Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
nfk321

Necip Fazıl'ın Mürşidini Tanıması

Recommended Posts

Kimi insanın, kimi sanatçının yaşamında kırılma noktaları vardır. Yaşadığı bir olay, karşılaştığı bir kişi o güne kadar dünyasında yer eden kabul ve retlerini değiştirir. O andan itibaren farklı, o güne kadar izlediği yönün tersine bir yöne yönelir. Necip Fazıl'da bu sanatçılardan birisidir.

 

 

Yaşam öyküsüne, eserlerine baktığımızda üç belirgin çizgi açıkça görülür: şiir, tasavvuf ve düşünce.Mekteb-i Fünûn-ı Bahriye'nin dördüncü sınıfını okumak istemez, ayrılır ve 17 yaşlarında Daru'l Fünûn'un Felsefe Bölümü'ne kaydolur. Yine bu yaşlarda Yahya Kemal, Refik Halit, Ahmet Haşim ve diğer ünlü edebiyatçıların yazdığı Yeni Mecmua'da şiirleri yayınlanmaya başlar. Ahmet Kutsi Tecer, Ahmet Hamdi Tanpınar fakülteden arkadaşlarıdır. Böyle bir kumaşı dokuyan, ona yepyeni bir 'ufuk' kazandıran kişi ise Abdülhakim Arvasi Efendi'dir.

 

Üstadı ile tanışmadan önce 'her şey O'nda gizli bir düğüm'dür, bir 'bilmece'dir, 'yıkık ve şaşkın'dır, 'rüyalarında bir cinneti' içmekte, 'ben kimim? Sorusunun yanıtını aramaktadır. Abdülhakim Arvasi Hazretlerini, Paris dönüşü, İstanbul'a dönünce tanır. Bu tanışmayı ruhunun 'büyük zelzelesi' olarak ifade eder. 'Şu kadar yıllık kâinat' O'na, 'yeni baştan ve teker teker gerçekleştirilmeye muhtaç' görünür. O'nu tanıdıktan sonra 'bir hendeğe düşercesine kucağına düşer gerçeğin' ve geçmişinde geleceğinde 'Bilmecesi'ni çözer: 'Biricik meselesi sonsuza varmaktır, Allah'a kulluk yapabilmek, 'zorlu nefsini diz çöktürebilmektir. Bu tanışmadan sonra artık evreni, insanı, insanın görevini belirlemiştir.

Abdülhakim Arvasi Hazretlerini tanımadan önce çektiği acı ve sıkıntıyı 'ağrı çeken diş'e benzetir. Yaşadığı buhranı İmam-ı Gazali ile karşılaştırır. Mürşidini bulduktan sonra da bütün dünyasının 'bir sarsılışta yıkıldığını' söyler. Bu yıkılışı şöyle dillendirir:

 

Bana, yakan gözlerle bir kerecik baktınız

Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız

 

Abdülhakim Arvasi Hazretlerini tanışması, İslâm'a gönül vermesi ve Büyük Doğu'yu çıkarmasıyla birlikte Necip Fazıl'ın hayatında ve sanatında yepyeni ve çok farklı bir dönem başlar. Büyük bir fikrî ve ruhî değişim yaşayan şâir, Muhasebe adlı şiirinde, kendisindeki bu değişimi ne güzel anlatır:

 

"Ben artık ne şâirim, ne fıkra muharriri!

Sadece, beyni zonk zonk sızlayanlardan biri!

Bakmayın tozduğuma meşhur Bâbıâli'de!

Bulmuşum rahatımı ben de bir tesellide.

Üstün çile, dev gibi gelip çattı birden: Tos!!!

Sen, cüce sanatkârlık, sana büsbütün paydos!

...

Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım!

Mukaddes emanetin dönmez davacısıyım!

Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;

Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.''

 

Mürşidini tanıdığı an, kendi kendinin tam bir değişime uğradığını görür: 'her şeyi o türlü kaybettim ki Allah'ı buldum' diyecektir. Önüne 'yepyeni bir dünya' açılmıştır ve bu tanışmadan sonra da 'ağır bir borç senedi imzalamış' olduğunu söyler. İmzaladığı bu borç senedi 'nefsine diz çöktürebilirse', inancını dillendirebilirse, haykırırsa bu borç ortadan kalkacaktır. Mürşidinin yanında iken 'yıkanıp, arındığını' hisseder. Ama yanından 'ayrılır ayrılmaz da kendisini hep iptilalarının, o eski alışkanlılarının içinde bulur.

Mürşidini tanıdığında kendi ifadesiyle '30 yaşlarında', Abdülhakim Arvasi Hazretleri ise 74 yaşındadır. 'Zifiri karanlıkta bir gölge gördüm' der. 'Kimsin sen?' diye sordum. İrşat edicinin habercisi' dedi. Kendisine bu meçhul kişi tarafından adres verilir: 'Sırvermez'e git. Tesbihçiler, Kapalı Camii Sokağına gir, Yıkık Çeşmenin karşısında 9 numara' .

Bu adrese gider. Mürşidinden ilk öğrendiği dünyanın anlamı, dünyanın geçiciliği ve bir hesap kaygısıdır. İlk sorduğu sorulardan birisi şudur: 'Dünya, bir çocuğu kandırmak için bütün insanların birlik olup uydurduğu bir yalan olmasın? Bütün yeryüzü bu müthiş yalanın korkunç nizamından ibaret. Tabut içinde gidenler de mahsus kaskatı kesiliyor ve mahsus dudaklarını kıpırdatmıyor'. Tabut içinde gidenler de diridir O'na göre. Bu sözler kabir hayatının, öte dünya düşüncesinin veciz ifadesidir.

 

Başlangıçta kolay teslim olacak bir kişiliği yoktur. Sorular sorar, hatta mürşidini yönlendirmeye çalışır. Mürşidi onu bu konuda şöyle uyarır: 'yolu İrşat ediciden beklemiyordun da, sen ona yol gösteriyorsun' senin, sırtında dilediğin yolu aşmaya mahsus bir merkebe mi ihtiyacın var, bir rehbere mi?' diye sorar.

Mürşidinin çok sade, çok açık, 'fikri, gözyaşlarının içinden süzülüyormuş gibi ağlamaklı' bir sesle söylediği sözler O'nu can evinden yakaladığı gibi, ıstıraplarının, kişisel ve toplumsal sorunlarının nedenini de açıklar: 'Artık anlıyoruz: Allah dünyamızdan çekilmiştir. Bunalıyoruz, bunalıyoruz!' Büyük Doğu dergisine kapak olarak şu başlığı atacaktır: 'Allah'a itaat etmeyene itaat edilmez.'

Necip Fazıl'ın hiçbir zaman mal biriktirmek gibi, çocuklarına bağ, bahçe bırakmak gibi bir amacı olmamıştır. Para O'nu değil, O parayı yönlendirir. Başkalarının aklının alamayacağı miktarda paraları bahşiş olarak verir; paraya esir olmaz, parayı esir alır. 'Geride evlat u ıyal var' diyenleri hoş görür. 'Bütün derdi fazladan bir demet soğan, bir şişe yağ ve iki saat istirahattan ibaret bir sınıfın ıstırabını küçümser. Bunun yerine 'insandaki büyük ve mücerret idrak ıstırabını' koymak ister.

 

Mürşidini tanıdıktan sonra böyle bir dönüşümü yaşayan Necip Fazıl, İslam adına önce çıkan bazı kişilikleri eleştirdiği için eleştiri alır. O delil, kaynak, kanıt gösterme gereksinimi duyan bir kişiliğe sahip değildir. Öğrenir, yargısını ortaya koyar. Bir olay, bir kişi hakkında yargısını ortaya koyarken de olduğu gibi ortaya koymaz: O'nun amacı yanlış bildiği düşüncelerden, akımlardan gençliği korumaktır; acelesi vardır; bir ömre sığdırmak istediği çok şey vardır. Yargısını yerine göre trajik, yerine göre dramatik bir şekilde dile getirir; kızdığı, sevmediği kişiyi de gülünçleştirir. Bir abartıdan söz edilebilir belki ama amacı yanlış gördüğü düşüncelere dikkat çekmektir.

'Necip Fazıl için tasavvuf, 'şeriatın öngördüğü hiçbir noktada ondan ayrılmaksızın devam eden' bir yoldur.

Bu noktadan itibaren Ehl-i Sünnet itikatının en keskin savunucusudur. Yetmişli yıllarda 'bize Kuran yeter' diyenleri şöyle eleştirir: 'Resulünden değil Allah'tan emir kabul ederiz diye ayla sudaki aksini birbirinden ayırmaya yeltenci, bu sefil ve topyekûn gönül verimlerinden mahrum çeşitli mecnunlar, saf ve som sünnet ve cemaat ehli itikadına bağlı şanlı yürüyüşün ayakları altında ezilmedikçe hiçbir başarı elde' edilemez. O'na göre bu tür insanlar, 'yangın yeri arasında seksek oynayan başıboş çocuklar'dır, 'derinlik budundan' yoksundurlar. Bunlar 'kafalarıyla iman etmek isteyen inatçı horoz taslakları'dır.

 

Onur Ercan

Kaynak

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...