Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mürid

Editor
  • Content Count

    257
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    2

Everything posted by mürid

  1. MÜRŞİDİMDEN • Mümkün mertebe mide boş olarak ve dünya hallerini hatırdan çıkararak, duanın kabulüne ait bir işaret gelinceye kadar o hal ile beklemek lazımdır. Mânevi işareti kalpte bir sevinç doğmasıdır. Toprak altında olanların hayattaki halleriyle o andaki vaziyetlerini kıyaslamalıdır. Olü, bir müddet evvel sağ ve salimdi. Güzeldi, sıhhatteydi, zengindi, debdebeli saraylarda, zevk ve sefa içinde, etrafında pervane gibi dönen cariyeler ve hizmetçiler arasında hayat sürüyordu. Şimdi bir anda malından, mülkünden, dostlarından, ailesinden, cariyelerinden uzaklaştırılmış, vücudu kara toprakta çürümeye terkedilmiştir. O güzel yüzü, uzuvları böceklerin, kurtların hücumuna hedeftir. Etrafındaki-de birçok şeyler yapmak için sonsuz emeller peşinde koşarken hiçbir isteğine eremeden, genç yaşlarında, hiç hatır ve tayale gelmez an ve mekânlarda ecel ağına düşmüşler ve «Bütün gayretlerine «son!» diyen büyük fermanı telâkki etmişlerdir. Biriktirdikleri o kıymetli malları, üzerlerine titredikleri aile fertlerini ve bütün sevdiklerini geride bırakarak toprağa düşenler... Kimi koca bir devletin hükümdarı, kimi şanlı bir ordunun başbuğu, kimi yığın yığın malların sahibi, kimi raf raf kitapların âlimi... Hepsi, birbirinin aynı ve tek bir kefenle gömülmüşler, hiçbirine dünyadaki amelinden başka birşey erişmez olmuştur. Amelinden başka ölüye imdat kudreti, hiç kimsede ve hiçbir yerde yoktur. Yakınları ve dostları onu bir an önce gömerek kabir başından ayrılmak telaşı içindedirler. Onunla beraber olamayınca onu yalnız başına bırakıp giderler...
  2. teyzeme bakın hele... Onikiden vurmuş. Kim tutuşturduysa eline??? ;) B)
  3. Din Dersleri Hocamız, İslâmiyetin bütün insanlığı nasıl kuşatacağına dair bir tahassüs ve tahayyül yazımı o kadar sevdi ki; onu sınıfta okuttu, yüzüme dikkatle baktı ve istikbâlde benden çok şeyler beklediğini söyledi. Bu, Aksekili Ahmed Hamdi Efendiydi. Demokrat Parti devrinde Diyanet İşleri Reisliğinde bulunan ve makamiyle vicdanı arasındaki muhasebe neticesinde kalbi çatlayıp ölen Ahmet Hamdi Aksekili... Diyanet İşleri Reisliğinde oldukça sık temasta bulunduğum merhum, talebesine o zamanlar biçtiği kıymeti Allah'ın gerçekleştirmiş olduğunu söylerdi. Tarih Hocamız Yahya Kemal! Yine Hocalarımızdan Hamdullah Suphi'nin sınıfa girip, bize: - Türk dili ve şiirinin en usta yontucusu! Diye takdim ettiği Yahya Kemâl!.. Boyuna burnunu karıştıran kontrolsüz hâli, dalgın ve eşyadan habersiz tavrı, efsane kahramanları etrafında boyuna köpürttüğü satıhcı heyecaniyle, Yahya Kemal, beni o zamandan çekmedi. Bir de İbrahim Aşkî Bey... Hocalarımızın en yaşlısı, derin irfan sahibi, ancak birkaç tanıdığı arasında maruf ve herkesçe meçhul hususî kıymet... Edebiyat ve felsefeden, riyaziye ve fiziğe kadar iç ve dış bir çok ilimde derin ve mahrem mıntıkalara kadar nüfuz edebilmiş, bir kaç risalecikten başka hiçbir şey neşretmemiş ve kabuğunun içinde sönüp gitmiş, bu kızıla çalan palabıyıklı ve Tatar suratlı insan, sonradan bize Edebiyat Muallimi oldu; ve bana bilmeden, isteklisi olduğum dünyadan, belki derme çatma, fakat ilk adresleri verdi. Edebiyat derslerindeki vazifelerimden bende bir şeylere dikkat etmiş olacak ki: - Sen oku, dedi; her şeyden evvel oku! Amma okumaya başlamadan evvel bil, ne okuyacağını bil! Sonra sınıfa dönüp hitap etti: -Talebe ne demektir? Talep etmekten, istemekten gelir bu isim... Talep etmek de bir ilimdir, bir ilk ilim... İlim istiyebilmek için de bir ilk ilim ister. Muallim de böyledir; bir taraftan öğretirken, bir taraftan da talebesi ona öğretir. Sınıfın kapısında, ona: - Ne okuyayım, dedim; ne okumamı tavsiye edersiniz? - Ben getiririm! Dedi ve bana iki kitap getirdi: Sarı Abdullah Efendinin Semerât-ül Fuad (Gönül Verimleri) isimli meşhur eseriyle, «Divan-ı Nakşî» diye, sahibini bilmediğim manzum bir kitap... Tasavvufla, deri üstü deri bir satıh plânında da olsa, ilk temasım başlıyordu. Fuzûli'nin; «İlm-i kisbiyle pâye-i rifat, Arzu-yu muhal imiş ancak. Aşk imiş her ne var âlemde İlm, bir kîl-ü kaal imiş ancak.» Mısralarını sık sık tekrarlayan ve (kesbî - sonradan kazanılmış) bilgilerle yükselmenin muhal olduğunu anlayacak ve her şeyi aşka bağlayacak kadar arif olan İbrahim Aşkî Bey, aynı zamanda yaman buluşlara, nüktelere sahipti. Bana derdi ki: — Sana diyorum ki: Gel, işte yeşillik, işte otlak. Dört ayağını dayamışsın, gelmem diyorsun! O sıralarda, bir mecmuanın tefrika ettiği (Erenlerin Bağından) münasebetiyle Yakup Kadri için de demişti ki: - Bağına girmiş amma üzümünü yiyememiş!..
  4. bugünün ve yarının derin ve gerçek müminleri! Eserimi size ithaf ediyorum. 1981 Yandı kitap dağlarım, ne garip bir hâl oldu! Sonunda bana kalan, yalnız ilmihâl oldu! Kalmadı bu dünyada benim işim ve kavgam; Eserimi verdimse, artık ölsem de ne gam! TAKDİM • Bu eserin yıldırımı, içerime, 1960 - 61 hapsimde Topta-şı Cezaevinde düştü. • Bana verdikleri kütüphaneyi idare işinde, sabahları uyanır uyanmaz ve akşam sayım düdükleri ötünceye kadar hep bu işle uğraştım. Dışarıyla tek temasım, arsalarda serbest serbest havlayan köpeklerden haberini aldığım bir hayatın mevcut olduğunu bilmekten ibaret... Bir de kütüphane odasının kapısındaki sürgülü delikten mahkûmlara polis romanları yetiştirmek... • Bütün sanat, fikir, vecd, hassasiyet ve imân melekelerimi birleştirerek yepyeni bir hâdise mahiyetinde ortaya atmak ateşiyle yandığım «İman ve İslâm Atlası»... O zamanlar bir yığın malzeme toplamış olmama rağmen, bunları tablolaştıramamış ve aşkımın gerektirdiği nizam ve ifâdeye kavuşturamamıştım. Zira, göz açıp kapayıncaya kadar hapis müddetim bitmiş ve haberini başıboş köpeklerden aldığım dış hayatın, bana kapısı açılmıştı. Buyur bakalım, o kadar özlediğin köpeklerin dünyasına!.. • Eser, 20 yıl müddetle içimde şeklini bulamayan bir rü-şeym (protoplazma) halinde yaşadı. Şu oldu, bu oldu ve 1980 sonlarında ve 1981 başlarında yine içime düşen bir yıldırım bana hitap etti: «Eğer hemen değilse, ne vakit?»... • Bir sayfiye yerindeki evime çekildim, Marsilya sokakları kadar yabancısı olduğum şehre mevsimler boyu hemen hiç inmedim, hattâ bahçeme bile çıkamaz oldum; ve bir güne on günlük çalışmalarla «İman ve İslâm Atlası»nı kalıba dökebildim. Bu defa evimde geçen bilmem kaçıncı hapsim... • «İman ve İslâm Atlası», her biri aynı kaynaktan tas dolduran kitaplara nispet, doğrudan doğruya ve en az vasıta kullanarak o kaynağa diz üstü abanma ve suyuna avuç açma vâkıasıdır; ve bundan sonra Hak ne nasip eder, bilemem, bütün eserlerimi tamamlayıcı mahiyettedir. • Şekille ruhu, amelle hikmeti, mezcetmek gayesini güttüğüm bu eserde, hem en emin «ilmihâl»i, hem de en şaşmaz tefekkürü, en sağlam müşahhas üstüne en ulvî mücerredi bina edercesine mimarileştirirken, tebliğci olmaktan ziyade telkinci olmaya gayret ettim. • «Tarife» yazmak yerine gayeyi öziyle ruhlara sindirmek, reçete yerine mânada ilâcın kendisini tattırmak... Buna çalıştım. Ve bu aziz dâvayı papağan ağızlardan kurtarmak... • İskeletsiz vücud olmaz ya; bir de iskelet üzerine vücudu ve uzuvları kul çapında yerleştirebilmek var... Peteği dosdoğru çizdikten sonra onu en halis balla doldurmak... Asırlardır hakkiyle yapılabildiğini sanmadığım bu cehd üzerinde başarı derecemi, tam 45 yıldır Büyük Doğu teknesinde hamurunu yuğurmaya çalıştığım yeni iman ve islâm nesli tayin edecektir. • O olmasaydı oluşun olmayacak olduğu, Kâinatın Efendisine salât ve selâm olsun!... • Allah, Sevgilisinin ümmetine 15. İslâm Asrının birinci yılından ileriye, yeni bir anlayış, duyuş, görüş ve oluş nasip etsin...
×
×
  • Create New...