Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
rabia BDG

Hiç Siyasetsiz Din Olur Mu?

Recommended Posts

Siyasetin sözlük anlamı:

Devletlerarası ilişkileri, devlet işlerini

düzenleme ve yürütme sanatı, politika; bu

konuda takip edilen yol, yöntem.

 

İslam dindir, din ise hayattır

 

İslam, kıyamete kadar kalmak üzere gönderildi. Kendinden önceki kitapları ihtiva eden bir kitapla geldi. Peygamberi bütün insanlara ve cinlere gönderildi. İnsanların dünyevi her ihtiyacını karşılayacak geniş kapsamlı bir programla geldi. Ahireti ise tam bir teminat altına aldı. Aileye huzur, sokağa güven verecek mesajlar verdi. Geceyi, gündüzü doldurdu. Diriyi, ölüyü yalnız bırakmadı. Çocukla, büyükle,erkekle, kadınla ilgilendi. Düğüne de katıldı cenazeye de. Barışa yatırım yaptı, savaşta öne atıldı. Yemeğe tat verdi, giyeceğe şekil biçti. İbadeti kendine has tuttu; dışarıdan müdahaleye izin vermedi. İnsana doğumundan ölümüne kadar kendi rengini, kendi sesini verdi. Dost edindi, düşman edindi.

 

İslam, yirmi üç yılda kendi yurdunu buldu, devletini kurdu. Devletinin başına da vahiyle yönlendirilen peygamberini getirdi. Halkı kendi halkı, toprağı kendi toprağı, sistemi kendi sistemi oldu. Ezanını kendi toprağında yüceltti. Geleceği planladı, geçmişi yorumladı. Kendi halkı için yasalar koydu. Koyduğu yasalarının kaynağını Allah’ın kitabına dayandırdı. Çevresindeki ülkelerle ilişkiye girdi; uluslararası kurallara imza attı. Barışlar imzaladı, savaşlara karar verdi. Yirmi üç yılda bağımsızlığı bütün yönleriyle tahakkuk ettirdi. Ekonomisinden sokağına kadar her şeyinde kendi nevine münhasır oldu.

 

Çarşı pazara şeklini verdi. Ticarete kalıp getirdi. Deniz ürünlerinden uçan kuşa kadar neyin yenebileceğini, neyin yenmeyeceğini belirleyen fıkhını ilan etti. Nüfus hedefi belirledi; çoğalmayı strateji olarak önüne koydu. Eğitimi ileri götüren, okumaya, yazmaya çığır açtıran teşvikler yaptı. Açı ve garibi sahiplendi.

 

Kadını özel bir ilgi ağı içine alıp ona, kendinden önce verilmemişleri verdi. Kadın adeta İslam’la beraber yeniden yaratıldı. Onu itilmişlik seviyesinden kaldırıp, itenlerin seviyesine yükseltti. Erkeğe haddini bildirdi, onu ayrı bir konuma oturttu. İnsanlara mü'min olanlar ve olmayanlar diye getirdiği sınıflandırmaya göre kimsenin kimseyi ezemeyeceği kuralları belirledi. İnsanlar arasındaki ilişkileri, aile içi düzeni, yöneten ve yönetileni yerli yerine oturttu. Yöneticiler için daha önce bilinmeyen kuralları şart getirdi. İnsanlar arasında tarağın dişleri gibi eşit olma prensibini ilk şart yaptı. Üstünlüğü takvaya taşıdı; daha muttaki olan daha üstün olur ilkesini getirdi.

İslam bunları kâğıt üzerinde bırakmadı. Medine’de koyduğu kurallarını, Medine’de, Yemen’de, Bağdat’ta, Şam’da, İstanbul’da, Horasan’da, Endülüs’te tatbik etti. Getirdiklerini, kâğıt üzerinde yazmaya imkân bulamadan gönüllere nakşetti. İnsanlar akın akın İslam’a koştular. İslam hayat getirdi, hayatın anlamını öğretti. Hakkı üstün tuttu, zulüm direnemedi önünde. Köleleri efendilerinin sofralarına oturttu.

 

İbadet eden bir toplum çıkardı. İbadeti mescide sıkıştırmadı. Tarlayı, fabrikayı, evi, caddeyi, büroyu ibadet edilir hale getirdi. İnsanı mükerrem saydı; insana hizmeti kutsallaştırdı. Tebessüme bile sadaka vaat etti.

Hastayı ziyaret edenin peşine melekleri taktı. Dünya ile ahireti birleştiren, ibadetle çalışmaya aynı pencereyi açan, anneyi babayı zirveleştiren farklı ve eşsiz anlayışını hayata hâkim kıldı. Koyduğu ilkeleri ile kalabalık nesiller yetişti. Zirve insanları tarihe mal etti. Afakî olmadı, ufukları doldurdu.

 

Ne içine sızmaya çalışan münafıklar ne dışından saldıran düşmanları İslam’ın düzeninde bir aksaklık

bulabildiler. Kur'an’ını tenkit edemediler. Peygamberini ayıplayamadılar. Kaba kuvvetle saldırıp imha etmek istediler.Her seferinde de emellerine ulaşamadan geri çekilmek zorunda kaldılar. Asırlar sonra ürettikleri savaş

taktiklerinden biri olarak, İslam’ın hayatı bütünüyle kuşatan kapsamlılığını irdeleme yoluyla dağıtmayı denediler. İslam’ın kadını ezdiğini iddia ederek kadını ondan soğutmak istediler.

 

Siyasetin İslam’da yeri olmadığını

söyleyerek de onu hayatın dışına atmaya çalıştılar. Müslümanların siyasetten soğumaları için, siyaseti öcü, siyasetçiyi soğuk adam olarak tanıttılar. Bir dönem Müslümanlarına siyaset yapacak

kimsenin yüzsüz, arsız olması gerektiğini, takva insanların siyasetle meşgul olamayacağını inandırdılar. Müslümanlar, kendilerinden olmayanlara yönetimlerini teslim etmekte sakınca görmediler. Onların hatalarına bilerek,bilmeyerek ortak oldular. Yönetenler olmaları gerekenler, bir iki oyla oyalandılar.

 

Müslümanların servetleri tarumar edildi. Müslümanlar, yöneten olmaya talip olunca da onları uç olmakla itham ettiler. İslam’la siyasetin birleşmesinden terör üreyeceğini ileri sürdüler. Müslüman birinin ‘Ben de varım!’ demesini isyan gibi algıladılar.

 

Baktık ki itaat eden, itiraz etmeden yaşayan Müslüman’ın dışındaki herkeskötüler arasına kondu. Neredeyse elinden vatandaşlık hakkı bile alınacak hale geldi. Ellerindeki en büyük silah ise İslam’ın parçalanmış görüntüsü idi. Namazla, namazın kılındığı camiyi idare edenin aynı sistemden yönlendirilmemesini istediler. Ramazanın ekonomik boyutundan yararlandılar ama ruhunu yok saydılar. İşlerine gelince zekâtı sadakayı yardımlaşma aracı olarak canlı tuttular. İşlerine gelmeyince de dine saldırdılar. İslam’ı ayrı, İslam’ın şeriatını ayrı hale getirmeye çalıştılar. Namaz kılan insanlara, ‘Allah bizi şeriatın tehlikesinden korusun!’ şeklinde dua ettirdiler.

 

Siyasetin İslam’la bir arada bulunamaz kabul edilmesinin sonucu olarak, Müslümanlar kendi topraklarının servetlerini kullanamadı, verdikleri vergilerle kurulan okullarda çocuklarını okutamadılar, okuttuklarına da ne okutulacağına karar veremediler. Müslümanlar, sadece akşam bültenlerinde haberleri izlediler; ama olayların güdenleri olamadılar.

 

Siyasetsiz İslam beklentisi

 

İslam’ı siyasetin dışına itmek isteyenlerin elde etmeyi umdukları sonuç, kalplerde inanılan ama ellerin, ayakların, dillerin etkilenmediği bir din, başka bir ifadeyle şeriatı olmayan bir din özentisidir. Muamelatı

dışlanmış, dünyası olmayan, devlete talip olmayan, gücü olmayan bir hakkı yansıtan din halidir. Bu anlayışın temelinde İslam’ı mini kalıplar içinde görme, ona hayatı kuşatacak bir çerçeve çizememe vardır. Böyle bir beklenti içinde olanlar, İslam’ı olduğu gibi görmek isteyen Müslümanları, İslam önderlerini aşırılıkla itham edebilmekte, şeriatçı olmayı ölümcül bir suç olarak görebilmektedirler. Kendilerine göre ideal olarak laikliği öne sürüp, karşı tarafı da ‘siyasal İslam’ olarak tenkit etmektedirler. İslam ise ne siyasal

ne de ekonomik bir vasıf kabul eden bir dindir. İslam sadece kendisidir ve o hayatın bütününe taliptir. Çünkü

İslam’ın sahibi Allah Teâlâ’dır. Allah Teâlâ ise eksiğe talip olmaz.

 

İman edenlerinin ekonomisini, idaresini, evini, işini tanzim eden, düğüne ve cenazeye aynı anda kural

koyan bir dinle, seccadelik bir alana daraltılmış din aynı değildir.

Siyasetin ana gündemini oluşturan pek çok konu Kur'an’ın şekil verdiği konulardır. Gerçek bir İslam siyasidir. İbadetler, kul ile Rabbi arasındaki bir ilişkiyi yansıtır. İnsan ve insan ilişkisini ise belirlemez. İslam’ın ibadetle daraltılmış hali, Kur'an ve hadislerin anlattığı İslam değildir. ‘Siyasî İslam’ yaftası doğru değildir. İslam herhangi bir yafta kabul etmez. Ne siyasî İslam, ne de hayattan koparılmış İslam!

 

Doğru olan, Allah’ın indirdiği İslam olan Kur'an İslam’ıdır.

 

Hadislerdeki İslam’dır.

Fukahanın anladığı İslam’dır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Harika bir yazı..

 

Siyasette İslam'ın var olduğunu göstermeye çalışanları "din bezirganı" olarak atfettiler..

 

 

 

bu da olacak sanırım...

Share this post


Link to post
Share on other sites

İslam ve siyaset

 

İnsanları Allah Teâlâ’nın iradesine çağıran İslam’ın devlet olmadan yaşanması mümkün değildir. İslam’ın pek çok emri ancak devlet gücüyle tatbik edilebilir şeylerdir. Tamamen bireysel bir ibadetolan namazın bir bölümünü oluşturan cuma namazı bile devlet kontrolünde kılınabilir bir namazdır.Hutbe imamdan çok devlet temsilcisinin işidir. İslam, mala yön vermeyi en önemli ilkeleri arasında görmektedir. Malda Allah’ın hakkı olarak zekâtı belirlemekte, faiz ve benzeri kazanç türlerini şiddetle yasaklamaktadır. İslam, mali konularda getirdiği kuralları, ekonominin kendi elleriyle yönlendirilmediği bir ortamda nasıl uygulayabilecektir? En önemli ilkeler arasında bulunan ve yüzlerce ayete, hadise konu olan Allah yolunda cihadı kim, nasıl yönetecektir? Mazluma yardımı, garibin elinden tutmayı, iyiliği emir ve kötülüğü nehyi hangi şartlarda kim nasıl yapabilecektir? İslam’ın fertler halinde uygulanan bölümleri olduğu gibi cemaat olmayı gerektiren bölümleri de vardır. Değil cemaat olmayı gerektirenler, ferdî olanlarının bile tatbik edilmesi, siyasetin başkalarının elinde olması halinde mümkün değildir. Bunun en bariz örnekleri yakın tarihin sayfaları arasında kalın satırlarla yazılı durumdadır. Kur'an okuma ve

okutma, ferdî bir ibadettir. Dışarıdan bakıldığında ne devletle ne de cemaatle bir ilgisi vardır. Ama yakın tarihimizde Müslümanlar Kur'an okumaktan ve onu çocuklarına okutmaktan men edilebilmişler ve bu uğurda zindanlara doldurulmuşlardır. Onun yaraları henüz kapanmadan yeni bir irade ile hangi yaşta Kur'an okunabileceğine dair bir karar verilebilmiş ve bu karar Müslüman kitleler üzerinde tatbik edilebilmiştir.

 

İslam’ın, siyasetini kendisinin belirlemediği ortamlardaki hali, eli kolu bağlanmış bir pehlivanın hali gibidir. Bunun için Müslümanları siyasetten soğutanların maksadı ibra edilemez bir maksat olarak tescil edilmiştir. Kur'an’da siyaset kelimesinin geçmemiş olması, İslam’da siyasetin dini bir yeri olmayacağını göstermez. Kur'an’da geçmediği halde bizim en temel karakterimiz olarak kabul ettiğimiz ‘fazilet’ kavramını nasıl benimsedik. Fazilet

Kur'an’da geçmediği halde, biz faziletli olmayı mü'min kimliğimizin gereği olarak görüyoruz.

 

Kur'an’da siyaset geçmese bile siyasete temel olan meseleler, Kur'an nassı ile sabittir. Böylece görürüz

ki, Kur'an’da siyasetin geçmediği yönündeki söz laf kalabalığından başka bir şey değildir. Çünkü Kur'an, insanlara zulmeden Firavunları, Nemrutları yererken, mü’minlere yeryüzü hükümranlığından söz ederken (Nur suresi, 55.ayeti), insanlar arasında hükmetmekten söz ederken (Nisa suresi 58.ayeti), Allah’ın hükmü ile insanların hükmünü karşılaştırırken (Maide suresi, 44,45,47,49,50.ayetleri) işaret ettiği şey ne olabilir

eğer siyasetin içeriği değilse?

 

Mekkeli müşriklerin Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme itirazları da onun şahsına değildi; sistemlerini değiştirme talebine isyan etmişlerdi. ‘İstediğini al ama…’ tekliflerinin nedeni buydu. Müslüman’a sorumluluk olarak yüklenen zulme karşı direnme, emri bilmaruf ve nehyi anilmünker bir tür siyasi görevlerdir. Vitir sonunda okunan kunut dualarında bile siyaset vardır. Kötülüğü görenin eliyle, diliyle veya kalbiyle müdahale etmeye mecbur tutulmasının nedeni nedir? Müslüman sessiz kalabilecekti de neden kötülüğü engellemeye çalışmaması onu iman dairesinden çıkma meyline doğru sevk etmektedir? Her şey bir kenara bırakılsa da sadece, ‘zalim bir idarecinin önünde hakkı dillendirenin, en büyük cihadı yaptığına’ dair hadis (Ebu Davud, Melahim, 17, 4344; Tirmizî, İbni Mace) dikkate alınsa, Müslüman’a nasıl bir siyaset elbisenin biçildiği çok rahat anlaşılır.

 

Hayat parçalanmayı kabul eder mi ki İslam, hayatın bir bölümünü dışında tutmayı kabul etsin? Camilerin İslam’a caddelerin başkalarına ait olması ciddi bir ikilemdir. İnsana ters olan bu ikilem, insan için gelen İslam’a da terstir. İslam’ı bütün nesillerden daha iyi anlayan ve yaşayan sahabiler siyasetle direkt ilgilenmişler, siyasi konularda ciddi tavırların sahibi olmuşlardır. Ümmetin birliğini düşündükleri siyasi kafa yapıları ön planda olduğu için de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek naaşını olduğu yerde bırakıp, önce kendilerine bir lider belirlemiş sonra da o liderin emrinde mübarek naaşını defnetmişlerdir. Onlar çok iyi biliyorlardı ki İslam, parçalanmayı kabul etmez. Peygamberlerinin mübarek naaşına hizmet ederken devletin zarar görmesi daha tehlikeli sonuçlar getirecektir. Hayatın maddi ve manevi yönlerinin kuşatılmış haliyle sürmesi, duygusallığı açısından zirvede olan bir görevden daha önemli oldu onların gözünde. İnsanlık çok eski asırlardan beri, devletle yaşamayı yani siyasetin gölgesinde olmayı vazgeçemeyeceği bir yaşam tarzı olarak benimsemiştir. Vergi vermeyi, kurallara uymayı, bayrak sahiplenmeyi kabul etmeyen insan toplumda barınamaz. Bu önemli gerçeğe rağmen sadece İslam mı siyasetsiz, insanlara söyleyecek bir sözü bulunmayan bir ideoloji olarak vardır? Hâlbuki İslam bizzat peygamberinin lisanından bir araya gelen üç Müslüman’a bile içlerinden birini emir seçmelerini emretmiştir. ( Ahmed, 6647)

 

Gayet açık bir gerçek nasıl da gizlenmek istenmektedir, hayret!

 

İslam ne, şeriat ne?

 

Allah’ın insanlara gönderdiği dinin adı İslam’dır. İslam ise inanç, ibadet, muamelat ve ahlâk bölümlerinden oluşur. İslam’ın dünya hayatını tanzim eden yani insanlar arası ilişkileri, devletlerarası ilişkileri belirleyen kurallarına ŞERİAT adı verilmektedir. Böylece şeriat, İslam’ın hayata dönen yüzü olmaktadır. İnsanların, Müslüman olduklarını söylemelerine rağmen şeriatı kabul etmemeleri, Hıristiyanların, oluşturduğu kiliselere sıkışmış din şeklini benimsemekten kaynaklanmaktadır. Kalplere, tahakküm altındaki camilere sıkışmış bir İslam, şeriatsız yani hayat için söyleyecek sözü, koyacak kuralı olmayan İslam’dır. Böyle bir İslam’da namazdan çıkanın bankaya gidip faiz almasında bir sakınca yoktur. Namaz kılanın düğününü karma yapmasında, alkol tüketmesinde bir sakınca yoktur. İslam ise nefeslerimizi ve sokaklarımızı emrine vermemizi istemektedir.

 

!

Dinin siyasete girmesine karşı çıkanlar, bu yüzden de İslam’da siyasetin olmamasını isteyenler, Avrupa’daki papazların siyasilere tarihte yaptıkları baskıyı dikkate almaktadırlar. Muharref bir dinle İslam’ı kıyas etmenin ağır bir hata olduğu açıktır. Buna rağmen mevcut sistemlerin karşı duruşunun altında, İslam’ın siyasete yön vermesi halinde ahlâkın en üst düzeyde etkili olması, hukukun Rabbani düzeyde koruma altına alınması, şehvetlere kudurma yolunun tıkanması gibi nedenler yatmaktadır. Faiz ve onun gibi batıl kazançların, zinanın, alkolün önü kapanmayacak olsa kimsenin laiklik talebi olmayacaktır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

İslam, demokrasi, siyaset

 

İnsanlığın yeni geliştirdiği yönetim tarzı olan demokrasinin İslam’a uygun olup olmayacağı tartışılagelmiş bir mesele olarak önümüzdedir. Demokrasiyi İslam’ın özü gibi gösterenlerin yanında onu şirkin bir türü olarak görenler iki ucu temsil etmektedirler. Her iki görüşün de ilk bakışta tutarlı yönleri bulunabilir. Orta görüş olarak şu

çizgiyi çizebiliriz:

 

İslam, Allah’ın şeriatının tatbik edilmesini ister. Bir yönetim İslam’ı kusursuz tatbik ediyorsa, onun adının önemi yoktur. Önemli olan haramların açık kapı bulmaması, kulların ilahlaştırılmamasıdır. Bu anlamda ‘Müslüman bir

toplum’un kendisine yönetim biçimi olarak demokrasiyi seçmesi, yöneticilerini belirleme açısından benimsenmiş bir demokrasi olmaktadır. Buna denebilecek tutarlı bir söz yoktur. İslam’ın ‘Şûra’ sistemi de bu yapıyla benzeşmektedir. Eğer demokrasi, dini camiye hapsetme ve yönetimi insanların eline devretme tarzında ise ona söylenecek çok söz vardır.

 

İki anlayış arasındaki fark şudur:

 

İslamî siyaset, Allah’a kulluk ekseninde döner, hayatı o maksat yönüne çeker. Beşeri siyaset ise dini hayattan koparma anlayışı olan laiklik etrafında döner. Tabii olarak İslamî siyaset Rabbanî kökenli, beşerî siyaset de beşer kökenlidir.

 

İslamî siyasetin ilgi alanları

 

İmanî esaslar ve ibadetler siyasetle ilgili değildir. Ancak ibadetlerin bile siyaseti ilgilendiren yönleri vardır. Genel bir ilke olarak siyasete bırakılan alan, içtihada müsait olan alanlarla, uygulamasında idari bir karar gerektiren alanlardır.

 

a- Anayasal kurumlar olarak adlandırılan genel idare ilkelerinin belirlenmesi, tatbiki, buna bağlı

olarak en üst liderin seçilmesi, çalışma kurallarının oluşturulması,

b- Ekonominin oluşturulması, işletilmesi, ticari kuralların himaye edilmesi,

c- Yargının oluşturulması, himaye edilmesi, cezaların infazı,

d- Uluslararası ilişkilerin tanzimi.

 

..........

 

Örnek

 

İslamî siyasetin oluşturduğu devlet yapısının niteliği hakkında, günümüz Müslümanlarını yöneten devletlerin veya tarihin derinliklerinde yer almış bazı yöneticilerin örnek alınması doğru değildir. İslam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber devlet oldu. İlk devlet başkanı, ilk kanun tatbik eden, ilk uygulayan o oldu. Ondan sonra da onu harfiyen izlediğine bütün Müslümanların inandığı Raşid Halifeler dönemi oldu. Eğer İslam’ın devleti, Kur'an ve hadislerin dışında, örnek üzerinden izlenecekse o örnek Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Medine’deki devletidir. Onun izinden giden halifelerin devletidir. Kendisini, ‘Kureyş’ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğlu’ olarak tanıtan, kendisi için ayağa kalkılmasını istemeyen, yetimlerle, miskinlerle bulunmayı, önüne fırsat olarak kral olmak getirildiği halde ‘kul Muhammed’ olarak bu âlemden ayrılmayı tercih eden, eline geçeni fakirlere dağıtmadan uyuyamayan, yatıp kalktığı odaları bir insan boyunu geçmeyen, hurma liflerinden bir yatakta uyuyan, kurduğu devleti akrabalarının yoğunluğuna esir etmeyen, azatlı bir kölenin on yedi yaşındaki çocuğunu devletin en üst makamına tayin eden Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem İSLAM DEVLETİ’nin, devleti yönetmenin en ideal örneğidir.

 

Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’den oluşan raşidler de örneğin devamıdırlar. Allah onlardan razı olsun.

İslam devletinin başkenti Medine’nin dışına taşındıktan sonraki devletler, isimleri nasıl anılırsa anılsın iki açıdan tahlil edilebilirler:

a- Bu devletlerin halkı Müslüman, idarecileri namaz kılan kimselerse ortada ilk örneğe yakınlık veya uzaklık sorunu vardır. Emeviler dönemi olarak bilinen dönemde, ilk örneğe çok yakın duran Ömer bin Abdülaziz dönemi gibi bir dönem de vardır, o dönemden çok uzak duran, zulümle anılır hale gelen dönem de vardır. Ancak

Emevilerle anılan devlet için İslam dışı iddiası oldukça riskli bir iddiadır. İyiliklerini iyilik hanesine, hatalarını da hata hanesine yazıp, durumlarını Allah’a havale etmek en güzelidir. Toplu bir benimseme veya toplu bir ret sakıncalıdır. Bu tasnife -Osmanlı da dâhil- Müslüman devletlerin tamamını katabiliriz.

 

b- Müslüman halkların yaşadığı topraklarda geliştirilen ve İslam’ı imha etmeyi kendine temel ilke edinen yönetimlerin bizzat kendisi için her Müslüman’ın ne diyeceği gayet açıktır. Halk için ne deneceğini ise, o halkın yaşadığı durumu nasıl yorumladığına bakarak söyleyebiliriz ki o da Allah’a kalmış bir iştir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

İmam Gazali’nin Kaleminden Din ve Siyaset Bağlantısı

‘Fıkıh bilgisi neden dünya ilmi, fukaha da dünya âlimleri sınıfına katıldı? diye soracak olursan şunu bilmen gerekir:

 

Allah Teâlâ Âdem aleyhisselamı topraktan çıkardı. Zürriyetini de o topraktan ve fışkıran bir sudan yarattı.

Göğüslerden rahimlere çıkardı onları. Oradan da dünyaya… Sonra kabre, ardından mahşere, sonra da cennete veya cehenneme… İlke bu, hedef böyledir. Akıbet budur. Dünyayı da işe yarayanını alsınlar diye dönüş için azık yeri olarak yarattı. Dünya adaletle kullanılırsa düşmanlıklar kalkar, fukahaya gerek kalmaz. Ancak insanlar dünyayı şehvetlerinin etkisinde kullandılar. Düşmanlıklar türedi. Siyaset yapacak yöneticiye ihtiyaç oluştu. Yöneticiye de onları idare edeceği kanun gerekti. Fakih, o ihtiyaç duyulan kanunu ve şehvetlerin etkisinde tartışan insanlar arasında orta yolu bulma sistemini bilen insandır. Bu durumda fakih, yöneticinin hocası, insanları

yönetme, dünya işlerinin tanziminin yöntemindeki mürşidi durumundadır. Vallahi, aslında bu da dinle ilgilidir. Şu kadar ki direkt değil de dünya vasıtasıyla dinle ilgilidir. Çünkü dünya ahiretin tarlasıdır. Din ancak dünya ile tamam olur.

 

Yönetici ve din ikizdirler.

 

Din asıl, yönetici bekçidir. Aslı olmayan yoktur. Bekçisi olmayan da dayanamaz.

 

Yönetim ve düzen ancak yöneticinin varlığı ve fıkıhla hükmetmek ile mümkündür.

 

İhya, İlim bölümü, Farz-ı Kifaye Olan İlimler

başlığı

Share this post


Link to post
Share on other sites
Harika bir yazı..

 

Siyasette İslam'ın var olduğunu göstermeye çalışanları "din bezirganı" olarak atfettiler..

 

 

 

bu da olacak sanırım...

 

Gerçekten Nurettin Yıldız Hocam çok güzel ifâde etmiş... Siyâseti din dışına itmek gâyretinde olanlara tam cevap mâhiyetinde...

 

Siyâset olmadan, bu cemiyet nizamını nasıl değiştirebiliriz, hayret !

 

 

 

Sohbeti burdan dinleyebilirsiniz :

 

http://hayatrehberi.sosyaldoku.com/hic-siy...iz-din-olur-mu/

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yalnız buaradan şu sonucu çıkarmak yanlış olur.Particilikle İslami siyaset yapılabileceği sonucu.Çünkü İslami Siyaset İslam Hukuğuyla hükmedilen Emir yada Hilafet devletiyse halifenin yönettiği devlette gerçekleşir.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest Veli

Hayatın tümü din, dinin tamamı kulluktur.
Böylece islamın bizzat sosyal hayatta yaşanması ve mücadelesi ilkeleri kanunları zaten siyasettir.

Siyaset yönetme sanatıdır. İslamın siyaseti de Allah'ın yeryüzüne hakim olması demektir.
bu kadar basit her ne hadisi ayeti getirrseniz getirin bu sözler ayetle hadisle çelişmez.

Elmalı tefsirden gelen manayla....

bedüzzaman ın siyasetten uzak durmasının nedeni zalimi met ettiren ve mazlumu yerdiren şeyi gördüğü için euzu billahimineşşeytani ve siyaseti demiştir. Allah resulü bizzat vahiy indirğinden bitimine ölümüne kadar islamın hakkını savundu siyasetini yaptı. Allahu alem

vesselam

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...