Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Selmanbey

Üye
  • Content Count

    233
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    6

Selmanbey last won the day on August 10 2012

Selmanbey had the most liked content!

Community Reputation

39 İyi

About Selmanbey

  • Rank
    Gayretkâr Üye
  • Birthday 06/28/1949

Profil Bilgisi

  • Cinsiyet
    Erkek
  • Nereden
    Başyücelik
  • İlgi Alanları
    Büyük Doğu
  1. Hahahahahah :D Bence Büyük Doğu davasına büyük bir hizmet yaptın FAN Bey, Allah razı olsun. Ben de bir tane ekleyeyim: Yıldızlar, ruhuma kayan yıldızlar; Beni benden aldınız ey yarenler! (Şaka bunu ben salladım :D:D) Hadi selametle...
  2. Allah Cezanızı Versin!.. İSLAMCILIĞIN cıcığını çıkarttınız, Allah belânızı versin!.. Ben çoğunuzun o eski mücahitlik günlerini bilirim, ne nutuklar atıyor, mangallarda kül bırakmıyordunuz. Sonra mücahitlik postunu çıkardınız müteahhit oldunuz. Müslümansan, hangi meşreb ve mezhepten olursan ol, mutlaka doğru ve dürüst olmak zorundasın. Siz yıllar var ki, doğruluk şişesini taşa vurup paramparça ettiniz. Allah bin kere belânızı versin! Namaz kılıyor, günde onlarca defa Allah'tan sirat-ı müstaqime (doğru yola) kılavuzlamasını lisan ile niyaz ediyorsunuz ve hayatta tam tersini yapıyorsunuz. Bre uğursuzlar!.. İslam'da devlet ve belediye bütçelerini hortumlamak var mıdır? Rüşvet almak var mıdır? Haram yemek var mıdır? Her türlü emanete hıyanet etmek var mıdır? Yalan söylemek, halkı aldatmak var mıdır? Arsa ve arazileri yapılaşmaya açarak, binalara fazla kat çıkma izni sağlayarak haram komisyonlar almak var mıdır? İhalelere fesat karıştırmak var mıdır? Haram yollarla süper zengin olmak var mıdır? Size beddua ediyorum. Allah belanızı versin!.. İki yakanız bir araya gelmesin!.. Haram servetlerinizi huzur içinde yiyemeyin emi!.. Müslümanların yüzünü kara çıkarttınız... Başınız belâdan kurtulmasın. 07.08.2010 - Milli Gazete Selmanbey: İmza!..
  3. CHARLES BAUDELAİRE 9 Nisan 1821 - 31 Ağustos 1867 Sinami Orhan I. KISIM: GİRİŞ Charles Baudelaire hakkında çok konuşulmuş, çok şeyler yazılmış bir şair... “Çok şey...” Bizim yazacaklarımız, bu “çok şeylere” ilave değil; bir mânâda da öyle... Yazacaklarımız, esasında Baudelaire hakkında yazılmış olanların kendimizce bir dökümü... Baudelaire’in pek bilinmeyen yönlerine de eğileceğiz • Üstadımız bir konuşmasında, kendisine tevdi edilen, “Batıdan kimleri seversiniz?” sualine, ”Bir, Rembo; pek severim demesem de, bir Bodler şayan-i dikkatdir”, cevabını veriyor.. “Şayan-ı dikkat Bodler”... Niçin ve nasıl?.. • Baudelaire’in “şayan-ı dikkat” ciheti, marazî bir kafa olmasında evveliyetle... Ve bu “marazî” halini, “intiharla kucak kucağa” yaşamaya kadar götürüp, hudűdda şiirler kaleme almasından... Bu çalışmamızda, marazî kafadan yansıyan şiirleri, “Elem Çiçekleri”ndeki şiirlerinden 53’ünü bulacaksınız. 9 Nisan’da doğdu Baudelaire; bu sene 180. doğum yılı... Bu çalışmamızı -eksik hâliyle- bu “marazî kafanın” doğum yılına denk düşürmeye, onun düşüncelerini bu vesileyle anlatmaya çalıştık. Bir ay sonrası ise Üstadımızın tevellüdünün sene-i devriyesi... Mayıs ayında da O’nu, Baudelaire’le karşılaştırmanın ve bu meyânda da, okuduğunu anlayamayan, bura rağmen “şiir tercümesi” ve “şiir ve şair tenkidine” kalkışan küt bir kafanın söyledikleri üzerinde tetkikimizi sizlerle paylaşacağız. Dileğimiz; Mayıs ayında, Üstadımızı’ın “büyük şair” olma cephesini gösteren, “küf kokulu pohpohlamalar” ikliminden ırak tetkiklerinizle “HAYATI ŞİİR İDRAKIYLA HAPSETMEK: NECİP FAZIL” dosyası hazırlayabilmek. Mayıs ayında üç-beş günlük “iyiydi... şairdi... geçip gitti... başkası yeişemez... boşluğu doldurulamaz...” vesaire lâf-u güzafları arasında “hayatı şiir idrakıyla” KUŞATAN’IN “kafa kağıdı” geçiştirilecektir. Bu sene böyle olmasın, diyorum, diyoruz. Şimdi... Buyrun... Şiir ziyafetine... I. BÖLÜM: BAUDELAİRE’İN “KISA” HAYATI "Hakiki şair” sınıfından Charles Baudelaire; Françors Baudelaire isimli orta halli bir aileye mensub baba ile, Caroline Archenbaud-Defayis isimli Londra’da doğmuş bir anneden, 9 Nisan 1821’de’de Paris’te Hautefcuille sokağında doğmuştur. Charles Baudelaire’in babası, o altı yaşındayken vefat etmesi üzerine annesi ikinci evliliğini, bir subay olan Jacques Aupick’le yapar. Üvey babası 1833 yılında ayaklanmayı bastırmak için Lyon’a görevli olarak tayin edildi, Charles Baudelaire’i de, “Lyon Krallık Koleji”ne yatılı öğrenci olarak yerleştirdi; buradaki hayatı, mizacındaki melankoliyi kabartır ki, bunu “Balkon” şiirine de yansıtır. 1838’de ailesiyle Pirene’lere yolculuk yapar; ilk mısralarını burada kaleme alır. Latince şiir yarışmalarında birincilik kazanır. 1839’da okuldan uzaklaştırılır; liseyi dışarıdan bitirir. 20 yaşlarında okuduğu eserlerin ve mizacının tesiriyle felsefe ve din sahasında tefekkür etmektedir; ateist değildir ve “mistizme” kaymaktadır. Annesi, onu tam mânâsıyla desteklemektedir. Charles Baudelaire’in bu hayatından endişe eden üvey babası -ki, artık Albay olmuştur-, onu Hindistan’a giden bir gemiyle seyehata yollar. O ise Maurice adasında inip, Bourbon adasına gelir; bir aile dostlarının, Adolphe Autard de Bragard’ların yanında misafir olarak kalır. Burada baş şiiri olan “Albatros”u kaleme alır. Bu yolculuğuesnasında yazdığı “Sömürgeli BirKadına” (A une Dame créole) şiirinin ilhamını, evsahibesiden almıştır. O günlerin hatıralarını ise, “İnsan ve Deniz”, “Alıp Götüren Koku”, “Moesta et Errabunda” ve “Yolculuk” şiirlerinde mısralaştırır. 1842 yılında, tiyatro oyuncusu bir aktrist olan Jeanne Duval ile karşılaşır; bu kadın ona “Elem Çiçeklerini” ilham edecektir. Bu sırada o, aşk ve kadın düşüncesi üzerinde yoğunlaşmaktadır; “Füzeler”, “Çıplak Yüreğim” isimli eserlerinde bu düşüncelerini kaleme alır. 1842’nin 9 Nisanında artık “reşid” olduğundan babasından kalan 100 bin franklık mirası almaya hak kazanır. Saint-Lois’ye yerleşir; lüks bir hayat içinde zevk alemlerinde, tam bir bohem olarak mirası harcamaya başlamıştır. Temmuzayında annesi, onun bu hayatından endişe ettiğinden ötürü mahkeme başvurur ve onun “hacir” altına alınmasını ve bir “vasi” tayinini talep eder. 21 Eylül’de mahkeme Neuilly noteri Ancell’i Baudelaire’in vasii olarak tayin eder. Şair, ailesine lanetler yağdırmaktadır. 1848 Paris ihtilâli sırasında; Fransa’nın 1789’dan beri gittikçe artan karmâşıklığı içinde o, barikatlardadır. Öyle ki, halkı, üvey babasının evine doğru bile sürükler öldürtmek için. Salut Public isimli gazetede ihtilali savunan yazıları yayınlanır. Bu sene Poe’dan tercümeler yapar. 1855’de “Elem Çiçekleri-Les Fleurs du Mal”ı ismi altında , “Reuve des deux Mondes” isimli dergide onsekiz şiir neşreder. Modern şiirin ilk büyük eseri sayılan, "Les Fleurs du Mal-Elem Çiçekleri", kitap olarak ilk olarak, naşir Poulet-Malassis tarafından 25 Haziran 1857’de Paris'te bin üçyüz adet olarak neşredilir. Kitap, yayınlandığı tarihte, ”ahlâka aykırı“ görülerek Ağustos ayında, edebî eserlerle ilgili dâvâların en ehemmiyetlilerinden birine konu olmuştur. Dava neticesinde, Baudelaire ile neşredenler para cezasına çarptırılmış, “Elem Çiçekleri”nin 299 mısraı, “Takılar, Pek Neşeli Kadına, Lesbos, Lanetlenmiş Kadınlar, Vampirin Değişimleri” isimli şiirleri yasaklanmıştır. Baudelaire, hususi hayatında tam bir bohemdir; şarap ve afyona da tutkundur. Babasından kalan büyük mirası neredeyse bitirmiştir, annesinden de para almaktadır. 1857’de “Le Pre’sent” isimli dergide “Gece Şiirleri” adı altında altı mensur şiir neşreder. “Artiste” dergisinde Flaubert hakkında bir tetkik makalesi kaleme alır. Kasım ayında da “Le Pre’sent”, Baudelaire’in şiirlerini neşreder. 1858’de POe tercümeleri ile kendi şiirleri neşredilir. 1859 13 Mart’ında “Artist” dergisinde Théophile Gautier üstüne bir tetkik yapması istendi. Bu tetkik makalesi, Victor Hugo’nun, Baudelaire’e “Elem Çiçekleri” üzerine yazdığı bir mektula beraber neşredilir. victor Hugo, mektubunda, yasaklanan kitab için, “‘Elem Çiçekleri’niz yıldızlar gibi parlayıp, ışık ve kıvılcımlar saçıyor” diye yazıyordu. Bu arada beyin hastalığı geçirir. Sağlığı gittikçe kötüleşmektedir. Baudelaire, 1859 5 Nisan’da, felç olan sevgilisi Jeanne Duval’in yanına taşınır. 1860 yılının Mayıs sonunda “Paradis Artificiels-Yalancı Cennetler” isimli kitabı neşredilir. 1861’de “Elem Çiçekleri”nin ikinci baskısı çıkar. Frengilidir; vücûdundaki ağrılar gittikçe şiddetlenmektedir. Ağrılarını dindirmek ve yaşadığı bohem hayatın ürünü olduğu için, tabii ki, şiir de yazabilmek için, afyon ve geyikotu gibi uyuşturucu maddeleri kullanmaktadır. 1864 yılında Le Figaro’da (7-12 Şubat) altı şiir halinde “Le Spleen de Paris”i yayınladı. 1866’da annesine ve yakın dostu Asselineau’ya mektublar yazarak şiddetlenen ağrılarını hakkında tedavi us^üllerini sorar. 15 Mart’ta Saint-Loups kilisesini gezerken inme iner... Annesi onu Paris’e getirtir ve Doktor Duval’in hastahanesinde tedavi başlatılır. Dostları yanındadır. 31 Ağustos 1867 tarihinde ölür. 2 Eylül’de de Montpoernassea’daki aile mezarlığına, nefret ettiği ve Paris ihtilali sırasında öldürtmeye çalıştığı üvey babası General Aupick’in yanına defnedilir. II. BÖLÜM: KENDİ DİLİYLE BAUDELAIRE Baudelaire’in karmaşık, çarpıntılı, “spleen” hâlindeki hayatını ve sanat anlayışını, şairin kendi diliyle yazdıklarından, vermek daha uygun olur. • "Güzel ve Kötü": «-Benim güzelimin tanımını buldum. Bu güzel, yakıcı, hazin, anlaşılmayı zamana bırakan, biraz kapalı bir şey. Fikirlerimi bir kadın yüzünü örnek alarak açıklayayım. Cazibeli, güzel, aynı zamanda ve karmaşık bir biçimde, hem cinsî arzu hem hüzün uyandıran bir baştır bu. Melankoli, bıkkınlık, hatta doyumsuzluk fikrini içeren veya tam tersine, bir fikri, yani, yoksunluktan ve ümitsizlikten doğar gibi ters akan bir acıyla birleşmiş bir yakıcılığı, bir yaşama arzusunu içeren baş. Güzelin başka nitelikleri de var: Esrar ve hasret gibi... Yüz ne kadar melankolik olursa o kadar çekicidir, o kadar kışkırtıcıdır. Ama baş, öte yandan, yakıcı ve hazin birşeyler, ruhî ihtiyaçlar, bastırılmış arzular -homurdanan ve kullanılmamış bir güç fikrini- bazen intikamcı bir duygusuzluk fikrini, bazen de -ki, bu güzelliğin en ilginç niteliklerinden biridir- esrarı ve son olarak da Mutsuzluk’u içerecektir. Güzellik, Kıvanç ile bağdaşamaz gibi birşey ileri sürmüyorum, ama diyorum ki; Kıvanç, onun en bayağı süslerinden biri, Melankoli ise muhteşem sevgilisidir. Öyle ki, bilmem beynim büyük bir ayna mı, içinde Mutsuzluk olmayan bir güzellik tipi aklımın köşesinden bile geçmez. Bu fkirlere inanmış -başkalarına göre bu fikirlere saplanıp kalmış- olan ben, kısaca, Miltonvari, en canlı güzellik tip Şeytan’dır demekten kendimi alıkoyamam.» ("Des Journeaux Intimes. (Şairin “günlükleri”) Füzeler XXII bölümü) • "Şer, Maraz ve Şuur” « Edebî tartışmalarda yıllardır sanatta, güzel, iyi, yararlı ve aktöre (halk arasında yerleşmiş gelenek, örf, adet/S.O.) gibi büyük ve korkunç sözcüklerle karşılaşırız. Ne kargaşa!.. Felsefî bilgelik eksikliği yüzünden herkes bayrağın bir yarısını kendine alıp, öteki yarısının hiçbir değeri olmadığını söylüyor... Yazık ki, benzer yanılgıları birbirine zıt bir iki okulda da, burjuva ve sosyalist okulunda da görüyoruz. Misyoner ateşiyle tutuşarak “toplumu aktörel bakımdan yükseltelim!” diye haykırıp duruyorlar. Tabiî olarak, biri burjuva aktöresinden, diğeri sosyalist aktöreden sözediyor. Böylece sanat da artık bir propaganda âleti halini alıyor. Sanat yararlı mıdır?.. Evet!... Niçin yararlıdır?.. Sanat olduğu için... Zararlı sanat da var mıdır?... Hayat koşullarını rahatsız eden sanat zararlı sanattır... Hayâsızlık ayartıcıdır; o halde onu ayartıcı bir biçimde betimlemek gerekir. Hayâsızlık kendisiyle birlikte, kendine has aktörel hastalıklar ve acılar da yaratıyormuş... O halde onları da betimlemek gerekirmiş... Bir eserde kötülük, suç her zaman cezalandırılır, erdem, her zaman ödüllendirilir mi?.. Hayır!... Ama yazdığınız roman, yazdığınız tiyotro oyunu iyi ise, kimsede tabiatın kanunlarını çiğneme arzusu uyandırmaz. İyi bir sanat yapmanın ilk zorunlu şartı, eksiksiz bir bütünlüğe inançtır. Bahse girerim ki, güzel’in bütün şartlarını yerine getirdiği halde, zararlı olabilen tek bir eser gösteremezler... Yıllarca Berquin’in adını söyleyerek kulağımda davul çalan bir dostum vardı. Tam bir yazarmış, sevimliymiş, iyiymiş, insanların yüreğine su serpiyormuş, iyi şeyler yazıyormuş, bu yüzden de büyük bir yazarmış! İster mutlu bir olay, ister mutsuzluk deyin, çocukluğumda yalnızca yetişkinlere yönelik eserler okuduğum için bu yazarı bilmiyordum. Kafamın yine bu pek moda, sanatta aktöre meselesiyle allak bullak edildiği günlerde, rastlantı sonucu elime Berquin’in bir eseri geçti. Dikkatimi ilk çeken şey, kitaptaki çocukların büyük adamlar ve kitaplar gibi konuşmaları ve babalarına, annelerine, aile büyüklerine aktöre dersi vermeleri oldu... Kendi kendime, “düzmece sanat işte bu!” dedim... Okumayı sürdürdükçe gördüm ki, akıllılık, usluluk tatlıyla ödüllendiriliyor, yaramazlık, verilen cezalarla gülünç duruma düşürülüyordu. Uslu durursan, tatlı ve şeker veririm; işte bu aktörenin temeli!... Başarının şartı, kesinkes erdemli olmak... “Berquin yoksa Hıristiyan değil mi?”, dedim kendi kendime... Ve hükmümü, kararımı hemen verdim, “zararlı sanat dedikleri işte bu sanat!..” Zira, Berquin’in öğrencisi, yetişkinler dünyasına girdiğinde kararını verecek: Erdem başarının şartıysa, o halde başarı da kesinkes erdemin şartıdır. Öğretmeninden aldığı öğütlerin de yardımıyla erdemin hanında oturduğunu sanarak erdemsizliğin hanına kapağı atacak!» (1851 tarihli, "Tiyatro Oyunları ve Dürüst Romanlar isimli makalesinden.) • "Sanat’ta Elem ve Kötülük" İyi, aktörel araştırmaların temeli ve amacıdır. Güzel ise, zevkin tek tutkusu, tek amacıdır... Bir başka sakar düşünce daha var, yedi canlı bir yanılgı... Bu safsatanın üç de yapışık kardeşi var: Tutku, gerçek ve aktöre... Şiirin amacının şunu veya bunu öğretmek olduğunu düşünen bir yığın insan var. Şiir, gelenek ve görenekleri yetkinleştirmeliymiş, şuuru güçlendirmeliymiş, kısaca yararlı olanı göstermeliymiş. Kişi kendine eğilme, ruhunu sorgulamak, çoşkulu hatıralarını yadetmek istesin, yeter, o zaman şiir’in şiirden başka amacı olmadığını görürüz. Sözüme kulak verilsin, şiir, gelenek ve görenekleri soylulaştırmaz, demiyorum; son amacının, hedefinin, insanları bayağı çıkarlar üzerine yükseltmek olduğunu yoksaymıyorum. Söylemek istediğim şu: Eğer şairin tek amacı aktöreyi izlemek ve savunmak olursa o zaman eserinin şiirsel gücü de zayıflamış olur. Hatta denebilir ki, böyle durumda ortaya çıkan eser de kötüdür. (...) Umumi yanılgıda açıklanması çok kolay bir karışıklık var. Falan şiir güzelmiş ve temiz duyguları dile getiriyormuş. İyi ama Güzel olmasının sebebi, temiz duyguları dile getirmesi değil ki!.. Falanca şiir de güzelmiş ama temiz duyguları dile getirmiyormuş; iyi de, Güzel’liği, temiz duyguları dile getirmemesinden doğmuyor ki; daha açıkcası,güzel olan dürüst olmayandan daha dürüst değil ki!..» (Théophile Gautier ve Auguste Barbier üzerine yazdığı makalelerden.) «- Her insanın, aynı anda iki dileği var; biri Tanrı’ya dönük, diğeri Şeytan’a.Tanrı’an yardım umma veya tinsellik derece derece yükselme arzusudur. Şeytandan medet ummak veya hayvanlık iniş kıvancıdır. Kadınlara karşı duyulan aşk ve hayvanlarla, köpeklerle, kedilerle falan içden konuşma, Şeytan işi olsa gerek. Bu iki aşktan türeyen kıvançlar, bu ki aşkın tabiatına uygundur. Pisi pisim, minik kedim, arslanım, minik maymnum, koca maymun,gidi boğa, hüzünlü sıpam!.. Dilde yinelenip durulan bu tür kaprisli sözler,sevgiliye çoğu zaman hayvan adlarının takılması,aşktaki şeytan yanın tanığıdır. Şeytan da hayvan biçiminde değil mi? “Cazotte’un devesi, deve, iblis ve kadın...» • “Ruh hali" «- Durumumu sana açmak için ne zaman kalemi elime alsam, seni kahretmekten, zayıf düşmüş bedenini incitmekten korkuyorum. Her an canıma kıydım, kıyacağım, bundan hiç kuşkun olmasın. Beni çok, çok sevdiğini biliyorum; aklın kör ama yüce bir karakterin var! Canıma kıymam sana saçma geliyor değil mi. “Demek yaşlı anneni, yapayalnız bırakmayı düşünebiliyorsun”, diyeceksin. Buna doğrudan hakkım olmasa da otuz yıla yakın bir süreden beri çektiğm acılar bağışlanmama yeter. “Allah korkusu da yok mu?”, diyeceksin. Görünmez bir dış varlığın kaderimle ilgilendiğine inanmayı ne kadar isterdim (bu konuda nasıl içtenolduğumu benden iyi kimse bilemez); buna inanmak için ne yapsam bilmiyorum ki? Ben senin yanında hep yaşayan bir varlıktım; yalnızca benimdin artık. Hem putum, hem arkadaşımdın. Çok çok gerilerde kalmış yıllardan tutkuyla sözetmeme belki şaşacaksın. Ben bile şaşıyorum. Belki de ölümü bir kez daha arzulamamdan, geçmişin, eski vakaların aklımda lif lif çözülmesinden kaynaklanıyor bu. Daha sonra, bilirsin, kocan, (annesinin ikinci eşi olan subaydan bahsediyor. S.O.) ne acımasız bir eitim seçti benim için; kırk yaşındayım ve hala o kolej yıllarını ve üvey babamın oluşturduğu korkuyu acıylahatırlıyorum. Yine de onu sevmiştim, zaten bugün ona hak verecek olgunluktayım. Hasılı sakat tutumunu ısrarla sürdürmüştü. Bu meseleyi geçelim; zira, gözlerindeki yaşları görür gibiyim. Sonunda kurtuldum ama tümüyle terkedildim.» (6 Mayıs 1861 tarihli annesine yazdığı mektubdan...) III. BÖLÜM: "ELEM ÇİÇEKLERİ” MAHKEMESİ "Elem Çiçekleri"nin neşrinden kısa bir süre sonra "Le Figaro" gazetesinde, Gusttave Bourden isimli birinin yazdığı tenkid makalesinde, kitabın "dinî ve örfî kurallara aykırı” olduğundan bahsedilmiş ve Savcılık, tıpkı, bugün olduğu gibi "göreve çağrılmıştır.” Makalede, kitab şu şekilde anlatılmaktadır: «- Kitabı okudum, gayem, bir hüküm vermek değil; sadece, bende bıraktığı intibahı yazıyorum ve bunu başkalarına zorla kabul ettirmek maksadında değilim... Öyle anlar oluyor ki, insan Bay Baudelaire’in aklından şüpheye düşüyor. İğrençlik, rezillikle dirsek dirseğe; kokuşmuşlukla, çirkef kolkola girmiş. Bu kadar az sayfada, bu kadar çok memenin ısırıldığı ve çiğnendiği hiçbir kitabda görülmemiştir; bu kadar iblis, cenin, şeytan, kemirgen, kedi ve kurtların cirit attığı başka bir kitab da yoktur. Bu eser, aklın tüm delilik ve şaçmalıklarına kalbin tüm kokuşmuşluklarına açık bir hastahanedir; gayesi, elbette ki, delilik ve kokuşmuşlukları iyileştirmek değil, çünkü onları iyileştirmenin çaresi yoktur.» Bunun ardından da katoliklerin neşir organı "Journal de Bruxelles"de, aynı minvalde fakat imzasız bir makale neşredildi: «- Elem Çiçekleri ismiyle yayınlanan şiir kitabının yanında “Madame Bovary” denen o iğrenç roman bile ağzı süt kokan bir çocuk gibi kalır. Yazarı, Edgar Poe’yu çeviren, başıbozuk ve gerçekçi basının çirkefleriyle beslenmiş, küçük bir topululukta on yıldır büyük bir adam yerine konmuş Baudelaire adında biri... Bu kitabın nice alçaklıklar ve çirkefliklerle bezendiğini anlatacak sözcük bulamıyorum. Yazarın dostları bile, korkuya ve dehşete kapılmış durumdalar. Polisin harekete geçmesinden endişelenerek, telaş telaşa, yazarının ruhî bir çöküntü içinde olduğunu iddia ve savunmaya çalışıyorlar. Dürüst bir kalem için bu kitabdan iktibaslar yapmak bile, çok zor. Kendine saygı duyan her okuru, Baudelaire’i kırbaçlamaktan alıkoyan tek şey, ancak ona karşı duyduğu tiksinti olabilir.» Şurası şüphesiz ki, Baudelaire, 1500 veya 1600’lü, 1700’lü yıllarda yaşamış olsa idi, hem sorgusuz sualsiz, Engizisyon hâkimlerinin huzurunda "suçunu itiraf etmiş!!!” olacak hem de hemen yakılırdı. Fakat, 1789 Fransız İhtilali’nin açtığı yol, onun kurtarıcısı(!) olmuştur. Kitab üzerine yazılan aleyhte makaleler sebebiyle, hemen soruşturma açıldı., Baudelaire’e isnad edilen suç, "genel aktöreye ve dinî inançlara saldırmak”... Soruşturmayı açan savcı, İmparatorluk Savcısı adına yardımcısı Savcı Pinard’dı. Baudelaire’in avukatı ise, çok kısa bir süre önce, aynı sebeble dava açılan “Madame Bovary” kitabının yazarı Gustave Flaubert’i savunan, Gustave Chaix d’Est-Ange... • Baudelaire’nin Dava Hakkındaki Düşünceleri Baudelaire, avukatına yolladığı yazılı bir metinle, kitabın neyi anlattığınıve onu nasıl savunması gerektiğini anlatır: • «-Eser, bir bütün olarak değerlendirilmeliir; o zaman da nasıl bir müthiş aktöreye sahip olduğu görülecektir. Yüz şiirin tamamı ele alınacak yerde, yalnızca onüç-13’ü ele alınıp suç isnad ediliyor; ne hoşgörü!.. Böyle bir hoşgörüden elbette kendime övünme payı çkartacak değilim. Kitabın kendi içindeki bütünlüğünü vurgulayarak sorgu hâkimine şunları söylemiştim: “- Tek hatam, evrensel zekaya güvenmek ve bu yüzden de kitabıma, edebî ilkelerimi ve aktöre üstüne düşüncelerimi açıklayan bir önsöz koymamam oldu.” (Sanat eserlerindeki aktöre konusunda, Bay Honoré de Balzac’ın “Le Semaine” isimli günlüğünde, Bay Hippolyte Castille’e yazdığı ilginç mektubları araştırmanızda fayda var.) Kitabım, piyasadaki diğer kitablardan daha yüksek bir fiyata satılıyor. Bu da önemli. Demek ki amacım, geniş kitlelere seslenmek değil. Kitabda suçlanan şiirlerden ikisi, "Lesbos" ve "Aziz Pierre’in İnkârı”, dergilerde uzun zaman önce neşredilmiş ve haklarında hiçbir soruşturma açılmamıştır. Bazı hatalarım olduğu konusunda diretiyorlarsa, ben de, bunların zamanaşımına uğradığını söylüyorum. Ayrıca kovuşturmaya uğramamış, benimki gibi kötülük korkusu, dehşetini solumayan bir kitablık dolusu çağdaş eser de düzenleyebilirdim. Otuz yıldan beri edebiyatımız hürriyete sahipti, bu hürriyetin acısını şimdi birden bire benden çıkartmak, beni cezalandırmak istiyorlar. Doğru mu bu? Çeşit çeşit aktöre var; herkesin uymak zorunda olduğu, pratik yarar sağlayan bir aktöre var elbette... Ama sanatın da bir aktöresi var. Bu aktöre bambaşka ve dünyanın başlangıcından beri sanatlar onun başkalığını iyice kanıtladılar. Ayrıca hürriyet’in de pekçok çeşitleri var. Deha’nın hürriyeti başka, haylaz çocukların kısıtlanmış hürriyeti başkadır. Bérangér’ye tanınmış olan haklar (zira tüm eserlerinin yayınlanmasına izin verildi) Charles Baudelaire’den niçin esirgeniyor? Aynı şeyler Bérangér için de sözkonusu olmuştu. Hangisini yeğliyorsunuz; acılı şairi mi, yoksa kıvançlı ama yüzsüz, yırtık bir şairi mi, kötülükteki büyük korkuyu mu, yoksa eğlenceyi mi; vicdan azabını mı, yoksa yüzsüzlüğü mü? (Bu delilden yararlanırken, ölçüyü aşmamak belki de sağlıklı olmayabilir; ters dönebilir.) Bir kez daha söylüyorum; bu kitab bir bütün olarak muhakemeye çekilmeli ve değerlendirilmelidir. Amacım, sövgünün karşısına Tanrı’ya doğru yönelen sevgiyi, müstehcenliğin karşısına platonik çicekleri koymaktır. ŞİİRİN BAŞLANGICINDAN BERİ BÜTÜN BÜTÜN ŞİİR KİTABLARI BÖYLE YAPILDI. AKLIN KÖTÜLÜK ARACILIĞIYLA UYARILMASINA YÖNELİK BİR ESER, BAŞKA TÜRLÜ DE YAPILAMAZDI. Savcılık makamını asıl kızdıran, öfkelendiren, “Le Moniteur”deki yazıdır; kitabımın övüldüğünü görmek onu çileden çıkardı, böyle bir tersliğin tekrarlanmaması içn de tedbirlerini aldı. Bay d’Aurevilly (dindarlığına kimse birşey diyemez) bağlı olduğu yayın organı "Pays"ye, Elem Çiçekleri üstüne yazdığı bir makaleyi götürdüğünde, kendisine, “bu dergide Charles Baudelaire’den sözetmenin yasaklandığını” söylenmiş. Birkaç gün önce endişemi sorgu hâkimine açıkladım; kendisine, “hakkımda koparılan bu gürültü, kitabımda övgüye değer yanlar bulan iyi niyetli insanları da ürkütüyor”, dedim. Bay Hakim (ki, Charles Camusat Busserolles) şu vevabı verdi: “Herkes, bütün gazetelerde sizi savvunma hakkına sahiptir bayım!” Oysa, “Revue Française”in yöneticileri, âlim ve en ılımlı yazarlarımızdan Bay Charles Asselineau’nun makalesini yayınlamaya cesaret edemediler. Sözkonusu derginin yöneticileri, Savcılığa danışmışlar ve onlara, “böyle bir makale yayınlamak sizin için tehlikeli olur!” denmiş. Görüldüğü gibi yetkilerini kötüye kullanıyor ve savunmayı köstekliyorlar! Yeni Napalyoncu sanat, savaş kitablarından sonra sanat ve edebiyat kitablarına da el atıyor. Horozdan bile kaçan, eteğini bile göstermeyip namusluluk taslayan, düş kuranların sessiz dünyasında bile fesatçı aramaya kalkan bu garip aktöre neyin nesidir? Bu garib aktöre, birgün işi şunları söylemeye kadar vardıracak: "- Bundan böyle yalnız ve yalnız, avutucu ve insanın doğuştan iyi, tüm nsanların mutlu olduğunu ispatlamaya yarayan kitablar yazılacak!” İĞRENÇ BİR İKİYÜZLÜLÜK! (Sorgulamanın özetini ve yasaklanan şiirlerin listesini de gözden geçiriniz.)» Baudelaire’nin, “dindarlığına kimsenin birşey diyemeyeceği saygın yazar” olarak vasıflandırdığı Barbey d’Aurevilly’nin, "Pays" ("Ülke") dergisine gönderdiği fakat, “lehtte makale yayınlamanın yasak edildiği” haberi üzerine neşredilmeyen, Baudelaire’in ve “Elem Çİçekleri”nin değerlendirilmesini havi, müsbet makaleden bir kısımı iktibas ediyoruz: «- Elem Çiçekleri’nin yazarında Dante’yi buluyoruz; ama bu Dante, çökmüş bir dönemin Dante’si, tanrıtanımaz ve çağdaş Dante, Voltaire’den sonra, artık Aziz Thomas’ları olmayacak bir zamanda gelmiş bir Dante... Üstünde dinlendiği bağırlarda yaralar açan bu “çiçekler”in şaire, görkemli öncüsünün büyük cevherinden yoksun ve bu da onun hatası değil. Bunalımlı, kuşkucu, alaycı ve sinirli, değişimler ve ruhgöçlerinin gülünç umutlarında kıvrılıp burulan bir döneme aittir Baudelaire. Büyük katolik şairin sahib olduğu, yaşamın bütün acılarında ruha güvenin yüce dinginliğini veren inançlara sahip değil o. "Elem Çiçekleri" şiirinin belirgin özelliği, umutsuzluğun dondurduğu az sayıda bazı şiirlerin dışında, huzursuzluktur, öfkedir. Floransa Kahininin gölgelice aydınlık ve saydam bakışı değil, gergin bir bakıştır. Dante’nin ilham perisi, hayal içinde gördü cehennemi; Elem Çiçekleri’nin ilham perisi, top mermesini koklayan bir atın burnu gibi kasılmış ve gerilmiş bir burunla soluyor cehennemi! Birinin esin perisi cehennemden geliyor, ötekinin perisi oraya gidiyor. Dante’nin ilham perisi, daha yüceyse; ötekininkisiyse daha çoşkulu! Bu ilham perisi, hayâli yürekleri kaldıran ve tamamen olağanüstü dahilerin en tutkulu eserlerine kazandırmayı bildiği durulukta-sadelikte dehşetlerini dinginleştiren destansı görkeme sahip değil. Onun, tersine, bildiğimiz ve horgörünün ezici dinginliğine bile izin vermeyecek kadar tiksinti uyandıran korkunç gerçekleri var. Bay Baudelaire, "Elem Çiçekleri" adlı eserinde yergici (taşlamacı, hicivci) bir şair olmak istemedi. Buna rağmen, yine de, vardığı neticelerin ve eğitimin dışında, yergici bir şair o. SUÇLU YAŞAMIN BİR FİRARİSİDİR. Baudelaire ve bu şairimizi okurken, Atinalı Timon’da Archiloque’un dehası olsaydı insan tabiatı üstüne yazı yazabilir ve onu anlatarak insan fıtratına saldırabilirdi, diye düşünmekten kendimizi alamyoruz. Kitabdan hiçbir şiir iktibas etmek istemiyoruz burada; bunu yapamayız da zaten. Şunun için yapamayız: İktibas edilmiş şiirin toplu değil, tek başına bir kıymeti olurdu. Bu meselede yanlışa düşmemek gerek, Bay Baudelaire’in kitabındaki her şiir, detayların başarısından veya düşüncenin zenginliğinden daha çok, bir bütünün, saptanmış bir durumun içindeyken bir kıymet kazanır. Şiiri, o bütünden ayırıp, tek başına sunarsak, bütünlük ve durumdan doğan o çok önemli kıymet, yitip gider. Çizgileri rengin lüksü ve çiçeklenmesi altında gören sanatçılar burda “gizli bir mimari”nin, şairce hesablanmış, düşündürücü ve kararlı bir planın varlığını sezeceklerdir. “Elem Çiçekleri”, nice lirik parçalarda olduğu gibi, şiirlerin, ilham nizamı ve tarihine göre artarda dizildiği, salt kitab halinde sunmak için bir araya getirildiği eserlerden değildir. "ELEM ÇİÇEKLERİ”, ŞİİRLER OLMAKTAN ÇOK, “EN YETKİN BİRLİĞİ” OLUŞTURAN BİR ŞİİRLER ABİDESİDİR. Sanat ve estetik hisler noktasından kitab, ne yaptığını iyi bilen şairin sıralamasına uygun düzen içinde okunmadığında, kıymetinden hayli yitirir. Öte yandan bu makalenin başlangıcında değindiğimiz “aktörel tesir” açısından da çok şey kaybeder!» Ne yazık ki bu ifadeler neşredilme imkanı bulamamıştır; neşredilmesi yasaklanmıştır. Ve mahkeme öncesi ve sonrasında kendisine destek olacak sanatçıları ve makalelerini bekleyip durmuştur Baudelaire; nafile, bir tane bile yazan çıkmamıştır. En güvendiği iki dostu, biri hakkında övgüyle sözettiği Théophile Gautier, diğeri ise, şair ve münekkit Sainte-Beuve dahi kalemlerine uzan(a)mamışlardır. Sonuncusu, “Madame Bovary” romanın soruşturma konusu olduğu zamanda ortaya çıkmış ve kitabı “ustaca bir kitab” olarak savunmuş olduğu halde, aynı suçtan(!) itham edilen “Elem Çiçekleri” üzerine, ki, suçla itham edilen “Pek Neşeli Kadına” isimli şiirin kitabın en güzelbölümü olduğunu söylemiştir, kamuoyuna bir makale çıkmaktan çekinmiş ve ancak, şaire “Şöyle bir savunma yapılabilir; bütün mevzuular işlenmişti; tek bir mevzuu kalmıştı, o dabizim apkığımız!”diye“, ögüt vermiştir. Baudelaire, çaresiz kalmıştır; kimseden bir yardım görmemektedir. Herkese başvurmakta, kendisine tatbik edilen bu tarz bir ithamın, “sanata getirecek olan istibdatın nüvesi” olduğunu söyleyerek, destekte bulunulmasını istemektedir. Hatta, Apollonie Sabatier isimli yüksek sosyeteden, şair ile aynı yaşta (30’lar) ve onun “platonik bir hisle sevdiği” yüksek sosyeten; evini, o günün Avrupasında yaygın olduğu bir biçimde, sanatçılara, ressamlara, yazarlara, entellektüellere açan, “Bütünüyle” ve “Pek Neşeli Kadın” isimli şiirlerin ilham kaynağı, yüksek çevrelerde tesirli ve nüfuzlü bir kadına da başvurmuştur: «- Geçen perşembe günü hâkimleri gördüm, iğrenç derecede çirkinler hepsi... Ruhları da, suratları gibi... Flaubert’i, İmparatorçe savunmuştu. Benim de eserimi ve beni savunacak bir kadına ihtiyacım var. Birkaç gün önce aklıma siz geldiniz. Tanıdıklarınız çok, zor da olsa bir yolunu bulup b koca kafalılara belki meramımı anlatabilirsiniz.» •Savcılığın İthamı Savcı Pinard, Charles Baudelaire’in, değerli yazar ve münekkidlerce savunula bir şahsiyet olduğunu, amacının onu yargılamak olmadığını; savcılık makamının, münekkidlik3 gibi bir görevi olmadığını, dolayısıyla, şu iyibu kötüdür diye sanat akımları ve eserleri hakkında bir değerlendirmede bulunamayacağını; kanun koyucunun kendilerine yüklediği, adalete ve umumi töreye saldırı suçlarının incelenmesi ve araştırılması “bekçiliğinden” başka bir vazifesi olmadığını belirterek başladığı iddianamesinde; kitabdan aldığı çeşitli şiirler ve şiirlerin içindeki mısralardan haraketle, Baudelaire’in dinî hislere ve aktöreye saldırı suçunu işlediğini ispatlamaya çalışmıştır: «- 187 ve 197. sayfalar arasındaki LMesbos ve Lanetlenmiş Kadınlar adlı 80 ve 81. şiirleri bütünüyşle okuyun. Onlardalezbiyelerin sevişme, yaşam ve düşünce ve biçimlerini tam anlamı vebütünüyle bulacaksınız... Kuşkusuz Baudelaire, daha sonra aşağıdaki şu mısraları yazmakla tam birkarşıt düşünceyi savunduğunu söyleyecek: “- Bunu söyleyip iliklerimi somurdu. Ben de bir sevda öpücüğü sunmak için Ona döndüm acılarla kıvranıp, bitkin. Yoktu o, karşımda irin dolu bir tulum Duruyordu, dehşetle gözlerimi yumdum.” İnsaf baylar!! Herşeyi söyleyecek, betimleyecek, iğrenç şeyleri bütün çıplaklığıyla açıkça yazacak, sonra da, “benim amacım, iğrençliklerden doğan tiksintiyi ve bu iğrençlikleri cezalandıran sayrılıkları (hastalıkları) ortaya koymaktı”, diyeceksin, böyle şey olur mu?.. Aktöreye aykırı mısralardan yeterince misal verdim sanırım baylar. Ya ar, haya diye bir duygu kalmamış veya utanç duygusunun sınırları küstahça aşılmış durumda... Genel aktöreye olduğu kadar, dinsel aktöreye de saygı gösterilmiyor. İsa’nın değil, İsa’yı yadsıyanların; Habil’in değil, kardeş katili Kabil’n, Azizlerin değil, Şeytan’ın yanında yer alıyor. Törelerimizin ve toplumumuzun dtek dayanağı olan büyük Hıristiyan aktöresine saldırdığı için, aslında Baudelaire’i ceza hâkiminin önüne çıkartmak gerekirdi. Şöyle bir itirazda bulunmaya kalkanlar olacaktır; “efendim, bu kitab acıların kitabı, adından bile belli, kendimizi korumamız için kötülüğü ve onun aldatıcı okşayışlarını resmetmek istemiş. İsmine bakın “Kötülük Çiçekleri” değil mi? Eğitim amacı güden bir kitabda ne diye saldırı arıyorsunuz”, diyeceklerdir. Eğitimmiş!.. Bu sözü daha önce de duyduk. Gerçek hiç de bu değil. Başdöndürücü kokudaki çiçeklerin koklanmasınrda fayda mı var yani? Taşıdıkları zehir onlardan asla uzaklaşmaz; bu zehir, insanın başına vurur, sinirleri uyuşturur, aklı bulandırır, baş döndürür, hatta öldürebilir de... Eğitilmiş okurlarınız, yetiştirdiklerinizin çoğunun iyiyi kötüden ayırabildiğine, tam manasıyla muvazeneli bir kafaya, dengeli bir imgelem ve duyguya sahip olduğuna inanıyor musunuz? İnsan, az çok hasta, güçsüz, zayıftır; varlığını inkar etsin ettmesin, ilk günahının ağırlığını taşır. Asıl tabiatı buysa, bu tabiat, güçlü bir erdem savunucusu tarafından keskin hatlarla ortaya konmadığı, yazılmadığı sürece, kişi, yazarın vermek istediği eğitimle ilgilenmeksizin, şehvetli havailiklerden kolaylıkla zevk alır. Sahneler açıkca sergilendiğinde duyguları zayıflamamış, körelmemiş kişilerin bu tür tablolardanedineceği sağlıksız izlenimler her zaman vardır. Düzensizliğin neticeleri ne olursa olsun, bazı okurlar bu konuda ne kadar eğitilmiş olursa olsun, bir kitabın sayfalarında, özellikle, “Büyülenmiş aşığın önünde pozlar vermeyi deneyen çıplak kadına (20. parça)”, eteğinden ve uçları çekicisivri memelerinden Léthé ırmağının aktığı “Çılgın Bakire (30. parça)”yeaşığının yeni yaralar açarak kıvançlı tenini cezalandırdığı “Pek Neşeli Kadına (39. parça)”, iyi iliklenmemiş düğmelerin ardından göğüsleri görülen, kolları onu soymak için dualar eden “Kızıl Saçlı Dilenci Kız (65. parça)”a,çoşkudan baygın düşmüş döşeklerde, uğruna güçsüz melekler kendilerini lanetleyene dek kadife kollarındaerkeğin soluğunu kesen, gövdesinidişlere terkeden “Vampir Kadın (87. parça)”a karşı hep özlem duyacaktır. Yazarın duygusuzları bile kışkırtabileceğine dair bahse girmişcesine, her yolu denediği sayısı hayli çok bu şiirlerden, siz hâkim beyler, seçin seçebildiğiniz kadar. Hiç bir güçlük çekmezsiniz; zira, heryerde aktöreye saldırı var. İkinci bir itiraza kalkışıp, geçmişte de aktöreye aykırı kitablar çıktı ama haklarında bir kovuşturma açılmadı, diyebilirler. Onlara cevabım şudur: Geçmişte bu gibi durumların olması savcılığı bağlamaz. Eğer geçmişte savcılar tereddütlü davranmışlarsa, bunu muhakkak bir faydauğruna yapmışlardır. Kitabın okunma şansı yoktur, kocvuşturma açıldığı takdirde okurun dikkatini çekmiş olur ve o eser, haketmediği bir üne kavuşur, okunma şansı olmadığıhalde okunur. Böyle bir düşünceden ötürü harekete geçilmemesi, Savcılık makamına karşı kullanılamaz. İtirazlarınızı cevabladım beyler. Ve şimdi sizlerden, aktöreye karşı suçlarla ilgili kanunlar yürürlükten kalkmış veya aktöre denilen şey hiç yokmuş gibi herşeyi betimlemeye, herşeyi söylemeye yönelik, gittikçe artan bu eğilimleri, bu hastalık ateşini cezalandırmanızı istiyorum. Size bazı üstünkörü gerekçelerle kitabın karalandığını söyleyip aklanmasını isteyecekler. Bu kadar alçakgönüllü ve hoşgörülü olmayın beyler! Unutmayınki, halk neticeye batar. Akladığınız takdirde, halk kitabın masum olduğunu sanır; “gerekçeleri” çabuk unutur, hatırlasa bile adaletin söylediği son sözle bu gerekçelerin yalanlandığına inanır. endişe verice ve dengesiz bir yapıya sahip Baudelaire’e onun ardına sakklanmış naşirlerine acıyablirsiniz. Ama, en azından bu kitabın bazı bölümlerini yasaklayarak, çoktan zorunlu hale gelmişihtarı yapınız.!» Savcılık, "Takılar, Léthé, Pek Neşeli Kadına, Lesbos, Lanetlenmiş Kadınlar, Vampirin Değişimleri, Non Sataita, Güzel Gemi ve Kızıl Saçlı Dilenci Kız” şiirlerinin “aktöreye saldırı” ithamıyla; ‘Aziz Pierre’in İsa’yı İnkârı, Habil ile Kabil, Şeytan’a Methiye ve Katilin Şarabı” isimli şiirlerin de, “dinî inançlara saldırı” ithamıyla yasaklanmasını istemiştir. Savcıdan sonra Baudelaire sözalmış, uğradığı hayal kırıklığını “protesto” olarak anlatmış ve sıra avukatı Gustave Chaix d’Est-Ange’nin savunmasına gelmişti: «- Şair, başkaları gibi, kitabının başına, “ne söyledimse iyi niyetle söyledim!” gibilerden bir not koyabilirdi, elbette. ama hiç gerek görmedi buna.Ve şimdi, bu içten ve inanmış yazarın uğradığı düşkoroklığına bir bakın. Eseri küçümseniyor, aktöreye, dinî inançlara aykırılık iddiasıyla sanık sandalyesine otrtuluyor. Niyetinden ciddi ciddi kuşkuya düşülebilir mi? İzlediği ve vardığı amaç mevzusunda bir an olsun tereddüt edebilir misiniz?.. Savcı, “herşeyi betimlemiş, çırçıplak ortaya koymuş”, diyor. Cevabım şudur: Ulu orta konu=şmayın! Böyle konuştuğunuzda, onun, uslub ve tarzını abartmadığınızdan, metinleri zorla tefsir edip, iyiyi kötü, beyazı siyah göstermediğinizden emin misiniz? aslında bunun da önemi yok! Baudelair u yolu ve tarzı izliyorsa, yanılş neresinde bunun, suç neresinde?.. Ortadan kaldırmak için, kötülüğü abartarak ortaya koyuyor. Çirkefikeskin ve sert hatlarla tasvir ediyorsa, bunu okur, ahlaksızlığa, çirkefe karşı dahaderin bir kin duysun diye yapıyor. Şairin fırçası, iğrenç olan herşeyden faydalanıp, iğrenç bir tablokoyuyor önümüze.. Niçin yapıyor bunu? Siz de dehşete kapılıp iğrenesiniz diye!.. Ayrıca madem ki yazarın niyetini yargılıyoruz, tartışıyoruz, kitabın kendisine bakalım. Daha kitabına verdiği isimle amacını söylüyor size şair; sizegöstereceği şey, kötülüktür, (elemdir), sağlıksız yerlerin bitki örtüsüdür, szehirli yerlerin meyveleridir. Dante’nin kitabının adı “Cehennem”; ve Dante bu kitabda Cehennem’in dehşetini anlatır. Baudelaire ise, ortadan kalksın diye, dehşet, kin ve tiksinti duyasınız diye, kötülüğü göstermek ister size... Yazarın bu içten düşüncesini daha ilk mısralardan itibarane bulabilirsiniz: “- Günahlarımız hoyrat, pişmanlıklarsa alçak, Suçlarımızı cömertçe, bol bol sergileriz, Çamurlu bir yola güle oynaya gireriz, Gözyaşları kirlerimizi yıkar sanarak. Birer kuklayız bizler, İblis’te iplerimiz! Çekici bir yan buluruz, iğrenç nesnelerde; Korkusuzca, pis kokan karanlıklar çinde Hergün bir adım daha Cehennem’e ineriz.” Bunu düzyazıya çevirin beyler, kafiyeyi ve ölçüyü atın, bu güçlü ve hayal kudreti dolu şeyin altında gizlenen gerçek amacı arayın ve söyleyiniz bana, bu dil kilise kürsülerinden inen aynı dil değil mi, bazı ateşli vaazcıların dudaklarından dökülen dil değil mi? Aynı düşünceleri, hatta bazen aynı deyimleri, Kilisenin bazı keskin ve ciddi babalarının nutuklarında, nasihatlarında da bulmuyor muyuz? Deyim yerindeyse, işte Baudelaire’in programı; insanlığın çirkefleri ve alçaklarına karşı açılmış bir savaştır bu. Bir mısraında dediği gibi, “zihinlerimizi kaplayıp gövdelerimizi işleyen” bütün utançlar üzerine fırlatılmış bir mızraktır bu. Öfkelenir Baudelaire, çünkü, “Günahlarımız hoyrat,pişmanlıklarsa alçak”tır!.. Budalalık, yanılgı, günah ve pintiliği çarpıcı bir biçimde tenkid için, okurla ilişki kurdğu bu ilk satırda, o, tam anlamıyla ahlakçının yüksek diliyle konuşur. İntikamcı mısralarda ortaya koymak istediği şey, işte bu kötülüktür. Bu duygular yüzünden mi cezalandıracaksınız onu!? Bauedelaire’in tarzı dediğim bu yol ve yöntemebaşvurduğu için mi cezalandıracaksınız onu. Çirkefleri, çarpıcı renklerle iğrençlikleri tasvirlemek, -sizin deyişinizle ‘abartıcı olarak tasvir etmek’-, işte şairin tarzı! Amacı, iğrenç ve itici olanı daha iyi ortaya çıkarmak!!! Kuşkusuz bu tarzın tarihi, düyanın tarihi kadar eskidir ve onu ilk bulan da Baudelaire değildir. Bütün büyük yazarlar, şairler, dindar, dinsiz bütün kouşmacılar bu tarzı kullandı. Bu tarz, esriklikten nefret etmesi çin İsparta gençliğinin önüne esrik bir kölenin çıkarılmasından baka bir şey değil! Tiyatroda gördüğümüz de bu! İçinde kötü adam olmayan bir tek piyes var mı?.. Nedir yapılan. Sizde kin uyandırması ve Tanrı’nın gazabına uğramaı için, bu adam, en kötü yanlarıyla sahnelenir. Onun aşağılık yanını daha iyi ortaya çıkarmak için, bu kötü adamın karşısınaher zaman, sonunda galib gelen bir dürüst ve erdemli insan konur. Cezalandırılmış iğrençlik, mükafatlandırılmış iğrençlik denen şey budur. Çağlarca, heryerde ve herkesçe kullanılmışsa, bu, insanları düzeltmek için henüz ondan daha iyi bir tarzın bulunmamış olduğunu gösterir. Bu tarzı tanıyan ve üstünlüğü herkesçe bilinen Moliére, “Tartufe”ün önsözünde şunları yazmadı mı?: “- Ciddi bir ahlak dersinin en güzel nasihatleeri bile, yergi-hicivkadar güçlü değildir. İnsanların çoğuna doğru yolu göstermenin en iyi biçimi, onlara yanlışlarının, hatalarının gösterilmesidir.” Moliére ve onun eseri “Tartufe”ten sözettim. Bu baş eser neşredildiğinde başına gelenleri hatırlatmama gerek var mı? Düzmece sofular nice dalavereler çevirdi. Hatta ölümsüz yazar, “Bay Başbakan bu oyunun oynanmasını istemiyor!” diye İmparator Hazretlerine başvurdu. Bugün artık bu türden engellemelere bir anlam veremiyoruz, bu türdendirenişlere şaşıyoruz. Ve biliyoruz ki : “-Sahte ciddiler olduğu kadar, sahte sofularda var!” “Tartufe”nin iğrenç karakterni vurgulayan mısralara hepimiz katılıyoruz. Moliére zaten önsüzünde bizlere şunu söylüyor: “- Tiksindiğimiz, nefret ettiğimiz şeylerin sahnelenmesinden niçin korkalım. Onların tehlikeli olduğunu zaten sergiliyoruz. O halde bu tehlikeli şeyleri seyirci niçin benimseyecek? ipsiz sapsızın, vicdansızın tekinin söylediği şeylere seyirci niçin kanacak? Ya ‘Tartufe”ü kabul eder veya tüm komedileri sanık sandalyesine oturtursunuz!..” Bu söz beylik mibeyler? Bugün hepimis Moliére’le aynı düşünede olduğumuz göre, Moliére’in söylediği sözler benim ortaya attığım, çare kabilinden, yararsız, beyhude sözler mi beyler? O halde niçin Baudelaire hakkında soruşturma yapıyor, onu yargılıyorsunuz? O da aynı yöntemi tatbik ediyor. Hayasızlıkları österiyor sizlere, iğrenç yanlarıyla ortaya koyuyor onları. Çirkeften, hayasızlıktan nefret ettiği için, herkesin nefret etmesini, iğrenmesini istiyor, hayasızlığı horgördüğü için herkesin horgörmesini istiyor ve bu yüzde de çirkefleri, hayasızlıkları itici ve çarpıcı birbiçimde tasvir ediyor. Madem brada edebiyat sahasında izlenen yol,tarzı inceliyoruz, izninizle Balzac’ın, bir mektubunda yazdığı bazı satırları okuyayım: “- Büyük eserler, tutkulu yanlarıyla toplumda varolur. Tutku da aşırılıktır, kötülüktür. Yazar, her ebedî eserinde, bu temel lkeyi benimsediğ için görevini soylu bir biçimde yerine getirdi. Her eserinden çıkarılacak bir ders vardır. Bana göre, aktöreye aykırı eser, seçimini yaparak, yazarın kötülüğü onayladığı, mülkiyeti, dinîadaleti yıktığı ve böylece toplumun temellerine saldırdığı eserdir... Bir dahinin, yapılması çok güç, hatta imkansız bir işi başararak dürüst insanlarla dolu bir tiyatro eseri yazdığını varsayalım. Böyle bir eser, sahnede iki kez bile oynanamaz, kendine seyirci bulamaz.” Baudelaire’ ve gerçek niyetini açıklamaya çalıştım. Edebî tarzını ve usulünü, eserinde gerek öz ve şekil, gerek deyim ve düşünce yönünden edebiyatımızın her günyayınladığı ve yayınlamakta olduğu şeylerden farklı şeyler bulunmadığını gösterdim. Bu efendi adam ve bu büyük sanatçıyı cezalandırmak istemeyeceğinize ve aklayacağınıza inanıyorum, güveniyorum.» • Mahkeme Kararı: Suçlu Delesvaut, De Ponton d’Amecourt, Nacquart’un hakimliğinde görülen, İmparatorluk Savcısı Pinard’ın açtığı dava 20 Ağustos Perşembe 1857 tarihinde kararını verir: « - Gereği düşünüldü; Dinî inançlara saldırı vechesnden: Savcılığın iddiasını doğrulayacak inanılır bir delil gösterilemedğinden yazar aklanmıştır. Aktöreye, gelenek ve göreneklere saldırı vechesinden: Uslûb çabası, gerek betimlemelerinden önceki, gerek sonraki kınama ve uyarıları ne olursa olsun, şairin varmakistediği amaçta ve izlediğö yoldaki yanılgısı, hatası, okura sunduğu ve sözkonusu suçun işlendiği isnad edilmiş şiirlerdeki kaba ve edebe ve aykırı bir gerçeklikle ister istemez duyguları kıkırtma neticesini doğuran tabloların meydana getirdiği menfi tesiriyi ortadan kaldıramayacağı için, Baudelaire, Poulet-Malassis ve de Broise; aktöreye, gelenek ve göreneklere saldırı suçu işlemişlerdir. edebe veya aktöreye aykırı bölümler veya deyimler içeren Kötülük Çiçekleri adlı eseri Baudelaire, yazıp yaymaktan; Poulet-Malassis ve de Broise, neşretmek, satmak ve Paris ile Alançon’da satışa sunmaktan suçlu bulunmuşlardır. edebe ve aktöreye aykırı, sözkonusu bölümler, kitabın 20,30,39, 80, 81 ve 87 nolu parçalarında bulunmaktadır. 17 Mayıs 1819 tarihli kanûnun, 8, 26 Mayıs 1817 tarihli kanûnun 26, Ceza Kanûnunun 463 üncü maddesine göre; Baudelaire’in 300 frank, Malassis ve de Bdoise’ın 100”er frank para cezasına çarptırılmasına, kitabın 20, 30, 39, 80, 81 ve 87 nolu şiirlerinin neşredilmesinin mennine karar verilmiştir. Adliye Sarayı, yirmi ağustos, perşembe, 1857.» • İmparatorluk Savcısı; Takılar, Léthé, Pek Neşeli Kadına, Lesbos, Lanetlenmiş Kadınlar, Vampirin Değişimleri, Non Sataita, Güzel Gemi ve Kızıl Saçlı Dilenci Kız şiirlerinin “aktöreye saldırı”; Aziz Pierre’in İsa’yı Yadsıması, Habil ile Kabil, Şeytana Medhiye ve Katilin Şarabı şiirlerinin de “dinî inançlara saldırı” iddialasıyla yasaklanmasını taleb etmiş fakat Mahkeme Heyeti, Takılar, Léthé, Pek Neşeli Kadına, Lesbos, Lanetlenmiş Kadınlar, Vampirin Değişimleri isimli şiirleri, toplam 299 mısraı, dinî inançlara saldırı ithamından beraat ettirip, “aktöreye aykırı” bularak neşrinin yasaklanmasına karar vermiştir. Karar, Baudelaire’i etkiler, şaşırmıştır. Vasisi, noter Asselinua, hatıralarında şöyle yazar: «- Oturum bitip mahkemeden çıktığımızda, Baudelaire’i, hakkında verilen karara çok şaşırmış görünce sordum: - Aklanmayı mı ümit ediyordunuz? - Aklanmak da ne demek; berden özür dileyip, kırılan gururumu ve şerefimi tamir etmelerini bekliyordum onlardan.» Baudelaire, babasından kalan mirası bohem hayatıyla yiyip bitirmiş, annesinden para alır durumda iken, kendisine verilen 300 franklık cezayı ödeyemeyecek bir halde olduğundan, entellektüelleri koruduğu bilinen imparatoriçe’ye 6 Kasım 1857’de başvurur ve; “kitabımın samimi duygularla yazıldığı adından da belli, ancak bu ad bile onu koruyamadı. Ancak akıl erdiremediğimden bir yığın giderlerle kabaran param cezam şairlerin dillere destan fakirliklerini aşmış durumda” diyerek, “majestelerinin iyilik severliklerine sığınmaya ve majestelerinin sayın Adalet Bakanı nezdinde nufuzlarını kullanmalarını” taleb ederek, para cezasının halli yolunda yardımını taleb etmiştir. İmparatoriçe’nin devreye girmesiyle para cezasını hafifletilmişse de, neşir yasağına dokunulmamış ve bu yasak, ancak 31 Mayıs 1949’da kaldırılmıştır.
  4. REFORMACI İNANDIĞINDAN ŞÜPHE EDENDİR Reformacı, eski şeklin ismini ve güya esasını muhafaza edip, onu zannınca bazı ihtiyaçlara göre yenileştirmek isteyendir. Reformacı, yani ıslâhçı, her hangi bir dava ve mevzuu, ister maziye ister istikbale doğru olsun, yekpare bir vahid olarak kabul edemeyen biçare idrak bünyesidir. Ne attığını tam atabilir, ne de aldığını tam alabilir. Reformacı, dış şartları davanın öz bünyesine tâbi kılacak hâlis ve mutlak mekûreci olmak yerine, davanın öz bünyesini dış şartlara göre ezip büzmekte, ayarlamakta hesaplamakta mahzur görmeyen bir arabulucu, bir barıştırıcı, bir maslahatçıdır. Reformacı inandığından şüphe edendir. Tanzimat hareketi, dinin merkezinde olmasa bile, muhitinde, çok aciz, şaşkın ve kısır bir reformacılık hareketidir. Meşrutiyet hareketi, bu reformacılığın, daha az şaşkın, fakat daha çok idraksiz, üstelik büsbütün tereddi ifade eden garp züppelerinin elinde, devamıdır. Son devir, reformacılığı bozdu ve Garbı ta kökünden benimsemeye kalkarak, davayı menfi tarafından tezatsızlığa götürmek istedi. Herhangi bir davanın istediği, muhakkak ki tezatsızlıktır, fakat hangi istikametten? Küfürden mi,İmandan mı? Nihayet, sun'î ışıkları ne kadar zengin olursa olsun, güneşi kaybetmiş bir beldenin korkunç hali gibi, tepemizde kanat açan ve mıhlanıp kalan manevi kara bulut, yekûn halindeki eksikliğin din ve iman olduğunu ihtar edince, ortalıkta yeni bir sınıfın üremesine istidat açıldı: Bunlar, gûya din taslayan veya taslaması ihtimali olan yeni reformacılardı… Bir çok bölüme ayrılan bu tiplere göre din lâzımdır. Elbette Allah'a inanılır. Peygambere bazılarınca lüzumludur bazılarınca değildir.Kur'an bazılarınca Allah'ın kitabıdır, bazılarınca değildir. Peygamberi ve Allah'ın kitabını tanıyan yine bazıları için bile günde beş vakit namaz lüzumludur. Abdest imkansızdır. Kadın hayattaki yeni mevkiinden geriye sürülemez. Kur'an her dilde Kur'andır. Kur'anda malûm ibadetlerin bir çoğuna sarahat yoktur. Bunların hepsi ham yobazlar tarafından icat edilmiştir. Hadisler hep uydurmadır aklın kabul etmediği hiçbir şey doğru olamaz; akıl ve fen her sırrı teftiş ve murakabede biricik mizandır. Bütün dini merasimi bediiyatçılar elinde güzelleştirmek icap eder. Zaten tasavvuf dinin bu eksikliğini tamamlamak için sonradan bulunmuştur. Şeriat hükümlerini cemiyet kanunları yerine geçmesi mânasızdır. Vesaire vesaire… Bu hünsâ ruhlara göre din işte bütün bunlar olmamak şartiyle, harikulâdedir, güzeldir, şarttır, mutlaka lâzımdır, onsuz hiçbir şey olmaz. Allah bir ve ebedidir, ruh vardır, Peygamber mutlaka cihanın en büyük adamıdır fakat!!! İşte bu "fakat" işin en belâlı dönemeci… Henüz seslerini işittirebilecek hale gelmemiş olsalar da yarın birden bire zuhurları pek muhtemel olan devrin reformacıları, bugün tam dinsizlere tam dindarlar arasında bir köprü vaziyetindedirler; ve aralarında, mebuslar, profesörler, doktorlar, muharriler, mühendisler, avukatlar ve daha neler, neler vardır! Bunlar, umumiyetle "münevver" klişesinin belirttiği zümrelere mensupturlar ve şaşkın Tanzimat efendisinin sadece muhite bağlı mütereddit reformacılığına karşılık, dine zıt hareketlerin muhitini olduğu gibi benimseyen biri merkezi reformacılık üzerindedirler. Yani akıllarınca İslâmiyeti merkezinden değiştirecekler, muhite tatbik edebilecekler, böylece büyük eksiği tamamlayacaklardır. Reformacı der ki: "Allah'a ve Peygambere evet, Şeraite hayır!" Yani güneşe evet, ışığına hayır O kadar saçma!... Aralarında, hiçbir şeye hiçbir cüz'iyle inanmayan sahtekar istismarcıların da bulunduğu yerli reformacılar zümresi, kime ve neye ve ne nisbette samimiyetle inanırsa inansın, gerçek Müslüman gözünde, zift renkli inkârdan daha kara, daha tehlikeli ve mukavemeti daha zor bir küfür şubesini temsil eder. Düpedüz kâfir olduğu gibi devrilmiş bir yelkenlidir; hidayet vincine bağlanırsa olduğu gibi doğrulur, yüzer, mükemmel bir tekne halini hemen kazanır. Fakat reformacı, gûya denizde yüzeni ama her noktasında su sızan, kırık dökük,perçin ve macun kabul etmez bir teknedir. İkincisini kurtarmak, birincisinden çok daha zor… Üstelik reformacı, mücerret fikir ve dâva haysiyeti bakımından da, hem mü'min hem kâfirin nefretini kazanmış, mitolocya unsurları gibi, başı insan, vücudu keçi, bir hilkat galatı... Yarın kendilerine bir zuhur planı açılmasını muhtemel gördüğümüz reformacılar, üç katlı evlerinin üst katında tam bir İslâmi edeple ellerini Allah'a açan ihtiyar annelerinin hakkiyle, alt katta erkek arkadaşlarına kokteyl veren ve onlarla mayo içinde dans eden kızlarının hakkını , "Allah'ın hakkını Allah'a, Sezar'ın hakkını Sezar'a veriniz" tarzında bir demagocya tesellisi içinde ve aynı zaman ve mekanda barındırmak isteyen muhteşem ve ebediyen mahrum nasipsizlerdir. Biricik fârikaları, münevverlik ve okumuşluk yaftası altında salâh kabul etmez bir enayilik ve cahilliktir. Fakat sayıları günden güne çoğalan bu tip insanların, pestenkeranî bir açıkgözlülükle bir gün İslâmiyet himayeciliğine geçmeleri ve kendileri gibi "fasl-ı müşterek" noktasında oturanları, avlamaya yeltenmeleri daima mümkündür. Bunlar, topyekûn en çok, "softa" diye isimlendirdikleri, şeraitin kışrında ve kabuğunda kalmış tiplere düşmandırlar. Bilinmezler ki, kendileri de, o örnekler de biri menfî ve öbürü müspet taraflardan şeriatı heva ve nefsaniyetlerine, aynı zamanda dar ve basık ruhlarına tatbik suretiyle hakikatten uzak kalmış iki örnektir. Reformacılar arasında mühim bir zümrenin, imân adına hiçbir zerreye mâlik olmaksızın, insan kitlelerini sevk ve idarede dini sadece vasıta ve "maslahat" unsuru kabul etmiş esfeller olmasına karşılık,havai ve nefsani tefsirler, hiç farkında olmadıkları küfür şeklini din sanan ve keyiflerine göre din icat ettiklerinin farkında olmayan bedbahtlar… Bazı gözlerin, görmek fiilini büsbütün kaybetmek için yaratılmış olması gibi, bunların bilgi ve anlayışı da, bilgisizlik ve anlayışsızlığın ta kendisidir. Bunlar emirler ve yasakların ruhunu, sağa doğru uzaklaşarak bozan müspet kaba softalara inat, sola doğru uzaklaşarak bozan menfi kabalık timsalleridir; ve birincilerin aksülâmeli olarak doğmuşlar ve türemişlerdir. Bir de, Türkiye dışının reformacıları var ki, üstelik ilmi bir nikap altında ve kitaplık çapta gayretlerle İslâmı fesada sürüklemekten başka rolleri yoktur. Reformacı, ne türlüsü olursa olsun, İslâmı harap bir bina farz edip onu dışından payandalamak, ahşap evlere dışardan çimento püskürtürcesine, onu dışından desteklemek, onu yardıma muhtaç bilip bu yardımı dışından tedariklemek gayretinde bir fikir haini ve iman yoksunudur. Birinci hüküm, İslâm inkılâbı bunlarla olamaz! İdeolocya Örgüsü - shf: 173-177
×
×
  • Create New...