Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Vakıf Ahmet

Seyyid Ahmet Arvasi'nin Üstad İle Tanışması

Recommended Posts

Arvasi, Doğubeyazıt'ta tamamladığı ilkokul tahsilinden sonra, ortaokulu Erzurum'da bitirmiştir. Ortaokul'un son sınıfında iken Necip Fazıl'ın yazıları ile tanışmasını şöyle anlatmaktadır: ''Ailece Erzurum'da oturuyorduk. Ben ortaokul son sınıfta idim. Evimiz misafirsiz kalmazdı. Akraba, eş ve dostumuz az değildi. Bir gün evimize enterasan bir misafir geldi. Bu, Piyade Albay Hilmi Acar isminde bir zattı. Babamla tanışıyorlarmış, kucaklaştılar ve misafir odasına girdiler. Ben de arkalarından gittim. Evimizde ilk defa resmi kıyafetli bir albay misafir oturyordu. Üstelik dindardı da. Nitekim oturur oturmaz, şapkasını çıkarıp sehpaya attı, başına takkesini geçirdi. Ben, o anda, dünyanın en olağanüstü bir olayı ile karşılaşmış gibi şaşkınım ve misafir albayı hayranlıkla seyrediyordum.

 

Misafir albay, bir ara benimle ilgilendi. Nerede okuduğumu, hangi kitap ve gazeteleri takip ettiğimi sordu. Bir şeyler anlattım. Misafir albay, okuduklarımı kâfi bulmadı, hatta bazı zararlarını dedi. Sonra cebinden iki adet 25 kurşluk çıkardı ve şunları söyledi: ''Hemen şimdi şu gazete bayine gideceksin, verdiğim bu 50 kuruşla bir adet Byük Doğu ile bir adet Ehl-i Sünnet dergisi alıp döneceksin''. Baş üstüne diyerek gittim, istediği dergileri aldım. Bunun üzerine misafir albay: ''Bunları sana hediye ediyorum. Artık her hafta kendin alırsın'' dedi. Gerçekten dediği gibi oldu. Bu iki dergiyi yayınladıkları sürece, asla bırakmadım, daha doğrusu bırakamadım. Üstâd Necip Fazıl Kısakürek ve Abdürrahîm Zapsu Beyler'le ilk defa böyle tanıştım.'' (10)

 

(10) Arvasi, ''Ölümünün 5. Yılında Necip Fazıl Bey'', Hasbihal, C.5, Burak Yayınevi, İstanbul, 1991, s. 220. Syfa

 

Kaynak: Asrın Yesevi'si Seyit Ahmet Arvasi Hayatı, Eserleri ve Eğitim Üzerine Görüşleri. Do. Dr. Şuayip Özdemir. Arı Sanat Yayınevi Nisan 2006. Syfa 19,20.

....................

 

Büyük mütefekkir, büyük sanatkâr, Türkiye'de biraz da hakkını vermek mümkündür ama; Türkiye boş değildir. Ben Türkiye'de fikir sahasında değerli elemanların çıkacağına kaniim. Bana göre, Yahya Kemal Türkiye'nin büyük devlerinden biridir. Necip Fazıl, Türkiye'nin büyük devlerinden biridir. Kimse bunu inkâr edemez. Necip Fazıl'ın da, Yahya Kemal'in de büyüklüğünü zaman daha iyi gösterecek. İki tane büyük devdir bunlar. Bunu zaman gösterecek, İnşallah günümüzün gençleri arasında da, ümidler taşıdığımız olacaktır.(Arvasi Hoca'nın ölümünden iki gün önce yaptığı son röportaj. Yeni Düşünce, 29 Aralık 1989, Sayı 426.)

 

Kaynak: Seyyid Ahmet Arvasi. Hakkı Öznür. Alternatif Yayınları. 1. Baskı Eylül 2002. Sayfa 153.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Arvasi Hoca'nın, Üstad ile tanışmasını okurken çok heyecanlandım. Hayatımda çok mühim yeri olan iki kişi birbirleriyle ''acaba nasıl tanıştılar?'' diye heyecanlandım... Böylesine heyecanlanmayalı çok olmuştu.Allah (c.c) o albaydan razı olsun. O dönemler (1940'lı yıllar) orta okula giden bir çocuk bile askeriyede ki albayın dindar olabileceğine şaşıyor. Konuyla pek alakası olmasa da, bu tespiti gözden kaçırmamak gerek.

 

Arvasi Hoca, yakın tarihimizde yaşayan çok mühim şahsiyetlerden birisidir. Niçin mühim? Her görüşünce İslâm'ı mesned edinen büyük tefekkür adamı olduğu için. Bakın kendini nasıl tanıtyor?

 

''Ben İslâm, iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm'ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur. İster azınlıklardan gelsin, isterse çoğunluktan gelsin, her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında Şanlı Peygamberimizin ''Kişi kavmini sevmekle suçlandıramaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır.'' tarzında ortaya koyduğu yüce prensiplere bağlıyım. Öte yandan İslâm'ın yakından uzağa doğru bir fetih ile bütün beşeriyeti tevhid bayrağı altında bütünleştirmeye çalışan ilâhî sistem olduğunu da unutmuyorum. Yine Şanlı Peygamberimizin ''İlim müminin kaybolmuş malıdır. Nerede bulursa almalıdır.'' tarzında formülleştirdiği mukaddes ölçüye bağlı olarak, hızla muasırlaşmak gereğine inanmaktayım. Bu Türk-İslâm kültür ve medeniyetinin yeniden doğuşu (rönesansı) olacaktır.''

 

Kendi biyografisinden aldığım bu parça bile tefekkür kokuyor. Onun için verdim. Üstad ile Arvasi'nin fikri temayülleri karşılaştırıldığında aynı şeyleri farklı üslupla dile getirdiklerine şahit olursunuz. Fikirlerinde İslam'ı mesned edinmeleri ve ruhçu telakkiler gütmeleri bunun baş müsebbipleridir. Hatta aynı paralelde bulunan fikirleri hakkında kitap bile yazılabilir. Abartmıyorum çok ortak yanları var (fikirde) ama bu bütün görüşleri aynı manasına gelmez.

 

Üstad ile nasıl tanıştığı hususunun devamını Hasbihal (Cilt 5) adlı kitapta bulmamız muhtemeldir. Çünkü okuduğum kitabın konusu daha fazlasını anlatmaya müsaade etmemiş. Elinde, Hasbihal adlı kitabı olan bir arkadaşımız varsa ''Ölümünün 5. Yılında Necip Fazıl Bey'' adlı yazının devamını yazarsa memnun oluruz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Evet Vakıf, senin de bahsettiğin üzere Seyyid Ahmed Arvasi Hoca Türk fikir hayatının en kıymetli isimlerinden biriydi.Fakat ülkemize has olan bir takım kalıplar yüzünden Arvasi Hoca yeteri kadar tanınmadı, tanıtılmadı.Halbuki Arvasi Hoca halis bir mütefekkir, çok iyi bir pedagog ve derin gözlemleri olan bir sosyologtu.'Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz' adlı eserini okuduğumda ağzım açık kalmıştı.Çok girift meseleleri öylesine güzel ele almış ve anlatmıştı ki, eserine hayran kalmıştım doğrusu.Kendisi yine Üstad gibi hayatının merkezine İslam'ı koymuş, eşya ve hadiselere bu noktadan nazar etmişti.Yine kendisinin Ehl-i Sünnnet ve'l cemaat itikadında olmasıysa Üstad'la bir başka müşterek noktasıdır.

 

Böyle kıymetli isimlerin yeri dolmuyor, umarım bilgilerinden istifade edenlerden oluruz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Evet nihayet aradığımı buldum. Sağolasın Vakıfahmet. Kaynağın kendisi verilmiş bulunması bana ait. :) Hayli zamandır merak ettiğim ve fırsat bulamadığımdan dolayı arayamadığım bir konuydu Arvasi hocanın üstadı tanıma bahsinin nasıl gerçekleştiği.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Geçenlerde iki kitap aldım; eski basım ve pek bilinmeyen kitaplardan sayılırlar. Birisi Rauf Orbay'ın Siyasi Hatıratları (iki cilt), diğeride Seyyid Ahmed Arvasi'nin ''Doğu Anadolu Gerçeği''. İsimleri yanlış hatırlamıyorumdur inşallah.

 

Arvasi'nin kitabını (sanırım 60 sayfa) okudum ve açıkcası şaşırdım. Yani Türk, Kürt ve Doğu Anadolu meselesi hakkında dediklerine pekte katıldığımı söyleyemem.

 

Mesala; Vakıf kardeşimin buraya aktardığı ve ''Ben İslâm, iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm'ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim'' diye başlayan görüşlerini yadırgadım diyebilirim.

 

Yani Türk-İslam ülküsü, sentezi, veya milliyetçi Müslüman Türk kavramlarının artık yeniden tanımlanması gerektiğini biliyoruz/görüyoruz.

 

Üstad'ın ''Son Devrin Din Mazlumları'' adlı kitabını okuyan birisi olarak, Arvasi'nin Doğu Anadolu'yla alakalı görüşlerini/düşüncelerini makul bulmadığımı dile getirmek isterim.

 

Mütefekkir, eğitimci ve aksiyon adamı olabilir amenna. Katılmadığım husus burası değil, o kitapta ki yazılanlardı.

 

Not: Polemik yapmak, konuları sulandırmak veya hamaset içinde olmak gibi teşebbüsüm ve niyetim yoktur/olamaz. Lakin o kitapı okuyan, bilen ve ölçü biçenlerin görüşlerini de öğrenmek isterim.

Edited by buyukdogu

Share this post


Link to post
Share on other sites
Geçenlerde iki kitap aldım; eski basım ve pek bilinmeyen kitaplardan sayılırlar. Birisi Rauf Ortay'ın Siyasi Hatıratları (iki cilt), diğeride Seyyid Ahmed Arvasi'nin ''Doğu Anadolu Gerçeği''. İsimleri yanlış hatırlamıyorumdur inşallah.

 

Arvasi'nin kitabını (sanırım 60 sayfa) okudum ve açıkcası şaşırdım. Yani Türk, Kürt ve Doğu Anadolu meselesi hakkında dediklerine pekte katıldığımı söyleyemem.

 

Mesala; Vakıf kardeşimin buraya aktardığı ve ''Ben İslâm, iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm'ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim'' diye başlayan görüşlerini yadırgadım diyebilirim.

 

Yani Türk-İslam ülküsü, sentezi, veya milliyetçi Müslüman Türk kavramlarının artık yeniden tanımlanması gerektiğini biliyoruz/görüyoruz/yaşıyoruz.

 

Üstad'ın ''Son Devrin Din Mazlumları'' adlı kitabını okuyan birisi olarak, Arvasi'nin Doğu Anadolu'yla alakalı görüşlerini/düşüncelerini makul bulmadığımı dile getirmek istedim.

 

Mütefekkir, eğitimci ve aksiyon adamı olabilir amenna. Katılmadığım husus burası değil, o kitapta ki yazılanlardı.

 

Not: Polemik yapmak, konuları sulandırmak veya hamaset içinde olmak gibi teşebbüsüm ve niyetim yoktur/olamaz. Lakin o kitapı okuyan, bilen ve ölçü biçenlerin görüşlerini de öğrenmek isterim.

...

 

ALİ

 

Katılmadığınız nedir? Doğu Anadolu Gerçeğinde ne yazıyor, neyi beğenmediniz? Kitapta Kürt, Türk ve Doğu Anadolu hakkında ne diyor ve katılmadınız? Belirtin. Kitapta neye katılmadığınızı söylemeden eleştirmemeniz gerekir.

 

TSK, kitabın içinde birçok dini söz geçmesine rağmen Doğu Anadolu'da bu kitabın okunmasını ısrarla tavsiye etmiştir. Kitabı tavsiye edenlerinse Arvasi Hoca'yı hapse atan cunta olması hakikaten ilginç... Kitap terörün yeni başladığı dönemlerde 86 yılında yazılmış. 86 yılında Doğu Anadolu sorununu ele alıp, ilerideki tehlikleri erkenden görüp milli birlik ve beraberliğimizi sağlamayı esas edinen bu kitabı takdir etmeniz gerekir.

 

Mesela Doğu Anadolu Gerçeği kitabında ''Şeyh Said''in mazlum olduğu dile getiriliyor. Üstad'ın ''Son Devrin Din Mazlumları'' adlı kitabında da yine ''Şeyh Said'in'' muzdariplerden olduğu anlatılıyor. Ayrıca bu iki kitabın konu ve muhteva bakımından birbirinden apayrı kitaplar... Böyle olmasına rağmen sizin art niyetiniz olmasaydı bunu göz ardı etmezdiniz. Üstad'ın ''Din Mazlumları'' adlı kitabı Arvasi Hoca'nın kitabıyla aynı şeyleri ele alıyormuş gibi cümleler kurmamanız gerekir. Üstad'ın adını ve selahiyetini kullanarak bu adamın kitabını beğenmedim tavırları büsbütün yanlış.

 

90 sayfalık kitabın tamamını okumadan kitapta yazılanlara katılmamışsınız. Sizden ricam bir yarım saat daha ayırın ve kitabın tamamını okuyun.

 

Üstad'ın kitabıyla Arvasi Hocanın kitabının çelişen yanı nedir? Arvasi Hoca'nın kitabında katılmadıklarınız nedir? Lütfen bize söyleyin.

 

Türk-İslam ülküsü kavramı besbelli yerinde duruyor. Yeniden tanımlanması, değişmesi gereken ve bunu benimsediğini sanan bazı ülkücü gençler. Arvasi Hoca'nın Türk-İslam Ülküsü kitaplarını okursanız, yeniden tanımını istediğiniz şeyleri bulabilirsiniz.

 

Büyükdoğu'nun beğenmediği kitabın son sayfasında yazanları vereyim de arkadaşlar bu hususta fikir sahibi olsunlar.

 

''Nitekim, yüce ve mukaddes kitabımız Kur'an'ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır:

 

''Hepiniz toptan, sımsıkı Allah'ın ipine sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün''. (Al-i İmran/103)

 

''Siz, kendilerine apaçık deliller, ayetler geldikten sonra, parçalanıp ayrılanlar, ihtilâfa düşenler gibi olmayın''. (Al-i İmran/105)

 

''Allah'a ve O'nun Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra zâfa düşersiniz, rüzgârınız kesilip gider''. (El-Enfal/46)

 

Unutmamak gerekir ki, Türk devletinin parçalanması, sadece çeşitli renkteki ''küfür cephesinin'' işine yarayacaktır. Allah korusun, muhalfarz, böyle bir parçalanma olursa, bundan sadece Türklük değil, topyekûn İslâm dünyası zarar görecektir. Bunu bilerek ve düşünerek hareket etmek yalnız bir namus borcu değil, aynı zamanda ''dinî'' ve ''millî'' bir vecibedir.''

 

Seyyid Ahmet Arvasi. Doğu Anadolu Gerçeği. Boğaziçi Yayınları. 1992. Sayfa 82.

 

Kitabı okumak isteyen arkadaşlar, buyursunlar: http://uploaded.to/?id=5vjcg4

Share this post


Link to post
Share on other sites

buyukdogu sen ne dediğinin farkındamısın? Evlad-ı Rasul "Aleyhisselam" ve Evlad-ı İmam-ı Ali ve İmam-ı Huseyn"Radıyellahu Teala anhuma" olan bir mübareğin kitabını sanki sıradan bir fikir yazarının kitabı gibi nasıl değerlendirebiliyorsun?Allah-u Teala o soydan biri günah işlese hatta bid'at ehli olsa dahi cennetine sokacaktır.Biraz vicdanın sızlasın, Ehl-i Sünnet olmak Evlad-ı Rasulü çok sevmemek değil, Şiadan bile daha çok sevmektir, asl İmam-ı Ali"Kerremallahu Vecheh" ve 12 İmam"Kuddise Sirrahum" aşığı Ehl-i Sünnettir...

Share this post


Link to post
Share on other sites
buyukdogu sen ne dediğinin farkındamısın? Evlad-ı Rasul "Aleyhisselam" ve Evlad-ı İmam-ı Ali ve İmam-ı Huseyn"Radıyellahu Teala anhuma" olan bir mübareğin kitabını sanki sıradan bir fikir yazarının kitabı gibi nasıl değerlendirebiliyorsun?Allah-u Teala o soydan biri günah işlese hatta bid'at ehli olsa dahi cennetine sokacaktır.Biraz vicdanın sızlasın, Ehl-i Sünnet olmak Evlad-ı Rasulü çok sevmemek değil, Şiadan bile daha çok sevmektir, asl İmam-ı Ali"Kerremallahu Vecheh" ve 12 İmam"Kuddise Sirrahum" aşığı Ehl-i Sünnettir...

 

Seyyid'ler, Peygamber Efendimiz'in duasını almıştır. Dünya'ya kol kol yayılmış ve insanları nurlandırmıştır. Seyyidler'den nice evliya, âlim gelmiştir. Evet, bunların hepsi doğrudur. Yalnız bidat ehli olursa cennete girecek demek yanlıştır. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Nefsi kudret elinde olan Allah (c.c.)'a yemin ederim ki; hırsızlık yapan, kızım Fatıma da olsa, yine elini keserim!" Buradan da anlaşılıyor ki; kişinin Seyyid olması İlahi emrin uygulanmasına engel değildir. Dinden çıkmayan her müslüman ne kadar günah işlerse işlesin er yada geç cennete girecektir. Bu sadece Seyyid'lere has bir durum değildir. Abdulhakim Arvasi Hazretleri, Ahmed Arvasi, bunlar bana ve ülkemize ışık verdiler, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in duasının tecellisi olsa gerek.

 

Seyyidler'den, Şerif Hüseyin gibi dine büyük zarar verenler de çıkmıştır. Tabi ki bu Seyyid'lere hiç bir leke bulaştırmaz. Peygamber Efendimiz'in soyundan gelmenin istismar edilmemesi gerekir. Bu Ahmed Arvasi ve bütün Seyyid'ler için de geçerlidir.

 

Ahmed Arvasi'nin belirttiği gibi Seyyidler ''Şanlı Peygambere ''ümmet'' olmak nimetlerin en büyüğü iken, bir de ''evlad'' olmakla şereflenmişlerdir.''

Share this post


Link to post
Share on other sites

Milliyetçiliği ırkçılıkla bağdaştıranlara en manalı cevap SEYYİD Ahmed Arvasî Hoca.

 

Türk İslam Ülküsü adlı kitabının tamamını olmasada genişçe bir kısmını okudum, çok müthiş fikirlerle bezeli.

 

Allah ondan razı olsun...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Büyük doğu ağabeyden/Ali abi'den, art niyetli büyük doğu'ya geçiş çokta zor olmamıştır değil mi ateşli, aksiyoner ve yılmaz Türk-İslam ülkücüsü ve aziz dava mümessili kardeşim?

 

Ne oldu Vakıf? Gazi Üniversite'sinin ulvi dava hareketleri üslubunda ve izahatlarında radikal değişiklikler mi yaptı? Yoksa sen evvel ki Büyük Doğu abini ve düşüncelerine iştirak ederken/katılıyorken/benim ciddi eksiklerim var diyorken başka, şimdi de bir meselede farklı düşünüyorum diye başka mı tanıyorsun?

 

Benim Türk-İslam ülküsü, sentezi ve milliyetçilikle alakalı baştan sona beyanatlarım ortadadır. Ziya Gökalp konulu başlıklarda, senin siteye yeni üye olduğun dönemlerde açtığın başlıklarda, H. Nihal Atsız muhtevalı başlıklarda da dile getirdiklerim, yaklaşımım bellidir.

 

Yani TSK'nın bu kitabı telkin etmesi kafidir, bütün herşeyi halletmiştir öyle mi?

 

Burada farklı düşündüğüm ve çelişki gördüğüm bir mesele yüzünden ''En iyisini biz biliriz ve sadece bu doğrudur'' söyleminde bulunma bana güzel kardeşim. Benim niyetimin art ya da öte, ya da sağ, ya da sol meyilde olduğunu tanımlamak ve mimlemek de nedir? Sen art niyet derken, hangi niyetimin artlığından dem vurduğunu söylermisin?

 

Neyse, mevzu dallanıp budaklamadan bitmiştir. (En azından beri benim nazarımda)

 

Ehl-i kalender denilen zat-ı muhterem ve şahane hazretleri; ben ne yaptım ki vicdanın sızlasın diyorsun, sen benim vicdanımın hangi sebeble ve hangi vicdansızlığı yaptığını sanıyorsun ki; sızlatmadan ve sızıdan bahsediyorsun? Ben Arvasi Hoca'ya hakaret mi ettim, inkar mı ettim ki;

 

Kendince üç beş tasavvufi ve tarikati söz ederek bana vicdan muhasebesinden konuşuyorsun güzel kardeşim? Senin yazdıkların da, benim yazdıklarımda gün gibi ortadadır. Benim duruşum, söylemim, kimliğim bellidir. Öyle bir söz ediyorsun ki: Haşa, sanki ben burada olmadık sözler söyledim, bilmem ne yanlışlar yaptım. Seyyid'leri, Şerif'leri bu işin içine yop yekün katarak meseleyi magazinleştirme.

 

Yok, beni bu yazdıklarımdan ibaret sayıyorsan; bu vakte kadar yazıklarımı üşenmeden oku ve ondan sonra senin vicdanın ve samimiyetinle alakalı hasb'i hal oluruz.

Edited by buyukdogu

Share this post


Link to post
Share on other sites
Büyük doğu ağabeyden/Ali abi'den, art niyetli büyük doğu'ya geçiş çokta zor olmamıştır değil mi ateşli, aksiyoner ve yılmaz Türk-İslam ülkücüsü ve aziz dava mümessili kardeşim?

 

Ne oldu Vakıf? Gazi Üniversite'sinin ulvi dava hareketleri üslubunda ve izahatlarında radikal değişiklikler mi yaptı? Yoksa sen evvel ki Büyük Doğu abini ve düşüncelerine iştirak ederken/katılıyorken/benim ciddi eksiklerim var diyorken başka, şimdi de bir meselede farklı düşünüyorum diye başka mı tanıyorsun?

 

Benim Türk-İslam ülküsü, sentezi ve milliyetçilikle alakalı baştan sona beyanatlarım aşikaredir, ortadadır. Ziya Gökalp konulu başlıklarda, senin siteye yeni üye olduğun dönemlerde açtığın başlıklarda, H.Nihal Atsız muhtevalı başlıklarda da dile getirdiklerim, yaklaşımım bellidir.

 

Yani TSK'nın bu kitabı telkin etmesi kafidir, bütün herşeyi halletmiştir öyle mi?

 

Burada farklı düşündüğüm ve çelişki gördüğüm bir mesele yüzünden ''En iyisini biz biliriz ve sadece bu doğrudur'' söyleminde bulunma bana güzel kardeşim. Benim niyetimin art ya da öte, ya da sağ, ya sa sol meyilde olduğunu tanımlamak ve mimlemek de nedir? Sen art niyet derken, hangi niyetimin artlığından dem vurduğunu söylermisin?

 

Neyse, mevzu dallanıp budaklamadan bitmiştir. (En azından beri benim nazarımda)

 

Ehl-i kalender denilen zat-ı muhterem ve şahane hazretleri; ben ne yaptım ki vicdanın sızlasın diyorsun, sen benim vicdanımın hangi sebeble ve hangi vicdansızlığı yaptığını sanıyorsun ki; sızlatmadan ve sızıdan bahsediyorsun? Ben Arvasi Hoca'ya hakaret mi ettim, inkar mı ettim ki;

 

Kendince üç beş tasavvufi ve tarikati söz ederek bana vicdan muhasebesinden konuşuyorsun güzel kardeşim? Senin yazıkların da, benim yazdıklarımda gün gibi ortadadır. Büyük Doğu'nun sözleri duruşudur, eylemidir, aksiyonu ve kimliğidir. Öyle bir söz ediyorsun ki: Haşa, sanki ben burada olmadık sözler söyledim, bilmem ne yanlışlar yaptım. Seyyid'leri, Şerif'leri bu işin içine yop yekün katarak meseleyi magazinleştirme.

 

Yok, beni bu yazıklarımdan ibaret sayıyorsan; bu vakte kadar yazıklarımı üşenmeden/gücenmeden oku ve ondan sonra senin vicdanın ve samimiyetinle alakalı hasb'i hal oluruz.

 

Siz! diye hitap etmemin sorun teşkil edeceğini düşünmemiştim. Ali abi demekten imtina etmem. O mesajın cevabı o tarzda konuşmama sebebiyet veriyordu.

 

Gazi Üniversitesi beni bağlamıyor, Ali abi. Ziya Gökalp ve Nihal Atsız'a karşı olma noktasında hemfikiriz. İslâm'ın yerine kavmiyeti getirme cehdinde olanları hiçbir müslüman benimseyemez. Benim ciddi eksikliklerim var dememiştim, tereddütte kaldığım bazı hususlar var demiştim. Meseleyi şahsileştirmeyelim.

 

TSK'nın kitabı telkin etmesi kâfi değildir. Sadece mevzunun içinde verilen ufak bir anekdottur. TSK'nın kitabı takdir ve teşvik etmesinin kâfi geleceğini imâ ettiğime nasıl kanaat getirdin, şaşıyorum.

 

Ali abi, farklı ve çelişkide gördüğün meseleyi belirtmeden konuşuyorsun. Kitabın arızası ne ise belirtmek lazım. Meselenin ne olduğunu belirtmeden eleştirmek insaf ve izan hadlerinin dışında kalıyor. Kitabın neresini beğenmediğin hâlâ merak konusu... Bu sebeple tartışmakta nâfile... İlk mesajda mesele belirtilmeden Arvasi Hoca'nın sözlerini yadırgadım demek de cabası... Çamur at izi kalsın, hesabı...

 

Üstad'ın kitabında da, Arvasi Hoca'nın kitabında da ''Şeyh Said''in mazlumluğu dile getiriliyor. Bunu bildiğin halde söylemediğin için art niyetlisin dedim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bak ehl-i kalender denilen şahsiyet edeb sınırlarını aşıyor ve ahlak telkinleri yapıyorsun.

 

Sen kimsin ve kim olduğunu sanıyorsun ki; benim vicdanım üzerine gafletkar bir söz icra ediyorsun. Benim Ehl-i Beyt sevgimden şüphe eden kişinin; kendisinden, davasından, inancından, itikadından şüphe duyarım.. Benim Ehl-i Beyt sevgimi ve muhabbetimi bu kadar çirkin bir söylemle mimlemeye kalkanın dünyasından ve ahiretinden de şüphe duyarım (!)

 

Sen kimsin ve kim olduğunu sanıyorsun ki; benim, yani Ali'nin vicdan, değer ve muhabbet ölçülerine bariz biçimde yafta vuruyorsun.

 

Sen benim eleştirdiğim hususlardan/yadırgadığım noktalardan yola çıkarak, benim vicdanımın sızlamasından ve Ehl-i Beyt sevgimden şüphe duyulması gerektiği ''çamurdan'' iddiasına nasıl vardın bilmiyorum?Bu sözlerini ya geri alacak, helallik dileyeceksin. Ya da olduğu gibi kalacak, ben her forumda, her başlıkta, her konuda, her yazında şüphe duymam gereken şeylerden şüphe duyacağım.

 

Bu sitede ilk defa bu kadar ağır bir cevap yazdım, belki de çizgiyi/sınırı aştım. Fakat ortada ciddi bir itham var.

Edited by buyukdogu

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bismillahirrahmanirrahim

E's-Salatu ve's-Selâm-u Alâ Rasulinâ Muhammedivve Ala Alihi ve Eshabihi ve Ehl-i Beytihi

 

Öncelikle Müslümanlar, Dava için gelmemiştir,

Ben gelmedim dava için

Benim işim sevgi için

Yunus Emre Baba "Kuddise Sirruh"

 

İkinciside benim itikadım sizin gibi insanlardan farklıdır, Allah'ın Rasülü "Aleyhisselâm"'ın Varisi olan Ehl-i Kalb'in itikadınca itikadımı düzeltmeye çalışıyorum bi iznillah-i teala.Dünya ve Ahiretse belli olmaz onu Hakk bilir, senelerce Rahman Celle Celalüh Hazretlerine kulluk edip sonra imandan dönen, tam terside senelerce şirkde olup Rahman'a iman eden nice insan vardır.Bu forumdaki çoğu yazını okudum, İslamiyyet sanki bir siyasi parti o partininde ismi BüyükDoğu gibi lanse etmeye calısıyorsun, İslamiyyette tek siyasi otorite vardır(sen kullanıyorsun diye bu kelimeleri kullanıyorum yoksa nefret ederim böyle kelimelerden) o da Hilafettir.Mısırdaki büyük mezhepsiz Hasan El Benna'yla başlayan Siyasi(!) İslam hareketinin uzantıları yurdumazda da mevcuttur(Saadet Partisi, Ak Parti)Bunları desteklediğin yazılarından belli oluyor.Ben hala Ahmet Arvasi üstadın yazısına verdiğin cevaba karşılık verdiğim cevabın haklı olduğunu düşünüyorum, çünkü o bir Ehl-i Beyt, ben Ehl-i Beytten biri için korkmadan canımı veririm, aslada bir Seyyidin yada Şerifin yazdığı kitabı sair bir kitap gibi değerlendirmem.Değerlendireninde ehl-i beyt sevgisinden şüphe duyarım.Senden helallik dilemiyorum, çok kul hakkı var üzerimde ben bu haklarla gideceğim Rahmanın huzuruna.....

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bismillahirrahmanirrahim

E's-Salatu ve's-Selâm-u Alâ Rasulinâ Muhammedivve Ala Alihi ve Eshabihi ve Ehl-i Beytihi

 

Öncelikle Müslümanlar, Dava için gelmemiştir,

Ben gelmedim dava için

Benim işim sevgi için

Yunus Emre Baba "Kuddise Sirruh"

 

İkinciside benim itikadım sizin gibi insanlardan farklıdır, Allah'ın Rasülü "Aleyhisselâm"'ın Varisi olan Ehl-i Kalb'in itikadınca itikadımı düzeltmeye çalışıyorum bi iznillah-i teala.Dünya ve Ahiretse belli olmaz onu Hakk bilir, senelerce Rahman Celle Celalüh Hazretlerine kulluk edip sonra imandan dönen, tam terside senelerce şirkde olup Rahman'a iman eden nice insan vardır.Bu forumdaki çoğu yazını okudum, İslamiyyet sanki bir siyasi parti o partininde ismi BüyükDoğu gibi lanse etmeye calısıyorsun, İslamiyyette tek siyasi otorite vardır(sen kullanıyorsun diye bu kelimeleri kullanıyorum yoksa nefret ederim böyle kelimelerden) o da Hilafettir.Mısırdaki büyük mezhepsiz Hasan El Benna'yla başlayan Siyasi(!) İslam hareketinin uzantıları yurdumazda da mevcuttur(Saadet Partisi, Ak Parti)Bunları desteklediğin yazılarından belli oluyor.Ben hala Ahmet Arvasi üstadın yazısına verdiğin cevaba karşılık verdiğim cevabın haklı olduğunu düşünüyorum, çünkü o bir Ehl-i Beyt, ben Ehl-i Beytten biri için korkmadan canımı veririm, aslada bir Seyyidin yada Şerifin yazdığı kitabı sair bir kitap gibi değerlendirmem.Değerlendireninde ehl-i beyt sevgisinden şüphe duyarım.Senden helallik dilemiyorum, çok kul hakkı var üzerimde ben bu haklarla gideceğim Rahmanın huzuruna.....

 

Sizin ehl-i beyd sevginiz ön yargılı. Bir insan sırf Hz.Muhammed(s.a.s) ile aynı kanı taşıdığı için günahsız olacak diye bir kaide yok.

Her seyyid veya şerif sütten çıkma ak kaşık olamaz!

 

Çevrem de arkadaşlarım var Seyyid ama ondan çok dha iyilerinide gördüm. Bir insanın Seyyid olması Mizanda, Allah(c.c.) karşısında bir artı kazandıracak mı? Seyyid olup olmamak insanın elinde mi?

 

Biz genede Hz.Muhammed'in emaneti oldukları için sonuna kadar sahip çıkarız ama her görüşünü onaylayacağız anlamına gelmez.Hz.Muhammed kızına dahi ''Babam peygamber'dir diye gevşek davranma.'' diyor.

Bunları düşünelim, ehl-i beyt sevgisini, farklı bir boyuta çekmeyelim.

 

Allah'ın Selamı Üzerinize Olsun...

Share this post


Link to post
Share on other sites

İtikadı benden farklı ve benim İslamiyeti siyasi bir parti olarak gördüğümü düşünen ve partinin isminide Büyük Doğu olarak telakki ettiğimi ve yazılarımda Ak Parti'yi-Saadet Parti'sini desteklediğimi ve mezhepsiz dediği Hasan El-Benna'nın izinden gittiğimi beyan eden bu şahsiyetin, söylemiş olduğu sözlere söz söylemek bile bana küfür geliyor...

Edited by buyukdogu

Share this post


Link to post
Share on other sites

Büyük Doğu arkadaşım Gazi üniversitesiyle ilgili ciddi sıkıntılarınız var herhal. Buyrun söyleyin yardımcı olmaya çalışayım(bir gazi mezunu olarak)."TÜRK" Kelimesinden bu kadar ürkmeyin. Üstadın da, Said Nursi hz. lerininde, Osman Yüksel Serdengeçtininde, Ahmet Arvasininde bahsettiği milliyetçilik ırkçılık değil. Nasıl oluyorda adını büyük doğu koyacak kadar büyük doğucu olan biri üstaddan bu meseleyi anlamıyor bende bunu anlamıyorum.( Benimde milliyetçilik anlayışım herhangi bir partiye bağlı değil.)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Başlıkta verdiğim yazı yarım kalmış başka bir başlıkta vermiştim. Burada da vereyim ki, yarım kalmasın. Okumak isteyenler okusun.

 

Bundan 40 yıl önce idi. Ailece Erzurum'da oturuyorduk. Ben, ortaokul son sınıfta idim. Evimiz, misafirsiz kalmazdı. Akraba, eş ve dostumuz az değildi.

 

Bir gün evimize, enterasan bir misafir geldi. Bu, piyade albayı Hilmi Acar isminde bir zâttı. Babamla tanışıyorlarmış, kucaklaştılar ve misafir odasına girdiler. Ben de arkalarından gittim. Evimizde, ilk defa ''resmî kıyafeti'' ile bir albay misafir oluyordu. Üstelik dinârdı. Nitekim, oturur oturmaz, şapkasını çıkarıp sehpay attı, başına ''takkesini'' geçirdi. Ben, o anda, dünyanın en olağanüstü bir olayı ile karşılaşmış gibi şaşkınım ve ''misafir albayı'' hayranlıkla seyrediyorum.

 

''Misafir Albay'', bir ara benimle ilgilendi. Nerede okuduğumu, hangi kitap, dergi ve gazeteleri takip ettiğimi sordu. Birşeyler anlattım. ''Misafir Albay'', okuduklarımı, kâfi bulmadı, hattâ bazılarına ''zararlı'' dedi. Sonra, cebinden 2 adet 25 kuruşluk çıkardı ve şöyle konuştu: ''Hemen şimdi, şu gazete bayiine gideceksin, verdiğim bu 50 kuruşla bir adet 'Büyük Doğu' ile bir adet 'Ehl-i Sünnet' dergisi alıp döneceksin. Başüstüne deyip gittim, istediği dergileri aldım. Bunun üzerine ''Misafir Albay'', ''Bunları sana hediye ediyorum. Artık her hafta kendin alırsın''. Gerçekten de dediği gibi oldu. Bu iki dergiyi, yayınlandıkları sürece asla bırakmadım. Üstad Necip Fazıl Kısakürek ve Abdürrahim Zapsu Beylerle ilk defa böylece tanıştım. Yazılarından ve yayınlarından çok istifade ettim. Sonradan, Üstad ile karşılıklı sohbet etmek nasip oldu. Ne şeref?.

 

Evet, Necip Fazıl Bey, şiirleriyle tiyatrolarıyla, hikâyeleriyle, yazılarıyla, beni, kendi atmosferi içinde âdete eritti. Ona çok şey borçluyum. Vefatına yakın günlerdi. Ağır şeker hastası idi. Gözleri görmüyordu. Yazılarını pertavsızla yazmaya çalışıyordu. Sessizce yanına sokuldum. Sağ elini yakaladım ve öptüm. Sonra kendimi tanıttım. Çok müteessir oldu ve şöyle konuştu: ''Niçin beni üzdün Ahmet? Bilirsin ki, biz, sizin çocuklarınıza bile el öptürmeyiz!....''.(Arvasi Hoca Seyyid olduğu için böyle söylüyor/V.Ahmet) ''Yetişmemizde sizin payınız pek çoktur, Üstadım'' dedim. Necip Fazıl Bey, acı acı tebessüm ederek şöyle dedi: ''Ne diyorsun? Bildiğin sebepten dolayı, ailenize, minnet ve şükran borcu olan benim''... ve daha ne iltifatlar?...

 

O anda, Üstad'ın gençlik yıllarını özetleyen ''Saatim çalışmış ben durmuşum / Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum'' beyti geldi. Sonra, Yüce Yaratanımız'ın Üstad Necip Fazıl Beyi, nerelerden alıp nerelere kadar yücelttiğini ve tehlikeli zeminlerden kurtarıp ne yüce ellere teslim ettiğini âdeta görür gibi oldum.

 

Necip Fazıl Bey'in vefatından sonra, Yeni Düşünce Dergisi'nde Osman Yüksel Serdengeçti Ağabey ile karşılaştık. Büyük bir hüzün ve ıstırap içinde birbirimize sarıldık ve ağlaştık. Üstad Necip Fazıl Bey'in vefatı, bizim için gerçekten çok büyük bir kayıp idi. Sevgili Osman Yüksel Serdengeçti, bizleri şöyle teselli ediyordu: 'Bazıları, Necip Fazıl, büyük bir boşluk bıraktı diyorlar. Yanılıyorlar: Üstad, bize koskoca bir kitaplık (sanırım 101 yada 111 cilt) bıraktı!... Şimdi bize ve gençliğimize düşen iş, bu eserleri dikkatle ve tekrar tekrar okuyarak kendimizi yetiştirmek ve Üstad'ın dâvasına vâris olduğumuzu ispat etmektir''...

 

Evet, Parkinson hastalığından müzdarib olan Serdengeçti Ağabeyimimiz, titreye titreye bu sözleri söylerken ağlıyordu. Nitekim çok geçmeden o da vefat etti. Üstadımıza ve O'na binlerce rahmet... Nur içinde yatsınlar!...

 

Kaynak: Hasbihal I, Seyyid Ahmet ARVASİ, 2008 Bilgeoğuz, Sayfa 226, 227.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Geçenlerde iki kitap aldım; eski basım ve pek bilinmeyen kitaplardan sayılırlar. Birisi Rauf Orbay'ın Siyasi Hatıratları (iki cilt), diğeride Seyyid Ahmed Arvasi'nin ''Doğu Anadolu Gerçeği''. İsimleri yanlış hatırlamıyorumdur inşallah.

 

Arvasi'nin kitabını (sanırım 60 sayfa) okudum ve açıkcası şaşırdım. Yani Türk, Kürt ve Doğu Anadolu meselesi hakkında dediklerine pekte katıldığımı söyleyemem.

 

Mesala; Vakıf kardeşimin buraya aktardığı ve ''Ben İslâm, iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm'ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim'' diye başlayan görüşlerini yadırgadım diyebilirim.

 

Yani Türk-İslam ülküsü, sentezi, veya milliyetçi Müslüman Türk kavramlarının artık yeniden tanımlanması gerektiğini biliyoruz/görüyoruz/yaşıyoruz.

 

Üstad'ın ''Son Devrin Din Mazlumları'' adlı kitabını okuyan birisi olarak, Arvasi'nin Doğu Anadolu'yla alakalı görüşlerini/düşüncelerini makul bulmadığımı dile getirmek istedim.

 

Mütefekkir, eğitimci ve aksiyon adamı olabilir amenna. Katılmadığım husus burası değil, o kitapta ki yazılanlardı.

 

Not: Polemik yapmak, konuları sulandırmak veya hamaset içinde olmak gibi teşebbüsüm ve niyetim yoktur/olamaz. Lakin o kitapı okuyan, bilen ve ölçü biçenlerin görüşlerini de öğrenmek isterim.

...

 

ALİ

 

 

 

SEYYİD AHMET ARVASİ VE DOĞU ANADOLU GERÇEĞİ

 

Mustafa KUVANCI

Eğitimci-Yazar

 

 

Bugün çok ciddi bir Doğu sorunuyla karşı karşıyayız. Özellikle bölgede ortaya çıkarılan terör, millet olarak hepimizi derinden yaralamaktadır.

 

Seyyid Ahmet Arvasi, 1985 yılında başlayan ve bugüne kadar gelen, binlerce insanımızın ölmesine, binlerce insanımızın evsiz, yurtsuz kalarak göç etmesine sebep olan, önlemek için yapılan harcamaları bir ülkeyi inşa edecek kadar para tutan hain terörü önceden görmüş ve 1986 yılında yayınladığı “Doğu Anadolu Gerçeği” adlı eseriyle problemi ortaya koymuştur.

 

O dönemde birkaç çapulcu, eşkıya hareketi olarak değerlendirilen PKK terörünün aslında dış destekli olduğunu Arvasi bu eseriyle ortaya koymuştur. Eserinde, terörü önlemek ve milli bütünlüğü sağlamak için alınması gereken tedbirleri de belirtmiştir.

 

Doğu Anadolu Gerçeği ilk olarak 1986 yılında Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü tarafından yayınlanmıştır. 12 Eylül Harekatı sonrası hapse atılan, MHP davasından Askeri Mahkemece yargılanan ve beraat eden Arvasi’nin bu kitabını zamanın genelkurmay başkanlığı taltif ederek Güneydoğu bölgesinde teröre ve bölücülüğe çare olarak dağıttırmış, okutturmuş ve tavsiye etmiştir. (1)

 

S. Ahmet Arvasi’nin Doğu Anadolu Gerçeği adlı kitabı başlı başına ele alınarak bir tez çerçevesinde değerlendirilirse, 8 başlık altında ortaya koyduğu “Doğu meselesinin faktörleri’nden 8 ayrı kitap çıkarmak mümkün olacaktır. Biz burada kendimizce önemli gördüğümüz bir iki maddeyi ele almaya çalışacağız.

 

Arvasi, kitabının giriş kısmında şöyle der: “Esefle belirtelim ki, bugün ülkemizde ister istemez bir şark meselesi vardır. Devletimizin ve milletimizin düşmanları, bu konuyu istismar ederek vahim boyutlara ulaştırmak için ne mümkünse yapmaktadırlar.

 

Kitabımızı yazarken meseleyi bir antropolog, bir etnolog, bir tarihçi, bir dilci gibi değil, bir eğitimci ve eğitim sosyologu olarak inceleyeceğiz. Türkiye’de şark meselesine vücut veren olumsuz faktörleri ortaya koyacak ve problemin çok boyutlu olduğunu göstermeye çalışacağız.”

 

Arvasi daha sonra bu faktörleri şöyle sıralıyor:

 

1. Tarihi faktörler: Yerli ve yabancı ilim, siyaset ve fikir adamlarının bu bölgede yaşayan vatandaşlarımızın kökeni hakkında öne sürdükleri teoriler.

2. Kültür Faktörü: Bu bölgede konuşulan ağızlar, farklı inançlar, milli kültüre yabancılaşma ve bunu farklılık olarak kullanan güçler.

3. Sosyal faktörler: Bölgedeki konargöçer halk aşiretler, aşiret sistemi ve bunun doğurduğu sebepler.

4. Coğrafi faktörler: Sert arazi yapısı ve sert iklimin sonucunda ulaşım ve irtibat sorununun milli irtibatı zayıflatması

5. Ekonomik faktörler: Bölge halkının üretim alanında geri kalması ve komşu ülkelerle ticari ilişkiler.

6. Psikolojik faktörler: Kürtlük kompleksi.

7. İdari ve Siyasi faktörler: Bazı idareci ve siyasetçilerin hatalı davranışları, tecrübesiz ve yetersiz kadroların hataları ve oy avcılığı uğruna yapılan hatalar.

8. Milletlerarası çatışmalar ve Emperyalizmin oyunları: Türkiye ve Ortadoğu üzerine oynanmak istenen emperyalist oyunlar.

 

Seyyid Ahmet Arvasi kitabını bu başlıklar altında sürdürüyor. Her başlığı açıklıyor, örnekler veriyor. Ama az önce de söylediğimiz gibi bu başlıkların her biri kendi içinde bir kitap oluşturacak seviyededir.

 

Biz, kitaptan bazı bölümleri Arvasi’nin gösterdiği istikamette yorumlayacağız.

 

Arvasi, Kürtlerin bir Türk boyu olduğunu, Batılıların ileri sürdükleri gibi ayrı bir kavim olmadıklarını belirtir. Bunları ifade ederken de birçok batılı kaynağı delil olarak gösterir. Ayrıca Kürt kelimesinin ilk kez Yenisey (Elegeş mezar taşları) yazıtlarında geçtiğini ifade eder. Bu kitabe şöyledir:

 

“Kürt El-kan Alp Urungu, altunlug keşigim bantım belde. Elim tokuz kırk yaşım. (Kürt ilhanı Alp Urunguyum. Altunlu okluğumu bağladım belime. Elim/ devletim otuz dokuz yaşımda öldüm.) (2)

 

Kürtlerin kökeninin Medler’e, Guttiler’e, Karduklar’, Mervanoğulları’na vs. dayandırılamaya çalışıldığını halbuki bu milletlerin dillerinde “Kürt” kelimesinin hiç geçmediğini, ayrıca Kürt aşireti olarak ifade edilen Zaza, Kurmanç, Lur ve Kalhur ağızlarında da böyle bir kelimenin olmadığını ifade eden Arvasi, “Kürt” kelimesinin Türk boyları arasında kullanımını da bize aktarır:

 

Kazakçada ..... kürt ..... kalın kar yığını

..... Kürtlük..... yeni yağmış kar

Kazan Tatarcasında..... Kört..... kar yığını

Çuvaşçada..... kürt..... kar yığıntısı

Uygurcada ..... körtük..... kar yığını

Kırgızcada..... Körtük..... kar yığını

Yakutlarda ..... Kürtçük ..... kar yığını

Tarançilerde..... kürt..... yeni yağmış kar

Şor Türkçesinde ..... Kürt..... çığ

 

Arvasi, Osmanlı döneminde “Kürdistan” kelimesinin bilinçsizce kullanıldığını, o dönemde sınırları belli bir Kürdistan olmadığını ifade eder. Gerçi belli bir dönem sonra bu tabir özellikle kullanılır hale gelmiştir. Ama kanaatimizce Osmanlı döneminde kullanılan Kürdistan kelimesinin Kürt halkının yaşadığı bölge olarak kullanılması söz konusu değildir.

 

Yukarıdaki Türk boylarında Kürt sözcüğünün anlamlarına bakarsak bunu daha rahat anlarız. Hepimizin bildiği gibi Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kışlar uzun sürmekte, kar yağışı fazla olmaktadır.

 

Ben üniversiteyi Van’da okudum, iyi bilirim. Kasım ortalarında yağan kar, nisan sonuna kadar şehir merkezinden kalkmazdı. Hatta Van’ın Bahçesaray ilçesi (eski adıyla Müküs) on bir ay kış, bir ay yaz yaşar. Hepimiz TV’lerde görmüşüzdür. Aylarca yolu açılamaz. Sürekli kar yağışı vardır. Aylarca ulaşılamadığı için Vanlılar Bahçesaray ilçesine “Müküs Gezegeni” derler.

 

Eskilerden duymuşuzdur adam boyu karların yağdığını, bugün küresel ısınma nedeniyle eski kar yağışı yok belki, ama o zamanlar özellikle doğu ve güney doğuya iyi kar yağarmış. Böyle bir kar yığını altında kalan bölgeye Türk lehçelerindeki Kürt kelimesinin anlamıyla Kürdistan demek belki o dönemlerde doğru bir ifadeydi.

 

Arvasi, Kürtçe diye bir dil olmadığını, bölgede konuşulan ağızların Türkçe-Farsça-Arapça kırması garip bir ağız olduğunu ifade ederek önemli bir noktaya dikkat çeker:

 

“Herkesin rahatça müşahade edeceği üzere bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’muzda yaşayan halkımızın çoğunluğunun konuştuğu dil kesin olarak Türkçedir. Ancak, yol ve okul götüremediğimiz ve kültür merkezlerimizle irtibat sağlayamadığımız bazı vatan topraklarındaki vatandaşlarımız, bazen Kurmançi, bazen Zazaki, bazen Gorani, bazen Sorani, bazen Lorani denen ve hepsine de ortak olarak Kürtçe tabiri yakıştırılan ağızla konuşmaktadırlar. Ancak hemen belirtelim ki bu ağızları konuşan gruplar birbirlerini anlamamaktadırlar. Hepsinde ortak olan tek şey: “Yek, dü, se, çar, penç…” diye başlayan ve devam eden Farsça sayı sistemidir. Oysa etnolojik araştırmalar göstermiştir ki en ilkel dilin bile kendine mahsus bir sayı sistemi vardır. Herkes rahatça müşahede etmektedir ki emperyalistlerin ve bölücülerin “Kürtçe” diye tabir ettikleri ağzın böyle bir hususiyeti yoktur. Bu durum bile zorlama bir dil ihdas etme gayretlerini ortaya koymaya yeter. Bize göre Kürtçe tabir edilen ağız, kültür temaslarımızın emperyalizme dönüşmesinin acı bir meyvesidir.” (3)

 

Arvasi, Kürtçe diye tabir edilen ağızdaki bazı kelimelerle bunların Türkçe karşılığını vererek “Kürtçe, Hint Avrupa dil grubundandır.” İddialarına da cevap verir. İşte birkaç örnek:

 

Aşiret ağzı..... Türkçe

Acar..... acar (yeni)

Baci..... bacı

Bibi..... bibi (hala)

Bizav..... buzağı

Bori..... boru

Çakuç..... çekiç

Dengiz..... deniz

Donguz..... domuz

Dışıman..... düşman

Eze..... teyze

Guleş..... güreş

İsot..... ıssı ot (biber)

Kantır..... katır

Kırtık..... kırıntı

Lepe..... lapa

Nene..... nene (nine)

Pembuk..... pamuk

Pıçuk..... küçük

Sobe..... soba

Vare..... var (gel)

Vardek..... ördek

 

Bunlar bizim Doğu Anadolu Gerçeği adlı eserden aldığımız sadece birkaç örnektir. Arvasi yöre halkının sesine de kulak verir ve şöyle der:

“Doğu ve Güneydoğu Anadolu’muzda uydurma ve Türkten ayrı bir millet ihdas etmek isteyen hainlere bir Doğu Anadolu çocuğu olan ve 17. asırda yaşayan Ercişli Emrah’ın şu mısralarını hatırlatmak gerekir:

 

Bize Emrah derler, Karakoyunlu

Yiğitler içinde yiğit oyunlu

Kaz gibi pısmazık, erkek boyunlu

Biz Türküz, Türklükten fermanımız var.”

 

Arvasi, bu bölgedeki tehlikenin farkına ilk varan Osmanlı padişahının Yavuz Sultan Selim olduğunu belirtir ve alınan tedbirlerden bahseder. Bu tedbirlerden en önemlisi şüphesiz bölge halkının eğitilmesidir. Arvasi bu noktada şunları söyler:

 

“Esefle belirtelim ki imparatorluk dönemi dahil, ülkemizde asırlar boyunca bütün cemiyeti içine alan, planlı, programlı ve hedefleri belli bir talim ve terbiye teşkilatı yoktu. Dolayısıyla kuvvetli ve başarılı bir dil ve din eğitimi gerçekleşmiyordu. İş, mahalli idarelere ve halka bırakılmıştı. Bu yüzden birçok vatan evladı daha yakın olduğundan dini talim ve terbiye için İran’a, Irak’a, Suriye’ye ve Mısır’a gidiyordu.”

 

Arvasi’ye göre bu ülkelere, din eğitimi almaya giden Türk gençleri misyonerlerin cirit attığı okullarda eğitim görmüş ve birçok konuda beyni yıkanmış olarak ülkeye dönmüştür.

 

Arvasi’nin işaret ettiği bu nokta çok önemlidir. Hatta bana göre Doğu meselesinin temelidir. İngiliz casusu Hampher anılarında şöyle diyor: “1710 yılında Sömürgeler bakanlığı beni Müslümanları parçalamak için gerekli bilgileri toplamak ve casusluk yapmak üzere Mısır, Irak, Hicaz ve İstanbul’a gönderdi. Aynı tarihte aynı vazifeyle dokuz kişiyi daha görevlendirdi. Bize lazım olacak para, bilgi ve haritaların yanında bir de devlet adamlarının, kabile reislerinin ve alimlerin listesi verildi. Ben önce İstanbul’a geldim. Asıl vazifemin yanında Türkçeyi de çok iyi öğrenmem gerekiyordu. Londra’da Farsça, Arapça, Türkçe dil eğitimi almıştım ama bu dilleri o halklar gibi konuşmalıydım. (4)

 

Hampher anılarının ilerleyen bölümlerinde diğer ajanlarla birlikte Osmanlı topraklarında yaptıkları bölücülük ve kafa karıştırıcılığı faaliyetlerini anlatıyor. Özellikle Muhammed bin Abdülvahhab Necdi ile tanışmasını, onu muta nikahının mübah olduğuna ikna etmesini, şarap içmenin mahzuru olmadığına ikna etmesini ve bunun gibi İslam’ın temel prensiplerinden uzaklaştırarak Vahhabiliği kurdurmasını ve Arapların Osmanlı’ya karşı kışkırtılmasını nasıl planlayıp gerçekleştirdiğini anlatıyor.

 

Hampher bir örnektir. Bu çalışmayı yaparken bir kitap geldi aklıma. 1993 baskılı, Yrd. Doç. Dr. İlknur Polat Haydaroğlu’nun “Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar” adlı çalışması. Arvasi’nin değindiği eğitim meselesine bu kitaptan alıntılar yaparak devam edelim.

 

Osmanlı’da ilk yabancı misyoner okulu 1853’te İstanbul’da kurulan Saint-Benoit Fransız okuludur. Bu okulu Saint-George, Saint-Luis, Saint-Pierre, Notre Dame de Sion, Saint-Joseph…. İzlemiştir. 1853-1925 arasında İstanbul’da 72 Fransız okulu vardır.

 

1917 tarihli bir belgede de bu tarihte İstanbul’da İngilizlere ait 83 okul ve hastane olduğu ifade edilir.

 

1904 tarihinde Osmanlı topraklarında 465 Amerikan okulu vardır. Bu okulların bugünkü Türkiye sınırları içerisindeki dağılımına bir göz atalım.

 

İstanbul..... Robert College (1863)

İstanbul..... Gedikpaşa Girls School

Adapazarı..... Girls Hing School

Bursa..... Girls Hing School

İzmir..... American Collegiate İnstitute For Girls

İzmir..... İnternational College

Kayseri..... Talas Boys School

Kayseri..... Talas Girls School

Sivas..... Girls Hing School

Merzifon..... Anotolia College

Merzifon..... Anotolia Girls School

Harput..... Euphrates College (1859)

Harput..... Girls Hing School

Diyarbakır..... Protestant School

Mardin..... Teachers School

Mardin..... Girls Hing School

Bitlis..... Girls Boarding School

Van..... Boys School

Van..... Girls School

Erzurum..... Girls Boarding School

Erzurum..... Boys Boarding School

Antep..... Seminary for Girls

Maraş..... Central Turkey College For Girls

Adana..... Seminary For Girls

Saimbeyli..... Hodjin Hom School For Girls

Tarsus..... Saint Paul’s İnstitute For Boys

Urfa..... İndustrial Training School

 

Dikkat ederseniz Amerikan okullarının büyük bir çoğunluğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde kurulmuştur. Bir tek Amerikalının yaşamadığı bu topraklarda Amerikalılar herhalde bizim kara kaşımıza, kara gözümüze hayran oldukları için okul açmamıştır. Nitekim adı geçen eserde yapılan inceleme sonunda bu okulların üç şeye önem verdikleri tespit edilmiştir:

 

1. Eğitim: Modern eğitim sistemiyle hiçbir fedakârlıktan kaçınılmaksızın eğitim verilmiş, bu yönüyle Türk eğitimine ve diğer devletlere örnek olmuşlardır.

2. Siyasi faliyetler: Azınlıklar sorununa eğilmiş, onları desteklemiş hatta azınlık sorunlarının çıkış nedeni olmuşlardır. Özellikle Ermeni sorununda etkileri büyüktür.

3. Dine ve mezhebe din kardeşi kazandırma girişimi: Yazara göre bu düşünce okulların başlangıçtan beri en büyük hedefidir ve Osmanlı’nın çöküşünde başlıca etkendir.

 

Üçüncü maddeyle ilgili bir not aynı eserde şöyle yer alıyor:

 

“1928’de Bursa Amerikan okulunda üç kız Hıristiyan olmuş, bir arkadaşlarının milli eğitim müdürlüğüne şikayeti ile durum ortaya çıkmış, basının Amerikan okulları aleyhine yaptığı yayın neticesinde okulun izni iptal edilmiştir. Hayat Dergisi 2 Şubat 1928 tarihli sayısında “Hıristiyanlaştırma Faciası” diye olayı duyurmuş ve şu soruyu sormuştur: “Neden bir tek Amerikan ailesi dahi olmayan Bursa’da bir Amerikan okulu bulunmaktadır?” (5)

 

Bu “Neden?” sorusunun temeli aslında bizim konumuzdur. Bugünkü “Kürt sorunu” diye önümüze sürülen mesele, aslında İngiltere, Amerika, Fransa, İtalya ve Almanya gibi ülkelerin 1700’lü yıllardan beri uyguladığı bu eğitimdeki haçlı seferinin sonucudur.

 

İ. Polat Haydaroğlu bu “Neden?” sorusunun hepimizin bildiği cevabını bakın nasıl veriyor:

 

“Yabancı okulların siyasi faaliyetleri doğrultusunda günümüzde de huzursuzluğu hissedilen “Kürtleri” etkileme çabaları okulların zararlı çalışmalarından sadece biridir.

 

Selçuklular döneminden başlayarak Osmanlı devletinde Anadolu’da sistemli bir Kürt-Türk ayrımı yapılmış değildi. Kaynaklarda zaman zaman “Kürt beyi” ve “Kürdistan” deyimine rastlanmaktadır. Ama Osmanlı topraklarında sınırları belli “Kürdistan” diye bir birim yoktur.

 

Yabancı devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak için İmparatorluğa bağlı halkaları kışkırtmaya başladıkları 19. yüzyılda artık ayrı bir birim olduklarını düşünmeye başladılar. Yine bu dönemde siyasi alana bir “Kürdistan” deyimi getirildi. Osmanlı İmparatorluğu 1831’de yapılan sayımda ve daha önceki tahrirlerde İslamiyet dışında Kürtler ve Türkler diye bir ayrım yapmış değildi. 19. yüzyılın ikinci yarısında konsolosluklar ve okullar Anadolu’ya yayılmaya başladığında onların düzenlediği raporlarda cemaatlerden söz edilirken Kürt, Türk, Arap gibi kısımlara ayrıldığı görülmektedir.

 

Avrupalılar koruyuculukları altında Kürtleri de bir azınlıkmış gibi ele aldılar. ….. Kürt olduğu öne sürülen halkın yaşadığı bölgelerde başta İngilizler olmak üzere Amerika ve Fransa’nın da okul açtığı görülmektedir. Örneğin Diyarbakır ve Bitlis gibi yerlerde okul açılması yalnız ekonomik nedenlerle açıklanamaz. Bu, bir rastlantı da değildir. Bütün bu çabaların sonunda Kürtler için çalışan dernekler yanında basın yoluyla da faaliyetler sürdü.

 

II. Meşrutiyet döneminde basın sansürünün kalkmasıyla sayıları artan gazeteler arasında iki Kürtçe gazetenin bulunması dikkat çekicidir. İstanbul’da haftalık olarak yayınlanan bu iki gazetenin birinin ismi “Kürt” adını taşımakta olup Süleymaniyeli Tevfik Bey tarafından, “Kürdistan” adını taşıyan ise Bedirhanzade Ahmet Süreyya Bey tarafından yayınlanmıştır.” (6)

 

Tekrar Seyyid Ahmet Arvasiye dönelim ve son bir alıntıyla konumuzu bitirelim:

 

“Bir öğretmen arkadaşım anlatmıştı. 1950’li yıllarda Doğu Anadolu’da bir ilk öğretmen okulunda Türkçe öğretmeni olarak çalışıyormuş. Sınıfına bir idareciyle birlikte Amerikalı bir barış gönüllüsü gelmiş. Barış gönüllüsü, bir müddet verilen dersi dinledikten sonra, bir hayli güzel konuştuğu Türkçesiyle Öğretmenden izin isteyerek öğrencilere bazı sorular sorup soramayacağını bildirmiş. Öğretmen “buyurun” demiş. Barış gönüllüsü de sınıfı dolduran masum Doğu Anadolu çocuklarına şu soruyu sormuş:

“Çocuklar, siz Türkçeden başka bir dil biliyor musunuz?”

Çocuklar cevap vermiş:

“Şimdilik bilmiyoruz. Ama okulumuzda İngilizce, Almanca, Fransızca okutuluyor. Biz de öğrenmeye çalışıyoruz.”

Barış gönüllüsü, sorusunu açmak zorunda kalmış:

“Öylesi değil… Mesela siz, evinizde başka bir dil konuşmuyor musunuz?”

Çocuklar şaşkın:

……..?

Barış gönüllüsü artık gizlemeye gerek duymamış:

“Canım, mesela Kürtçe bilmiyor musunuz?”

Öğretmen, idareci ve öğrenciler iyice şaşırmışlar. Barış gönüllüsü riyakar bir tebessümle zehirli dişlerini göstermiş:

“Niçin şaşırdınız? Kürtçe bir dil değil midir?”

 

Evet, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bugünkü yaşadığımız sıkıntının nedenleri büyük ölçüde yukarıda adını saydığımız ülkelerin yaptığı bölücü misyonerlik faaliyetleridir.

 

Bugün ülkeleri barış getirme vaadiyle istila eden Amerika, gelecekte Türkiye’yi istila etmenin alt yapısını 1862 yılında Harput kolejiyle oluşturmaya başlamış, bugün artık belli bir kıvama getirmiştir.

 

Ülkemizdeki Kürt sorunu bugün o hale gelmiştir ki Türk insanı artık Doğu ve Güneydoğu’yu verip bu beladan kurtulma düşüncesine sokulmuştur.

 

Yine öyle bir duruma getirilmiştir ki, ülkemizde tüm Kürtler hain olarak algılanır olmuştur. Bu durum bir iç savaşın kaçınılmaz olduğunun göstergesidir. Terör masum insanların canına kıymakta, canlı bombalarla kalabalık meydanları hedef almakta, evinde sessiz sedasız oturan insanların arabalarını ateşe vermektedir. İşte bu durum Türk insanının gözünde tüm Kürtleri suçlu duruma sokmakta ve iç savaşın ayak seslerini duyurmaktadır.

 

Bugün özgürlük isteyenlerin hangi özgürlükten bahsettiklerini hiçbir zaman anlayabilmiş değilim. Birkaç yıl önce bir esnafın dükkanına gitmiştim, alışverişimi yaparken yaşlı dükkan sahibinin yanındaki yaşlı misafiriyle sohbetine kulak misafiri oldum: Dükkan sahibi soruyordu misafirine:

 

“Bak, sen Muş’tan gelmiş, burada iş yeri açmışsın, kaç yıldır dükkanın var Balıkesir’de?”

“Yirmi yıldır.”

“Peki, sen dükkan açarken kimse sana sen Muşlusun, burada dükkan açamazsın dedi mi?”

“ Demedi.”

“Şimdi niye burada dükkan açtın diyen var mı?”

“Yok.”

“Peki, ben şimdi gitsem, Muş’ta dükkan açmak istesem açabilir miyim?”

“Açamazsın, seni orada çalıştırmazlar.”

“Kim, devlet mi?”

“Hayır, Muş halkı, esnafı….”

“Peki, siz daha ne özgürlüğü istiyorsunuz, hangi özgürlükten bahsediyorsunuz, size burada bu kadar özgürlük verilmişken daha ne özgürlüğünden dem vuruyorsunuz?”

Misafirin söyleyecek sözü kalmamıştı artık!

 

Ülkemizde durum budur. Bu konuda elbette söylenecek çok söz vardır. Buraya aldığımız konu Arvasi’nin çerçevesinden sadece küçük bir kesitti. Sorunun ortaya çıkış yoluna değindik. Çözüm yollarını elbette devletin ilgili birimleri düşünüyordur…

 

__________________________

 

1. Hakkı Öznur, Seyyid Ahmet Arvasi, Alternatif Yay. S. 39, Ank. 2002

2. W. Radloff, Arberiten der Orchun, Expedition Atlas des Alterthümer der Mongolei, Saintpetersburg, 1893

3. Seyyid Ahmet Arvasi, Doğu Anadolu Gerçeği, s.32, Burak Yay, İst. 1993

4. M. Sıddık Gümüş, İngiliz Casusunun İtirafları, Hakikat Kitabevi, İst. 2004

5. Yrd. Doç. Dr. İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, s. 138, Ocak Yay. Ank. 1993

6. Yrd. Doç. Dr. İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, s. 138, Ocak Yay. Ank. 1993

 

 

Balıkesir Aydınlar Ocağı Seyyid Ahmet Arvasi Anma Programı Konuşma Metni

 

 

http://www.hikayeler.net/yazilar/100679/se...nadolu-gercegi/

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hem arvasilerin hem Ercişli emrahın bir hemşerisi olarak; bizzat yaşayarak şahidim ki doğuda kürtçülerin ayrımcı-kürtçü tavırlarından gayri bir problem yoktu. Bölgesel sorunlarda yine kürt aşiretlerinin kendi aralarında; 3 tavuk yada 2 karpuza, bir günde onlarca insanın katline sebep olmaları, islamın dış kabuk şekilciliğine bütün bağlılıklarına rağmen hikmet nedir bilmeyenlerin, kafalarından namus uydurup; aleni ALLAH adına ALLAH'a meydan okuyan zulümleri, birçoğunun ancak ve ancak kaba kuvvet gördüklerinde ıslah olmaları, birbirinin karısına kızına malına ilk fırsatta saldırmaları ve öz dünyalarında orman kanunlarının geçerli olması sebebiyle şehirli has kürtlerin bile diğerlerinden tiksinmelerine ve bir çok yerde kıymet görmemelerine sebep olmuştur.

Doğuda Arvasiler, Seyyitler, Evliyalar olmasaydı o bölge teksastan bin kat daha beter bir yer olurdu. Şahsi düşüncem; "kürdüm" diyenlerin büyük bir kısmının bilinçli yada cahillikten dolayı kürtçülük iddiasında bulunmalarıdır. Gerek dedelerimizin birebir şahitlikleri gerekse tarihi kaynaklar bize(sadece ERCİŞ yada VAN için söylersek) birçok parça -pınçık ırkın kendine "kürt " dediğini ortaya koyuyor. Evet biz ERCİŞLİLER aslen KARAKOYUNLU Türküyüz ve öz Türkçeye çok yakın bir ağızla konuşuruz.(örn: men özüme gidiyem toya). ERCİŞin dağı taşı Karakoyunlu eserleriyle doludur.Bunun yanında özellikle Selçuklu eserleride fazladır. 1980 öncesi ERCİŞTE sol-sağ meselesi vardı ama merkezde asla kürtçülük furyası yoktu.

Son 10 yılda ise hızlı bir nüfus değişimiyle ercişte Türk nüfusu hızla değişti ve yerini kürtlere bıraktı.Adam "ERCİŞLİYİM" diyor. Soruyorsunuz; kimlerdensin nerelisin? Ben 2 (3,4,5,6)yıl önce geldim diyor. Yani aslında ERCİŞ eşrafından değil.

Bundan daha 6 yıl evvel ERCİŞTE kimse alenen kürtçüyüm yada pkk lıyım diyemezken bugün şehir pkk ya teslim oldu olacak. Böyle giderse bir kaçyıl içinde Türk Bayrağı asmak bile tehlikeli olacak. İşte bir kaç çizgisiyle ERCİŞ. Biraz farklılıklar dışında doğunun numunesi.....

 

Seyyit Ahmet Arvasiden ALLAH Razı Olsun....

Share this post


Link to post
Share on other sites

VAKIF AHMET ;

 

Ziya Gökalp ve Nihal Atsız'a karşı olma noktasında hemfikiriz. İslâm'ın yerine kavmiyeti getirme cehdinde olanları hiçbir müslüman benimseyemez.

Kitaplarının önsözünü bile okumadığınız bir insanı KAVMİYETÇİ diye eleştiren bir cehalet , Necip Fazıl Kısakürek Ve Ahmet Arvasiyi Hoca olarak gören insanlara yakışmıyor. 'Ziya Gökalp - Türkçülüğün temel esaslar' , Bu kitabın Sadece Ön sözünü okuyun , Size Kavmiyetçiliğin nasl 2 bin yıl öncesinde kaldığını , Mantığının olmadığını Ve Bu gün Kavmiyetçiliği savunanların ne bilimsel Ne manevi hiç bir geleceğinin olmadığını kavmiyetçi diye suçladığınız insandan öğrenin...Tavsiyem , Kitaplarının ön sözünü bile okumadığınız insanlara çamur atmayın. Böyle komik duruma düşmeyin.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Allah'a küfrede küfrede kafasını hastane duvarına vurarak ölen bir adamın kitabını okumaya gerek yok.

 

üstelik o adamlara kavmiyetçi derken delilimiz üstaddır.

Share this post


Link to post
Share on other sites
VAKIF AHMET ;

 

Ziya Gökalp ve Nihal Atsız'a karşı olma noktasında hemfikiriz. İslâm'ın yerine kavmiyeti getirme cehdinde olanları hiçbir müslüman benimseyemez.

Kitaplarının önsözünü bile okumadığınız bir insanı KAVMİYETÇİ diye eleştiren bir cehalet , Necip Fazıl Kısakürek Ve Ahmet Arvasiyi Hoca olarak gören insanlara yakışmıyor. 'Ziya Gökalp - Türkçülüğün temel esaslar' , Bu kitabın Sadece Ön sözünü okuyun , Size Kavmiyetçiliğin nasl 2 bin yıl öncesinde kaldığını , Mantığının olmadığını Ve Bu gün Kavmiyetçiliği savunanların ne bilimsel Ne manevi hiç bir geleceğinin olmadığını kavmiyetçi diye suçladığınız insandan öğrenin...Tavsiyem , Kitaplarının ön sözünü bile okumadığınız insanlara çamur atmayın. Böyle komik duruma düşmeyin.

 

Türkçülüğün Esasları adlı kitabı iki yıl evvel okumuştum. Kitabın ismi 'Türkçülüğün Esasları' 'Türkçülüğün Temel Esasları' değil. http://www.kitapyurdu.com/arama/default.as...atis=2&x2=0 Bu linkte 10 farklı yayınevi kitabı Türkçülüğün Esasları ismiyle basmış. Üstad'ın Gökalp hakkında ki fikirleri malumdur. Gökalp'ın sadece şu şiiri kavmiyetçiliğine eşsiz emsalsiz örnek olur:

 

Bir ülke ki camiinde türkçe ezan okunur,

Köylü anlar namazdaki manasını duanın.

Bir ülke ki mektebinde türkçe Kur'an okunur,

Ey Türk eli, işte senin orasıdır vatanın.

Küçük, büyük herkes bilir buyruğunu Hüdanın.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Birkaç sene daha yaşasa asıl kıvamını bulurdu Ziya.

Kıvamını aksettireceği cemiyeti de bulur ve şu dörtlüğe yakın şeyler okurduk ondan da:

 

Ne mucize Ne efsun

Ne örümcek ne yosun

Kabe Arab'ın olsun

Bize Çankaya yeter

 

Allahın gazabı üzerlerine olsun!..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...