Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

HİÇ

Editor
  • Content Count

    948
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    92

HİÇ last won the day on August 2 2016

HİÇ had the most liked content!

Community Reputation

542 Çok İyi

About HİÇ

  • Rank
    Emektar

Profil Bilgisi

  • Cinsiyet
    Belirtilmemiş

Recent Profile Visitors

The recent visitors block is disabled and is not being shown to other users.

  1. tek kelimeyle muhteşem bir konferans, Ahmed Şimşirgil Hocadan Allah razı olsun, bütün arkadaşlarıma tavsiye ediyorum. zevkle dinleyeceğinizden eminim...
  2. Standart tarih kitaplarına bakarsanız İstiklal Mahkemeleri’nin rejim düşmanlarına, bu arada “irtica” taraftarlarına hak ettikleri cezayı vermek üzere kurulduğunu yazar. İşte onlardan birinde, üstelik ilk resmî Cumhuriyet Tarihi ders kitabında İzmir suikastı vesilesiyle temizlenenlerden şu parti propagandasını andıran üslupla bahsedilmesi dikkate değer: “Bu sefillerin ve cürüm (suç) ortaklarının kanında Türklük cevherinden eser bulunmadığına şüphe yoktur. Bunlar hiçbir milletin varlığında barındırmağa razı olamayacağı kadar soysuzlardır.” Yanlış okumadınız, bunlar bir ders kitabında yazılı. Aynı haşin ve hesaplaşmacı üslubun günümüze dek gelmiş olmasına şaşırmıyoruz. Neden mi? Bu üslubu fena halde ‘içselleştirdik’ de ondan. Bakın aynı kitapta lise öğrencilerine nasıl anlatılmış İstiklal Mahkemeleri: “İstiklâl Mahkemeleri (…) adalet müesseseleridir. Bu mahkemelerin Cumhuriyet devrinde irtica ve ihanet hareketlerinin önüne geçmekte hayırlı faaliyetleri görülmüştür.” “Tarih IV” başlıklı ders kitabı İstiklal Mahkemeleri’nin 1927 yılında kaldırılmasını da hükümetin “tarihte az görülmüş demokratik faziletlerinden” biri saymaktadır ki, pes artık dedirtiyor insana! Oysa külliyen yalan. Gerçi mahkemeler 1927’de faaliyetini durdurdu ama gücünü aldığı Takrir-i Sükûn Kanunu tekrar ihtiyaç duyulabilir diye yürürlükte bırakıldı. Dahası, İstiklal Mahkemeleri Kanunu çok partili hayata geçilmesine rağmen yürürlükten kalkmamıştı. Kalkması 1949’u bulacaktır. İstiklal Mahkemeleri’yle ilgili gerçeklerin anlatılamayışının altında beyin yıkamaya dönük bir gayretkeşlikle yazılan ders kitaplarındaki sakat mantık yatmaktadır. (Burada “İstiklal Mahkemeleri” derken Cumhuriyet’ten sonra kurulanları, özellikle 1925-27 döneminde faaliyet gösteren Şark ve Ankara İstiklal Mahkemeleri’ni kastettiğimizi belirtmekte fayda var.) “Birbirimizi yiyeceğiz” İstiklal Mahkemeleri’nin adalet dağıtmak gibi bir hedefleri yoktu. Yeni rejimin oturtulmasının önündeki engelleri bertaraf etmek, bunun için de bir sindirme fırtınası estirmek gerekiyordu. Kuruluşunda, 1793-94’te Fransa’daki Terör Dönemi’nin sık sık hatırlatılması anlamlıdır. 1917 sonlarında Bolşevik Rusya’da kurulan Çeka yapılanmasıyla da paralellik kurulabilir. Asıl maksat, yeni rejime itaati temin edecek ve kimsenin sesini çıkaramayacağı tek sesli bir Türkiye oluşturmaktı. Nitekim Halide Edip Adıvar’ın Mustafa Kemal Paşa’ya Afyon’da zaferden sonra ne yapacağını sorduğunda “Birbirimizi yiyeceğiz.” cevabını almıştı. Halide Edib’in “Niçin?” sorusu ise “Ya bana karşı çıkmış adamlar?” şeklinde karşılık bulmuştur. Karşı çıkmış adamlarla bir hesaplaşma kaçınılmazdı. Nitekim Gazi Paşa’nın İsmail Habib Sevük’e söylediği “Kız gibi bir Meclis istiyorum.” sözü de hedefin ne olduğunu açıkça gösteriyor. Kaldı ki, Cumhuriyet’ten önceki İstiklal Mahkemeleri’ni denetleyecek bir Meclis vardı ve sıkı bir şekilde bu görevini yerine getiriyordu, oysa yeni dönemde Meclis’in de denetimi dışında, emirleri doğrudan doğruya Gazi Paşa’dan alan bir mahkeme ve üyeleri söz konusuydu. Kimsenin hesap soramadığı, yetkileri neredeyse sonsuz, temyizi olmayan bir terör mahkemesiydi bu. Sürece veya kararlara müdahale eden başbakan bile olsa mahkeme tutuklayabiliyordu. Nitekim Başvekil İsmet Paşa, tutuklu arkadaşı Kâzım Karabekir’i polise baskı yaparak serbest bıraktırınca mahkemenin kendisini de tutuklamaya kalktığını ve ancak Reisicumhur’un araya girmesiyle bağışlandığını hatırlamak gerek. Keza Adana Valisi Hilmi Uran da iki sanığı ödeneği olmadığı gerekçesiyle Ankara’ya gönderemediği için tutuklanmak istemişti. Tek bir otoriteden emir alarak hareket eden mahkemede korkunç adli hataların yaşanması kaçınılmazdı. Bunlardan birisini bize, “Atatürk’ün silah arkadaşı” diye bilinen Ali Fuat (Cebesoy) Paşa “Siyasi Hâtıralar”ının 2. cildinin 217. sayfasından itibaren dehşet içinde anlatır. İtiraza idam cezası Cebesoy, Atatürk’e suikast davasında idamla yargılananlardan biriydi. İdamlıklar ayrıldıktan sonra İzmir’de bir ambara tıkılmıştır İstiklal Savaşı’nın anlı şanlı generalleri. “Herkeste bir şaşkınlık hali vardı.” diyor ve devam ediyor Cebesoy: “Hepimiz perişan olmuş bir ruh hali içinde idik. Omuzlarımız âdeta çökmüştü. Ağzımızı bıçak açmıyordu. Büyük bir felaketten kurtulabildiğimize inanamıyorduk. Bir aydan beri paşa rütbesine yükselmiş şerefli birer asker oluşumuz, teşrii masuniyetimiz (dokunulmazlığımız), mazideki hizmetlerimiz, şahsiyetimiz, hepsi hepsi unutulmuştu. Şerefsiz, adi, hakir bir mevkie düşürülmek isteniyorduk.” Mahkemede adaletin a’sının dahi olmadığını belgeleyen çarpıcı bir olaya da tanık olmuştur Cebesoy. Milli Mücadele’nin kahramanlarından İsmail Canbulat ile Halis Turgut, kendilerine verilen 10’ar yıl sürgün cezasına itiraz etmeye kalkmışlar. Cebesoy fazla kurcalamamalarını söylemiş. “Hakkımızı arayacağız!” demişler. “Töhmet altında yaşayamayız.” Biraz sonra mübaşir çağırır kendilerini savunmaları için. “Hışım gibi kapıya doğru atıldılar.” der Cebesoy. Ertesi sabah merakla iki kader arkadaşını aramaktadır gözleri. Kendisi o iç yakıcı sahneyi şöyle anlatır: “Buz gibi bir şey başımdan aşağı dökülmüştü. 10 sene sürgün cezasının ağırlığına tahammül edemeyen ve bunun için tekrar mahkemenin huzuruna çıkan bu iki arkadaşa verilen yeni ceza korkunçtu: İdam.” 60 yıl kadar önce yayımlanan kitabında M. Philips Price, “Türkiye’nin hizaya getirilmesi için bir süre bir diktatöre ihtiyacı olduğu iddia edilebilirdi. Fakat Türkiye tarihinin bir dönemini kirleten bu gibi şahsî intikam fiillerine ihtiyacı yoktu.” diye yazıyor ki, İstiklal Mahkemeleri’nin bir intikam aracı olarak kullanıldığına berrak bir ışık tutmuş oluyor. Artık ders kitaplarındaki küfleri temizlemenin zamanı gelmedi mi? ZAMAN http://www.habervaktim.com/haber/348739/korkunc-istiklal-mahkemeleri-gercegi.html
  3. Üstadın kesin olarak bildiğim sözleri ve şiirleri; -Ne İran'ı örnek bil, ne Libya'yı, ne Fas'ı ! Gereken petrol değil, gerçek İslâm kafası (Öfke ve Hiciv) -Sordular: Adresi ne? Çeşmeye karşı, dedim; "Çanakkale içinde aynalı çarşı" dedim. (Çile) -Harcadınız İslam'ı, yerde sürüklediniz! Yıkıldınız ve suçu kadere yüklediniz! (Öfke ve Hiciv) -İçimizde bu kadar perişan hâle getirilmeseydik; Dışımızda bu kadar hürmetsizliğe uğramayacaktık... -Sabır çekilen şeyi duymamak değil, ona dayanmayı bilmektir. -Gel beriye, kurtuluş ordusunun tuğu ol! Hürriyet mi dileğin, Allahın tuttuğu ol! bu iş çok kapsamlı bir araştırma ister, burada Üstadın olduğunu bildiğim ancak emin olamadıklarım da var. herkes kesin bildiklerini yazarsa liste bayağı bir ayıklanır.
  4. Vefatının 30. Yılında Necip Fazıl Kısakürek Konya, Türkiye çapında bir organizasyona hazırlanıyor. Büyük şair ve fikir adamı Necip Fazıl Kısakürek, 20 – 26 Mayıs tarihleri arasında vefatının 30. Yılında çeşitli programlarla anılacak. Cumhurbaşkanlığı’nın resmi himayesinde gerçekleşecek etkinliklerle ilgili düzenlenen toplantıda konuşan Konya Valisi Aydın Nezih Doğan, temel amaçlarının gençliğin Mehmet Akif ve Necip Fazıl gibi büyük şahsiyetlerle yakından tanışmasını sağlamak olduğunu söyledi. Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek de etkinliklerin en önemli ayağının 20 – 22 Mayıs tarihlerinde düzenlenecek olan uluslar arası çaptaki sempozyum olduğunu belirterek, Konya ve gençliğe önemli katkı sağlayacağına inandıklarını kaydetti. Konya, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı resmi himayesinde gerçekleştirilecek olan Necip Fazıl’ı anma etkinliklerine hazırlanıyor. 20 – 26 Mayıs tarihlerinde düzenlenecek etkinliklere ilişkin Dedeman Otel’de bir basın toplantısı düzenlendi. Toplantıya Konya Valisi Aydın Nezih Doğan, Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Selçuk, Karatay, Mevlana, Necmettin Erbakan Üniversiteleri’nin rektör vekilleri, İl Kültür Müdürü Mustafa Çıpan, Konya Büyükşehir Belediyesi, KTO, KSO, KTB yöneticileri ile Selçuklu, Meram ve Karatay Belediye yöneticileri katıldı. Konya Valisi Aydın Nezih Doğan, çeşitli organizasyonlarda ortak hareket eden Konya’nın Mayıs ayı içerisinde Necip Fazıl Kısakürek’in 30. Vefat yıldönümünde de yine önemli bir etkinliğe ev sahipliği yapacağını açıkladı. 20 – 26 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek etkinliklerle Konya’nın marka değerine katkı sağlanması gerektiğine dikkat çeken Vali Doğan şöyle konuştu. “Temel amaç olarak, gençliğimiz Mehmet Akif ve Necip Fazıl gibi büyük şahsiyetlerle yakından tanışsın istedik. Üstadın 30. vefat yılı bize böyle bir zemin hazırladı. İkinci hadise gençlerimizin okuma kültürü ile ilgili yeni bir katkı alanı oluşturmaktı. Buna ilişkin detay programlar hazırlandı. Konya’nın marka değerine katkı sağlamamız gerekiyor. Konya bir başkentti bu başkentin marka değerinin sürekli ön plana çıkarılması gerekiyor. Destek veren kuruluşlara teşekkür ediyorum.” Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek de bir hafta sürecek olan ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı resmi himayelerinde gerçekleşecek olan Necip Fazıl’ı anma etkinliklerinin en önemli ayağını 20 – 22 Mayıs tarihlerinde gerçekleşecek olan sempozyumun oluşturacağını belirterek, Konya’nın uluslararası çapta bir organizasyona daha ev sahipliği yapacağını söyledi. Konya’da bulunan öğrencilere ve gençlere değerler eğitimi kapsamında Necip Fazıl’ı hatırlatmayı ve tanıtmayı amaçladıklarını kaydeden Başkan Akyürek; “MEB ve hükümetimizin yürüttüğü değerler eğitimi çalışmalarına, bundan sonra da böyle örnek organizasyonlarla devam etmek gerektiğini görüyoruz. Konya Büyükşehir Belediyesi, Selçuklu, Karatay ve Meram belediyeleriyle yürütmeye çalıştığımız kent kültürü ve değerler eğitimi çalışmalarına bu etkinlikler özel bir katkı sağlayacaktır. Konya ve gençliğimize katkı yapacağını düşünüyoruz. Anma programı Türkiye çapında yankı yapmış ve gündem olmuştur. Program T.C. Cumhurbaşkanlığı’nın resmi himayelerinde yürütülecektir. Programların amacına ulaşması açısından eğitim camiamız önemli bir sorumluluk üstlenecektir. Basınımızın da özellikle desteğine ihtiyacımız olduğunu belirtmek istiyorum.” şeklinde konuştu. Selçuk, Necmettin Erbakan, Karatay ve Mevlana Üniversiteleri Rektör Vekilleri’nin konuşmalarının ardından söz alan İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan, bir hafta sürecek etkinliklerle ilgili bir sunum yaptı. Sempozyum, sergi, tiyatro, sinema, şiir ve metin okumaları, şiir dinletileri, konserler ve toplu okuma gibi etkinliklerin yer alacağı programlar, 20 – 26 Mayıs 2013’te T.C. Cumhurbaşkanlığı himayesinde; Konya Valiliği, Konya Büyükşehir Belediyesi, Selçuk Üniversitesi, Karatay Üniversitesi, Mevlana Üniversitesi, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Konya Ticaret Odası, Konya Sanayi Odası, Konya Ticaret Borsası işbirliğiyle gerçekleştirilecek. http://www.konya.bel.tr/haberayrinti.php?haberID=3653
  5. ilk yazı yavuz bahadıroğlu'nun, İranın güvenilmezliği ile alakalı tarihsel gerçekler ışığında yazılmış bir yazı. ikinci yazı da faruk köse'nin İran'ın her daim kendi menfaatleri ve şiilik doğrultusundaki siyaseti ile alakalı. okunmasında fayda var... İran ve söz Bizim Başbakan, İran’ı yönetenlere hitaben, “Sözünüzde durmazsanız itibar kaybedersiniz” deyince, içim “cız” etti, sevgili dostlarım... Neden derseniz, İran’ın verdiği sözleri tutmadığına ilişkin çok bilgi var tarihte... Yıl 1559: İstanbul’un fethinin üzerinden 106 yıl sonra... Kanuni’nin son yılları... Osmanlı hâlâ en parlak dönemini yaşıyor... Devletin muktedir kadroları, yenilmez bir ordusu, sağlam bir maliyesi, ülke çapında yoksul bırakmayan bir sosyal yapısı var... Ama aynı tarihte bir büyük olumsuzluk gelişiyor: İran’daki Safevi Devleti tehlike arz etmeye başlıyor... Osmanlı barış arıyor, ama mümkün değil. Safevi Şahı, Çaldıran’ın intikamını alma sevdasında.. İlle de babasının (Yavuz) sert yumruğunu oğluna (Kanuni’ye) iade edecek... Bunun çarelerini ararken, Kanuni ile oğlu Şehzade Mustafa’nın araları açılıyor. Mustafa Bey, “Artık babamız kocadı, şanlı dedemizin babasına yaptığını yapmak zamanıdır” diyerek, babasına meydan okuduğunu ilân ediyor. Safevi (İran) Şahı Tahmasb’dan yardım istiyor. Tahmasb, yardım sözü veriyor, ama babasının karşısında Şehzade’yi yalnız bırakıyor. İran’a güvenip yola çıkan Mustafa Bey bu yolda hayatından oluyor (1553). Bir süre sonra bu kez Şehzade Bayezid’le Şehzade Selim arasında kavga patlıyor. Şehzade Bayezid, babasının emrini dinlemiyor, tayin edildiği Amasya’ya gitmekte ayak sürçüyor. Bir taraftan da ordu topluyor. Nihayet Şehzade Selim ile Şehzade Bayezid’in orduları Konya Ovası’nda kapışıyor. Osmanlı Ordusu’yla takviye edilen Şehzade Selim’in ordusu, Bayezid’in ordusunu iki günde perişan ediyor. Bayezid, Padişahlık umudunu Konya’da bırakıp önce valilik yaptığı Amasya’ya, oradan da Kağızman’a çekiliyor. Artık her şey bitmiştir. Babasından yedi kıtalık bir şiirle özür diliyor: “Ey seraser âleme Sultan Süleyman’ım baba, “Tende canım canımın içinde cananım baba... “Bayezid’ine kıyar mısır benum canım baba? “Bîgünahım Hak bilür devletlü sultanım baba.” Aynı ölçü ve kafiyeye sadık kalan Kanuni, idam fermanını yedi kıtalık bir şiirle tebliğ ediyor: “Ey demaden mazhar-i tuğyan u isyanım oğul, “Takmıyan boynuna hergiz tavk-ı fermanım oğul... “Ben kıyar mıydım sana ey Bayezid Han’ım oğul? “‘Bîgünahım’ deme bari tevbe kıl canım oğul.” Şehzade Bayezid, öldürüleceğini anlayınca, Kağızman’dan Safevi (İran) topraklarına giriyor. Revan Beylerbeyi Nizamüddin Şahkulu’ndan, kendisinin ve ailesinin hayatının garanti edilmesi şartıyla, sığınma talebinde bulunuyor... Osmanlı şehzadelerinin arasına kılıç girdiği günden beri, bundan nasıl yararlanabileceğini düşünen İran Şahı Tahmasb’a sığınma talebi ilâç gibi geliyor. “Fırsat ayağımıza geldi” diyor ve hayat garantisi vererek Şehzade’yi topraklarına kabul ediyor. Kazvin’de büyük bir törenle karşılıyor. Padişah muamelesi yapıyor. Hatta sarayında ağırlıyor. Ama el altından da Kanuni’yi haberdar ediyor: “Şehzadeniz bizim şerefli misafirimizdir.” Bunun Şehzade’nin idam hükmü olduğunu elbette biliyor. Verdiği sözü unutmuş, durumdan yararlanmaya çalışıyor. Kanuni ile İran Şahı Tahmasb arasında zorlu bir pazarlık başlıyor. Sonunda anlaşma sağlanıyor: Şehzade Bayezid, 1 milyon 200 bin altın ve Kars Kalesi karşılığında Kanuni’ye satılıyor. Ayrıca Şehzade Selim padişah olduğunda (çünkü tahtın başka varisi kalmamıştır), İran’la dost kalacaktır. İran verdiği sözü yine unutmuş, çoktan sözünün üstüne yatmıştır. İran’a güvenerek yola çıkan Şehzade böylece babasının cellâtlarına teslim ediliyor (25 Eylül 1561). Tarih, “ders” almasını bilene ders, “ibret” almasını bilene ibrettir! Yavuz Bahadıroğlu http://www.habervakt...-soz-49547.html İran: İslam Cumhuriyeti mi, Fars Cumhuriyeti mi? İran Anayasası, “İran devletinin yönetim şekli İslâm Cumhuriyeti’dir” der. Ardından, İslam Cumhuriyeti’nin hangi inançlar üzerine kurulu olduğu sıralanır. Bunların başında “La ilahe illallah” yer almaktadır. Madde-3’te ise, 2. maddede zikredilen gayelere ulaşılması amacıyla gerçekleştirilecek hususlar sayılır. İşte bu hususlardan üç tanesine, İran’ın bugün yürüttüğü iç ve dış politika ve tutum açısından dikkat çekmek istiyorum: 1- “Her türlü diktatörlük, keyfi idare ve tekelcilik ruhunu kaldırmak.” Anayasasının aksine İran, Suriye’deki Alevi-Nusayri diktatörlüğünü alenen destekliyor, hatta diktatörü ayakta tutmak için cepheye silah ve adam gönderme düzeyine varacak kadar yardım veriyor. Bu, anayasada vurgulanan “La ilahe illallah” ilkesine de aykırı. Çünkü kendini ilah olarak gören ve genel Şia ekolü içinde olsa da, gulat kesimden olup, “liderin ilahlaşabileceği inancı”na sahip bir anlayış taşıyan zümrenin önderi olan Esed zaliminin desteklenmesi, hatta yaptığı kıyımlarda ona yardım etmesi başka neyle izah edilebilir? 2- “İslâm kardeşliğini ve genel yardımlaşmayı bütün halk arasında yaygınlaştırmak ve sağlamlaştırmak.” Her ne kadar İslam kardeşliğinden söz edilse de İran’da Şahlık döneminden bu yana bir devlet politikası olarak, Fars olmayan halkların kimliklerini izhar etmeleri tehdit sayılmış, kendi kimliğini ve dilini koruma talepleri “yönetime sadakatsizlik” olarak algılanmış ve Farslaştırmaya devam edilmiştir. Yine, Azeri kimliğinin giderek kuvvetleneceği endişesiyle, kendileri gibi Şii Müslüman olan Azerbaycan’ın bir kısmını işgal eden Hıristiyan Ermenilere maddi ve manevi destek verilmiştir. İran’da Şia dışındaki diğer Müslüman topluluklara tanınan haklar siyasi değil, kültürel düzeydedir. İran’da yaşayan dini azınlıklardan Zerdüşt, Musevi, Asuri ve Keldani Hıristiyanları ile Ermenilerin parlamentoda birer temsilcisi olduğu halde, Şiilik anayasada devletin resmi mezhebi olarak belirlendiğinden, İran Sünnileri azınlık da sayılmaz, temsil hakkı da tanınmaz. Yani İran’ın uyguladığı “İslam kardeşliği”, aslında etnik olarak Farslılaştırmayı zorunlu kılan “Şii kardeşliği” şeklinde tezahür etmektedir. 3- “Dış siyaseti; İslâmi ölçüler ve bütün Müslümanlarla kardeşlik taahhütlerine bağlılık ve dünyanın bütün mustaz’aflarını himaye temelleri üzerine tanzim etmek.” İran, anayasasındaki bu ilkeyi de uygulamıyor. İran’ın desteklediği herhangi bir Sünni İslami hareket yoktur. Hatta, nerede bir İslami hareket varsa, orayı önce kendi kontrolüne almaya, “Şii kütürünün hakimiyeti”ni kabul ettirmeye çalışmış, bunu sağlayamamışsa oradaki İslami hareketin başarısızlıkla sonuçlanmasına yönelik çalışmalarda bulunmayı ihmal etmemiştir. Örnek verelim: Cezayir’de İslami hareket başarıya kavuştuğunda İran hemen “İslam Devriminin sedası”ndan ve başarısından söz eden beyanatlara başladı. Zaten İran’a tahammül edemeyen Avrupa, hemen dibinde “İranvari bir devlet” daha kurulacağı korkusuyla harekete geçti ve Cezayir’de İslami yönetimin kurulması önlendi. Afganistan’daki İslami hareket bugün bu noktaya gelmişse, bunun baş sorumlusu İran’dır. Oradaki Gulat Şii varlığını başat unsur haline getirmeye çalışan İran, bunu başaramayınca, Ehl-i Sünnet bir İslam devletinin kurulmasına engel olacak politikalar yürütmüştür. İşte Yemen... Halk yönetimi devirme noktasına geldiğinde, oradaki Şii varlığını harekete geçiren İran, İran etkisinin yayılmasını istemeyen ABD ve Batı’nın etkin müdahalesine sebep oldu ve Yemen’deki Ehl-i Sünnet varlığı yönetim karşısında başarısız kaldı. Lübnan’da Ehl-i Sünnet ile ittifaktan ısrarla kaçındı. Suriye’deki Sünni İslami hareket karşısında Gulat Şii ekolü içinde bulunan Alevi-Nusayri yönetimi açıkça destekliyor. İran’ın bölgedeki etkisinin genişlemesini istemeyen güçler, gözden çıkardıkları Esed’i şimdi başta tutmanın formüllerini arıyorlar. Bütün bunlara bakıldığında denebilir ki, herhangi bir yerde Şii varlığı varsa, İran’ın müdahalesi sonucu oradaki İslami hareketin başarı kazanma şansı kalmamakta. Yani İran nereye el atsa, oradaki Ehl-i Sünnet varlığı başarısızlığa uğruyor. Üstelik İran, anayasasına da aykırı olarak, tevhid inancı dışındaki Gulat Şii ekollerini desteklemeyi, Ehl-i Sünneti desteklemeye tercih ediyor. Bir başka husus: Geçtiğimiz haftalarda İran, “zina ve livata suçlarına uyguladığı recm cezası”nı kaldırdığını ilan etmişti. Şunu sormak lazım: Eğer recm İslami bir hüküm değil idiyse, bu zamana kadar “İslam Cumhuriyeti”nde niçin uygulandı? Yok, eğer İslami bir hüküm ise, nasıl olur da bir “İslam Cumhuriyeti” İslami bir hükmü kaldırır? Bana öyle geliyor ki İran, başlangıçta belki İslami bir devlet olarak kurulmuş olabilir, ama bugün gidişatı Fars Cumhuriyeti olmaya doğru hızla ileriyor. Yanılıyorsam, biri izah etsin! Faruk Köse http://www.habervakt...i-mi-49546.html
  6. tesettürde gelinen son nokta... evet... uzun vadeli tesettürü başörtüsüne indirgeme programının sonucudur. başörtüsü başörütüsü başörtüsü diye diye bu netice müslümanlara yedirildi. tesettür adam gibi anlatılacağına farklı mecralarda bu "başörtüsü problemi" tartışıldı. şu soruyu kimse sormadı veya soran "ya kardeşim sen ne diyorsun, hangi çağda yaşıyorsun?" gibilerinden tepkilere maruz kaldı. şimdi soruyorum size "Şu şartlar altında kız çocuğunun okuması dinen caiz midir değil midir*" bu sorunun cevabı insaf sahibi müslüman alimler tarafından cevaplandığı anda Türkiyede başörtüsü problemi ortadan kalkacaktır...
  7. dehşete düşmemek elde değil, buraya bir video örneği koyuyorum, ilgili video ve yazıları burada paylaşalım arkadaşlar çünkü mühim bir mevzu. http://www.youtube.com/watch?v=ts0KRMYQw5c
  8. Allah razı olsun, faydalı bir bilgilendirme olmuş...
  9. Üstadın doğum yıldönümü münasebetiyle daha önceden özetlemiş olduğum bazı kitaplarından parçalar alarak böyle bir yazı hazırladım,umarım beğenirsiniz.Allah Üstada rahmet eylesin… ULU HAKAN SULTAN İKİNCİ ABDULHAMİD HAN Hüküm: Tarihin son zamanlarda çözer gibi olduğu ve Abdülhamid’in zerrece alakası bulunmadığını tesbite başladığı 31 Mart hadisesi,bizzat revşinden,oluş ve akış tarzından anlaşılacağı gibi Padişahı düşürme vesilesi bulmak için İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından hazırlanmış hain bir tertiptir ve bu hakikat binlerce vesika bir tarafa bedahet halinde sabittir. Bu eserin muharriri,1947 yılında Rıza Tevfik’e ait “Abdülhamid’in Ruhaniyetinden İsdimdat” isimli manzumeyi “Büyük Doğu” da yayınladığı için ilk hapsine girdiği zaman hastanede yatmakta olan ve mahkeme naibi tarafından ifadesi alınan Rıza Tevfik aynen şöyle demiştir: “31 Mart hadisesini İttihatçılar hesabına körükleyenler arasında bizzat ben ve Selim Sırrı Tarcan bulunuyırduk!” Eğer 31 Mart Abdülhamid’in eseri olsaydı,Hünkar derhal hareketin başına geçer ve emrindeki Hassa kıtalariyle birlikte Selanik üzerine çullanırdı. Ulvi Tablo: O sırada ulvi bir tablo…Evvelce portresini çizdiğimiz saray tüfekçilerinin başı,sadakat heykeli Tahir Paşa,huzura çıkıp yere kapanıyor ve ağlarcasına yalvarıyor: “Şevketlim,bu gelenler derme çatma çapulcu güruhundan ibarettir ve Padişah kurtarmaya gidiyoruz diye kandırılmışlardır.İzin ver,onları saray kuvvetlerinin en küçük birliğiyle karşılayıp darmadağın edeyim ve zincire vurup huzurunuza getireyim!” “Hayır Paşa,ben nefsim için tek damla Müslüman kanının akmasına razı değilim!” SAHTE KAHRAMANLAR Ali Paşa: İsmi Mehmed Emin.7 kere Hariciye Nazırı,5 kere Sadrazam oluyor.Balı kavanozun camından yalama kahramanı ve Hristiyanlık aşığı en büyük İslam düşmanı.Davit Paşa isimli bir Katolik Ermeniyi vezir yapıyor(Osmanlıda ilk).Bir gün Ali Paşa Ermeniyi iftara davet ediyor.Ermeni diyor ki:”Ah şu Müslümanlığa benim ne büyük meylim var,isteğim var!Oruç ne güzel şey!Ermenilerin beni taşlamayacaklarını bilsem Müslüman olurum!” Ali Paşa diyor ki: “Biz seni Müslümanlığı sevdiğin için vezir yapmadık,Hristiyan olduğun için yaptık” Kaynak:Lutfi Tarihi,Ahmed Rasim Tarihi Fuad Paşa: Büsbütün faciadır.Fuad Paşa Avrupa gezisinde Abdulaziz’e refakat etti fakat yolda ayrıldı ve Nis’ te öldü.Öleceği zaman Papaya bir mektup yazıyor ve Mustafa Reşit Paşa’dan beri gelen cereyanın ilk mahsülünü veriyor.Papadan Hristiyan olmayı ve ölünce Hristiyan usulluyle gömülmesini vasiyet ediyor.Ve ölüsü öyle kaldırılıyor.İstanbul’a da Müslüman ölüsü diye getiriliyor,İslami merasimle gömülüyor. Kaynak:İbnül Emin Mahmud Kemal/Son Sadrazamlar İMAN VE AKSİYON/ÖZLEDİĞİMİZ NESİL Aradığımız gençte; 1)Vecd ve aşkla yanmanın vasfı 2)Sır idraki ile duymanın vasfı 3)Kainat ve nefs muhasebesi ile düşünmenin vasfı 4)Eşya ve hadiseye hakimiyet ve şecaatle davranmanın vasfı 5)Her türlü fedakarlık ve disiplinle ileriye atılmanın vasfı 6)En derin merhamet içinde en keskin şiddet seviyesine ermenin vasfı 7)Büyük aksiyon dehasıyla işe ve hamleye girişmenin vasfı 8)O’nun ahlakıyle ahlaklanmanın ve başka hiçbir yol tanımamanın vasfı 9)En nadide zevk ve estetikle süslenmenin ve dış alemi süslemenin ve her kıymeti içte bilmenin vasfı. MOSKOF Meternih:Avrupa siyasetinin en hakim kafalarından biri olan,memleketi Avusturyayı,birinci plana geçiren ve meşhur Viyana Kongresini parmaklarında oynatan Prens Meternih,tanzimatın cüce kahramanlarından Ali Paşa’ya şöyle yazıyor: “İdare şeklinizi intizam altına alınız ve ıslah ediniz.Lakin Batı Medeniyetinden sizin kanun ve nizamlarınıza,adet ve hayat tarzınıza uymayan kanunları alıp iktibas etmeyiniz!Zira Batı memleketlerinin kanunları,hükümetinizin temelini teşkil eden kanunların dayanağı bulunan usul ve kaidelere asla benzemeyen kaideler üzerine kurulmuştur.Batı memleketlerinde esas olan şey Hristiyan kanunlarıdır.Siz Türk kalınız!Lakin madem ki Türk kalacaksınız,İslamiyete yapışınız!.......................... SOSYALİZM,KOMÜNİZM VE İNSANLIK Üç Ayaklı Sehpa:Komünizm bir ayağı Marks,bir ayağı Engels ve bir ayağı Lenin’den ibaret 3 ayaklı bir sehpa. Marksla beraber Engels,kendi mücerret hakikatlerini filozof Hegel’i tahrif ederek temelleştirirler.Marks bu mücerret dünyayı içtimai ve iktisadi tatbik yollarında planlaştırır.Lenin ise,aynı dünyanın deli vecdi içinde,aksiyoncu olarak meydana çıkar,ihtilalini yapar ve devletini kurar. PEYGAMBER HALKASI Adalette Hz. Ömer ra.; Kanaati ve adaleti öz nefsine her şeyi esirgemek suretiyle getirmekte eşsiz.”Beytulmal” den aldığı 2 dirhem gündelikten ibaretti,olanca geçim vasıtası.Dünya,bütün nimetleriyle ona geldikçe,o dünyadan bütün gönül servetiyle kaçtı.Hırkasında bir rivayete göre 12,bir rivayete göre 21 yama… SON DEVRİN DİN MAZLUMLARI İskilipli Atıf Hoca/Keramet Yatsı namazından sonra Atıf Hoca yatağına oturdu ve müdafaasını yazmaya başladı.Bir aralık günlerdir uykusuz,sabahlara kadar namaz ve niyazla vakit geçiren Atıf Hoca hafifiçe daldı… Atıf Hoca’nın uykusu uzun sürmüyor.Tahir Hoca müdafaasını yazmakta devam ederken Atıf Hoca birdenbire gözlerini açıyor.Yüzünde harikulade derin ve ince bir tebessüm. Tahir-ul Mevlevi’nin gözleri hayretle va alabildiğine açık.Sanki 24 saat içine sığacak büyük kerameti şimdiden sezmiştir. -“Ne o,Hocam,çabucak uyanıverdin?” Atıf Hoca gayet sakin: -“Uykudan murad hasıl oldu!” -Yani? -Yani,beklediğim rüyayı gördüm! Tahirul Mevlevi haşyet ve dehşetle ürperiyor: -Ne gördün? Atıf Hoca yatağında doğrulmuş ve müdafaasını karaladığı kağıtları elinde büzmüştür: -KAİNATIN FAHRİNİ(SAS) GÖRDÜM.BANA “YANIMA GELMEK DURURKEN NE DİYE MÜDAFAA YAZMAKLA UĞRAŞIYORSUN” dedi -Ne diyorsun? -Beni idam edecekler!Allahın Sevgilisine(sas) kavuşacağım……… Heyet karanlık dolu gözlerle gelip yerini aldı.Reis elindeki kağıdı zabıt katibine uzattı: -Kararı okuyunuz Bir sürü laftan sonra birdenbire çınlayan cümle: -Babaeski Müftüsü Ali Rıza ile,Müderrislerden İskilipli Atıf’ın idamına…. İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ Türkün Muhasebesi Şu yüzden ki biz Avrupalının kendi familyasından sandığı bir millet değiliz.İstediğimiz kadar ondan olduğumuzu iddia edelim,onun kılığına bürünelim ve harfleriyle yazı yazalım,Avrupalı bu iddiamızı,hatta bu iddiada muvaffakiyetimizi alkışlarken,için için bize gülecek,bizden tiksinecek ve tuzağa kendi ayağıyla düşen bu safdil avı kaçırmamak için her şaklabanlığı yapacaktır. Ana Kaynak:İslam İnsan kafasının eşya ve hadiseler üzerindeki tecessüs ve hakimiyet hakkını tatmin cehdiyle hareket eden Garplıya karşılık,eğer atom bombasını bizim dünyamız icat edemediyse,kabahati,sadece iyi Müslüman olamayışımızda arayalım!... İslam,müsbet bilgiler manzumesini,dünyaya değer verdiği nispette kıymetlendirir.Nasıl dünyanın değeri hakikatte sıfır,fakat ahirette ekim sahası olmak bakımından namütenahi ise,müsbet bilgiler de,ruh değerleri önünde adi ve sefil oyuncaklar tezgahı,fakat ebedi hayat işçilerinin hamle ve hareket vasıtası olarak hudutsuz kıymettedir. Beklediğimiz İnkilabın Yönleri İslam inkilabının ruhunu dökeceği kalıp gençliktir. Ne bugünkü murakabesiz,rehbersiz,gayesiz ve şahsen mesuliyetsiz gençlik,ne dünkü çürümüş ve kokmuş,şaşırmış ve ihtilaca düşmüş nesiller;ne de evvelki günkü,aşksız ve vecdsiz,ruhsuz ve heyecansız,sadece kitapların ve mevzuların başlıklarına takılı ve kakılı softacıklar nesli…İslam inkilabını kadrolaştırmaya memur gençlik,Sahabiler ve onların gerçek bağlılarından başka kendisine hiçbir ruhi örnek kabul etmeyecek;ve bu ruhu,baştan başa yepyeni,fakat aslına uygun olarak,nefsinde ve dünyada maddeye nakşedecektir. Çilemiz ve Davamız Genç adam düşün!Evvela,insanoğlunun düşünmekten büyük haysiyeti olmadığını düşün! Seni karartmak isteyen tesirler evvela sende mücerret fikir istidadını,yani varlık şiarını körletmekle işe girişti.Bunu düşün! MÜMİN-KAFİR/VECDİMİN PENCERESİNDEN Ey Müslüman,sana düşen nimetse çile.Uyumamak ve düşünmeye memur olmak.Bu çile kapısından erişilecek dünyayı bilseydin,yatağını ve yorganını satardın! Her fert,kendi içinde en büyük topluluğu taşır. Fert sebep,cemiyet netice. DÜNYA BİR İNKİLAP BEKLİYOR Yeni Türk gençliği!İnşallah sen ve ben,birbirimize yeteriz! Sana maya tutturmak,şekil vermek,seni,nakilleri sökülmüş bir elektrik santrali halinde tarihinin ve cedlerinin ruh dinamosuna bağlamak için tam 28 yıldır,karanlık zindan köşelerinde ,gaz sandığından farksız masalarda,döşemesi patlak idarehane koltuklarında kan kusarcasına çırpındık. Nihayet sen,oldun!Allahın fazlıyle oldun!Benimki bağlı olduğum Büyük Kapı yoliyle elime verilen bir avuç tuzu,şaraba döndürülen nesillerin üzerine atmaktan ileriye geçmez.Bir avuç tuzun bir fıçı şarabı sirkeye çevirdiğini bilirsin.Oldun!Fakat kendi iç bünyende zümre zümre birbirine girmek gibi,şeytani illetlerin en tehlikelisine düşmekten korunamadın! İyice bilmek lazımdır ki,bütün şubeleriyle küfrün,boğazlamak üzere her an bıçağını bilediği,ne şu,ne bu birlik,dernek,ocak,ne Süleymancı,ne Nurcu,ne İmam Hatipli vardır;sadece Müslüman vardır;Müslümanlık ve Müslüman!... Evet,ey yeni gençlik!Sana düşen,bu tayfun ve kasırga asrında Nuh’un yeni gemisini kızağa konyaktır. Hak yardımcın olsun!... MÜDAFAALARIM Atatürk’e Hakaret Davası(1967) Malatya da verdiği “Sahte Kahramanlar” konferansında Atatürk’ten hiç bahsetmeyişi ele alınarak Malatya Savcılığı tarafından dava açılmıştır. VELİLER ORDUSUNDAN 333 Şakiyk(Belhi); İbrahim Ethem’e sordu: -Geçim noktasından siz ne yaparsınız? İbrahim Ethem cevap verdi: -Bulunca şükrederiz,bulamayınca sabrederiz. Şakiyk atıldı: -Horasan’ın köpekleri de böyle yapar. -Ya siz ne yaparsınız? -Bulunca dağıtırız,bulamayınca şükrederiz HESAPLAŞMA İnkilap.Bu kelimenin cıcığını çıkardılar.Kağıdı yak,karbon olsun;karbona inkilap de! Size öyle bir tohum bırakmak nasip etti ki,Allah,mutlaka ağacını yetiştirmek borcu altındasınız!Bu borcu idrak ederek buradan ayrılalım.Onun da bütün ipuçlarını verdim,yollarını görüyorsunuz.Bunun ağacını yetiştireceksiniz!Siz ve arkanızdaki nesil.Çünkü biz uzun vadeyi de hesaba katıyoruz.Bizim şipşak fotoğrafçılığı ile alakamız yok.Bir ağaç ki,ciğerinizin kanıyla üzerine şöyle yazacaksınız:”Allah ve M……. TÜRKİYENİN MANZARASI Netice; Bizim partimiz yoktur ve olamaz!Ancak bir takım “ehven-i şer” hesaplarımız olabilir ki, o da ölümü peşinen kabullenip zahmetsizini aramaktan başka bir şey olmaz. Bizim davamız,ucuzlukla halledilir nesnelerden değildir!Montajı yapılmamış,fakat her an yapılabilir makine parçaları gibi,fert fert olabiliyor muyuz;ona bakalım! O VE BEN Ve Kapı Açıldı Yıl 1934 ve necip fazıl, sathî ve yalan "çile"olan günlük sıkıntılardan asli çileye girer. Artık "o" dediği Abdülhakim Arvasi'yi tanımış ve kapısı ona açılmıştır. İşte bundan sonra necip fazıl, gerçekten çiledeki insan olmuştur. O, "ulu nazar"a uğradıktan sonra kendinde olan değişikliği şu cümlelerle anlatır: "hayatımda öyle bir gün doğdu ki, kundaktan patiğe, emzikten kısa pantolona, oyuncaktan boyunbağına, karalama defterinden polis hafiyesi romanına, beştaştan iskambil kağıdına ve ayva tüyünden kır saça kadar, anne, baba, dadı, mektep, arkadaş, kitap, hoca, tabiat, şehir, cemiyet, kimden ne aldımsa hepsini geri verdim. Ruhuma istifledikleri hazırlop dünya bir sarsılışta yıkıldı gitti.Bu devrilmenin ardından ancak mutlak hakikat doğrulabilirdi. Her şeyi o türlü kaybettim ki Allahı kazandım" nfkkfn mayıs 2006
×
×
  • Create New...