Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
-gölgeler-

Üç Kader Sorusu....

Recommended Posts

"Madem önceden biliyor ne yapacağımızı, o zaman ne yaparsak yapalım O'nun bildiğini yapıyoruz. Boş yere uğraşıp duruyoruz. Kaderin mahkûmuyuz."

 

Hemen kalk yerinden bir takvim yaprağına bak. Orada senin de önceden bildiğin şeyler yazılı. Güneşin, meselâ üç ay sonra, oturduğun şehirde hangi dakikada doğacağını ve batacağını yazmış olmalılar. Artık sen de önceden biliyorsun. Acaba güneş, sen öyle bildiğin için mi o dakikada doğuyor? Yoksa güneş o dakikada doğacağı için mi sen öyle biliyorsun? Gördüğün gibi, bilmek olmayı belirlemez, olmak bilmeyi belirler. Bir iş olmuşsa/olacaksa, öyle bilinir. Bir iş nasıl bilinirse, öyle olmaz. Öyle bilindi diye öyle olmaz. Öyle bilinecek diye öyle de olmaz. Allah’ın da önceden bilmesi, ne edeceğimizi belirliyor değil. Bizi böyle ettiğimiz için, O önceden öyle biliyor. Yoksa, O’nun da sonradan bilmesini mi arzu ederdin. Zamanı yoktan var eden, sence zamana mahkûm mu olsun? O da mı “az sonra”ları beklesin?

 

***

"Hayır ve şerri Allah’tan biliyoruz. Üstelik, böyle iman etmemiz isteniyor. Şer Allah’tan ise ben var olan bir şerri tercih ettim diye, bir kötülüğü seçtim diye bana niye günah yazılıyor, niye hesap soruluyor?"

 

Sanıyorum, en son girdiğin test sınavını unuttun. Sınav kâğıdında, her sorunun altında bir doğru cevap, dört yanlış cevap yazılıydı. Yani, elinde tuttuğun kitapçıkta “yanlış”lar “doğru”ların dört katı fazlaydı. Hiç sınav kitapçığını/kâğıdını hazırlayanlara, “Niye bu kadar yanlış yazdınız?”diye itiraz etmek aklına geldi mi? Onların “yanlış”ları yazmaları sence “yanlış” mıydı? Elbette ki hayır! Onların yanlışları yazmaları senin doğruyu seçme yeteneğini görmeleri içindi. Onların yanlış yazmaları yanlış değil, senin yanlışı seçmen yanlıştır. Bunun gibi, dünyada doğrular da var, yanlışlar da… Yanlış olanın önünde seçenek olarak durması yanlış değil. Senin onu seçenek olarak seçmen yanlış! Bu kuralı büyüklerimiz, “halk-ı şer, şer değil, kesb-i şer şerdir!” diye yazmışlar. Anlayacağın: Allah’ın kötülüğü var etmiş olması kötülük değil, senin kötülüğü seçmen kötülüktür.

 

***

 

"Kader belirlenmiş, bize yapacak bir şey kalmamış.. Madem ki, Allah cennetlik mi cehennemlik mi olacağımızı baştan biliyor. Bizi niye yoruyor, en başından koysaydı ya cennetine ya da cehennemine?"

 

Dünyada ne edeceğimizi biliyor Allah: Doğru. Önceden biliyor: Bu da doğru. Peki ya O’nun önceden bildikleri sonradan olmazsa, O neyi bilmiş olacak! Sonradan olacaklar olacak ki, önceden bilmesi doğru olsun… Farz edelim ki, “biliyorum nasılsa” diye hiçbirimizi dünyaya göndermeden cennete/cehenneme koyuverseydi. Dünya hiç olmasaydı. Hayat hiç kimse tarafından yaşanmasaydı. O zaman O’nun da bildiği şimdiki yaşadıklarımız değil, “biliyorum nasılsa” diye başından cennete/cehenneme koyulduğumuz olacaktı. Sonradan bilmek için bir şeylerin önceden olması gerektiği gibi, önceden bilmek içinde bir şeylerin sonradan olması gerekir. Şimdi olan bitenin hepsi O’nun önceden bildikleri ama bizim olduktan sonra bildiklerimizdir. “Ben kaderin mahkûmuyum” derken, acaba, O çok önceden öyle biliyordu diye O’nun bildiğine göre mi davranıyorsun? Bunu yapabilmen için, O’nun önceden bildiğini O'ndan önce bilmek gibi bir yeteneğin olmalı. Bir eylemi yaparken, önceden yazılmış bir şey okuyarak yapmadığına göre, senin eylemlerini kaderin belirliyor değil, sen kaderinde ne yazıldığını/yazılacağını belirliyorsun. Ne yapıyorsan, o yazılıyor kaderine. Şimdi yaptığını sonradan öğreniyorsun. İşte kaderin de o sonradan bildiğine göre yazılıyor. Sonradan bildiğine göre önceden davranabiliyor olsaydın, örneğin bir sınavı hemencecik kazanabilirdin, diplomanı fakülteye girer girmez de alırdın! Çok kolay: “Kaderimde diploma alacağım yazılmış, öyleyse yan gelip yatsam da, diplomamı alacağım” deyip de yan gelip yattığında, sadece yan gelip yatmış olursun. Böylece kaderinin de “yan gelip yattığı için diplomayı alamadı” şeklinde yazıldığını çok sonra fark edersin!

 

SENAİ DEMİRCİ

Share this post


Link to post
Share on other sites

çok hassas ve çok sık sorulan üç soruya çok hoş cevaplar....

bu sorularla ben de çok sık karşılaştım,genelde hep yaşıtlarımdan ya da benden yaşca daha büyük insanlardan duyardım bu soruyu ve ya kaynak gösteirrdim onlara ya da dilim döndüğünce anlatmaya çalışırdım fakat bir keresinde çok zorlandım. soruyu soran 8. sınıf öğrencisiydi. ALLAH beni sevmiyor diye başladı söze, sonra devam etti ve dedi ki bize bir seneryo yazmış biz onu oynuyoruz başka seçeneğimiz yok. cevap vermeye çalıştım fakat beni dinlemiyordu sonra öğrendim ki ailevi ciddi problemleri varmış. o yaşta bir çocuğa nasıl anlatılabilir bilemedim. çok açık örnekler vermeye çalıştım fakat o zaten beni dinlemek istemiyordu.

aslında sadece o da değil di. aslında onlar 6 kız can dostuydu. ortak özellikleri çok zengin ailelerin kızları, özel okulda okuyorlar aileleri muhafazakar fakat onlar çok uç noktalarda ve hepsinin ailevi problemleri var. ve bir kaçının ya anne babaları ayrı,ya babası vefat etmiş birinin fiziki bir engeli var... imani sorunlar yaşıyorlar. şöyle bir mantıkları var. diyorlar ki biz peygamberimizi ALLAH tan daha çok seviyoruz( haşa).. nasıl yani diyorum?

anlatıyorlar... çünkü o bize daha yakın geliyor onun sözleri davranışları. vs vs vs ... konuşma uzadıkça şaşkınlığım artıyor. bu kızlar henüz 13-14 yaşlarındalar ...

gerçekten insan ne yapacağını bilemiyor. onlara nasıl bir yöntemle yaklaşılmalı Lİ? sanırım bir çocuk ya da ergen psikaytri yardımı alınmalı... bilemiyorum ya da hakikatlaeri nasıl anlatmalı onlara? her şey o kadar soyut ki onlar için hayal dünyalrı o kadar farklı işliyor ki anlatamam. ve işin en acı yanı da, muhafazakar ailelerin çocukları olduğu için bir 'sıkılmışlık' yaşıyorlar. keşke annem kapalı olmasaydı diyor biri, diğeri ben kapanmak istemiyorum diyor, diğeri bir başka şey söylüyor... dini mevzuların bir çoğu onlar için dalga ve espri konusu...

aslında bu çocuklar sadece '6' kişi değiller... onlarcası yüzlercesi binlercesi var...

peki ama ne yapmak lazım??

Share this post


Link to post
Share on other sites
çok hassas ve çok sık sorulan üç soruya çok hoş cevaplar....

bu sorularla ben de çok sık karşılaştım,genelde hep yaşıtlarımdan ya da benden yaşca daha büyük insanlardan duyardım bu soruyu ve ya kaynak gösteirrdim onlara ya da dilim döndüğünce anlatmaya çalışırdım fakat bir keresinde çok zorlandım. soruyu soran 8. sınıf öğrencisiydi. ALLAH beni sevmiyor diye başladı söze, sonra devam etti ve dedi ki bize bir seneryo yazmış biz onu oynuyoruz başka seçeneğimiz yok. cevap vermeye çalıştım fakat beni dinlemiyordu sonra öğrendim ki ailevi ciddi problemleri varmış. o yaşta bir çocuğa nasıl anlatılabilir bilemedim. çok açık örnekler vermeye çalıştım fakat o zaten beni dinlemek istemiyordu.

aslında sadece o da değil di. aslında onlar 6 kız can dostuydu. ortak özellikleri çok zengin ailelerin kızları, özel okulda okuyorlar aileleri muhafazakar fakat onlar çok uç noktalarda ve hepsinin ailevi problemleri var. ve bir kaçının ya anne babaları ayrı,ya babası vefat etmiş birinin fiziki bir engeli var... imani sorunlar yaşıyorlar. şöyle bir mantıkları var. diyorlar ki biz peygamberimizi ALLAH tan daha çok seviyoruz( haşa).. nasıl yani diyorum?

anlatıyorlar... çünkü o bize daha yakın geliyor onun sözleri davranışları. vs vs vs ... konuşma uzadıkça şaşkınlığım artıyor. bu kızlar henüz 13-14 yaşlarındalar ...

gerçekten insan ne yapacağını bilemiyor. onlara nasıl bir yöntemle yaklaşılmalı Lİ? sanırım bir çocuk ya da ergen psikaytri yardımı alınmalı... bilemiyorum ya da hakikatlaeri nasıl anlatmalı onlara? her şey o kadar soyut ki onlar için hayal dünyalrı o kadar farklı işliyor ki anlatamam. ve işin en acı yanı da, muhafazakar ailelerin çocukları olduğu için bir 'sıkılmışlık' yaşıyorlar. keşke annem kapalı olmasaydı diyor biri, diğeri ben kapanmak istemiyorum diyor, diğeri bir başka şey söylüyor... dini mevzuların bir çoğu onlar için dalga ve espri konusu...

aslında bu çocuklar sadece '6' kişi değiller... onlarcası yüzlercesi binlercesi var...

peki ama ne yapmak lazım??

 

Bunun tamamen imanın kuvvetli olmasıyla alakalı olduğumu düşünüyorum bu bahsettiğiniz çocuklarada aileleri iyi aşılayayamamış heralde??Yaşadıkları sorunlarda eklenince sonuç bu olmuş bunun için şöyle bir benzetmede yapabiliriz bir insandan iyilik gördüğün zaman ona minnet duyarsın ona karşı hoşnutluğun artar ama bir süre sonra aynı insanın bir hatasını gördüğünde yaptığı iyiliğide unutuverirsin o kişiyi yerden yere vurursun buda öyle bişeyyyy.Ama yaratanın sonsuz merhametini bir bilsek başımızı secdeden kaldıramazdık.Ondan gelen şerde bile bir hayır vardır....

Share this post


Link to post
Share on other sites

Arkadaşlar alimler böyle izahlarla açıklamışlar ama tasavvuf ehli izahsız direk inandım iman ettim demenin en doğrusu olduğunu böyle imanın en kuvvetli oldugunu belirtmişlerdir.O yüzden böyle soruları şeytan nefse nefste akla akılda fikre üflediği zaman inandım iman ettim demeli içine gelen sorulara hiç cevap vermemeli...

Share this post


Link to post
Share on other sites

ehl-i kalender kardeşime katılıyorum. bi kere orda mantık hatası var.

 

Allah (cc) için zaman kavramı yok, öncelik sonralık diye bişi yok. biz bu ufacık akıllarımızla daha Allah'ın evveli olmadğını kabul ettiremeyiz beyinlerimize. Önceden biliyordu, yapacaklarımızı biliyordu şeklinde zaman kavramına işaret eden cümleler kurduk mu kendi kendimize kurt kapanı kurmuş oluyoruz. Dolayısıyla biz bu meseleyi anlayamayız, sadece daha akıllısı çıkıp onu çürütünceye kadar oyalanırız. Zaman kavramından münezzeh düşünemediğimiz için bunu akıl kaldırmaz.

 

Ayrıca takvim örneği de çok hatalı bi analoji olmuş. Orda bir hesapla ortaya çıkarılabilen ve sürekli tekerrür eden olaylardan örnek verilmiş. Halbuki benim ömrümde bi defa karşıma çıkacak bi ikilem karşısında seçim yapmam hususundaki kader davasını anlatmaya gücü yetmiyor zannımca.

 

Direk iki farklı önermeymiş gibi kabul etmek en kolayı: Allah yapıp ettiklerimizi yapıp edeceklerimizi bilir. Ve hepimiz yapıp edeceklerimize karar verecek iradeye sahibiz. Doğal olarak da başımıza gelenler kendi yapıp ettiklerimizden başkası değil. En rahatı valla, ne kasacam yaw.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ayrıca risale-i nur da hayır ve şer ile ilgili hatırladığım ve anladığım kadarıyla şöyle bir nokta vardı: hayırlar Allah'tan, şerler kuldan. Şer'in şer olması kula göre çünkü. Adamın ayağı kırılır, bunu şer olarak görür. Halbuki bunun yüzünden yola çıkmadığı için bineceği otobüsün yapacağı kazadan kurtulmuş olur. O olmasa bile çektiği sıkıntılar pek çok günaha kefaret olur. Harbi eşyanın hakikatini bilmeyince baya bi zor oluyo bu işler.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hz. Ömer Halife iken sam'a gitmek üzere yola çikmis Serg denilen yere geldiginde, onu ordu komutanlari karsilamislar ve sam'da veba hastaligi çiktigini kendisine haber verinislerdi. Hz.Ömer, veba hastaliginin çiktigi yere, hastaliktan korunmak için girimemeyi kararlastmis ve geri dönecegni söylemisti. Bunun üzerine komutanlardan Ebû Ubeyde (r.a.) kendisine.-Ey Halife, böylece yani hastaligin çiktigi yere girmemekle Allah'in kaderinden mi kaçiyorsun? (Allah Teâlâ, ölümünüzü bu hastaliktan takdir etmis ise ölürsünüz, takdir etmemis ise size bir sey olmaz) dedi. Hz. Ömer:

 

-Bu sözü senden baskasi söylemeli idi, Ey Ebâ Ubeyde, dedi ve ilave etti.

 

-Evet, Allah'in kaderinden Allah'in diger kaderine kaçiyoruz. Senin develerin olsa da iki tarafli bir vâdiye inseler; vâdilerden biri verimli, digeri çorak olsa, sen de verimli yerde develerini otlatsan Allah'in kaderi ile otlatmis olmaz miydin? dedi ve kaderin nasil anlasilmasi gerektigini güzel bir örnekle anlatti.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Hz. Ömer Halife iken sam'a gitmek üzere yola çikmis Serg denilen yere geldiginde, onu ordu komutanlari karsilamislar ve sam'da veba hastaligi çiktigini kendisine haber verinislerdi. Hz.Ömer, veba hastaliginin çiktigi yere, hastaliktan korunmak için girimemeyi kararlastmis ve geri dönecegni söylemisti. Bunun üzerine komutanlardan Ebû Ubeyde (r.a.) kendisine.-Ey Halife, böylece yani hastaligin çiktigi yere girmemekle Allah'in kaderinden mi kaçiyorsun? (Allah Teâlâ, ölümünüzü bu hastaliktan takdir etmis ise ölürsünüz, takdir etmemis ise size bir sey olmaz) dedi. Hz. Ömer:

 

-Bu sözü senden baskasi söylemeli idi, Ey Ebâ Ubeyde, dedi ve ilave etti.

 

-Evet, Allah'in kaderinden Allah'in diger kaderine kaçiyoruz. Senin develerin olsa da iki tarafli bir vâdiye inseler; vâdilerden biri verimli, digeri çorak olsa, sen de verimli yerde develerini otlatsan Allah'in kaderi ile otlatmis olmaz miydin? dedi ve kaderin nasil anlasilmasi gerektigini güzel bir örnekle anlatti.

 

 

Burada, Hz. Ömer'in Allah'ın kaderinden kazasına kaçıyoruz, şeklinde de rivayet edilmiştir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ou ou ou. Aptal sorula daha aptal edici tokat gibi cevaplar. Teşekkürler.

Share this post


Link to post
Share on other sites

elhamdülillah müslümanız elhamdülillah inanıyoruz. elbette bizler şartsız koşulsuz her şeyi kabul ettik,etmeliyiz.... yalnızz........:

yukarıda bahsettiğim bir konu vardı... iman sorunu yaşayan insanlar... siz onlara daha imani noktada problemleri varken namaz kıl diyemezsiniz.. asıl mntıksız olan bu olur.. önce iman konusunda onlara tebliğ de bulunabilrisiniz ve iman sorunu yaşayan insanların bir çoğunda kader sorusu büyük bir mesele... olaya tasavvuf açısından bakmak imani meselesini halledebilenler için... ve tabi ki şu da var, şeytan zaman zaman öyle vesveseler verir ki, acaba mı??? dersiniz içinizden.. bu düşünceler kalbinizin içinde olan düşünceler değil şeytanın kalbinize verdiği vesveselerdir. ve o anlarda şeytanı dinlememek için bazı sorularınızza net cevaplar arayabilirsiniz..

 

ve ayrıca mantıksız bulunan bu açıklamaları bir çok ilim adamı da yapıyor, ki risalelerde de benzer örnekler anlatılıyor... yani aklın ve mantığın kabul edeceği örneklerle bir çok konu anlatılmıştır...

 

 

 

sorularla islamiyet.com'dan bir alıntı.....:

 

Soru

kader; evlilikte külli irade mi yoksa cüzi irademi var yani anne babamız gibi evlenilecek kişi allahın iradesine mi(külli) giriyor eğer ben tüm gönlümle Allahu Tealadan saliha bir kız istesem Allah bunu verir mi yoksa Allah kulunun isteğine göre değilde onun için hayırlısı hangisiyse onu mu verir. Ayrıca kısmet nedir?

 

Cevabımız

 

Değerli Kardeşimiz;

 

1- Kader konusunda aklınıza takılan her şeyi sorabilirsiniz. Bu durum inkar ettiğiniz anlamına gelmez. Nitekim Kurandan öğrendiğimize göre Hz. İbrahim aleyhisselam ölülerin nasıl diriltileceğini sormuş, sonra da Allahım inanmadığımdan değil, kalbim tatmin olsun diye soruyorum demiştir. Bu nedenle bizler de aklımıza takılan sorularımızı sorabiliriz. Biz de elimizden geldiği kadar cevap vermeye çalışırız.

 

2- Kaderin esas anlamı Allah’ın, olmuş olacak her şeyi bilmesi demektir. Dikkat edersek insan iradesini yok saymıyor. Bilmek ayrı yapmak ayrıdır. Bilen Allah’tır, yapan kuldur. Bu konuya bir misal verelim;

 

Peygamberimiz İstanbulun fethini ve komutanını yüz yıllar önce müjdelemiş ve haber vermiştir. Zamanı gelince de dediği gibi çıkmış. Şimdi, İstanbul Peygamberimiz dediği için mi fethedildi, yoksa fethedileceğini bildiği için mi söyledi. O zaman Fatih Sultan yatsaydı, çalışmasaydı, ordular hazırlatıp savaşmasaydı yine olacak mıydı. Demek ki Allah Fatihin çalışıp İstanbul’u fethedeceğini biliyordu ve bunu elçisi Hz. Peygambere bildirdi.

 

Buradaki ince nokta: Allah bildiği için yapmıyoruz. Biz yapacağımız için Allah biliyor. Zaten Allah’ın geleceği bilmemesi düşünülemez. Bilmese veya bilemese yaratıcı olamaz.

 

Buna bir örnek verelim; Allah dostu evliyadan bir öğretmen düşünelim. Öğrencilerinden birisine “yarın seni şu kitaptan imtihan edeceğim.” diyor. Fakat öğretmen Allah’ın izniyle onun filim, maç, oyun, eğlence, derken sabah okula çalışmadan geleceğini bilerek, akşamdan karnesine “0” yazıyor. Ertesi sabah öğrenci sorulan sorulara cevap veremiyor ve sıfırı hak ettiğini bildiği anda, öğretmen cebinden not defterini çıkarıp “senin çalışmayıp sıfır alacağını bildiğim için önceden deftere sıfır yazmıştım” diyor. Buna karşı öğrenci “Hocam sen sıfır yazdığın için ben sıfır aldım. Yoksa geçer puan yazsaydın geçerdim.” diyebilir mi?

 

Demek ki Allah yazdığı için biz yapmıyoruz, bizim yapacağımız şeyleri bilerek Allah yazıyor. İşte buna kader diyoruz.

 

3- Dünyaya gelen her insan bir kader programına tabidir. İnsanın ne yapacağını, başına ne geleceğini Yüce Allah ezeli ilminde biliyor. Ancak Allah’ın bilmiş olması, insanın o işi yapmasını zorlamaz. Çünkü Allah, insanın önüne sonsuz seçenekler koymuştur.

 

İnsan kendi iradesini kullanarak, hangi yolu tercih ederse, Allah onu yaratır. Dolayısıyla sorumlu olan insanın kendisidir.

 

Bu meselede şöyle bir örnek verilir: Bir apartmanın üst katının nimetlerle, bodrum katının ise işkence aletleriyle dolu olduğunu ve bir kişinin bu apartmanın asansörü içerisinde bulunduğunu farz edin. Kendisine, apartmanın bu durumu daha önce anlatılmış bulunan bu kişi, üst katın düğmesine bastığında nimetlere kavuşacak, alt katın düğmesine bastığında ise azaba uğrayacaktır.

 

Burada iradenin yaptığı tek şey, sadece hangi düğmeye basılacağına karar vermesi ve teşebbüse geçmesidir. Asansör ise, o kişinin gücü ve iradesiyle değil, belirli fizik ve mekanik kanunlarla hareket etmektedir. Yani, insan üst kata kendi gücüyle çıkmadığı gibi, alt kata da kendi gücüyle inmemektedir. Bununla beraber asansörün nereye gideceğinin belirlenmesi, içindeki kişinin iradesine bırakılmıştır.

 

İnsanın kendi iradesiyle yaptığı bütün işler, bu ölçüyle değerlendirilebilir. Mesela; Cenab-ı Hak, meyhaneye gitmenin günah, camiye gitmenin ise faziletli olduğunu bildirmiştir. İnsan ise kendi iradesiyle, örnekteki asansör gibi her iki yere de gitmeye müsaittir.

 

Hangi düğmeye basarsa, yani nereye gitmek isterse, beden oraya doğru hareket etmekte, dolayısıyla da gideceği yerin mükafatı veya cezası o insana ait olmaktadır.

 

Evlilik de böyledir. Evlenecek insanın önünde çok sayıda seçenekler vardır. Nasıl birisini istemek sizin elinizde. Tercihinize göre Cenabı Hak da yaratır. Allah’ın bilmesi böyle bir tercihte bulunmanızı zorlamaz.

 

Gayr-i müslim birisiyle evlenmede islam’ın getirdiği ölçü şöyle: Müslüman bir erkek ehl-i kitab olan Musevi ve Hristiyan bir kadınla evlenebilirken, ehl-i kitab olmayan gayr-i müslim bir kadınla evlenemez.

 

Bunun yanında, Müslüman bir kadının ehl-i kitab da olsa gayr-i müslim bir erkekle evlenmesine izin vermiyor.

 

4- Kaderi ikiye ayırabiliriz: ızdırari kader, ihtiyari kader.

 

"ızdırari kader"de bizim hiçbir tesirimiz yok. O, tamamen irademiz dışında yazılmış. Dünyaya geleceğimiz yer, annemiz, babamız, şeklimiz, kabiliyetlerimiz ızdırari kaderimizin konusu. Bunlara kendimiz karar veremeyiz. Bu nevi kaderimizden dolayı mesuliyetimiz de yok.

 

İkinci kısım kader ise, irademize bağlıdır. Biz neye karar vereceksek ve ne yapacaksak, Allah ezeli ilmiyle bilmiş, öyle takdir etmiştir. Sizin sorduğunuz soruda bu alanda müzakere edilmektedir. Yani siz bir aday tipi belirliyorsunuz ve arıyorsunuz. Allah’ta sizin istediğiniz vasıflara sahip birkaç kişiyi önünüze çıkarıyor. Sizde bunlardan birini iradenizle beğenip kabul ediyorsunuz. Alah’ın alacağınız eşin kim olduğunu ezelde bilmesi kader, fakat sizin iradenizle seçmeniz cüz’i irade dediğimiz insanın mesuliyet sınırlarıdır.

 

Kalbimiz çarpıyor, kanımız temizleniyor, hücrelerimiz büyüyor, çoğalıyor, ölüyor. Vücudumuzda, bizim bilmediğimiz birçok işler yapılıyor. Bunların hiçbirini yapan biz değiliz. Uyuduğumuz zaman bile bu tür faaliyetler devam ediyor.

 

Ama şunu da çok iyi biliyoruz ki, kendi isteğimizle yaptığımız işler de var. Yemek, içmek, konuşmak, yürümek gibi fiillerde karar veren biziz. Zayıf da olsa bir irademiz, az da olsa bir ilmimiz, cılız da olsa bir gücümüz var.

 

Yol kavşağında hangi yoldan gideceğimize kendimiz karar veriyoruz. Hayat ise, yol kavşaklarıyla dolu.

 

Şu halde, bilerek tercih ettiğimiz, hiçbir zorlamaya maruz kalmaksızın karar verip işlediğimiz bir suçu kendimizden başka kime yükleyebiliriz?

 

İnsanın cüz-i ihtiyari adı verilen iradesi, önemsiz gibi görülmekle beraber, kainatta geçerli olan kanunlardan istifade ederek büyük işlerin meydana gelmesine sebep olmaktadır.

 

Bir apartmanın üst katının lütuflarla, bodrum katının ise işkence aletleriyle dolu olduğunu ve bir şahsın bu apartmanın asansörü içerisinde bulunduğunu farz ediniz. Kendisine, apartmanın bu keyfiyeti daha önce anlatılmış bulunan bu zat, üst katın düğmesine bastığında lütfa mazhar olacak, alt katın düğmesine bastığında ise azaba duçar olacaktır.

 

Burada iradenin yaptığı tek şey, sadece hangi düğmeye basılacağına karar vermesi ve teşebbüse geçmesidir. Asansör ise, o zatın kudret ve iradesiyle değil, belirli fizik ve mekanik kanunlarla hareket etmektedir. Yani, insan üst kata kendi iktidarıyla çıkmadığı gibi, alt kata da kendi iktidarıyla inmemektedir. Bununla beraber asansörün nereye gideceğinin tayini, içindeki şahsın iradesine bırakılmıştır.

 

İnsanın kendi iradesiyle yaptığı bütün işler, bu ölçüyle değerlendirilebilir. Mesela; cenab-ı hak, meyhaneye gitmenin haram, camiye gitmenin ise faziletli olduğunu insanlara bildirmiş bulunmaktadır. İnsan bedeni ise kendi iradesiyle, misaldeki asansör gibi her iki yere de gitmeye müsait bir yapıdadır.

 

Kainattaki faaliyetlerde olduğu gibi, beden içindeki faaliyetlerde de insanın iradesi söz konusu olmamakta ve insan bedeni, kanun-u külli adı verilen ilahi kanunlarla hareket etmektedir. Fakat onun nereye gideceğinin tayini, insanın irade ve ihtiyarına bırakılmıştır. O hangi düğmeye basarsa, yani nereye gitmek isterse, beden oraya doğru hareket etmekte, dolayısıyla da gideceği yerin mükafatı veya cezası o insana ait olmaktadır.

Dikkat edilirse, kaderi bahane ederek, “benim ne suçum var” diyen kişinin, iradeyi yok saydığı görülür.

 

Eğer insan, “rüzgarın önünde sürüklenen bir yaprak” ise, seçme kabiliyeti yoksa, yaptığından mesul değilse, o zaman suçun ne manası kalır? Böyle diyen kişi, bir haksızlığa uğradığı zaman mahkemeye müracaat etmiyor mu?

 

Halbuki, anlayışına göre şöyle düşünmesi gerekirdi: “bu adam benim evimi yaktı, namusuma dil uzattı, çocuğumu öldürdü, ama mazurdur. Kaderinde bu fiilleri işlemek varmış, ne yapsın, başka türlü davranmak elinden gelmezdi ki.”

 

Hakkı çiğnenenler gerçekten böyle mi düşünüyorlar?

 

İnsan yaptığından sorumlu olmasaydı, “iyi” ve “kötü” kelimeleri manasız olurdu. Kahramanları takdire, hainleri aşağılamaya gerek kalmazdı. Çünkü, her ikisi de yaptığını isteyerek yapmamış olurlardı. Halbuki hiç kimse böyle iddialarda bulunmaz. Vicdanen her insan, yaptıklarından sorumlu olduğunu ve rüzgarın önünde bir yaprak gibi olmadığını kabul eder.

 

5- Duanın çeşitleri var. Mesela sizin yarın bir imtihanınız var. Bu imtihanın duası çalışmaktır. Buna fiili dua denir. Çalışmayı yaptıktan sonra ellerinizi kaldırır “ ya rabbi bana hayırlısını nasip et” demeniz sözlü bir duadır. Safi ve halis bir şekilde ve neticeye kanaat ederek dua etmek gerekir. Çünkü, bazen istediğimiz bir şeyin hakkımızda hayırlı olmayacağını Allah bilir fakat biz bilemeyiz. Sonsuz rahmet sahibi Allah’ımızda bunun hayırlı olmayacağını bildiğinden dolayı, farklı bir şekilde kabul eder. Hazreti Meryem validemizin doğma vaktinde annesi O’nu mescide adar. Ve O’nun erkek değil kız olduğunu görünce epey şaşırır ve üzülür. Alimlerimiz bu durumu misal getirerek derler ki, Allah muhakkak yaptığımız duaları kabul eder. Bazen daha farklı ve daha güzel bir surette kabul eder. İşte Hz. Meryem 100 erkek değerinde bir kız. Allah annesinin duasını kabul etmedi denilmemeli. Aksine daha güzel bir surette kabul etti denilmelidir. Bazen de dünyada hiç kabul edilmedi zannedilir. Fakat cennette daha ulvi ve güzel şekilde kabul edilir.

 

Bu açıklamalara göre hayırlı eş için hem dini ölçülere göre araştırmak hem de dua etmek bizim görevimizdir.

Selam ve dua ile...

Sorularla İslamiyet Editör

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu yukardaki konu ile ilgili insanlar ikiye ayrılıyor.Bir kısım insan tamamen hiç çaba göstermeyip zaten kaderimizde olanı yaşarız diyenler yani olan biten herşeyden sonra kaderimizde vardıda yaşadık kafasını kullanmayıp herşeyi kadere bağlayanlar,ikinci kısım olanlar ise Allah-u teala bize bir akıl vermiş bunu kullanabiliriz biraz dua ile biraz çaba göstererek bişeyler yapabileceğini gösteren insanlardır ki bende bu gruba giriyorum.(yanlış anlaşılmasın kadere tabiki inanıyorum ama kaderin yanısıra aklın ve çabanında kullanılmasını düşünenlerdenim)buna şöyle bir deyimle örnek vericem eşeğini sağlam kazığa bağla daha sonra Allaha emanet et.

Share this post


Link to post
Share on other sites

http://www.ilmedavet.com/index.php?sand=videoin&lim=7

 

Kadere İman

Kader hakkında zihinleri meşgul eden bir çok sorunun cevabını bulacağınız, Kader meselesini mesele olmaktan çıkaran müstesna bir eser ve kendi alanında hazırlanmış ilk görsel çalışma. (6 VCD)

 

"Marmara eğitim tarafından yapılan bu eserler hiçbir ticari amaç güdülmeden imana ve Kur'an'a hizmet maksadıyla hazırlanmıştır. Bu eserlerin satışından elde edilen gelir ise yeni eserlerin yapımında ve bu hakikatlerin insanlara ulaştırılmasında kullanılmaktadır. Eğer imkânınız varsa bu eseri satın alarak hem daha kaliteli bir şekilde izleyip hem de bu hizmete bir kuvvet verebilirsiniz."

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...