Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
nevbahar

Dininizi Öğreniniz

Recommended Posts

“Dininizi Öğreniniz” kitabı, Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergileri ve “Ramazan Sahifeleri”nde Din ve Tasavvuf başlığı altında, hususen “gençler için” kaleme aldığı yazıları ve İslam büyüklerinden yaptığı sadeleştirmeler derlenerek hazırlanmıştır.

 

BESMELE

 

Bir işe başlarken,Allah’ın ismiyle hareket etmiş olmak şuuru lisanla ifade etmenin kelimeleri..Besmele budur.<<Allah’ın ismiyle..>> veya <<Rahman ve Rahim olan Allah’ın ismiyle>> manalarına gelen her iki şeklin de,Besmele olabilmesi için zahiri manalarını herhangi bir dil içinde tekrarlamak değil,herkesin bildiğini aslıyla söylemek icap eder.Bu,tercümeyle girer ve sığar işlerden değildir.

 

Besmele,size talaffuz şeklini bile gösteremediğimiz,fakat herkesin kısa ve daha uzun şekliyle bildiğine kani olduğumuz iki örnekten ibarettir.Bu şekiller,ne harflerinden,ne asli talaffuzlarından,ne de manasından ayrılmasına imkan bulunmayan mutlak ve değişmez birer ifadedir.

 

Her işe Allah’ın ismiyle başlamış olmak şuurunun ve bu şuurdaki vazife ifadesinin derinliği,Besmele’nin sonsuz faziletleri hakkında bir fikir verebilir.Henüz mektebe başlayan yavruya Besmele öğretilir öğretilmez,ölmüş bulunan ve mezarda azap çeken babasının hemen affedildiği hakkındaki nakil,Besmeleyi bütün kıymet ve faziletiyle hülasa edici en parlak ölçüdür.

 

Besmele,(her) kelimesi de beraber,her şeyin Yaradıcısına,her iş ve teşebbüsü ona bağlamak ve onun yaratıcılık şanını vazife halinde kalbe ve lisana getirmek şuuru bakımından ne harikülade bir tezahürdür!... Eski bir din kitabı,Besmele için <<Kimyayı saadet>>diyor;evet gerçekten saadetin kimyası!

 

Böylece yatarken,kalkarken yemeğe başlarken,evden çıkarken,günlük işe atılırken,küçük veya büyük teşebbüse girişirken,hülasa,doğru,meşru ve hayırlı her hareketin başında,Besmele,en güzel vazifedir.Öyle bir vazife ki şuurlu bir müminin onu hiçbir iş’de ihmal etmemesine imkan yoktur.

 

 

 

--------

 

 

Şafi fıkhına göre Besmele,<<hem Kur’andan,hem de her sureden bir cüz’dür.>>

Malikiler bu ciheti ikrar etmemişler,Hanefi imamları ise Besmeleyi müstakil bir ayet saymışlardır.Yani Besmele,Hanefi ictihadına göre Kur’andan bir cüz’ ise de hiçbir sureden parça değildir;sırf teberrük için surelerin başına yazılmıştır.

 

Öteden beri,Kur’andan olmayan lafızlar,kelimeler ve cümlelerin,ilahi Kelam kadrosu içinde gösterilmemesine son derece dikkat ve itina edilmiştir.Buna rağmen bütün Mushaflarda Besmelenin aynı tertip içinde yazılmış olması,onun,Kur’ana dahil bulunduğuna en şaşmaz delildir.Şu kadar ki,elde,Besmelenin her sureden bir parça olduğuna şehadet edecek kati bir delil yoktur.Bu hususta,Şafilerin istinat ettiği hadis senetlerinde ise zaaflar vardır.Zaaftan mücerret olmayan birtakım delillere dayanarak,Kur’anda tekrarı görülmeyen bir silsileye zahir olmak,zahire tam muvafık olmaz.

 

İmam-ı Azam Hazretlerinin en ileri talebelerinden birine bu mesele sorulduğu zaman Besmelenin ilahi kelama dahil bulunduğunu söylemekle iktifa etmiştir.

 

Besmelenin başındaki harfin o kadar ince bir iştikak kaynağına delaleti vardır ki,Besmele hangi işin başlangıcında söylenecek olursa o işe anahtar teşkil edici bir mahiyet alır.Besmele,insani fiillerin Allah adıyla fethedilmesi için elimize verilmiş bir anahtardır.Bir hadis,Besmelesiz başlanan işlerin neticesiz olduğunu bildiriyor.

Share this post


Link to post
Share on other sites

İMAN EDİLECEK BİR ŞEYDE ŞÜPHE

 

Bir mümin,imanı lazım gelen bir mevzuda,bu mevzua dair din emir bilmemekten gelen bir şüphe ve tereddüde düşse ne yapacaktır?Yapacağı şudur:O anda işin hakikatini bilmediği ve derhal tahkik edemediği için,kendisine farz olan,tereddütsüz <<Allah’ım;bu mevzu ve husus üzerinde senin ilminde hak olan neyse,ona öylece,sırf muradına göre mücmel olarak iman ettim!>> diye düşünmek ve bunu söylemek..Bu mücmel iman yerine geldikten sonra da yapılacak iş,ilk imkanda,Şeriat ve itikat meselelerini sıhhatle bildiren din kitaplarını bulup meseleyi tahkik etmek,yahut Sünnet ve Cemaat Ehli mezhebinde kamil bir zata baş vurarak hakikati öğrenmek…

Share this post


Link to post
Share on other sites

İMAN

İmanın başı, Allah’a inanmaktır. Var olan, bir olan, yaratıcı olan, her şeyi halk etmiş ve halk etmekte olan; alemlerden müstağni, bütün kayıtlardan mücerret, noksan sıfatlardan münezzeh olan, tenzihi sıfatların hepsine birden sahip olan Allah… Allah, mutlak varlık, sonsuz kudret, küllî irade, eksiği ve fazlası olmayan kemal, her idrak ve mikyasın üstünde ve ötesindeki zat…

 

Evet, imanın başı, Allah’a inanmaktır. Fakat sadece ve saf olarak Allah’a inanmakla iman teşekkül ve tekemmül etmez. Allah’ın murad ettiği iman, bu, yalnız zata inanmak değildir. Allah’a, meleklerine, kitaplarına resullerine, kıyamet gününe, kadere ve hayr ile şer, her şeyin Allah’tan geldiğine, öldükten sonra tekrar dirileceğimize de bir bütün halinde inanmak lazımdır. Yahut Allah’a inanmanın bütünü içinde bunlar da vardır. “Amentü”nün 7 itikad esası… Esas olarak bunlar; ve teker teker bunlara bağlı daha birçok nokta… İşte bu bütünün ifadelendirdiği tasdik ve teslim haline iman denir. Başka bir tabirle de tevhit… Tevhit, yani birleştirme… Fakat dilimizdeki birleştirme tabiri, iki şeyi birbirine karıştırma manasına, bu tevhid mefhumunu asla belirtmez. Buradaki tevhit, birleştirme değil, “mutlak bir” halinde idrak, kalpde ”bir“ kılmak, mutlak birliği ifade etmektedir. Allah’ı, mutlak sıfatlarından biriyle “bir” olarak tespit ve ifade etmek… Mücerret mefhumlar bakımından fakir olan dilimizde, bu manada tevhidin karşılığı yok… Birleştirmenin umumi manası ise davanın tam aksi…

 

Dilimizde iman ve tevhidin özü, Tevhit ve Şehadet kelimelerindeki manalarla çerçevelenmiştir.

 

Tevhit kelimesinin manası:

 

“”Allah’tan başka ilah yoktur; ve M…. O’nun resulüdür.”

 

Şehadet kelimesinin manası:

 

“Şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur, ve şehadet ederim ki, M… O’nun kulu ve resulüdür.”

 

İşte, aslî ibaresini bilmese de, bu manayı kabul eden, onu hayatında bir kerecik söylemiş, içine sindirmiş ve hiçbir kere yalanlamamış olan, ruhunun en gizli köşesinde gömülü kalmış olsa da bu kanaatle ölen, görünüşte ve amelde nasıl olursa olsun, bu kanaatini tekzip edici bir hali olmadıkça mutlaka mümin ve müslimdir.

 

Durun da size imanı, imanın hakikatini en ince, en nazik ve o nispette kat’i ve müşahhas cephesiyle göstereyim. İman, sadece O’na, Allah’ın son ve en üst Resulüne, has ismini haya ve hürmet hissimizden dolayı noktalarla gösterdiğimiz Kainatın Efendisine, Hak’tan aldığı ve getirdiği bütün hükümler ve ölçülerle inanmak; ve o hükümler ve ölçüleri, bilinenleri ve bilinmeyenleri, anlaşılanları ve anlaşılmayanlarıyla, topyekun doğru ve hak bilmektir.

İman ve İslam’ın en sağlam tarifi budur.

 

 

MÜMİN – MÜSLİM

İslam dairesi içinde bulunanlar, Allah’tan başka rab ve mabut tanımadılar. Onun emirlerine sımsıkı bağlandılar. Bu yüzden nefslerini selamete çıkardılar. Hak da onları başka milletlerden üstün tuttu ve ilahi kitaplarda “Müslim”ler diye andı. Görülüyor ki, İslam ve Müslim kelimeleri, selametten, kurtuluştan geliyor. Aynı ismin bir başka delaleti de, kurtuluşa ermek yolunda teslimiyet, teslim olmak… İslam, teslim olandır.

 

Öyleyse, gerçek kurtuluşun ilk ve son kapısı olan Resuller Resulüne, onun Allah’tan getirdiği her noktaya, her hükme, her ölçüye inanan, Müslimdir; netice bakımından da selamettedir ve selamete teslimiyetle ermiştir.

 

Müslim ve mümin mefhumları, hakikatte birdir. Mümin ”iman etmiş olan” manasına, İslam’ın esasi şartına ermiş bulunmayı ifade eder. O şartı, hemen, İslam ismi ve “Müslim“ sıfatı takip eder. Arada hiçbir fasıla ve derece yoktur. Bunlar, hattın, hat olabilmesi için iki uç noktasına malik bulunması gibi, birbiri içinde iki keyfiyettir. İslam, imansız olamaz; iman da iman olabilmek için İslam’la birleşmeye muhtaçtır. Hacim ve madde gibi bir şey.

 

Bunun içindir ki, Allah’a bütün tenzihi sıfatlarıyla inanıp da hakkında hiçbir nakıs sıfat ve fiil tasavvuruna düşmediği halde onun herhangi bir peygamberine veya peygamberlerine inanmayanın imanı bahis mevzuu olamaz. Böyle bir telakki güden, iman sahibi değildir. Böyleleri hakkında “ Allah’a inanıyor ama, Peygamberine veya peygamberlerine inanmıyor!” denir ve mümin lafzının belirttiği tamamlık ifadesi kullanılamaz. Yani böyleleri hakkında, Allah’a iman ediyor diye, su sızmaz bir tamamlık ifadesi olan mümin ismini ve Müslim sıfatını kullanmaya imkan yoktur. Onlar hakkında, olsa olsa, dış lügat manalarıyla “Şuna inanıyor, buna itikat ediyor” gibi tabirler kullanabiliriz, fakat inanmak keyfiyetinin “bütün ağyarını mani, efradını camii” ve manası sabit bulunan Müslim ve mümin klişesini kullanamayız.

 

Anlıyorsunuz ki, Müslümanlardan başka hiçbir dinin mensupları, sadece Allah’a inanmak, hatta bu inanışlarına Allah tasavvuru bakımından küfür karıştırmamak şartıyla bile mümin olamıyor; Müslim olmadıkları ise besbelli… Zaten Müslim olamadıkları için mümin olamamışlardır; mümin olabilseydiler de esasen Müslim olacaklardı. Kısacası müminlik Müslimliğin göbek adıdır, ve mümin isimli zat, Müslim’den başka bir insan değildir.

 

Bu incelikleri bilmeyen Müslümanlar, hatta Müslümanlık dersi verenler pek çoktur.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar Kardeşlerim;

 

Üstadın bu kitabının 54 FARZ başlığı altındaki 7. maddede

"Allahın azabıı dan emin olmamak"

yazıyor.

 

Acaba bir baskı hatasımı söz konusu?

"azabıı dan" kelimeleri "azabından" şeklinde mi olmalı?

 

Ve bu madde ile ne denmek istiyor, açıklayabilir misiniz?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Baskı hatasını bilmem ama ne manaya geldiğini açıklayabilirim anladığım kadarıyla.

 

Half ve reca vardır(ümit ve korku) bir müslümanın bunları dengede tutması gerekir. Tam hatırlamıyorum ama Hz. Ebubekir 'in sözüydü büyük ihtimal 'Cennete son bir kişi girecek dense o benim diye ümit ederim, ve cehenneme son bir kişi girecek dense yine o benim diye düşünür korkarım' Bunu söyleyen cennetle dünyadayken müjdelenmiş bir sahabe.

Bunun gibide Allah'ın azabından emin olunmaz yani bir insan diyemez ki ben mükemmelim artık Allah bana azap etmez, Veya yine diyemez ki ben bedbaht bir insanım yaptığım günahlar doldu taştı artık kurtulma ümidim yok. Yani bir müslüman Hem günah işlemekten korkacak ve yaptığı günahlara da tövbeyi bırakmayacak hemde ümit ile ibadete sarılacak...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...