Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
ilcege

Seyyid Ahmed Arvasî

Recommended Posts

Yeri Dolmayan İnsan "Seyyid Ahmed Arvasi"

 

Tam 19 yıl önce yılbaşı nidalarının altında kalbi Türk gençliği için çarpan Seyyid Ahmet Arvasi aramızdan ayrılalı 19 sene oldu. Büyük bir mütefekkir, ilim adamı ve sosyolog olan Arvasi Hoca ömrü boyunca Türk-İslam gençliğine hizmet ederek hayatını idame ettirdi. Gözü kara bir İslam neferi olan Arvasi Hoca çileler ve engellere rağmen yılmadı, yıllarca Türklüğü ve İslam'a hizmet etti ve yüzbinlerce talebe yetiştirdi. İşte o 31 Aralık 1988'de noel sarhoşluğu yaşanan günde Türk gençliğinin kötü gidişinin verdiği üzüntüyle parmaklarını kaldırdı hiddetle tuşlara basmak istedi ama yıllarca çektiği çileler yorgun düşürmüştü asrın Yesevisi'ni.. Derken o çok muhabbet duyduğu Peygaber Efendimize kavuşma zamanı gelmiş ve zindanlarda yorgun düşen bedeni artık dayanamaz o anda ruhunu teslim eder ve nurlu bedeni düşer daktilosunun yanıbaşına. Ertesi gün yüzbinlerce seveni Fatih Camii'nin avlusunu doldurur kalabalığı caddeler almaz ve dualar ve gözyaşları arasında aramızdan ayrılır..

 

"Kaleminden kan çeker"

 

Büyük mütefekkir Seyyid Ahmed Arvasi emekli bir gümrük memuru olan Abdülhakim Arvasi Bey'in oğlu olarak hayata gözlerini açar. Kuyumcu çıraklığı yaptığı günlerden birinde dükkana gelen bir Allah dostu "senin işin gönül sarraflığı olmalı" deyince hayatına yeni bir yön verir. Her içi yanan genç gibi şiirden başlar ve uykusuz gecelerin ardından "Sır" adlı manzum kitabını yazar. Bu kitapta tesirli aksiyon şiirlerinin yanı sıra Anadolu kokan mısralar vardır. Arvasi Hoca Gazi Üniversitesi'nde okuduğu yıllarda dinine, diline, örfüne savaş açan bir güruh ile karşı karşıya gelir. Tertemiz gençlerin malum zihniyetin mengenesine sıkıştığını görünce kahrolur. Necip Fazıl'ın deyimiyle beyninden kalemine kan çeker ve yazar. Sayfalar, dosyalar dolusu yazar. Aklının kopma noktasına geldiği anlarda İmam-ı Rabbani Hazretlerine sığınır ve kalemini ona bırakır. Nitekim bu çile "Kendini Arayan İnsan" isimli eserle neşet eder.

 

Resulullah aşkına!..

 

Arvasi Hoca'da tasvir edilemeyecek bir Peygamber sevgisi vardı. Söz Efendimizden (Sallallahü aleyhi ve sellem) açıldığında dizlerinde derman gözlerinde fer kalmazdı. Arvasi Hocanın yakınlarından dinlediğimiz şu hadise ile onun Peygamber Efendimize ne kadar aşık olduğu daha çok anlaşılıyor. Mahallenin dilencileri onun bu sevgisini herkesten iyi bilir ve "Resullullah aşkına" deyip elinden bütün parasını alırlardı. Merhumun vefatına yakın çok zorlanarak ayağa kalkıyor v yakınlarına "her gün ölüme yaklaştığımı hissediyorum" diyordu. Yakınları "Biraz dinlenseniz" dediklerinde "hayır beş dakika bile dinlenecek vaktim yok. Kenara çekilemem. Son nefesime kadar mücadele etmeliyim" der ve sonra üstüne basa basa ekleyerek: "Ben hazırım, ölümden korkmuyorum. Zira Alemlerin Efendisini, sahabe-i kiramı, Allah'ın veli kullarını çok seviyorum. Onların himmetlerine inanıyorum. Bana mutlaka sahip çıkacaklar, yalnız bırakmayacaklar!" derdi.

 

Sıkıntılardan tad alırdı

 

12 Eylül'den sonra Arvasi hoca bir müddet Mamak Cezaevi'nde kaldı. Düşenlerin anlattığına göre orası sıradan bir cezaevi değildi. Bilhassa Arvasi hoca ve arkadaşlarına reva görülen şartlar çok ağırdı. Hoca ile aynı hücreyi paylaşan gazeteci Ahmet Karaca'nın saçları sabaha kadar bembeyaz kesilmiş, adamcağız kendini tanıyamamıştı. Bu ayağa kalkılmayan ve ayak uzatılmayan delikte sırt sırta sabahlamışlardı. Kıyamda durulamayan secdeye varılamayan soğuk, pis ve ıslak izbeye niçin düştüğü ve ne kadar kalacağı muammaydı. Arvasi Hoca sıkıntılardan tad almasını bilir, derdini severdi. Ancak bir gece alnını secdeye koyamadığı için taa yüreğinden yanmış, gözlerini yumup Bağlum'da yatmakta olan büyük İslam alimi Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerine sığınmıştı. "Yanıbaşınızdayım efendim" demişti, "yanıbaşınızdayım ama rahat değilim namazımı eda edemiyorum." Ertesi sabah bir tabib yedeksubay geliyor, onu o dar yerden çıkarıyor. Nabzını sayıyor, tansiyonunu ölçüyor, kalbini dinliyor. Arvasi Hoca'ya "siz burada kalamazsınız" diyor ve Mevki Hastahanesine sevk ediyor. Rahmetli Arvasi hocanın arzusu daha fazla sabretmek, daha ziyade boyun bükmekti. Durur, durur "acaba Efendi Hazretleri'nden imdat istemekle yanlış mı yaptım" derdi.

 

Kalabalığı caddeler almaz

 

Arvasi hoca, 57 yıllık ömrünün bir bölümünde hep konuştu, anlattı ve hitabet sanatını en güzel şekilde icra etti. İkinci ve son bölümde ise kalemi ile başbaşa kaldı. Türkiye Gazetesi'nde de "Hasbihal" başlığı ile makaleler yazdı, tecrübelerini gençlerle paylaştı. Yorucu öğretmenlik hizmetleri yanında gençliğin kendi kültür ve medeniyetine sahip çıkması için eserler ortaya koydu. Konferanslar verdi, gazete ve dergilerde makaleler yazdı. Belki de Seyyid Ahmet Arvasi hocanın eserleri Avrupa'da yayınlansaydı çok büyük yankılar uyandırır hatta adına enstitüler bile kurulurdu. 31 Aralık 1988'de Erenköy'deki evinde saat 11.00'de o çok sevdiği daktilosunun başında günlük makalesini yazarken ruhunu teslim etti. Fatih Camii'nde eşine rastlanmamış bir kalabalık ile kılınan o unutulmaz cenaze namazının ardından Edirnekapı Kabristanına defnedildi.

 

Vatan sevgisi imandandır..

 

15 Şubat 1932 Pazartesi günü Ağrı ilinin Doğubayazıt İlçesinde doğan Seyyid Ahmed Arvasî, ailece Van'ın Müküs (Bahçesaray) ilçesine bağlı, Arvas (Doğanyayla) köyündendir. Babası Gümrük Müdürlüğü'nden emekli Abdulhakim Efendi, annesi Cevahir Hanım'dır. Ailenin altı çocuğundan birincisi olan S.Ahmed Arvasî, ilk öğrenimini Van'da başlayıp Doğubayazıt'ta tamamlamıştır. Orta okulu Erzurum'da bitiren Arvasî, lise öğrenimine Erzurum Erkek Öğretmen okulu'nda başladı, Erciş Öğretmen Okulu'nda bitirdi. 1952 yılında Konya'nın Doğanbeyli Nahiyesi'de ilkokul öğretmeni olarak göreve başladı. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik görevini sürdüren Arvasî, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümünü 1958 yılında tamamlayarak çeşitli eğitim enstitülerinde pedagoji öğretmenliği yaptı. Ülkede siyasi gerginliklerin had safhada olduğu 1978 yılında, İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü'nden 24 arkadaşıyla birlikte siyasi amaçlar için sürgün edilen Arvasi, 1979 yılında emekli olmak zorunda kaldı. Aynı yıl Milliyetçi Hareket Partisi Olağan Kongresi'nde Genel İdare Kurulu Üyesi sıfatıyla aktif siyasete atıldı. Bu tarihten sonra da inandığı ve uğruna baş koyduğu Türk-İslâm dâvasını insanlarımıza anlatmayı sürdüren Seyyid Ahmed Arvasî, 31 Aralık 1988 tarihinde daktilosunun başında yorgun düşerek 57 yaşında Hakk'ın rahmetine kavuştu.

 

Büyük mütefekkir Seyyid Ahmet Arvasi, İslam'a, milliyetçiliğin penceresinden değil, milliyetçiliğe İslam'ın penceresinden bakıyordu. "Ben İslâm İman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm'ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur. İster azınlıklardan gelsin, isterse çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında Şanlı Peygamberimizin 'Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır' tarzındaki ortaya koydukları yüce prensiplere de bağlıyım. İnanıyorum ki, hem Türk hem Müslüman olmak hem de muasır dünyaya öncülük etmek mümkündür. Ecdadımız bütün tarihleri boyunca bunu denediler ve başarılı oldular. O halde bizler niye bu tarihi misyonumuzu yerine getirmeyelim?" diyordu.

 

İnan Arvas

 

KAYNAK

Share this post


Link to post
Share on other sites

Neden Türk-İslam Ülküsü?

 

Neden şu veya bu ad altında toplanmayı değil de "Türk-İslam Ülküsü" ne bağlanmayı savunuyoruz? Biz iddia ediyoruz ki "Emperyalizm" Türk ve İslam dünyasını yutmak için en az iki asırdan beri korkunç bir tertibin içindedir. Bir taraftan kültür emperyalizmi ile "vatan çocuklarını" din ve milliyetine yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek kadrolar

hazırlamakta diğer taraftan din ve milliyet duygularını herşeye rağmen terk etmeyen çocuklarımızı da birbirine düşürmeyi planlamaktadır.

 

Bugün yeryüzünde iki somürgeci "blok" vardır. Bunlardan biri kara renkli "kapitalist emperyalizm" diğeri ise bütün fraksiyonu ile "kızıl emperyalizm". Birincisi "çok uluslu şirketlerin" paravanasında "az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek özgürlük ve uygarlık götürmek" maskesi altında ikincisi de "ezilen sömürülen halklara bağımsızlık özgürlük ve adalet götürmek" maskesi altında "sınıfsal savaş"

sloganı ile "iç savaşlar" çıkartmakta ve "dünya proleterlerinin dayanışması" adı altında işgalini gerçekleştirmektedir.

 

Gerçekten de yer yüzünde ezilen ve sömürülen bir de "üçüncü dünya" vardır. Bu dünya daha çok Asyalı Afrikalı irili ufaklı devletlere ve devletçiklere beyliklere emirliklere

federasyonlara bolünmüş milletlerden ibarettir. Esef edelim ki bu insanların sayısı birbuçuk milyardan daha fazladır. İşin ızdırap veren diğer bir yanı da bu nüfusun çoğunluğunu

müslümanlar teşkil etmektedir. Bunun yanında çok acı bir gerçeği daha belirtelim ki bu ezilen ve sömürülen müslümanlar arasında Türk Milleti'nin çok önemli bir bölümü

bulunmaktadır.

 

1970 Yılında yapılan bir araştırmaya göre yabancı boyunduruğunda tam bir sömürge hayatı yaşayan Türk nüfusunun sayısı Türkiye'mizde bulunan genel nüfusumuzun tam

iki katıdır.

 

Emperyalist güçler fırsat buldukları zaman zorla bulamadıkları zamanlar ise hile ile İslam ve Türk dünyasını ele geçirmiş zenginliklerini yağmalamış din ve milliyet duygu ve değerlerini tahrip etmiş direnenleri lekeleme ve imha yoluna gitmiş kendine uygun kadrolar yetiştirmiş bu milletlerin uyanış diriliş hamlelerini milli eğitim ve kalkınma planlarını baltalamış ve bu ülkeleri "ebedi sömürge" statüsüne mahkum etmek için elinden

geleni esirgememiştir.

 

Emperyalist güçler korkunç bir kültür emperyalizmi programı ile millet çocuklarını milli tarihlerine milli ve mukaddes kültür değerlerine milli ülkülerine milli menfaatlerine hatta motif ve sembollerine düşman etmekle kalmazlar kendi değerlerini "bir uygarlık ve ilericilik" unsuru biçiminde onların kafalarına ve vicdanlarına oturturlar. Böylece milli ve mukaddes değerlere bağlı milliyetçilerin karşısına bu değerlere ters düşen "yabancılaşmış kadrolar" çıkarırlar. Bir ülkede değerler "ikizleşince" kadroların da ikizleşmesi ve çatışması mukadder olur. İşte düşman bu noktada aktivitesini arttırır. Ülkenin ve

milletin "parsellenmesi" için beynelminel güçleri harekete geçirir.

 

Ülke artık birbirinin gırtlağına sarılmaya hazır kadrolara bölünmüşse düşman rahatlıkla at oynatabilecek vasatı bulmuş demektir.

 

Düşman karşısındaki güçleri parçalayarak onları birbirine düşürerek kolay yutulur lokmalar durumuna sokmak ister. Mesela sanki bir insan hem 'dindar' hem 'milliyetçi' hem 'medeniyetçi' olamazmış gibi bu değerleri birbirine zıt proğramlar durumuna sokarak hiç yoktan 'çatışan güçler' meydana getirir. Bu oyunlarını o kadar ustaca planlar ki

tertiplerini anlamak için bazan olayların üzerinden elli veya yüz sene geçmesi gerekir. Mesela Osmanlı Türk Devleti'nin parçalanması ve Orta-Doğu'nun sömürgeleştirilmesi için

dinimizin ve milliyetimizin düşmanları 'din' ile 'milliyetçilik' arasında zıddiyet ve düşmanlık duyguları doğurmayı planlamış olduklarını şimdi itiraf ediyorlar.

 

Serge Hutin adlı bir Fransız masonunun yazdığı 'Les Francs-Maçons' kitabının 127.nci sayfasında okuduğumuza göre İslam dünyasında masonlar Cemaleddin-i Afgani ve

Muhammed Abduh gibi 'din politikacılarını' localarına kaydederek onların eliyle 'Dini milli yapılara göre reforme ederek' alemşumul İslam dinini bozmak öte yandan Müslüman

Kardeşler (Freres Musulmans) hareketi ile de 'İslam'da milliyetçilik yoktur' propagandası ile milletleri çökertmek ve bu suretle -çok kahpece bir planlar- birbirine zıt 'İslamcı' ve

'Milliyetçi' sun'i düşman kamplar doğurmak istemişlerdir.

 

Emperyalizm bizim dünyamızda bu 'paradoks'tan çok istifade ettiğini ayrıca yazmaktadır. Dinimizin ve milliyetimizin düşmanları din ve milliyet gibi iki mukaddes varlığımızı

birbirine düşman göstermek oyunundan kolay kolay vazgeçeceğe benzemiyor.

 

O halde Türk Milliyetçisine düşen iş bütün varlığı ile bu oyunu herşeyden önce kendi yurdunda bozmak olmalıdır. Bu ülkede sun'i olarak birbirine düşman 'güya Türkçü' ve 'güya İslamcı' cepheler meydana getirmek isteyen hain ve kahpe oyunların

karşısına bir Müslüman-Türk olarak ve tarihine yaraşır bir biçimde çıkmalıdır.

 

Bunun için Türk-İslam kültürüne Türk-İslam medeniyetine Türk-İslam ülküsüne bağlı Türklük şuur ve vakarına İslam iman aşk ahlak ve aksiyonuna sahip Türklüğü bedeni

İslamiyeti ruhu bilen milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan Dünya Türklüğünün İslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin

ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yoktur.

 

Din ve milliyet zıt değerler değildir. Bu sebepten 'sentez' tez ile anti-tez arasında söz konusu olacağına göre yıllardan beri kullandığımız 'Türk-İslam sentezi' yerine 'Türk-İslam Ülküsü' sözü daha uygun olur düşüncesi ile davamızın adını 'TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ' olarak seçtik. Bunu ısrarla kullanacağız.

 

Seyyid Ahmed Arvasi

Share this post


Link to post
Share on other sites

Türk-İslam Ülküsünü Yoğuranlar

 

 

Türk milletinin tefekkürüne en az bin yıldan beri İslam dini biçim vermektedir. Kurduğumuz muhteşem kitaplıklar incelendiğinde görülecektir ki ilim ve fikir adamlarımızca insanoğlunun meydana getirdiği her türlü kültür ve medeniyet ürünleri atalarımızca incelenmiş araştırılmış aşağı yukarı bütün din ve inançlar süzgeçten geçirilmiş ve islamiyet tam bir şuur ve yüksek bir irade ile tercih edilmiştir. Böylece vahyin aydınlığına ulaşan Türk'ün akıl ve idraki İmam-ı Buhari'leri

İmam-ı Gazali'leri Mevlana Celaleddin'leri Yunus Emre'leri büyük mantıkçı ve şeyhülislam Mollafenari'leri Yunan felsefesini İmam-ı Gazali çapında tenkid edebilen ve yüce hünkar Fatih Sultan Mehmed Han'ın takdirlerine mazhar olan Hocazade Efendileri İmam-ı Brigivi'leri İbn-ı Kemal'leri... yetiştirdi ve onların fikir kitap ve dersleri ile olgunlaşarak büyük imparatorluklar dünyayı hayran bırakan kültür eserleri ve ölmez medeniyetler meydana getirdi.

 

Biz bu yazımızda ve bunu takibedecek yazılarımızda Türk-İslam kültür çizgisinde yürüyerek 'genel felsefe problemleri' karşısındaki yerimizi ve dünya görüşümüzü yüce dinimiz İslamiyet'in aydınlığında kısa da olsa ortaya koymaya çalışacağız. Bütün 'sahte tanrıları ve ve mabutları' gönüllerden kafalardan zaman ve mekan köşelerinden çıkarıp atmak isteyen 'Allah'tan başka ilah yoktur' prensibini temel ölçü kabul eden şanlı Türk Milleti'ni 'Allah'ın ordusu' bilen 'Türk Milleti birlik Türk Devleti güçlü olursa insanlık kurtulur zulüm biter' ölçüsü içinde hareket eden Türk-İslam ülkücülerinin 'fikir sistemi' yüce peygamberler silsilesinin mukaddes alınteri ile ıslanmış peygamberlik mührünü kıyamete dek elinde tutan şanlı kurtarıcımızın ve peygamberlerimizin 'O'na ve onlara selam olsun' nurdan ellerinde biçimlenmiş onu takibeden muhteşem 'Sahabi kadrosu' tarafından 'cihad ruhu' ile beslenmiş büyük veliler eliyle yoğrulmuştur. Türk-İslam Ülkücüsü 'Cahid-ü fillah' (Allah için savaşan) dır. Türk-İslam Ülküsü'nün büyük iman aşk ve aksiyon adamı Fatih bu ülküsünü şöyle dile getirir:

 

'İmtisal-i cahid-ü fillah oluptur niyyetim

Din-i İslamın mücerred gayretidir gayretim

 

Fazl-ı Hakk ü himmet-i cünd-i ricalullah ile

Ehl-i küfrü ser-teser kahreylemektir niyyetim

 

Enbiya vü evliyaya istinadım var benim

Lütf-i haktandır heman ümid-i feth-i nusretim

 

Nefs ü mal ile nola kılsam cihanda ictihad

Hamd-ü lillah var gazaya sad-hezaran rağbetim

 

Ey Muhammed mucizat-ı Ahmed-i Muhtar ile

Umarım galib ola a'da-yı dine devletim.'

 

İşte Türk-İslam Ülküsü'nü yoğuran bu kadro ve ruhtur. Bu ruh büyük Türk-İslam kültür ve medeniyetinden kaynaklanmaktadır. Bu dava ve ülkünün 'eskimediğini' 'modası

geçmediğini' bütün Türk-İslam düşmanları Allah'ın izni ile idrak edeceklerdir. Türk'e ve İslam'a 'kefen biçenlerin' sonu korkunç olacaktır.

Seyyid Ahmed Arvasi

Share this post


Link to post
Share on other sites
Serge Hutin adlı bir Fransız masonunun yazdığı 'Les Francs-Maçons' kitabının 127.nci sayfasında okuduğumuza göre İslam dünyasında masonlar Cemaleddin-i Afgani ve

Muhammed Abduh gibi 'din politikacılarını' localarına kaydederek onların eliyle 'Dini milli yapılara göre reforme ederek' alemşumul İslam dinini bozmak öte yandan Müslüman

Kardeşler (Freres Musulmans) hareketi ile de 'İslam'da milliyetçilik yoktur' propagandası ile milletleri çökertmek ve bu suretle -çok kahpece bir planlar- birbirine zıt 'İslamcı' ve

'Milliyetçi' sun'i düşman kamplar doğurmak istemişlerdir.

 

Seyyid Ahmed Arvasi hocanın verdiği bu bilgi, Üstad tarafından da veriliyor bize. (Tıklayalım) Bu meselenin önemine binaen, Arvasi hocanın da yazılarında sapık dini akımlara ve bu akımların aktörlerine yazılarında yer verdiğini görmek mümkün. Müslüman bir mütefekkirin bu mevzulara değinmesi ayrı bir önem arzediyor.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Velüd kalem, çileli hayat:

 

AHMED ARVASİ HOCA

 

Sayısız talebe yetiştiren ve onlarca eser veren Arvasi Hoca gibi bir değer Batının elinde olsa, hakkında tezler doktoralar hazırlanır, enstitüler kurulurdu adına... Biz n’aptık. Tıktık zindana!

 

BM’den 14 asır önce

 

Arvasi Beyin 12. Milli Eğitim Şûrası’ndaki konuşmasından: “Bundan tam 1366 yıl önce şanlı ve sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed -ona binlerce selam olsun- Medine-i Münevvere’de ilk İslâm devletini kurdu. Müslümanların yanında ehli kitabın da haklarını savundu. Zulüm, cinayet, haksızlık sona erdi. Irk, cins, soy farkı gözetmeksizin bütün inananları kardeş ilan etti. Mahkeme usulünü getirdi, ehli kitaba din hürriyeti verdi. Müslümanlar için tanınan garantileri onlar için de kabul etti. Birleşmiş Milletlerden tam 14 asır önce insan hakları konusunda bu derece, bu biçimde ve yazılı olarak ortaya konmuş başka bir belge yoktur. Bütün beşeriyet, şanlı ve şerefli Peygamberimizin başarısını görmek ve ayakta alkışlamak zorundadır!” (Salon ayaklanıp coşuyor, ortalık alkışlarla inliyor.)

 

Yirmi yıl evvel, yine bu gece... Noelcilerin sokağa döküldüğü demler... Hoca acı acı “burası bizim yurdumuz, bunlar bizim gençlerimiz” diye mırıldanıyor “Yazık ateşe koşuyorlar.” Gözü emektar daktilosunun silik tuşlarında. Şimdi oturup yazma vakti...

 

Ancak sürgünlerde zindanlarda feri giden yorgun bedeni oracığa düşüveriyor.

 

Hoca için ne ölüm ilanları veriliyor, ne de haber saatlerinde adı okunuyor. Ama cenazesine onbinler koşuyor. Bir ucu Fatih’te, bir Ucu Edirnekapı’da... Vakarlı kalabalık caddelere sığmıyor.

 

DOĞU ÇOCUĞU

 

Seyyid Ahmed Arvasi adı üzerine seyyiddir, Evlad-ı Resuldür, ehl-i beyttendir. Soyu Hazret-i Hüseyn ve Ali Keremallahu vecheh ile Server-i Kainata ulaşır.

 

Sonra Arvasizadedir, bu aileden sayısız alim ve veli çıkar, cihanı aydınlatırlar.

 

Onun doğduğu evde eğitim beşikte başlar, menkıbelerle destanlarla büyür, semaver sohbetlerinden de çok şey kapar.

 

Babası Abdülhakim Efendi Ağrı Doğubeyazıd’da mukimdir, o günlerde gümrük memurluğu yapar. Memurluk işte n’olsun, kıt kanaat geçinir, iki yakalarını bir araya getirmeye çalışırlar. Ondan para isteyen yoktur ama aile bütçesine bir şeyler katmayı arzular, gider bir kuyumcunun yanında işe başlar...

 

Bir gün dükkanın kapısı açılır, heybeti düğme ilikleten bir Allah dostu içeri girer, elini omzuna koyar, “Senin işin gönül sarraflığı olmalı” der ve çıkar...

 

Gönül sarraflığı... Gönül sarraflığı...

 

İşte Ahmed Bey o günden sonra daha fazla okur, mânâ rüzgarlarına yelken açar. Kutlu sahabe kadrosunu ve şanlı ecdadı tanıdıkça muhabbetle dolar. Bu çoşkun sevda ve bu taşkın duygular eline kalemi aldırır, işe şiirden başlar. Uykusuz gecelerde yazdığı beyitleri “Sır” adlı manzum eserinde toplar.

 

TUTAK DAĞLARINDA

 

Ailesi onu “eli bir an önce ekmek tutsun” diye öğretmen okuluna yazdırmıştır. Bu arada evlenmiş barklanmış, genç yaşta çoluk çocuğa karışmıştır. Mezun olunca Tutak’ın Mollaşemdin Köyü’ne tayini çıkar. Bir kış günü eşyasını at kızağına yükler, vururlar yola.

 

Kızakçı bir ara “Bırrr” deyip dizginleri çeker: “Geldik hocam!”

 

-Nereye geldik?

 

-Okula!

 

-Hani okul?

 

Karın örttüğü bir tümseği gösterir “şurada!”

 

-Ya lojman?

 

Öbür tümseği işaret eder: “Yanında!”

 

Ahmed Arvasi Bey oturaklı bir taş bina, sıcak odalar hayal ederken, sırılsıklam bir delik bulur. Yerdeki buz parçalarına bakılırsa toprak dam akıyor olmalıdır.

 

Muhtar evlere haber yollar, “müjde öğretmen geldi, çocuklar mektepe koşsunlar!”

 

Cılız cılız bebeler, yırtık hasırın üstüne ilişir, soğuktan birbirlerine sokulurlar. Üzerlerinde ne mont gocuk vardır, ne de ayaklarında bot kundura. Eller donmuş, kırmızı kulaklar, nemli burunlar. Hani can dayanmaz. İlk işi bir soba uydurmak ve şilte minder bulmak olur. Tezek sobası yanınca ortalık ısınır, yavrucakların yanaklarında çiçekler açar. Keyifle ders dinler, saman kağıtlı defterlerini çiziktirmeye başlarlar.

 

Ahmed Arvasi bey bu gariplerden çok etkilenir. Mollaşemdin köyünü öyle de böyle de çekip çevirir, iyi ama öbür Mollaşemdinler? Peki onlar n’olacak?

 

Milli Eğitim politikalarına yön verebilmek için yükselmek zorundadır. Ve gereğini yapar, ders yılı bitince gider Gazi Pedagoji’ye başlar.

FİKİR ÇİLESİ

 

Gelgelelim burada köy enstitülülerin kesin bir hakimiyeti vardır. Anadolu’dan gelen gençler karargâha dönen tezgahta inançlarından koparılırlar. Ahmed Arvasi Bey bu güçlü sele ecdad sevgisi ile karşı koyar. Ancak arkadaşları erir gider, mâlum cenaha katılırlar. İşte o günlerde derin fikir çileleri çeker ve “Kendini arayan insan” kitabını yazar.

 

Balıkesir Savaştepe Öğretmen Okulunda ders vermeye başladığında anlatacak çok şeyi vardır ve dağarcığındakileri talebeleriyle paylaşır.

 

Arvasi Hoca sevdirir kızmaz, müjdeler korkutmaz. Çocukları adam gibi karşısına alır, dertlerine derman olmaya bakar.

 

Gençlerin yazdığı hikayeleri okur, mısralarına kafiye uydurur, denemelerine ilaveler yapar. Acemice karalamalara da vakit ayırır, hiç birinin hevesini kırmaz.

 

Her ne kadar saklasa da maaşının irice bir bölümünü muhtaç öğrencilere dağıttığı bilinir. Lakin...

 

Lakin, sigarayı fazlaca içmektedir.

 

Bir gün muallim arkadaşlarından biri “çocuklar size özeniyor hocam” der, “sigarayı aynı sizin gibi yakıyor, izmariti sizin gibi söndürüyorlar.”

 

İL HUDUDUNDA

 

Hiçbir şey söylemez. Derhal kantine girer, öğrencilerinin şaşkın bakışları arasında cebinden paketini çıkarır ve parça parça edip ortaya atar. Çocuklar mesajı alırlar. Eller bellere, çoraplara gider, büyük bir hınçla paketlerini paralarlar... Döşemede bir anda tütünden bir tepecik yükselir. Belki inanmayacaksınız ama o günden sonra okulda sigara içen tek talebe kalmaz.

 

Aradan yıllar, uzuuun yıllar geçer.

 

Hoca öğretmenliği bırakır, yazarlığa başlar. Memleket sıkıntılıdır, zira aydınlar başka tellerden çalarlar. Birilerinin onlara cevap vermesi lâzımdır. Sıhhati de iyi değildir ama meydanı boş bırakamaz. Seminerler, konferanslar... Yükü ağırdır, uyuyamaz. Çok yoğun çalışır, çay ve sigara ile ayakta kalmaya çabalar. İşte bu hengamede yolu bir zamanlar öğretmenlik yaptığı Balıkesir’e düşer. Dostları tabakalarını çıkarır kehribar renkli tütünleri sarıp hocaya uzatırlar. Olacak şey değildir, Hoca sigaraya “hayır” der, ısrarlara rağmen tek dal yakmaz.

 

Ta ki tekrar yola çıkana ve “Bursa il hududu” tabelasını görene kadar.

 

YÜZÜNE BAKMAYIN

 

Tayini Fikirtepe Eğitim Enstitüsüne çıktığında okul marksist militanların elindedir. Örgüt liderleri “asla onun yüzüne bakmayacaksınız” derler, “göz göze gelirseniz direnemezsiniz, takılırsınız ardına!”

 

Zira dostları gibi düşmanları da onun asaletinde hemfikirdir. Anlatılamayan bir heybet, tarifsiz bir vakar... İçeri girdi mi ayağa kalkma ihtiyacı duyarlar.

 

Arvasi Bey, ilk dersinde sırtını duvara dönmüş gençlerle karşılaşır. Ancak aldırmaz, sanki kendisini büyük bir alaka ile dinliyorlarmış gibi anlatır. Biliyor musunuz onun en büyük silahı tebessümüdür, tarafı duruşu bellidir ama karşısındakilerle de irtibatı koparmaz. Sesinde dolu dolu samimiyet vardır, içten konuşur, rol yapmaz.. İnandığını anlatır, anlattığı gibi yaşar.

 

Nitekim gençler birer birer başlarını kaldırır, kenarından köşesinden sohbete katılırlar. Çok değil birkaç ay sonra din, millet, bayrak sevdası ile yüklenir, özlerini bulurlar.

 

Hoca bu milletin asaletine hayrandır zaten, gelecek nesillerden çok şey umar.

 

Bu arada “İlmihal” ve “Doğu Anadolu Gerçeği” isimli akademik eserlerini tamamlar.

 

Emeklilik yıllarında çalışma dozunu artırır. Gazetemizde günlük makaleler (Hasbihal) yazar, kitapları peşpeşe çıkar. Girift mevzulara da girer, aklının kopma noktasına geldiği demlerde kalemini İmam-ı Rabbani hazretlerine bırakır, sular seller gibi yazar...

 

Talebeleri onu unutamaz, talebelerini de alır gelir, kapısını çalarlar. Ziyaretçileri geometrik dizi şeklinde artar, evi gençlerle dolup taşar. Bunu nimet bilir asla bıkmaz usanmaz. Onlara asrı saadet yıllarını, alperenleri, derviş gazileri anlatır. Elceğiziyle çay çörek taşır, tek tek hatırlarını sorar, gönüllerini almaya bakar.

 

RESULULLAH AŞKINA

 

Arvasi Hoca’da tasvir edemeyeceğimiz bir Habibullah muhabbeti vardır. Söz Efendimizden (Sallallahü aleyhi ve sellem) açıldığında cezbeye tutulur, dizlerinde derman kalmaz.

 

Ömrünün son yıllarında namazlarını Erenköy İstasyon Camii’nde kılar. Mahallenin dilencileri ona da laf atar “çocuklarının başı için”, “Allah işini rast getirsin” gibi bilinen duaları sıralarlar. Ancak içlerinden biri “Resulullah aşkına” deyince tutulup kalır, üstünde ne kadar para varsa adamın önüne atar. Uyanıklar bu inceliği iyi yakalar ve kullanmaya başlarlar. Arvasi Hocanın elindekini cebindekini kapar, tabiri caizse ayaküstü soygun yaparlar. Dostları “amaaan Arvasi Bey, dilencilere niye itibar ediyorsun. Bunların ne kadar fırıldak olduğunu bilmeyen mi var” deseler de dayanamaz. Zira o “Resullullah aşkına” diyen birine karşı koyamaz.

YANLIŞ MI YAPTIM?

 

Arvasi Hoca 12 Eylülde Mamak Cezaevi’ne alınır... Suçu bu milletin gençlerine ecdadını tanıtmaktır.

 

O ilk akşamı hiç unutamaz, zira aynı hücreyi paylaştığı gazeteci arkadaşının saçları sabaha kadar beyazlamıştır, adamcağız kendini tanıyamaz.

 

Arvasi Bey, derdi vereni sevdiği için, çilesinden hoşlanır. Ancak tıkıldıkları tabutluk kıyamda duramayacak kadar alçak, teşehüdde duramacacak kadar dardır. Yerler alın değdirilmeyecek kadar pistir sonra, afedersiniz necaset kokar. Ah bir namazını rüku ve sücud ile kılabilse yeter, başka bir şey arzulamaz. Mahzun olur, gözlerini yumar, Ankara Bağlum’da yatmakta olan Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretlerine sığınır... “Himmet, efendim” der, “yanıbaşınızdayım ve bana eziyet ediyorlar!”

 

Aradan dakika geçmez, bir yedeksubay tabib koridora dalar. Onca mahkum arasından onu seçer, tansiyonunu ölçer, nabzını sayar, “sen burada kalamazsın” deyip, Mevki Hastahanesi’ne yollar.

 

Arvasi Bey hayatı boyunca o ana yanar, “niye sabretmedim ki” diye kendini sorgular.

GÖRMEZDEN GELSELER DE

 

Eğer Arvasi Hoca, Batı’da yaşamış olsaydı hakkında tezler doktoralar hazırlanmış, adına enstitüler kurulmuştu.

 

Nitekim aydınlarımız içinden bazıları onun eserlerini okuyarak istikamet bulur, putlarını kıra kıra yürürler İslam’a... Ancak fikir bezirgânları, kalemini satanlar Arvasi Beyin kitaplarını ellerine almaz, sözlerine kulak tıkarlar.

 

Yok saymak, unutturmak gibi bir stratejileri vardır ama muvaffak olamazlar.

 

Gazeteci Yazar Veysel Gani anlatıyor: “Gece saat 12, telefon çaldı. Baktım Ahmed Arvasi Bey. ‘Meraklanma Veysel’ dedi, ‘öylesine aradım, şöyle bi halini hatırını sorayım dedim o kadar. Hani birlikte çok çalıştık, üzerimizde hakkın var.’

 

‘Ne hakkı efendim’ dedim ‘varsa da helal ettim.’ Buna bir mânâ verememiştim, ta ki ertesi gün vefat haberini alıncaya kadar. Evet o sosyologdu, pedagogdu, mütefekkirdi, muallimdi, müellifti, hatipti, edipti, şairdi, gazeteciydi, siyasetçiydi ama... Gönül ehliydi aynı zamanda!

 

Nerede?

 

Arvasi Hoca, “ilk işimiz bir Ansiklopedi hazırlamak olmalı” der. Gazetemiz bu talebi dikkate alır, sahalarında söz sahibi olan uzmanları toplar, geceli gündüzlü çalışıp “Rehber Ansiklopedisi”ni çıkarırlar, büyük bir boşluk dolar. Hoca inanmış gençleri ve aydınları da vazifeye çağırır: “Benim dünümü ve bugünümü dünyada yankılar yapacak bir ustalıkla ortaya koyacak romancım, hikâyecim, tiyatro yazarım, senaristim, film yapımcım nerede? Şu anda yeryüzünde binbir acı içinde kıvranan Müslüman kavimlerin, cemiyetlerin dramını kim dile getirecek? Kara ve kızıl emperyalizmin zulüm ve şiddetini kimler işleyecek? Hani nerede benim şairlerim? Ressamlarım nerede” diye sorar.

 

Türkiye Gazetesi

 

İrfan Özfatura

 

Kaynak: http://www.mehmetsaliharvas.tr.gg/SEYYID-A...b5336cad8e48895

Share this post


Link to post
Share on other sites

İÇTİHAT KAPISI AÇIK MI, KAPALI MI?

 

İctihad kapısı "açık mı?', "kapalı mı?" tarzında bir münakaşa gereksizdir. Çünkü, İslâm'da böyle bir münakaşa zemini yoktur.

 

Kesin olarak bilinmelidir ki, "ictihad kapısını" bizzat Şanlı Peygamberimiz açmış bulunuyorlar. Hiç şüphesiz bu kapı "Kıyamete kadar" açıktır. İslâm tarihi göstermiştir ki, şayet gerçekten "ihtiyaç varsa" ve yine gerçekten "müctehidler yetişmişse", ictihad kapısı elbette onlara açıktır. Ama, Şanlı Peygamberimiz'in bir mucizesi olarak görmekteyiz ki, ictihad kapısı "sahte müctehidlerin", "ard niyetli sahtekârların" ve "Islâmiyeti içten çökertmek isteyen münafıkların" yüzüne bir tokat gibi kapanır. Bu gibileri, binbir propaganda, reklâm ve destekle ortaya çıktıkları halde, asla başarılı olamazlar; uyanık İslâm kitleleri ve anacaddede yürüyen ilim adamları tarafından reddedilirler.

 

Yine İslâm tarihi göstermiştir ki, bu gibi "sahte müctehidler", İslâm'a hizmet etmek şöyle dursun, müminlerin parçalanmasına vesile olan birer "sapık fırkanın öncüleri" olmuşlardır. Ecdadımız, bu sapık öncüleri ve meydana getirdikleri "sapık yolları" belirten, teşhir eden ve günyüzüne çıkaran pek çok kitap ve risale yazmıştır. Günümüz müslümanları ve bilhassa gençleri, bu gibi neşriyatı büyük bir dikkatle okumak ve tehlikelerinden sakınmak zorundadırlar.

 

Hemen belirtelim ki, "sahte müctehidlerin" en büyük özelliği, "Edille-i Şer'iyyeyi" inkârla işe başlamaları ve İslâm Dünyası'nın yetiştirdiği gerçek dîn büyüklerine saldırmalarıdır.

Böyleleri, hiç utanmadan, hemen hemen bütün hadislere "uydurma" damgasını basmak isterler; büyük "hadîs imamlarının çalışmalarına" dudak bükerler. Bu konuda asırlardır müslümanlara yol gösteren Imam-ı Buharî'leri, Imam-ı Müslim'leri, Ibn-i Mâce'leri, Ebû Davut'ları, Tırmizî'leri, Neseî'leri ve daha nicelerini güya beğenmezler.

 

Yine böyleleri, binküsûr yıldan beri müminlere ictihadları ile yol gösteren, onların sapık kollara ve yollara kaymamaları için eser verip göz nuru döken ve İslâm Dünyası'nca otoriteleri kabul edilen Imam-ı Âzam'lara, Imam-ı Mâliklere, Imam-ı Şafiî'lere, Imam-ı Hanbel'lere açıkça veya sinsice dil uzatmaya kalkışırlar. Onları "eski âlimler ve müctehidler" olarak isimlendirirler.

 

Yine böyleleri, aşağı - yukan bin yıldan beri, müminleri, İslâm'ın anacaddesinde toplayan, "sünnet ve cemaat yolunda" tutan, inanç ve itikad birliğini sağlayan Imam-ı Mâtüridî ve Imam-ı Eş'ârî gibi "itikad imamlarına" çeşitli bahanelerle saldırırlar. Çünkü, böyleleri bilirler ki, kendi "otoritelerini kurmak" ve kendi sapık inançlarını yerleştirmek için mutlaka bu yüce kişiler yok edilmelidir veya etkisiz kılınmalıdır. Esefle belirtelim ki, çeşitli sebeplerle Islâmî kültürden mahrum kalan, yukarıda adlarını saydığımız dîn büyüklerini ve eserlerini tanımak fırsatını bulamayan müslümanlar, bu gibi ard niyetli çevrelerin oyunlarına kolayca gelebilmektedirler. Evet, sahte müctehidler, cehalet zemininde at koşturmakta ve cirit atmaktadırlar.

 

Bu gibi çevreler, çok çirkin bir yalan ve iftiraya başvurarak Imam-ı Âzam Hazretleri'nin "içtihad kapısını kapattığını ve düşünceye gem vurduğunu" küstahça iddia etmişlerdir. Bu ne korkunç yalan ve iftiradır. Çünkü, herkes bilir ki, Imam-ı Âzam Ebu Hanife Hazretleri, yalnız "ictihad etmek" ile yetinmemişler, Imam-ı Muhammed, Imam-ı Ebu Yusuf, Imam-ı Züfer,... gibi müctehidler de yetiştirmişlerdir. Kaldı ki, kendilerinden sonra nice müctehidler dünyamızı şereflendirmişlerdir. Bunlar, Imam-ı Mâlik, Imam-ı Şafiî, Imam-ı Hanbel, Imam-ı Gazalî, Imam-ı Rabbani,... gibi dîn büyükleridir.

 

Seyyid Ahmed Arvasi (Size Sesleniyorum - 17 Temmuz 1986)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...