Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

gece güneşi

Editor
  • Content Count

    162
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by gece güneşi


  1. Aney

    Bu akşam aklıma yine sen geldin

    Dersi bıraktım çalışamadım.

    Saat 1'e geliyordu Aney, yatamadım

    Uyku gözüme girmedi

    Sen bu saatlerde benim beşiğimi sallardın

    Uykunu harab ederdin benim için

    Ağladığım zaman, sancılandığım zaman

    Kalkardın, süt verirdin, nane kaynatırdın

    Aney, canım aney, kurban aney

    Hayalin önümde şimdi anıt gibi durur

    Sen şimdi leğenin başına oturmuş, hamur yoğuruyor

    Yarın ekmek yapacaksın, akşama kadar

    Gözlerin tezek dumanından yaşaracak

    Alnında ter bulgur bulgur kabaracak

    Sıcak bazlamalar yapacaksın.

    Ben orda yokum ağlayacaksın

    Ağlama Aney ağlama, gündür bu, nasıl olsa geçer

    İnsan insana tez kavuşur.

    Ben sizi hiç unutmadım, hiç unutmayacağım

    Ben okuyorum Aney okuyorum mühendis olacağım

    Sana yeni yeni avizeler alacağım

    Dedim ya okuyorum mühendis olacağım

    Mektubunda diyorsun ki; bu gece çiğ köfte yaptık

    Lokmalar boğazımdan geçmedi

    Her sofraya oturuşumuzda senin yokluğun belli oluyor

    Biliyorum Aney biliyorum, Senin kalbin ipek gibidir

    İncedir, yufkadır, benim yokluğuma dayanamazsın

    Özledim diyorsun benim için.

    Ben de özledim seni

    Babamı da, bacımı da, gardaşlarımı da

    Karayazılı memleketimi de

    epinizi özledim, özledim ama gel gör ki

    Kader bu elvermiyor, ne yapacaksın

    Rıdvaniye'de sela şimdi

    Sisleri perde perde dağıtan bir ses

    Sonsuzda Allah'a ulaşan bir yankı

    Bir ezan sesiyle uyanır insanlar, yorgun gecede

    Uyanır herkes

    Köyden şehire saman taşıyan

    Deve kervanları gelir bu saatte

    Çıngırak sesleri geceyle gündüzü birleştirir

    Sabah olur, babam erkenden işe gider

    Aney evimiz yine o yokuşta mı?

    Dar sokaklar, taş duvarlar arkasında mı?

    Eskisi gibi yıkık dökük mü gene?

    Ah! Aney Ah! unuttum inan evimizin şeklini

    O ev denen köstebek yuvalarını

    Kerpiç damları, kuyu suyunu, sıra gecelerini,

    Bağ yapılarını...

    Yağmur dualarının anılarını yitirdim

    Hele sen buraya bir gel de gör

    Sonsuza uzayan gökdelenleri, sıra sıra taksileri

    Geceleri renk renk ışıkları, denizde vapurları

    Balıkçıları, kızları, erkekleri, insan selini

    Ama benim hiç birinde gözüm yok

    Ne kızlarında, ne taksilerinde, ne de gökdelenlerinde

    enim aklım sizde ve memleketimde...

    Ben okuyorum Aney, okuyacağım,

    Göreceksin bak mühendis olacağım.

    Bizim orda, Ezo gelin, türkü türkü uzanır

    Düğünlerde davullar vurulur

    Zılgıtlar çalınır, lorke, delilo oynanır

    Böylesine gitar denen çalgıyla

    abahlara kadar ye ye ye diye bağırmazlar

    Değil mi Aney

    Hani yaz geldi mi, evimizin o küçücük penceresine

    Bir çift yusuf tutan kuşu konar ya,

    Hani asmamız üzüm tutar, sumaklar sakızlanır

    İnsanlar çalışır, harıl harıl kış için

    Güneş yandırır o kavruk yüzlerini

    Hani sen elinde sıtıl, suya gidersin

    şte o zaman geleceğim, bekle beni...

    Ah Aney daha neler var neler sana yazamadığım

    Mektubumu burada bitirirken,

    Beni büyüten ellerinden, binlerce kere öperim

    Canım Aney, Kurban Aney, Can Aney.......

     

     

    Bedirhan Gökçe'nin sesinden dinlemek için

    http://seslisiirim.blogspot.com/search/lab...g%C3%B6k%C3%A7e


  2. O VAR

     

    Her defa haberi taze bir müjde;

     

    O var!

     

    Her defasında geç, gafletten vecde;

     

    O var!

     

    Ne sen varsın, ne ben, ne yâr, ne kimse;

     

    O var!

     

    Bütün sevdiklerin elden gittiyse;

     

    O var!

     

    Kalacak kim var ki dost tomarından?

     

    O var!

     

    Sana daha yakın şahdamarından;

     

    O var!

     

    Arama, ilâç yok eczahanede!

     

    O var!

     

    Gayede, sebepte ve bahanede;

     

    O var!

     

    Sevdiğini ebed boyu tutan dinç;

     

    O var!

     

    Ölümsüzlük şevki, İlâhî sevinç;

     

    O var!

     

    Yıkılmaz dayanak, kırılmaz destek;

     

    O var!

     

    Tekten de tek, bir tek, tek başına tek;

     

    O var!


  3. her üstad okurunun belki de istisnasız karşılaştığı tepkilerin bir bölümünü Üstad'ın anlaşılamaması üzerine olanlar oluşturur.'çok ağır yazıyor, anlayamıyoruz, o yüzden okuyamıyoruz vs.' her nefer gücü yettiğince bu tepkilere cevap vermeye çalışıyor ama birde bu konuyu Üstad tan dinlemek en güzeli olsa gerek...Üstad çerçeve-1 kitabında vermiş gerekli cevabı.

     

    KOLAY CÜMLE

     

    Bazı dostlarım bana demiştir ki:

     

    -Yazılarını kolaylıkla anlıyamıyoruz. Bazı cümleleri birkaç kere okumak lazım. Biraz daha hafif yazamaz mısın?

     

    Bazı düşmanlarım da şöyle buyurmuştur:

     

    -Ne dediği anlaşılmıyan adam! Muvaffakiyetini anlaşılmamakta arayan, zikzaklı, dolambaçlı, çetrefil cümlelerde kıymet vehmeden yazıcı!

     

    Demek ki, bazı dostlarımla bazı düşmanlarım arasında yalnız nezaket farkı var...

     

    Bir Fransız papazın (Poesie püre- Saf şiir ) isimli kitabı vaktiyle bütün dünyada bir sanat hadisesi kabul edilmişti. Bu kitabın ilk sayfasını açalım. Kainatı tek cümleye hapsetmiş bir vecize kadar güzel bir söze rastgeliriz:

     

    "Dümdüz, çırçıplak, apaydınlık bir vuzuhla konuşan insanlara dikkat ettim. Her defasında karşımda bir APTAL vardı."

     

    Akıl hastalıklarına dair bir kitapta da, bir delinin ağzından çıkmış şöyle bir cümle gördüm:

     

    "Mavi hattın üstündeki sebep"

     

    Papazın sevdiği girift cümle acaba bu muydu?

     

    İçi hayat dolu cümleyle, illetli bir kafanın deprenişi arasındaki fark inceliğini sezmek, o kadar zor olmasa gerek...

     

    Bir odada ışıkları kıstıkça mesafeler ebedîleşir, ışık büsbütün söndürülünce mesafe kalmamıştır; ayni fark...

     

    Dik bir yokuş karşısında dizlerimizin, ağır bir hindi dolması önünde midemizin, çıkacağı kapıyı bulamıyan şaşkınlar arasında sinirlerimizin yorgunluk hakkını kim teslim etmez? Fakat fikrin yorduğu insanları ister istemez mazur görürken için için ağlıyorum.

     

    Bu zavallılara bütün bir kainattan mahrum oldukları söylense acaba anlaşılır mı?

     

    (1939)

     

     

    not:aynı yazı forumumuzda bir başka başlıkta yer alıyor ama hangi kitaptan alındığının da bilinmesi açısından iyi olacağını düşündüm.


  4. herşey o kadar oyun gibi ki.şahlar vezirler oynuyor olan piyonlara bizlere oluyor diyeceğim ama onu bile diyemiyorum.çünkü santranç oynanırken harcanması gereken zeka seviyesinden mahrumlar.en düşük seviyedeki santranç hamlesi için düşünüldüğü kadar bile düşünmüyorlar.düşünme yetilerini kaybetmiş fikirsiz suratlar.onları gördükçe insanın uzaylılara iyice inanası geliyor.nerden gelmiş bu insanlar, nerde yemişler, nerde içmişler, hangi dünyada yaşamışlar.değiller ama türlerinin son örnekleri olmaları ümidiyle...

     

    Üstad'ın dediği gibi

     

    Yaşamak zor, ölmek zor, erişmekse zor mu zor?

    Çilesiz suratlara tüküresim geliyor!

     


  5. iki gün önce İSKİLİPLİ MEHMET ATIF HOCA'ın FRENK MUKALLİTLİĞİ VE İSLAM isimli eserini okumaya başladım(bilenler bilir eserin orjinal ismi FRENK MUKALLİTLİĞİ VE ŞAPKA) malum zamanında yasaklanmış bir kitap.ve tahminime göre benim okuduğum basım yasaklı dönemin etkisinin devam ettiği dönemde basılmş.kitabın içinde şapka kelimesi geçmiyor bile ş...a diye yer alıyor.bunu bana ilginç geldiği için söylemek istedim

    kitabı okumaya başlar başlamaz babamın niye bu kitabı okumam için o kadar çok ısrar ettiğini çok iyi anladım.eser gerçekten çok güzel.türlü sebeplerden ötürü bana okumak şimdi nasip oldu.

    acizane tavsiyem siz tez zamanda bir fırsatını bulup okuyun.

    • Like 1

  6. HER MEVSİM GÜNDEMDESİN

     

    Kırmızı bir geyik yanıyor güz ırmaklarında

    Gözleri bengi bengi bir orman

    Zamanı kaşıyan parmaklarında

    Benek benek kan?

     

    Ayaklarına keçe bağlanmış bütün atların

    Silinmiş yazıları kitapların

    Tohum, merhametine sığınmış bulutların

    Öylesine üryan?

     

    Yeniden yeşeren otların koşturan yeşili

    Görkemli tabiatın en zengin dili

    Gönül pırrr diye uçan bir keklik çili

    Yürek bir yanık harman?

     

    Her ağacın arkasına sen saklanmışsın

    Yerden göklere dek germişsin sessizliği

    Öteğen bir kuştur bıraktığın ışın

    Ya da sultanca bir ferman?

     

    Sabahtan akşama, akşamdan sabaha

    Bir kirmen gibi seni eğirir ruhum

    Dağ, orman, deniz, gökyüzü... aha

    Her yıldız kılıfını yırtmış bir can?

     

    Ey mutluluğumun müziği şiir mayam

    İksirinin karışmadığı sular sığ, söyleşiler ham

    Bense gözlerini dinlemek istiyorum bu akşam

    Bütün sevdalı kuşlardan?


  7. alıntılar...

     

     

    'Batının büyük mustaripleri hakikat dağına tırmanış yolunda İslam velilerine nisbetle çıkmaz sokağın cüce piyonlarıdır. Istırap felsefesine, hafakan hikmetine kadar ulaşırlar da yine yolda kalırlar ve büyük oluşu bulmaya yakın, büsbütün kaybederler. Dönüp dolaşıp yine akılda kalırlar ve aklı akılla yenecek seviyeye tırmanamazlar. Tırnakları kan içinde, tutundukları kayalardan aklın bütün cicili bicili oyuncaklarıyla beraber düşerler.'

     

     

    'BOŞ KONUŞUYORUZ BOŞ...Bütün bir ömür içinde söylediğimiz bir milyon kere bir milyon laf, arayıp da bulamadığımız tek cümle için...Arayıp da bulamadığımız, ayarıp da bulur gibi olduğumuz, bulur gibi olup da yine elden kaçırdığımız, elden kaçırıp da tekrar bulur gibi olduğumuz, tekrar bulur gibi olup da artık aramaya lüzum görmediğimiz tek cümle için... o cümle nedir, o cümle?... Ben o cümleyi bilmiyorum. Fakat bütün mevcutlarla beraber, bütün cümlelerin içinde eridiği ve yok oduğu tek bir kelime biliyorum. Her an söyleyip de hiçbir an hakikatine yaklaşamadığımız ve yaklaşamayacağımız tek kelime

    'ALLAH...'


  8. ÇERÇEVE 3 kitabından

     

    MÜSLÜMANLARA ÖĞÜT

    Müslümanlar! Mübarek Ramazanın, yerini Bayrama bıraktığı İlahi ziyafet gününde, size hayati ehemmiyette birkaç öğüt vermek isterim:

    Evvela aynanın karşısına geçin ve dış görünüşünüzü inceleyin! Evvela bu halinizi değiştirin; ve cemiyet meydanında hapishane gardiyanı tarzında kol sallayanlara karşılık, hiç olmazsa kürek mahkumları gibi dolaşmayın! Ensenizi dikin, yelenizi kabartın, göğsünüzü şişirin, ve mukaddes Peygamberimizin kibirliye kibretmek sadakadır!' fermanına eş, küfre karşı ezici bir gurur tavrı takının!..

    Aynı nefs emniyetini, manevi edanızla birlikte maddeniz üzerinde de göstermeye mecbursunuz. Şık, pırıl pırıl, tertemiz her çizgisinden şevk ve ümit akan kılıklarınızla küçüklük ve düşüklük hisse vermemelisiz! Şahsınızla dış ifadelere metelik vermeyeceğiniz halde, dışarıya karşı ve mukaddes gaye adına bu noktayı sımsıkı tutmalısınız. Garplı, sizi, sadece dış görünüşünüzle, kendi frakından anladığı mana içinde görmelidir. Frakı maymun gibi taşımaktan ne çıkar; onu bir şalvar içinde ve cübbe altında bile şahsiyetinize giydirebiliyor musunuz?... iş onda...

    O küfür, bu günah, şu haram diye gözlerinizi, ilminizi ve idrakinizi her taraftan kaçırmak yerine, Muhyiddin-i Arabi Hazretlerinin tabiriyle mulaka küfür ve dalaletin kaynağını tanımak, 'Niçin?' ve 'nasıl?' larını bilmek ve bu ölçüyle taraf taraf nazarlarınızı projektörler gibi gezdirmek, hükmünüzü vermek, sona da çaresini düşünmek borcundasınız. Yine Şeyh-i Ekber'in ifadesiyle hiçbir ilim yoktur ki, cehlinden üstün olmasın... Hırsızlığın, kaatilliğin bile taktiğini bilecek, fakat yapmayacaksınız. Müslümanlık da budur, marifet de... Nasıl ki, kadını görmediğini ileriye süren kör, sevap iddia edemez.

    Hiç değilse, Allah'ın günü mukaddesatınızı baltalayan bazı varakparelere her sabah 25 kuruşu toka etmeyecek ve toka edenlerin elini tutup çevirecek kadar dost ve düşman ayırımına ermiş olmalısınız.

    En aşağı, ilk mektep kadrosunda hukuk ve kanun bilgisine sahip olmanız ve Müslümanlığın fetih ülkesinde karşılayıcı hukuk ve kanun direnmelerine hazırlıklı bulunmanız şart...

    Hele siz kendi içinizde olmaya bakın; oluşunuzu tamamlayacak olanları Allah esirgemez.

    Gerçek Bayramınız, gerçek bayramlarla gerçekleşsin!..

    3.2.1965


  9. İstanbul

     

    Bir tohumdan daha az değil

    Fatihin büyük güvercin kanatları

    Meleklerin sık aralıklarla

    Dokunduğu toprak

    Güzel buyruklar

    Gürbüz havalar

    Boğaziçi bir akımdır

    Bir akan sudur

    Nice dergahlar

    Dinler gibi nabzını

    Yeni doğan çocukların

    Yamaçlarda mezarlıklar

    Sever gibi bazıları

    Açık havada gömülmeyi

    Çocuklar Topkapıda

    Sedef kabzalı kılıçlar ellerinde

    Rahlelerde Kur'an

    Tefsir

    Arapça

    Farsça

    Dikkatle önünü iliklemede

    Padişah ve şehzade

    Açılıyor dev bir kapı

    Dikiliyor dev gibi bir sütun

    Sütun başı sütun ayağı

    Dibinde dilek şikayet sahipleri

    Birer gürz gibi sağ ellerinde

    İradeleri

    Bir ellerinde arzuhalleri

    Oğullarım

    Dikkat edin

    Hak yemeyin

    Oğullarım

    Mümkündür

    Topal bir karınca

    Mihnettir

    Oğullarım

    Mümkündür ki

    Bir baş kesilir avluda

    Akın, akan kanla

    Cihangir

    Taş yokuşlar

    Eyüp

    Sıla sıla Medine

    Acı

    Bu tortu

    Karartır camları

    Yorar küpleri

    En berrak sular bile

    Ve kapanıyor saray kapısı

    Saklanıyor

    Sarı sarı altınlar

    Korkup

    Şimdi birden Eminönü kalabalığı

    Kimseyi tanımazsın

    Kıyafetinden

    Yüz çizgisinden

    Katil efendi

    Hırsız baş köşede

    Haksız haklı

    Şer belalı

    Örtünmüş güneş

    Çoktandır, yüzü nerde

    Ya o ay

    Kara bir zıbın biçmiş kendine

    Bir düş

    O buyruk

    Şefaat

    Gürbüz hava

    O güzelleri İstanbulun

    Dönüyor demir teker


  10. forumdan uzak kaldığım süre zarfında en çok Hüseyin ÜZMEZ hakkında yazılanları merak etmiştim.tahmin ettiğim gibi yorumlar yazılmış. gereksiz tartışmalara girilmiş.

    Hüseyin ÜZMEZ olayları çıkmadan yaklaşık bir iki ay önce 'Şu Bizimkiler' kitabını okumuştum Üzmez'in.okuyanlar bilir kitap Ahmet Emin YALMAN suikastı sonucu Necip Fazıl'ın, SEDENGEÇTİ'nin ve daha bir çoklarının Üzmez'le beraber aynı hapishanede bulunmalarını üzerine kurulmuş. kitapta Hüseyin ÜZMEZ penceresinden Üstad lar anlatılıyor.nükteler falan var.bu kitapta Üstad'ın Üzmez hakkındaki yorumları da yer alıyor. Üzmez in dediğine göre Üstad onu hiç sevmezmiş. Serdengeçti ye Üzmez için 'ondan uzak dur o şeytan' dermiş.Üzmez'in bulunduğu ortamlarda pek bulunmamaya çalışırmış.

    tabi bundan ötürü Üzmez e düşman olmak gerekmiyor belki ama Üzmez in kendisi hakkında yaptığı yorumları da düşünürsek üzerinde durulmaması daha hayırlı birşey olurmuş gibi geliyor...


  11. Kocakarı ile Ömer

     

    Üstad-ı necibim Ali Ekrem Bey'e

     

    Yok ya Abbas'ı bilmeyen, kimdi?..

    O sahabiyi dinleyin, şimdi:

     

    "Bir karanlık geceydi pek de ayaz..

    İbni Hattâb'ı görmek üzre biraz,

    Çıktım evden ki yollar ıpıssız.

    Yolcu bir benmişim meğer yalnız!

    Aradan geçmemişti çok da zaman,

    Az ilerden yavaşça oldu iyan,

    Zulmetin sînesinde ukde gibi,

    Ansızın bir müheykel a'râbî!

    Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,

    Geliyor muttasıl mehîb mehîb.

    Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;

    Durmadan karşıdan selâmlaştık.

    Düşünürken selâm alan sesini,

    O heyûlâ uzandı tuttu beni:

    Bir de baktım, Ömer değil mi imiş?

    - Yâ Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?

    - Şu mahallâtı devre çıkmıştım...

    Gel beraber, benimle, üç beş adım.

    ***

    Ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;

    Uhrevî bir sükûn içinde civâr.

    Ömer olmuş gezer, sıyânet-i Hak...

    Şu yatan beldenin huzûruna bak!

    O semâlar kadar yücelmiş alın,

    Çakarak sînesinden âfâkın,

    Bir zaman sönmeyen nigâhıyle,

    Necm-i sâhirde sanki bir hâle!

    Duruyor her evin önünde Ömer,

    Dinliyor bî-haber içerdekiler

    Geçmedik en harâb bir yapıyı,

    Yokladık sağlı sollu her kapıyı.

    Geldik artık Medîne hâricine;

    Bir çadır gördü, durdu kaldı yine.

     

    ***

    Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.

    "Açız! Açız!" diye feryâd eden çocuklarının,

    Karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini;

    Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:

    -Durunda yavrularım, işte şimdicek pişecek...

    Fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!

    Çocukların yeniden başlamıştı nâleleri...

    Selamı verdi Ömer, daldı âkıbet içeri.

    Selamı aldı kadın pek beşuş bir yüzle.

    -Bu yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?

    -Bu gün ikinci gün, aç kaldılar...

    -O halde, neden

    Biraz yemek komuyorsun?

    -Yemek mi? Çömleği sen,

    Tirit mi zannediyorsun? İçinde sâde su var

    Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!

    Ne çare! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın.

    -Peki senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın...

    Tek erkeğin de mi yok?

    -Hepsi öldü... Kimsem yok.

    -Senin midir bu küçükler?

    -Torunlarım.

    -Ne de çok!

    Adam emîre gidip söylemez mi hâlini?

    Ah!

    Emîre öyle mi? Kahretsin an-karîb Allah!

    Yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun...

    Ömer, belâsını dünyâda isterim bulsun!

    -Ne yaptı, teyze, Ömer, böyle inkisâr edecek?

    -Ya ben yetim avuturken emîr uyur mu gerek?

    Raiyyetiz, ona bizler vedîatu'llâhız;

    Gelip de bir aramak yok mu?

    -Haklısın, yalnız,

    Zavallının işi pek çok zaman bulup gelemez;

    Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez.

    -Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?

    Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?

    Zavallının işi çokmuş!... Nedir, muhârebe mi?

    İşitme sen de civârında inleyen elemi,

    Medâne halkını üryan bırak, Mısır'da dolaş...

    Gaza! Gaza! diye git, soy cihânı, gel paylaş!

     

    Çocukların bu sefer yükselince feryâdı,

    Kadın, tehevvürü artık cünûna vardırdı;

    - Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine,

    Ömer! Savâik-i tel'in olur, iner tepene!

    Yetîmin âhını yağmur duâsı zannetme:

    O sayha ra'd-ı kazâdır ki gönderir ademe!

    "Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver... "

    "Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer!"

    Gidip de söyliyeyim hâ?.. Dilencilik yapamam!

    Ömer de kim? Benim ondan kerîm adamdı babam,

    Ölür de yüz suyu dökmem sizin Halîfenize!..

    Ömer vuruldu bu son sözle...

    - Haklısın, teyze!

    Avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.

    ***

    Halîfe önde, bitik suçlu, münfa'il, nâdim;

    Ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.

    Sabâha karşı biraz başlamıştı aydınlık.

    Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,

    Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!

    Medîne'nin dalarak münhanî sokaklarına;

    Dönüp dönüp hele geldik zahîre anbarına.

    Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.

    Arandı her yeri, bir mum yakıp ale'l-acele.

    - Şu tek Çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;

    Bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.

    Çuval Halîfe'de, yağ bende, çıktık anbardan;

    Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.

    Mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; Ömer yaralı;

    Dedim ki:

    - Ben götüreydim... Verir misin çuvalı?

    - Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:

    Vebâli kendine âiddir İbni Hattâb'ın.

    Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?

    Yarın huzûr-i İlâhide, kimseler, Ömer'in

    Şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;

    Evet, hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle.

    Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,

    Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!

    Bir ihtiyar kan bî-kes kalır, Ömer mes'ûl!

    Yetîmin, girye-i hüsrân alır, Ömer mes'ûl!

    Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:

    Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!

    Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:

    O damla bir koca girdâb olur boğar Ömer'i!

    Ömer duyulmada her kalbin inkisârından;

    Ömer koğulmada her mâtemin civârından!

    Ömer halife iken başka kim çıkar mes'ûl?

    Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!

    Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den...

    Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?

     

    - Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,

    İdâre eyliyecek düştüğün bu ma'rekeyi?

    Evet, adâleti "mutlak" hayâl edersen eğer,

    Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!

    Beşer, adâleti "mutlak" tahayyül eylerse,

    Görür ümîdini mahkûm her zaman ye'se.

    Sen ey Ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm...

    Fakat elinde ne var? Fıtraten beşer mazlûm!

    Görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,

    Zalâm içinde, yük altında inleyen Ömer'i!

    Huzûr-i Hakk'a çıkarken bu unlu cebhenle,

    Değil zemîni, getir şâhid âsümânı bile!

    - Uzak mı yol? Daha çok var mı?

    - Ancak üç beş adım.

    Mecâli kalmamış artık zavallının... Baktım:

    Olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;

    Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin belâ ne ise!

    Sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:

    - Bırak da testiyi yerleştirin kenâra şunu.

    Hemen çakılları çömlekten indirip attı,

    Uzandı testiye, yağ koydıı, sonra un kattı.

    Oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: Ocak

    Hemen sönüp gidecek...

    - Teyze, yok mu hiç yakacak?

    Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer'e;

    Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.

    Ocak tüter, Ömer üfler zefir-i hârıyle;

    Zemîni lihye-i beyzâ yı târumârıyle,

    Sücûd tavr-ı huşû'unda, muttasıl süpürür;

    İçinde rûhu yanar, cebhesinde ter köpürür!

    Döner muhît-i nigâhında tûde tûde duman;

    Bulut geçer gibi necmin hıyat-ı nurundan!

     

    Ocak tutuştu, yemek pişti;

    - Var mı teyze kabın?

    Getir de indirelim...

    - Var büyükçe bir kap, alın.

    Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekliyecek!

    Ömer çocuklara bir bir yedirdi üfliyerekl

    Kesildi haymede mâtem, uyandı rûh-i süıûr;

    Çocuklar oynaşıyorlar, kadın ferîh ü fahûr.

    Ömer bu âlemi gördükçe gaşy içindeydi...

    Dedim:

    - Sabâh oluyor kalkalım...

    - Evet, haydi!

    Yarın Emâret'e gel teyze, öğleyin beni bul;

    Emîr'e söyleriz elbette hayr olur me'mul.

    ***

    Yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,

    Biz de çıktık vedâ edip artık

    Hiç görünmeksizin gelip geçene,

    Doğru indik Halife'nin evine.

    "Şimdi nerdeysegün doğar, kalıver."

    Diye, koyvermiyordu, çünki, Ömer.

    Etti az sonra subh-i velveledar

    Uyuyan şehri kamilen bidar

    Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.

    -Galiba, teyze, uykusuz kaldın!

    İşte bağlanmak üzredir nafakan,

    Alacaksın her ay gelip buradan.

    Şimdi affeyledin değil mi beni?

    -Böyle göster fakat adaletini.


  12. Ufuklar

     

    Ruh ufuksuz yaşamaz.

    Dağlar ufkunda mehabet,

    Ova ufkunda huzur,

    Deniz ufkunda teselli duyulur.

    Yalnız onlarda bulur ruh ezeli lezzetini.

    Bu ufuklar avutur ruhu saatlerce, fakat

    Bir zaman sonra derinden duyulur yalnızlık.

    Ruh arar kendine bir ruh ufku.

    Manevi ufku pek engin ulu peygamberler

    - Bahsin üstündedir onlar-lakin

    Hayli me'ud idiler dünyada;

    Yaşıyorlardı havarileri, ashabiyle;

    Ne ufuklar! Ne güzel ruh imiş onlar! Yarab!

     

    Annemin na'şını gördümdü;

    Bakıyorken bana sabit ve donuk gözlerle,

    Acıdan çıldıracaktım.

    Aradan elli dokuz yıl geçti.

    Ah o sabit bakış el'an yaradır kalbimde,

    O yaşarken o semavi, o gülümser gözler

    Ne kadar engin ufuklardı bana;

    Teneşir tahtası üstünde o gün,

    Bakmaz olmuşlardı artık bu bizim dünyaya.

     

    Yaşıyan her fani

    Yaşıyan ruh özler,

    Her sıkıldıkça arar,

    Dar hayatında ya dost ufku, ya canan ufku.


  13. Mehlika Sultan

     

    Mehlika Sultan'a aşık yedi genç

    Gece şehrin kapısından çıktı.

    Mehlika Sultan'a aşık yedi genç

    Kara sevdalı birer aşıktı.

     

    Bir hayalet gibi dünya güzeli

    Girdiğinden beri rü'yalarına;

    Hepsi meshur, o muamma güzeli

    Gittiler görmeye Kaf dağlarına.

     

    Hepsi, sırtında aba, günlerce

    Gittiler içleri hicranla dolu;

    Her günün ufkunu sardıkça gece

    Dediler: "Belki bu son akşamdır"

     

    Bu emel gurbetinin yoktur ucu;

    Daima yollar uzar, kalp üzülür:

    Ömrü oldukça yürür her yolcu,

    Varmadan menzile bir yerde ölür.

     

    Mehlika'nın kara sevdalıları

    Vardılar çıkrığı yok bir kuyuya,

    Mehlika'nın kara sevdalıları

    Baktılar korkulu gözlerle suya.

     

    Gördüler: "Aynada bir gizli cihan...

    Ufku çepçevre ölüm servileri..."

    Sandılar doğdu içinden bir an

    O, uzun gözlu, uzun saçlı peri.

     

    Bu hazin yolcuların en küçüğü

    Bir zaman baktı o viran kuyuya.

    Ve neden sonra gümüş bir yüzüğü

    Parmağından sıyırıp attı suya.

     

    Su çekilmiş gibi rü'ya oldu!..

    Erdiler yolculuğun son demine;

    Bir hayal alemi peyda oldu

    Göçtüler hep o hayal alemine.

     

    Mehlika Sultan'a aşık yedi genç

    Seneler geçti, henüz gelmediler;

    Mehlika Sultan'a aşık yedi genç

    Oradan gelmeyecekmiş dediler!...


  14. Özleyen

     

    Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde,

    Sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde!

    Dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde,

    Sen nerde, o fecrin ağaran dağları nerde!

     

    Akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi,

    Hülya gibi yalnız gezinenler köye indi

    Ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi,

    Gönlümle, hayalet gibi, ben kaldım o yerde.


  15. MUHASEBE 'DEN

     

    .....

    Tırnağı en yırtıcı hayvanin pençesinden,

    Daha keskin eliyle, başını ensesinden,

    Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına;

    Yerleştirse başını, iki diz kapağına;

    Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi?

    Yetiş, yetiş, ey sonsuz varlık muhasebesi!


  16. GENÇ ADAM!

     

    · Genç adam, düşün! Evvelâ, insanoğlunun düşünmekten büyük haysiyeti olmadığını düşün!· Senin yaşadığın devirde insanların meşin toptan birer kafa taşıdığını ve bu topu dolduran

    havanın en basit fikri bile kavurup kül edici bir kezzap buharı olduğunu düşün!

     

    · Düşünmeyi düşün; düşünülecek her şey ondan sonra kuyruğa girer. Filozof: “Mademki

    düşünüyorum, öyleyse varım!” der. Ya biz ne diyelim?..

     

    · Bırak filozofu, milozofu: Kâinatın ve insanlığın Ufku, bir ân düşünceyi bilmem kaç yıllık

    ibadete denk tutar ve şöyle buyurur: “Yarabbi; bana eşyanın hakikatini olduğu gibi göster!”

    Aziz varlığın aziz aynası fikir… Düşün!

     

    · Seni karartmak isteyen tesirler evvelâ sende mücerret fikir istidadını, yani varlık şiarını

    körletmekle işe girişti. Bunu düşün!

     

    · Hiç bir kaptan haritadan, hiç bir şoför kilometre işaretinden, hiç bir doktor röntgen camından

    şüphe edemez. Fakat sen, Tanzimattan bu yana, önüne sürülen bilgi ve hakikat unsurlarından

    şüphe edebilirsin!.. İlimde bile dolandırıldın? Bunu düşün!

     

    · Düşün ki, genç adam, Masonluk, Yahudilik, Kozmopolitlik, daha bilmem ne ve ne, Türk

    bütünlüğünü çürütmeye memur, gizli ve maskeli tesirler eliyle, senin için yalancı tarih

    kitapları düzülmüş, zehirleyici telkin iklimleri kurulmuş, kök kurutucu aşılar hazırlanmıştır;

    ve senin, gayet mazur olarak, bunlara inanman, kapılman, bağlanman sağlanmıştır. Düşün!

     

    · Beynelmilel fesat erkân-ı harbiyesi Yahudiliğin, kâh emperyalist, kâh komünist, kâh liberal

    cepheden, fakat daima murakabesiz bir taklitçilik ve hesabı görülmemiş bir ilericilik telkiniyle

    yürüttüğü bu tesir, her şeyden evvel, senin, mutlak temele dayalı mükemmel ahlâkını

    didiklemeyi hedef tutar. Ondan sonra kafanı herc-ü-merce uğratmak, senin bütün gerçek

    kahramanlarını düşürmek ve sahtelerini, yani emirleri altındakileri yükseltmek… Bu iş için

    siyasî recüllerden, sözde ilim adamlarına, sanatkârlara iş ve servet otoritelerine kadar, devir

    devir, müstemleke - şahsiyetler bulmakta hiç zorluk çekmemişlerdir. Düşün!

     

    · Sana sürdürülen bu kaba ve nefsânî hayatın ötesine, varlık sebebine, hakikatlerin hakikatine

    ait uyandırıcı telkinler, senden cüzzam illeti gibi kaçırılmış, sana lâşe gibi gösterilmiştir.

    İnsanoğlunun biricik meselesi olan sonsuzluk iştiyakı ve onun ahlâkı, yaşanmaya değer

    hayatın hesabı ve onun duygu ve düşünce ölçüleri, onlarca sebze hâllerinin süprüntü eşyasıdır.

    Düşün!

     

    · Bunlar sende, dimağî cihazı kişniş şekerinin tanesi kadar küçültüp, hazım ve tenasül

    cihazlarını alabildiğine şişirmekten ve urlaştırmaktan başka yol takip etmediler. Bu gidişi

    görüp seni tezgâha çekecek ve beyninle tabanın arası büyük ruh imarına tâbi tutacak bir rejim

    de hiç bir gün kurulmadı.

     

    · Sen yalnız düşün!

     

    · Suç senin değildir!

     

    · Suçu irca edeceğin vâhidleri, sınıfları ve şahısları düşün! Düşün!

     

    · Sen, düşünmeyi düşünmekten başlayarak düşün, yeter!

     

    -İDEOLOCYA ÖRGÜSÜN'DEN-


  17. "Umarım sizler yardımcı olursunuz arkadaşlar."

    Bu cümlede 'yardımcı olmak' fiili bünyesinde 'bana bir zahmet şu şiirin tahlilini verebilirmisiniz?' sorusunun yer aldığı malum.Diğer site üyelerinin dediği gibi eğer gerçekten bir tahlil yapmak niyetinde olunsaydı,forum sayfalarında,bir dönem ödevi için fazlasıyla bilgi var zaten.Tabi iş bunları okuyup, harmanlayıp ortaya bir tahlil çıkartmakta .İşte bizden istenende bu.

    Bu başlığı görünce birşey yazmadan geçemememin yegane sebebi; şu dönem ödevleriyle ilgili aklıma gelen birşeyi yazmak istemem.Yanlış hatırlamıyorsam hazırlık sınıfındaydım.Edebiyat hocamız her birimize bir Türk Klasiği verip, bu eserleri okuyup özet çıkartmamızı istemişti.Bunun üzerine kitapları almak için bir kaç arkadaşımızla kütüphaneye gitmiştik(tabi ben kitapları almak için gittiğimizi sanıyordum) ben oradaki kitaplara bakarken arkadaşlarımdan birisi tamam işimiz bitti gidebiliriz dedi.Şaşırdım kaldım tabi.Çünkü daha kitap falan bulmamıştık.Meğer zamanında o kitapların hepsi okunup "sadece bizlere yararlı olabilmek için" özet haline getirilmiş.Sonrada üstüne üstlük birde bu özetleri üşenmeyip kitaplaştırmışlar (ne gibi bir yararı olacağını düşündüyseler!!!) işte benim zeki arkadaşlarım meğer kütüphaneye kitapları almaya değil özet kitabını almaya gelmişler.

    Tabi bardağa dolu tarafından bakmak istersek, eskiden en azından kütüphaneye yolu düşüyordu ödev araştıran herkesin.Şimdiyse artık google amca var.Kim bilir daha ne günler bekliyor bizleri....


  18. 2012 de böyle bir toplantı düzenlenmesini talep etsem çok bu abes kaçar acaba :D çünkü anca o tarihte mayıs ayında istanbulda olabiliyorum.tabi olurda bu yıl martın 4-8 i arası olursa neden olmasın :D tamam tamam ciddi oluyor ve ben olamıcak olsamda böyle bir toplantı olmasını çok istediğimi belirtiyorum.bundan sonra ki yıllar için antreman niteliğinde olacağını düşündüğüm için tabi ki :D


  19. aslında fazla soze gerek yok ustad son noktayı koymus fazla söze ne hacet üstadın öyle sözleri vaaarki bu sözleri 1 kac gun dusunsek soylemek ıcın ıcın yınede kelımelerı bır araya onun kadar guzel getıremyız yazı cok guzeldı yazan arkadasa bızlere aktardıgı ıcın cok tesekkürler

     

    aman efendim aman sizleri burda görmek ne büyük şeref :rolleyes:

    katılımınızın sürekli olmasını temenni ediyorum...


  20. Doğum(Leyla'nin doğumu için Mecnun'un sonradan söylediği)

     

    I.

     

    Çiğ düştü göklerden

    Ve bir bahar günü doğdun sen

     

    Güvercinler geçti menekşelerden

    Ve bir bahar günü doğdun sen

     

    Kendi kendine ayna olan nergislerden

    Leylakların gün doğuşu ürperişinden

    Zambakların kıyı kıyı bakışından

    Geldin sen

    Ve rüzgarlar karları süpürdüğünde

    Ve insanı çıldırtan kuş sesleri işitildiğinde

    Birdenbire aydınlandı annenin yüzü

    Ve bir bahar günü doğdun sen

     

    İlkin horozların gözüne göründün

    Dünyaya haber verdiler ötelerden

    Baban yeni dönmüştü eve ıraklardan

    Birden aydınlandı annenin yüzü

    Ve bir bahar günü doğdun sen

     

    Marta bakan biliyordu geleceğini

    Nisana bakan görüyordu alaca renklerini

    Kızıl ve yeşil seherini

    Mayısa bakan buldu seni

    Ve bir bahar günü doğdun sen

     

    Sana Leyla dedim Suna dedim şiirlerde şarkılarda

    Gerçek adın bir fısıltı gibi kaldı ağızlarda dudaklarda

    Çatlar yüreğim bir nar gibi o sırrı anar da

    Avunurum doğumundan gelen muştulu armağanlarla

    Melekler gökten geldi armağanlarla

    Ve bir bahar günü doğdun sen

     

    Bir bahar günü doğdun sen

    Baharın ta kendisi oldun sen

    Şimdi her baharda doğan çocuklarla

    Sen en aşılmaz boya tenlerinde saçlarında

    Sen görünür görünmez ufuklarda

    Karlar erir erir kaçar kaçar da

    Gökler yağmur biçiminde güler ağlar ağlar da

    Güneş öğünerek yansır yansır da sularda

    Gelirsin her baharda

    Bir diriliş gibi ölü dünyaya

    Ölüler gölgenden ateş ala ala

    Ekilip biçilip yankı yapa yapa

    Yaz sıcaklığından arta arta

    Birer birer çıktılar gönlümüzün aynasına tarlasına

    Ki bir bahar günü doğdun sen

     

    Güller dönüştüler yatak çarşaflarına

    Leylaklar yaklaştılar korka korka

    Nergisler benliğimizin ortasından baka

    Gelip fon oldular insanın

    Bir kere daha

    Sende yeniden yaratılışına

    Bir bahar hali yaratışına

     

    Bir bahar günü doğdun sen

    Baharın ta kendisi oldun sen

     

     

    II.

     

    Sonbahar benim ölümüm kırmızı kırmızı yanışım karaağaçlarda

    Senin ak doğumunu daha çok ortaya koymak için

    Toplayıp gelişim güzü bütün sarılarımla loşluklarımla

    Çürüyen solan evrenin karşı koyuşu

    Senin baharda doğusunun anısına

     

    Ah o ne sıtmadır güneşteki sıtma baharda

    Her an senin doğumun yaşamaktan gelen

    Ve güzün güneşte bir kuruyuş bir dağılma

    Benim ölümümden gelen haykırış ve ağlayışlarla

    Bir ömür boyu oldum salt ölüm kemiği

    Parlamak için senin doğumundan gelen fosforlarla

    Eve girmekte geç kalan çocuklar görecektir geceleri

    Aşk baharının sessiz direnişini

    yanıp duran ışıklarda

     

    Yaz güneşi biriktirdi biriktirdi

    Sonbahar yapraklarda delirdi

    Kış derin çizgileriyle devrildi

    Bahar gül tanklarıyla çiçek çağlayanlarıyla belirdi

    Ve bir bahar günü doğdun sen

×
×
  • Create New...