Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Ali NFK

Üye
  • Content Count

    750
  • Joined

  • Last visited

Community Reputation

8 Nötr

About Ali NFK

  • Rank
    müdavim

Profil Bilgisi

  • Cinsiyet
    Erkek
  • Nereden
    Başyücelik
  • İlgi Alanları
    Edebiyat-Tasavvuf-Tarih
  1. Tevfik Fikret'in, Abdülhamid Han'ın Yıldız Camii'nde yapılan suikasttan kurtulması üzerine, kaleme aldığı şiiri... "Bir anlık duraklama" ismiyle de bilinir. Bir Lahza-i Taahhur Bir patlama... bir duman... ve bütün bir şenlik alayı, Sahnelediği oyunu seyreden kalabalık; haşin, azgın Tırnaklarıyla bir kahredici elin, didik didik, Yükseldi havaya bacak, kelle, kan, kemik... Ey yüce patlama, ey öc alıcı duman, Kimsin? nesin? bu saldırıya iten ne, sebep ne? kim? Arkanda bin meraklı bakış ve sen yoksun, Görünmeyen bir eli andırıyorsun, kurtarıcı. Sesinde o öfkenin o korkunç yıldırımı var ki Her yerde hak ve kurtuluş duygusunu tetikler. Vuruşunla kahredici ayağı titrer zorbalığın, En gururlu, görkemli tâcı sarsar yaklaşışın. Silkip yüzyılların boyunlarındaki ilmiklerini, en çetin Bir uykudan uyandırır milleti dehşetin. Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın! Attın... ama yazık ki, yazıklar ki vuramadın! Dursaydı bir dakikacık (bu hep) geçen zaman, Ya da o durmasaydı o tâlihsiz taç, Kanlarla bir cinâyete pek benzeyen bu iş Bir iyilik olurdu, benzeri yüzyıllarca geçmemiş. Ancak, rastlantı... âh o güçlülerin dostu, Güçsüzlerin, zavallıların değişmez düşmanı, Birden yetişti etkisiz kılmaya, bu yakıcı planı, Söndürdü bir nefeste bu parlak umudu; Yazdı, alay etmek için bilinçsiz yazgı, Zulüm tarihine bir övünme önsözünü. Kurtuldu; hakkıdır, alacak şimdi öcünü; Ancak; unutmasın şunu (ki) alçaklığın tarihi: Bir milleti çiğnemekle bu gün eğlenen (alçak) Bir anlık gecikmeye borçlu bu keyfini Tevfik Fikret Bu zındık, Abdülhamit öldürülemedi diye ağıt yaktı! 1904 yılları başlarında Sofya’da Ermeni Komitesi toplandı. Burada İzmir ve İstanbul şehirlerinde bir takım olaylar çıkarma, suikastler yapma kararı alındı. Hristifor Mikailyan isimli bir komiteci Rus Yahudi pasaportuyla sahte Samuel Fayn adıyla İzmir’e geldi. Oradan da İstanbul’a geçti. Ermeni haklarına engel olan Sultan Abdulhamit’i ortadan kaldırmayı planladı. İstanbul Rus Sefarethanesinden aldığı tavsiye mektubuyla “ selamlık resmi “ ne girerek orada incelemelerde bulundu. Sultanın geçiş güzergâhını ve zamanlamasını tespit etti. Hemen bomba siparişi verdi. Parayı alan şahıs ortadan kayboldu. Bunun üzerine Ramazan ayının 15’inde iki komitecinin padişahı silahla yok etmesi için görevlendirildi. Yol üzerinde iki ev kiralandı. Fakat sultan o gün Çırağan’a Yıldız bahçesinden geçtiği için kurulan tuzak boşa çıktı. Bu sefer Mikailyan Yıldız Camiine her cuma sultanın gittiğini öğrendi. Bunun üzerine hazırlık yaptı. Sultan camiden çıktıktan sonra bir dakika kırk iki saniye sonra saltanat arabasına vardığını tespit etti. Bunun üzerine Viyana “ Nessedorfer “ araba fabrikasına içine saatli bomba yerleştirilen özel araba siparişi verdi. Bu araba Dolmabahçe Vapuru ile İstanbul’a getirildi ve gümrükten geçirildi. Sonra bu araba denemeye tabii tutuldu. (9.araba resmi) birden patladı. Komiteci Mikailyan öldü. Diğer üyeler Safo, Asot, Tarkom, Mari olayı üstlendiler ve bu işin neticelenmesine karar verdiler. Bu kararın uygulanmasına, Filistin den istedikleri toprağı alamayan Yahudilerde her türlü desteği vermekteydi. Bir ara Yahudi Teoder Herzl’i bu taletten dolayı huzurundan kovduğu için sultanı ortak düşman ilan ettiler.[bu konuda geniş bilgi için Siyonizm ve Türkiye Doç.Dr.Y.Kutluay Konya,l967 de bulabilirsiniz]Çünkü Yahudilerde Abdulhamidi yok etmek niyetindeydi. ŞEYHÜLİSLAM CEMALETTİN EFENDİ, YOLUNU KESTİ “Cuma Selamlığı” merasimi esnasında, yolun iki tarafı muhafızlar ve Devlet adamları çevreyi kordon altına aldılar. Sultan, Cuma Namazı için Yıldız camiine geldi. İkinci katta “Hünkâr Mahfili”denilen kısımda namazını kıldı. Merdivenlerden bahçeye inerken, tesadüfen Şeyhülislam Cemaleddin Efendiye rastladı. Ona iltifat etti. Bir kaç dakika ayaküstü onunla sohbet etti. Tam bu anda, büyük bir gürültüyle patlama oldu. Atların parçaları, bazı insanların kol ve bacakları havaya fırladı. Caminin camları kırıldı. Herkes Camiye kaçtı. Sultan ise soğukkanlı bir şekilde olanları olduğu yerden takip etti. Sonra Saltanat arabasına doğru geldi ve: -“Burayı kordon altına alın” diye bağırdı. Merasimi idare eden subaya döndü: -“Hadi neden duruyorsun, selam emrini verdir” dedi ve oradan ayrıldı. Bunun neticesinde ise üç asker, halktan da yirmi üç kişi öldü, sekiz kişide yaralandı. Olaya karışanlardan bazıları yakalandı. Bunun üzerine, Tevfik Fikret, Ermenilerin”Kızıl Sultan”diye düşman ilan ettiği Sultanı suçlayarak… “Ey şanlı avcı, damını bi Hüda kurmadın, Attın, fakat yazık ki, yazıklar ki, vuramadın. Dursaydı bir dakikacağız devr-i bi-sukun Bir hayır olurdu, misli asırlara geçmemiş” diyerek Ermeni ve Yahudiler lehine, Sultanın ölmeyişinden dolayı aleyhine üzüntülerini bildirmiştir Talat ve Cemal Paşalar da. Tutuklu olan Ermenilerin kurtulması için Mahkemeye baskı yapmışlardır. Ne garip tecellidir ki, yıllar sonrası bu iki paşa, yurt dışında iken Ermeni kurşunlarına hedef olup, ölmüşlerdir. 26 kişinin öldüğü, 58 kişinin yaralandığı ve 20 atın parçalandığı suikast girişimi, Sultan Abdülhamit’i öldüremediği için başarısız olunca, dönemin şairlerinden Tevfik Fikret yazdığı "Bir Lâhza-i Taahhur - Bir anlık duraklama" şiiriyle, adeta suikastın başarısızlığına üzüntüsünü dile getirmişti. AVRUPA VE RUSYA’DAKİ ANARŞİSTLERLE TEMASA GEÇİLDİDoğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan kurmaya çalışan Ermeni Komitacıları karşılarında en büyük engel olarak gördükleri Padişah II. Sultan Abdülhamit’i öldürmek istemişlerdi. Kendileri bu işte yeteri kadar tecrübeli olmadıklarından, Avrupa ve Rusya’daki uluslararası anarşistlerle ilişki kurmuşlar, onlardan Abdülhamit’in öldürülmesi konusunda yardım ve destek sağlamışlardı. BELÇİKALI ÜNLÜ ANARŞİST JORRIS, İSTANBUL’A GETİRİLDİ Bu iş için özel olarak İstanbul’a gelenlerden biri de Belçikalı ünlü anarşist Edward Jorristi. O dönemde anarşizm bütün dünyayı sarmış, suikasta uğramayan hükümdar ya da cumhurbaşkanı hemen hemen kalmamıştı. Şimdi sıra II. Abdülhamit’teydi. Edward Jorris, göze çarpmamak için Singer şirketine memur olarak girmiş, Padişahın cuma selâmlıklarını büyük bir dikkatle izlemeye başlamıştı. Abdülhamit, cuma günleri Yıldız camisinden çıktıktan sonra, 1 dakika 42 saniyede arabasının yanına gidiyordu. Birkaç cuma selâmlığını gözleyen Jorris, bu sürenin hiç değişmediğini. Padişahın bir saat düzeni içinde bu yolu, daima 1 dakika 42 saniyede aldığını görmüştü. Suikastı hazırlayan örgüt oldukça genişti. Jorris’ten başka, Rusya’dan gelen Kristofor Mikaelyan ve kızı olarak tanıttığı Robina, Hacı Nişan Minasyan, Mıgırdıç Serkis Garibyan, Karabet Ohanesyan, Vahram Sabun Kendiryan, Silviyoriçi, Sari Torkom, Trase Yuvanoviç bu örgütün belli başlı üyeleriydiler. GALATA KÖPRÜSÜ VE TÜNEL DE HAVAYA UÇURULACAKTI Hazırlanan plana göre, Yıldız camisi önünde bomba patlatılıp II. Abdülhamit öldürüldükten sonra, Galata Köprüsü, Tünel, yabancı banka ve kurumlar havaya uçurulacak, yabancı devletlerin işe karışmaları sağlanacaktı. Filibe şehrinde Ermeni Komitacıları büyük bir toplantı yapmışlar, bu toplantıya Slav ve Siyonist örgütleri de katılmıştı. Pro Armenia gazetesi başyazarı Pirkiyar da bu toplantıda bulunanlar arasındaydı. Yapılan görüşmeler sonunda plan hazırlanmış ve II. Abdülhamit’in Yıldız camisinden çıkarken öldürülmesi kararlaştırılmıştı. Gerçek adı Kristofor Mikaelyan olan fakat Samuel Fayn takma adiyle dolaşan Rus Ermenisi, Viyana’da Neseldorfer Wagenbefcu Fabriks Geselschaft firmasına bir fayton yaptırmış ve bunu parça parça Türkiye’ye sokmuşlardı. Deniz yoluyla gelen faytonun parçalarını İstanbul’da komitenin adamı Silviyoriçi alıyor, muayenesiz geçmesi için de gümrük memurlarına para yediriyordu. 80 KİLO PATLAYICI VE 20 KİLO DEMİR İçine patlayıcı madde yerleştirilecek biçimde yaptırılan bu araba, bir araya getirildikten sonra, Şişli dışında denenmiş, amaca uygun bulunmuştu. Faytona 80 kilo patlayıcı maddeyle 20 kilo demir parçası konmuş, arabaya koşulacak atlar da, o dönemin ünlü tiyatrocularından "Kel" Hasan Efendi’den satın alınmıştı. "Machine İnfernale-Cehennem Makinesi" adı verilen ve bombayı istenilen zamanda patlatacak olan araç, Fransa’dan getirtilmişti. Bütün bunlar tamamlandıktan sonra, 21 Temmuz 1905 cuma günü fayton, Abdülhamit’in dört at koşulu arabasının yanına bırakılmış, Padişahın camiden dışarıya çıkması beklenmeye başlanmıştı. MİKAELYAN DA ÖLÜLER ARASINDAYDI Abdülhamit, caminin kapısında görününce Kristofor Mikaelyan ve kızı olarak tanıttığı Robina, Cehennem Makinesini çalıştırarak, bomba 1 dakika 42 saniye sonra patlayacak duruma getirilmişti. Fakat Padişah, kapı önünde Şeyhülislâm Cemalettin Efendiyle konuşmaya dalınca, süre dolmuş, Abdülhamit ölümden kurtulmuştu. Suikast amacını gerçekleştirememişti ama, tam 26 kişi ölmüş, 58 kişi de yaralanmıştı. Ayrıca, 17 arabayla 20 at da parçalanmıştı. Cehennem Makinesini çalıştırdıktan sonra kaçamayan Kristifor Mikaelyan da ölüler arasındaydı. ÇOĞU YURT DIŞINA KAÇTI, MİNASYAN TUVALETTE KARNINI DELEREK İNTİHAR ETTİ Suikastçılardan birçoğu yabancı pasaport taşıdıklarından yurt dışına kaçmışlardı. Fakat Edvard Jorris yakalanmıştı. Arabanın parçaları arasında bulunan Neseldorfer kelimesiyle 11123 rakamı, olayın aydınlanmasını sağlamış, konuşmamakta direnen Edvard Jorris de her şeyin ortaya çıktığını görünce, bütün bildiklerini anlatmıştı. Suikastçılardan Hacı Nişan Minasyan, sorgusu sırasında gittiği yüznumarada, teneke ibrikle bilek damarlarını ve karnını yırtarak intihar etmiş, geri kalanlar idam cezasına çarptırılmışlardı. EDWARD JORRIS BAĞIŞLANDI, PADİŞAHIN AJANI OLARAK ÇALIŞTI Abdülhamit, Edward Jorrisi bağışlamış, ayrıca kendisine 500 altın vermişti. Jorris, daha sonraları Avrupa’da Abdülhamit’in bir ajanı olarak çatışmış, saraya önemli raporlar göndermiştir. Abdülhamit’in Ermeni Komitacıları tarafından öldürülememesi, nedense Tevfik Fikreti pek üzmüş ve bu üzüntüsünü "Bir Lâhza-i Taahhur - Bir anlık duraklama" adlı şiirinde şu mısralarla belirtmişti: “Ey şanlı avcı, damını bi Hüda kurmadın, Attın, fakat yazık ki, yazıklar ki, vuramadın. Dursaydı bir dakikacağız devr-i bi-sukun Bir hayır olurdu, misli asırlara geçmemiş.” Kaynak
  2. 5. Perde İbrahim Ethem gömleğinin söküklerini dikiyor. BALIKÇI - Ver de söküklerini ben dikeyim... Dakikalardır uğrasıyor, bitiremiyorsun! İBRAHİM ETHEM - Nefsimi mesgul etmeğe bakıyorum. O beni mesgul edeceğine ben onu mesgul edeyim... Mümkün olsa da bir yandan söksem, bir yandan diksem... (Balıkçı merakla ibrahim Ethem'e sokulup kumluğa oturur) BALIKÇI - Kuzum, nedir senin su nefs dediğin?.. Senden baska bir sey mi?.. İBRAHİM ETHEM - (Hep dikisle mesgul) O, hem ben, hem benden baska bir sey... BALIKÇI - Nasıl olur? İBRAHİM ETHEM - Basbayağı olur! BALIKÇI - Ben balakçıyım, Benim kayığım dediğim zaman, kayık ayrı ben ayrı değil miyim?.. İBRAHİM ETHEM - Nefse gelince is değisiyor. O, hem sen' oluyor, hem de senin dısında bir sey... Sende ne varsa onlara benim suyum, benim buyum demiyor musun?.. Benim elim; benim ayağım, benim basım... (Cosar) Ya sen nerdesin? Sendeki her sey ayrı ayrı senin olunca sen neredesin?.. Bendeki her sey, benim, benim diye sayıp tükettikten sonra ben neredeyim?.. BALIKÇI - Aklımı oynatma benim!.. İBRAHİM ETHEM - Aklın oynasın da altından çıkanı gör! BALIKÇI - O zaman nefs mi çıkar meydana?.. İBRAHİM ETHEM - Nefs çıkar! Senden kopar, Olancâ marifetiyle karsına dikilir. Köpeğe benzer, akrebe benzer, yılana benzer. BALIKÇI - Nefs ruh mu yoksa? İBRAHİM ETHEM - Ne gezer!.. Ruhun karsılığı, ters tarafı... Allah, gecenin karsısına gündüzü diktiği gibi, kalbimize nefs ile ruhu islemis... Kalb'ın toplayıcı hakikatı doğmus... O da, ben dediğin seye ayna olmus... BALIKÇI - Ne derin sır!.. Vesselam
  3. TABLO 1 (Kaval sesleri ile açılan perde... ön sahne... Sağda birkaç mezar taşı... Solda kuru bir ağaç...) (Mezar taşlarının yanında, bir kaya parçası üzerinde, çoban kaval çalıyor. Soldan ağır adımlarla derviş gelir. Derviş yavaş yavaş çobana doğru yürür. Çoban ona bakmaz ve kavalını çalmakta devam eder. Çoban dervişi önünde görünce kaval çalmayı keser.) Derviş — Akşamın bu vaktinde ölüleri mi ağlatıyorsun? Çoban — Ölüler ağlar mı imiş? Derviş — Hem de nasıl? Taştan su kaynar gibi ölü kemiklerinden göz yaşı sızar. Çoban — Ben ağlamayı, yaşayanların işi bilirdim. Derviş — Ölüler, yaşadıklarını sananlardan daha çok ağlarlar. Göz yaşı kaldı mı ki, şimdi yaşayanlarda? Çoban — Doğru! Yürekler katı, gözler kuru şimdiki dünyada... Derviş — Şimdiki dünyada insan, birbirini yiyen canavar... Yılan olsun, akrep olsun, sen hiç aynı cinsten olup da birbirini yiyen hayvan gördün mü? Çoban — Ben çobanım! işim hayvanlarla... Böylesini görmedim. Derviş — Aman, işin hep hayvanlarla olsun!... Bir aç sırtlana derdini anlatabilirsin de bir moğola söz geçirebilir misin? Bir moğolla bir sırtlanı yan-yana koy! Hangisinin gözünde merhamet ötekinden daha belirli?... (Eliyle istikamet göstererek) Aras suyundan Sakarya kıyılarına kadar her tarafı kana boyuyorlar. Çoban — Buralardan da geçtiler. Derviş — Ne yaptılar? Çoban — Ellerinin değdiği her şeyi kuruttular. Yeşil yaprağı sarıya, pembe yüzü toprak rengine çevirdiler. (Yakın mesafeden bir dörtnal sesi... Çoban ayağa kalkar, ikisi birden sol taraf istikametinde nal seslerinin geldiği yere bakarlar.) Derviş — Bir süvari? Çoban — Altında cins bir at... Derviş — Kılığı da beyzade olduğunu gösteriyor. (Nal sesleri kesilir. Uzun durak...) Çoban— İşte indi. Atını ağaca bağlıyor! Derviş — Buraya gelecek... Çoban — Geliyor! Derviş — (Gözleri hep süvarinin geldiği istikamette) Ne güzel delikanlı! Hali de garip. Başka bir diyarın adamı galiba... (Soldan Buhara'lı beyzade kılığında, 25 yaşlarında, Yunus Emre görünür. Siyah, gayet ince ve hafif çizmelerinin üstüne düşmüş kırmızı ipek şalvarlı, beyaz ipek kaftanlı ve tepesinde küçük bir sorguç ışıldayan burma sargı serpuşlu... Sağ elinde bir kırbaç... Bir kaç adım atarak durur.) Yunus — (Kendisine dikkatle bakanlara) Es -Selâm!.. Derviş — Ve Aleyküm üs-Selâm, delikanlı? Yunus — (Kırbacı ile mezar taşlarını göstererek) Burası da ne? Çoban — Mezarlık... Yunus — Bu köyünde mi kapısında mezarlık?.. Çoban — Başka türlüsü olur mu? Yunus — (Hakim bir eda ile) Ben işte o olmayanı arıyorum! (Derviş ve çobanda hayret... Birbirlerine bakarlar. Durak...) Derviş — (Yunus'a) Sen garip bir insana benziyorsun, delikanlı! Yaklaş bakalım, yaklaş da halleşelim!.. (Yunus bir kaç adım daha atıp yaklaşır. Dervişi bekler. Durak-.) Derviş — Aradığın neymiş senin? Yunus — Mezarlığı olmayan köy... Derviş — Gecesi olmayan gündüzü arasan daha iyi etmez misin? Yunus — İşte onu arıyorum zaten! Derviş — öyleyse atla atına da koş güneşin peşinden!.. Bakalım onu yerinde mıhlayabilecek misin? Yunus — Belki... Derviş — Sen bir deliye benziyorsun!.. Yunus — Sen de ötelerden haber veren bîr veliye benziyorsun! Kimsin sen? Derviş — Hakir bir derviş... Ya sen kimsin? Yunus — Dertli bir garip... Derviş — Nereden geliyorsun? Yunus — Çok uzaklardan... Horasandan... Derviş — Sen bir beyin oğlu olsan gerek... Sırma kaftanlı bir beyin oğlu... Yunus — Şu anda, mezarda kefeni bir dilencininkinden farksız bir beyin oğluyum. Bir zamanlar sırma kaftan giyen bir beyin oğlu... Ülkemizi bıraktık, yâd ellere düştük. Derviş — Ne oldu da bıraktınız ülkenizi? Moğol talanının silip süpürdüğü bir diyardan başka yer bulamadınız mı? Yunus — Moğollar yüzünden göç ettik buralara... Buralarda da Moğolların içine düştük. Yolda Moğollar, babamı, anamı, kardaşlarımı gözümün önünde kestiler. (Sol tarafı gösterir) Ben şu hayvana atlayıp kaçabildim. Aylardır yollardayım. O köy senin, bu köy benim... Derviş — Mezarlığı olmayan köyü arıyorsun! Yunus — Mezarlığı olmayan köyü arıyorum! Derviş — Orada ne yapacaksın? Yunus — Ölümsüzlüğe ereceğim! Derviş — Öyle bir yer bulabileceğini sanıyor musun? Yunus — Evet! îstenen her şey bulunur. Bulunmayacak olan istenemez! Düşünülemez ki istensin... Derviş — (Yunusu baştan ayağa süzerek) Sen benden daha fazla dervişliğe yakınsın! Adın nedir? Yunus — Yunus... Derviş — Bey kılığı içinde, bey sorgucu altında, derviş Yunus... Hiç bu kılıkla ölümsüzlük aranır mı? Yunus — ölümsüzlüğü aramanın kılığı mı var? Derviş — Elbette var... Yalın ayak, başı kabak... ölümsüzlüğü böyle ararsan belki bulursun... Bir de... Derviş — Mezarlığı olmayan köyü, dışında değil, içinde arayacaksın! Diyelim ki, onun ismi erenler köyü... Ona dışındakilerden yol sorma, içindekilerden sor! Yunus — içime saplanacak olursam bir daha çıkamam, içim ölüm dolu, karanlık dolu... (Işıklar yavaş yavaş kararmağa başlar.) Derviş — içine saplan, içine saplan! Karanlığa daldıkça dal, daldıkça dal! (Sahne kap - karanlık...) Dervişin Sesi — Tam dibe varacağın zaman nuru bulacaksın!
  4. ASYACILIK · İslâm inkılâbının günlük politika üstünde, iç oluşu dışarıya doğru örnekleştirici, bütünleştirici ve kadrolaştırıcı büyük siyasî, millî, ruhî dâvası Asyacılıktır. · İşte bu en hassas nokta üzerinde. Büyük Doğu mefkuresinin, Büyük Şark, yani Büyük Asyayı kucaklayan mâna şubesinden pırıltılar toplanmakta; ve isim delâletimizin temel direklerinden biri, tepesinde en aydınlık bir vuzuh feneriyle meydana çıkmaktadır. Evet; Büyük Doğu mefkuresinde, esas bakımından bütün bir ruh muhtevasına istinad eden Büyük Doğu isminin mekân ve saha delâleti, sadece Büyük Asyadır. Geriye kalan dünya, zıt ve düşman saha… · Büyük Asyaya. esasta bizzat Büyük Asya bulunmak üzere Afrika dâhildir. Avustralya, zıt ve düşman sahaya tâbi, dâva yönünden küçük, şahsiyetsiz ve uydurma bir sahadır; geriye kalan Avrupa ve Amerika ise, zıt ve düşman sahanın tâ kendisidir. · Aslında koskoca insanlığa şâmil dâvamızın, belli başlı bir mekân ve saha hükmiyle Asya üzerinde kümelenmesi ve bir bölüm zoruna düşmesi şu yüzdendir kî, bütün beşeriyet vak'ası, zâhirde, Asya mekânında tecellî eden ruhla Avrupa mekânında zuhura gelen ruhun çarpışmasından ve dünyayı iki vazıh bölüme ayırmasından ibarettir. · Ve işte bu bölüm, dâvaya teşmil plânının ifadesi değildüşmanı tesbit zaruretinin, kendi kendimizi kadrolaştırmak ve tek vâhid halinde bütünleşip manada ve maddede hesaplaşmak için bize yüklediği bir tefrik icabıdır. Yoksa dâva. kâinat çapındadır; ve bu davayı, mazideki tantanalı seyrinden, Garbın (Rönesans) hamlesinden ve bilhassa müspet bilgi aletlerininhakimiyet devrinden sonra mağlûp gösteren biricik müessirde yalnız Avrupadır. Demek ki, tefrik mecburiyeti, zıt ve düşman saha tarafından çekilmiş, Çin Şeddi yerine bir Frenk seddinden doğuyor. Asyayı Avrupa'ya karşı bütünleştiren ve bir encam birliği içinde kadrolaştıran, dolayısıyla yine Avrupa oluyor. · Bütün ruh çilelerinin doğuşiyle beraber, topluluklarının ve eserinin doğuşunu temsil eden Şark , manada ve maddede ufukları kervansaraylarla donatır insanoğlunun biricik haysiyet ve hikmeti olan din ihtiyacını, hak ve bâtıl her şubesiyle örnekleştirirken. Garp, tepeden inme Eski Yunan harikasından ve onun peşi sıra Roma nizamından sonra, yabanî domuzlar gibi ağaç köklerini kemirerek yaşıyor; ve Şarka kâinat çapında aslî rengini bahşedici İslâmiyet'in milyon kere milyon kandili avizesine çipil gözlerle bakıyordu. İşte bu Garp, yine Şark kaynaklı hak din olan İsa Peygamber yolunun nurunu kaybedip. artık o yol Allah tarafından kapatıldıktan ve yenisi ve daimîsi açıldıktan 8 asır sonra, Hıristiyanlık hassasiyetini, Yunan tefekküriyeti ve Roma hayatiyeti içinde pişirme muamelesine girişmiş, bu muameleyi yine Medeniyetinin kütüphanesinden faydalanarak yapmış ve ancak bu sayede Eski Yunan izlerini bulabilmiş; ve neticede eşyayı semerelendirme ve aletleştirme dehâsına ererek, korkunç bir madde hâkimiyetiyle ortaya çıkmış, hakikatta İslamiyetin emri olan bu ulvî borcu ihmale giriftar Şarkın karşısına dikilmiş, ona karşı en büyük hınçla taarruza geçmiş ve onu birdenbire afallatıp bugünkü haline kadar getirmiştir. · Şarkın bugünkü hali, sadece bir mamul eşya pazanndan ibaret bulunan ve nsanoğlunun imtiyazlar kâdrosunu temsil eden Garp nam ve hesabına ırgatlık etmeye. ağır rençberlik emeğini onun fikir hakkiyle değiştirerek Garp mahsullerini atmaya, böylece tek bir kement içindeki manda sürüsü gibi yaşamaya, bütün suçu kendi eski altın şahsiyetinden ve dininden bilmeğe, eğer canı çekerse Garbı taklit etmeye ve büsbütün maymunlaşmaya ve kendi özünü tahrip etmeye, nihayet Garp (Mandaren) lerinin besleyici ve gıda yetiştirici daimî esirler sahası halinde bu tefriki hep muhafaza etmeye mecbur tutulmasıdır. · Başlıca metod halinde biricik gıda ve istismar pazarı olan Şarki asla gerçekten uyandırmamak, üstelik kendisine özendirip büsbütün mazideki şanlı dâvasından uzaklaştırmak ve böylelikle Şarkın içinde bulacağı sahte kurtarıcılar vasıtasıyla onu ebediyen esaret plânında mıhlı tutmak emelini güden Garp, İslâmiyeti gerçekten temsil edici bir hamlenin, Garp marifetini Şark ruhiyle evlendirmesinden, Büyük Asya'ya böyle bir hârika örnek hazırlamasından, sonra onu bu örnek etrafında teşkilâtlandırıp: Batıya yöneltmesinden ve bin bir madde hokkabazlığı içinde tam bir ruh iflâsına düşmüş Garbı birdenbire tasfiye etmesinden çok korkar. · Garbın bu kâbusunu tamamiyle gerçektestirmekten ve (aksiyon) dünyasına çıkarmaktan başka bir şey olmıyan İslâm inkılâbının Asyacıhk dâvasınca. Büyük Asva, yegâne beşerî kurtuluş müeyyidesi İslamiyetin manivelâsına en mükemmel istinat noktasıdır. · Bu ölçülere göre, Garbın bütün aletler (bonmarşe) sini esrarengizlikten çıkarmış ve nefsine gerçekten mal etmiş bir ruhla Avrupalının karşısına Asyalı olarak dikilmek, beklediğimiz yepyeni fert ve cemiyet hesabına ne büyük bir şeref ifadesidir! · Bu yüzdendir ki, İslâm inkılâbının Asyacılık davası, müsbet Garbı, olduğu gibi Garplının elinden almak ona malik bulunmadığı ruhu ilâve etmek ve birdenbire bütün Asya'ya teşmil edip sun’i ve zalim cihan (Mandaren) lerinin karşısına, hem keyfiyet ve hem kemiyette en galip kadrosiyle çıkartmak gayesinin mekân ideali olarak en aziz meselelerimizden biri ve belki başlıcası oluyor. · Şu var ki, bugün komünizmanın milyarlık Çin'i içinden ve dışından kuşatmış bulunması, bizim Asyadan beklediğimizi komünizmaya nasip olmuş gibi göstermekteyse de, içyüzlere inenlerce bu görünüş günübirlik bir baskı eseri olmaktan ileriye geçemez; ve asıl İslâmî fikriyatın, bir gün muazzam sarı ırk sahası üzerinde temelleşmesi ihtimalidir ki, dâvayı yarı yarıya halledebilir. Asrımızın şartlarına göre bu ihtimal muhale benzese de Asyacılık dâvasında istikâmet daima budur ve rüyamız daima bu olmalıdır. İdeolocya Örgüsü / Beklediğimiz İnkilabın Yönleri
×
×
  • Create New...