Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Search the Community

Showing results for tags 'metin hasırcı'.



More search options

  • Search By Tags

    Type tags separated by commas.
  • Search By Author

Content Type


Forums

  • Üstadın Eserleri
    • Şiirleri
    • Diğer Edebi Dallarda Üstad
    • Kitaplar Etrafında
    • Üstaddan
  • Üstadın Fikirleri
    • Büyük Doğu ve İdeolocya Örgüsü
  • Yakından Üstad
    • Ne Dediler?
    • Hazır Cevaplar, Nükteler, Polemikler
    • Üstadın anıları ve hayatındaki kişiler
    • Üstad Hakkında Haberler
    • Multimedya
    • Üstad Hakkında Diğer Konular
  • Diğer
    • Diğer Şairler
    • Diğer Yazarlar
    • Kendi Yazdıklarınız
    • Güncel
    • İslâmî Konular
    • Esseyyid Abdülhakim Arvasî Hz.
    • Serbest Kürsü
    • Tarih
    • Kitaplar
    • Mizah
    • Kültür-San'at
    • Bilişim & Teknoloji
    • Şahsiyetler
  • N-F-K.com
    • Duyurular
    • Etkinlikler
    • Proje Grupları
    • Sınıf Çalışmaları
    • Şikâyet ve Dilek Kutusu
    • Yeni Uyelerimiz
    • Geri Dönüsüm

Find results in...

Find results that contain...


Date Created

  • Start

    End


Last Updated

  • Start

    End


Filter by number of...

Joined

  • Start

    End


Group


AIM


MSN


Website URL


Yahoo


Skype


Nereden


İlgi Alanları


Okunan bölüm veya meslek

Found 1 result

  1. METIN HASIRCI : ÜSTAD’IN AÇTIĞI KULVAR HIÇBIR ZAMAN KAPANMADI ! Yazan : admin on 13 Nis 2012 / 0 Yorum Her sene Mayıs ayında Üstad Necip Fazıl anılıyor. Üstad gibi bir fikir ve aksiyon adamı elbette ki ölü ağlayıcılığı şeklinde anılamaz; ama maalesef ülkemizde böyle anılıyor. Büyük Doğu kavgasını Salih Mirzabeyoğlu İBDA fikriyatı ile sürdürüyor ve onun böyle anılması gerektiğini söylüyor. Necip Fazıl’ı bu şekilde hatırlamak ve anlamak gerekmez mi? Merhum Necip Fâzıl beyden söz edildiğinde hatırıma ilk gelen dedesinin İstanbul İstinaf Mahkemesi hâkimi olması esnasında bu görevi yürütürken kolladığı adalet çizgisinde gösterdiği ciddiyet ve de vakar hâlidir. Nitekim Hilmi Bey’in sevgili torunu Üstad Necip Fazıl Bey kıymetdar piyesi Reis Bey’i kaleme alırken, Dedeciğinin bu ulvî ahvalinden haylice müstefid olmuş olmalı. Allah hepsine rahmet eylesin. Sualinizin mağdur ve mazlum Mirzabeyoğlu ile alakalı yönüne gelince kendisine ödetilmekte olan bedel, adalet târihinde “adli hatalar” kategorisinde yer alacak vasıftadır. Necip Fazıl Yassıada mahkemeleri önünde gençliğin nasıl olması gerektiğini ifade etmiş böylece de, bilahare öyle olmak lâzım geldiğini sağlayacak bir nasihat ve vasiyet yolu tâkip etmiştir. Üstad’ın en büyük şansızlığı, hatırlatma yapacak kimseyi yanında bulundurmamış olmasıdır. Sevdikleri onu ebeveynlerinden daha aziz bilmişler, dolayısıyla muteriz olmamışlar, böylece de, Üstad kimilerini “branşında imparator yapacağım!” sözleriyle taltif ederdi. Bu da, imparator tâyin eden herhalde imparatorun üstündedir. Hemen ilâve etmek isterim ki, Avukatları; bu adliye mekanizmasının tartışılır hâle geldiği günümüzde dosyayı yeniden tetkik etseler iade-i mahkemeye vesile olacak delâil bulabilirler, diye düşünüyorum. Onbir yıldır Medrese-i Yusufiye’de olmak ve buna dayanmak imân ile olur ve bu kardeşimiz bu imanın sahiblerinden, diyor ve tâbir-i hapishane ile zindan duvarları arasından “Allah kurtarsın” diyorum. Üstad Necib Fazıl, muhafazakâr kesim veya diğer kesimler tarafından hep “Büyük şair, ruhçuluğu ile ön plana çıkan” şeklinde etrafa lanse ediliyor, bu sıfatların hakikati olmakla birlikte Üstad Necip Fazıl’ın fikrî ve ideolojik yanı hep göz ardı ediliyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Efendim çok iyi şâirler, tarih ilmine o kadar ziyâde vâkıftırlardır ki, bunların birisi Yahya Kemal Beyatlı ise emin olarak söylüyorum, ana meselelerde de Necip Fazıl merhumdur. Yeniçeri adlı eseri bunun bir ispatıdır ve az görülen tevazuu, bu eserde, “ben târihçi değilim” cümlesidir. Târihi iyi bilmeyen o eseri ortaya koyamazdı. Biz de İslâmın aynı zamanda fikriyat olduğu beyanının mâzisi ancak yarım asrı bulmaktadır. İdeoloji, fikriyatla pek alakalıdır; fakat, “İslâm ideoloji seviyesine indirilemez!” ifadesi mütefekkirlerin islâm saygısı ve tutkunluğundandır. Yoksa Üstad; solmaz ve pörsümez şeklinde ifadatıyla ne olmadığını değil bir İslâmcı olduğunu pek net ifade etmiştir. Kimi “cılık culuk” diyenlere hoş bakmayanlar kafilesi bitmez. Adamın ibadeti az fakat İslâm sosyal çözümleriyle hemhal olmuş ve kendini İslamcı sayıyor. Beğenmeyen küçük kızını vermesin. Günümüzdeki muhafazakâr partiler, üstü örtülmeye çalışılsa da siyasî manevralarını ve güçlerini hep Üstad Necib Fazıl’dan almışlardır. Üstad’ın açtığı kulvar sebebiyle hayatiyet buldular diye düşünüyoruz. Üstad Necip Fâzıl’dan müstefid olmayan sağcı yoktur. Sağcılık ülkemizin çok büyük bir bölümünü teşkil eder. Sağcılığın; Milliyetçi/İslamcı gurupları, Kemalizm’e mesafeli olmuşlardır. Aslında Mustafa Kemal Paşa’nın adına hareket edenlerin yaptıkları yanlışlar zaman içinde islamcılar ile milliyetçileri anlayış planında farklı kılmıştır. Komünizm baskısı esnasında dini afyon olarak algılayanlar, dine ve dindara gerek kalem, gerekse fiilen saldırdıklarında, sağın biri birine yakınlaşmasını istemeyerek de olsa sağlamış oldular. Nitekim Üstad; MSP ile alakalı tutumundaki olumsuz değişikliği ortaya koyduğunda yanında kim vardı diye bakarsanız, Türk/İslam sentezcileri ve sağcılığı Kur’an-i sağcılık zannedenler vardı. İslamcı Necip Fazıl’ı bir lehimci vasfına itmeye çalıştılar. İslamdan taviz vermez Necip Fazıl, Milliyetçi/İslamcı anlayışı lehimlemede, başka ve müessir engellerle başaramayacağını gözyaşlarını içine akıtarak kendine itiraf etti. Üstad’ın açtığını söylediğiniz kulvar hiçbir zaman kapanmamıştı. Çok daraldığı olmuştur, fakat geçit işaretçiliği yapacak birileri her zaman olmuştur. Bilir misiniz; İbn’ül Emin Mahmud Kemal İnal merhum, 1928’lerde -Necip Fazıl Bey’in bir torbaya koyup lağıma attığını ifade ettiği yıllardır o 1928’li yıllar- o yıllarda İbn’ül Emin Bey, Moda’da Ahmet İzzet (Furgaç) Mareşalin konağında, Salih Hulusi ve Ali Rıza paşalara, adını vermediği iki kadıaskere, ikindi ezanını pek güzel okuyan müezzinin sesi konuşulurken, vaktin akşama ulaştığını görür ve ayağa fırlayıp, “üç sabık sadrazam, üstelik biri mareşal, iki kadıasker nerede abdestiniz? İkindi akşama ulaştı, sizlerde hareket yok!” deyip, namazını kılmağa geçer. Bulvar daralmıştır, fakat kapalı kalmamıştır. Erbakan ve arkadaşları Üstad’ın her hangi bir şiirini veya mısraını anmadıkları hiçbir toplantıları olmamıştır. O bakımdan sorunuzun Milli görüşü ilzam etmediğini düşünüyorum. Bilakis, Millî Görüş’ün Anti- Emperyalist ve Anti-Siyonist tavrını beğeniyor ve destekliyoruz… Üstad Necip Fazıl’ın keramet çapında bir tarih muhasebesi var. Aynı şekilde Salih Mirzabeyoğlu’nun da… Bu meleke çok kitap okumayla alakalı değil, Allah tarafından verilen, Ledünnî İlim dedikleri bir hassa. Bu husus hakkında ne dersiniz? Ledünniyat tasavvuf yolunun özüne giden hakikatlere vakıf olma halidir. Üstad; Hazreti Arvasî (Kaddesallahu sırrul aziz) gibi bir zatın, mıknatısın, çeliği kendine çekip ona sarması veya sarılması gibi hâli yaşamıştır. Yâni Ehlullah indinde makbulindendir. Nitekim Efendi Hazretlerinin “Ona, keşke bu kadar zeki olmasaydın” demesini hangimiz ne kadar isabetle tahlil edebiliriz? 1980 öncesi çok yoğun bir şekilde kitap sergileri düzenlenmekteydi. Sizin de içinde yer aldığınız bu tip faaliyetler, günümüzde çok nadir faaliyetler olmaya başlamıştır. O gün ile bugün arasında ne gibi bir değişme yaşanmıştır da bu tür organizasyonlara şimdi kıymet verilmiyor? Bakınız; Merhum İbrahim Uysal Erzurum’da üniversitede okuyor. Nazif Keskin Bey, Ankara siyasalda okuyor ve “Buzlar Çözülmeden” adlı filmdeki Kaymakam gibi bir kaymakam yetişiyor diye seviniyorum. Ramazan Bayramında İslami tebrik satışları da yapıyoruz ve elimize para geçiyoruz. Rahmetli Salih Doğan Pala talimatını veriyor. Nazif ve İbrahim’i harçlıksız bırakmayalım. Gerekeni yapıyoruz. Sene 1976… O bayram Bursa’ya gidemiyor Doğan Pala validesinin elini öpmeğe. Fakir de, Ebe hanımın memuriyeti ve yorgana göre ayak uzatmak. O dönem yayıncıları limoncu, pazarcı filandı genellikle ve bir fedakârlık anlayışları vardı. Amma çocuklarını okuttular ve okumuş çocuklar yetişti. Bir bölümü babalarının işini devam ettirdiler ve babalarından daha başarılı yayıncılık yapmakta muvaffak oldular. Gençlerle sohbetim çok oluyor ve bakıyorum, bizi bana anlatıyor ben de “Allaha şükür fena değilmişiz!” diye seviniyorum. İstanbul’un yirmi iki yerinde kitap sergisi açmıştık. Hele Beyoğlu Ağa Camiinin önündeki 24 saat kapanmazdı. Bir de merhum Cavit Ersen Beyefendi büyüğümüz, öğle namazı sonrasında uğradığı Ağa camii önündeki arkadaşı yemeğini yemesi, namazını kılması için gönderir, nöbete geçerdi, nur içinde yatsın. Necip Fazıl’ın konferanslarını takip eden yüzlerce Müslüman ve üstadın yetiştirmiş olduğu eli kalem tutan insanlar olduğunu biliyoruz. O gün bu konferanslara bu kadar ilgi gösteren, Üstadı takip ettiğini söyleyen Müslümanlara ne oldu da bugün hadiselere karşı bu kadar duyarsız hâle geldiler? Mücadelede zaman içinde kişinin imkânları hasebiyle, kiminin izdivacı, kiminin de, ailede yapması gereken görevler dolayısıyla kopmalar olduğu gibi, siyasi sağ kanat fedakârlarının geride kalması, yalakalardan teşekkül eden ANAP’da rahatlamaları, hizmeti 2. plana atmaları değişimleri, sınıf atlamaları bu sorunun cevap kapsamı içindedir. Unutmayalım ashabı kiram diyor ki: “Yokluğa dayandık, varlığa dayanamadık” Yukarıdaki soruyla alakalı olarak soralım: Gençlik bu hale nasıl geldi? Bugün ki gençliği ve durumunu nasıl görüyorsunuz? 28/Şubat/1997’sonrasında Milli Görüşçülerin çok büyük kısmının makamlara alışkanlığı devam ettirmek için giriştikleri değişim siyaseti, düzenin istediği formata uygun geldiğinden yahud öyle yapmaları gayri milli kanallar tarafından istenip teşvik edilince bir “laylaylom” gençliği husule geldi, Hâtta türban savaşlarının unutulmaz yiğitleri bu değişimde yer almadılarsa da, mukavemet edecek halleri kalmadı. Durum iyi değil; İslâm kardeşliğini kuruluşundan yana söyleyen Milli Görüş vatanın bölünmez bütünlüğünün muhafazasını İslâm dolayısıyla önce ahlak ve maneviyatta gördüğünden, bunu da, işbirlikçi hükümetlerle saf dışı etmek suretiyle ülkeyi bölünme safhasına getirmeye muvaffak oldular. Üstad Necip Fazıl ile ilgili anlatabileceğiniz bir hatıranız var mı? Sanıyorum 1975 senesiydi. Beyaz saray, arı kovanı gibidir. En alt kat kitapçılar çarşısı olduğundan bir uğultu mevcuttur. Baktım müthiş bir sessizlik, adetâ asude bir bahar ülkesi. Çıktım, ne göreyim? Necip Fazıl Bey ağır adımlarla Dibeklicami kapısından saraya girmiş merdiven altına doğru Çile yayınevine doğru yürüyor… Kitapseverler, yayıncılar, herkes olduğu yerde dikilmekte ve bütün bakışlar ağır ağır yürüyen bir zatın üzerinde. Ben de baktım ve Necip Fazıl olduğunu gördüm. İşte hazırlıksız bir teşrifin temin ettiği büyük saygı gösterisi… Nur içinde yatsınlar. Amin! Metin ağabey vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. Bende teşekkür eder, çalışmalarınızda muvaffakiyetler dilerim.
×
×
  • Create New...