedii çizgiler taşıyan, güzel sanatları ürperten, tarihte her milletin zafer ve şeref armasında motifleşen, «safkan» teknesinde yoğurulan, hipodromlarda muhtaç olduğu prens iş zeminini bulan, sırtına binmiş bunca insan hırsına rağmen ebedî ismetini muhafaza eden ve nihayet tek istifa kaynağı olarak yarış yerinde heykelleşen at, bütün dünya ile beraber memleketimizde, yani onu ilk defa çıkarıp insanlığa takdim edenlerin yurdunda pek mahzundur. Kulağımıza, babasını imdada çağıran bir çocuk sesini andırır, acı kişnemeler geliyor. Dünyanın en güzel hikâyesini anlatacağım: Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir Memiş Ağa varmış... Memiş Ağa değil de, Durmuş veya Satılmış Ağa... Hepsi bir... Evvel zaman da dediğimiz, pek yakın bir tarih, meselâ Birinci Dünya Harbi sonu... Bu Memiş Ağanın köyü, cenubî Anadoluda, düşman istilâsına uğramış, yanmış ve yakılmış bucaklardan... Köy, sadece yanık kokusu ve yıkık manzarası veriyor. Bir zabit, bir süvari zabiti, harb içinde bu köye sık sık gelip ordu hesabına yüksek kumandanlara at satın alan bir zabit, nihayet o da sivil elbiseli, o da yanık ve yıkık, herhangi bir vesileyle bu köye uğruyor. Köy, bilhassa cins atlariyle meşhur... Mütareke olmuş, muharebe durmuş, fakat bütün vatan toprağı, kum- kum acımakta, taş taş sızlamakta... Zabit, bir ölü evine girercesine köye ayak basıyor. İzbelerde bir adam... Yanına yaklaşıyor: «— Nerede Memiş Ağa?» «— Şurada, şu yamacın dibinde, bir kayanın üstünde oturuyor.» İlerleyen, Memiş Ağanın yanına giden, onu selâmlayan, selâmına cevap alan, şahsını tanıtan, tanınan ve mendilini açıp oturması için kendisine yer gösterilen zabit... Uzun bir sükût... Memiş Ağanın konuşmaya pek niyeti yok... Nihayet zabit, dayanamayıp, köyün en büyük ağasına ve atçısına soruyor: «— Niye susuyorsun ağa?» «— Ne söyleyeyim oğul?» Zabit kimi sorduysa «yok!» cevabını alıyor; hangi atı merak ettiyse «yok, gitti; yok, öldü!» Sükût... «— Karabaş'ların Hasan Ağa ne oldu, ağa?» «— Yok, gitti!» Sükût... «— Ya şu meşhur kır at; Akduman?» «— Yok, öldü!» Hangi insan sorulsa «ya öldü, ya gitti!»; hangi at merak edilse «ya gitti, ya öldü!»... ölen niçin, giden nereye?.. Yahut ölen nereye, giden niçin?.. Gidenler mi ölüyor, ölenler mi gidiyor?.. Hâsılı her şey karanlık, her şey müphem... Nihayet Memiş Ağa, zabitin ikide birde kendisini kurcalamasından üzgün, elini gayet hususi bir işaretle sağa açıp ve sonra ona bir gidiş ahengi verip diyor ki: «— Senin anlıyacağın, oğul, iyi insanlar, iyi atlara bindileeeeer, gittiler!» Bizse, Memiş Ağa misalini tersinden hayal etmeye meyilliyiz. Şöyle, ne kadar fikri, bedii, içtimai, idari hasretimiz varsa, hepsinin birden yollarını kavuşturan meydanda durup kulağımızı nal seslerine vermek ve sonunda, sökün etmekteki «safkan» ları görünce narayı basmak : «— İyi insanlar, iyi atlara bindileeeeer, geldiler!»
  13. NFK-Fan

    Aşırı

    "AŞIRI" Son zamanların gülünç ve sefil laflarından biri de "aşırı" tabiridir. Onu "uç" kelimesiyle birleştirip "aşırı uçlar" şeklinde konuşuyorlar. Ne kastettiğini, kastettiği şeyin keyfiyetçe ne olduğunu ve bunun azı ve çoğuyla ne belirttiğini bilmez, hiçbir tahlil ve terkibe aklı ermez, hazırlop yafta esnafı küçük politikacılara mahsus bir ağız... "Aşırı uçlar"dan kast, İslâmiyetle komünizma olduğuna göre; sanki bir geyiğin sağlı ve sollu iki boynuzu halinde bunların uzaya uzaya duvarı delmesine müsaade edilmiyor da kulübesi içinde ve tahammül edilebilir çapta kalmasına ses çıkarılmıyor. Ne ahmak bir muvazaa anlayışı!.. Bir maşrapa suya ihtiyacı olana zorla bir küp dolusu içirmemek gibi sınır riayetleri müstesna, aslında iyi olan bir şeyin fazlası daha iyi, kötü olanı da daha kötüdür. Demek ki, dâva, bir şeyin aşırı, yani başkalarınca haddi aşkın olup olmamasında değil, kendi öz keyfiyetiyle iyi olup olmadığındadır. Bu keyfiyete göredir ki, o şeyin iyi veya kötü olduğuna hükmedilir ve ortada verici ile alıcı arasında bir tahdit sınırı bulunmadıkça, azlık, çokluk gibi kemmiyet Ölçülerine bakılmaz. Hattâ böyle bir tehdit sınırına mevzu bulunmadıkça bir şeyin kemal ifadesi demek olur. Yani, müslüman olsun, komünist olsun, rejim ağalarının dilediği çapta kalacak ve kendi öz keyfiyetine göre ve kendi öz hududu içinde gelişmek imkânından yoksul bırakılacak... Olamaz!.. Ne mendebur anlayış!.. Dananın aşırı hali, bu anlayışa göre öküz, kuzununki de koç... Eğer öküz veya koç bu son kâmil oluşlariyle kötü şeylerse, dana veya kuzunun da birer kötülük çekirdeği olması ve aşırı olmayan halleriyle de müsamaha görmemesi icap eder. Eğer dana kendi öz keyfiyetine sadık kalacaksa mutlaka öküz olacak, kuzu da işi mutlaka koç olmakta bitirecektir. Onun içindir ki, danaya "sen hep böyle kal!" kuzuya da bu halini değiştirme!" demek ve onları yalnız ilk devreleri içinde zararsız kabul etmek, fikir haysiyetiyle bağdaştırılması mümkün bir iş değildir. İnandığı dâvada ve dâvasının öz hududu içinde aşırı olmayanın yüzüne tükürünüz! Ve biliniz ki, günümüzde tek aşırı uç politikacılarımızın ahmaklığı... 29 Kasım 1978
  14. CENAZEMİ KİMLER KALDIRSIN? Bu defaki Büyük Doğu, MSP'lilerin, her halde düdük işareti merkezden verilmiş olacak, bana saldırmalarına vesile oldu. Anadolunun bellibaşlı yerlerinden bir veya birkaç delikanlının kendilerine yakıştırdıkları ve bununla bütün mukaddesatçı gençliği temsil hayaline kapıldıkları "İslamcı Gençlik" yaftası altında bana saldıranlar, MSP güdücülerinin tek tek Büyük Doğu annesinden vücut bulma birer sakat doğum belirttiklerini düşünmek ve ona göre anneyi dinlemek yerine, sanki dışarıdan ve İslama karşı bir taarruz gelmişçesine beni hedef tuttular. Utanmadan, arlanmadan, gaipler âleminden bir haşyet duymadan mektup ve telgraflarla etmedikleri küfür bırakmadılar. İş bununla da kalmadı; bizzat benim, kucağımda emzirdiğim, üzerilerine titrediğim, Büyük Doğu emanetine lâyık sandığım ve hususî kadromuza aldığım olgun yaştaki gençler de, son anda birer MSP'li geçinmeye kalktı; ve bu parti bahsinde benimle harfi harfine mutabık iken birdenbire ayak diremek gibi asaletsiz bir cesaret gösterdi. Hele içlerinden biri, bir MSP organında maskeli bir imâ üslûbiyle benim müslümanlar arası fitne çıkardığım iddiasına kadar vardı; ve "sen de mi Brütüs?" hitabındaki fazilet ve sadakat yoksunluğu misaline nazire yazmış oldu. Ve hele bir MSP'li var ki, Anadolunun bir köşesinde "Hürriyet Gazetesi A.Ş. bayii" damgasını bir iftihar mühürü diye bastığı mektubunda benim için "öldüğü zaman cenazesini türkçüler kaldırsın!" diyecek kadar denî... Eski bir beytim malûm: Henüz sağken şu kadarını söylemek isterim ki, Hak, benim tabutum altına girecek dört ve ardımdan gelecek birkaç kişiden hiçbirinin, dindar geçinen bu sefillerden olmasını nasip etmesin... 10 Haziran 1978
  15. Selamlar, Aşağıda sırasıyla, Vatan Haini Değil - Büyük Vatan Dostu 6. Mehmed Vahidüddin'in yayınlanması üzerine kuduzlar cephesinde filizlenen komik bir tepkiyi ve Üstad'ın yazmış olduğu cevabî yazıyı paylaşıyorum. Saygı ve selamlarımla 29 YIL SONRA ATATÜRK İNKİLÂPLARINA BAKIŞ HASAN PULUR Atatürk'ten ayrılalı yirmi dokuz yıl olmasına rağmen, O'nun büyük inkılâbı kara cahil yobaz tarafından her gün bir tarafta baltalanmakta, lâkaytlık, adam sendecilik, bana necilik, din istismarcılığı ve türlü hasis düşüncelerle, gittikçe büyüyen ve gelişen, bu menfî akını karşısına Atatürkvâri bir cür'et ve medenî cesaretle çıkılmamakta, yer yer irtica gösterileri en şiddetli tepkilerle karşılanıp yobazın burnu kırılmamakta, din adamı namı altındaki cahil softalar köy köy; cami cami gezmekte, halkı Atatürk aleyhinde kışkırtmakta, her çeşit tarikat istediği gibi icrayı ahenk etmekte, «Volkan»ı dahi geride bırakan gerici gazeteler, dergiler meçhul kaynaklardan beslenip köylere kadar bedava dağıtılmakta, şeriatçılık, hilafetçilik ve Büyük hakancılık sloganı ile Türk milleti zehirlenmekte, gençlik, öğretmenler, aydınlar mukaddesatçı, ilerici nâmı altında parçalara ayrılmakta Silistre'den gelme, hiçbir yerde tutunamamış olan sahtekâr bir din yobazı Süleyman'ın kurduğu Süleymancılık; Lavrens'e casusluk yapmış, Rusya'da eğitilmiş, Türk vatanını bölmeyi ve parçalamayı, bir Kürt Devleti kurmayı kafasına koymuş, sicilinde hırsızlık dahi olan, uzaklardan leş kokusu hissedilecek kadar pis, su yüzü görmemiş Said Nursî'nin kurduğu Nurculuk alabildiğine büyümekte, camiler, tekkeler, zaviyeler açıkça ve alenen inkılâp düşmanlığı yapmakta, vaizler —yetkililerin önünde dahi— ATATÜRK inkılâplarına dil uzatmaktan korkmamakta. O'nun heykellerine, büstlerine saldırmakta, senelik gelirleri 30—40 milyon lirayı bulan dernekler masum gençleri zehirlemekte, kızlar okullardan alınmakta, ayyaş, üç kâğıtçı ve her tarafı oynak sapıklar yurt içinde dolaşıp konuşmalar yaparak zehirler saçmakta, (namaz kılmasını, Kur'an okumasını bilmeyen bu küstahların konuşmaları teyplere alınıp köylere ulaştırılmakta ve bir kelime ile İRTİCA gittikçe örgütlenmekte, kuvvetlenmeye çalışmakta, yobazlar uygun adımlarla cami duvarlarına yaklaşmaktadırlar.» Korgeneral Faruk Güventürk son yazdığı kitabın önsözünde böyle diyor... 29 YIL SONRA ATATÜRK İNKILAPLARINA BAKIŞ... Kitabın adı bu! Dediklerinde bir fazlalık var mı? Yok! Eksiklik bile var! Abdülhamid'e yakıştırılan «Büyük Hakan» palavrası, şimdi yerini «Vatan haini» Vahdettin'de bulmak üzere... Hani vatanı, Damat Ferit'le yabancılara peşkeş çeken ve Kurtuluş Savaşı kazanılınca da İngiliz gemisine binip düşmana sığınan Osmanlı'nın yüzkarası Vahdettin var ya! O bile, «Süper mürşit»in kaleminde «Vatan haini değil, vatan dostu.» «O vatan dostu» olunca Kurtuluş Savaşını yapanlar «Vatan haini.» Yâni Atatürk, İnönü, Çakmak, Birinci Millet Meclisi, binlerce kahraman ve şehit... Hepsi vatan haini! İnsanın, bunları gördükçe, okudukça kahrolası, ölesi değil de, babasından kalan en kutsal emaneti, İstiklâl Madalyasını alıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin başına götürüp teslim edesi geliyor: — Alın Sayın Sunay! Bu İstiklâl Madalyasını siz koruyun! (Milliyet, 16-5-1968)
×
×
  • Create New...