Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Cile54

Editor
  • Content Count

    381
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    1

Cile54 last won the day on February 6 2014

Cile54 had the most liked content!

Community Reputation

23 Nötr

About Cile54

  • Rank
    Emekli Yönetici
  • Birthday September 21

İletişim Yolları

Profil Bilgisi

  • Cinsiyet
    Erkek
  • Nereden
    /var/log/secure
  • İlgi Alanları
    İnternet, Kitap Okumak

Recent Profile Visitors

8,773 profile views
  1. İyi akşamlar. Hemen hemen internette hergün bir PDF dosyası ile karşılaşıyoruz. Dosyayı aç dediğimiz de acrobat readerin kasılması, ram'ı aşırı derecede kullanması, bilgisayarınızı kağnıya çevirmesi gibi durumlara sizler de mutlaka şahit olmuşsunuzdur. Sizi bilemiyeceğim ama, 4 GB ram, core 2 duo 1.60 ghz kullanmama rağmen beni bıktırmıştı bu program. Sonra bir gün, bu program ile karşılaştım. Denemek istedim, programı indirdim, indirmesi uzun sürer diye düşündüm amma öyle olmadı, çünkü 6 mb :) (+1) ve Acrobat Reader gibi uzun bir süre kurulacağını sandım. Fakat, program exe olarak geliyor ve kurmaya, install etmeye (yüklemeye) vs. ihtiyaç duymuyordu. (+2) Daha sonra bir pdf dosyası çalıştırdım. Aman Allah'ım. Çok sevindim :D Çabucak açıldı pdf dosyası, inanamadım (+3) :D sonra tekrar tekrar denedim. Baktım, hep aynı şekilde açılıyor :D Neyse, fazla uzattık, bu program acrobat reader için alternatifden de öte bir program. Eğer, acrobat sizi bıktırdı ise, mutlaka deneyin derim. Ayrıca program bedava, (+4) herhangi bir ödeme vs yok. (Freeware) İşte size +4 avantaj. Güle Güle Kullanın. Foxit Reader İndir Teknik Sınıf adına Çile54
  2. Prof.Dr. Ekrem Buğra EKİNCİ'nin 24 Kasım 2007 Cumartesi tarihli saatlimaarif.com'daki çıkan makalesidir. Öyle büyük bir tokat patlatıyor ki Soner YALÇIN'a, aradan aylar geçmesine rağmen eminim soner hala o acıyı hissediyordur :unsure: eee, Osmanlı Tokadı... Buyrun okuyun; Osmanlı Padişahları içki içer miydi? Kendimizi bildik bileli işittiğimiz bir terâne bu. Son günlerde yine gündeme getirildi. Her şey yaşlı ve afili bir gazete köşe yazarının Osmanlı hanedanının en yaşlı âzâsından naklettiği bir sözle başladı. Buna göre Sultan Hamid rom içermiş. Gazete yazarı, "Dedesini defalarca görmüş olan torunundan daha mı iyi bileceğiz?" diye de soruyor. Gel gör ki bunu söylediği iddia edilen Şehzâde Ertuğrul Efendi 1912 doğumludur. Sultan Hamid 1918 yılında vefat etti. Ertuğrul Efendi"yle biz de görüştük. Kendisinden bizzat işittiğimize göre, dedesi Sultan Abdülhamid"i ömründe bir defa, mahbus bulunduğu Beylerbeyi Sarayı"nda görmüş. O zamanlar beş yaşında imiş. Babası Şehzâde Burhaneddin Efendi ile beraber ziyaret etmişler. Dedeleri kendilerini kucağına alıp sevmiş. Ömründe bir defa o da beş yaşında iken gördüğü dedesinin rom içtiğini Ertuğrul Efendi bilir mi? Bunu nezaketen kendisine sormak istemedim. Belki başkasından işitmiştir. Ama Sultan Abdülhamid"i çok daha yakından tanıyan ve onu defalarca görmüş olan yakın çevresinden böyle bir şey işitilmiş değil. İş burada bitecek iken, popüler bir gazetenin nevzuhur tarihçisi, Osmanlı padişahlarından hangisinin içki içtiğine dair bir yazı yazdı. Buradaki bilgiler onsekizinci asırda yaşamış bir şair-tarihçiden naklediliyordu. Osmanzâde Tâib, karışık hayatı sebebiyle müderrislikten atılmış; kulağı delik ve muhiti geniş bir müellifti. Sağdan soldan işittiklerini kitaplarına dercetmesiyle tanınır. Hele bu meselede Osmanzâde Tâib"in başlıca kaynağı olan Gelibolulu Âli"nin abartılı ifadeleri, ilmî çevrelerde çok ihtiyatla karşılanmıştır. Meselâ Şemsi Paşa"ya olan antipatisi, onu Sultan Murad"a rüşvet vermiş göstermeye kadar varmıştı. Osmanzâde"nin ikinci kaynağı ise dokuzuncu asırda yaşamış ve Mutezile mezhebine mensubiyetiyle tanınan Şiî Arap şairi Câhız. Bu da başka bir âlem. O zaman mahkemeye gitse, şâhidliği kabul edilmeyecek birisinin sözünü, şimdi biz mi kabul edelim? Gelelim Osmanlı padişahlarının içki içip içmediği meselesine… Bunu bilmek neredeyse imkânsız. Çünki Osmanlı padişahları, aileleri dâhil, hiç kimseyle beraber yemek yemezlerdi. Hatta buna dair Fatih kanunnamesinde hüküm bile vardır. Sultan Abdülhamid"in son senesine kadar da bu gelenek devam etti. Öyleyse padişahları içki içerken kimsenin görmesi mümkün değildir. Maamafih içmiş olabilirler. Peygamberler dışında hiç kimse masum sayılmaz. Herkes hatâ yapabilir, günah işleyebilir. Ama görmeden ve iyice bilmeden bir kimse hakkında hüküm de verilemez. Hele tarihçilerin sözüyle aslâ. Tarihçilerden bazıları belli kimselere yaranmak için tarihî hâdiseleri bile tahrif etmekten çekinmemişlerdir. Böylesine mahrem bir mevzuda, üstelik asırlar geçtikten sonra ne söyleyebilirler? Hele modern yazarların padişahların ağızlarına sayaç takmış edâsıyla konuşmalarına ne demeli! Maamafih ciddî Osmanlı tarihçileri, zaten böyle bir şey söylemiyorlar. O halde bazı padişahların içki içtiğine dair rivayetler nereden çıkıyor? Bunlara itibar etmek mümkün mü? Asırlar öncesine ait hadiseleri bugün olmuş ve bizzat görmüşcesine hikaye etmek olacak iş mi? Halbuki İslâmiyet, kim olduğu bilinmeyen, hatta fâsık birisi bir haber getirirse, buna hemen inanmamayı emrediyor. Bir müslümanın gizli işlediği günahı bile gelip başkasına anlatan kimse fâsıktır. Sözüne inanılmaz, güvenilmez. Benzeri iddialar önceki müslüman hükümdarlar için de ortaya atılmıştır. Meselâ bazı Emevî ve Abbasî halifeleri için söylenmedik söz bırakılmamıştır. Halbuki bunların hepsi iman ve ahlâk sahibi âdil insanlardı. Evet, içlerinde tek tük nefislerine mağlup olup sefih bir hayat yaşayanlar çıkmıştır. Fakat, bunların da İslâmiyete zararları olmamış, nihayet nefislerine zulmetmişlerdir. Buna da etraflarındaki devlet ricâli sebebiyet vermişti. Sonra gelen bazı tarihçiler, zamanlarındaki idarecilere yaranmak için bunların hatâlarını şişirmiş: hatta bu uğurda hadîs bile uydurmuşlardır. Bazı Osmanlı tarihleri de, zaman yakınlığı ve sınır komşuluğu bakımından bu tarihlerden tercüme edilmiş ve onların tesiri altında kalmış olduğundan, aynı yanlışlıkları tekrarlamıştır. Nevzuhur tarihçimizin kaynağı, Ömer bin Hattab"ın içki içtiği için cezâ alanlardan birisi olduğunu yazıyor. Şarap haram edilmeden önce Hazret-i Ömer içki içmiş olabilir. Ama haram kılındıktan sonra içki içtiği, hele cezâ aldığı hiçbir yerde geçmez. İslâmiyetin peygamberlerden sonra en üstün tuttuğu ikinci zât için böyle bir iddiaya lâ havleden başka ne denir! Ancak Mutezile itikatı ve Şiî görüşlü Câhız"dan böyle bir şey beklenir. Bugün çok sıradan insanlar, içkiyi haram bilip içmezken, hayatlarını İslâmiyeti yaymak uğrunda sarfetmiş, ülkeyi hayır eserleriyle donatmış, dindarlıklarıyla menkibe kitaplarına geçmiş ve aynı zamanda müslümanların halîfesi olan Osmanlı padişahlarının içki içecek kadar zayıf iradeli olduğuna inanalım mı? Zaten bunu yazanlar da bazı padişahların sonradan tövbe edip içkiyi bıraktığını söylüyor. Hatâsını anlayıp dönmek de bir fazilettir. İçki içen ilk padişah yaftası yapıştırılan Yıldırım Sultan Bayezid, Bursa"da Ulu Cami"yi ve kendi adıyla anılan câmiyi binâ etmiştir. Bizans İmparatoruna, İstanbul"da bir müslüman mahallesi kurulup, câmi yapılarak kâdı tayinini kabul ettirmişti. Meşhur mutasavvıf Emir Sultan ile sohbet etmiş, hatta O"na kızını vermişti. Sırp kralının kızıyla evlendi diye Yıldırım Sultan Bayezid"e kızıp, kendisini bu kızın içkiye alıştırdığını söyleyenlere ne diyelim? Padişahı içki içerken kim görmüş, belli değildir. Yaptığı siyasî bir evlilikti. Belki bir araya bile gelmediler. Padişah, onun sözüyle içki içecek birisi miydi? Doğrusu çok söz götürür. Diyebilirsiniz ki câmi de yaptırır, içki de içer. Evet bu mümkün. Ama bugün bana gösterebilir misiniz çevrenizde hem câmi yaptıran, hem de içki içen kaç kişi var? Üstelik bu âdeti anne tarafından Mevlâna Celâleddin Rûmî"nin torunu olup soyu Hazret-i Peygamber, Hazret-i Ebûbekr ve Hazret-i Ömer"e dek ulaşan Çelebi Sultan Mehmed, Sultan II. Murad, hatta İstanbul"u fethetmekle Hazret-i Peygamber"in övgüsüne mazhar olan Fatih Sultan Mehmed ve velî lakabıyla tanınan Sultan II. Bayezid de devam ettirmiştir. Sekiz senelik saltanatını Ehl-i sünneti korumak için Safevîlerle savaşmak ve müslümanların mukaddes beldesi Hicaz"ın fethiyle geçiren Yavuz Sultan Selim ara sıra içer, ama hemen sarhoş olurmuş. Osmanlı ülkesini hayır eserleriyle donatan ve adaletiyle tanınan Kanuni Sultan Süleyman önceleri içermiş, sonra bırakmış. Eh, bu sözlere de pes demekten öte geçilemez. İslâm hukukunda gayrımüslimlerin içki içmesi yasak olmadığı gibi, bunların içki alıp satması ve meyhane açması da serbest idi. Kanunî Sultan Süleyman zamanında Müslümanların ekseriyette bulundukları mahallelerde gayrımüslimlerin meyhane açması yasaklanmış; Sultan II. Selim zamanında buna tekrar izin verilmişti. Nitekim gayrımüslimlerin meyhanelerinden ve içki satışlarından vergi alındığı da gizli bir bilgi değildir. İşin aslından habersiz bazıları, bunu padişahlardan ilkinin dindarlığına, diğerinin de şaraba düşkünlüğüne bağlamışlar; hatta kendisine Sarhoş Selim demişlerdir. Yangında yanıp tekrar yaptırdığı saray hamamını gezerken tansiyonu düşüp kaymış ve beyin kanamasından vefat etmişti. Buna rağmen, "Sarhoş halde hamamda kız kovalarken öldüğü" bile söylenip yazılmıştır. Halvetî tarikatına bağlılığı ile bilinen Sultan II. Selim"in dindarlığı Selimiye Camiini yaptırmasından bellidir. Ayasofya camiini de esaslı tamir ettirmişti. Zaten nevzuhur tarihçimiz de padişahın içki içtiği halde beş vakit namazını kıldığını; sonradan şeyhinin telkiniyle içkiye tövbe ettiğini; hatta ölürken kendisine verilen ilacı; içinde içki vardır diye reddettiğini de yazıyor. Amansız içki ve tütün yasağıyla meşhur Sultan IV. Murad da içki içmediği halde, mübtelâ olduğu gut hastalığının ağrılarını hafifletebilmek için hekimbaşı tarafından verilen afyon hülâsalarını (morfin) alırdı. Bu da kendisinde halsizlik ve uyuşukluk yapardı. Sendeleyerek yürüdüğünü birkaç defa görenler padişahın içki içtiğine hükmetmekten çekinmemiştir. Babası gibi Üskürdarlı Aziz Mahmud Hüdâî"ye bağlıydı. Selden yıkılmış olan Kâbe-i Muazzama"nın bugünki binâsını yaptırmış; Karaköy Arab Câmiini harab bir binâ iken şimdiki hâle getirmiştir. Nevzuhur tarihçiler, yaptıkları istatistiklerle, Sultan II. Mahmud"un içkiye en düşkün padişah olduğuna karar vermişler. Halbuki Osmanlı Devleti"ni mutlak felâketten kurtararak âdetâ yeniden kuran bu padişahın da dindarlığına çok deliller vardır. İstanbul"daki bütün Sahâbe-i kiram kabirlerini bulup yaptıran, öte yandan Tophâne"de zarif Nusretiye Câmiini, Eminönü"nde Hidâyet Câmiini, Üsküdarda Adliye Câmiini, Arnavudköy"de Tevfikiye Câmiini inşâ ettiren O"dur. Vehhâbîleri işgal ettikleri Hicaz"dan çıkararak Hazret-i Peygamber"in kabri üzerine yeşil kubbeyi yaptıran O"dur. Hele Medine"deki Hücre-i Seadete hediye gönderdiği altın şamdan münasebetiyle yazdığı ve "Şemdan eyledim ihdâya cür"et yâ resûlallah.." diye başlayan na"tta Hazret-i Peygamber"e olan sevgisini çok içli ve edebî biçimde terennüm etmiştir. Ağır verem hastası iken, Çamlıca"da kızkardeşinin köşkünde fenalaşmış, "Beni bir câmiye kaldırın da, bari orada vefat edeyim" demiştir. Yeniçeri Ocağı"nı ve bununla organik bağı sebebiyle Bektaşî tekkelerini kapattığı için malum dedeler tarafından "Gavur Padişah" diye anılmış; yeni düzende yemleri kesilenler de bu hakaret sözüne dört elle yapışmıştı. İçki içtiğini de muhtemelen yine bunlar uydurmuştur. Sultan Mahmud"un içki içtiği söylenen oğlu Sultan Mecid ise Medine"de Mescid-i Nebevî"nin bugünki hâlini yaptırmış; Kâbe-i Muazzamaya kâşî tuğla döşetmiş; Hırka-ı Şerif, Dolmabahçe, Ortaköy, Teşvikiyye gibi zarif câmiler binâ ettirmişti. Hasta yatağında iken Medine halkından gelen mektubu hürmeten ayağa kalkıp dinlediği meşhurdur. Üstelik Nakşî meşâyihinden Yanyalı İsmet Efendi"ye bağlıydı. Türbesinin Sultan Selim câmii avlusunda, ama Sultan Selim"inkinden daha alçak yapılmasını istemiş; Yanyalı İsmet Efendi tekkesi müridlerinin her Cuma gecesi türbesinde hatm-i hâcegân yapmasını vasıyet etmişti. Bu nâzik ve içli padişah, yine de iftiralardan kendisini kurtaramamıştır. Hele zamane bir tarihçisinin gözüyle görmüş gibi padişahın sarhoş olup hammallar tarafından küfeye konup saraya getirildiği sözüne ne denir! Sultan Mecid, içki içseydi, bunu müptezel şekilde yapmayacak kadar nâzik bir insan idi. Yakışıklılığı, nazik ve demokrat tavırları ile modern Avrupa monarşilerindeki hükümdarları andıran Sultan V. Murad ise, amcası Sultan Abdülaziz"in feci ölümü üzerine ağır bir depresyon geçirmiş; şuuruna halel geldiği için tahttan indirilmişti. Bu halde bulunan bir insanın fiillerinden mesul tutulamayacağı âşikârdır. Kaldı ki kendisinin içki içtiği rivayeti, sağlam kaynaklarda geçmez. Nevzuhur tarihçinin de yazdığı gibi merhum Sultan Reşad içki içmezdi. Fakat keşke içki içseydi de, iktidarı İttihatçılara bırakmasaydı. Koca imparatorluk sayelerinde yıkıldı. Hele, Üsküdar Yeni Câmiini ve şehrin iki yanında çok zarif iki çeşme inşâ ettiren, hattatlığıyla meşhur Sultan III. Ahmed ile Nuruosmaniye câmii inşaatını başlatan, Rumelihisarı, Kandilli, Yeraltı, Beşiktaş Arab İskelesi, Üsküdar Mahmudiye, Defterdarkapı sı, Tulumbacılar Odası, Yalıköşkü câmi ve mescidlerini yaptıran Sultan I. Mahmud"un içki içtiğine dair hiç delil yoktur. Gelin görün ki yazar, Sultan Ahmed"in hangi balkonda hangi yastığa dayanarak kiminle rakı içtiğini, gözüyle görmüşcesine anlatıyor. Günlük hayatı neredeyse saniyesi saniyesine malum bulunan Sultan Hamid"in içki, hatta rom içtiği bilinmiyor. Ama dinî hassasiyetinde hemen herkes müttefik. Zevcesi Behice Kadınefendi, padişahın helâdan çıkıp banyoya gidene kadar abdestsiz yere basmamak için teyemmüm edecek derecede dindar olduğunu söylemiştir. İttihatçılar, II. Meşrutiyet"i müteakip, Sultan Hamid"i halkın gözünden düşürmek için neler söylemediler. . Abdullah Cevdet, "Sultan Hamid hakkında yüz yalan uydurdum. Bazısına kendim de inandım" demekten kendisini alamamıştır. Nevzuhur tarihçinin kaynağına göre, "Fatih Sultan Mehmed Han ve Sultan Bayezid-i Veli, komutanları ve vezirleriyle arada sırada ıyş ü nûş ederlerdi. Hatta Bayezid-i Veli, Sadrazam Gedik Ahmed Paşa"yı ışret sırasında katletmişti". Yazar ıyş ü nûş kelimesini içki âlemi; ışret kelimesini de içki diye tercüme etmiş. Sultan IV. Murad"ın şeyhülislâmı Zekeriyazâde Yahya Efendi"nin "Mescidde riyâmişler etsin ko riyayı/Meyhaneye gel kim ne riya var ne mürai" beytini yazarak "Eee, şimdi bu şiiri nasıl değerlendireceğ iz?" diyor. Divan edebiyatından ve tasavvuftan biraz anlayan, bunu değerlendirmekte zorluk çekmez. Şair ve tarihçilerin kullandığı ıyş ve ışret, sâki ve bâde gibi kelimeleri şahid gösterip de bu hükmü vermek tamamen hatâlıdır. Divan şiirinde meyhane tekkeyi; sâki sevgiliyi ve şeyhi; bâde ve şarap ise ilahî aşkı sembolize eder. Iyş, yaşamak; ışret, eğlence ve cümbüş demektir. İkisi de arapçadır. Eğlenmek illâ içki içmekle mi olur? Eşi dostuyla dinin izin verdiği şekilde eğlenmek yasak değil ki. Buna da ıyş ü ışret deniyor. Nûş, farsça içmek demek. Su için de kullanılır, şerbet için de. Dôlu eski türkçede içine su karıştırılan su dışındaki içecekleri anlatır. Ayrana da dôlu denirdi. Hatta Bursa"da askere ayran yapıp verdiği için Dôlu baba diye bilinen bir evliyânın kabri vardır. Sâki yalnızca içki dolduran değil, su veren kimse için de kullanılır. Zaten sâki, arapça sulayan demektir. Arapçada da "şarap" şürb edilen, yani içilen şey demektir. Şerbet, çorba, meşrubat, şurup gibi kelimeler hep aynı köktendir. Kur"an-ı kerimde içilmesi yasak olan hamr"dır. Fermantasyona uğramış içki demektir. Biz bugün buna şarap diyoruz. Ama eski metinlerde "şarap" içilecek her şey için kullanılır. Lisanını ve kelimelerini bilmeden bir devir hakkında rastgele hüküm vermek ne kadar hatâlı! Üstelik İslamiyette üzüm ve hurmadan yapılan şarap ve bundan elde edilen alkol kesinlikle haram olan bir içkidir. Bunun dışında bazı alkollü içkiler vardır ki kimi âlimler bunların ilaç ve ihtiyaç için sarhoş etmeyecek mikdarını içmeye cevaz vermiştir. Rom da bu kabildendir. O halde neyin ne için içildiğini bilmeden ahkâm kesmemek lâzım. Peki bu iddiaların maksadı ne olabilir? Muhtemelen muhafazakâr çevrelere mesaj verilmek isteniyor. Nasıl bir mesaj? İki ihtimal var: Birincisi, "Sizin çok övdüğünüz Osmanlı padişahlarının hâline bakın! İçki içerlermiş. Demek ki iyi insanlar değilmiş. Dolayısıyla temsil ettikleri değerler de böyleymiş. Gerçeği öğrenin!". İkinci ihtimal, "Bakın, dindarlıkları herkesçe malum olan Osmanlı padişahları bile içki içmiş. O halde siz de inad etmeyin, yolunda olduğunuzu söylediğiniz padişahlar gibi yapın!" Görülüyor ki bunlar abesle iştigalden başka bir şey değil. Her şey biraz da Osmanlı padişahlarını her istediğini yapabilen Avrupa krallarına benzetmekten kaynaklanıyor. El-insaf! Son devir ulemâsının büyüklerinden Seyyid Abdülhakim Efendi hazretleri dermiş ki: "Osmanlı padişahları, kendilerinden önceki hükümdarlar gibi değildir. Hepsi dindar insanlar idi. Dini muhafaza ettiler. Dinin direği idiler. İçlerinde bir tane kötü yoktur. Ama aralarında derece farkı vardır." Sevdiği ve büyük bildiği atalarına hakaret edilmesi, insanları incitmez mi? O halde müslümana düşen hüsnü zan etmektir. Kendilerini savunacak durumda olmayan tarihî şahsiyetler hakkında ileri geri konuşmak insana yakışmaz. Hele dedikodu ve iftirâdan kaçınmak, sadece dinî değil, herkesin uyması gereken ahlâkî bir vecibe olduğu unutulmamalıdır. Kaynak : Prof. Dr. Ekrem Ekinci (marmara üniversitesi türk hukuk tarihi profesörü. ) KAYNAK
  3. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerine, bu zamanda evliya yok mu diye sorulduğunda buyurdu ki: (Bu zamanda, beş vakit namazını kılan, haramlardan sakınan umumi evliya sınıfına dahil olur. Bir de hususi evliyalık vardır. Bu, tasavvuf yolunda ilerleyenlere Rabbimizin ihsan ettiği derecelerdir. İşte, bu zamanda böyle evliya yok gibidir.) Peki arkadaşlar, artık evliya yok mudur diye sorarsanız; Dünyada elbette evliya bulunur. Din kitaplarında birler, üçler yediler, kırklar, beş yüzler gibi adlandırılan evliya vardır. Üç hadis-i şerif meali şöyledir: (Ebdal kırk kişidir. Bunların bereketi ile düşmana galip gelirsiniz ve belâdan kurtulursunuz.) [İbni Asakir] (Her asırda iyiler bulunur. Bunlar beş yüz kişi olup kırkı ebdaldir. Her ülkede bulunur.) [Ebu Nuaym] (Yeryüzünde her zaman [ebdallerden] kırk kişi bulunur. Her biri İbrahim aleyhisselam gibi bereketlidir. Bunların bereketi ile yağmur yağar. Biri ölünce, Allahü teâlâ, onun yerine başkasını getirir.) [Taberani] Bu evliya zatları herkesin tanıması elbette zordur. Zaten ben evliyayım diyen veli değildir. Evliya, kendini gizler. Bunun için evliyayı tanımak zordur. Bugün açıkça ben evliyayım diyen sahtekârlar çoktur. Hatta çok kimse, (Bizim hocamız hatemül evliyadır, son velidir. Artık başka veli gelmez) diyorlar. Bunlarınki de yanlıştır. Eshâb-ı kiram ve Tâbiini izam zamanlarında, Evliya çoktu. Herkes bunları ziyaret ederek bereketlenir, dualarını alırlardı. Ahir zaman yaklaştıkça, küfür alametleri, bidatler çoğaldı. Ulema ve evliya azaldı.
  4. Vecdimin Penceresinden N-F-K Gerçek akılsız, dolayısiyle nasipsiz kimdir bilir misiniz? Ne aklın altında kalıp da onu hiç kullanmadan inanan, ne de aklın üstüne çıkıp onu akıl aleyhinde kullanarak inanmaya bakan... Akılsız, aklın içinde kalandır; akıl fıçısı içinde, "nârıbeyzâ"dan aşk parmaklariyle cidar pencereleri açamadan ve bu işte aklı kullanmadan ermeye de yol kapalı... Akıl, o "ufacık fıçıcık, içi dolu turşucuk" maskara, inanmadığı şeylere "acaba, ya olursa, belki" gözüyle bakar da, inandığı şeylere "niçin, ne sebeple, neden dolayı" gibilerden bir şüphe tavrı ve ille anlama kaygısı gösterir. Eli inmeli, dili düğümlü, kalbi buruk, edası pısırık, sermayesi korkak, işi ürkek, ahlâkı katlanmak, ibadeti saklanmak... Bu mu müslüman?.. bir şeye malik olmak için o şeyi istemenin yeter olduğunu anlarlar. Ama istemenin istemek olması için dudakların yetmeyeceğini anlasalar.. Işık saniyede 300 bin kilometre yol alıyor ve aydan dünyaya 1 saniyede geliyor da, hayâl, milyarlarca ışık senesi tutan mesafeyi bir anda kestiriveriyor. Neyi ve nereyi hayâl ederseniz, onda ve oradasınız. Demek insanda zaman ve mekân üstü bir arayıcılık kudreti var... Aranan Ve arayan olmadan arayan ve arama olmayacağına göre, ki arıyorum, kimi aramaya memur bulunuyorum? Yok! Diyenlere bir sözüm var: - Siz bana gerçekten yok olan bir şeyi gösterebilir misiniz ki, yok'u ispat edebilesiniz?.. Gösterebilecek olsanız zaten o şey yok değil, var olur. Gösteremeyince de yok demeye imkânınız kalmaz! Allah'a yok diyebilmeniz ayrıca ispat ediyor ki, o "var"ın ta kendisi, "yok"un da yaratıcısı... Kapıları yıkarcasına tekmeleyeceğim, limandaki bütün vapurların ve şehirdeki bütün fabrika bacalarının canavar düdüklerini öttüreceğim, trafiği durduracağım, insanları oldukları yerde mıhlayacağım ve gök tavanını yıkan bir sesle haykıracağım geliyor: - İnsanlar! Allah var! O'nu düşünmekten başka her işe paydos!... Bana "deli" mi diyecekler? (Göz yaşlarıma hakim olamadığım, deliler gibi boşalmaya başladığı yer..... Cile54) Canım kurban, aklın son durağı olan böyle deliliğe!.. Varlık hudutsuz girift bir ağaç... Ve sen ey dinatın Efendisi; onun, hudutsuz girift köküsün! Bu köke bağlı gövde... Bu gövdeye bağlı ince dal... İnce dala bağlı yaprak... Yaprağın üstünde el ayası gibi lif lif bir ağaç haritası... Onun üstünde de küçücük bir böcek... Ben de buyum!.. Bütün insanlık budur!.. Ve senin getirdiğin nizam ağacının en küçük yaprağında bir böcek olmaktan üstün paye yoktur! Allah'a iki cins insan inanır. Ya en aptal, ya en akıllı!.. îkisi ortası dediğimiz hakikî ahmak, inkâra memur... Akıldan büyük nimet, zekâdan da ağır yük tanımıyorum. Zekâ azaldıkça iman engelleri de azalıyor ve iman bir "az" üzerinde durabiliyor. Zekâ çoğaldıkça da engeller yıkılıyor, kökünden sökülüyor ve iman bir "çok" üzerinde duruyor. Vah, ikisi ortası nasipsizlere!.. Her ferdin tepesinden geçmiş, çelikten, mahrut şeklinde kalın bir çadır var... İlâhî nura yol vermeyen bir çadır... Bu nefstir! Ne mutlu, onu incelte incelte sigara kâğıdına çevirenlere ve içeriye nuru sızdıranlara!.. Ve ne mutlu onu delip ileriye geçenlere!. Madem ki nefs had tanımaz, doymaz, kanmaz ve razı olmaz, sen de kes onun bütün istihkaklarını!.. Namazda teslimiyet vardır. Onun içindir ki, namaz nefse giran gelir. Yalnız bu kadarı İslâmın hak ve namazın mutlak ibadet olduğunu göstermeye yeter. Nefslerini şartlandıranlar, namaza yaklaşamazken, müslüman geçinenler de onun kabuğunda kalır ve gerçek namaz pek az kimseye nasib olur. Büyük Velî Abdülhakîm Efendi Hazretlerinin en güzel sözlerinden birisi, ermişlerin benlik haline dair şu görüşü; "- Mevzuunu bulamaz ki, ben diyebilsin..." Bizse "ben"den başka mevzuu olmayan biçareleriz Aman Yarabbi, aman Yârabbi; biz seni lâfta, yalnız lâfta ve kelimede anıyoruz. Üstelik hikmetin karşısında vecd ve hayrete düştüğümüzü sanıyoruz. Senin, hikmetten bahsedici aklı yaratan hikmet sahibi olduğunu düşünüyorum da, patlayacak kadar şişen kafatasımı secdeye mıhlamak ve öylece kalmaktan başka yol göremiyorum. Zira secde, kendimde sandığım, kendimin diye vehmettiğim şeylerin sana iadesidir. Aman Yârabbi; ne büyük sır var secdede!.. Anlar gibi oluyorum ama yine anladığımı iddia edemiyorum. Bana öyle geliyor ki, münkirin gözünü çıkarsalar, kulağını sağır etseler, burnunu tıkasalar, dilini sükseler ve temas hissini dondursalar, o zaman görür, işitir, koklar, tadar ve temastan anlar... Eyvah, görmemek için göz, işitmemek için kulak taşıyanlara!.. Bu âlemde hiçbir şeyin tam ve mutlak izahı yoktur. Bir şeyi izah etmek için kullandığımız kelimenin izahı bile ayrıca izaha muhtaç, başka bir kelimeyle... Bütün izah edilemezleri yine izah edilemezlerle izaha çalışırken, farkında mıyız ki, bu izahı izah edilemeyenlerin en büyüğü, yine Allah?.. Kâinatın tek ve mutlak izahı, Allah... Dünyada hiçbir akıl, İmam-ı Gazalî'nin şu idrak inceliğine ulaşamaz: - Size bir kâhin, filân gün falan renkteki elbiseni giyersen ölürsün, dese, siz bu lâfa inanmaz, fakat o gün o ~ elbiseyi de giymezsiniz. Buna karşılık bir Peygamber, günde şu kadar rekât namaz kılın dediği zaman ona inanıyor, sonra da "niçin?" diye soruyorsunuz! Hiç bir şey için değil, Allah böyle emrettiği için... Şeriat, mutlak ve ulvî sebeplere bağlı bütün bir esrar âleminin dış ölçülerinden ibarettir; onu böyle bil ve ona böyle bağlan! Akıl, o "ufacık fıçıcık, içi dolu turşücuk" maskarasının, inanmadığı şeye ayırdığı "belki" payı ile, inandığına da tahsis buyurduğu "ama niçin, ne sebeple" istifhamı arasındaki uçurumu gör! Allahım, nasıl da insanlardan kendi korkunç tezadlarını gizliyor ve tüneksiz kuşlar gibi bir duman halkasından bir su kıvrımı arasında onları, o teselliden bu teselliye gezdiriyorsun!.. Ey kudret sahibim!.. Bize 10 dakika sonra öleceğimizi söyleseler ne yaparız?.. Dünya ile en küçük alâkamız kalabilir mi?.. Susuzluktan dilimiz kurumuş olsa böyle bir ihtiyacı düşünebilir miyiz?.. Dünya o anda bütün nimetleriyle başımıza yağsa dönüp bakabilir miyiz?.. Peki; 10 dakika yerine 10 veya 100 yıl olmuş, farkı ne?.. Hiç'in milyon veya milyara darbı, hiç'i büyütmeye çalışmaktan başka neye yarar?.. Aklı kopuncaya kadar geremedikçe, bunu yapamadıkça, ya taklitçi mümin, yahut sersem kâfir olmaya mecbursun! Buyrun İndirin ve 30 Dk nızı ayırarak, şöyle bir test edin? Neyi mi test edeceksin.. Bunu okumayı bitirdikten sonra neyi test ettiğini anlayacaksın..
×
×
  • Create New...