Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

görünmez

Editor
  • Content Count

    101
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    8

görünmez last won the day on July 23 2016

görünmez had the most liked content!

Community Reputation

54 İyi

About görünmez

  • Rank
    Emektar

Profil Bilgisi

  • Cinsiyet
    Erkek

Recent Profile Visitors

7,351 profile views
  1. HAYALET Kadın, oturduğu yerden başını duvara dayadı. Gözlerini tavana dikti. Çürük tahtalardaki lekeler, budak yerleri, lambanın ışığında parıldıyor; meydana, manası ve benzeri olmayan şekiller çıkıyor, bunların hepsi de aslı bilinmeyen korkunç bir şeyin remzine benziyordu. Dışarıdan rüzgarın sesi, çok uzaktan gelen naralar, köpeklerin uluması birbirine karışmıştı. Arasıra kapının önünden hızla birisi geçiyor, taşlara sürtülen demirli ökçeler sinir tırmalayıcı bir ses çıkarıyordu. Birdenbire sokaktan sert bir ayak sesi duyuldu. Ayak sesleri tam da, başını, köşesine dayadığı pencerenin önünde durmuştu. Dışarda iki kişi konuşuyordu. Doğruldu. Alnını cama dayayarak simsiyah sokağa baktı. Karşı evin beyaz badanalı kerpiç duvarında birbirinin üzerine abanmış iki kocaman gölge gördü. Demek bu gölgelerin sahipleri tam kendi penceresinin altındalar, yanıbaşındalardı. Kalın, iri, öfkeli bir ses yükseldi : -Öldü, kendisini öldürdü ha! Yazık oldu billah delikanlıya… İnce, kısık, korkak bir ses cevap verdi : -Öldü ya… Onun yüzünden… Az mı çektirdi zavallıya o kadın? Neydi o, omuzlarına kadar uzanmış saçları, kaybolacak kadar yuvasına çekilmiş gözleri?.. Gömleğinin yırtıklarından kaburga kemikleri görünüyordu. Zayıf, kuru bacakları her zaman çırılçıplaktı. Hepsi onun yüzünden… Evvelki kalın, iri, öfkeli ses incelmiş, bir diş gıcırtısına dönmüştü : -Ben sana bir şey söyleyeyim mi? Bu karı tekin değil… Yüzünü görmek şöyle dursun, evinin önünde bile… Sesler hemen kesildi. Bir ökçe takırdısı… Konuşanlar hızlı hızlı uzaklaşıyorlar, kaçıyorlardı. Kadın, tam ayak seslerinin bittiği yerden keskin bir haykırışın, karanlığın göbeğinden bir şimşek gibi kendisine doğru uzandığını gördü : -Kahbe! Ah kahbe karı!.. Ve ses seda kesildi. Ayağa kalktı. Dudakları kilitlenmiş, içerden dişleri birbirine vuruyordu. Duvara dayandı ve kendisini yer minderine bırakıverdi. Otururken başını duvara çarptı. Ensesinden kısa bir acı girip çıktı. Şimdi onu, ölen delikanlıyı düşünüyor : Kendisi her akşam köyün kızlarıyla mezarlığın yanındaki sette oturur. Ezandan biraz evvel önlerinden köyün delikanlıları geçer. Onların ta ortasında esmer, uzun boylu, çatık yüzlü birisi vardır. Başı her zaman öne doğru hafifçe eğik ve suratı acımtıraktır. O zaman kızlar kendisini dürterler : -Bak, bak, geçiyor, seninki!.. Uzun yüzlü, uzun saçlı… Parlak kara gözleri, yüksek, geniş bir alnı ve yüzünü ikiye bölen uzun, düşük bir burnu var… İhtiyarların ona ”ağır başlı” gençlerin “mert” dediğini bütün köy bilir. Delikanlılar kızların önüne gelince hiç kimse o tarafa bakmaz. Oracıkta, hislerin saklanması ve zaafların utangaçlık maskesi altında kıpkırmızı kesilmesi usuldür. Fakat o müstesna… Yere bakan gözlerini, sönük, cansız, heyecansız, kadına çevirir, hiçbir şey duymuyor, hiçbir şey olmuyor gibi kadına bakar, sonra aynı yorgun, bezgin hareketle yere dikerek geçip gider. Arkasından bütün kızların kahkahayla gülmelerine başını döndürmez bile… Bu hal epeyce devam etmiş ve delikanlının tavırları kadını iyiden iyiye korkutmaya başlamıştı. Evden bir iş için ayrılırken içinde bir kuruntu duyar. Sokakta arkasına bakmaz. Zira iki üç adım geriden çenesi göğsünde, alnı düşünceli o geliyor sanır. Beynine bir kurt gibi düşen bu kuruntu, gün geçtikçe dayanılmaz bir işkence halini almıştı. Evinden çıkmaz olduğu zamanlar yine ondan kurtulamıyordu. Duvarda, göz önünden gitmeyen duruşuyla o… Çeyizlik aynasının içinde onun gözleri… Dolabı açsa içinden o çıkacak… Evin içinde dolaşan her ayak sesi mutlaka onun derin, dipsiz bir düşünceye dalmasına, en küçük çıtırtı onun verdiği korkunç bir karara işarettir. Ondan duyduğu korku, etrafını hava gibi, ışık gibi saran, içinden çıkılması imkansız bir zarf olmuştu. Halbuki kendisi o adamdan ne kadar korkuyorsa, herkes de kendisinden o kadar çekiniyor, uydurulan dedikoduların ağızdan ağza her sıçrayışında bir arkadaşı daha kendisini yalnız bırakıyordu. Bir an geldi ki, köyün bütün kadın gözleri kendisine : -Erkeklere bela ören bir büyücü… Diye bakmaya başladılar. Birgün, sonuncu arkadaşı da kulağına eğilip dedi ki : -Ayol, sen ne yapıyorsun bu adama? Annesi geçen gün bana ne dedi biliyor musun? “Oğlum eskiden tek tük laf söylerken şimdi hiç ağzını açmaz oldu. Üç gündür ağzından tek bir harf çıkmadı. O kadın şimdi de oğlumun dilini bağladı. Dilerim Allahtan, tez vakitte o büyücü karıya da, onunla konuşanlara da belalarını versin!” Ben artık seninle konuşamam. Artık büsbütün kimsesiz ve arkadaşsız kalmıştı. İçinde o adama karşı büyük bir hınç taşıyordu. O adam bu tuhaf hallere düşüyorsa kendisinin ne suçu var? Acaba herkesin sandığı gibi bu kadın gittiği yere bela götüren bir lanetli mi? Şimdi kendi kendisinden de korkmaya başlamıştı. Kaç gece horoz seslerine kadar uyanık, yastığa kapanarak ağlayıp durmuştu. Bu adam ne istiyor? Kendisini mi, yoksa başka bir şey mi? Ne istediğini bilse, en kıymetli bir şeyi bile olsa düşünmeden verecek. Fakat bilse… Birgün köyün dışında gezinirken ilk defa geriye dönüp bakmıştı. O, arkasında, bir adım gerisinde geliyordu. Yüzyüze gelmişlerdi. Onun bir çıngırak sesine benzeyen sadasını duydu : -Sana bir şey söyleyeceğim! -Söyle! -Yüzüme bak! Gözlerimin içine bak! Öfkeyle sarsıldı : -Bir şey gördüğüm yok! -Beni dinle! -Ne söyleyeceksen hemen söyle! Ne istiyorsun? Yüzü rahat eder gibi oldu. Soluk dudakları kıpırdadı : -Ölmek… Kadın ta içinden tiksindi. -Beni kurtarırdın eğer ölseydin… Ve hızla arkasını dönüp uçar gibi uzaklaştı. Ertesi gün mezarlığın yanındaki sette bir başına oturuyor. Artık evde duramaz oldu. Sokaklar ve kırlar daha az korkunç. Çok geçmeden o göründü. Yüzü buruşuksuz… Dudaklarının ucu bir bıçak kadar keskin… Bu akşam sanki gülüyor… Gözleri çukurundan çıkmış, içinde nokta kadar bir kıvılcım var… Tam önünde durdu. Çıplak göğsü ve kuru bacakları yine meydanda… Eli göğsüne kadar gitti… Parmaklarının ucunda bıçağa benzer bir şey… Göğsünde ince bir çizgi… Kadın kaskatı, delikanlı dimdik… Göğsündeki çizgiden ince bir kan yolu karnına doğru iniyor. Eli yine göğsüne gitti. Parmaklarının arasından kan taşıyor. Yüzü duvar kadar beyaz… Yüzünde damarların dalları görünüyor. Gözleri kapanır gibi oluyor. Birden açılıyor. Artık o nokta kadar kıvılcım meydanda yok… Gözleri açılıyor, daha açılıyor, alabildiğine açılıyor. Kadına bakıyor. O kadar açıldı ki, gözlerinde gergin bir iplik koptu ve delikanlı bir direk gibi kaskatı, bir servi ağacının dibine kapandı. Kadın birdenbire silkinerek hatıralarından uyandı. Başını kaldırdı. Dışarıda rüzgar göze görünmez bir felaket kuşu gibi ıslık çalıyor ve her kanat çarpışında camları zangır zangır sarsıyordu. Birden kendisini çağıran biri olmuş gibi yerinden sıçradı. Sanki yukarı katta bir teneke yuvarlanmış, basamaklardan birer birer zıplayarak iniyordu. Bütün vücudu buz kesildi. Beyazın üzerinde siyah birer yuvarlak gibi yana kayan gözleri, kapının tokmağı üzerinde durdu. Kapı açılıyordu. Dışarıdan kapının tokmağını kavramış esmer bir kol, çıplak, zayıf, uzun, göründü. Kapı ardına kadar itildi, rüzgarı kadının yüzüne çarptı. Eşikte o duruyor, ölen delikanlı… Göğsü her zamanki gibi çıplak… Çenesi göğsüne yapışık… Camdan gözleri, karnının biraz yukarısında ince bir çizgiye dikildi… Bu çizginin ta ucundan ince bir kan yolu başlıyor ve karnına doğru iniyor… Hayalet kısa adımlarla yürümeye başladı. Yüzü duvar kadar beyaz… Yüzünde damarların siyah dalları görünüyor. Keskin bir hırıltı, kadının boğazını paraladı. Kaçmak ister gibi koştu. Duvara dayalı büyük dolabın tepesine sıçradı. Orada bir an asılı kaldı, yere kapandı. Döşemeler homurdandı. Uykularından sıçrayıp uyananlar, odaya girdikleri zaman büyük dolabın keskin ucunu kızın göğsüne saplanmış gördüler. (1928)
×
×
  • Create New...