Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Selmanbey

Üye
  • Content Count

    233
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    6

Posts posted by Selmanbey


  1. Ben şunu kesinlikle anladım ki bir şeyi anlamak için önce ona bir istidat gerekir. Önce "ben hakkı bulayım da kimden olursa olsun" diye düşünmek gerekir. Aksi takdirde kapı-duvar! Sen ne anlatırsan anlat boş... Hele ki anlatmak istediğin meselenin m sinden bile haberdar olmayan bir insan varsa karşında ki bunun için kimse kınanmaz, işin çok zor! Hele hele bir de bu işe klavye karışınca, abooooooooo!..

     

    Şu yukarda yazını okudum da cevap veresim gelmedi. Vallahi Bİllahi şu an fena sinirliyim ama sabır diyorum yapacak birşey yok. Neden sinirliyim biliyor musun? Çünkü çok az bir bilginle ne işlere kalkışıyorsun! Kafanda birşey sabitlenmiş kardeşim ben onları yıkamam. Benim sabitlerim falan filan diyorsun ve o falan filan etrafında din tasavvurunu kuruyorsun daha doğrusu kurulmuş olanı monte ediyorsun.

     

    Yahu ben bu siteye artık girmek istemiyorum he. Hakkaten. Hep uzak durmaya çalışıyorum ama bazen dayanamıyorum atlıyorum. Hata bende kusura bakmayın. Ben admin beye de dedim eğer bu başlıkların bir anlamı olacaksa önce başlığa giren adamın kalbinin ve zihnin hakka açık olması lazım. Yoksa burası işte böyle kalabalık olur! İnternet ortamında bu asla olmayacağına göre kapat gitsin bu başlıkları kardeşim. Hiçbir işe yaramıyorlar ki!

     

    Üstad'ın kitabında bir mesele vardır. Mesela Vehhabilik... Yol şudur:

    Önce üstad bu meselede ne demiş o yazılır. Sonra konu delilleriyle tartışmaya açılır. Üstadın bu görüşüne katılmayanlar delillerini ortaya koyar. Söyleyecek birşey olmayan da salça olmadan bekler ve en sonunda az çok hakikate yaklaşır. O taraf ya da bıu taraf mühim değil. Yahut Mesele kitaplar etrafında gidersek 4. Murat' başlığını açarsın onun altında üstadın fikrini sonra da mesele hakkında kim ne demiş yazarsın. Bizde tarih cahili olarak okuruz istifade ederiz. Yahur Sigara bahsini açarsın gene aynı şekilde. Açılan bahis hangi kitapta geçiyor sayfa numarasıyla verilir tartışılır. Böylece Üstad bir hatta etmişse ve biz de herhangi bir alimden bulup bunu ispatlamışsak o fikirden vazgeçer Üstada affı için dua ederiz.

     

    Bütün bunlar yapılırken de sessiz sakin hakkaniyetli ve hakka açık bir şekilde yapılır. Mesele dağılmaz. Böylece üstadın lehine ve alieyhine fikirleri de öğrenmiş oluruz. Ama şimdi ne oluyor? Toz duman.

     

    Allah ıslah etsin ya... Ben biliyorum ki şu an bunu okuyan haline şükredip oh be şu vahhabi gibi değilim elhamdülillah ehli sünnetim ben cübbeli hocam var benim falan diyordur. Allah ıslah etsin. Halbuki Allah şahit ben çok isterdim şurada Mezheb İmamlarımızın ve Ebu Hanifenin itkad esaslarını yazayım. Ancak bünye meselesi. Ben alışana kadar 4-5 sene geçti. Hatırlıyorum da zamanında cihadı Efgani başlığında bugün beni çıldırttıkları gibi çıldırtmıştım :) Halbuki ulan sıpa sen ne bilirsin kapa çeneni de bir oku bakalım dese ne diyecektim :)

     

    Kusuruma bakmayın konu dışı biraz sitem ettim.

     

    Hadi esselamu Aleyküm...

    • Like 2

  2. Tamam ben cahilim ve ehl-i sünnet'i öğrenmek istiyorum. Allah seni razı olacağı işler üzerinde kılsın. Kimi okuyup öğrenebilirim? Hangi alimin kitabını okurum da uluhiyyet, ubudiyyet, isim-sıfat tevhidini en iyi şekilde anlayabilirim? Bana selef-i salihinden bir tane kitap öğütlersen inşaallah onu okuyup cahilliğimden sıyrılacağım.

     

    Vahhabiliğe gelince... Bana ne vahhabilikten Allah aşkına! Mesele tartışılan bir konu ise Selef-i Salihine bakarım, Mesele itikad ise selef-i salihine bakarım, mesele fıkıh ise selef-i salihine bakarım ve mesele cemaat ise orda da selef-i salihine bakarım. Bana ne vahhabilikten! Neden dağınık haldeki meselelere bir yahta bulup sonra beğenmediğimiz yahut fikrini benimsemediğimiz her adamı onun altında mahkum ederiz ki?

     

    İmam Rabbani'ye gelince... Allah seni ıslah etsin! O söz kimin azından çıkarsa çıksın küfürdür! Bunu bizatihi İmam Rabbani söylüyor: 393. Mektub. Ayrıca şu yazıyı okursan sevinirim:

    http://www.habervakti.com/?id=4264&page=articles

     

    AYNÜ'L-KUZAT'ın TEMHİDAT'ında geçen, şu ibareden sormuşsun:

    "O ki, ilâh olarak bilirsiniz, bize göre Muhammed (sav) olmaktadır. O ki, Muharrîmed (sav) olarak bilirsiniz, bize göre yüce Sultan İlâh'tır.

    Ey mahdum,

    Bu misillu ibareler, tevhidden haber verip sekrin galebesi hallinde meşayihten sudur etmektedir. O sekrin galebesi dahi, cem mertebesi olup ondan:

    -Tarikat küfrü... diye anlatılır.

     

    Hepsi bir tarafa, Vallahi Billahi Allah bu dini korumasaymış biz İslamiyeti Hristiyanlık ve Yahudilikten beter edermişiz!..

    • Like 1

  3. Aaaah ah! Şu siteye ilk geldiğim zamanlarda dinimizislam.com'dan yaptığım her alıntı için pişmanlık duyuyorum. Şimdi oturup yukarıdaki kaynakları açıp baksak ben eminim yarısı eklemek yarısıda makaslama olur. Hiç itiraz etmeyin var bunlar. Hakikat yayınevi elinizin altında. Ben Saadet-i Ebediyye kitabında teşehhüde parmakla işaret etmenin haram olduğunu okuyunca kahkalar atmaya başlamıştım. Altındada İmam-ı Rabbani yazıyor :D Aslında başka bir adamdan alıntı da yazıları bitişik yapmışlar ki İmam-ı Rabbani zannedilsin :D İngiliz casusunun itirafları :D


  4. İslam tarihinde sadece hariciler cemaat böldüler. Çok hassas olmak lazım çok. Hele ki ümmetin tevhidini sembolize eden bir mekanda... Türkiye müslümanlarının gündemi, anlayışı hatta yaşam tarzı okadar farklı ki başka bir müslüman memlekete gittiğimizde dumura uğruyor, şaşıp kalıyoruz. Size bir örnek vermek istiyorum, Bosna'ya İsmailağa Cemaatinden biri geldi. Orada bir dernek açıp kalıcı olmak istiyorlarmış. Oturduk konuştuk. Neler yapılabilir diye istişareler ettik. Ancak şunu farkettim, ilk dakikadan ayrılana kadar ağzından çoraba mesh ve vahhabilik düşmedi. Cahilliği okadar açıktıkı bu sebepten cesurdu da... Burdaki vahhabilere dikkat edin bunlar ingiliz ajanı falan dedi :D Yahu bizim bir hademe var adam selefi. O geldi gözümün önüne :) hadi o küçükbaş, büyük başları Bosnada savaşıp şehid oldular. Bazıları gazi oldu hapse tıkıldı. Hani Türkiyeden şöyle düşünürüz. Ulan Suudlar b.. gibi para yatırıyor bu adamlara :) Bunların çoğu ya köyle ya hademe :) Sonra ne mi oldu? 4 ay kalıp gittiler :) Diğer memleketlerdeki müslümanların gündeminden okadar uzağız ki anlaşamıyoruz. Sonra burada kabede imama uyulur mu diyoruz. Üstelik böyle bir sorguya düşen insanlar Muhammed eşittir Allah diyen adamların arkasında namaz kılmaktan hiç tereddüte düşmüyor. İlk mesaja baktım bir tekrar da güldüm, İmam Ebu Hanife'nin ve diğer selef-i salihin imamlarının o meselelerde neler dediklerini bilselerdi...

    • Like 2

  5. Bir ürün ham madde,yardımcı madde ve katkı maddesinden oluşur.Kanunlarımıza göre % 5 'in altındaki ürüne katılan madde ambalaja yazılmıyor.Firma % 4 alkol katsa yazmak zorunda değil.Kanunlar şimdilik böyle , lobi gücü nedeniyle.

     

    Asıl piyasada kol gezen haram jelatin denilen katkı maddesi.Jelatin hayvanların kemiklerinin kaynatılmasından elde edilen bir katkı maddesi .Türkiye ' de jelatin fabrikası yok.Daha çok Brazilya'dan geliyor ,oradan gelen jelatinlerde domuzdan elde edilmekte.

    Jelatin katkısı en çok yoğurt , sakız, şekerleme ,dondurma, çikolata , meyve suyu .krem şanti ,diş macunu v.b ürünlerde görülmekte.Bu gün pakete girmiş bir çok ürün GDO olabilir ,alkol olabilir,jelatin olabilir haram durumuna düşmüş durumda.

     

    Helal Gıda sertifikası veren Gimdes , kendisinden helal gıda sertifikası isteyen firmaları denetlemekte ,Helal olarak piyasada karşımıza çıkmasını sağlamaktadır.Henüz başvuru yapmayanlara haram demek olmaz ama piyasadaki helal gıda üreten firmaları takip açısından önemli.

     

    http://www.gimdes.org/ http://www.gidaraporu.com/

    Allah razı olsun Gönüldaş.


  6. Abdullah ibni Mesud (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

     

    “Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Şüphesiz kıyamet gününde Allah katında insanların en şiddetli azaplıları, suret yapanlardır’ buyurdu.”

     

    Buhari 5955, Nesei 5329

    -------------------------------------

    Ben de çok uzun zaman sonra ve bu işle epey bir uğraştıktan sonra bu hadisle karşılaştım ama yapacak bir şey yok. Emir demiri keser :) Bir hatırlatma sevgili Gönüldaşlar...


  7. EBÛ HANÎFE’NİN KIYÂS YAPARAK KASITLI BİR ŞEKİLDE SAHÎH HADÎSE MUHALEFET ETTİĞİNİ SÖYLEYEN

    YA ZAN İLE YA DA HEVÂ İLE KONUŞMUŞTUR

    «Ebû Yûsuf rahimehullâh –ki o, Ebû Hanîfe’nin arkadaşlarının en büyüğüdür ve kadılar kadısı lakabını alan ilk kişidir- Mâlik [b. Enes] ile bir araya geldiğinde, ona bu meseleler hakkında sordu.

     

    Malik ona, Medîne ehlinin mutevâtir nakli ile cevap verdi. Ebû Yûsuf [da kendi görüşünü bırakıp] Mâlik’in görüşüne döndü ve dedi ki: “Eğer arkadaşım da benim gördüğümü görmüş olsaydı, benim görüşümden döndüğüm gibi o da dönerdi.” Böylece Ebû Yûsuf bu türde bir naklin –başkaları yanında hüccet olduğu gibi- arkadaşı Ebû Hanîfe yanında da hüccet olduğunu aktarmış oldu.Ancak bu nakil Ebû Hanîfe’ye ulaşmamıştır. Nitekim ona da, ondan başka imâmlara da hadîslerden birçoğu ulaşmamıştır. O halde, kendilerine ulaşmayan bir ilmi terk etmeleri sebebiyle kınanmazlar. Ebû Yûsuf’un bu nakle dönmesi; onun ve arkadaşı Muhammed’in, hocalarının [Ebû Hanîfe’nin] görüşünü bırakıp, pek çok hadîse ittiba etmeleri türünde bir dönüştür. Bunu onlara hocaları öğretiyor ve diyordu ki: “Muhakkak ki bu hadisler de –eğer sahîh iseler- hüccettir.” Ancak bu hadîsler ona ulaşmadı.

     

    Her kim, Ebû Hanîfe’nin veya müslümanların imâmlarından bir başkasının, kıyas veya başka bir şeyden dolayı sahîh hadîse kasıtlı muhalefet ettiklerini zannederse, şüphesiz ki onlar hakkında hata etmiş, ya zan ile ya da hevâ ile konuşmuştur.»

    İbnu Teymiyye el-Harrânî ed-Dımeşkî (vefâtı: 728 hicrî)

    Mecmû‘u Fetâvâ (20/304)


  8. Bir Garip Gündem

    Ebubekir Sifil

    Türkiye'nin "kürtaj" diye "öncelikli" bir meselesi var mıdır gerçekten?

     

    Kadın-erkek ilişkilerinin, özellikle büyük şehirlerde alabildiğine zıvanadan çıktığı bir ortamda bu meseleyi konuşmak, itiraf edelim ki komik duruyor. Gençlerin karşı cinsle sınır tanımayan yakınlaşması, kadın ve kızların annelerine, ninelerine inat giyim-kuşam tarzı, sokakta ayak uçlarına bakarak yürümeye mecbur ediyor "iffet" diye bir meselesi olanları.

     

    İnsanları gayrimeşru ilişkiye götüren, hatta "teşvik eden" yolların sonuna kadar açık olduğu bir toplumsal yapının kendisi bizatihi münker haline dönüşmüştür. Modern toplum anlayışının, "bireysel özgürlükler" adı altında fetişleştirilen münkeratı tartışmaya bile tahammülü yoktur. Hal böyle olunca aile, annelik, babalık... gibi değerler elbette yerini menfaatçi, bencil, ihtiraslarının kölesi olmuş bireylerin hastalıklı algılarına bırakacaktır. İnsanların kişisel zevklerinin/günah eğilimlerinin "bireysel özgürlükler" sloganı altında tabulaştırılması normal, hatta "gerekli" hale gelince, kadın ve erkek, annelik-babalık yerine behimi arzularının tatminini tercih edince, kendi yavrusunun canına kıymakta da elbette bir sakınca görmeyecektir.

     

    Burada anormal olan, erkeğin ya da kadının kürtaj yaptırarak kendi yavrusunun katili olması değil, bu aşamaya son derece serbest bir şekilde gelebilmelerinin önünü açan anlayışın mutlaklaştırılmasıdır. Fıkıh bize "sedd-i zerayi'/feth-i zerayi'" diye birşeyden bahseder. İyiye/doğruya götüren yollar açılmalı, teşvik edilmeli, kötüye/yanlışa götüren yollarsa kapatılmalıdır.

     

    Oysa modern hayat bunun tam tersini dayatıyor. İyiye/doğruya götüren yollar tıkanıyor, kötüye/yanlışa götüren yollar ardına kadar açılıp teşvik ediliyor.

    Şurası yüphe götürmez bir gerçek: Günah/münker, bulaşıcı hastalık mikrobu gibidir. Bulunduğu yerde kendi haline bırakılması, yayılmasına göz yumulması demektir. Bu sebeple Efendimiz (s.a.v), bir münker gördüğümüzde hemen ona elimizle, buna gücümüz yetmezse dilimizle müdahale etmemizi emir buyurmuş, buna da gücümüz yetmezse hiç olmazsa o münkeri onaylamadığımızı kalben deklare etmemizi, bunun da imanın en zayıf mertebesi olduğunu ihtar etmiştir.

     

    Tarihî tecrübe ve kültür, bu mü'min tavrını kurumsallaştırmış ve "ihtisap" müessesesine hayat vermiştir. Böylece münkere fiilî müdahalenin bireylerin değil kamu otoritesinin yetkisinde olduğu ortaya konulmuştur.

     

    Günaha/münkere duyarsız kalmak, hatta "özgürlük" adı altında önünü açıp teşvik etmek, hangi mülahaza ile olursa olsun yanlıştır; hatta bizatihi "günah"tır! Ve bu yanlışlık ve günah, sadece uhrevî hayatta karşılığı görülecek şekilde "tek boyutlu" değildir. Her günahın insan ve toplum hayatında, yani bu dünyada da müşahhas neticeleri, olumsuz yansımaları vardır. Hiçbir günah bundan istisna edilemez.

     

    Dolayısıyla kürtajı tartışmadan önce "sedd-i zerayi" ilkesi gereği önce insanları kürtaja götüren yolları tartışmalı, bu yolların tıkanması için alınması gereken tedbirler konuşulmalı, tartışılmalıdır.

    • Like 3

  9. Bu arada Kumandan Salih Mirzabeyoğlu'nun güzel bir lafı var onu da söyliyeyim de damga vurma çalışmaları başlamadan ne konumda olduğum anlaşılsın ki meselenin özünü aramaktan ziyade başka şeyler ortaya çıkmasın. :)

     

    "Mezhebleri inkar edenler, peşlerinden gidenlerle beraber aptallar mezhebini oluşturur" (Sahabenin Rolu ve Manası)

     

    Bu laf beni hep güldürür :) Hakiki gönüldaşın hali bir başka :)


  10. Esselamu Aleyküm Gönüldaş, paylaşım için teşekkür ederim. Aynı mevzuda mesela teşehhüdde işaret etmek mevzuunda farklı farklı hadislerin varlığı belkide bizi hepsini zaman zaman yapmaya iter zaten İmam Nevevi bu tür mevzularda bütün sahih sünnetleri yapmanın daha efdal olduğu görüşündedir. Zannedersem el-Ezkar'da söyler bunu. Burada zaten mezheb vakıasını tartışmanın bir lüzumu yok çünkü başlı başına hak dava üzerine bir vakıadır. Eğer ben Medinede yaşamış olsaydım ve aklıma bir sual gelseydi gideceğim yer Kufe meclisi değil İmam Malikin meclisi olurdu. Bu çok normal. Zaten zaman içerisinde imamlar bölgeleriyle çağrılmış. Bu kaçınılmaz bir hadise ancak bir de meselenin "cumhur-u ulema"lık kısmı vardır. Hiçkimse bir çobandan cumhur-u ulemanın ne görüşte olduğunu bilmesini beklemez. Onun yapacağı en sıhhatli şey bulunduğu yere en yakın bir mescide gidip o imamın mezhebine tabi olmaktır. Ancak tarih içinde de inkarı abes bir durum vardır ki günümüze kadar mukayeseli fıkıh kitapları yazılmıştır ve orada çoğu meselenin savunucuları nakledilirken cumhurun görüşü bu yöndedir der. Burada kastetmek istediği tam da İmamların kastettiğidir. Mesela İmam Ebu Hanife yağmur namazını yok sayarken İmam Muhammed bu namazın sahih olduğunu Medine imam Malikten öğreniyor ve bugün hangi ilmihale bakarsanız bakın yağmur namazı bahsi vardır. Yukarıdaki nakillerin konuya bakan çok fazla bir yönünü ben idrak edemedim bu sebepten. Benim bu meseleyi buraya taşımamdaki amaç ise şudur:

     

    Bugün bir cemaat sözgelimi teşehüdde parmak oynatmanın haram olduğu görüşündedir ve içlerinden biri bunu nehyeden bir hadis getir demez. Ne deriz? Şeyhim bilir. Eyvallah, biz allamelik taslamalıyız demiyorum ama bir de cumhurun kanaati vardır. Bu ümmet dalalet üzerine ittifak etmeyeceğine göre eğer mümkünse cumhuru ulemanın görüşü en kuvvetlidir. Burada yukarıda da değinildiği gibi mezhebin dışına çıkmak sökonusu bile değil. Şayet öyle birşey varsa "Hanefiliği" bir daha düşünün ya da İmam Ebu Yusufu ve İmam Muhamedi başka mezhebden sayın. Burada önemli olan noktada burası. Ben açtım buhariyi orda böyle yazıyor ben de amel ederim demek yerine eğer bir mevzuda ihtilaf varsa cumhura uymak en efdaldir.

     

    Kendimden örnek verecek olursam; benim sabah namazında kunut duası okumam müekked sünnet ve ben bulunduğum yerde Hanefi bir cemaate imamlık yapıyorum. Mevzuyu mukayeseli fıkıh kitabında araştırdım ve Daru'l Hikme ekibiyle görüştüm. Cumhura göre sabah namazında kunut okunmaz dediler ve ben burada mezhebimin dışına çıktım. Bu beni Şafiilikten atmayacağı gibi bana başka türlü de zarar vermez. (değil mi?)

     

    Bir de muzdaribi olduğum başka bir mevzuu var bu konuda. Mesela bugün hangi ilmihal kitabına bakarsanız bakın orada abdestte boynun meshinin sünnet olduğu yazılır ancak eski Hanefi fıkıh kitaplarında bu mesele aktarıldıktan sonra hadis zayıf olduğu geçer. Şafii ilmihallerinde bunun gibi bir sürü şey vardır. İmam Şafinin olmayan bir sürü görüş bulursunuz orada. İşte bu sebepten ötürü GÜCÜ OLANIN o hükmün kaynağına da bakması çok önemli. Şüphesi olan sorar soruşturu öğrenir. Tıpkı yukarıda İmam Ebu Hanife'nin dediği gibi. Zaten bir düşünsenize ben şimdi diyorum ki bakın arkadaşlar benim bu yazımı sakın ama sakın başka başlığa taşımayın. Ben ölüyorum ve biri beni çok sevdiği için başka başlığa taşıyor :) Ya kardeşim ben yapma demişim sen ne yapıyorsun? Ama bak şimdi Üstad böyle dedi de şimdi biz bunu yapalım gene ama :S Böyle bir durum var ortada. GÜCÜ OLAN'ı büyük yazdım ona iyice dikkat edilsin. Dinden zorluk yoktur :)

     

    Son olarak, daha önce bu sitede İmam Rabbani Hazretlerinden biri bir mektup paşlaşmıştı. Sonunda bir baktım ki Reddül Muhtardan bir alıntı var :) Allah Allah dedim ya arada nerdeyse 150 seneden fazla bir zaman var bu iki kitapta. Eyvallah İmam Rabbani hazretleri keramet sahibi bir veli de ben 150 sene sonra yazılacak bir kitaptan alıntı yapmasını beklemezdim. Sonra bir baktım ki İhlas Bombası bir bomba daha patlatmış ve mektubata kendileri eklemiş ama eklendiği hiç anlaşılmıyor. :)

     

    Yukarıda da 312. mektub denmiş ama ben baktığımda başka birşeyler buldum. Orada belki bir sıkıntı yok yani ben yanlış da bakmış olabilirim ama gene 150 sene sonra yazılmış Haleb-i Sağir'den alıntı yapılması herhalde zor. Bir de o zamanında yakaladığım sahtekarlığı içeren mektubun üslubuyla bu üslub bir gibi göründü. Temam, nemaz falan... İstersen birdaha bir bak Hacegan Gönüldaş. Gerçi dediğim gibi burada cumhura uymak çok önemli gibi geliyor bana ve ben açtım baktım buhariye tavrı doğru değil, eyvallah... Yukarıdaki yazı İmam-ı Rabbani'ye ait olmasa bile -burada emin olarak konuşmuyorum yanlış anlaşılmasın- bir tartışma vardır ve gene bir içtihad vardır diyelim. Başkalarının da başka içtihadarı olur ve iş gene aslında cumhura bakmanın zorunluluğunu gösterir.

     

    Esselamu Aleyküm...


  11. Ehl-i Sünnet'in Kalesi İmam Ahmed Rahmetullahi Aleyh

     

    İmam Ahmed'e gelince; imamlar arasında hadisleri daha çok toplayan ve bunlara bağlanan odur. Öyle ki “fer’î konuları ele alan kitapların telif edilmesini hoş görmezdi.”

     

    (İbnu'l-Cevzi, el-Menakib s.192)

     

    Bundan dolayı şöyle demektedir:

     

    1- Beni taklid etmeyin, Malik’i de, Şafiî'yi de, Evzaî ve Sevrî'yi de taklid etmeyin. Onlar nereden aldılarsa siz de oradan alın.”

     

    (el-Fellani s.113, İbnu'l-Kayyim, İ'lam 2/302)

     

    Başka bir rivâyette: “Dininde bu kimselerden kimseyi taklid etme, Rasûlullah ve sahâbîlerinden varid olan ne ise onu al. Sonrasındaki tabiînlerde ise kişi muhayyerdir.” Bir defasında da şöyle demiştir: “İttiba, kişinin, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e ve sahâbîlere tâbi olmasıdır. Ancak tabiînden sonra kişi muhayyerdir.”

     

    (Ebu Davud, Mesailu'l-İmam Ahmed, s. 276-277)

     

    2- Evzaî'nin görüşü, Malik'in görüşü, Ebû Hanife'nin görüşü... Bunların hepsi birer görüştür. Bana göre de hepsi eşittir. Delil ise ancak rivâyetler (hadisler)dir.

     

    (İbn Abdilberr, el-Câmi' 2/149)

     

    3. Kim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hadisini reddederse, o helak olacağı bir uçurumun kenarındadır (demektir).

     

    (İbnu'l-Cevzi s.182)

     

    İşte, hadislere sarılmayı emretme, basiretsiz bir şekilde taklidi nehyetme hususunda imamların söyledikleri bunlar. Bunlar öyle açık ifadeler ki hiçbir tevil veya münakaşayı kaldırmaz. Kaldı ki sünnette sabit olana sarılan kişi, -imamların bazı sözlerine muhalif de olsa- onların mezheplerinden ve yollarından ayrılmış olmaz. Bilakis o hepsine tâbi olmuş, kopması mümkün olmayan sağlam kulpa tutunmuş olur. Ancak onların sözlerine muhalif olan sünnetleri terkeden kimse böyle değildir. Böyle biri onlara isyan etmekte ve biraz önce onlardan nakletmiş olduğumuz sözlerine muhalefet etmektedir. Allah Teâlâ da buyuruyor ki:

     

    Rabbine yemin olsun ki, aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem seçip sonra da verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamıyla boyun eğmedikçe, iman etmiş olmazlar.

     

    (Nisa 65)

     

    Yine buyuruyor ki:

     

    Onun emrine muhalefet edenler başlarına bir musibet gelmesinden veya acı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.”

     

    (Nur 63)

     

    Hafız İbn Receb -Allah ona rahmet etsin- diyor ki:

     

    “Kendisine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in emrinin ulaştığı her kişinin yapması gereken; bunu ümmete beyan etmek, onlara nasihat edip bu emre tâbi olmaları için çalışmaktır. İsterse bu, ümmette büyük bir zatın görüşüne ters olsun. Çünkü Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in emri, hata ederek muhalefet eden büyük bir zatın sünnete aykırı emrinden tazim edilmeye ve uyulmaya daha layıktır (hak sahibidir). İşte bu itibarla sahâbîler ve onlardan sonra gelenler sahih sünnetlere muhalefet edenleri tenkid etmişlerdir. Bazen belki de tenkidlerinde kaba ifadeler de kullanmışlardır."

     

    Bunu hatta babalarına ve alimlerine karşı yapmışlardır. Nitekim Tahavi Şerh Meani'l-Asar (1/372), Ebu Ya'la Müsned'inde (3/1317) ricali sika olan ceyyid bir senedle Salim b. Abdillah b. Ömer'den rivayet ettiler ki (Salim) diyor ki:

     

    "Mescidde İbn Ömer'le otururken Şamlılardan bir adam geldi ve ona hac zamanına kadar umreden faydalanmayı sordu? İbn Ömer dedi ki: Bu güzel bir şeydir. Adam dedi ki: "Ancak baban bunu nehyediyordu." Adama şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana! Rasulullah (s.a.v) bunu yapmışken babam bunu nehyetse, sen kimin Rasulullahın emrine mi, babamın nehyine mi uyarsın? Dedi ki: "Rasulullahın emrine." Adama dedi ki: "Hadi kalk, git." İmam Ahmed (no: 5700) benzerini rivayet etmiştir. Tirmizi de (2/82) sahih olduğunu söylemiştir. İbn Asakir (1/51/7), İbn Ebi Zib'den şunu rivayet eder. Dedi ki: Sa'd b. İbrahim (yani Abdurrahman b. Avf'ın oğlu) bir adam hakkında Rabia b. Ebi Abdirrahman'ın görüşüne dayanarak hüküm verdi. Ben de ona verdiği hükme muhalif Rasulullahın bir haberini aktardım. Bunun üzerine Sa'd, Rabia'ya dedi ki: Bu İbn Ebi Zi'b. Bana göre sika (güvenilir) biridir. Bana da Rasulullahtan verdiğim hükme muhalif bir haber naklediyor. Rabia ona dedi ki: Sen içtihad ettin ve hükmünü verdin. Sad ise cevaben şöyle dedi: "Ne acayib bir durum! Sad'ın hükmünü uygulayacağım da Rasulullah (s.a.v)'in hükmünü uygulamayacağım. Hayır, hayır. Sad'ın hükmünü reddedecek, Rasulullah (s.a.v)'in hükmünü yerine getireceğim. Bu sefer Sad davayı yazdığı kararnameyi getirtti ve yırttı. Ardından adamın lehine hüküm verdi."

     

    Ondan nefret ettikleri için değildir bu. O bilakis o sevdikleri ve saygı duydukları biridir. Ancak ne olursa olsun, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i daha çok sevmektedirler. Onun emri de bütün mahlukatın emrinin üstündedir. Eğer Rasûlullah’ın emri ile bir başkasının emri çelişirse, Rasûlullah’ın emri öne alınmalı ve ona tâbi olunmalıdır. Onun emrine muhalif olana duyulan saygı, Rasûlullah’ın emrine tâbi olmaya engel teşkil edemez. Her ne kadar o kişi hatasında bağışlanmış olsa da.

     

    (Bilakis ecir bile alacaktır. Çünkü Rasulullah (s.a.v) buyuruyor ki: "Hakim içtihad eder de isabet ederse ona iki ecir vardır. Hüküm verirken içtihad eder de hata ederse ona da bir ecir vardır. Buhari-Müslim rivayet etmişlerdir.)

     

    Kaldı ki, o bağışlanmış olan zat, Rasûlullah’ın muhalif emri kendisine geldiğinde kendi görüşüne muhalefet edilmesine itiraz da etmez.

     

    (İkazu'l-Himem'in talikinde nakletmiştir. s.93)

     

    Buna nasıl edecekler ki?! Değil mi ki, onlar bunu tâbilerine emretmişler ve onlara sünnete muhalif sözlerini terketmeyi gerekli kılmışlardır. Hatta İmam Şafiî tâbilerine, kendisi onu almamış olsa bile sahih sünneti ona nispet etmelerini emretmiştir. Bu yüzden İbn Dakik el-İyd teker teker ve toplu olarak dört imamdan herbirinin sahih hadislere muhalif olan görüşlerini topladığı tek ciltlik büyük eserinin mukaddimesinde şöyle demiştir:

     

    “Bu meseleleri müçtehid imamlara nispet etmek haramdır. Mukallid fakihlerin de bunları bilmeleri gerekir ki, bu görüşleri onlara nispet ederek, onlara iftira etmesinler.”

     

    (el-Fellani s. 99)


  12. Ehl-i Hadis'in İmamı İmam eş-Şafiî Rahmetullahi Aleyh

     

    İmam Şafiî'ye gelince bu hususta ondan nakledilenler daha çok ve daha da güzeldir. Şafiî mezhebine tâbi olanlar (belki bu zaman için sözkonusu değil) da bununla daha çok amel etmişlerdir. Bu sözlerden bazıları şunlardır:

     

    1. Rasûlullah’ın -sallallahu aleyhi ve sellem-sünnetlerinden bazılarının ulaşmadığı veya kaybolmadığı hiç kimse yoktur. Söylediğim her söz ve koyduğum her asıl, şâyet Rasûlullah’ın -sallallahu aleyhi ve sellem-bir sünnetiyle aykırılık arzediyorsa, uyulacak Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sözüdür. O ayrıca benim de sözümdür.

     

    (Hakim, İmam Şafiî'den kendi senediyle muttasıl olarak rivâyet etmiştir. İbn Asakir'in “Tarih-u Dımeşk”ında da böyledir. (15/1/3) “İ'lâmu'l-muvakkiîn” (2/363-364) ve “el-İkâz”, s.100)

     

    2. Müslümanlar, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünneti ortaya çıktıktan sonra, bir kimsenin o sünneti başka birinin sözü için terketmesinin helal olmayacağı hususunda icma etmişlerdir.

     

    (İbnu'l-Kayyim 2/361, el-Fellani s.68)

     

    3. Kitaplarımda Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetine muhalif birşey bulursanız, Rasûlullah’ın sünnetiyle amel edin benim sözlerimi terkedin. Başka bir rivâyette de: “Ona tâbi olun ve başka hiç kimsenin sözüne iltifat etmeyin.”

     

    (el-Heravi Zemmü'l-Kelam 3/47/1, Hatib el-İhticac bi'ş-Şafii 8/2, İbn Asakir 15/9/1, Nevevi el-Mecmu' 1/63, İbnu'l-Kayyim 2/361, Fellani s.100 ikinci rivayeti ise Ebu Nuaym el-Hilye (9/107)'de, İbn Hibban sahihinde (3/284) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

     

    4. Hadis sahih olduğunda benim mezhebim o hadistir.

     

    (Nevevi, a.g.e. Şa'rani (1/57) (Hakim ve Beyhaki'ye nispet ederek) Cellani (s.107) (rivayet etmişlerdir). Şarani diyor ki: "İbn Hazm dedi ki: Yani ona veya başka alimlere göre sahih olursa")

     

    Bundan sonra gelen sözünde bunu açık bir şekilde ifade etmiştir. Nevevi özetle şunu söyler: "Mezhep alimlerimiz bununla, tesvib hastalık özründen dolayı ihramdan çıkmayı şart koşmak meselelerinde amel etmişlerdir. Bu meseleler dışında başka meseleler vardır. Mezhep kitaplarında olduğu gibi... Mezhebimizden hadise dayanarak fetva verdiği nakledilenlerden bazıları: Ebu Yakub el-Buvayti, Ebu'l-Kasım ed-Dâreki...dir. Bunu kullanan muhaddis arkadaşlarımız da: İmam Ebu Bekr el-Beyhaki vb. dir. Mezhebimizin eski mensuplarından bazıları, bir meselede hadis bulurlarsa, Şafii'nin mezhebi de o hadise muhalif ise hadisle amel eder ve ona dayanarak fetva verirlerdi. Ek olarak şunu söylerlerdi: "Şafii'nin mezhebi hadise muvafık olan şeydir."

     

    Şeyh Ebu Amr diyor ki: Şafiilerden biri mezhebine muhalif bir hadis görürse bakar: Eğer mutlak manada -veya o bab yahut meselede- içtihadi unsurları haiz ise bağımsız olarak o hadisle amel edebilir. İçtihadi unsurları haiz değilse ayrıca hadise muhalefet etmek ağrına gidiyorsa ve hadise muhalefet etmeye sadra şifa bir cevap bulamıyorsa, Şafii dışında bir imam o hadisle amel etmişse, o da onunla amel edebilir. Bu da ona imamının mezhebini bırakma da mazeret olur. Bu söylediği güzel bir şeydir. Allah doğrusunu bilir.

     

    Ortada İbnu's-Salah'ın değinmediği bir suret daha var. O da: Eğer hadisle amel eden kimseyi bulamazsa, böyle bir durumda ne yapar? Bu soruya Takıyyuddin es-Subki: Mana "Kavli'ş-Şafii... ize sahhel hadis" (c.3, s.102)’de şöyle cevap vermiştir:

     

    "Bana göre evla olan hadise tabi olmaktır. Kişi kendini Rasulullahın huzurunda ve hadisi ondan işittiğini farzetsin, amel etmekten geri kalabilir mi? Allah'a yemin olsun ki hayır. Herke de anladığı miktarla mükelleftir.

     

    Bu konunun izahını ve tamamını İ'lamu'l-Muvakkiin (2/302,370), el-Fellâni'nin: "İkaz'ü Himemi Uli'l-Ebsar, liliktidâi bi-seyyidil-muhacirin ve'l-ensar ve tahzirihim ani'l-ibtidâi'ş-Şâi fi'l-kura ve'l-emsar min taklidi'l-mezahib maa'l-hamiyyeti ve'l-asabiyyeti beyne fukahai'l-emsar" adlı eserinde bulabilirsin. Bu kitap da konusunda eşsiz bir kitaptır. Hakkı seven her kişinin bunu anlayarak ve üzerinde titizlikle durarak okuması gerekir.

     

    5. Sizler (burada hitap Ahmed bin Hanbel'e yöneliktir) hadisleri ve ricali benden daha iyi bilirsiniz. Eğer hadis sahih olursa onu bana da söyleyin. Kufeliler, Basralılar ve Şamlılar rivâyet etsin farketmez, eğer sahih ise ben onlara giderim.

     

    (Bunu, İbn Ebi Hatim Adabü'ş-Şafii (s.94-95)'de Ebu Nuaym el-Hilye'de (9/106) Hatib el-İhticac biş-Şafii (1/8)'de, ondan da İbn Asakir (1/9/15) İbn Abdilberr el-İntikâ (s.75)'de İbnü'l-Cevzi Menakibu'l-İmam Ahmed (s.499)'de, Herevi (2/47)'de, -üç yoldan Abdullah b. Ahmed b. Hanbel'den o da babasından, Şafii ona şöyle dedi... şeklinde- rivayet etmişlerdir. Ondan geldiği sahihtir. Bu yüzden İbnu'l-Kayyim İ'lam (2/325) Fellani'de el-İkaz (s.152)'de bu nisbetin kesin olduğunu belirtmiştir. Ardından diyor ki: "Beyhaki diyor ki: Bu yüzden Şafii'nin hadisi esas alması çoktur. Yani o, Hicaz, Şam, Yemen ve Irak ehlinin ilmini cem etmiştir. Tolerans tanımadan ve kendi beldesinin ehlinin mezhebine uyana meyletmeden sahih gördüğü her hadisi almıştır. Hakkı her gördüğü yerde... Ondan önce gelenler arasında sadece beldesinin mezhebiyle yetinip, muhalif olan sahihleri öğrenmek için çalışmayanlar vardır. Allah bize de, ona da mağfiret etsin.)

     

    6. Nakil ehline göre (hadis âlimleri), hakkında Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den sahih hadis bulunan her meselede muhalif görüşlerimden hayatımda da, öldükten sonra da vaz geçmişimdir.”

     

    (Ebu Nuaym el-Hilye 9/107, Harevi 1/47, İbnu'l-Kayyim, İ'lamu'l-Muvakkiin 2/363, Fellani s.104)

     

    7. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den sahih bir hadis olduğu halde benim ona muhalif bir söz söylediğimi görürseniz, bilin ki, aklım başımdan gitmiştir.

     

    (İbn Ebi Hatim Adabu'ş-Şafii s. 93. Ebu'l-Kasım es-Semerkandi "el-Emali, Ebu Hafs el-Müeddip Münteka (1/234) Ebu Nuaym el-Hilye (9/106) İbn Asakir (1/10/15) de sahih senedle rivayet etmişlerdir.)

     

    8. Ben bir söz söyler de, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sözüme muhalif sahih bir hadisi varsa, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hadisi (amel etmekte) evladır, beni taklid etmeyin.

     

    (İbn Ebi Hatim s.93 Ebu Nuaym ve İbn Asakir (2/9/15) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

     

    9. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den gelen her hadis benim sözümdür, benden duymamış olsanız bile!

     

    (İbn Ebi Hatim s. 93-94)


  13. Medine'nin İmamı İmam Malik Rahmetullahi Aleyh

     

    1. Ben bir beşerim, isabet eder, hata da ederim. Benim görüşlerime bakın; Kitap ve sünnete uyanları alın, Kitap ve sünnete uymayanların hepsini terkedin.

     

    (İbn Abdilberr, el-Câmi (2/32). Ondan da İbn Hazm Usulü'l-Ahkam (6/149), yine el-Fellâni (s. 72))

     

    2. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-dışında her insanın sözlerinin bir kısmı alınıp, bir kısmı terk edilebilir. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-ise müstesnadır.

     

    (Bu sözün İmam Malik'e nisbeti müteahhir alimler arasında meşhurdur. İbn Abdilhadi, İrsâdû's-Salik (1/227)'te sahih olduğunu söylemiştir. İbn Abdilberr el-Câmi (2/91)'de İbn Hazm Usulü'l-Ahkam (6/145, 179)'da el-Hakem b. Uteybe ve Mücahid'in sözü olarak rivayet etmişlerdir. Takıyuddin es-Subki de el-Fetava (1/147)'da İbni Abbas'tan rivayet etmiş ve çok güzel bir söz olduğunu belirtmiştir.Ardından şöyle demiştir; Bu sözü İbn Abbas'tan Mücahid, onlardan da İmam Malik almıştır ve ondan meşhur olmuştur. Onlardan da İmam Ahmed almıştır. Ebu Davud Mesailu'l-İmam Ahmed s. 276'da diyorki: Ahmed'in şöyle dediğini işittim: Rasulullah (s.a.v) dışındaki herkesin muhakkak sözlerinden alınır da, bırakılır da...)

     

    3. İbn Vehb diyor ki: İmam Malik'e, abdest alırken ayak parmaklarının arasını tahlil (el parmaklarıyla arasına su ulaştırma) meselesi sorulduğunda şöyle dediğini duydum: “Bunu yapmak vacip değildir.” İnsanlar gidinceye kadar sustum. Sonra ona dedim ki: “Bu hususta elimizde varid olan bir sünnet var.” Dedi ki: “Nedir bu?” Dedim ki: “Bize Leys b. Sa'd, İbn Lehia ve Amr b. Haris anlattı ki, Yezid b. Amr el-Meafirî'den, (o da) Ebû Abdurrahman el-Habelî'den, (o da) el-Müstevrid b. Şeddat el-Kureşî'den dedi ki: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in serçe parmağıyla ayak parmaklarının arasını ovaladığını gördüm.” Dedi ki: “Bu güzel bir hadistir, şimdiye kadar da duymuş değilim.” Sonraları bu mesele tekrar sorulduğunda, insanlara böyle yapmalarını emrettiğini gördüm.

     

    (İbn Ebi Hatim, el-Cerh ve't-Tadil'in mukaddimesi s. 31,32. Ayrıca Beyhaki Sünen'de (1/81)'de rivayet etmiştir.)


  14. Fıkhın Babası Imam Ebu Hanife Rahmetullahi Aleyh

     

    1. Hadis sahih olduğunda, benim mezhebim hadistir.

     

    ( İbn Abidin, Hâşiye (1/63), Resmul-Müfti (İbn Abidin'in risalelerinden biridir) 1/4'te, Şeyh Salih el-Fellâni İkaz'ul-Himem (s.62)'de nakletmişlerdir.)

     

    Ayrıca İbn Abidin Şerhu'l-Hidaye'de İbnu'l-Humam'ın hocası İbnu'-Şahna el-Kebir'den şunu nakleder:

     

    "Eğer hadis sahih olur da, mezhebe muhalif olursa hadisle amel edilir. Bu da onun mezhebi olur. Hadisle amel etmekle de kişi Hanefi olmaktan çıkmaz. Çünkü Ebu Hanife'nin "Hadis sahih olursa benim mezhebim odur (hadistir)" sözü sahih bir yolla gelmiştir. "Nitekim İbn Abdilberr bunu Ebu Hanife ve başka alimlerden rivayet etmiştir."

     

    Bu, ilimlerinin ve takvalarının kamil olmasının bir sonucudur. Çünkü burada bütün sünneti kuşatamadıklarına işaret etmişlerdir. Daha sonra geleceği üzere İmam Şafii bunu açık bir şekilde ifade etmiştir. Yani, bazen onlar kendilerine ulaşmamış bir sünnete muhalif görüş serdedebilirler. Böyle bir durumda bizlere, sünnete tabi olmayı ve bunu onların mezhebi olarak kabul etmeyi emretmişlerdir. Allah hepsine rahmet eylesin.

     

    2. Bir kimsenin nereden aldığımızı bilmeden bizim sözümüzü alması (onunla amel etmesi) helal olmaz.

     

    Bir rivâyette de; “Benim delilimi bilmeyen bir kimsenin sözlerimle fetva vermesi haramdır çünkü biz beşeriz. Bugün bir söz söyler, yarın ondan geri dönebiliriz.”

     

    (İbn Abdilberr, el-İntika fi fedaili's-selaseti'l-eimmeti'l-fukaha s. 145 İbnu'l-Kayyim İ'lamu'l-Muvakkıîn (2/309). İbn Abidin el-Bahru'r-Raik'in Haşiyesi (6/293). Resmu'l-Müfti (s. 29, 32). Şarani el-Mizan 1/55'de ikinci rivayetle.Üçüncü rivayeti ise: Abbas ed-Dûrî İbn Main'in Tarihinde (6/77/1) İmam Züfer'den sahih bir senedle rivayet etmiştir. Bunun benzeri sözlerde Ebu Hanife'nin talebeleri Ebu Yusuf, İmam Züfer, Afiye b. Yezid'den rivayet edilmiştir. (el-İkaz s. 52) İbnu'l-Kayyim, Ebu Yusuf'tan gelen rivayetin sahih olduğunu söylemiştir. (2/344). Ayrıca el-İkaz'ın ziyadelerinde (s.65) İbni Abdil-Berr ve İbnu'l-Kayyim'den rivayet edilmiştir.)

     

    Delillerini bilmeyenler hakkında söyledikleri bu ise, sözlerinin delile muhalif olduğunu bildiği halde delile muhalif fetva verenlerin durumu nedir acaba! Bu sözü iyice düşün. Çünkü bu tek başına körü körüne taklidi yıkmaya yeterlidir. Bundan dolayı bazı mukallidler Ebu Hanife'nin delilini bilmeden onun sözüyle fetva veremeyeceği söylendiğinde bunun Ebu Hanife'ye ait olduğunu reddetmektedir.

     

    3. Allah'ın kitabına ve Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hadislerine muhalif bir söz söylersem, sözümü terkedin.

     

    (el-Fellâni, el-İkaz s.50. Ayrıca bunu İmam Muhammed'e de nispet etmiştir.)

     

    Ardından şöyle demiştir:

     

    "Bu ve benzeri sözler tabi ki müçtehid için değildir. Çünkü bu hususta onların sözlerine ihtiyacı yoktur. Bilakis bu mukallid için geçerlidir."

     

    İmam Şa'rani el-Mizan'da (1/26) bu söze binaen şunları söyler:

     

    "Şayet imamın vefat ettikten sonra sahih olduğu ve bunlarla amel etmediği ortaya çıkan hadisleri ne yapayım? dersen, cevabım şudur: Yapman gereken hadislerle amel etmektir. Çünkü imanım bunlara ulaşsaydı ve ona göre sahih olsaydı, belki bunlarla amel etmeyi sana emrederdi. Çünkü imamların hepsi şeriatin esiridir. Bunu yapan da iki eliyle hayrı kucaklamış olur. Kimde; "İmamım onunla amel etmedikçe bir hadisle amel etmem" derse hayrın çoğunu elinden kaçırır. Nitekim mezhep mukallitlerinin çoğunluğunun durumu böyledir. Halbuki yapmaları gereken imamlarının vasiyetini yerine getirmek üzere ondan sonra sahih olduğu ortaya çıkan her hadisle amel etmekti. Çünkü bizlerin onlar hakkındaki kanaatimiz şudur: Şayet onlar yaşasalardı ve onlardan sonra sahih olduğu ortaya çıkan bu hadisleri elde etselerdi hadisleri esas alır ve onlarla amel ederlerdi. Yapmış oldukları bütün kıyasları da, söylemiş oldukları sözleri de terkederlerdi.


  15. Ha bu arada hadis demişken ehl-i hadisin en büyüklerinden biri olan İmam eş-Şafiî'den bir nakil yapmasam çatlarım:

     

    İmam Şafii (r.a.) bir gün bir hadis rivayet eder ve “sahihtir” der. Birisi:

     

    -Ey Ebu Abdillah! Sen de aynı kanaatte misin? diye laf edince, bozulur ve şöyle der:

     

    -Ey adam! Sen beni hiç Hıristiyan olarak gördün mü? Bana kiliseden çıkarken rastladın mı? Belimde Hıristiyan kuşağı gördün mü? Resulullah’tan (s.a.v.) hadis rivayet edeceğim, hem de aynı görüşte olmayacağım ha!

     

    (Hılyetu’l Evliya: 9/106.)

     

    Yaaa, gelin de şafiiyim diyenlere çatmayın!


  16. Es-Selamu Aleyküm Kıymetli Gönüldaşlar.

    Yukarıda paylaştığım yazıyı kaç defa okumuşumdur Allah bilir.

    Benim dikkati çeken iki nokta var; biri Allah'ın Resulü'nün sünnetini de nasıl muhafaza buyurduğu ve son kısımda yer alam Suriye'deki bir cemaat. Allah aşkına Türkiye'de bir kadın cemaat düşünün ki mensupları önce Kur'an Hafızı olsun sonra Riyadu's-Salihin! Sonra da isteyene Kütüb-i Sitte, Muvatta ve Müsned kitaplarını herşeyleriyle ezberlesin! Yahu Türkiyedeki cemaatler bu kadınların altına paspas olsa basmaya tenezzül etmezler! Ha bir de şunu merak ettim; bu kadınların şeyhleri kim? Acaba radyo ve televizyonları, okulları ve dershaneleri, paraları ve pulları, ne bileyim Holdingleri vesiteleri, Sedaları ve Sayanları, Amarikaları ve Almanyaları, yüzyıllardır bitmeyen çorbaları ve havada gecen şıkhları falan var mı? Olması lazım ya! Yoksa nasıl olacak bu iş! Allah hayır getire...


  17. HADİS HAFIZLIĞI I

    M. Fatih Kaya Hocaefendi - Daru'l-Hikme

    HADIS_HAFIZLIGI11.png

    Giriş

     

    “… Şüphesiz ki Allah (azze ve celle) Kur’ân’ı[1] ve bilgiyi ezberleme kudretini yalnızca bizim ümmetimize vermiştir. Bizden öncekiler kitaplarını yazılı sayfalardan okuyorlar, ama ezberleyemiyorlardı. Bu yüzden Uzeyr (aleyhisselam) gelip Tevrat’ı ezberinden okuyunca (onu gözlerinde büyütüp): “Bu, Allah’ın oğludur!” dediler. Aramızdan yedi yaşında bir çocuğun Kur’ân’ı ezbere okuyor olması gibi bir lütfü bize bahşeden Rabbimize şükrümüzü nasıl îfâ ederiz!

     

    Sonra, ümmetler içerisinde Peygamberinin söz ve davranışlarını kendisine güven duyulacak şekilde aktaran bizden başka bir ümmet yoktur. Çünkü hadisi, bizde, sonradan gelen öncekinden rivayet eder ve rivayet eden her bir ravinin güvenilir olup olmadığına bakılır. Bu, Rasûlullah’a (sallallâhu aleyhi vesellem) varana kadar böyle devam eder. Diğer ümmetler ise naklettiklerini, kimin yazdığı belli olmayan, kimin rivayet ettiği bilinmeyen bir kitaptan naklederler.

     

    Öyleyse bu büyük nimeti (Kur’ân ve hadisi, daha genel bir ifadeyle Kur’ân ve dinî bilgiyi) ezberlemek iktiza eder. Ezberlenenin hafızada kalması için de devamlı çalışma ve tekrar gerekir. Selefimizin birçoğu ilimden çok şeyi ezbere biliyordu…”.

     

    Büyük Hanbelî âlim İbnu’l-Cevzî, bilgiyi kitap sayfalarında bırakmayıp ezberlemeye teşvik amacıyla yazdığı ve çeşitli ilim dallarında güçlü hafızalarıyla, ezberlerinin çokluğuyla meşhur olmuş âlimlerden, hadis hafızlarından örnekler verdiği “el-Hassü alâ hıfzi’l-ilm ve zikru kibâri’l-huffâz” adlı eserine bu tesbitlerle başlar. [2]

     

    Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerim Efendimize (sallallâhu aleyhi vesellem) peyderpey nazil oluyor, o da behemehâl vahiy kâtiplerini çağırarak nazil olan her yeni ayet veya sûreyi onlara yazdırıyordu. Sahabiler de kendilerine tebliğ edilen bu yeni ayet veya sûreleri öğrenerek hayata aktarıyorlardı. Kendilerine iletilen on ayetin mana ve ahkâmını öğrenip onlarla amel etmedikçe ikinci on ayete geçmedikleri bilinmektedir.[3] Bir kısmı aynı zamanda bu ayet ve sûreleri ezberlerken diğer bir kısmı daha öteye giderek yetişebildikleri kadarını, daha sonra müracaat etme ihtiyacı duyduklarında yanlarında bulunması için yazıyorlardı. İşte mesela kaynaklarda geçen “Abdullah b. Mes’ud’un Mushafı” sözü bunu ifade ediyordu. Sahabe’nin ve sonraki nesillerin Kitâbullah’ı önce yazma, sonra hem tilavetini hem mana ve ahkâmını öğrenme, öğretme, ezberleme, özellikle sonraki dönemlerde “Dâru’l-Kur’ân”lar, “Küttâblar: Sıbyan-Mahalle mektepleri” kurarak yeni yetişen nesillere ezberletme hususunda nasıl bir çaba içerisinde olduğu Kur’ân tarihi okuyan herkesin malumudur.[4]

     

    Allah’ın Kitabı’na gösterilen bu ilgi dinin ikinci kaynağı olan Sünnet-i Rasûlullah’tan esirgenecek değildi. Çünkü kaynak birdi; Rasûlullah (sallallâhu aleyhi vesellem) Allah’ın elçisiydi. Din adına konuştuğu zaman vahiyle konuşuyor, murâd-ı ilâhînin ne olduğunu haber veriyordu. O, elçiydi, O, haberciydi, O, seçilmiş, günah veya hataya düşmekten, nefse veya hevaya uymaktan korunmuş, örnek kılınmış bir peygamberdi.

     

    İşte bu sebeple sahabiler Hz. Peygamber’in (sallallâhu aleyhi vesellem) Sünneti’ne Kur’ân’a gösterdikleri ilginin benzerini gösterdiler. Bu, Kur’ân’ın emri ve Allah’ın Kur’ân’ı koruyacağına dair vaadinin bir gereğiydi. Çünkü Kur’ân’ın muhafazası; Kur’ân’ın açıklaması ve hayata tatbiki demek olan Sünnet’in muhafazasıyla mümkündü. Daha sonra gelecek fitne ve heva ehlinin Kur’ân ayetlerini kendi heva ve arzularına göre eğip bükmelerinin önündeki tek engel Rasûlullah’ın (sallallâhu aleyhi vesellem) Sünneti’ydi.

     

    Hal böyle olunca Rasûlullah’ın (sallallâhu aleyhi vesellem) Sünneti de ilk nesilden başlayarak büyük bir ihtimam ve gayretle yazıldı, ezberlendi, rivayet edildi, okundu, okutuldu. Özellikle hicrî onuncu asrın başlarına kadar İslam coğrafyasının her tarafında Kur’ân hafızları gibi hadis hafızları[5] yetişti. Daha küçücük yaşlarında hadislerle ünsiyet kuran bu hafızlar, hadislerin de bereketiyle uzun ömürleri boyunca binlerce, aralarından bir kısmı on binlerce hadis ezberledi.

     

    Bunlar içerisinde müstesna zekâya sahip olanlar yüz bin ve üzerinde hadis ezberlediler. Tarihimizde yüz bin ve üzerinde hadisi ezbere bilen, o kadarını ezberinden imla eden, iki yüz veya üç yüz bin hadiste müzakere yapan, sorulan sorulara cevap verebilen hadis hafızlarının sayısı az değildir. Nitekim Hâkim, el-Medhal ilâ ma’rifeti Kitâbi’l-iklîl’de, önceki dönemlerde bir hafızın beş yüz bin hadisi ezbere bildiğini söyler.[6]

     

    Bu, Hadis tarihini, tabakat ve biyografi kitaplarını okuyanların bilmediği bir şey değildir. Ne var ki tarihimizden habersizlik, Sünnet ilimlerine olan bigânelik, dünü bugün yaşadığımız çarpık ortam ile mukayese etmek, muteber kaynaklarda yer alan birçok sahih bilgi veya rivayeti bile şüpheyle karşılamayı mümkün hale getirdi.

     

    Uzun sayılacak bir zamandır yaşadığımız fetret devri sebebiyle aramızda kendi tarihimiz, kendi kitaplarımız hakkında kuşkuya düşenler zuhur etti. Oryantalist okumalardan beslenen zahmetsiz dimağlar işi daha öteye götürdüler: Bütün ilmî mirasımızı, bütün kitaplığımızı, bütün ilmiye sınıfımızı itham ettiler. İşte bu yazıda, bizim tarihimizde, bugün ciltlerle ifade edilebilecek kadar hadisi ezbere bilen, Cenabı Hakk’ın kendilerine müstesna kabiliyetler verdiği birçok hadis hafızının bulunduğunu, bunun şaşılacak, garipsenecek yahut istifhamla karşılanacak bir şey olmadığını anlatmaya çalışacağız.

     

    HADİSLERİN SAYISI NE KADAR?

     

    Burada akla, “Yüz binlerce hadis mi var?” sorusu gelebilir. Konumuza geçmeden önce, bu sorunun cevabının verilmesi gerekmektedir.

     

    Metni aynı olsa da senedi farklı olan her bir rivayet, muhaddislerce müstakil bir hadis olarak değerlendirilmektedir. Mesela bir sahabiden aynı hadisi rivayet eden on tabiî varsa, bu, on hadis olarak sayılmakta, yani bu tabiîlerden her birinin rivayeti ayrı bir hadis olarak kabul edilmektedir. Aynı şekilde, hadisi, bu on tabiîden bir aşağı tabaka olan Etbâu’t-Tabiîn tabakasında onar kişi rivayet etmişse hadis Etbâu’t-Tabiîn tabakasında yüze ulaşmış sayılmaktadır. Dolayısıyla ezberlenen hadislerin sayısıyla ilgili zikredilen rakamlar metin itibariyle değil, bu farklı senedler itibariyledir. Nitekim Yahya b. Ma’în: “Biz, bir hadisi otuz (bir rivayette: elli, başka bir rivayette: yüz) farklı tarikten yazmasaydık onu anlamazdık (bir rivayette: bilmezdik, başka bir rivayette: doğrusunu bulamazdık)”[7] sözüyle bu farklı isnadları kastetmektedir.

     

    Ayrıca muhaddisler, yalnızca Rasûlullah’tan (aleyhissalâtu vesselam) nakledilen rivayetleri değil, Sahabe ve Tabiîn’den nakledilen mevkuf ve maktu rivayetleri de hadis olarak adlandırıyorlardı. Bu arada Buhari ve İbn Râhûyeh örneklerinde görüleceği gibi, bazı muhaddislerin yüz binle ifade edilen mahfûzâtı arasında sahih olmayan, zayıf veya mevzu rivayetlerin bulunduğu da unutulmamalıdır.[8] İşte kaynaklarda geçen, bizim de aşağıda bazı örneklerini zikredeceğimiz, hadislerin sayılarıyla ilgili rakamlar bu bilgiler ışığında değerlendirilmelidir.

     

    HADİS HAFIZLIĞI NE DEMEKTİR?

     

    Her şeyden önce şunu söylememiz gerekir ki, biz bu yazımızda bir kavram olarak hadis hafızlığının ne olduğu üzerinde durmayacağız. Ancak şu kadarını hemen belirtmek isteriz ki hadis hafızlığıyla, müteahhir dönemde meşhur olmuş, ilmî hiçbir kıymeti olmayan, “şu kadar hadis ezberleyen hafız olur” gibi tarifleri kastetmiyoruz. Hadis hıfzında asıl olan, “marifet: bilmek”tir. Özetle söyleyecek olursak hadis hafızlığı, farklı rivayetleriyle hadisi, hadis ricalini, cerh ve ta’dili bilmektir; belli sayıda hadis ezberlemek değildir. Hafızlar içerisinde iki bin hadis ezber bilenler olduğu gibi, yirmi bin hadis yahut yüz bin hadis ezber bilenler de vardır. [9]

     

    MEŞHUR HADİS HAFIZLARI

     

    Bir Kelime Değiştirmedi!

     

    Emevî halifelerinden Mervan b. Abdilmelik’in kâtibi Ebu’z-Zu’ayzi’a’nın anlattığına göre, Mervan b. Abdilmelik Ebu Hureyre’yi (radiyallâhu anh) hadis rivayet etmesi için çağırtmış, Ebu’z-Zu’ayzi’a’yı da gizlice kürsünün arkasına oturtup Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadisleri yazdırmıştı. Aradan bir sene geçtikten sonra Mervan Ebu Hureyre’yi tekrar çağırtıp aynı hadisleri rivayet etmesini istedi. Ebu’z-Zu’ayzi’a’yı da bir değişiklik olup olmadığını kontrol etmesi için görevlendirdi. Ebu Hureyre aynı hadisleri ikinci defa rivayet etti ve bir kelimeyi diğeriyle değiştirmedi!

     

    Hâkim’in Müstedrek’te sahih olduğunu söyleyip Zehebi’nin de onayladığı rivayette: “… Ne eksiltti, ne çoğalttı, ne de önce olanı sonra, sonra olanı önce rivayet etti!” denilmektedir.[10]

     

    Benzer bir hâdise, Tabiîn neslinin imamlarından ve hadisi ilk cemedenlerden İbn Şihab ez-Zührî için anlatılmıştır. Emevî halifelerinden Hişam b. Abdilmelik Zührî’den, çocuklarının bazısına hadis imla etmesini istemiş, bir kâtip Zührî’nin imla ettiği dört yüz hadisi yazmıştı. Halife, bir ay kadar sonra hadislerin yazılı olduğu defterin kaybolduğunu söyleyerek Zührî’den o hadisleri tekrar imla etmesini istedi. Zührî o hadisleri tekrar rivayet etti, kâtip de yazdı. Sonra Hişam o nüshayı ilk nüsha ile karşılaştırdı. Bir kelimeyi dahi atlamadığını gördü![11]

     

    İbn Abbas (radiyallâhu anhuma) Ömer b. Ebî Rabîa’nın (yetmiş beyitlik) kasidesini bir defa dinlemekle ezberlemişti.[12]

     

    Kulaklarımı Tıkıyorum!

     

    Zührî anlatıyor: “Bakî’[13]den geçerken nahoş bir söz duyarım (da hafızamda kalır) korkusuyla kulaklarımı kapatıyorum. Çünkü Allah’a yemin ederim ki işitmiş olduğum bir şeyi asla unutmuş değilim!”[14]

     

    Şu söz de Zührî’ye aittir: “Ezberlediğim hiçbir hadisi tekrar etmedim. Biri dışında hiçbir hadiste (doğru ezberleyip ezberlemediğim konusunda) şüpheye düşmedim. O hadisi de arkadaşıma sordum. Onun da ezberlediğim gibi olduğunu gördüm.”[15]

     

    Katâde b. Diâme es-Sedûsî: “Kulaklarım ne duyduysa muhakkak hafızam onu ezbere almıştır” derdi.[16]

     

    Süfyan es-Sevrî: “Kulağıma ulaşıp da ezberlemediğim hiçbir şey olmadı. Hatta şuna uğruyorum –burada bir kelime söyledi–, kulağıma bir şey çalınır da ezberlerim korkusuyla kulaklarımı tıkıyorum” diyordu. Başka bir rivayette şöyle demişti: “Dokumacıya uğruyorum, bakıyorum bir ezgi mırıldanıyor, ezberlememek için kulaklarımı tıkıyorum.”[17]

     

    Abdurrezzak, Sevrî’nin şöyle söylediğini aktarıyordu: “Hafızama aldığım bir şeyin beni yarı yolda bıraktığı hiç olmamıştır!”[18]

     

    Çekip Kaydeden Kamera Gibi

     

    Hakkında Ahmed b. Hanbel’in: “Bu köprüyü Ebu Zür’a’dan daha büyük hafız geçmemiştir. Altı yüz bin hadisi ezbere bilirdi”[19] dediği Ebu Zür’a er-Razî anlatıyor:

     

    “Evimde elli sene önce yazdığım ve yazdığım günden beri dönüp bir daha bakmadığım notlar vardır. And olsun ki onların hangi kitapta, hangi sayfada, sayfanın hangi yüzünde, hangi satırda olduğunu biliyorum. Kulağıma hangi bilgi gelmişse muhakkak hafızam onu kayda geçmiştir. Bağdat çarşısında yürürken odalardan şarkı söyleyen halayıkların seslerini işitir, istemeden söylediklerini ezberlerim diye parmaklarımla kulaklarımı tıkardım.”[20]

     

    Yine, “Ebu Zür’a iki yüz bin hadis ezber bilmiyorsa hanımını boşayacağına dair yemin etmiş bir adamın yemininde hânis olup olmayacağı” Ebu Zür’a’ya sorulmuş, Ebu Zür’a: “Olmaz” demiş ve devamla: “İki yüz bin hadisi bir kimsenin “Kul huvallâhu ahad” sûresini bildiği gibi biliyorum. Bu sayı müzakere meclisinde üç yüz bine ulaşır” demiştir. [21]

     

    Tabiîn neslinin imamlarından ünlü hadis münekkidi Şa’bî şöyle diyordu: “Bu günüme kadar kara mürekkeple beyaz kâğıda bir şey yazmış değilim. Birisi bana bir hadis rivayet ettiğinde onu muhakkak ezberlemişimdir ve asla tekrar etmesini istememişimdir.İlimden unuttuğum kadarını birisi ezberleseydi muhakkak âlim olurdu.”[22]

     

    Şa’bî yine şöyle der: “En az rivayet ettiğim şey şiirdir. Eğer istesem size, tekrara düşmeden, ezberimden bir ay şiir okurum.”[23]

     

    İshak b. Râhûyeh: “Yüz bin hadisin yerini sanki gözlerimin önündeymiş gibi biliyorum. Onlardan sahih olan yetmiş binini de ezber biliyorum. Ayrıca dört bin de müzevver[24] hadis ezberimdedir” demişti. Soruldu: “Müzevveri ezberlemenin manası ne?” İbn Râhûyeh’in cevabı şu oldu: “Onlardan biri sahih hadislerin içine karıştığında onu inceden inceye ayıklayacağım.” [25]

     

    Bir Milyon Hadis Ezber Biliyordu

     

    Ebu Zür’a, “Ahmed b. Hanbel bir milyon hadis ezber bilir” demiş, “Nereden biliyorsun?” diye sorulunca: “Onunla müzakere yaptım, ana konularla ilgili her baptan sorular sordum. Hangi baptan sorsam sel gibi akıyordu” demişti. [26]

     

    Oğlu Abdullah’ın anlattığına göre İmam Ahmed: “Vekî’in Musannef’inden hangi kitabı (bölümü) istersen al; ister bir metin oku sana isnadını söyleyeyim, ister bir isnad getir sana metnini haber vereyim” demişti.[27]

     

    Büyük hadis imamı Yahya b. Ma’în, Ebu Bekr el-Esrem’in hafızasına hayret eder, “Esrem’in anne babasından biri cinnî (olmalı)” derdi. [28]

     

    Bu Nasıl Hafıza Böyle!

     

    Dârakutnî, Kûfe ehlinin hıfzda Abdullah b. Mes’ud’dan sonra Ebu’l-Abbas b. Ukde’den daha ileri kimse görmedikleri konusunda müttefik olduklarını söyler.

     

    İbn Ukde anlatıyor: “(Büyük hadis hafızı) Berdîcî Kûfe’ye geldi. Hıfzda benden üstün olduğunu iddia etti. Dedim ki: Uzatma! Şurada bir sahaf dükkânına girelim. Teraziyi koyalım. Dilediğin kadar kitap tart. Sonra bunlar bize okunsun, akabinde biz de ezbere okuyalım! Bunun üzerine apıştı kaldı, bir şey diyemedi.” [29]

     

    Ebu Bekr el-Ci’âbî anlatıyor: Rakka’ya girdim. Orada iki sandık kitabım vardı. Yanımda hizmet eden çocuğu kitaplarımı emanet bıraktığım adama gönderdim. Çocuk biraz sonra üzüntülü bir şekilde geri geldi ve “Kitaplar kaybolmuş!” dedi. Dedim ki: “Evladım üzülme! O sandıklarda iki yüz bin hadis vardı. Ama onlardan bir tanesinin ne isnadı, ne de metni benim için sıkıntı teşkil eder!” [30]

     

    Ci’âbî yine şöyle demiştir: “Dört yüz bin hadis ezber bilirim, altı yüz bin hadiste müzakere yaparım.” [31]

     

    Elinde Hiç Kitap Görmemişlerdi

     

    Ömer b. Şebbe’nin anlattığına göre, Ebu Davud et-Tayâlisî’den kırk bin hadis yazmışlardı ve elinde kitap yoktu. [32]

     

    Ebu Abdillah el-Huttulî Basra’ya gelmişti. Yanında hiç kitabı yoktu. Kitapları gelene kadar aylarca hafızasından rivayette bulundu. Daha sonra şöyle diyecekti: “Kitaplarım gelene kadar ezberimden elli bin hadis rivayet ettim!”[33]

     

    Muhammed b. Yahya: “Abdurrahman b. Mehdi’nin yanında asla kitap görmedim. Ondan ne dinlediysem hepsini ezberinden dinledim” demişti.[34]

     

    Yine, İbn Mehdi ezberinden yirmi bin hadis imla etmişti.[35]

     

    Ebu Davud’un Oğlu, Bir de Kitap Ha!

     

    Meşhur Sünen sahibi Ebu Davud’un oğlu Ebu Bekr Abdullah b. Ebî Davud Sicistan’a gitmişti. Bunu duyan Ehl-i hadis, etrafına toplanıp Abdullah’tan hadis rivayet etmesini istediler. Abdullah “Yanımda kitap yok” diyerek imtina etti. Oradakiler: “Ebu Davud’un oğlu, bir de kitap ha!” diyerek tepki verdiler.

     

    Abdullah anlatıyor: “Beni galeyana getirdiler. Ben de ezberimden otuz bin hadis rivayet ettim. Aradan bir müddet geçtikten sonra Bağdat’a dönünce (Sicistan’da başımdan geçenleri duyan ve bu durumu kıskanan bazı) Bağdatlılar: “Gitti, orada insanlarla oynadı, geldi” dediler. Bu sözlerin çıkardığı münakaşa üzerine, orada imla ettiğim hadislerden bir nüsha yazdırıp getirmesi için altı dinara bir ulak tutup Sicistan’a gönderdiler. Ulak gitti, bir nüsha yazdırarak Bağdat’a getirdi ve nüsha Bağdat’taki hafızların incelemesine sunuldu.

     

    Abdullah devam ediyor: İmla ettiğim hadisler içinde altı hadiste hataya düştüğümü söylediler. Bunlardan üç tanesi bana o şekilde rivayet edilmişti, dolayısıyla hata bana ait değildi. Diğer üçünde ben hata etmiştim.” [36]

     

    Onun Tekmesi Yolculuğumdan Daha Sevimli!

     

    Şimdi Ahmed b. Mansur’un dilindenbüyük hafız Ebu Nuaym el-Fadl b. Dükeyn’in hikâyesini dinleyelim:

     

    “Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Ma’în ile beraber Ebu Nuaym el-Fadl b. Dükeyn’den hadis dinlemek için yola çıktık. İbn Ma’în Ahmed’e: “Ebu Nuaym’ı bir imtihandan geçirmek istiyorum” dedi. Ahmed b. Hanbel: “Yapma, adam güvenilir biri” dedi. İbn Ma’în: “Çaresi yok, yapacağım” dedi. Bir kağıt aldı. Ebu Nuaym’ın hadisinden otuz hadis yazdı. Hadislerin içine her on hadisten sonra Ebu Nuaym’ın rivayet etmediği bir hadis ekledi.

     

    Sonra Ebu Nuaym’ın yanına geldiler. İbn Ma’în on hadis okudu. Ebu Nuaym dinliyordu. Sonra (araya sıkıştırdığı) on birinci hadisi okudu. Ebu Nuaym: “O benim hadisim değil, üzerine çizgi çek!” dedi. Ebu Nuaym dinlemeye İbn Ma’în okumaya devam etti. On hadis daha okuduktan sonra (araya sıkıştırdığı) ikinci hadisi okudu. Ebu Nuaym yine: “O benim hadisimden değil, üzerine bir çarpı at!” dedi. Yine İbn Ma’în okumaya Ebu Nuaym dinlemeye devam etti. Bir on hadis daha okuduktan sonra İbn Ma’în (araya sıkıştırdığı) üçüncü hadisi de okuyunca Ebu Nuaym’ın rengi değişti, gözleri döndü. İbn Ma’în’in üstüne yürüdü. Ahmed İbn Hanbel’in kolunu tutarak: “Bu böyle bir şey yapmayacak kadar takva sahibidir” dedi. Beni kastederek: “Bu da böyle bir şey yapmaya yeltenemez. Bu senin işindir ey mücrim!” dedi ve bir tekmeyle İbn Ma’în’i kürsüden aşağıya yuvarladı. Bunun üzerine İbn Ma’în: (böyle güvenilir, dikkatli biri olduğunu gördükten sonra) Allah’a yemin ederim ki onun tekmesi bana yaptığım şu yolculuktan daha sevimli!” dedi.[37]

     

    Hafızların Sultanı İmtihana Çekiliyor

     

    Yukarıda Ebu Nuaym el-Fadl b. Dükeyn örneğinde de görüldüğü gibi, hadis ezberlemenin revaçta olduğu, hadis hafızlarının toplumda itibarının yüksek olduğu zamanlarda, insanların, kendi beldelerine gelen meşhur hadis hafızlarını imtihan etmek gibi bir alışkanlığı vardı. İşte bu meyanda en sahih hadis kitabı olarak kabul edilen Sahih-i Buhari’nin sahibi “Hafızların Sultanı” İmam Buhari hakkında anlatılanlar insana aşkolsun dedirtecek cinstendir.

     

    “Buhari Bağdat’a gelmişti. Bunu işiten ehl-i hadis toplandılar, Buhari’yi imtihan etmek istediler. Yüz hadisi ele aldılar, metin ve isnadlarını birbirine karıştırdılar; bir isnadın metnini başka bir isnada, bir metnin isnadını başka bir metne ekleyerek her birine on hadis düşecek şekilde on adama verdiler. Buhari’den bir gün hadis rivayet etmesi için söz aldılar ve bu on adama Buhari geldiği zaman bu hadisleri ona sormasını emrettiler.

     

    O gün geldiğinde bu kişiler mecliste hazır bulundu. Aralarında Horasan’dan, Bağdat’tan gelenlerin bulunduğu bir grup da oradaydı. İnsanlar gelip toplanınca bu on adamdan birisi kalkıp Buhari’ye (metin ve isnadları birbirine karıştırılmış) hadislerden bir hadis sordu. Buhari: “Böyle bir hadis bilmiyorum” dedi. Adam teker teker diğer hadisleri de sorarak on hadisi bitirdi. Buhari her defasında “Bilmiyorum” diyordu. Mecliste bulunan ilim sahipleri birbirlerine bakıp Buhari için “meseleyi anladı” diyor, durumdan haberi olmayan bazıları ise Buhari’yi hafıza zayıflığı ve acizlikle itham ediyorlardı.

     

    Sonra o on adamdan biri daha kalktı. O da kendisine verilen hadislerden birini sordu. Buhari “Bilmiyorum” dedi. Öbürünü sordu. Buhari yine “Bilmiyorum” dedi. Diğer hadisleri de teker teker okuyup on hadisi bitirdi. Buhari her zamanki gibi “Bilmiyorum” diyordu. Böylece üçüncü, dördüncü, beşinci… onuncu adama kadar her bir adam kalkıp kendisine verilen onar hadisi okudu, bitirdi. Buhari her defasında “Bilmiyorum” sözünden fazlasıyla mukabele etmiyordu.

     

    Bu on kişi kendilerine verilen hadisleri okuyup bitirdikten sonra Buhari ilk okuyana döndü, “Senin ilk okuduğun hadis şöyleydi, doğrusu şudur; ikinci hadisi şöyle okudun, doğrusu budur; üçüncü hadisi, dördüncü hadisi… diyerek on hadisin sırasıyla önce karıştırılmış halini, sonra da doğrusunu söyledi; her bir hadisin metnini ait olduğu isnada, her bir isnadı da ait olduğu metne koydu.

     

    Diğer şahıslara karşı da aynı şeyi yaptı. Bunun üzerine oradakiler Buhari’nin hıfzını itiraf edip üstünlüğünü kabul ettiler.”

    Tartışmasız büyük hadis otoritesi İbn Hacer bu rivayeti kendi senediyle naklettikten sonra şu sözleri söylemekten kendisini alamaz: “İşte burada Buhari’nin önünde diz çökülür. Şaşılacak olan, yanlış rivayetleri düzeltmesi değildir; çünkü hafızdı (doğrusunu zaten biliyordu). Asıl şâyân-ı taaccüb olan, bir dinlemekle kendisine okunmuş olan hatalı yüz rivayeti sırasıyla ezberlemiş olmasıdır!”[38]

     

    Yine, Buhari: “Yüz bin sahih, iki yüz bin sahih olmayan hadis ezber biliyorum” demişti.[39]

     

    Bilmediğim Her Bir Hadise Bir Dirhem

     

    Ebu Hâtim er-Razî anlatıyor: “Ebu’l-Velid et-Tayâlisî’nin kapısının önünde durup, orada bekleşen hadisçilere: “Sahih olmak şartıyla kim benim bilmediğim müsned bir hadis söylerse ona bir dirhem vereceğim!” dedim. Oradakilerin içerisinde Ebu Zür’a da vardı. Kastım şuydu: İşitmediğim bir hadis, filanca kimsenin rivayetidir denilip bana bildirilecek, ben de dirhemi verip o hadisi dinlemiş olacaktım. Yani bilmediğim hadisleri onlardan öğrenmek istiyordum. Ama hiçbiri kalkıp bilmediğim bir şey getiremedi.” [40]

     

    Ebu Ali ed-Deylemî kırk bin hadis ezber biliyor, yetmiş bin hadiste müzakere yapıyordu.[41]

     

    Abdân (Abdullah b. Ahmed b. Musa) yüz bin hadis ezber biliyordu.[42]

     

    Ünlü Yemenli muhaddis Ma’mer anlatıyor: “Ben, Şu’be, Sevrî ve İbn Cüreyc bir araya geldik. Bir hoca geldi ve bize ezberinden dört bin hadis imla etti. Daha sonra baktık; iki yerden başkasında hata etmemişti. O iki hata da ondan veya bizden kaynaklanmıyordu. Bilakis üst tabakalardaki ravilere aitti. İşte o adam Talha b. Amr idi.”[43]

     

    Yezid b. Harun’a, müstemlîsi[44] Harun’un, onun hadislerinin içerisine kendisine ait olmayan başka hadisler karıştırmak istediğini söylemişler, bunun üzerine Yezid, müstemlîsi Harun’un yanına girerek kızgınlıkla şöyle demişti: “Ey Harun! Duyduğuma göre hadislerimin içerisine benim rivayetim olmayan hadisleri karıştırmak istiyormuşsun! Elinden geleni ardına koyma! Vazgeçecek olsan da Allah fırsat vermesin! Yirmi üç bin hadisi ezbere biliyorum. Onların hakkını veremeyeceksem Allah beni yaşatmasın!”[45]

     

    ÖNCEKİLERİN İLMİ GÖNÜLLERİNDEYDİ

     

    Yukarıdaki misaller -konumuz hadis hafızlığı olduğu için- meşhur hadis hafızlarından seçilmiştir. Yoksa bilgiyi ezberlemek sadece Ehl-i hadise mahsus bir şey değildi. İlimler tarihini, farklı sahalara mahsus teracim ve tabakat kitaplarını okuyanlar, mesela ünlü Arap şairi Mütenebbi, Ebu Temmam, Esma’î, Gulâmu Sa’leb, Ebu’l-Kâsım et-Tenûhî (Ali b. Muhammed), Ebu Bekr el-Enbârî, Ebu’l-Feth İbnu’l-Amîd, Sa’leb (Ahmed b. Yahya)’nın Arap dili ve şiirde, Kelbî’nin neseb bilgisinde, yine Enbârî ile Ebu Ali el-Fârisî’nin tefsirde mahfûzâtının çokluğunu görüp şaşıracaklardır.

     

    Esma’î, altmış bin urcûze (“Recez” vezninde kaside) ezber biliyordu.[46] Ebu Bekr el-Enbârî, hafızası darb-ı mesel olmuş bir kimseydi. Kırk beş bin varak tutan “Ğarîbu’l-hadis”i, bin varak “Şerhu’l-Kâfî”yi, bin varak “Ezdâd”ı, yedi yüz varak “Câhiliyyât”ı ve diğerlerini ezberinden imla etmişti.[47] Gulamu Sa’leb, hafızasından Arap diliyle ilgili otuz bin varak yazdırmış,[48] Kelbî, Kur’ân-ı Kerim’i üç günde ezberlemişti.[49]

     

    Ünlü Arap dilcisi Ebu Hilal el-Askerî’nin “Lügat hafızları” başlığı altında verdiği bilgiye göre, Esma’î, ezberindeki şiir ve tarihî bilgi dışında Arap lügatinin üçte birini ezberlemişti. Ebu Zeyd el-Ensârî üçte ikisini, Halil b. Ahmed el-Ferâhîdî yarısını, Ebu Malik Amr b. Kirkara hepsini ezberlemişti.[50]

     

    Yine Ebu Hilal şunları kaydetmektedir: “… Esma’î’nin ilmi (kitapları) bir sandıktaydı. Ancak hepsini ezbere biliyordu. Ebu Amr İbnu’l-Alâ’nın bir ev dolusu kitabı vardı, yandı. Ondan sonra ömrünün sonuna kadar kendisinden alınan her türlü bilgiyi ezberinden rivayet etmişti.”[51]

     

    “Ebu Bekr b. Düreyd kadar tarihî malumat ezberinde olan kimse bilmiyoruz. Hocamız Ebu Ahmed el-Hasen b. Ahmed b. Saîd ince yazıyla, onun ezberinden imla ettiği rivayetlerden iki bin varak (dört bin sayfa) yazmıştı. Bununla birlikte, ne kendi zamanında ne de o vakitten sonra günümüze kadar, lügatten, kimsenin bilmediği kadarını ezbere biliyordu. İşte şu Arap diliyle ilgili bütün kitapları: el-Cemhere, el-İştikak ve diğerleri, hepsini ezberinden yazdırmıştı. Hiç kimse onun yanında bir kitap görmemişti!”[52]

     

    Kütüb-i Seb’a’yı Ezberlemiş Hanımlar

     

    Buraya kadar zikredilen misallerde mübalağa olduğunu düşünenler varsa, onlara, bu anlatılanların asla mübalağa olmadığının isbatı sayılabilecek bir haberimiz var. Uzakta değil yanı başımızda, sınır komşumuz Suriye’nin başkenti Şâm-ı şerif’te “Kütüb-i seb’a”yı yani “Kütüb-i sitte” ile birlikte İmam Malik’in Muvatta’ını ezberleyen otuz hanım talebe var. Ayrıca Buhari ve Muvatta’ı ezberlemiş, kalan beş kitabı ezberleme yolunda yüzden fazla hanım talebe… Kubeysîler (el-Kubeysiyyât) olarak bilinen kadın hareketine mensup bu hanımlar son zamanlarda benzeri görülmemiş bir gayretle, selefin epey zamandır unutulmuş bu sünnetini ihya ederek, Kur’an-ı Kerim’i ve Riyâzu’s-sâlihîn’i ezberledikten sonra İslam’ın en kıymetli hadis mecmualarını ezberlediler. İlk nesilde on yıla varan bir zaman diliminde, ikinci nesilde dört buçuk senede, bu yedi kitabı metinleri ve senedleriyle birlikte ezberleyerek ve hocalarına dinleterek icazet aldılar.

     

    Yalnızca Buhari ve Müslim’de mükerrerlerle birlikte on dört bin civarında hadis olduğu bilinmektedir. Bu rakama Nesâî, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace ve Muvatta’daki hadisleri de ekleyecek olursak yaklaşık olarak otuz beş bin hadisten söz ettiğimiz anlaşılacaktır.

     

    8 Haziran Pazar günü Darulhikme’nin İstanbul’daki genel merkezini ziyaret eden Kubeysî hanımlardan hadis ezberleme kısmından sorumlu Semer el-Aşşâ hanımın ağzından bizzat dinlediğimiz bu bilgilerin fazlası var. Bu hanımın anlattığına göre, bu talebeler aynı zamanda eğitim müddetleri süresince, sarf, nahiv, akîde, fıkıh, usul-i hadis, usul-i fıkıh gibi diğer ilimleri de okuyorlar ve ezberledikleri kitaplarda mezkûr ravilerin hocaları ve talebeleri hakkında da kanaat sahibiler. Bu bilgileri tahkik etmek isteyen için Suriye uzak bir yer olmadığı gibi, bu hareketin ilmî danışmanlığını yapan, Türkiye’deki ilim çevrelerinin yakından tanıdığı Nureddin Itr Hoca da bir telefon kadar yakındır. [53]

     

    Bütün bu anlatılanların nasıl mümkün olduğu düşünülebilir. Elbette ki bunları mümkün kılan birçok sâikten söz edilebilir. Her biri hakkında belki sayfalarca yazı yazılabilecek bu sâikleri, inşallah müstakil bir makaledehadis açısından ele alarak“Hadis hıfzını mümkün kılan sebepler” başlığı altında inceleyeceğiz.

     

    Not: Bu yazı Rıhle Dergisinin Temmuz-Eylül 2008 tarihli 2. sayısında yayınlanmıştır.

     

     

     

    [1] Burada, Kur’ân lafzı ile, kendilerine gönderilen ilahî kitabı, ümmetler içerisinde yalnızca bizim ümmetimizin ezberlediği ifade edilmek istenmektedir.

     

    [2] İbnu’l-Cevzi, el-Hassü alâ hıfzi’l-ilm ve zikru kibâri’l-huffaz, 35–36.

     

    [3] Mesela bkz: Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXXVIII, 466, (Hadis no: 23482).

     

    [4] Bu hususta özetle de olsa bir fikir edinmek için şu nefis makaleye bkz: Muhammed Zahid el-Kevserî, Makâlâtu’l-Kevserî, “Mesâhifu’l-emsâr ve izamu inâyeti hâzihi’l-ümme bi’l-Kur’âni’l-Kerîmi fî cemî’i edvârihâ ” başlıklı makale, 101–114.

     

    [5] Bizde olduğunun aksine, Arapçada “hafız” denildiği zaman yalnızca hadis hafızı akla gelmektedir. Kur’ân hafızına bir sıfat isim gibi “Hâmilu’l-Kur’ân” denilmektedir. Hatib, mutlak olarak hafız denildiğinde bu sözden yalnızca Ehl-i hadisin anlaşılacağını ve onlardan başkasına bu vasfın ıtlak olunamayacağını söyler. Bu, Ehl-i hadise ait en yüksek rütbedir. Bkz: Hatib el-Bağdadi, el-Câmi’ liahlâkı’r-râvî ve âdâbi’s-sâmi’, II, 248.

     

    [6] Bkz: Hâkim en-Neysâbûrî, el-Medhal ilâ ma’rifeti Kitabi’l-İklîl, 83.

     

    [7] İbn Ma’în’in sözünün farklı rivayetleri için bkz: Ebu Saîd İbnu’l-A’râbî, Mu’cemu İbni’l-A’râbî, Hâkim, a.g.e., 70; Ebu Ya’lâ el-Halîlî, el-İrşad fî ma’rifeti ulemâi’l-hadis, II, 595.

     

    [8] Bu hususta geniş bilgi için bkz. Muhammed Mustafa el-A’zamî, Dirâsât fi’l-hadîsi’n-nebevî ve târîhi tedvînihi, ikinci ek, II, 595–601.

     

    [9] Bu hususta daha geniş malumat için bkz: Sehavi, el-Cevâhiru ve’d-dürer fi tercemeti şeyhi’l-İslam İbn Hacer, I, 79–97; Suyuti, Tedrîbu’r-râvî fî şerhi Takrîbi’n-Nevâvî, I, 34-40; Abdülfettah Ebu Gudde, Risale fî umerâi’l-mü’minîne fi’l-hadîs, (kitabın sonundaki tetimme) s. 126–132. (Cevâbu’l-hâfız el-Münzirî ve Kelimât isimli kitaplarla beraber).

     

    [10] Bkz: Abdurrahman b. Yahya el-Muallimî, el-Envâru’l-kâşife limâ fî kitabi “Advâ ala’s-sünne” mine’z-zeleli ve’t-tadlîli ve’l-mücâzefe, 227–228.

     

    [11] Râmehurmuzî, el-Muhaddisu’l-fâsıl beyne’r-râvî ve’l-vâî, 397.

     

    [12] İbn Abdilberr, Câmiu beyâni’l-ilmi ve fadlih vemâ yenbağî fî rivâyetihi ve hamlih, I, 296.

     

    [13] Medine’ye yakın bir yer.

     

    [14] İbn Abdilberr, a.g.e., I, 296.

     

    [15] İbnu’l-Cevzi, el-Hassü alâ hıfzi’l-ilm, 107.

     

    [16] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 105.

     

    [17] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 81.

     

    [18] İbn Ebi Hatim, el-Cerhu ve’t-ta’dîl, I, 63.

     

    [19] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 89. Ayrıca bkz: Hâkim, a.g.e., 84.

     

    [20] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., a.y.

     

    [21] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., a.y.

     

    [22] Zehebi, Tezkiratu’l-huffaz, I, 84. Benzer bir rivayet için bkz: Râmehurmuzî, a.g.e., 380; Ebu Hayseme Züheyr b. Harb en-Nesâî, Kitabu’l-ilm, 12; Sünenu’d-Dârimî, (Mukaddime), I, 428.

     

    [23] Zehebi, a.g.e., I, 84.

     

    [24] Üzerinde oynanmış, değiştirilmiş.

     

    [25] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 65. Yakın bir rivayet için bkz: Hakim, a.g.e., 84.

     

    [26] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 56.

     

    [27] İbnu’l-Cevzi, Menakıbu’l-imam Ahmed, 76.

     

    [28] İbnu’l-Cevzi, el-Hassü ala hıfzi’l-ilm, s. 58.

     

    [29] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., s. 60.

     

    [30] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 117.

     

    [31] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 118.

     

    [32] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 79.

     

    [33] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 90.

     

    [34] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 90.

     

    [35] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 91.

     

    [36] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 87-88.

     

    [37] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 103-104.

     

    [38] İbn Hacer, Hedyu’s-sârî mukaddimetu Fethi’l-Bârî, I, 510–511.

     

    [39] İbn Hacer, a.g.e., 512.

     

    [40] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 110.

     

    [41] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 64.

     

    [42] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 87.

     

    [43] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 85.

     

    [44] Müstemlî: Hadis meclisinde söze ilk başlayan, hadis rivayet eden hocaya ilgili hadisleri soran, daha sonra hocanın söylediklerini yüksek sesle söyleyerek hadis talebelerine duyuran kimseye denirdi. Önceden hadis imla eden muhaddislerin belli müstemlîleri olurdu.

     

    [45] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 129.

     

    [46] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 92.

     

    [47] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 114.

     

    [48] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 115.

     

    [49] İbnu’l-Cevzi, a.g.e., 126.

     

    [50] Ebu Hilal el-Askerî, el-Hassü alâ talebi’l-ilm ve’l-ictihadi fî cem’ihi, 93.

     

    [51] Ebu Hilal el-Askerî, a.g.e., 75.

     

    [52] Ebu Hilal el-Askerî, a.g.e., 94-95.

     

    [53] Bu talebelerin hadis ezberleme programları ve eğitim süreleriyle ilgili bilgi almak isteyenler Nureddin Itr’ın “Fadlu’l-hadîsi’n-nebeviyyi’ş-şerîf ve cuhûdu’l-ümme fî hıfzihî” isimli kitapçığına bakabilir: 36-46.

×
×
  • Create New...